×

Nós usamos os cookies para ajudar a melhorar o LingQ. Ao visitar o site, você concorda com a nossa política de cookies.


image

Baha's Stories, İNGİLTERE'NİN PROBLEMLERİ

İNGİLTERE'NİN PROBLEMLERİ

Türkiye'de herkes Birleşik Krallığa (UK) İngiltere (England) der. Onun için ben de İngiltere kelimesini kullanacağım. Öncelikle Allah İngilizlere yardım etsin çünkü onların manyak bir başbakanı var. Onun adı Boris ve onun dedesinin babası Osmanlı Devleti'nde yaşayan bir gazeteci ve siyasetçiydi. Onun büyük dedesini halk linç etti. Bu kötü bir şey. Linçten nefret ederim. Boris eskiden Londra'nın belediye başkanıydı. O zamanlar halka çok fazla söz verdi. Ancak bunların çoğunu gerçekleştiremedi. Şimdi İngiltere'nin başbakanı oldu.

İngiltere'de krallık sistemi olduğundan orada bir cumhurbaşkanı yok. Onların yaşlı bir kraliçesi var, Elizabet. Onların hâlâ krallık sisteminin olması bana garip geliyor. İngilizlerin diğer milletlerden en büyük farkı köklü geleneklere sahip olmalarıdır. Onlar geleneklerine sahip çıkıyorlar. Bu güzel bir şey. Örneğin modern anlamda ilk parlamentoyu İngilizler kurdu. İlk defa krallarını ilan ettiler (Charles). Şimdi biraz da bugünden bahsedeyim. David Cameron'ın başbakan olduğu zamanlar İngilizler bir karar aldı: Avrupa Birliğinden çıkmak veya çıkmamak. İşte bütün mesele bu. İngilizler 2016'da sandığa gittiler. Çünkü bir karar vermeleri gerekiyordu. Küçük bir farkla İngilizler Avrupa Birliğinden ayrılmaya karar verdiler. Referandum sonuçları herkesi şaşırttı. Çünkü kimse böyle bir sonuç beklemiyordu. Ben de şaşırdım açıkçası. Sonra Cameron istifa etti. Onun yerine Muhafazakar Parti'nin başkanı May geldi. Bu arada, İşçi Partisi'nin liderinin ismi Jeremy Corbin. O adam çok sempatik. May ilginç bir şekilde İngiltere'yi Avrupa Birliğinden çıkaracağını vaat etti. Bunun için çabaladı. İngilizlerin çoğu o kadını sevmedi. Brexit sonuçları epey ilginç. Çünkü gençlerin ve büyükşehirlerde yaşayan insanların çoğu Avrupa Birliğinde kalmak istiyorlar. Ama yaşlıların ve köylerde, kasabalarda yaşayanların çoğu ise Avrupa Birliğinden ayrılmak istiyorlar. Demokrasi herkesi memnun edemez. Bir tarafı mutlu, bir tarafı mutsuz eder. Şimdi ise İngilizlerin çoğu, özellikle Londra gibi büyükşehirlerde yaşayanlar, yeni bir referandum istiyorlar. Boris ise 31 Ekim 2019'da Avrupa Birliğinden ayrılacaklarını iddia ediyor. Bunun dışında, ek olarak 20 bin polisin görevlendirileceğini söyledi. Ulusal Sağlık Sistemine (NHS) yatırım yapacaklarını söyledi. Boris popülist bir lidere benziyor. Emin değilim, belki de iyi bir liderdir. Bunu zaman gösterecek. Bu arada Avam Kamarasının başkanı John Bercow'dan bahsetmek istiyorum. O çok komik biri. O adamın ‘Order!' dediği videoları izliyorum ve gülüyorum. Her ülkede olduğu gibi İngiltere'de de aşırı sağ (far-right) güçleniyor. Irkçılık artıyor ve bu çok korkutucu bir şey.

Evet, Londra gibi büyükşehirlerde ırkçılık az olabilir. Örneğin onlar Müslüman birini belediye başkanı olarak seçtiler. İngiltere'de çok fazla göçmen var. Yüz binlerce Polonyalı, Romanyalı, Bulgar vs. (etc.) işçi, mühendis olarak çalışıyorlar. İngiltere'de küçük şehirlerde ve kasabalarda ırkçılığın fazla olduğunu duydum. Bu herhalde sömürgeciliğin bir mirası. Bir başka büyük sorun ise İrlanda sınırı. Eğer İngiltere Avrupa Birliğinden ayrılırsa İrlanda Cumhuriyeti ile Kuzey İrlanda arasındaki sınıra ne olacak? O sınırın ortasında binlerce insan yaşıyor. Orada yüzlerce çiftlik var. İrlanda halkının büyük çoğunluğu Katolik'tir. İngiltere halkı ise genellikle Protestan'dır. Bu durum, tarihte büyük savaşlara yol açtı.

