×

Nós usamos os cookies para ajudar a melhorar o LingQ. Ao visitar o site, você concorda com a nossa política de cookies.


image

Nur's Turkish Coffee, Me and Him /Part 1/ - Ben ve O

Me and Him /Part 1/ - Ben ve O

Ben ve O/ 1. Kısım

Selam millet! Nasılsınız? Hayat nasıl gidiyor? Benim güzel gidiyor ama biraz yoğunum.Çünkü aynı zamanda hem okula gidiyorum hem de çalışıyorum. O yüzden yeni bölüm hazırlayacak çok vaktim olmuyor. Ama şimdi vakit buldum ve 5. bölümle karşınızdayım.

Bugünkü bölümümüzde sizinle bir hikaye, bir öykü paylaşmak istiyorum. Normal bölümlerden biraz farklı olacak ama değişiklik iyidir öyle değil mi?

Sizinle paylaşacağım öykünün adı "Ben ve O" . Ben Arap Dili okurken bu öyküyü Arapça'dan Türkçe'ye çevirmiştim.Arapça'dan Türkçe'ye tercüme etmiştim. Okuldan başka arkadaşlarım da başka Arap hikayelerini Türkçe'ye çevirmişti ve bunları bir kitap haline getirmiştik.Eğer Türkçe kitap okumak istiyorsanız, Türkçeniz çok çok iyiyse ve Arap Edebiyatına ilgiliyseniz bu kitabı internet sitemden satın alabilirsiniz. Ama dediğim gibi Türkçe'niz çok iyiyse anlayabilirsiniz yoksa size zor gelecektir. Bu hikayeyi de bu kitabın içinde bulabilirsiniz.

Ben bu bölümde, çevirdiğim bu hikayeyi anlamanız için biraz basitleştirdim, kolaylaştırdım. Zor kısımları çıkardım. Hikayeye başlamadan önce de bilmediğinizi düşündüğüm kelimeleri ve deyimleri açıklamak istiyorum. Böylece ben hikayeyi anlatırken siz de daha kolay anlayabilirsiniz.

Evet, birinci kelimemizle başlayalım. Birinci kelimemiz, daha doğrusu bu bir deyim; "kulaklarına inanamamak" deyimi. Kulaklarına inanamamak ne demek? Duyduklarından şüphe etmek demek. Mesela en yakın arkadaşın yanına geldi ve sana şöyle dedi: "Bir ay sonra evleniyorum! " . Ve sen de bu haberi ilk defa duydun ve çok şaşırdın . Arkadaşına dedin ki:"Kulaklarıma inanamıyorum! Gerçekten mi?"

İkinci kelimemiz ise "bencil" kelimesi. Bencil ne demek? Bencil sadece kendini düşünen insanlara deniyor.Yani bu insanlar kendilerinden başka kimseyi düşünmüyorlar. Bu cümleye nasıl bir örnek verebiliriz? Mesela sen ve arkadaşın bir pasta aldınız. Ve bu pastayı ikiye böldünüz. Bir parçası büyük, bir parçası da küçük oldu. Ve arkadaşınız hemen büyük parçayı aldı. O zaman siz ona şöyle diyebilirsiniz. "Büyük parçayı mı aldın! Ne kadar da bencilsin!"

Üçüncü kelimemiz "üvey" kelimesi. Üvey ne demek? Mesela anneniz ve babanız boşandı, yani ayrıldı. Siz de annenizle yaşıyorsunuz. Sonra anneniz yeniden evlendi. Bu evlendiği adam sizin üvey babanız oluyor. Ve o adamın, o evlendiği adamın yani üvey babanızın başka çocukları varsa, bunlar da sizin üvey kardeşleriniz oluyor.

Dördüncü kelimemiz "alınmak" kelimesi. Çok önemli bir kelime bu. Alınmak demek yani gücenmek demek. Mesela bir arkadaşınızın evine gittiniz. Ve o da size bir yemek pişirdi. Siz de yemeği yediniz ama hiç beğenmediniz. Ve arkadaşınıza şöyle dediniz: "Alınma ama, yemeğin çok kötü olmuş." Tabii ki böyle bir şeyi söylemeyin. Sadece örnek vermek için söyledim. Ya da mesela çok beğendiğiniz bir şapka var. Bu şapkayı taktınız. Sonra bu şapkayla okula gittiniz.Öğretmeniniz de size dedi ki" çok komik bir şapka bu! " ve siz de buna alındınız. Biraz üzüldünüz. Yani alınmak birinin size söylediği bir şeye üzülmek , kırılmak anlamına geliyor.

