×

Wir verwenden Cookies, um LingQ zu verbessern. Mit dem Besuch der Seite erklärst du dich einverstanden mit unseren Cookie-Richtlinien.


image

Barış Özcan 2020, Bu farenin %4’ü insan!

Bu farenin %4’ü insan!

Tarih boyunca farklı kültürlerde anlatılan hikayelerde ilginç bir şekilde ortak bir motife rastlarız: insan-hayvan hibridleri. Üst tarafı insan, alt tarafı at olan sentorlar, yarı insan yarı keçi satirler, yarı insan yarı kuş sirenler, şirinler, yarı insan yarı aslan sfenksler, bu liste uzayıp gider. İnsan hayvan karışımlarına bazı kültürlerde o kadar önem verilir ki tanrı statüsüne yükseltilir: şahin kafalı horus, fil kafalı ganesha, kuş kafalı tengu. Tam olarak bu saydığım örneklerle aynı olmasa da bizdeki bozkurt destanında da kurt ve insan birlikteliğinden söz edilir.

Binlerce yıllık sözlü tarihte yüzlerce farklı kültürde anlatılan bu hikayelerde neredeyse tüm hayvanların bir insanla karışımından oluşan kimerik türler vardır. Tarihin en eski yazılı destanı Gılgamış'ta akrep insanlardan oluşan bir halkı bile buluruz. Hayal gücümüz bizi bir akreple bile birleştirmeyi uygun görmüştür. Ama bir hayvan var ki hiçbir hikayede onun insanla karıştığını göremezsiniz: farelerden söz ediyorum. Fare-insan diye bir hikaye kahramanı yoktur. Bırakın efsaneleri, mitolojileri, modern çağda kaleme alınan bilim kurgu hikayelerinde bile insan hayvan karışımları içerisinde fare-insana rastlayamayız.

Bu tür romanların en ünlüsü hiç şüphesiz H. G. Wells'in kaleme aldığı Dr. Moreau'nun Adası. Pasifik okyanusunun ortasındaki ıssız bir adada hayvanlarla insanları birleştirmek için korkunç deneyler yapan çılgın bir doktorun bu hikayesinde çeşit çeşit hibridler, puma kadınlar, çakal adamlar, daha başka kimerik türler vardır. Ama fare insanlar yoktur. Hayal gücümüzde bir türlü yan yana getiremediğimiz bu iki canlıyı, son yıllarda gerçek dünyada gerçek bilim insanları buluşturmaya çalışıyor. Bugüne kadar bu konuda yapılan en ileri seviye deneyin sonuçları geçtiğimiz hafta yayımlandı.

New York Eyalet Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, insan kök hücrelerini bir fare embriyosuyla birleştirdiler. Bu yüksek çözünürlüklü fotoğrafta 17 günlük fare embriyosunu görüyorsunuz. Mavi hücreler fareye ait. Yeşil hücrelerse insana. İnsana ait bu yeşil alanların çoğunda kırmızı kan hücreleri var. Araştırmacılar bu embriyo henüz 3,5 günlükken 10-12 grup saf kök hücreyi enjekte etmişler. İki hafta içerisinde fare embriyosu aralarında kırmızı kan hücresi, göz hücresi ve karaciğer hücresi de olmak üzere milyonlarca insan hücresi üretmiş. Araştırmayı yürüten profesör Feng embriyodaki hücrelerin %4'ünün insan hücresi olduğunu söylüyor. Aslında bu da en düşük ihtimalli tahmin. Dr. Feng olgun insan kırmızı kan hücrelerinin çekirdeği olmadığı için, toplam hücre sayısını ölçmek için kullandıkları yöntemle sayılmadığını ifade ediyor.

Bu fotoğraftaki yeşil alanlar da fare embriyosundaki insan gözü hücreleri. Gözümüzdeki hücreler ana rahmindeki insan embriyosunda oldukça geç bir aşamada oluşur. Oysa bu deneyde araştırmacıların kullandıkları yeni bir teknik sayesinde fare embriyosunun içerisinde çok daha hızlı oluşmaları sağlanmış. Normalde insan embriyosunda 8 hafta süren kırmızı kan hücrelerinin oluşumu ve aylar süren göz hücrelerinin oluşumu, fare embriyosunda günler içerisinde gerçekleşmiş.

