×

LingQをより快適にするためCookieを使用しています。サイトの訪問により同意したと見なされます cookie policy.


image

TEDx Turkey, Şimdi değilse, Ne zaman? | If it isn't now, When is it? | 2018 | Melis Kaygılaroğlu | TEDxIzmit

Şimdi değilse, Ne zaman? | If it isn't now, When is it? | 2018 | Melis Kaygılaroğlu | TEDxIzmit

Transcriber: Metin Akın Gözden geçirme: Figen Ergürbüz

Bana bakınca ne düşünüyorsunuz?

Aslında biliyorum.

''Bir ön yargıyı kırmak, atomu parçalamaktan daha zordur.''

Albert Einstein.

Bugün buraya bu zorlu görev için geldim.

Ben Melis.

Ben Esma. Ben Rana

Ben Jacquelin. Ben Berfin.

Evet bugün burada belki Melis olarak duruyorum ama beni şu anda tamamen kimliksiz ve ön yargısız

sadece kadın olarak dinlemenizi istiyorum. Zor olduğunu biliyorum.

Benim yaşadığım ülkede şöyle bir laf var:

''Bir ortamda sessizlik olduğu zaman, bir yerlerde kız çocuğu doğdu'' deniyor.

Henüz kız çocuğunun doğduğu yeri çiçek tarlasına çevirdiğinden kimsenin haberi yok.

İşte ben buraya bugün bu yüzden geldim.

Daha doğduğumuz an itibariyle bizim üzerimize yüklenen o kasveti şu balonun içine koyup

elimdeki bu iğneyle patlatmak için geldim. Zor görünüyor biliyorum ama biz beraber bunu yapabiliriz. Bunun için iki şeye ihtiyacımız var.

Bir ön yargıları kırmak, iki cesaret etmek.

Bir kadın olarak ön yargıları ikiye ayıracağım.

Kadınlara karşı ön yargılar ve bizim, kendi ön yargılarımız. Zira bugün kadınlar olarak en büyük problemimiz

birbirimize olan ön yargılarımız.

Biz kadınlar olarak birbirimize yaşam hakkı tanımamaya başladık

farkında mısınız?

Biz birbirimizin özgürlüğüne engel olarak

kendi özgürlüğümüzün önüne engel koymaya başladık.

Yapılan bir araştırmaya göre Twitter'da

İngiltere merkezli bir araştırma kuruluşu Demos yapıyor bu araştırmayı,

Twitter'da kadın düşmanı içerikli

yaklaşık 300 bin tweet'in, yüzde 98 gibi bir oranı gene kadınlar tarafından yazılıyor.

Ben, kendi Instagram'ıma baktığım zaman

bana gelen bütün kötü yorumlar bütün kötü mesajlar

hepsi hemcinslerim tarafından geliyor.

Öyle kötü deyince lütfen aklınıza hakaret ya da kötü söz gelmesin.

Direk olarak kendimi kötü hissetmem için yazılan şeyler.

Peki bana şunun cevabını verin.

Hiç tanımadığı bir kadına,

neden başka bir kadın kendini kötü hissettirmek ister?

Ön yargı.

Şöyle düşünün.

Bir kadınsınız ve sokakta yürüyorsunuz.

Karşı taraftan size doğru başka bir kadın geliyor.

Bu kadının sizden tamamen farklı olduğunu düşünün.

Tamamen farklı bir görüntüsü var.

Farklı din, farklı dil, farklı kültür.

Aslında ben Melis olarak o kadar eminim ki. Sizi birbirinden ayıran tek şey doğduğunuz yer

ama siz o an için farklı olduğunuzu düşünüyorsunuz.

Sizce ilk hamleniz ne oluyor?

Ben söyleyeyim.

Süzmek.

Şöyle bi' tepeden tırnağa bakmak

ya da ani göz hareketiyle bakmaya dahi tenezzül etmemek.

''Sen benden farklısın, o yüzden hemen koşarak benden uzaklaş''

diye bağırıyorsunuz.

İyi de sen kimsin?

Ben kimim?

Siz kimsiniz?

Biz kadınız. Biz insanız. Bizim hayattaki mücadelemiz bir.

Bizim kendimizi kanıtlamakla ilgili savaşımız bir. Bizim gözyaşlarımız bir. Bizim kahkahalarımız ortak.

Bizim kalbimiz aynı sizinle.

Bunu nasıl görmeyebiliyorsunuz?

Karşınızdakini bir bez parçasıyla ya da kaşıyla gözüyle ona böyle bir şiddet uygulamaya nasıl cesaret edebiliyorsunuz? O zaman sokakta bas bas bağırdığımız ''kadına şiddete hayır''

cümlesinin eylem ayağı direk kendimiz olmuyor muyuz?

Bu yaptığımızın karşımızdaki kadında tokattan başka bir etkisi yok. İnanın. Hanımlar, beyler!

Bir şey kabul etmekten başlayalım.