İngilizler yüz binlerce belki milyonlarca İrlandalıyı Avustralya'ya ve Kuzey Amerika'ya sürgün ettiler. Şimdi İrlanda bağımsız bir devlet. Ve Avrupa'nın en zengin ülkelerinden biri.

Ama Kuzey İrlanda ile sınırı Ortak Pazar (The Common Market) anlaşması sebebiyle ticarete açık. Eğer bir anlaşma olmazsa bu sistem bozulabilir. Ve iki İrlanda'nın da ekonomisi bozulabilir. Tek sorun bu değil. Ayrıca IRA tekrar eylemler yapabilir. İnsanlar bundan korkuyorlar. Sonuç olarak, her ülke gibi İngiltere'nin de pek çok problemi var. Şu an onlar olağanüstü bir dönem yaşıyorlar. Umarım bu sorunları diyalog ve demokrasi ile aşabilirler.

İNGİLTERE'NİN PROBLEMLERİ مشاكل إنجلترا ENGLANDS PROBLEME ΠΡΟΒΛΉΜΑΤΑ ΤΗΣ ΑΓΓΛΊΑΣ ENGLAND'S PROBLEMS PROBLEMAS DE INGLATERRA PROBLÈMES DE L'ANGLETERRE PROBLEMEN VAN ENGELAND PROBLEMY ANGLII ПРОБЛЕМЫ АНГЛИИ ENGLANDS PROBLEM ПРОБЛЕМИ АНГЛІЇ 英格兰的问题

Türkiye'de herkes Birleşik Krallığa (UK) İngiltere (England) der. كل شخص في تركيا يتصل بالمملكة المتحدة (المملكة المتحدة) إنجلترا (إنجلترا). Jeder in der Türkei nennt das Vereinigte Königreich (UK) England (England). In Turkey, everyone calls the United Kingdom (UK) England (England). En Turquie, tout le monde appelle le Royaume-Uni (UK) Angleterre (England). Все в Турции, Соединенное Королевство (Великобритания) Великобритания (Англия) говорит. Усі в Туреччині називають Сполучене Королівство (Великобританію) England (Англія). Onun için ben de İngiltere kelimesini kullanacağım. لهذا السبب سأستخدم كلمة إنجلترا. Deshalb werde ich das Wort England verwenden. So I'm going to use the word England. J'utiliserai donc le mot "Angleterre". Вот почему я собираюсь использовать слово Англия. Öncelikle Allah İngilizlere yardım etsin çünkü onların manyak bir başbakanı var. بادئ ذي بدء ، الله يساعد البريطانيين لأن لديهم رئيس وزراء مجنون. Zuallererst hilft Gott den Briten, weil sie einen verrückten Premierminister haben. First of all, God help the British because they have a crazy prime minister. Tout d'abord, que Dieu vienne en aide aux Britanniques, car ils ont un premier ministre fou. Прежде всего, Бог поможет англичанам, потому что у них есть сумасшедший премьер-министр. Onun adı Boris ve onun dedesinin babası Osmanlı Devleti'nde yaşayan bir gazeteci ve siyasetçiydi. اسمه بوريس وكان جده صحافيًا وسياسيًا يعيش في الإمبراطورية العثمانية. Sein Name ist Boris und sein Urgroßvater war ein im Osmanischen Reich lebender Journalist und Politiker. His name was Boris and his grandfather's father was a journalist and politician living in the Ottoman Empire. Il s'appelle Boris et le père de son grand-père était un journaliste et un homme politique vivant dans l'Empire ottoman. Его зовут Борис, а отец его деда был журналистом и политиком, проживавшим в Османском государстве. Onun büyük dedesini halk linç etti. Bu kötü bir şey. Linçten nefret ederim. قتل الجمهور جده الأكبر دون محاكمة. هذا سيء. أكره الإعدام خارج نطاق القانون. Die Öffentlichkeit lynchte seinen Urgroßvater. Das ist schlecht. Ich hasse Lynchen. His great-grandfather lynched people. This is a bad thing. I hate lynching. Su bisabuelo fue linchado públicamente. Eso es malo. Odio los linchamientos. Son arrière-grand-père a été lynché publiquement. Je déteste le lynchage. Люди линчевали его прадедушку. Это плохо. Я ненавижу линчевание. Boris eskiden Londra'nın belediye başkanıydı. كان بوريس رئيسًا لبلدية لندن سابقًا. Boris war früher Bürgermeister von London. Boris was formerly the mayor of London. Boris a été maire de Londres. Борис был мэром Лондона. O zamanlar halka çok fazla söz verdi. Ancak bunların çoğunu gerçekleştiremedi. Şimdi İngiltere'nin başbakanı oldu. لقد قدم الكثير من الوعود للجمهور في ذلك الوقت. ومع ذلك ، لم يتمكن من تحقيق معظمها. هو الآن رئيس وزراء إنجلترا. Zu dieser Zeit versprach er der Öffentlichkeit viel. Aber die meisten konnte er nicht machen. Jetzt ist er Großbritanniens Premierminister geworden. At that time, he promised too much to the public. But most of them could not. He is now the prime minister of Britain. À l'époque, il a fait de nombreuses promesses à la population. Mais il n'a pas tenu la plupart d'entre elles. Aujourd'hui, il est premier ministre de l'Angleterre. В то время он много обещал публике. Но он не мог сделать большинство из них. Теперь он стал премьер-министром Великобритании.