Bu tür denemeler ilk kez yapılmıyor. Geçmişte farelerle domuzları birleştirme denemesi yapıldı, başarısızlıkla sonuçlandı. 2017'de domuz embriyosuna insan hücresi enjekte edildi ve 150 başarılı embriyo geliştirildi. Ancak bu domuz embriyolarındaki 10000 hücreden biri insan hücresiydi. Yani karışım oranı 10000'de birdi. Farelerle yapılan daha önceki denemelerde bu oran 1000'de bire kadar yükseltildi. Geçen hafta sonuçları açıklanan deneyde bu oran 40 kat daha arttırılarak %4'e çıkarıldı. Peki bu ne anlama geliyor? Neden bu tür denemeler yapılıyor? Talep olduğu için. Mitolojik hikayelerde binlerce yıldır anlatılan hayvan-insan hibritleri belki de sadece hayal gücümüzün zenginliğini göstermiyordur. Ortak bilinçaltımız bu tür yaratıklara ihtiyaç duyabileceğimizi düşünüyor olabilir mi? Bilemeyiz. Bildiğimiz şey insanların dokuya, organa ihtiyacı olduğu. Tarihte bunları naklederek tedavi sağlamak mümkün değildi. Modern tıp sayesinde artık organ nakli, doku nakli mümkün hale geldi. Fakat nakledilebilecek yeterli sayıda organ yok. Şu anda dünyada kendisine organ nakli yapılması için bekleyen hasta sayısı, böyle bir nakil için bulunabilen organların sayısından 4-5 kat daha fazla. Böbrek nakli için ortalama bekleme süresi 3 yıl civarında. Üstelik nakilden sonra vücudun bu organı kabul etmeme ihtimali de var. O yüzden bilim insanları neredeyse 30 yıldır ihtiyaç duyulan bu organları laboratuvar ortamında üretmenin yollarını arıyorlar. Bu yollardan biri de hayvanları inkübatör olarak kullanmak. Biyolog Janet Rossant, bir insan böbreğini domuzun içerisinde 5 ay gibi kısa bir sürede hazır hale getirmenin teorik olarak mümkün olduğunu söylüyor. Çünkü fare ve domuz gibi hayvanlarla insanların genetik kodları arasında çok az bir fark var.

Bir insanın genetik kodunu bastırdığınızda 175 ciltlik, 262.000 sayfalık bir ansiklopedi ortaya çıkıyor. Satırlarında AAG, AAT, ATA gibi 3 milyar civarında kelime olan bir kitap bu. İşte bu kelimeler bizim gözümüzün rengini, saçımızın şeklini tanımlıyor. Diğer hayvanların da genetik kodunu böyle cilt cilt bastırdığımızda ne görüyoruz biliyor musunuz? Mesela şempanzelerin genetik ansiklopedisindeki 175 cildin 168 tanesi insanınkiyle kelimesi kelimesine aynı. Farelerle %85 aynı genetik kodu paylaşıyoruz. O yüzden genellikle bu hayvanlar üzerinde denemeler yapılıyor.

Bunların bazıları skandallarla sonuçlanıyor. Geçen yüzyılın başlarında Dr. Moreau'nun Adası yayınlandıktan kısa bir süre sonra Rusya'da gerçek bir doktor çılgın denemeler yapmaya başladı. Kızıl Frankenstein lakaplı Ilia Ivanov insan-maymun hibriti elde etmeyi denedi. Bir insan rahmini Nora adlı şempanzeye nakletti, ancak Nora fazla yaşamadı. Bu başarısız denemenin ardından 5 kadını böyle bir hibriti karnında taşımak üzere ikna etti. Fakat bu kez de Tarzan lakaplı baba şempanze plan işleme konulmak üzereyken beyin kanaması geçirdi. Bu denemeleri duyanların şikayetleri üzerine Ivanov 1930'da tutuklanarak Kazakistan'a sürgüne gönderildi. Demek ki insanlar kendi folklörleri dışında bu tür hibrid canlıları gerçek dünyada görmek istemiyor. Şu anda yapılan denemeleri siz duyduğunuzda neler hissettiniz? Büyük bir ihtimalle mide bulandırıcı, iğrenç olarak gördünüz öyle değil mi? İşte dünyanın her yerinde bu tür deneyler yasal ve etik tartışmalara yol açıyor.

Fare embriyosuna enjekte edilen insan kök hücrelerinden böbrek ya da göz hücreleri oluşturulduğunu söylemiştim. Peki bunlar değil de insan beyninin hücreleri bu embriyoda gelişirse ne olur? Bir hayvanın vücuduna hapsolmuş insan aklı mı elde ederiz? Bu hücreler tüm beyin fonksiyonlarını olmasa bile bir kısmını yerine getirebilir mi? Bu şekilde Alzheimer gibi hastalıklar tedavi edilebilir mi? Bir tarafta tedavi ihtimali, diğer tarafta korkutucu sonuçlar…

2009 yapımı Splice filminde tam da böyle denemeler yapan bir çiftin hikayesini izlemiştik.