Beşinci kelimemiz "bekar" kelimesi. Bekar kelimesi henüz evlenmemiş olanlara deniyor. Yani mesela ben şu anda evli değilim. Yani bekarım.

Bu aslında birazcık gereksiz ama bunu da söyleyeyim. Şöyle derler mesela "Bekarım, önüme gelene bakarım." Yani bekar olduğum için herkese bakabilirim.Böyle bir tabir de halk arasında kullanılıyor.

Evet, bu kelimeleri anladıysanız, hikayeye başlayabiliriz. Bu arada hatırlatmak isterim, bölümün transkriptlerini, bazı kelimelerin çevirilerini ve daha bir çok şeyi internet sitemde bulabilirsiniz. Bu bölümleri sadece dinleyerek anlamakta zorlanıyorsanız, bu transkriptler size yardımcı olacaktır. Üstelik tamamen ücretsiz ve üye olmanız da gerekmiyor. Hadi o zaman başlayalım.

Ben ve O

Benden istedikleri gibi onun odasına girdim. Ancak onu görür görmez bir çığlık attım. korkmuş gözlerle bana baktı. Şaşkındı ve sanki beni tanımıyor gibiydi. Beni hatırlamamıştı. Tam odadan çıkarken bir ağlama sesi duydum. Kulaklarıma inanamadım. O koca adam ağlıyordu. Gözyaşları bana eski yılları ve unutmaya çalıştığım şeyleri hatırlattı.

Annem ben iki yaşında çok küçükken ölmüştü. Babam yeniden evlendi. Evlendiği kadına da "anne" diyordum. Bu kadın bana hiç kötü davranmadı. Bana karşı kendi kızıymışım gibi şefkatliydi. Asla bencil değildi. Ama onun gerçek annem olmadığını bilmem bana acı veriyordu. Diğer kardeşlerimden farklı olduğumu bilmek beni çok üzüyordu.

Üvey annem gerçekten harika biriydi. Bunu inkar etmiyorum. Beni tamamen kendi evlatları, kendi çocukları gibi görürdü. Hatta bana kendi evlatlarından daha çok önem verirdi. Üvey anneme bütün sırlarımı anında söylerdim.. Babam gibi severdim onu da.

Sadece o komşulara ya da misafirlere benden bahsederken "Bu benim öz kızım değil, eşimin kızı.” dediğinde alınırdım. İşte o zaman, onun annem olmadığını hissederdim. Ve asla da annem olmayacaktı. Annem olmak için çok gençti zaten.

Ve büyüdüm. Çok güzel bir kız oldum. Ailedeki en güzel kızdım. Akrabalar da dahil olmak üzere bütün erkekler benimle evlenmek istiyordu ama ben reddediyordum. Evliliğe şiddetle karşı çıkıyordum. Ömrümün sonuna kadar bekar kalsam da asla evlenmeyi istemiyordum. Evlilikten korkuyordum. Evlenirsem ve bir çocuğum olursa annem gibi ölüp çocuğumu tek başına bırakırım diye korkuyordum. Evleneceğim kişiyi, annemin babama yaptığı gibi acılar içerisinde bırakmak istemiyordum. Babamın üzüntüsü hala geçmemişti.

Babamın beni hep annemin bir kopyası olarak gördüğünü hissederdim.Annemi çok sevdiğini ve onu asla unutmayacağını hissederdim. İkinci eşini yani şu anki üvey annemi sevdiğinden çok daha fazla seviyordu annemi. Gerçekten çok seviyordu...

...

O gün ağladım... O gün çok ağladım. Ben ağlarken üvey annem geldi ve bana benimle evlenmek isteyen yeni birinin söyledi. Bana bu yeni adayın özelliklerinden bahsetti ama onu duymuyordum bile. Bambaşka bir dünyadaydım. Babamın annemle olan evliliğini ve onların ne kadar mutlu olduğunu düşündüm. Üvey annem:

-Harika bir adam. Onun gibisini bulamazsın.

dedi.

Ama ben ona şöyle diyerek bağırdım:

-Demek harika bir adam. Kendi kızınla evlendir o zaman! Niye evlendirmek istediğin kişi benim? Niye kızını evlendirmiyorsun? Kızın benden sadece beş yaş küçük, on sekiz yaşında.

Üvey annemin rengi bembeyaz oldu. Benden böyle davranmamı ve ona bu şekilde saldırmamı beklemiyordu. Sesini çıkarmadı.İşte o zaman kendimi suçlu hissettim. Hayatı boyunca ona böyle yapmamı hak edecek hiçbir şey yapmamıştı. Pişman oldum ve özür dilemek için koşarak yanına gittim. Hiçbir şey olmamış gibi bana kollarını açtı.Beni affetti.