İngiltere'de krallık sistemi olduğundan orada bir cumhurbaşkanı yok. لا يوجد رئيس في إنجلترا حيث يوجد نظام ملكي. In England gibt es keinen Präsidenten, da es ein Monarchiesystem gibt. Since there is a kingdom system in England, there is no president. Au Royaume-Uni, il n'y a pas de président en raison du système du royaume. Поскольку в Англии существует система королевства, там нет президента. Onların yaşlı bir kraliçesi var, Elizabet. Onların hâlâ krallık sisteminin olması bana garip geliyor. لديهم ملكة عجوز ، إليزابيث. يبدو غريباً بالنسبة لي أنه لا يزال لديهم نظام المملكة. Sie haben eine alte Königin, Elizabeth. Es scheint mir seltsam, dass sie immer noch das Königreichssystem haben. They have an old queen, Elizabeth. I find it strange that they still have a kingdom system. Ils ont une vieille reine, Elizabeth. Il me semble étrange qu'ils aient encore un système royal. У них есть старая королева, Элизабет. Мне кажется странным, что у них все еще есть система королевства. İngilizlerin diğer milletlerden en büyük farkı köklü geleneklere sahip olmalarıdır. أكبر اختلاف بين البريطانيين والدول الأخرى هو أن لديهم تقاليد عميقة الجذور. Der größte Unterschied der Briten zu anderen Nationen besteht darin, dass sie tief verwurzelte Traditionen haben. The biggest difference of the British from other nations is that they have deep-rooted traditions. La plus grande différence entre les Britanniques et les autres nations est qu'ils ont des traditions profondément enracinées. Самым большим отличием британцев от других стран является то, что они имеют глубоко укоренившиеся традиции. Onlar geleneklerine sahip çıkıyorlar. إنهم يحافظون على تقاليدهم. Sie pflegen ihre Traditionen. They claim their traditions. Ils conservent leurs traditions. Они требуют своей традиции. Bu güzel bir şey. هذا أمر جيد. Das ist eine gute Sache. This is a good thing. Это хорошая вещь. Örneğin modern anlamda ilk parlamentoyu İngilizler kurdu. İlk defa krallarını ilan ettiler (Charles). على سبيل المثال ، أنشأ البريطانيون أول برلمان بالمعنى الحديث. لأول مرة أعلنوا ملكهم (تشارلز). So gründeten die Briten beispielsweise das erste Parlament im modernen Sinne. Zum ersten Mal proklamierten sie ihren König (Charles). For example, the British established the first parliament in the modern sense. They proclaimed their king for the first time (Charles). Par exemple, les Britanniques ont créé le premier parlement au sens moderne du terme. Ils ont proclamé leur roi pour la première fois (Charles). Например, англичане создали первый современный парламент. Это был первый раз, когда они казнили своих королей (Чарльз). Şimdi biraz da bugünden bahsedeyim. اسمحوا لي أن أتحدث قليلا عن اليوم. Lassen Sie mich ein wenig über heute sprechen. Now let me talk about today. Permettez-moi de vous parler un peu de la journée d'aujourd'hui. Теперь позвольте мне немного рассказать о сегодняшнем дне. David Cameron'ın başbakan olduğu zamanlar İngilizler bir karar aldı: عندما كان ديفيد كاميرون رئيسًا للوزراء ، اتخذ البريطانيون قرارًا: Als David Cameron Premierminister war, trafen die Briten eine Entscheidung: When David Cameron became prime minister, the British made a decision: Lorsque David Cameron était premier ministre, les Britanniques ont pris une décision : Когда Дэвид Кэмерон