Şartların Kölesi Olmamak
Genç bir insan ahlâksız bir dünyada nasıl ahlâklı bir hayat yaşayabilir? Bir kişi savaşan bir dünyada barışı savunabilir mi? İçki içen bir dünyada alkollü içeceklere direnmek mümkün müdür? Veya, sahtekâr bir dünyada dürüst olmak? Genç bir insan, düşüp kalkan dünyada bekaretini koruyabilir mi? Herkesin kötüyü seçtiği görülürken, bir insana iyi işler yapmayı seçtiren ne olacaktır? Bu dersimizde iki genç insanın gerçek öykülerini göreceğiz. Adları aynı adın farklı dillerdeki biçimleri olmasına rağmen, hayatın zorluklarına tepki veriş biçimleri tamamen farklı. Josef'ın babası oldukça zengin, ancak oğlunu istismar eden bir alkolikti. Josef'ın hayatının ilk on yılında en az dokuz kez taşındılar. Josef'ın büyüdüğü kasaba kanunsuz bir yerdi. Yalnızca küçük bir polis gücü vardı ve çete savaşlarının, organize sokak dövüşlerinin ve güreş turnuvalarının yer aldığı bir şiddet kültürü hüküm sürüyordu. Josef on yaşında eğitimine başladı. Sınıftaki en iyi öğrencilerden biriydi, tüm derslerde en yüksek notları alıyordu. Şarkı söylerken sesi çok güzeldi ve çoğunlukla düğünlerde şarkı söylemek için tutuluyordu. Ayrıca çok güzel şiirler yazmaya başlamıştı. Josef'ın babası, hep oğlunun ayakkabıcı olmasını istediğinden, çocuk okula kabul edildiğinde çok kızdı. Öfkesinden kasabanın meyhanesinin camlarını kırdı ve daha sonra ilçe emniyet müdürüne saldırdı. Josef okulda parlamaya devam etti. Suçiçeğine yakalanmasına, at arabası çarpmasına ve öz babası tarafından kaçırılarak ayakkabı fabrikasında çalışmaya zorlanmasına rağmen, Josef büyük bir kararlılıkla yoluna devam etti. Sınıfının birincisi olarak mezun oldu. 16 yaşında şiirlerinin bazı yerel gazetelerde yayınlanmasıyla ün kazandı. Josef başkalarının yararına üretken bir yaşama doğru ilerliyordu, ancak hayatını değiştiren bir şey oldu. Josef lisede Karl Marx tarafından yazılmış bir kitap okudu. Bunu okuduktan sonra ateist oldu. Ancak dönüşümünü tamamlayan şey, bir Gregoryen Ortodoks okuluna kaydolması oldu. Josef daha sonra bu okuldaki deneyimini “gözetleme, casusluk, özel hayata tecavüz ve duygulara saldırı” olarak tanımlamıştı. Josef'ın kendi sözleriyle, bu gelecekte kuracağı korku devleti tasarısını büyük ölçüde etkilemişti. Evet, son kelimeleri doğru okudunuz, korku devleti. Gördüğünüz gibi, bahsettiğimiz Josef, Josef Stalin'den başkası değil. İstismara uğradığı yıllar, tanık olduğu şiddet ve içinde yaşadığı paranoya atmosferi, karakterini değiştirdi. İçinde bulunduğu koşulların üstesinden gelemedi ve öfkesini başkaları üzerinde serbest bırakmak için şiddete başvurdu. Bombalamalar, suikastlar, kundakçılık, tren kaçırma, büyük çaplı cinayetler ve fabrikalar ile köylerin yakılması standart haline geldi. Sonunda, milyonlarca kişinin fiziksel olarak ölümünden, milyonlarcasının ise ahlâki açıdan ölümünden sorumlu bir diktatöre dönüştü. Öldürülmelerinden doğrudan sorumlu olduğu insanların