Babam ise beni hiçbir zaman evlenmeye zorlamamıştı. İstediğimi yapmama izin vermişti. Hayatıma karışmak istememişti.

Evet arkadaşlar, bu bölüm çok uzun olmasın diye bu hikayeyi iki kısma ayırmak istedim. Bu birinci kısımdı. İkinci kısmı da bir sonraki bölümde paylaşacağım. Kendinizi iyi bakın. Hoşça kalın!

Me and Him /Part 1/ - Ben ve O Ich und er /Teil 1/ - Ich und er Εγώ και Εκείνος /Part 1/ - Εγώ και Εκείνος Me and Him /Part 1/ - Me and Him Él y yo /Parte 1/ - Él y yo Moi et lui /Partie 1/ - Moi et lui Hij en ik /Deel 1/ - Hij en ik Eu e ele /Parte 1/ - Eu e ele Я и он /часть 1/ - Я и он Jag och han /Del 1/ - Jag och han Я і Він /Частина 1/ - Я і Він

Ben ve O/ 1. أنا و O / 1. Me and O / 1. Kısım Portion Sectie

Selam millet! Hallo Leute! Hi guys! Hallo allemaal! Привет, ребята! Nasılsınız? How are you? Hayat nasıl gidiyor? How is life going? Benim güzel gidiyor ama biraz yoğunum.Çünkü aynı zamanda hem okula gidiyorum hem de çalışıyorum. I'm going well, but I'm a little busy because I'm going to school and working at the same time. O yüzden yeni bölüm hazırlayacak çok vaktim olmuyor. So I don't have much time to prepare a new department. Dus ik heb niet veel tijd om nieuwe afleveringen voor te bereiden. Ama şimdi vakit buldum ve 5. bölümle karşınızdayım. But now I have time, and I'm here with chapter five. Maar nu heb ik de tijd gevonden en ben ik hier met hoofdstuk 5.

Bugünkü bölümümüzde sizinle bir hikaye, bir öykü paylaşmak istiyorum. I want to share a story with you in our section today. In de aflevering van vandaag wil ik graag een verhaal met jullie delen. В сегодняшнем выпуске я хочу поделиться с вами историей, историей. Normal bölümlerden biraz farklı olacak ama değişiklik iyidir öyle değil mi? Es wird ein wenig anders sein als normale Episoden, aber Veränderung ist gut, nicht wahr? It's going to be a little different from the normal part, but the change is good, right?

Sizinle paylaşacağım öykünün adı "Ben ve O" . Die Geschichte, die ich mit Ihnen teilen werde, heißt „Ich und Er“. The story I will share with you is called "Me and Him". Ben Arap Dili okurken bu öyküyü Arapça'dan Türkçe'ye çevirmiştim.Arapça'dan Türkçe'ye tercüme etmiştim. Während ich Arabisch lernte, übersetzte ich diese Geschichte aus dem Arabischen ins Türkische, ich übersetzte sie aus dem Arabischen ins Türkische. While I was reading the Arabic language, I translated this story from Arabic to Turkish. I translated it from Arabic to Turkish. Okuldan başka arkadaşlarım da başka Arap hikayelerini Türkçe'ye çevirmişti ve bunları bir kitap haline getirmiştik.Eğer Türkçe kitap okumak istiyorsanız, Türkçeniz çok çok iyiyse ve Arap Edebiyatına ilgiliyseniz bu kitabı internet sitemden satın alabilirsiniz. Meine Schulfreunde haben auch andere arabische Geschichten ins Türkische übersetzt und wir haben daraus ein Buch gemacht. My friends from the school had also translated other Arab stories into Turkish and turned them into a book. Мои школьные друзья также перевели другие арабские рассказы на турецкий язык, и мы сделали из них книгу. Ama dediğim gibi Türkçe'niz çok iyiyse anlayabilirsiniz yoksa size zor gelecektir. Aber wie gesagt, wenn dein Türkisch sehr gut ist, kannst du es verstehen, sonst wird es schwierig für dich. But as I said, you can understand if your Turkish is very good or it will be difficult for you. Но, как я уже сказал, если ваш турецкий очень хорош, вы можете его понять, иначе вам будет трудно. Bu hikayeyi de bu kitabın içinde bulabilirsiniz. Diese Geschichte finden Sie in diesem Buch. You can also find this story in this book.