Hepimiz önyargılarla donatılmış durumdayız

ve vücudumuzdaki önyargılar aslında terbiye edilebilir özelliklerdir. O yüzden biz bugün bunu burada değiştireceğiz.

Şimdi şu bilinçsiz ön yargıya dair ufak bir hikâye hatırlatmak istiyorum. Bir gün bir adam oğlu ile beraber arabada giderken bi' trafik kazası geçirirler.

Çok şiddetli bir kazadır.

Adam hemen oğlunu kucağına alır, hastaneye götürür.

Hastanenin acilinden içeri girerler. Çocuk kan revan içinde, ameliyata alınması gerekir, hemen ameliyathaneye getirilir. Cerrah içeri girer, kıyafetlarini giyer. Eldivenlerini takar. Cerrah tam ameliyata başlayacakken, ellerini kaldırır.

“Ben ameliyat edemem” der.

''Bu benim oğlum''

Yani aslında çok şaşırtıcı bir şey yok. Cerrah çocuğun annesidir.

Ama neden bu kadar sessizlik oluyor?

Çünkü hikayenin sonuna gelene kadar

hepimiz cerrahın erkek olduğuna o kadar emindik ki.

İşte bilinçsiz ön yargı.

Şimdi bilinçli ya da bilinçsiz ön yargılar bu kadar açık olarak önümüzde duruyorken

biz neden bunu değiştirmeyelim?

Kadınlar, siz, kadınlarım!

Biz bu değişimin öncüsü olabiliriz.

'Melis, sen şimdi neden kadınlara bir yük daha yüklüyorsun?'

diye iç geçirenler oluyor biliyorum.

Şöyle açıklayayım:

Dünya üzerindeki her suçlu bireyi düşünelim. İyi suçlar, kötü suçlar,

suç işlemiş kadın ya da erkekleri gözünüzün önüne getirin ve kendinize şu soruyu sorun:

Bu kişi dünyaya suçlu olarak mı gelmiştir?

Hayır.

Peki bu kişiyi hayata kim getirmiştir? Ya da hayata bu kişiyi kim hazırlamıştır? Anne.

Lütfen arada 'baba' diyenlere müsade etmeyin.

Zira o babayı da dünyaya bir anne getirmiştir.

Peki, her anne nedir?

Bir kadındır.

Hemen ekleyeyim anne olmak için doğurmanın şart olmadığı gibi her kadının da dünyaya bir çocuk getirmek gibi bir zorunluluğu da asla yoktur.

Ama anne olmayan kadınların da

dünyanın bir yerinde belli bir zamanda hayata birilerini hazırladığına emin olabilirsiniz.

O yüzden döngünün başı döndü yine biz kadınlara geldi?

Şimdi biz bunu üzerimize yüklenen bir ağırlıkmış gibi alıp bunun altında ezilip, şikayet edeceğimize bunun bir güç olduğunu düşünsek.

Hep beraber hareket etsek, bunu bir avantaja çevirsek. Bakın, bir kadın değişirse devirler değişir. Bir kadın gülümsemeye başlarsa, o bütün mahalle kahkaha atar.

Bir ailede bir kadın bilinçlenirse o evden sağlıklı bireyler çıkar. Aslında bunun için dünyayı baştan yaratmamıza gerek yok.

Yani bizim kadınlık kodlarımızda aslında bu var.

Hiçbir sosyal faktör olmadan, hiçbir çevresel etkin olmadan biz aslında kadınlar olarak yaratılıştan birbirimizi seviyoruz. Bizim korkacak bir şeyimiz yok. Kadınlar korkutucu değil inanın bana.

Bunu da örneklendireceğim.

Bir kadınsınız gece yarısı sokakta yürüyorsunuz.

Kaldırımınızda giderken aynı kaldırımdan size doğru başka bir kadın gelse kaldırım değiştirir misiniz?

Hayır.

Ya da asansörde yukarı çıkarken, hemcinsleriniz asansöre girse

çantanızı önünüze kıstırıp, şöyle bir adım karşı tarafa döner misiniz?

Hayır.

Ya da bir bankta oturuyorsunuz ve yanınıza başka bir kadın geliyor. Soluklanmak için oturuyor ve size birazcık yanaşıyor. Hemen kendinizi geri çeker misiniz?

Hayır.

Çocuğunuzla sokakta yürüyorsunuz

ve karşı taraftan hemcinsiniz bir kadın çocuğunuzu sevmek için geliyor. Hemen müsade etmez misiniz?

Tamam işte. Biz buna dönmek zorundayız.

Zaten bizim yaratılışımız bu.

Bakın kadınlar, hayatta her ne ile suçlanıyorsak suçlanalım.

Ki biliyorum evet bir sürü şeyle suçlanıyoruz.

Mesela yaşlanmakla suçlanıyoruz. Bu çok bizim elimizde çünkü.

Ya da mesela hamilelikte şişen ayaklarımızla suçlanıyoruz.