sayısıyla ilgili tahminler, yirmi milyon ile 40 milyon arasında değişiyor! Josef Stalin çocukluğunda pek çok zorluk yaşamış yetenekli bir çocuktu. Bu zorluklar cinayetlerine mazeret olabilir mi? Hayır, çünkü hepimiz gibi Josef Stalin'in de bir seçme şansı vardı. “Hayatımı ne yöne doğru süreceğim? Acıyı kazanca çevirebilecek miyim, sıkıntılarım beni cilalayarak erdemle parlatacak mı, yoksa yıkıma mı uğratacak?” Şimdi dikkatimizi Kutsal Yazılar'daki en olağanüstü öykülerden birine verelim: Stalin gibi acı olaylarla yüzyüze gelen bir çocuk, ancak onun gibi diktatör olmak yerine, bir kahramana ve kurtarıcıya dönüşüyor. Onu dibe çeken koşulların üstesinden gelmeyi seçiyor. İşte Yakup'un (İsrail'in) oğlu, İshak'ın torunu ve İbrahim'in büyük torunu olan Yusuf'un öyküsü. Çekişmelerle dolu bir evde büyüyen 12 çocuktan 11.'siydi. Babası Yakup'un dört karısı vardı, ve bu çokeşlilik, ardında acıdan oluşan bir iz bıraktı. Yakup'un karılarının kıskançlığı aile ilişkilerini acılaştırmış ve kardeşler kavga ederek, sabırsız ve irade gücünden yoksun olarak büyümüşlerdi. Yakup'un hayatının kıskançlık yüküyle karardığını söylemeye gerek bile yok, ve bu onbir oğul da erkekliğe adım atarken karakterleri ciddi kusurlarla şekillendi. Ancak Yusuf'un karakteri ağabeylerinden farklıydı. O Rahel'in (Yakup'un en başta evlenmek istediği karısının) ilk oğluydu ve nadir görülen bir zihin ve kalp güzelliğine sahipti. Saf, aktif ve neşeli olan çocuk, aynı zamanda ahlâki bir içtenliğin belirtilerine de sahipti. Babasının talimatlarına kulak veriyordu, çalışkandı, dürüsttü ve Allah'a sevgiyle itaat ediyordu. İlginç bir şekilde, öyküsü bir rüya ile başlıyor ve bu rüyanın gerçekleşmesiyle sona eriyor. Aydınlık bir sabah, Yusuf gördüğü hayret verici rüyanın sevinciyle uykusundan uyandı. Heyecanla babasına koşarak rüyasını ona anlattı. Rüyalarını, rüyalar konusuna ayrılacak olan önümüzdeki derslerde ele alacağız. Ancak bu ders için, bu rüyaların, babasının özel ilgisiyle bir araya gelerek, Yusuf'un ağabeylerini kıskançlıktan çileden çıkardığını belirtmemiz önemli. Öyle kıskandılar ki, Yusuf'a komplo kurdular. Yaratılış 37. bölüm, 14-28 ayetlerinden itibaren okuyalım: 14 Babası,“Git kardeşlerine ve sürüye bak” dedi, “Her şey yolunda mı, değil mi, bana haber getir.” Böylece onu Hevron Vadisi'nden gönderdi. Yusuf Şekem'e vardı. 15 Kırda dolaşırken bir adam onu görüp, “Ne arıyorsun?” diye sordu. 16 Yusuf, “Kardeşlerimi arıyorum” diye yanıtladı, “Buralarda sürü güdüyorlar. Nerede olduklarını biliyor musun?” 17 Adam, “Buradan ayrıldılar” dedi, “ ‘Dotan'a gidelim' dediklerini duydum.” Böylece Yusuf kardeşlerinin peşinden gitti ve Dotan'da onları buldu. 18 Kardeşleri onu uzaktan gördüler. Yusuf yanlarına varmadan, onu öldürmek için düzen kurdular. 19 Birbirlerine, “İşte düş hastası geliyor” dediler, 20 “Hadi onu öldürüp kuyulardan birine atalım. Yabanıl bir hayvan yedi deriz. Bakalım o zaman düşleri ne olacak!” 