Ben bu bölümde, çevirdiğim bu hikayeyi anlamanız için biraz basitleştirdim, kolaylaştırdım. In diesem Abschnitt habe ich diese Geschichte vereinfacht und erleichtert, die ich übersetzt habe, damit Sie sie verstehen können. In this episode, I've made it a little easier for you to understand this story I've translated. Zor kısımları çıkardım. Ich entfernte die harten Teile. I took out the hard parts. Hikayeye başlamadan önce de  bilmediğinizi düşündüğüm kelimeleri ve deyimleri  açıklamak istiyorum. Bevor ich mit der Geschichte beginne, möchte ich die Wörter und Sätze erklären, von denen ich glaube, dass Sie sie nicht kennen. Before I start the story, I want to explain words and phrases that I don't think you know. Böylece ben hikayeyi anlatırken siz de daha kolay anlayabilirsiniz. So können Sie leichter verstehen, während ich die Geschichte erzähle. So you can understand more easily as I tell the story.

Evet, birinci kelimemizle başlayalım. Ja, beginnen wir mit unserem ersten Wort. Yeah, let's start with our first word. Birinci kelimemiz, daha doğrusu bu bir deyim; "kulaklarına inanamamak" deyimi. Unser erstes Wort, oder besser gesagt, dies ist eine Redewendung; Der Satz „kann deinen Ohren nicht trauen“. Our first word, or rather it is an idiom; "can't believe your ears." Наше первое слово, вернее, это идиома; Фраза «не верю своим ушам». Kulaklarına inanamamak ne demek? Was bedeutet es, seinen Ohren nicht zu trauen? What do you mean, you can't believe your ears? Duyduklarından şüphe etmek demek. Es bedeutet, an dem zu zweifeln, was man hört. To doubt what you heard. Это значит сомневаться в том, что вы слышите. Mesela en yakın arkadaşın yanına geldi ve sana şöyle dedi: "Bir ay sonra evleniyorum! " Zum Beispiel kam dein bester Freund zu dir und sagte zu dir: "Ich werde in einem Monat heiraten!" For example, your best friend came to you and said: "I am getting married in a month!" . Ve sen de bu haberi ilk defa duydun ve çok şaşırdın . . Und Sie haben diese Nachricht zum ersten Mal gehört und waren sehr überrascht. . And you heard this news for the first time, and you were very surprised. Arkadaşına dedin ki:"Kulaklarıma inanamıyorum! Sie haben zu Ihrem Freund gesagt: „Ich traue meinen Ohren nicht! You said to your friend, "I can't believe my ears! Gerçekten mi?" Really?"

İkinci kelimemiz ise "bencil" kelimesi. Das zweite Wort ist „egoistisch“. Our second word is "selfish". Bencil ne demek? Was bedeutet egoistisch? What does selfish mean? Bencil sadece kendini düşünen insanlara deniyor.Yani bu insanlar kendilerinden başka kimseyi düşünmüyorlar. Egoistisch bezieht sich auf Menschen, die nur an sich selbst denken, mit anderen Worten, diese Menschen denken an niemanden außer an sich selbst. Selfish people are only thinking of people who think of themselves. Bu cümleye nasıl bir örnek verebiliriz? Wie können wir ein Beispiel für diesen Satz geben? How can we give an example of this sentence? Mesela sen ve arkadaşın bir pasta aldınız. Zum Beispiel haben Sie und Ihr Freund einen Kuchen gekauft. For example, you and your friend bought a cake. Ve bu pastayı ikiye böldünüz. Und du schneidest diesen Kuchen in zwei Hälften. And you cut this cake in half. Bir parçası büyük, bir parçası da küçük oldu. Ein Teil davon war groß und ein Teil davon war klein. Part of it was big, part of it was small. Ve arkadaşınız hemen büyük parçayı aldı. And your friend immediately took the big piece. O zaman siz ona şöyle diyebilirsiniz. Dann kannst du zu ihm sagen: Then you can tell him. "Büyük parçayı mı aldın! „Du hast das große Stück! "You took the big piece! Ne kadar da bencilsin!" Wie egoistisch von dir!" How selfish you are! "

Üçüncü kelimemiz  "üvey" kelimesi. Unser drittes Wort ist das Wort "Stiefmutter". Our third word is "stepfather." Üvey ne demek? Was bedeutet Stiefmutter? What is stepmother? Mesela anneniz ve babanız boşandı, yani ayrıldı. Zum Beispiel haben sich Ihre Mutter und Ihr Vater getrennt, also getrennt. For example, your mother and father divorced, so she left. Siz de annenizle yaşıyorsunuz. Du lebst auch bei deiner Mutter. You live with your mother. Sonra anneniz yeniden evlendi. Dann hat deine Mutter wieder geheiratet. Then your mother remarried. Bu evlendiği adam sizin üvey babanız oluyor. Dieser Mann, den sie geheiratet hat, wird Ihr Stiefvater. This man he married is your stepfather. Ve o adamın, o evlendiği adamın yani üvey babanızın başka çocukları varsa, bunlar da sizin üvey kardeşleriniz oluyor. Und wenn dieser Mann, der Mann, den er geheiratet hat, dein Stiefvater, noch andere Kinder hat, dann sind das deine Stiefgeschwister. And if that man, the man he married, your stepfather, has other children, they become your half brothers.