Hemen bir bilgi vereyim:

Dünya üzerinde her 90 saniyede 1 kadın hamileliğinde ya da doğumunda ölüyor.

Dolayısıyla biz, evet hamileliğimizde ayağımız şişiyor diye çok suçluyuz.

Ya da çok konuşmak ile suçlanıyoruz mesela çünkü erkekler günde 4 bin kelime kullanırken biz kadınlar günde 7 bin kelime kullanıyoruz. Evet, tamam kabul ediyorum. Bu büyük bir suç.

Tamam, her neyse o.

Biz ne kadar çok şeyle suçlanırsak suçlanalım.

İster dik başlı olalım. İster sessiz olalım.

İster içimize kapanık olalım. İster bağıra çağıra yaşayalım.

Her ne olursak olalım, birbirimizi sevmek öyle kabul etmek zorundayız. Sevgi bulaşıcıdır. Sevgi iyileştiricidir.

Biz neden bunun öncüsü olmayalım?

Biz neden bu işin bayrağını taşımayalım?

Şu bize yüklenen o kusursuzluk denen şey başımızın en büyük belası. Bize daha doğduğumuz an itibariyle kadın olarak ailemizde, çevremizde,

sosyal çevremizde, okul yaşantımızda, iş yaşantımızda hatta bugün günümüzde sosyal medyada bile

kusursuz olmamız bekleniyor.

Biz bu kadar kusursuz olma beklentisiyle büyütülürken bir o kadar da

korkak olmamız bekleniyor.

Şimdi biz hem korkak hem kusursuz olmayı nasıl becereceğiz?

Kız çocukları büyürken düştüklerinde ''ay, dur öpeyim geçsin'' yapıp.

Erkek çocukları düştüğünde ''erkek adam ağlamaz'' diyerek

nasıl biz bu çocukların kusursuz olmamalarını

ya da korkmamalarını sağlayabiliriz?

Mümkün değil.

Zaten bu söylediğim şey, en büyük evrensel problemlerimizden biri. Bir toplumda erkeklerin duygularını yaşamasına ne kadar müsaade edilirse

o toplumda kadınlar o kadar özgürleşir.

Nasıl ki erkeklerin hassas olmak, kırılgan olmak gibi hakları var. Biz kadınların da güçlü olmak gibi bir hakkımız var.

Yine bir istatistik vermek isterim. Yapılan araştırmalara göre

iş başvurularına yollanan CV'lerde başarı kriterleri özdeş olmasına rağmen

yönetici pozisyonlarına başvuru yapan erkek adaylarının isimleri sadece

Ayşe yerine Ali olduğu için çok daha fazla işe kabul edilip çok daha fazla maaşla çalışmaya başlıyorlar. Tamam. Bu bilinen bir şey. Burada beni ilgilendiren nokta şu:

bu işe kabul edilmeyen Ayşe'lerin yüzde 96'sı gibi bir oranı:

anne.

Bu bize diyor ki kadınlar anne olduktan sonra

zaten kariyer olarak o noktada görülmüyorlar.

Ama baba olan Ali'ler için asla aynı şey geçerli değil. Yani buradan şunu söylemek istiyorum.

Biz kadın olarak herhangi bir iş, hangi iş olursa başta ev kadınlığı da olmak üzere

ne işi yapmak istersek yapalım. Ne kadar başarılı notlar alırsak alalım. Ne kadar iyi okullara gidersek, gidelim.

Boğazımıza kadar hırsa boğulmuş olursak, olalım.

Hatta ne kadar başarılı evlilikler yaparsak yapalım.

Başarılı evlilik ne? Kimse bilinmiyor.

Her ne olursa olsun bizim üzerimize yüklenen o kusursuzluk durumu

bizim her zaman risk almaktan korkmamıza sebep oluyor.

Adım atmaktan çekinmemize sebep oluyor.

Ya bırakın, bırakın kusurlu olalım.

Varsın bağırış çağırış hep beraber kusurlarımızı haykıralım.

Diğer kadınların kusurlarını kabul edelim.

Ancak o zaman cesur olmaya bir adım daha yaklaşabiliriz.

Biz çocuklarımıza cesur olmayı öğretmek zorundayız.

Biz çocuklarımıza kabul görmek için sevgi kazanmak için

mükemmel olmak gerekmediğini söylemeliyiz.

Biz hep beraber çocuklarımızın kulağına aynı şeyi fısıldamalıyız.

Susma. Susmasın bizim çocuklarımız.

Özellikle kız çocukları daha doğduğu andan itibaren cefakâr olmak,

kendini evine adamak, kafasını önüne eğip

başına her ne geliyorsa gelsin, susmak öğretiliyor. Şimdi bu çocuk büyüdüğü zaman tek doğrusu bu olduğu için o da kendi çocuklarına aynı şeyi öğretiyor. Hayır, sen buraya gidemezsin. Hayır, sen bunu giyemezsin.