21 Ruben bunu duyunca Yusuf'u kurtarmaya çalıştı: “Canına kıymayın” dedi, 22 “Kan dökmeyin. Onu şu ıssız yerdeki kuyuya atın, ama kendisine dokunmayın.” Amacı Yusuf'u kurtarıp babasına geri götürmekti. 23 Yusuf yanlarına varınca, kardeşleri sırtındaki renkli uzun giysiyi çekip çıkardılar 24 ve onu susuz, boş bir kuyuya attılar. 25 Yemek yemek için oturduklarında, Gilat yönünden bir İsmaili kervanının geldiğini gördüler. Develeri kitre, pelesenk, laden yüklüydü. Mısır'a gidiyorlardı. 26 Yahuda, kardeşlerine, “Kardeşimizi öldürür, suçumuzu gizlersek ne kazanırız?” dedi, 27 “Gelin onu İsmaililer'e satalım. Böylece canına dokunmamış oluruz. Çünkü o kardeşimizdir, aynı kanı taşıyoruz.” Kardeşleri kabul etti. 28 Midyanlı tüccarlar oradan geçerken, kardeşleri Yusuf'u kuyudan çekip çıkardılar, yirmi gümüşe İsmaililer'e sattılar. İsmaililer Yusuf'u Mısır'a götürdüler. Öz kardeşleriniz tarafından köle olarak satıldığınızı düşünebiliyor musunuz? Köle olmak, ölümden daha çok korkutan bir kaderdi. Şüphesiz, ağabeylerine birbiri ardınca korkuyla yalvarmıştır, ancak onlar sadece dudak büktüler. Bazıları acıdılar, ancak diğerlerine karşı gelme korkusuyla sessiz kaldılar. Deve kervanı, ağlayan ve elleri bağlı Yusuf'u alarak yoluna devam etti. Eve geldiklerinde kardeşler Yusuf'un giysisini koyun kanına batırarak, babalarına giysiyi buldukları yalanını söylediler. Muhtemelen bir vahşi hayvan tarafından öldürüldüğünü söylediler. Bu yalan hayatları boyunca peşlerini bırakmadı. Yusuf, kendisini esir edenlerle birlikte Mısır'a gidiyordu. Develerin ardından yürüyen çocuk, babasının çadırlarının olduğu tepelere dönüp baktı. Babasını bir daha hiçbir zaman göremeyeceği düşüncesiyle acı acı ağladı. Yusuf, kuyuyu ve öfkeli ağabeylerini gözünde canlandırabiliyordu. Yusuf için ne büyük bir değişiklik! Üzerine titrenen oğul, hor görülen, çaresiz bir köleye dönüşmüştü! Yalnız ve arkadaşsız, gitmekte olduğu yabancı ülkede kaderi ne olacaktı? Yusuf bir süre için kendini kontrolsüz acıya ve korkuya teslim etti. Sonra düşünceleri babasının Allah'ına döndü. Çocukluğunda Allah'ı sevmeyi ve O'ndan korkmayı öğrenmişti. Sık sık babasının çadırında oturarak, Yakup'un evinden kaçarken gördüğü göğe uzanan merdiven görümünün öyküsünü dinlemişti. Ona, Rabb'in Yakup'a verdiği vaatleri ve bunların nasıl gerçekleştiğini anlatmışlardı. İhtiyaç zamanında, Allah'ın meleklerinin ona yol göstermek, teselli etmek ve korumak için nasıl geldiklerini. İşte o zaman ve orada, kendini Rab'be tamamen teslim etti ve babasının Allah'ının sürgün yerinde kendisiyle birlikte olması içi dua etti. Bu, Yusuf için çok önemli bir andı. Acısını ve üzüntüsünü, hayatını daha zor ve kötü olmaya bırakmak için bir bahane olarak kullanabilirdi. Aksine, ruhu Allah'a sadık olduğunu kanıtlamak için büyük bir kararlılıkla titriyordu. Her ne koşul altında olursa olsun, Göklerin Kralı'nın