стал премьер-министром, британцы приняли решение: Avrupa Birliğinden çıkmak veya çıkmamak. İşte bütün mesele bu. مغادرة أو عدم مغادرة الاتحاد الأوروبي. هذا هو بيت القصيد. Die Europäische Union verlassen oder nicht verlassen. Das ist der springende Punkt. To leave the European Union or not. That's the whole point. Quitter ou ne pas quitter l'Union européenne. C'est là toute la question. Выйти из Евросоюза или нет. Это весь смысл. İngilizler 2016'da sandığa gittiler. ذهب البريطانيون إلى صناديق الاقتراع في عام 2016. Die Briten gingen 2016 an die Urnen. The British went to the polls in 2016. Британцы пошли на выборы в 2016 году. Çünkü bir karar vermeleri gerekiyordu. لأنه كان عليهم اتخاذ قرار. Weil sie eine Entscheidung treffen mussten. Because they had to make a decision. Parce qu'ils devaient prendre une décision. Потому что они должны были принять решение. Küçük bir farkla İngilizler Avrupa Birliğinden ayrılmaya karar verdiler. بهامش ضئيل ، قرر البريطانيون مغادرة الاتحاد الأوروبي. Mit einem kleinen Vorsprung entschieden sich die Briten, die Europäische Union zu verlassen. By a small margin, the British decided to leave the European Union. Par une faible marge, les Britanniques ont décidé de quitter l'Union européenne. С небольшим отрывом англичане решили покинуть Европейский Союз. Referandum sonuçları herkesi şaşırttı. فاجأت نتائج الاستفتاء الجميع. Das Ergebnis des Referendums hat alle überrascht. The results of the referendum surprised everyone. Результаты референдума удивили всех. Çünkü kimse böyle bir sonuç beklemiyordu. لأن لا أحد يتوقع مثل هذه النتيجة. Denn niemand hat ein solches Ergebnis erwartet. Because no one expected such a result. Parce que personne ne s'attendait à un tel résultat. Потому что никто не ожидал такого результата. Ben de şaşırdım açıkçası. بصراحة تفاجأت أيضا. Ehrlich gesagt war ich überrascht. I was surprised, too. Je suis également surpris. Я также удивлен, честно говоря. Sonra Cameron istifa etti. ثم استقال كاميرون. Dann trat Cameron zurück. Then Cameron resigned. Затем Кэмерон подал в отставку. Onun yerine Muhafazakar Parti'nin başkanı May geldi. وحل محله ماي ، رئيس حزب المحافظين. Er wurde durch May, die Vorsitzende der Konservativen Partei, ersetzt. He was replaced by Mayor of the Conservative Party. Il a été remplacé par May, le chef du parti conservateur. Вместо него пришел глава консервативной партии Мэй. Bu arada, İşçi Partisi'nin liderinin ismi Jeremy Corbin. بالمناسبة ، اسم زعيم حزب العمل هو جيريمي كوربين. Der Name des Vorsitzenden der Labour Party ist übrigens Jeremy Corbin. Meanwhile, the leader of the Labor Party is Jeremy Corbin. Par ailleurs, le chef du parti travailliste est Jeremy Corbin. Кстати, лидера лейбористской партии зовут Джереми Корбин. O adam çok sempatik. هذا الرجل متعاطف جدا. That man is very sympathetic. Ce type est très sympathique. Этот человек очень отзывчивый. May ilginç bir şekilde İngiltere'yi Avrupa Birliğinden çıkaracağını vaat etti. ومن المثير للاهتمام أن ماي وعد بطرد بريطانيا من الاتحاد الأوروبي. Interessanterweise versprach May, Großbritannien aus der Europäischen Union zu werfen. Interestingly, May promised to get Britain out of the European Union. Il est intéressant de noter que Mme May a promis de sortir la Grande-Bretagne de l'Union