Hayır, bu iş sana göre değil. Sen bunu beceremezsin.

Sen bunun altından kalkamazsın. Hiç sen o işe bulaşma.

Sen bu saatte ekmek almaya gidemezsin.

Zira yaşı senden küçük bile olsa o evde bir erkek kardeşin var. Bu çocuklar büyüyüp anne olduğunda kendi çocuklarına susmayı öğretiyorlar. O zaman bir yardım edin.

Bi' kerecik olsun hep beraber cesaretlendirebilir miyiz kadınlarımızı? Öne çıkmaya, konuşmaya, eyleme geçmeye, birbirini sevmeye ve cesur olmaya cesaretlendirebilir miyiz?

Bakın, kadın hakları üzerine konuşmak asla bir erkek düşmanlığı değildir. Zira bugün zaten ülkenin hiçbir yerinde ya da Dünya'da hiçbir ülkede cinsiyetçi eşitlik gibi bir şey söz konusu değil.

O yüzden bu konu üzerine gitmek bizi hiç bir adım öteye götürmez. Biz kadınlar olarak önce bi' kendimize döneceğiz. Önce bi' dönüp bakacağız. Biz değişimi kendimizden başlatacağız.

Kendimizden. Yanımızdakinden. Ailemizden. Mahallemizden başlatacağız değişimi.

Önce biz bir kadın kadına barış sağlayacağız.

Çünkü senin de, senin de,

senin de, senin de,

evet senin de. Hepinizin içinde biryerde bir ben var. Biliyorum.

Evet, belki anne olan Melis yok.

Evet, belki evlat Melis yok ya da oyuncu Melis yok, fark etmez.

Ama bir yerde öyle bir hissin var ki, ben ona düştüm ya da düşeceğim.

Biz bunu hep beraber yapmak zorundayız.

Sevgili kızım Ada

Hayır, sen doğduğunda bir sessizlik olmadı bizim evimizde

aksine, sevindik biz.

Sen, şanslı dünyaya gelenlerdensin.

Hatta günümüze bakıldığında sen belki ayrıcalıklısın da

çünkü biz, kız çocuğusun diye daha az sevmiyoruz seni ya da kız çocuğusun diye daha az güvenmiyoruz sana ama sakın Ada. Sakın bize güvenme.

Kendine güven.

Kadınlığına güven.

Kimseyi sakın görünüşüyle filtreleme.

Eğer illa ki bir filtreleme yapacaksan, kalbiyle filtrele insanları.

Sen dünyayı değiştirebilirsin.

Seni seviyorum.

(Alkışlar)

Teşekkür ederim.

Hanımlar, beyler! Kadınlar, adamlar!

Bugün burada değişimi beraber başlatabiliriz.

Lütfen ön yargılarımızı kıralım.

Herkesi olduğu gibi kabullenmeye şimdi burada başlayalım ve erkekler lütfen kadınlardan korkmayın.

Yok ya da vazgeçtim, siz korkun çünkü biz dünyayı değiştirebiliriz. Evet, tamam. Son olarak, beni bugün bu salonda dinleyen ve sonradan dinleyecek olan tüm kadınlar.

Sizi bir adım öne çıkmaya davet ediyorum.

Görünür olmaya, ön yargılarımızı kırarak, birbirimizi severek fark yaratmaya davet ediyorum.

Şimdi değilse ne zaman?

(Alkışlar)

Teşekkür ederim.


Şimdi değilse, Ne zaman? | If it isn't now, When is it? | 2018 | Melis Kaygılaroğlu | TEDxIzmit If it isn't now, when is it? | 2018 | Melis Kaygılaroğlu | TEDxIzmit Si ce n'est pas maintenant, c'est quand ? 2018 | Melis Kaygılaroğlu | TEDxIzmit 今でなければ、いつなのか|2018|メリス・カイギュラロウル|TEDxIzmit

Transcriber: Metin Akın Gözden geçirme: Figen Ergürbüz Транскрайбер: Метин Акин Обзор: Фиген Эргюрбюз

Bana bakınca ne düşünüyorsunuz? What do you think when you look at me? Ką galvojate žiūrėdami į mane?

Aslında biliyorum. Actually, I know. Tiesą sakant, taip.

''Bir ön yargıyı kırmak, atomu parçalamaktan daha zordur.'' "It's harder to break a prejudice than to split an atom."

Albert Einstein.

Bugün buraya bu zorlu görev için geldim. I came here today for this challenge.

Ben Melis. I'm Melis.

Ben Esma. Ben Rana

Ben Jacquelin. Ben Berfin.

Evet bugün burada belki Melis olarak duruyorum ama Yes, maybe I'm standing here today as Melis, but beni şu anda tamamen kimliksiz ve ön yargısız you're making me completely anonymous and unprejudiced

sadece kadın olarak dinlemenizi istiyorum. I just want you to listen as a woman. Zor olduğunu biliyorum. I know it's hard.