bir tebaası olarak davranacaktı. Rabb'e bölünmemiş bir yürekle hizmet edecekti. İçinde bulunduğu koşullarda karşılaşacağı denemeleri cesaretle karşılayacak ve her görevi dürüstlükle yerine getirecekti! Bir gün yaşadığı bir deneyim, Yusuf'un hayatında bir dönüm noktası oldu. Karaktere yapılan iki saldırı vardır. Birincisi acı, ikincisi zevktir. İhanetin, istismarcı bir eşin veya ebeveynin, insafsız bir patronun, korkunç bir kazanın, bir felâketin veya başka bir adaletsizliğin acısı, insanların çoğunlukla kendilerine acıma duygusu hissetmelerine ne- den olabilir. Daha da kötüsü, her tür utanç verici günaha düşmemize neden olabilir. Ancak aynı acılar, insanın karakterini daha da güçlendirebilir, tabii eğer böyle olmasını seçerlerse. Yusuf ilk saldırıya karşı galip geldi ve acısının kendisini mahvetmesine izin vermedi. Şimdi Yusuf'un karakteri ikinci testle denenecekti: zevkin ateşi. Buna dayanabilecek miydi? Yaratılış 39. bölüm, 1. ayetle devam edelim: 1 İsmaililer Yusuf'u Mısır'a götürmüştü. Firavunun görevlisi, muhafız birliği komutanı Mısırlı Potifar onu İsmaililer'den satın almıştı. Yusuf kendini putperest bir dünyanın ortasında buldu. Çok lüks bir dünyaydı. Mısır'da, heykellere tapınma ve bununla başa baş giden ahlâkdışı hayat, kraliyet ailesi ve dünyada o zaman mevcut bulunan en medeni ulus tarafından çekici hale getirilmişti. Lüks, günahın reklamını nasıl da etkili bir şekilde yapıyor! Acaba Yusuf Mısır'ın lüksünü görerek, kendisine anlatılan babası Yakup'un görünmez Allah'ıyla ilgili basit öykünün gerçekten doğru olup olmadığını düşünmüş müdür? Zenginlik, her yalanı inanılır kılmanın bir yöntemidir. Bugün de aynı şekilde, zengin insanları televizyonda güzel arabalarda, güzel elbiselerle ve güzel vücutlarla, alkol içip birçok farklı eşle seks yaparken, birbirlerine yalan söylerken ve görünürde hayatlarının tadını çıkarırken görmek, genç insanların (hatta yaşlı insanların) zihninde bir yanılsamaya neden olabilir. Cennetin sanki yeryüzündeymiş gibi görünmesine, ve Allah'ın cennetinin ise sanki yokmuş gibi algılanmasına neden olabilir. Allah'ın yasasını çağdışı kalmış gibi gösterebilir. Ancak Allah, gerçek mutluluğu neyin getirdiğini bilir, eğer kişi dinleyecek olursa. Yusuf bir tarım köyünde, koyun sürüleri yetiştiren bir ailenin yanında büyümüştü. Şimdi ise kendini, çevresinde inandığı Allah'a inanan hiç kimse olmadan, büyük ve gelişen bir kentte köle olarak bulmuştu. Erkekliğe adım atmasıyla birlikte gelen denemelerden, yani ahlâksızlık ve açgözlülükten korunmasına yardım etmek için, kendi vicdanından ve Allah'tan başka kimsesi yoktu. Potifar için çalışırken, düşüncelerinin kendisini karanlığa doğru götürecek konulara takılmasına izin vermedi. Hayret verici, fakat Mısırlıların takdirini kazanma arzusu, ilkelerini gizlemesine neden olmadı. Kişisel ilkelerini seçmişti. Ve ne pahasına olursa olsun, bunları asla tehlikeye atmayacaktı. Babasının imanından utanmıyordu ve gerçek Allah'a ibadet eden biri olduğunu gizlemek için hiçbir çaba göstermiyordu. 