Hayvan bedenine hapsolmuş insan aklı senaryosunun oluşmaması için bazı önlemlerin alınabileceğini söylüyor araştırmacılar. Embriyo gelişiminin sadece belli aşamalarında insan hücrelerinin enjekte edilmesi gibi önlemler bunlar. Peki ya bu tür önlemler alınmazsa ya da aksilikler çıkarsa ne olur? Bunun önüne geçebilmek için pek çok ülkede yasal olarak böyle bir duruma izin verilmiyor. Ama dünyada gri alanların olduğu pek çok bölge de var.

Daha birkaç ay önce, Aralık 2019'da Çin'de tam 4000 domuz embriyosuna maymun kök hücresi enjekte edildi ve gebelik süresi boyunca hiç müdehale edilmedi. Bu embriyolardan iki tanesinin doğumu gerçekleşti. %99'u domuz %1'i maymun olan bu iki yavru bir hafta içerisinde öldü. Ama ta 1984'te keçi ve koyun hibridi kimetik bir tür yetişkinlik çağına kadar yaşatılabilmişti. Ya %1'i maymun olan domuzlar da yaşasaydı ne olurdu? Ya da gelecekte %1'i insan olan domuzlar elde edilirse Güney Çin'de doğmuş ve genetik bozukluğa sahip bu yavru gibi bir şey mi ortaya çıkar? Belli ki bu konudaki denemeler devam ettikçe başarı oranı da artacak. Burada gördüğünüz organlar CRISPR tekniğiyle genetik olarak değiştirilmiş domuz akciğeri. İçinden geçen insan kanını temizliyor. Deneyi gerçekleştiren Dr. Lars Burdorf genetik modifikasyon yapılarak insan kanını reddetmesi engellenen bu organların herhangi bir hayvana ya da insana nakledilebileceğini söylüyor.

Geçen hafta açıklanan ve %4'ü insan hücresinden oluşan fare embriyosu deneyini yapan Doktor Feng de genetik olarak değiştirmek yerine doğrudan hayvanların içinde insan dokusu ve organı üretilebileceğini ifade ediyor: “Bu fikirler şu aşamada biraz korkutucu gelebilir” diyor “ama uçak ilk kez icat edildiğinde de böyleydi. Eğer toplum uçakları kullanmanın korkunç bir fikir olduğuna karar verseydi, bugün pek çok şeyi yapamazdık” diye ekliyor. İnsan hücreleri eklenmiş hayvanlarla ilgili olasılıklar da böyle. Birkaç kaza yaşanabilir ama pek çok insanın hayatını da kurtarabilir. Mesela şu anda COVID 19'la ilgili araştırmalar bu tür hibrid hayvanlar üzerinde yapılabilir. Yine de kendi yaptıkları %4'ü insan hücresi olan embriyoyu sadece 17 gün yaşattıktan sonra deneye kontrollü bir biçimde son verilmiş. Bunun sebebi yasal ve etik kaygılardan başka bir şey değil. Yine de “peki ya?” sorusu ister istemez insanın aklına geliyor. Peki ya bu deneye son vermeyip devam etselerdi ne olurdu? Bugüne kadar içine en büyük oranda insan hücresi enjekte edilmiş bu embriyo dünyaya gelseydi… Mesela konuşabilen bir fare doğabilir miydi?

Tarih boyunca hemen tüm kültürlerde anlatılan insan-hayvan hibritlerinin bazı durumlarda tanrı statüsüne yükseltilmesinin sebebi, bu canlıların, bu kimerik türlerin bizi koruyabileceği düşüncesi olabilir mi? Belki de buna ihtiyacımız var? Belki de bu fikri içten içe seviyoruz…

Bu farenin %4’ü insan! Vier Prozent dieser Ratte sind Menschen! 4% of this rat is human! Quatro por cento deste rato é humano! Четыре процента этой крысы - люди!