européenne. Интересно, что май пообещал вывести Британию из Евросоюза. Bunun için çabaladı. لقد جاهد من أجل ذلك. Er strebte danach. He tried for it. Il a travaillé pour cela. Он боролся за это. İngilizlerin çoğu o kadını sevmedi. لم يحب معظم البريطانيين تلك المرأة. Die meisten Briten mochten diese Frau nicht. Most English people didn't like her. La plupart des Anglais ne l'aimaient pas. Большинству англичан эта женщина не понравилась. Brexit sonuçları epey ilginç. نتائج خروج بريطانيا من الاتحاد الأوروبي مثيرة جدًا للاهتمام. Die Brexit-Ergebnisse sind ziemlich interessant. The Brexit results are quite interesting. Les résultats du Brexit sont très intéressants. Результаты Brexit довольно интересные. Çünkü gençlerin ve büyükşehirlerde yaşayan insanların çoğu Avrupa Birliğinde kalmak istiyorlar. لأن معظم الشباب والأشخاص الذين يعيشون في المدن الكبرى يريدون البقاء في الاتحاد الأوروبي. Because most young people and people living in metropolitan cities want to stay in the European Union. Parce que la plupart des jeunes et des habitants des métropoles veulent rester dans l'Union européenne. Потому что большинство молодежи и людей, живущих в столичных городах, хотят остаться в Евросоюзе. Ama yaşlıların ve köylerde, kasabalarda yaşayanların çoğu ise Avrupa Birliğinden ayrılmak istiyorlar. لكن معظم كبار السن وأولئك الذين يعيشون في القرى والبلدات يريدون مغادرة الاتحاد الأوروبي. Aber die meisten älteren Menschen und Menschen, die in Dörfern und Städten leben, wollen die Europäische Union verlassen. But most of the elderly and those living in villages and towns want to leave the European Union. Mais la plupart des personnes âgées et des habitants des villages et des villes veulent quitter l'Union européenne. Но большинство пожилых людей, а также деревень и городов хотят покинуть Европейский Союз. Demokrasi herkesi memnun edemez. لا يمكن للديمقراطية أن ترضي الجميع. Demokratie kann nicht jedem gefallen. Democracy cannot please everyone. La démocratie ne peut pas plaire à tout le monde. Демократия не может угодить всем. Bir tarafı mutlu, bir tarafı mutsuz eder. إنه يجعل جانبًا واحدًا سعيدًا والآخر غير سعيد. Das macht die eine Seite glücklich und die andere unglücklich. One side makes you happy, one side makes you unhappy. Elle rend les uns heureux et les autres malheureux. Это делает одну сторону счастливой, а другую - несчастной. Şimdi ise İngilizlerin çoğu, özellikle Londra gibi büyükşehirlerde yaşayanlar, yeni bir referandum istiyorlar. الآن يريد معظم البريطانيين ، وخاصة أولئك الذين يعيشون في المدن الكبرى مثل لندن ، إجراء استفتاء جديد. Jetzt wollen die meisten Briten, insbesondere diejenigen, die in Großstädten wie London leben, ein neues Referendum. Now most of the British, especially those living in metropolitan cities like London, want a new referendum. Aujourd'hui, la plupart des Britanniques, en particulier ceux qui vivent dans des métropoles comme Londres, souhaitent un nouveau référendum. Теперь большинство британцев, особенно те, которые живут в столичных городах, таких как Лондон, хотят нового референдума. Boris ise 31 Ekim 2019'da Avrupa Birliğinden ayrılacaklarını iddia ediyor. من ناحية أخرى ، يدعي بوريس أنهم سيغادرون الاتحاد الأوروبي في 31 أكتوبر 2019. Boris hingegen behauptet, dass sie die Europäische