Benim yaşadığım ülkede şöyle bir laf var: There is a saying in the country where I live:

''Bir ortamda sessizlik olduğu zaman, bir yerlerde kız çocuğu doğdu'' deniyor. It is said, "When there is silence in an environment, somewhere a girl child is born.

Henüz kız çocuğunun doğduğu yeri çiçek tarlasına çevirdiğinden Yet you have turned the place where the girl was born into a field of flowers. kimsenin haberi yok. nobody knows.

İşte ben buraya bugün bu yüzden geldim. That's why I came here today.

Daha doğduğumuz an itibariyle bizim üzerimize yüklenen o kasveti The gloom that is imposed on us from the moment we are born. şu balonun içine koyup and put it in that balloon

elimdeki bu iğneyle patlatmak için geldim. I came to blow it with this needle in my hand. Zor görünüyor biliyorum ama biz beraber bunu yapabiliriz. I know it seems hard, but we can do this together. Bunun için iki şeye ihtiyacımız var. For this we need two things.

Bir ön yargıları kırmak, iki cesaret etmek. One to break prejudices, two to dare.

Bir kadın olarak ön yargıları ikiye ayıracağım. As a woman, I will divide prejudices into two.

Kadınlara karşı ön yargılar ve bizim, kendi ön yargılarımız. Prejudices against women and our own prejudices. Zira bugün kadınlar olarak en büyük problemimiz Because our biggest problem as women today is

birbirimize olan ön yargılarımız. our prejudices against each other.

Biz kadınlar olarak birbirimize yaşam hakkı tanımamaya başladık As women, we have started to deny each other the right to live

farkında mısınız? Do you realize that?

Biz birbirimizin özgürlüğüne engel olarak

kendi özgürlüğümüzün önüne engel koymaya başladık. We began to put obstacles in the way of our own freedom.

Yapılan bir araştırmaya göre Twitter'da

İngiltere merkezli bir araştırma kuruluşu Demos yapıyor bu araştırmayı,

Twitter'da kadın düşmanı içerikli

yaklaşık 300 bin tweet'in, yüzde 98 gibi bir oranı gene kadınlar tarafından yazılıyor.

Ben, kendi Instagram'ıma baktığım zaman

bana gelen bütün kötü yorumlar bütün kötü mesajlar

hepsi hemcinslerim tarafından geliyor.

Öyle kötü deyince lütfen aklınıza hakaret ya da kötü söz gelmesin.

Direk olarak kendimi kötü hissetmem için yazılan şeyler. Stuff written directly to make me feel bad.

Peki bana şunun cevabını verin.

Hiç tanımadığı bir kadına,

neden başka bir kadın kendini kötü hissettirmek ister?

Ön yargı.

Şöyle düşünün.

Bir kadınsınız ve sokakta yürüyorsunuz.

Karşı taraftan size doğru başka bir kadın geliyor.

Bu kadının sizden tamamen farklı olduğunu düşünün.

Tamamen farklı bir görüntüsü var.

Farklı din, farklı dil, farklı kültür.

Aslında ben Melis olarak o kadar eminim ki. Sizi birbirinden ayıran tek şey doğduğunuz yer

ama siz o an için farklı olduğunuzu düşünüyorsunuz.

Sizce ilk hamleniz ne oluyor?

Ben söyleyeyim.

Süzmek.

Şöyle bi' tepeden tırnağa bakmak Look from head to toe

ya da ani göz hareketiyle bakmaya dahi tenezzül etmemek. or not even condescending to look with a sudden eye movement.

''Sen benden farklısın, o yüzden hemen koşarak benden uzaklaş''

diye bağırıyorsunuz.

İyi de sen kimsin?

Ben kimim?

Siz kimsiniz?

Biz kadınız. Biz insanız. Bizim hayattaki mücadelemiz bir. Our struggle in life is one.

Bizim kendimizi kanıtlamakla ilgili savaşımız bir. Bizim gözyaşlarımız bir. Bizim kahkahalarımız ortak.

Bizim kalbimiz aynı sizinle.

Bunu nasıl görmeyebiliyorsunuz?

Karşınızdakini bir bez parçasıyla ya da kaşıyla gözüyle Scrutinize the other person with a piece of cloth or with an eyebrow. ona böyle bir şiddet uygulamaya nasıl cesaret edebiliyorsunuz? O zaman sokakta bas bas bağırdığımız ''kadına şiddete hayır''

cümlesinin eylem ayağı direk kendimiz olmuyor muyuz?

Bu yaptığımızın karşımızdaki kadında tokattan başka bir etkisi yok. İnanın. Hanımlar, beyler!

Bir şey kabul etmekten başlayalım.

Hepimiz önyargılarla donatılmış durumdayız We are all equipped with prejudices

ve vücudumuzdaki önyargılar aslında terbiye edilebilir özelliklerdir. O yüzden biz bugün bunu burada değiştireceğiz.