Tarih boyunca farklı kültürlerde anlatılan hikayelerde ilginç bir şekilde ortak bir motife rastlarız: insan-hayvan hibridleri. Interessanterweise haben die Geschichten, die in verschiedenen Kulturen im Laufe der Geschichte erzählt werden, ein gemeinsames Motiv: Mensch-Tier-Hybriden. Üst tarafı insan, alt tarafı at olan sentorlar, yarı insan yarı keçi satirler, yarı insan yarı kuş sirenler, şirinler, yarı insan yarı aslan sfenksler, bu liste uzayıp gider. Kentauren mit einer menschlichen Oberseite und einer Pferdeunterseite, Satyrn, die halb Mensch und halb Ziege sind, Sirenen, die halb Mensch und halb Vogel sind, Schlümpfe, Sphinxe, die halb Mensch und halb Löwe sind - die Liste ließe sich beliebig fortsetzen. İnsan hayvan karışımlarına bazı kültürlerde o kadar önem verilir ki tanrı statüsüne yükseltilir: şahin kafalı horus, fil kafalı ganesha, kuş kafalı tengu. In manchen Kulturen werden Mensch-Tier-Mischwesen so wichtig genommen, dass sie in den Rang von Göttern erhoben werden: Horus mit einem Falkenkopf, Ganesha mit einem Elefantenkopf, Tengu mit einem Vogelkopf. Mixtures of human animals are so important in some cultures that they are elevated to god status: hawk-headed horus, elephant-headed ganesha, bird-headed tengu. Tam olarak bu saydığım örneklerle aynı olmasa da bizdeki bozkurt destanında da kurt ve insan birlikteliğinden söz edilir. Obwohl es nicht genau dasselbe ist wie diese Beispiele, wird die Vereinigung von Wolf und Mensch auch in unserem Bozkurt-Epos erwähnt.

Binlerce yıllık sözlü tarihte yüzlerce farklı kültürde anlatılan bu hikayelerde neredeyse tüm hayvanların bir insanla karışımından oluşan kimerik türler vardır. In diesen Geschichten, die in Hunderten von verschiedenen Kulturen in Tausenden von Jahren mündlicher Überlieferung erzählt wurden, gibt es chimäre Spezies, die aus einer Mischung aus fast allen Tieren und einem Menschen bestehen. In these stories, which are told in hundreds of different cultures in thousands of years of oral history, there are chimeric species consisting of a mixture of almost all animals and a human. Tarihin en eski yazılı destanı Gılgamış'ta akrep insanlardan oluşan bir halkı bile buluruz. In Gilgamesch, dem ältesten schriftlichen Epos der Geschichte, finden wir sogar ein Volk von Skorpionmenschen. Hayal gücümüz bizi bir akreple bile birleştirmeyi uygun görmüştür. Unsere Vorstellungskraft hat es für richtig gehalten, uns sogar mit einem Skorpion zu vereinen. Our imagination has seen fit to unite us even with a scorpion. Ama bir hayvan var ki hiçbir hikayede onun insanla karıştığını göremezsiniz: farelerden söz ediyorum. Aber es gibt ein Tier, das man in keiner Geschichte mit dem Menschen vermischt sieht: Ratten. Fare-insan diye bir hikaye kahramanı yoktur. Bırakın efsaneleri, mitolojileri, modern çağda kaleme alınan bilim kurgu hikayelerinde bile insan hayvan karışımları içerisinde fare-insana rastlayamayız. Schon gar nicht in Legenden und Mythologien, nicht einmal in Science-Fiction-Geschichten der Neuzeit, finden wir Mäuse-Menschen in Mensch-Tier-Mischungen.

Bu tür romanların en ünlüsü hiç şüphesiz H. G. Wells'in kaleme aldığı Dr. Moreau'nun Adası. Pasifik okyanusunun ortasındaki ıssız bir adada hayvanlarla insanları birleştirmek için korkunç deneyler yapan çılgın bir doktorun bu hikayesinde çeşit çeşit hibridler, puma kadınlar, çakal adamlar, daha başka kimerik türler vardır. Ama fare insanlar yoktur. Hayal gücümüzde bir türlü yan yana getiremediğimiz bu iki canlıyı, son yıllarda gerçek dünyada gerçek bilim insanları buluşturmaya çalışıyor. In den letzten Jahren haben echte Wissenschaftler versucht, diese beiden Kreaturen, die wir in unserer Vorstellung nicht zusammenbringen können, in der realen Welt zusammenzubringen. In recent years, real scientists have been trying to bring together these two creatures, which we cannot bring together in our imagination, in the real world. Bugüne kadar bu konuda yapılan en ileri seviye deneyin sonuçları geçtiğimiz hafta yayımlandı. Die Ergebnisse des bisher fortschrittlichsten Experiments zu diesem Thema wurden letzte Woche veröffentlicht.