Union am 31. Oktober 2019 verlassen werden. Boris claims that they will leave the European Union on 31 October 2019. Boris affirme qu'ils quitteront l'Union européenne le 31 octobre 2019. Борис утверждает, что они покинут Евросоюз 31 октября 2019 года. Bunun dışında, ek olarak 20 bin polisin görevlendirileceğini söyledi. إلى جانب ذلك ، قال إنه سيتم نشر 20 ألف شرطي إضافي. Außerdem werden 20.000 zusätzliche Polizisten eingesetzt. In addition, he said additional 20,000 police will be deployed. En outre, 20 000 policiers supplémentaires seront déployés. Он также сказал, что будут развернуты еще 20 000 полицейских. Ulusal Sağlık Sistemine (NHS) yatırım yapacaklarını söyledi. قال إنهم سيستثمرون في نظام الصحة الوطني (NHS). Er sagte, sie würden in das National Health System (NHS) investieren. He said that they will invest in the National Health System (NHS). Il a déclaré qu'ils investiraient dans le système national de santé (NHS). Он сказал, что они будут инвестировать в Национальную систему здравоохранения (NHS). Boris popülist bir lidere benziyor. يبدو بوريس كزعيم شعبوي. Boris sieht aus wie ein populistischer Anführer. Boris looks like a populist leader. Борис выглядит как популистский лидер. Emin değilim, belki de iyi bir liderdir. Bunu zaman gösterecek. لست متأكدًا ، ربما يكون قائدًا جيدًا. الوقت سيظهر ذلك. Ich bin mir nicht sicher, vielleicht ist er ein guter Anführer. Das wird die Zeit zeigen. I'm not sure, maybe he's a good leader. Time will show that. Je n'en suis pas sûr, peut-être que c'est un bon leader. L'avenir nous le dira. Я не уверен, может быть, он хороший лидер. Время покажет это. Bu arada Avam Kamarasının başkanı John Bercow'dan bahsetmek istiyorum. بالمناسبة ، أود أن أذكر جون بيركو ، رئيس مجلس العموم. Übrigens möchte ich John Bercow, den Sprecher des Unterhauses, erwähnen. By the way, I would like to talk about John Bercow, the head of the House of Commons. En passant, je voudrais mentionner John Bercow, le président de la Chambre des communes. Кстати, я бы хотел поговорить о Джоне Беркоу, главе палаты общин. O çok komik biri. O adamın ‘Order!' dediği videoları izliyorum ve gülüyorum. إنه مضحك للغاية. هذا الرجل "النظام!" أشاهد مقاطع الفيديو التي يقولها ويضحك. Er ist so lustig. Der 'Order' dieses Mannes! Ich schaue mir die Videos an, die er sagt, und lache. He's very funny. That man's 'Order!' I watch the videos he says and laugh. Il est tellement drôle. Je regarde des vidéos de ce type qui dit "Order !" et je me marre. Он очень смешной. «Порядок!» Этого человека Я смотрю видео, которые он говорит, и смеюсь. Her ülkede olduğu gibi İngiltere'de de aşırı sağ (far-right) güçleniyor. كما هو الحال في كل دولة ، يزداد اليمين المتطرف قوة في إنجلترا. Wie in jedem Land wird auch in England die extreme Rechte stärker. Far-right strengthens in the UK as in any country. Comme dans tous les pays, l'extrême droite se renforce au Royaume-Uni. Крайне правые становятся сильнее в Англии, как и в любой стране. Irkçılık artıyor ve bu çok korkutucu bir şey. العنصرية آخذة في الازدياد وهو أمر مخيف للغاية. Rassismus ist auf dem Vormarsch und es ist eine sehr beängstigende Sache. Racism is on the rise and it's very scary. Le racisme est en hausse et c'est très inquiétant. Расизм на подъеме, и это очень страшная вещь.