Dördüncü kelimemiz "alınmak" kelimesi. Unser viertes Wort ist „zu nehmen“. Our fourth word is "to be taken." Çok önemli bir kelime bu. Es ist ein sehr wichtiges Wort. It's a very important word. Alınmak demek yani gücenmek demek. Gefangengenommen werden bedeutet gekränkt sein. It means being offended. Mesela bir arkadaşınızın evine gittiniz. Sie sind zum Beispiel zu einem Freund nach Hause gegangen. For example, you went to a friend's house. Например, вы пришли в гости к другу. Ve o da size bir yemek pişirdi. Und sie hat dir auch eine Mahlzeit gekocht. And he cooked you a meal. Siz de yemeği yediniz ama hiç beğenmediniz. Du hast das Essen auch gegessen, aber es hat dir überhaupt nicht geschmeckt. You also ate the food but did not like it at all. Ve arkadaşınıza şöyle dediniz: "Alınma ama, yemeğin çok kötü olmuş." Und du hast zu deinem Freund gesagt: "Nichts für ungut, dein Essen war sehr schlecht." And you said to your friend, "No offense, but your food is bad." И ты сказал своему другу: «Не обижайся, ты очень плохо поел». Tabii ki böyle bir şeyi söylemeyin. Sagen Sie so etwas natürlich nicht. Of course, don't say that. Sadece örnek vermek için söyledim. Ich habe es nur gesagt, um ein Beispiel zu geben. I just told you to give me an example. Ya da mesela çok beğendiğiniz bir şapka var. Oder Sie haben zum Beispiel einen Hut, der Ihnen sehr gut gefällt. Or, for example, a hat that you like very much. Или, например, у вас есть шапка, которая вам очень нравится. Bu şapkayı taktınız. Du hast diesen Hut getragen. You wore this hat. Sonra bu şapkayla okula gittiniz.Öğretmeniniz de size dedi ki" çok komik bir şapka bu! " Dann bist du mit diesem Hut zur Schule gegangen, dein Lehrer hat zu dir gesagt: "Das ist ein sehr lustiger Hut!" And then you went to school with this hat. ve siz de buna alındınız. und du bist dazu gebracht. and you are taken to it. Biraz üzüldünüz. Sie sind ein wenig verärgert. You're a little upset. Yani alınmak birinin size söylediği bir şeye üzülmek , kırılmak anlamına geliyor. Beleidigt zu sein bedeutet also, sich über etwas aufzuregen oder beleidigt zu sein, das jemand zu Ihnen gesagt hat. So to be taken means to feel sorry for something that someone has told you. Итак, быть обиженным означает быть расстроенным или обиженным чем-то, что вам кто-то сказал.

Beşinci kelimemiz "bekar" kelimesi. Our fifth word is "single". Bekar kelimesi henüz evlenmemiş olanlara deniyor. The word single is called for those who have not yet married. Yani mesela ben şu anda evli değilim. I mean, I'm not married right now. Yani bekarım. So I'm single.

Bu aslında birazcık gereksiz ama bunu da söyleyeyim. Das ist eigentlich ein wenig überflüssig, aber lassen Sie mich Ihnen eines sagen. It's a little unnecessary, but let me tell you that. Это на самом деле немного избыточно, но позвольте мне сказать вам вот что. Şöyle derler mesela "Bekarım, önüme gelene bakarım." Sie sagen zum Beispiel: „Ich bin Single, ich schaue, was vor mir liegt.“ They say, for example, "I'm single, I'll see what comes before me." Ils disent : "Je suis célibataire." Например, говорят: «Я холост, смотрю на то, что передо мной». Yani bekar olduğum için herkese bakabilirim.Böyle bir tabir de halk arasında kullanılıyor. Mit anderen Worten, ich kann jeden ansehen, weil ich Single bin.“ So ein Begriff wird auch unter den Leuten verwendet. So I can look at everyone because I'm single. Другими словами, я могу смотреть на всех, потому что я одинок, в народе тоже используется такой термин.