New York Eyalet Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, insan kök hücrelerini bir fare embriyosuyla birleştirdiler. Forscher an der State University of New York kombinierten menschliche Stammzellen mit einem Mausembryo. Bu yüksek çözünürlüklü fotoğrafta 17 günlük fare embriyosunu görüyorsunuz. Mavi hücreler fareye ait. Yeşil hücrelerse insana. Grüne Zellen sind für den Menschen. İnsana ait bu yeşil alanların çoğunda kırmızı kan hücreleri var. Araştırmacılar bu embriyo henüz 3,5 günlükken 10-12 grup saf kök hücreyi enjekte etmişler. İki hafta içerisinde fare embriyosu aralarında kırmızı kan hücresi, göz hücresi ve karaciğer hücresi de olmak üzere milyonlarca insan hücresi üretmiş. Araştırmayı yürüten profesör Feng embriyodaki hücrelerin %4'ünün insan hücresi olduğunu söylüyor. Professor Feng, der die Forschung durchgeführt hat, sagt, dass 4 Prozent der Zellen im Embryo menschliche Zellen sind. Professor Feng, who led the research, says that 4% of the cells in the embryo are human cells. Aslında bu da en düşük ihtimalli tahmin. Eigentlich ist das die unwahrscheinlichste Vermutung. Actually, this is the least likely guess. Dr. Feng olgun insan kırmızı kan hücrelerinin çekirdeği olmadığı için, toplam hücre sayısını ölçmek için kullandıkları yöntemle sayılmadığını ifade ediyor. Dr. Feng erklärt, dass reife menschliche rote Blutkörperchen keine Zellkerne haben und daher bei der Methode, mit der die Gesamtzahl der Zellen gemessen wird, nicht gezählt werden.

Bu fotoğraftaki yeşil alanlar da fare embriyosundaki insan gözü hücreleri. Gözümüzdeki hücreler ana rahmindeki insan embriyosunda oldukça geç bir aşamada oluşur. Die Zellen in unseren Augen werden in einem sehr späten Stadium des menschlichen Embryos im Mutterleib gebildet. Oysa bu deneyde araştırmacıların kullandıkları yeni bir teknik sayesinde fare embriyosunun içerisinde çok daha hızlı oluşmaları sağlanmış. Normalde insan embriyosunda 8 hafta süren kırmızı kan hücrelerinin oluşumu ve aylar süren göz hücrelerinin oluşumu, fare embriyosunda günler içerisinde gerçekleşmiş. Die Bildung roter Blutkörperchen, die bei menschlichen Embryonen normalerweise 8 Wochen dauert, und die Bildung von Augenzellen, die normalerweise Monate dauert, fand bei Mäuseembryonen innerhalb weniger Tage statt.

Bu tür denemeler ilk kez yapılmıyor. Dies ist nicht das erste Mal, dass solche Versuche unternommen werden. Such attempts are not made for the first time. Geçmişte farelerle domuzları birleştirme denemesi yapıldı, başarısızlıkla sonuçlandı. In der Vergangenheit wurden bereits Versuche unternommen, Mäuse und Schweine zu kreuzen, die jedoch scheiterten. 2017'de domuz embriyosuna insan hücresi enjekte edildi ve 150 başarılı embriyo geliştirildi. Im Jahr 2017 wurden menschliche Zellen in Schweineembryonen injiziert, und es wurden 150 erfolgreiche Embryonen entwickelt. Ancak bu domuz embriyolarındaki 10000 hücreden biri insan hücresiydi. Aber eine von 10.000 Zellen in diesen Schweineembryonen war eine menschliche Zelle. But one out of 10,000 cells in these pig embryos was a human cell. Yani karışım oranı 10000'de birdi. Das Mischungsverhältnis war also eins zu 10.000. Farelerle yapılan daha önceki denemelerde bu oran 1000'de bire kadar yükseltildi. In früheren Versuchen mit Mäusen wurde dieses Verhältnis auf eins zu 1000 erhöht. Geçen hafta sonuçları açıklanan deneyde bu oran 40 kat daha arttırılarak %4'e çıkarıldı. In the experiment, the results of which were announced last week, this rate was increased 40 times to 4%. Peki bu ne anlama geliyor? Well what does it mean? Neden bu tür denemeler yapılıyor? Why are such experiments being done? Talep olduğu için. Weil es eine Nachfrage gibt. Mitolojik hikayelerde binlerce yıldır anlatılan hayvan-insan hibritleri belki de sadece hayal gücümüzün zenginliğini göstermiyordur. Vielleicht zeigen die seit Jahrtausenden in mythologischen Geschichten beschriebenen Tier-Mensch-Hybride nicht nur den Reichtum unserer Phantasie. Ortak bilinçaltımız bu tür yaratıklara ihtiyaç duyabileceğimizi düşünüyor olabilir mi? Könnte es sein, dass unser kollektives Unterbewusstsein denkt, wir bräuchten solche Wesen? Bilemeyiz. Bildiğimiz şey insanların dokuya, organa ihtiyacı olduğu. Wir wissen, dass Menschen Gewebe und Organe brauchen. What we do know is that people need tissues, organs. Tarihte bunları naklederek tedavi sağlamak mümkün değildi. In der Vergangenheit war es nicht möglich, sie durch Transplantation zu behandeln. In the past, it was not possible to provide treatment by transplanting them. Modern tıp sayesinde artık organ nakli, doku nakli mümkün hale geldi. Dank der modernen Medizin sind Organtransplantationen und Gewebetransplantationen möglich geworden. Fakat nakledilebilecek yeterli sayıda organ yok. Aber es gibt nicht genug Organe für eine Transplantation. But there are not enough organs to be transplanted. Şu anda dünyada kendisine organ nakli yapılması için bekleyen hasta sayısı, böyle bir nakil için bulunabilen organların sayısından 4-5 kat daha fazla. Currently, the number of patients waiting for an organ transplant in the world is 4-5 times more than the number of organs available for such a transplant. Böbrek nakli için ortalama bekleme süresi 3 yıl civarında. Üstelik nakilden sonra vücudun bu organı kabul etmeme ihtimali de var. O yüzden bilim insanları neredeyse 30 yıldır ihtiyaç duyulan bu organları laboratuvar ortamında üretmenin yollarını arıyorlar. Daher suchen Wissenschaftler seit fast 30 Jahren nach Möglichkeiten, diese Organe im Labor herzustellen. Bu yollardan biri de hayvanları inkübatör olarak kullanmak. Eine Möglichkeit besteht darin, Tiere als Inkubatoren zu verwenden. Biyolog Janet Rossant, bir insan böbreğini domuzun içerisinde 5 ay gibi kısa bir sürede hazır hale getirmenin teorik olarak mümkün olduğunu söylüyor. Biologist Janet Rossant says it is theoretically possible to have a human kidney ready in a pig in as little as 5 months. Çünkü fare ve domuz gibi hayvanlarla insanların genetik kodları arasında çok az bir fark var. Denn die genetischen Codes von Tieren wie Mäusen und Schweinen unterscheiden sich nur wenig von denen des Menschen.