Evet, Londra gibi büyükşehirlerde ırkçılık az olabilir. نعم ، يمكن أن تكون العنصرية في حدها الأدنى في المدن الكبرى مثل لندن. Ja, Rassismus kann in Großstädten wie London minimal sein. Yes, racism may be less in metropolitan cities like London. Oui, il y a peut-être moins de racisme dans des métropoles comme Londres. Да, расизм может быть низким в столичных городах, таких как Лондон. Örneğin onlar Müslüman birini belediye başkanı olarak seçtiler. على سبيل المثال ، انتخبوا مسلم لمنصب رئيس البلدية. Zum Beispiel wählten sie einen Muslim zum Bürgermeister. For example, they elected a Muslim as mayor. Par exemple, ils ont élu un musulman comme maire. Например, они выбрали мусульманина мэром. İngiltere'de çok fazla göçmen var. هناك الكثير من المهاجرين في إنجلترا. Es gibt zu viele Immigranten in England. There are too many immigrants in England. Il y a trop d'immigrants en Angleterre. В Великобритании слишком много иммигрантов. Yüz binlerce Polonyalı, Romanyalı, Bulgar vs. (etc.) işçi, mühendis olarak çalışıyorlar. مئات الآلاف من البولنديين والرومانيين والبلغاريين إلخ. (إلخ) يعملون كعمال ومهندسين. Hunderttausende Polen, Rumänen, Bulgaren etc. (etc.) sie arbeiten als Arbeiter, Ingenieure. Hundreds of thousands of Polish, Romanian, Bulgarian etc. (etc.) workers, they work as engineers. Des centaines de milliers de Polonais, Roumains, Bulgares, etc. (etc.) travaillent comme ouvriers, ingénieurs. Сотни тысяч польских, румынских, болгарских и т. Д. (и т. д.) они работают как рабочие, инженеры. İngiltere'de küçük şehirlerde ve kasabalarda ırkçılığın fazla olduğunu duydum. سمعت أن العنصرية متفشية في المدن والبلدات الصغيرة في إنجلترا. Ich habe gehört, dass Rassismus in kleinen Städten in England weit verbreitet ist. I've heard that racism is high in small towns and towns in England. J'ai entendu dire que le racisme était très répandu dans les petites villes d'Angleterre. Я слышал, что расизм высок в небольших городах Англии. Bu herhalde sömürgeciliğin bir mirası. ربما يكون هذا من إرث الاستعمار. Dies ist wahrscheinlich ein Erbe des Kolonialismus. This is probably a legacy of colonialism. Il s'agit probablement d'un héritage du colonialisme. Это, вероятно, наследие колониализма. Bir başka büyük sorun ise İrlanda sınırı. مشكلة كبيرة أخرى هي الحدود الأيرلندية. Ein weiteres großes Problem ist die irische Grenze. Another big problem is the Irish border. La frontière irlandaise constitue un autre problème majeur. Еще одна большая проблема - ирландская граница. Eğer İngiltere Avrupa Birliğinden ayrılırsa İrlanda Cumhuriyeti ile Kuzey İrlanda arasındaki sınıra ne olacak? ماذا سيحدث للحدود بين جمهورية أيرلندا وأيرلندا الشمالية إذا غادرت المملكة المتحدة الاتحاد الأوروبي؟ Was passiert mit der Grenze zwischen der Republik Irland und Nordirland, wenn das Vereinigte Königreich die Europäische Union verlässt? If Britain leaves the European Union, what will happen to the border between the Republic of Ireland and Northern Ireland? Qu'adviendra-t-il de la frontière entre la République d'Irlande et l'Irlande du Nord si le Royaume-Uni quitte l'Union européenne ? Что будет с границей между Республикой Ирландия и Северной Ирландией, если Великобритания выйдет из Европейского Союза? O sınırın ortasında binlerce insan yaşıyor. الآلاف من الناس يعيشون في منتصف تلك الحدود. Tausende Menschen leben mitten auf dieser Grenze. Thousands of people live in the middle of that border. Des milliers de personnes vivent au centre de cette frontière. Тысячи людей живут посреди этой границы. Orada yüzlerce çiftlik var. هناك المئات من المزارع. Dort gibt es Hunderte von Bauernhöfen. There are hundreds of farms there. Il y a des centaines d'exploitations agricoles. Там сотни ферм. İrlanda halkının büyük çoğunluğu Katolik'tir. الغالبية العظمى من الشعب الأيرلندي كاثوليكي. Die überwiegende Mehrheit der Iren ist katholisch. The majority of Irish people are Catholic. La grande majorité des Irlandais sont catholiques. Подавляющее большинство ирландцев - католики. İngiltere halkı ise genellikle Protestan'dır. شعب إنجلترا عموما بروتستانت. Die Menschen in England sind im Allgemeinen protestantisch. The people of England are generally Protestant. Les habitants de l'Angleterre sont généralement protestants. Люди Англии вообще протестанты. Bu durum, tarihte büyük savaşlara yol açtı. أدى هذا الوضع إلى حروب كبرى في التاريخ. Diese Situation führte zu großen Kriegen in der Geschichte. This led to great wars in history. Cette situation a conduit à de grandes guerres dans l'histoire. Эта ситуация привела к большим историческим войнам.