Şimdi şu bilinçsiz ön yargıya dair ufak bir hikâye hatırlatmak istiyorum. Bir gün bir adam oğlu ile beraber arabada giderken bi' trafik kazası geçirirler.

Çok şiddetli bir kazadır.

Adam hemen oğlunu kucağına alır, hastaneye götürür. The man immediately takes his son in his arms and takes him to the hospital.

Hastanenin acilinden içeri girerler. Çocuk kan revan içinde, They enter the hospital emergency room. The child is bleeding, ameliyata alınması gerekir, hemen ameliyathaneye getirilir. He needs to be taken into surgery, he is brought to the operating room immediately. Cerrah içeri girer, kıyafetlarini giyer. Eldivenlerini takar. The surgeon comes in, puts on his clothes. He puts on his gloves. Cerrah tam ameliyata başlayacakken, ellerini kaldırır. Just as the surgeon is about to begin the operation, he raises his hands.

“Ben ameliyat edemem” der.

''Bu benim oğlum''

Yani aslında çok şaşırtıcı bir şey yok. Cerrah çocuğun annesidir. So it's actually nothing too surprising. The surgeon is the mother of the child.

Ama neden bu kadar sessizlik oluyor?

Çünkü hikayenin sonuna gelene kadar

hepimiz cerrahın erkek olduğuna o kadar emindik ki.

İşte bilinçsiz ön yargı.

Şimdi bilinçli ya da bilinçsiz ön yargılar bu kadar açık olarak önümüzde duruyorken

biz neden bunu değiştirmeyelim?

Kadınlar, siz, kadınlarım!

Biz bu değişimin öncüsü olabiliriz.

'Melis, sen şimdi neden kadınlara bir yük daha yüklüyorsun?'

diye iç geçirenler oluyor biliyorum.

Şöyle açıklayayım:

Dünya üzerindeki her suçlu bireyi düşünelim. Let's think about every criminal individual in the world. İyi suçlar, kötü suçlar,

suç işlemiş kadın ya da erkekleri gözünüzün önüne getirin Picture the men or women who have committed crimes. ve kendinize şu soruyu sorun:

Bu kişi dünyaya suçlu olarak mı gelmiştir?

Hayır.

Peki bu kişiyi hayata kim getirmiştir? Ya da hayata bu kişiyi kim hazırlamıştır? Anne.

Lütfen arada 'baba' diyenlere müsade etmeyin.

Zira o babayı da dünyaya bir anne getirmiştir.

Peki, her anne nedir?

Bir kadındır.

Hemen ekleyeyim anne olmak için doğurmanın şart olmadığı gibi Let me add right away that giving birth is not necessary to be a mother. her kadının da dünyaya bir çocuk getirmek gibi bir zorunluluğu da asla yoktur. Nor does every woman ever have an obligation to bring a child into the world.

Ama anne olmayan kadınların da But women who are not mothers

dünyanın bir yerinde belli bir zamanda hayata birilerini hazırladığına that you are preparing someone for life at a certain time somewhere in the world emin olabilirsiniz.

O yüzden döngünün başı döndü yine biz kadınlara geldi?

Şimdi biz bunu üzerimize yüklenen bir ağırlıkmış gibi alıp bunun altında ezilip, şikayet edeceğimize bunun bir güç olduğunu düşünsek. If we thought it was a power instead of being crushed under it and complaining.

Hep beraber hareket etsek, bunu bir avantaja çevirsek. Bakın, bir kadın değişirse devirler değişir. Look, times change when a woman changes. Bir kadın gülümsemeye başlarsa, o bütün mahalle kahkaha atar.

Bir ailede bir kadın bilinçlenirse o evden sağlıklı bireyler çıkar. Aslında bunun için dünyayı baştan yaratmamıza gerek yok.

Yani bizim kadınlık kodlarımızda aslında bu var.

Hiçbir sosyal faktör olmadan, hiçbir çevresel etkin olmadan With no social factors, no environmental influences biz aslında kadınlar olarak yaratılıştan birbirimizi seviyoruz. Bizim korkacak bir şeyimiz yok. Kadınlar korkutucu değil inanın bana. We have nothing to fear. Women are not scary, believe me.

Bunu da örneklendireceğim.

Bir kadınsınız gece yarısı sokakta yürüyorsunuz.

Kaldırımınızda giderken aynı kaldırımdan size doğru başka bir kadın gelse kaldırım değiştirir misiniz?

Hayır.

Ya da asansörde yukarı çıkarken, hemcinsleriniz asansöre girse

çantanızı önünüze kıstırıp, şöyle bir adım karşı tarafa döner misiniz? Would you tuck your bag in front of you and take a step towards the opposite side?

Hayır.

Ya da bir bankta oturuyorsunuz ve yanınıza başka bir kadın geliyor. Soluklanmak için oturuyor ve size birazcık yanaşıyor. He sits down to catch his breath and moves a little closer to you. Hemen kendinizi geri çeker misiniz?

Hayır.