Evet, bu kelimeleri anladıysanız, hikayeye başlayabiliriz. Yes, if you understand these words, we can start the story. Bu arada hatırlatmak isterim, bölümün transkriptlerini, bazı kelimelerin çevirilerini ve daha bir çok şeyi internet sitemde bulabilirsiniz. Übrigens möchte ich Sie daran erinnern, dass Sie Transkripte der Episode, Übersetzungen einiger Wörter und vieles mehr auf meiner Website finden können. In the meantime, I would like to remind you that you can find the transcripts of the section, translations of some words and much more on my website. Кстати, хочу напомнить, что вы можете найти расшифровку эпизода, переводы некоторых слов и многое другое на моем сайте. Bu bölümleri sadece dinleyerek anlamakta zorlanıyorsanız, bu transkriptler size yardımcı olacaktır. Wenn Sie Schwierigkeiten haben, diese Teile nur durch Zuhören zu verstehen, werden Ihnen diese Transkripte helfen. These transcripts will help you if you have difficulty understanding these sections by just listening. Если вам трудно понять эти части, просто слушая, эти стенограммы помогут вам. Üstelik tamamen ücretsiz ve üye olmanız da gerekmiyor. And it's completely free and you don't have to be a member. Hadi o zaman başlayalım. Let's start then.

Ben ve O me and him

Benden istedikleri gibi onun odasına girdim. Ich ging in sein Zimmer, wie sie mich baten. I went into her room as they asked me to. Я вошел в его комнату, как они меня просили. Ancak onu görür görmez bir çığlık attım. Aber sobald ich ihn sah, schrie ich. But as soon as I saw him, I screamed. Но как только я увидела его, я закричала. korkmuş  gözlerle bana baktı. sah er mich mit erschrockenen Augen an. She looked at me with scared eyes. Şaşkındı ve sanki beni tanımıyor gibiydi. He was confused and seemed to not recognize me. Он был сбит с толку и как будто не знал меня. Beni hatırlamamıştı. Er hat mich nicht erkannt. He didn't remember me. Tam odadan çıkarken bir ağlama sesi duydum. Gerade als ich das Zimmer verließ, hörte ich einen Schrei. I heard a crying sound just as I left the room. Когда я выходил из комнаты, я услышал крик. Kulaklarıma inanamadım. Ich traute meinen Ohren nicht. I couldn't believe my ears. O koca adam ağlıyordu. Der große Mann hat geweint. That big guy was crying. Ce grand homme pleurait. Gözyaşları bana eski yılları ve unutmaya çalıştığım şeyleri hatırlattı. Tränen erinnerten mich an alte Jahre und Dinge, die ich zu vergessen versuchte. Tears remind me of old years and things I've been trying to forget. Слезы напомнили мне о старых годах и вещах, которые я пытался забыть.

Annem ben iki yaşında çok küçükken ölmüştü. Meine Mutter starb, als ich zwei Jahre alt war. My mother died when I was two years old. Моя мать умерла, когда мне было два года. Babam yeniden evlendi. My father remarried. Evlendiği kadına da "anne" diyordum. Die Frau, die er heiratete, nannte ich "Mum". I was calling the woman she married a "mom." Bu kadın bana hiç kötü davranmadı. Diese Frau hat mich nie schlecht behandelt. This woman never treated me badly. Bana karşı kendi kızıymışım gibi şefkatliydi. Sie kümmerte sich um mich, als wäre ich ihre eigene Tochter. He was kind to me like I was his own daughter. Asla bencil değildi. Er war nie egoistisch. He was never selfish. Ama onun gerçek annem olmadığını bilmem bana acı veriyordu. Aber es schmerzte mich zu wissen, dass sie nicht meine richtige Mutter war. But it hurts me to know she wasn't my real mother. Но мне было больно осознавать, что она не была моей настоящей матерью. Diğer kardeşlerimden farklı olduğumu bilmek beni çok üzüyordu. Es machte mich sehr traurig zu wissen, dass ich anders war als meine anderen Geschwister. It made me very sad to know that I was different from my other brothers. Мне было очень грустно осознавать, что я отличаюсь от других моих братьев и сестер.

Üvey annem gerçekten harika biriydi. My stepmother was really great. Bunu inkar etmiyorum. Ich bestreite dies nicht. I'm not denying it. Beni tamamen kendi evlatları, kendi çocukları gibi görürdü. Er sah mich ganz und gar als seinen eigenen Sohn, sein eigenes Kind. He saw me as his own son, his own child. Hatta bana kendi evlatlarından daha çok önem verirdi. Er kümmerte sich sogar mehr um mich als um seine eigenen Kinder. He even cared more about me than his own children. Üvey anneme bütün sırlarımı anında söylerdim.. Babam gibi severdim onu da. Früher erzählte ich meiner Stiefmutter sofort alle meine Geheimnisse, ich liebte sie wie meinen Vater. I would tell my stepmother all my secrets instantly. Все свои секреты я всегда выдавал мачехе моментально, любил ее, как отца.