2-4 ayetlerini okuyalım: 2 RAB Yusuf'la birlikteydi ve onu başarılı kılıyordu. Yusuf Mısırlı efendisinin evinde kalıyordu. 3 Efendisi RAB'bin Yusuf'la birlikte olduğunu, yaptığı her işte onu başarılı kıldığını gördü. 4 Yusuf'tan hoşnut kalarak onu özel hizmetine aldı. Evinin ve sahip olduğu her şeyin sorumluluğunu ona verdi. Potifar'ın Yusuf'a olan güveni günden güne artıyordu ve sonunda onu kişisel vekilliğine getirdi. Yusuf'un işinin başlangıçta temizlik, yemek ve bahçıvanlık olduğunu tahmin edebilirsiniz. Bu sıradan işleri mükemmel bir şekilde yapıyordu. Patronu onun kişisel mükemmellik için gösterdiği tutkuyu gördü ve çok geçmeden böylesine değerli bir genç adamın bu işleri yapması ona çok bayağı geldi! Potifar Yusuf'u işlerinin başına getirdikçe, kendisine daha da büyük refah geldi. Yüzbaşının evine gelen bu başarı bir tür mucize değildi. Yusuf'un çalışkanlığının, özeninin ve enerjisinin doğrudan sonucuydu. Yusuf'un bu çabaları da Allah tarafından kutsandı. Bu gencin amacı, sadakatle çalışarak ve yaşamını ahlâki bakımdan dosdoğru tutarak, etrafındaki putperestlikle bir tezat oluşturmaktı. Yusuf'un sadakati yüzbaşının kalbini kazandı ve ona bir köleden çok oğlu gibi davranmaya başladı. Bu güven sayesinde, genç adam yüksek mertebeli ve bilgili insanlarla tanışarak, bilim, diller ve ilişkiler üzerine bilgi edindi, yani müstakbel Mısır başbakanının ihtiyacı olan eğitimi aldı. Kutsal Yazılar, 5. ve 6. ayetlerde bize Yusuf'un kazandığı güvenin etkili bir tanımını veriyor: 5 Yusuf'u evinin ve sahip olduğu her şeyin sorumlusu atadığı andan itibaren RAB Yusuf sayesinde Potifar'ın evini kutsadı. Evini, tarlasını, kendisine ait her şeyi bereketli kıldı. 6 Potifar sahip olduğu her şeyin sorumluluğunu Yusuf'a verdi; yediği yemek dışında hiçbir şeyle ilgilenmedi. Yusuf güzel yapılı, yakışıklıydı. Bir gün Yusuf evde yalnızken, Potifar'ın karısı ile başına ateş gibi bir deneme geldi. Kutsal Yazılar, 7. ayette bunu bize kısa ancak net bir cümle ile anlatıyor: 7 Bir süre sonra efendisinin karısı ona göz koyarak, “Benimle yat” dedi. Bu kadının bu daveti Allah'ın yasasına aykırıydı. Yusuf bu noktaya dek putperest ülkede hüküm süren yozlaşmayla lekelenmemişti; fakat aniden gelen, çok güçlü ve çok baştan çıkarıcı olan bu deneme nasıl yanıtlanacaktı? Yusuf direnmenin sonuçlarının ne olacağını çok iyi biliyordu. Bir yanda kadına itaat etmesi durumunda hem ondan daha başka ödüller alabilir, hem de kendi zevki tatmin olmuş olurdu; diğer yanda ise, kadını reddetmesi halinde kendisini muhtemel bir aşağılanma, hapis, hatta belki de ölüm bekliyordu. Gelecekteki yaşamı tamamen o an vereceği karara bağlıydı. İlkeleri galip gelecek miydi? Yusuf yine de Allah'a sadık kalacak mıydı? Kadın onu arzuluyordu ve etrafta kimse yoktu. Yusuf'un yanıtı ahlâki