Çocuğunuzla sokakta yürüyorsunuz

ve karşı taraftan hemcinsiniz bir kadın çocuğunuzu sevmek için geliyor. and a woman of the opposite sex is coming to love your child. Hemen müsade etmez misiniz?

Tamam işte. Biz buna dönmek zorundayız.

Zaten bizim yaratılışımız bu.

Bakın kadınlar, hayatta her ne ile suçlanıyorsak suçlanalım.

Ki biliyorum evet bir sürü şeyle suçlanıyoruz. I know, yes, we are accused of a lot of things.

Mesela yaşlanmakla suçlanıyoruz. Bu çok bizim elimizde çünkü.

Ya da mesela hamilelikte şişen ayaklarımızla suçlanıyoruz. Or, for example, we are blamed for our swollen feet during pregnancy.

Hemen bir bilgi vereyim:

Dünya üzerinde her 90 saniyede 1 kadın hamileliğinde ya da doğumunda ölüyor. Every 90 seconds around the world, 1 woman dies during pregnancy or childbirth.

Dolayısıyla biz, evet hamileliğimizde ayağımız şişiyor diye çok suçluyuz.

Ya da çok konuşmak ile suçlanıyoruz mesela çünkü erkekler günde 4 bin kelime kullanırken biz kadınlar günde 7 bin kelime kullanıyoruz. Evet, tamam kabul ediyorum. Bu büyük bir suç.

Tamam, her neyse o.

Biz ne kadar çok şeyle suçlanırsak suçlanalım.

İster dik başlı olalım. İster sessiz olalım. Let's be headstrong. Let's be quiet.

İster içimize kapanık olalım. İster bağıra çağıra yaşayalım.

Her ne olursak olalım, birbirimizi sevmek öyle kabul etmek zorundayız. Sevgi bulaşıcıdır. Sevgi iyileştiricidir. Love is contagious. Love is healing.

Biz neden bunun öncüsü olmayalım?

Biz neden bu işin bayrağını taşımayalım?

Şu bize yüklenen o kusursuzluk denen şey başımızın en büyük belası. That thing called perfection imposed on us is the biggest trouble for us. Bize daha doğduğumuz an itibariyle kadın olarak ailemizde, çevremizde, From the moment we are born, we, as women, in our family, around us,

sosyal çevremizde, okul yaşantımızda, iş yaşantımızda hatta bugün günümüzde sosyal medyada bile

kusursuz olmamız bekleniyor.

Biz bu kadar kusursuz olma beklentisiyle büyütülürken bir o kadar da

korkak olmamız bekleniyor.

Şimdi biz hem korkak hem kusursuz olmayı nasıl becereceğiz? Now how do we manage to be both cowardly and flawless?

Kız çocukları büyürken düştüklerinde ''ay, dur öpeyim geçsin'' yapıp. When girls fall while they are growing up, they say "Oh, let me kiss you".

Erkek çocukları düştüğünde ''erkek adam ağlamaz'' diyerek

nasıl biz bu çocukların kusursuz olmamalarını

ya da korkmamalarını sağlayabiliriz?

Mümkün değil.

Zaten bu söylediğim şey, en büyük evrensel problemlerimizden biri. Bir toplumda erkeklerin duygularını yaşamasına ne kadar müsaade edilirse

o toplumda kadınlar o kadar özgürleşir. In that society, women become more liberated.

Nasıl ki erkeklerin hassas olmak, kırılgan olmak gibi hakları var. Just as men have the right to be sensitive and fragile. Biz kadınların da güçlü olmak gibi bir hakkımız var.

Yine bir istatistik vermek isterim. Yapılan araştırmalara göre I would like to give another statistic. According to researches

iş başvurularına yollanan CV'lerde başarı kriterleri özdeş olmasına rağmen Although the success criteria are identical in the CVs sent to job applications,

yönetici pozisyonlarına başvuru yapan erkek adaylarının isimleri sadece

Ayşe yerine Ali olduğu için çok daha fazla işe kabul edilip He was accepted into many more jobs because he was Ali instead of Ayşe. çok daha fazla maaşla çalışmaya başlıyorlar. Tamam. Bu bilinen bir şey. Burada beni ilgilendiren nokta şu:

bu işe kabul edilmeyen Ayşe'lerin yüzde 96'sı gibi bir oranı:

anne.

Bu bize diyor ki kadınlar anne olduktan sonra This tells us that after women become mothers

zaten kariyer olarak o noktada görülmüyorlar.

Ama baba olan Ali'ler için asla aynı şey geçerli değil. Yani buradan şunu söylemek istiyorum.

Biz kadın olarak herhangi bir iş, hangi iş olursa başta ev kadınlığı da olmak üzere

ne işi yapmak istersek yapalım. Ne kadar başarılı notlar alırsak alalım. Ne kadar iyi okullara gidersek, gidelim.

Boğazımıza kadar hırsa boğulmuş olursak, olalım. If we're up to our necks in greed, let's be.