Sadece o komşulara ya da misafirlere benden bahsederken "Bu benim öz kızım değil, eşimin kızı.” dediğinde alınırdım. Es ist nur so, wenn er Nachbarn oder Gästen von mir erzählt: "Das ist nicht meine eigene Tochter, es ist die Tochter meiner Frau." Ich wurde genommen, als er sagte. I would only be taken when she said to me, "This is not my own daughter, my wife's daughter." Просто когда она рассказывает обо мне соседям или гостям: «Это не моя дочь, это дочь моей жены». Я был взят, когда он сказал. İşte o zaman, onun annem olmadığını hissederdim. Da hatte ich das Gefühl, dass sie nicht meine Mutter war. That's when I felt she wasn't my mother. Ve asla da annem olmayacaktı. Und ich würde niemals meine Mutter sein. And she would never be my mother. И я никогда не буду своей матерью. Annem olmak  için çok gençti zaten. Sie war sowieso zu jung, um meine Mutter zu sein. He was too young to be my mother.

Ve büyüdüm. Und ich bin erwachsen geworden. And I grew up. Çok güzel bir kız oldum. Ich wurde ein sehr schönes Mädchen. I became a beautiful girl. Ailedeki en güzel kızdım. Ich war das hübscheste Mädchen in der Familie. I was the most beautiful girl in the family. Akrabalar da dahil olmak üzere bütün erkekler benimle evlenmek istiyordu ama ben reddediyordum. Alle Männer, auch Verwandte, wollten mich heiraten, aber ich lehnte ab. All the men, including relatives, wanted to marry me, but I refused. Evliliğe şiddetle karşı çıkıyordum. Ich war strikt gegen die Ehe. I was violently opposing marriage. Я был категорически против брака. Ömrümün sonuna kadar bekar kalsam da asla evlenmeyi istemiyordum. Obwohl ich für den Rest meines Lebens Single war, wollte ich nie heiraten. Even if I was single for the rest of my life, I never wanted to get married. Несмотря на то, что я был одинок до конца своей жизни, я никогда не хотел жениться. Evlilikten korkuyordum. Ich hatte Angst vor der Ehe. I was afraid of marriage. Evlenirsem ve bir çocuğum olursa annem gibi ölüp çocuğumu tek başına bırakırım diye korkuyordum. Ich hatte Angst, dass ich, wenn ich heiraten und ein Kind bekommen würde, wie meine Mutter sterben und mein Kind allein lassen würde. I was afraid that if I married and I had a child, I would die like my mother and leave my child alone. Evleneceğim kişiyi, annemin babama yaptığı gibi acılar içerisinde bırakmak istemiyordum. Ich wollte die Person, die ich heiraten würde, nicht unter Schmerzen zurücklassen, wie es meine Mutter meinem Vater angetan hat. I didn't want to leave the person I would marry in pain like my mother did to my father. Я не хотела оставлять человека, за которого собиралась выйти замуж, в боли, как моя мать сделала моему отцу. Babamın üzüntüsü hala geçmemişti. Mein Vater war immer noch aufgebracht. My father's grief was still not over.

Babamın beni hep annemin bir kopyası olarak gördüğünü hissederdim.Annemi çok sevdiğini ve onu asla unutmayacağını hissederdim. Ich hatte immer das Gefühl, dass mein Vater mich als Kopie meiner Mutter sah, ich hatte das Gefühl, dass er meine Mutter sehr liebte und sie nie vergessen würde. I used to feel that my father always saw me as a copy of my mother. Я всегда чувствовала, что мой отец видел во мне копию моей матери, я чувствовала, что он очень любит мою маму и никогда ее не забудет. İkinci eşini yani şu anki üvey annemi sevdiğinden çok daha fazla seviyordu annemi. Er liebte meine Mutter viel mehr als seine zweite Frau, meine jetzige Stiefmutter. She loved her second wife, my current stepmother more than she loved her. Он любил мою мать гораздо больше, чем свою вторую жену, мою нынешнюю мачеху. Gerçekten çok seviyordu... Er liebte wirklich ... He really loved it ...

... ...