Bir insanın genetik kodunu bastırdığınızda 175 ciltlik, 262.000 sayfalık bir ansiklopedi ortaya çıkıyor. Wenn man den genetischen Code eines Menschen ausdruckt, erhält man eine 175-bändige, 262.000 Seiten starke Enzyklopädie. When you print a person's genetic code, a 175-volume, 262,000-page encyclopedia emerges. Satırlarında AAG, AAT, ATA gibi 3 milyar civarında kelime olan bir kitap bu. Dieses Buch enthält rund 3 Milliarden Wörter wie AAG, AAT, ATA in seinen Zeilen. This is a book with around 3 billion words such as AAG, AAT, ATA in its lines. İşte bu kelimeler bizim gözümüzün rengini, saçımızın şeklini tanımlıyor. Diese Wörter bestimmen die Farbe unserer Augen und die Form unserer Haare. Diğer hayvanların da genetik kodunu böyle cilt cilt bastırdığımızda ne görüyoruz biliyor musunuz? Wissen Sie, was wir sehen, wenn wir den genetischen Code von anderen Tieren Haut für Haut ausdrucken? Do you know what we see when we suppress the genetic code of other animals skin by skin like this? Mesela şempanzelerin genetik ansiklopedisindeki 175 cildin 168 tanesi insanınkiyle kelimesi kelimesine aynı. So sind beispielsweise 168 der 175 Bände der genetischen Enzyklopädie der Schimpansen genau dieselben wie die der Menschen. Farelerle %85 aynı genetik kodu paylaşıyoruz. O yüzden genellikle bu hayvanlar üzerinde denemeler yapılıyor. Deshalb werden an diesen Tieren in der Regel Versuche durchgeführt.