Hatta ne kadar başarılı evlilikler yaparsak yapalım.

Başarılı evlilik ne? Kimse bilinmiyor.

Her ne olursa olsun bizim üzerimize yüklenen o kusursuzluk durumu

bizim her zaman risk almaktan korkmamıza sebep oluyor. it always makes us afraid to take risks.

Adım atmaktan çekinmemize sebep oluyor. It makes us hesitate to take a step.

Ya bırakın, bırakın kusurlu olalım.

Varsın bağırış çağırış hep beraber kusurlarımızı haykıralım. Let's shout out our faults together.

Diğer kadınların kusurlarını kabul edelim.

Ancak o zaman cesur olmaya bir adım daha yaklaşabiliriz.

Biz çocuklarımıza cesur olmayı öğretmek zorundayız. We have to teach our children to be brave.

Biz çocuklarımıza kabul görmek için sevgi kazanmak için

mükemmel olmak gerekmediğini söylemeliyiz.

Biz hep beraber çocuklarımızın kulağına aynı şeyi fısıldamalıyız.

Susma. Susmasın bizim çocuklarımız.

Özellikle kız çocukları daha doğduğu andan itibaren cefakâr olmak,

kendini evine adamak, kafasını önüne eğip

başına her ne geliyorsa gelsin, susmak öğretiliyor. Şimdi bu çocuk büyüdüğü zaman tek doğrusu bu olduğu için o da kendi çocuklarına aynı şeyi öğretiyor. Hayır, sen buraya gidemezsin. Hayır, sen bunu giyemezsin.

Hayır, bu iş sana göre değil. Sen bunu beceremezsin.

Sen bunun altından kalkamazsın. Hiç sen o işe bulaşma.

Sen bu saatte ekmek almaya gidemezsin.

Zira yaşı senden küçük bile olsa o evde bir erkek kardeşin var. Bu çocuklar büyüyüp anne olduğunda kendi çocuklarına susmayı öğretiyorlar. O zaman bir yardım edin.

Bi' kerecik olsun hep beraber cesaretlendirebilir miyiz kadınlarımızı? Öne çıkmaya, konuşmaya, eyleme geçmeye, birbirini sevmeye ve cesur olmaya cesaretlendirebilir miyiz?

Bakın, kadın hakları üzerine konuşmak asla bir erkek düşmanlığı değildir. Zira bugün zaten ülkenin hiçbir yerinde ya da Dünya'da hiçbir ülkede cinsiyetçi eşitlik gibi bir şey söz konusu değil.

O yüzden bu konu üzerine gitmek bizi hiç bir adım öteye götürmez. Biz kadınlar olarak önce bi' kendimize döneceğiz. Önce bi' dönüp bakacağız. Biz değişimi kendimizden başlatacağız.

Kendimizden. Yanımızdakinden. Ailemizden. Mahallemizden başlatacağız değişimi.

Önce biz bir kadın kadına barış sağlayacağız.

Çünkü senin de, senin de,

senin de, senin de,

evet senin de. Hepinizin içinde biryerde bir ben var. Biliyorum.

Evet, belki anne olan Melis yok.

Evet, belki evlat Melis yok ya da oyuncu Melis yok, fark etmez.

Ama bir yerde öyle bir hissin var ki, ben ona düştüm ya da düşeceğim.

Biz bunu hep beraber yapmak zorundayız.

Sevgili kızım Ada

Hayır, sen doğduğunda bir sessizlik olmadı bizim evimizde

aksine, sevindik biz.

Sen, şanslı dünyaya gelenlerdensin.

Hatta günümüze bakıldığında sen belki ayrıcalıklısın da

çünkü biz, kız çocuğusun diye daha az sevmiyoruz seni ya da kız çocuğusun diye daha az güvenmiyoruz sana ama sakın Ada. Sakın bize güvenme.

Kendine güven.

Kadınlığına güven.

Kimseyi sakın görünüşüyle filtreleme.

Eğer illa ki bir filtreleme yapacaksan, kalbiyle filtrele insanları.

Sen dünyayı değiştirebilirsin.

Seni seviyorum.

(Alkışlar)

Teşekkür ederim.

Hanımlar, beyler! Kadınlar, adamlar!

Bugün burada değişimi beraber başlatabiliriz.

Lütfen ön yargılarımızı kıralım.

Herkesi olduğu gibi kabullenmeye şimdi burada başlayalım ve erkekler lütfen kadınlardan korkmayın.

Yok ya da vazgeçtim, siz korkun çünkü biz dünyayı değiştirebiliriz. Evet, tamam. Son olarak, beni bugün bu salonda dinleyen ve sonradan dinleyecek olan tüm kadınlar.

Sizi bir adım öne çıkmaya davet ediyorum.

Görünür olmaya, ön yargılarımızı kırarak, birbirimizi severek fark yaratmaya davet ediyorum.

Şimdi değilse ne zaman?

(Alkışlar)

Teşekkür ederim.