O gün ağladım... O gün çok ağladım. Ich habe an diesem Tag geweint ... Ich habe an diesem Tag viel geweint. That day I cried ... That day I cried a lot. Ben ağlarken üvey annem geldi ve bana benimle evlenmek isteyen yeni birinin söyledi. Während ich weinte, kam meine Stiefmutter und sagte mir, dass jemand Neues mich heiraten wollte. When I was crying my stepmother came and told me a new one who wanted to marry me. Пока я плакала, ко мне подошла мачеха и сказала, что кто-то новый хочет на мне жениться. Bana bu yeni adayın özelliklerinden bahsetti ama onu duymuyordum bile. Er erzählte mir von den Eigenschaften dieses neuen Kandidaten, aber ich hörte ihn nicht einmal. He told me about the qualities of this new candidate, but I didn't even hear him. Он рассказал мне о характеристиках этого нового кандидата, но я его даже не услышал. Bambaşka bir dünyadaydım. Ich war in einer anderen Welt. I was in a whole different world. Babamın annemle olan evliliğini ve onların ne kadar mutlu olduğunu düşündüm. Ich dachte an die Ehe meines Vaters mit meiner Mutter und wie glücklich sie waren. I thought about my father's marriage to my mother and how happy they were. Я думал о женитьбе моего отца на моей матери и о том, как они были счастливы. Üvey annem: My step mother:

-Harika bir adam. - He's a great guy. Onun gibisini bulamazsın. Du wirst niemanden wie ihn finden. You can't find one like him.

dedi. said.

Ama ben ona şöyle diyerek bağırdım: Aber ich schrie ihn an und sagte: But I yelled at him saying:

-Demek harika bir adam. - Er ist also ein toller Kerl. -So he's a great guy. Kendi kızınla evlendir o zaman! Dann heirate deine eigene Tochter! Marry your own daughter! Niye evlendirmek istediğin kişi benim? Warum bin ich derjenige, den du heiraten willst? Why am I the one you want to marry? Почему я тот, на ком ты хочешь жениться? Niye kızını evlendirmiyorsun? Warum heiratest du nicht deine Tochter? Why don't you marry your daughter? Почему ты не женишься на своей дочери? Kızın benden sadece beş yaş küçük, on sekiz yaşında. Your daughter is only five years younger than me, eighteen years old. Ваша дочь всего на пять лет моложе меня, ей восемнадцать лет.

Üvey annemin rengi bembeyaz oldu. Meine Stiefmutter wurde weiß. My stepmother's color turned white. Benden böyle davranmamı ve ona bu şekilde saldırmamı beklemiyordu. Er hat nicht erwartet, dass ich mich so verhalte und ihn so angreife. He didn't expect me to behave like this and attack him like that. Он не ожидал, что я буду так себя вести и так нападать на него. Sesini çıkarmadı.İşte o zaman kendimi suçlu hissettim. Er hat geschwiegen, und da hatte ich ein schlechtes Gewissen. That's when I felt guilty. Вот тогда я почувствовал себя виноватым. Hayatı boyunca ona böyle yapmamı hak edecek hiçbir şey yapmamıştı. Er hatte noch nie in seinem Leben etwas getan, was es verdient hätte, dass ich ihm das antat. He's never done anything in his life that deserves me to do that to him. Он никогда в жизни не сделал ничего такого, что заслужило бы то, что я сделал с ним. Pişman oldum ve özür dilemek için koşarak yanına gittim. Ich bedauerte es und lief zu ihm, um mich zu entschuldigen. I regretted it and ran over to apologize. Я пожалел об этом и побежал извиняться. Hiçbir şey olmamış gibi bana kollarını açtı.Beni affetti. Er öffnete seine Arme für mich, als wäre nichts geschehen, und verzieh mir. He opened his arms at me as if nothing had happened. He forgave me. Он открыл мне объятия, как будто ничего не произошло, Он простил меня.

Babam ise beni hiçbir zaman evlenmeye zorlamamıştı. Mein Vater hat mich nie gezwungen zu heiraten. My father never made me marry. İstediğimi yapmama izin vermişti. Er ließ mich machen, was ich wollte. He let me do what I wanted. Он позволил мне делать то, что я хотел. Hayatıma karışmak istememişti. Er wollte sich nicht in mein Leben einmischen. He didn't want to interfere with my life.

Evet arkadaşlar, bu bölüm çok uzun olmasın diye bu hikayeyi iki kısma ayırmak istedim. Ja, Freunde, ich wollte diese Geschichte in zwei Teile aufteilen, damit dieses Kapitel nicht zu lang wird. Yeah, guys, I wanted to split this story into two parts so that this episode wasn't too long. Bu birinci kısımdı. That was part one. İkinci kısmı da bir sonraki bölümde paylaşacağım. I will share the second part in the next section. Я поделюсь второй частью в следующем разделе. Kendinizi iyi bakın. Take good care of yourself. Hoşça kalın! Goodbye!