Bunların bazıları skandallarla sonuçlanıyor. Einige davon führen zu Skandalen. Geçen yüzyılın başlarında Dr. Moreau'nun Adası yayınlandıktan kısa bir süre sonra Rusya'da gerçek bir doktor çılgın denemeler yapmaya başladı. Kurz nach der Veröffentlichung von Dr. Moreaus Insel zu Beginn des letzten Jahrhunderts begann ein echter Arzt in Russland, verrückte Experimente durchzuführen. Kızıl Frankenstein lakaplı Ilia Ivanov insan-maymun hibriti elde etmeyi denedi. Ilia Ivanov, der den Spitznamen Roter Frankenstein trug, versuchte, einen Mensch-Affen-Hybriden zu schaffen. Bir insan rahmini Nora adlı şempanzeye nakletti, ancak Nora fazla yaşamadı. Er transplantierte eine menschliche Gebärmutter in eine Schimpansin namens Nora, die jedoch nicht lange lebte. A human transplanted his womb into a chimpanzee named Nora, but Nora did not live long. Bu başarısız denemenin ardından 5 kadını böyle bir hibriti karnında taşımak üzere ikna etti. Nach diesem gescheiterten Versuch überredete er 5 Frauen, einen solchen Hybriden im Mutterleib zu tragen. After this unsuccessful attempt, he convinced 5 women to carry such a hybrid in their bellies. Fakat bu kez de Tarzan lakaplı baba şempanze plan işleme konulmak üzereyken beyin kanaması geçirdi. Doch dieses Mal erlitt der Schimpansenvater, der den Spitznamen Tarzan trägt, eine Hirnblutung, als der Plan gerade in die Tat umgesetzt werden sollte. But this time, the father chimpanzee, nicknamed Tarzan, suffered a cerebral hemorrhage just as the plan was about to be put into action. Bu denemeleri duyanların şikayetleri üzerine Ivanov 1930'da tutuklanarak Kazakistan'a sürgüne gönderildi. Nach Beschwerden derjenigen, die von diesen Experimenten hörten, wurde Iwanow 1930 verhaftet und ins Exil nach Kasachstan geschickt. Demek ki insanlar kendi folklörleri dışında bu tür hibrid canlıları gerçek dünyada görmek istemiyor. Das bedeutet, dass die Menschen solche hybriden Kreaturen in der realen Welt nicht sehen wollen, außer in ihrer Folklore. This means that people do not want to see such hybrid creatures in the real world, except in their own folklore. Şu anda yapılan denemeleri siz duyduğunuzda neler hissettiniz? Büyük bir ihtimalle mide bulandırıcı, iğrenç olarak gördünüz öyle değil mi? İşte dünyanın her yerinde bu tür deneyler yasal ve etik tartışmalara yol açıyor. All over the world, such experiments lead to legal and ethical debates.

Fare embriyosuna enjekte edilen insan kök hücrelerinden böbrek ya da göz hücreleri oluşturulduğunu söylemiştim. I said that kidney or eye cells are created from human stem cells injected into mouse embryos. Peki bunlar değil de insan beyninin hücreleri bu embriyoda gelişirse ne olur? Bir hayvanın vücuduna hapsolmuş insan aklı mı elde ederiz? Bu hücreler tüm beyin fonksiyonlarını olmasa bile bir kısmını yerine getirebilir mi? Can these cells perform some, if not all, brain functions? Bu şekilde Alzheimer gibi hastalıklar tedavi edilebilir mi? Bir tarafta tedavi ihtimali, diğer tarafta korkutucu sonuçlar…

2009 yapımı Splice filminde tam da böyle denemeler yapan bir çiftin hikayesini izlemiştik. In dem Film Splice aus dem Jahr 2009 sehen wir die Geschichte eines Paares, das genau solche Experimente durchführt. In the 2009 movie Splice, we watched the story of a couple who made such experiments.

Hayvan bedenine hapsolmuş insan aklı senaryosunun oluşmaması için bazı önlemlerin alınabileceğini söylüyor araştırmacılar. Die Forscher sagen, dass einige Vorkehrungen getroffen werden können, um das Szenario eines menschlichen Geistes, der in einem tierischen Körper gefangen ist, zu verhindern. Embriyo gelişiminin sadece belli aşamalarında insan hücrelerinin enjekte edilmesi gibi önlemler bunlar. These are measures such as injecting human cells only at certain stages of embryo development. Peki ya bu tür önlemler alınmazsa ya da aksilikler çıkarsa ne olur? Doch was passiert, wenn solche Maßnahmen nicht ergriffen werden oder Pannen auftreten? Bunun önüne geçebilmek için pek çok ülkede yasal olarak böyle bir duruma izin verilmiyor. Ama dünyada gri alanların olduğu pek çok bölge de var.