İngilizler yüz binlerce belki milyonlarca İrlandalıyı Avustralya'ya ve Kuzey Amerika'ya sürgün ettiler. رحل البريطانيون مئات الآلاف ، وربما الملايين ، من الأيرلنديين إلى أستراليا وأمريكا الشمالية. Die Briten deportierten Hunderttausende, vielleicht Millionen Iren nach Australien und Nordamerika. The British deported hundreds of thousands, maybe millions of Irish, to Australia and North America. Les Britanniques ont déporté des centaines de milliers, voire des millions d'Irlandais vers l'Australie et l'Amérique du Nord. Британцы изгнали сотни тысяч, возможно, миллионы ирландцев, в Австралию и Северную Америку. Şimdi İrlanda bağımsız bir devlet. الآن أيرلندا دولة مستقلة. Jetzt ist Irland ein unabhängiger Staat. Now Ireland is an independent state. Ирландия теперь независимое государство. Ve Avrupa'nın en zengin ülkelerinden biri. وواحدة من أغنى دول أوروبا. Und eines der reichsten Länder Europas. And one of the richest countries in Europe. Et l'un des pays les plus riches d'Europe. И это одна из самых богатых стран в Европе.

Ama Kuzey İrlanda ile sınırı Ortak Pazar (The Common Market) anlaşması sebebiyle ticarete açık. لكن حدودها مع أيرلندا الشمالية مفتوحة للتجارة بسبب اتفاقية السوق المشتركة. Seine Grenze zu Nordirland ist jedoch aufgrund des Gemeinsamen Marktabkommens für den Handel geöffnet. But its border with Northern Ireland is open to trade due to the Common Market agreement. Toutefois, la frontière avec l'Irlande du Nord est ouverte au commerce en raison de l'accord sur le marché commun. Однако ее граница с Северной Ирландией открыта для торговли из-за соглашения об общем рынке. Eğer bir anlaşma olmazsa bu sistem bozulabilir. إذا لم يكن هناك اتفاق ، قد يفشل هذا النظام. Wenn es keine Einigung gibt, könnte dieses System gebrochen werden. If there is no agreement, this system could break down. En l'absence d'accord, ce système pourrait s'effondrer. Если нет соглашения, эта система может сломаться. Ve iki İrlanda'nın da ekonomisi bozulabilir. ويمكن أن تتدهور اقتصادات كل من أيرلندا. Und die Wirtschaften beider Irlands könnten sich verschlechtern. And the economy of both Ireland could fail. Les économies de l'Irlande et de l'Irlande pourraient s'effondrer. И экономика обеих Ирландий может быть нарушена. Tek sorun bu değil. Ayrıca IRA tekrar eylemler yapabilir. هذه ليست المشكلة الوحيدة. أيضا ، يمكن للجيش الجمهوري الايرلندي اتخاذ إجراءات مرة أخرى. Das ist nicht das einzige Problem. Auch die IRA kann wieder aktiv werden. That's not the only problem. Also the IRA can perform repeat actions. Ce n'est pas le seul problème. L'IRA pourrait également frapper à nouveau. Это не единственная проблема. ИРА также может предпринять действия снова. İnsanlar bundan korkuyorlar. الناس يخافون منه. Die Leute haben Angst davor. People are afraid of it. Люди этого боятся. Sonuç olarak, her ülke gibi İngiltere'nin de pek çok problemi var. نتيجة لذلك ، تواجه إنجلترا ، مثل أي دولة أخرى ، العديد من المشكلات. Infolgedessen hat England, wie jedes andere Land, viele Probleme. As a result, like any other country, England has many problems. Par conséquent, comme tout autre pays, le Royaume-Uni connaît de nombreux problèmes. В результате у Англии, как и у любой страны, много проблем. Şu an onlar olağanüstü bir dönem yaşıyorlar. Umarım bu sorunları diyalog ve demokrasi ile aşabilirler. إنهم يمرون بفترة غير عادية الآن. آمل أن يتمكنوا من التغلب على هذه المشاكل من خلال الحوار والديمقراطية. Sie machen gerade eine außergewöhnliche Zeit durch. Ich hoffe, dass sie diese Probleme durch Dialog und Demokratie überwinden können. They're going through an extraordinary period. I hope they can overcome these problems through dialogue and democracy. Ils vivent actuellement une période extraordinaire. J'espère qu'ils pourront surmonter ces problèmes par le dialogue et la démocratie. Сейчас они переживают необычный период. Я надеюсь, что они могут преодолеть эти проблемы посредством диалога и демократии.