ilkelerin gücünü ortaya seriyor. Yeryüzündeki efendisinin güvenine ihanet etmeyecekti ve sonuçları ne olursa olsun göklerdeki Efendi'sine de sadık kalacaktı. Gerçek şu ki, aramızda, toplumda, Allah'ın meleklerinin izlemesine rağmen, pek çok insan başka insanların izlemesi halinde yapmayacakları şeyleri yapıyorlar! Fakat Yusuf'un ilk düşüncesi Allah'tı. “Nasıl böyle bir kötülük yapar, Tanrı'ya karşı günah işlerim?” dedi. Kutsal Kitap'ta bundan sonra odadan kaçtığı yazılı. Gerçekten de bu hepimiz için en iyi savunma yöntemi, yani ayartılma mahallinden uzaklaşma. Bir günah işlemeye mi ayartılıyorsunuz? O şeyden, erkekten veya kadından uzaklaşın. Allah'ın güvenliğine koşun. Her birimiz, nerede olursak olalım ve ne yaparsak yapalım, Allah'ın huzurunda olduğumuzu hiçbir zaman unutmayalım. Ayartılanlar için tek emin yer Allah'ın yanıdır. Allah bizim af dilememizdense temiz kalmamızı tercih eder. Zira günah, kendimize ve başkalarına aynı şekilde davranma becerimizi kalıcı olarak değiştirir. Yusuf dürüstlüğünden dolayı sıkıntı çekti, zira onu ayartan kişi, Potifar'ın güzel karısı, tecavüzle suçlayarak ondan intikam aldı. Tabii ki suçsuzdu, fakat yine de hapse atıldı. Potifar karısının Yusuf'a yöneltmiş olduğu suçlamaya inansaydı genç İbrani idam edilirdi, ancak Yusuf'un güçlü karakter modeli ve örnek davranışları suçsuzluğunun kanıtıydı. Zindancılar Yusuf'a başlangıçta çok sert davrandılar. Davut peygamber, Mezmurlar'da Yusuf hakkında şöyle yazdı: “Zincir vurup incittiler ayaklarını, Demir halka geçirdiler boynuna, Söyledikleri gerçekleşinceye dek, RAB'bin sözü onu sınadı” (Mezmur 105: 18, 19). Yusuf haksız yere suçlandıktan sonra, hapiste, zindancıların işkenceleri altında – onun ruhunu ne acı, ne de zevk satın alamazdı – Allah'a sadık kalmaya karar verdi. Yusuf yavaş yavaş zindancıbaşının güvenini kazandı ve sonunda tüm tutukluların sorumluluğu kendisine teslim edildi. Yusuf ne acının ne de zevkin, kendisini Allah'a ve O'nun yasalarına sadık kalmak için kendi kendisine verdiği sözden saptırmasına izin vermedi. Bunun için alışkanlıklarınızı eğitmeli, gözlerinizi, kulaklarınızı ve kalbinizi alıştırmalısınız – neyin doğru olduğunu size tam olarak bildiren içinizdeki küçük sese güvenmelisiniz. Bir gün yaşlı bir adamla torunu Boğaziçi'nde yelkenlileri izliyorlarmış. Çocuk, “Dedeciğim, iki rüzgâr mı var?” demiş, “Nasıl oluyor da bazı yelkenliler rüzgârla Boğaz'dan yukarı doğru giderken, diğerleri Boğaz'dan aşağı doğru gidiyor?” Dedesi çocuğu şefkatle düzeltmiş: “Oğlum, teknenin yönünü belirleyen rüzgâr değil, yelkenin düzenidir.” Çok benzer bir şekilde, bizim kaderimizi belirleyen de iyi veya kötü koşullar değil, bizim bu koşullarda ne yapmayı seçtiğimizdir. İyi insanların başına kötü şeyler gelebilir. Allah'ın yardımıyla, adaletsizliğin ortasında bağışlayabiliriz, sahtekârlığın ortasında dürüstlüğü seçebiliriz. Siz yelkeninizi nereye doğru açacaksınız?