Daha birkaç ay önce, Aralık 2019'da Çin'de tam 4000 domuz embriyosuna maymun kök hücresi enjekte edildi ve gebelik süresi boyunca hiç müdehale edilmedi. Erst vor wenigen Monaten, im Dezember 2019, wurden in China 4.000 Schweineembryonen ohne jeglichen Eingriff während der Trächtigkeit mit Affenstammzellen injiziert. Bu embriyolardan iki tanesinin doğumu gerçekleşti. %99'u domuz %1'i maymun olan bu iki yavru bir hafta içerisinde öldü. Die beiden Ferkel, die zu 99 % aus Schweinen und zu 1 % aus Affen bestanden, starben innerhalb einer Woche. Ama ta 1984'te keçi ve koyun hibridi kimetik bir tür yetişkinlik çağına kadar yaşatılabilmişti. Ya %1'i maymun olan domuzlar da yaşasaydı ne olurdu? What if pigs, 1% of whom are monkeys, also lived? Ya da gelecekte %1'i insan olan domuzlar elde edilirse Güney Çin'de doğmuş ve genetik bozukluğa sahip bu yavru gibi bir şey mi ortaya çıkar? Or if 1% human pigs are obtained in the future, will something like this pup born in Southern China with the genetic defect emerge? Belli ki bu konudaki denemeler devam ettikçe başarı oranı da artacak. Burada gördüğünüz organlar CRISPR tekniğiyle genetik olarak değiştirilmiş domuz akciğeri. Bei den Organen, die Sie hier sehen, handelt es sich um Schweinelungen, die mit der CRISPR-Technik genetisch verändert wurden. The organs you see here are pig lungs genetically modified with CRISPR technique. İçinden geçen insan kanını temizliyor. It cleans the human blood that passes through it. Deneyi gerçekleştiren Dr. Lars Burdorf genetik modifikasyon yapılarak insan kanını reddetmesi engellenen bu organların herhangi bir hayvana ya da insana nakledilebileceğini söylüyor. Dr. Lars Burdorf, der das Experiment durchgeführt hat, sagt, dass diese Organe, die durch eine genetische Veränderung daran gehindert werden, menschliches Blut abzustoßen, in jedes Tier oder jeden Menschen transplantiert werden können. The experimenter, Dr. Lars Burdorf says that these organs, which are prevented from rejecting human blood by genetic modification, can be transplanted into any animal or human.

Geçen hafta açıklanan ve %4'ü insan hücresinden oluşan fare embriyosu deneyini yapan Doktor Feng de genetik olarak değiştirmek yerine doğrudan hayvanların içinde insan dokusu ve organı üretilebileceğini ifade ediyor: “Bu fikirler şu aşamada biraz korkutucu gelebilir” diyor “ama uçak ilk kez icat edildiğinde de böyleydi. Dr. Feng, der das letzte Woche bekannt gegebene Experiment mit Mäuseembryonen durchgeführt hat, bei dem 4 % der Embryonen aus menschlichen Zellen bestanden, sagt, dass menschliches Gewebe und menschliche Organe direkt im Inneren von Tieren erzeugt werden können, anstatt sie genetisch zu verändern: "Diese Ideen mögen in diesem Stadium ein wenig beängstigend klingen", sagt er, "aber so war es auch, als das Flugzeug erfunden wurde. Eğer toplum uçakları kullanmanın korkunç bir fikir olduğuna karar verseydi, bugün pek çok şeyi yapamazdık” diye ekliyor. He adds, "We wouldn't be able to do many things today if society had decided that using airplanes was a terrible idea." İnsan hücreleri eklenmiş hayvanlarla ilgili olasılıklar da böyle. Dies sind die Möglichkeiten für Tiere mit menschlichen Zellen. Such are the possibilities for animals with human cells added. Birkaç kaza yaşanabilir ama pek çok insanın hayatını da kurtarabilir. Es mag ein paar Unfälle geben, aber es kann viele Leben retten. Mesela şu anda COVID 19'la ilgili araştırmalar bu tür hibrid hayvanlar üzerinde yapılabilir. For example, currently research on COVID 19 can be done on such hybrid animals. Yine de kendi yaptıkları %4'ü insan hücresi olan embriyoyu sadece 17 gün yaşattıktan sonra deneye kontrollü bir biçimde son verilmiş. Bunun sebebi yasal ve etik kaygılardan başka bir şey değil. Der Grund dafür sind ausschließlich rechtliche und ethische Bedenken. The reason for this is nothing but legal and ethical concerns. Yine de “peki ya?” sorusu ister istemez insanın aklına geliyor. Peki ya bu deneye son vermeyip devam etselerdi ne olurdu? What if they didn't stop this experiment and continue? Bugüne kadar içine en büyük oranda insan hücresi enjekte edilmiş bu embriyo dünyaya gelseydi… Mesela konuşabilen bir fare doğabilir miydi? Wenn dieser Embryo, dem der bisher größte Anteil menschlicher Zellen injiziert wurde, geboren worden wäre... Hätte zum Beispiel eine sprechende Maus geboren werden können?

Tarih boyunca hemen tüm kültürlerde anlatılan insan-hayvan hibritlerinin bazı durumlarda tanrı statüsüne yükseltilmesinin sebebi, bu canlıların, bu kimerik türlerin bizi koruyabileceği düşüncesi olabilir mi? Könnte es sein, dass der Grund, warum Mensch-Tier-Hybriden, die in fast allen Kulturen im Laufe der Geschichte beschrieben werden, manchmal in den Status von Göttern erhoben werden, die Vorstellung ist, dass diese Kreaturen, diese chimärenartigen Arten, uns beschützen können? Belki de buna ihtiyacımız var? Belki de bu fikri içten içe seviyoruz… Maybe we love this idea deep down…