Iğdırlı Onbaşı Hasan
Hasan from Iğdır|Corporal|Hasan from Iğdır
Gefreiter Hasan aus Igdir
Δεκανέας Hasan από το Igdir
Corporal Hasan from Igdir
Cabo Hasan de Igdir
Caporal Hasan d'Igdir
イグディールのハサン伍長
Kapral Hasan z Igdir
Cabo Hasan de Igdir
Капрал Хасан из Игдыра
Korpral Hasan från Igdir
Капрал Хасан з Ігдіра
哈桑下士
Mevki Kudüs sevgili seyirciler.
Location|Jerusalem||
Jerusalem, dear viewers.
Jerusalém, caros espectadores.
Иерусалим, дорогие зрители.
Mekan Mescid-ül Aksa.
The place is Masjid al-Aqsa.
Место - Масджид аль-Акса.
Tarih 21 Mayıs 1972 günlerden Cuma.
||the day is|
The date is Friday, May 21, 1972.
Дата - пятница, 21 мая 1972 года.
Ben, İlhan Bardakçı ve gazeteci arkadaşım rahmetli Sait Terzioğlu...
||Бардакчы||||||Терзиоглу
||||journalist friend|my journalist friend|the late||
Me, İlhan Bardakçı and my journalist friend the late Sait Terzioglu...
Я, Ильхан Бардакчи и мой друг-журналист покойный Саит Терзиоглу...
İsrail Dışişleri rehberlerinin yardımıyla bu mübarek yerleri dolaşıyoruz.
||своих гидов|||||
|Foreign Affairs|foreign ministry guides|with the help||blessed|holy places|we are touring
With the help of Israeli foreign guides, we visit these holy places.
С помощью израильских иностранных гидов мы посещаем эти святые места.
Kudüs kapalı çarşısında, rüzgâr gibi dolanan entarili kahvecilerin ellerindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü,
Jerusalem's bazaar|||||whirling around|robed coffee sellers|coffee sellers||hangers|without hitting|||
Sind Sie auf dem Jerusalemer Basar eine Weile spazieren gegangen, ohne über die Kleiderbügel in den Händen der Kaffeehausbesitzer zu stolpern, die mit ihren Mänteln wie der Wind umherziehen?
In Jerusalem's covered bazaar, you can walk for a while without bumping into the hangers in the hands of the coffeehouse owners in their robe, who move around like the wind,
Ходили ли вы хоть немного по иерусалимскому крытому базару, не натыкаясь на вешалки в руках владельцев кофеен, в их шубах, которые развеваются как ветер?
Önünüze çıkan kapı sizi Mescid-ül Aksa'nın önüne çıkarır.
in front of||||||||
The door in front of you leads you to Masjid al-Aqsa.
Miraç mucizesinin soluklandığı ilk kıblemize yani.
Miraj miracle's|"of the miracle"|breathed into||our first qibla|
Our first qiblah, where the miracle of Miraj was breathed.
Hemen oracıkta bir avlu vardır ki, hala bizim lakabımızla anılır.
|right there||courtyard|||||our nickname|is called
There is a courtyard right there, which is still called by our nickname.
12 bin şamdamlı avlu.
|12,000-candelabra|courtyard
12,000 candlestick courtyards.
Öyle derler oraya.
That's what they call it.
Yavuz Sultan Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs'ü devlete katmıştır da, ortalık kararmıştır.
||||||||||the atmosphere|has darkened
When Yavuz Sultan Selim I annexed Jerusalem to the state on Tuesday, December 30, 1517, it became dark.
Yatsı namazını o avluda kılar.
Night prayer|||courtyard|
He prayed Isha in that courtyard.
Kendisi ve bütün ordu da beraber...
|||army||together
Himself and the whole army together...
Şamdamları yakarlar.
Light the candlesticks.|light up
They burn the candlesticks.
Tam 12 bin şamdan.
12,000 candlesticks.
O isim işte Yavuz Selim'in zamanından kalmıştır.
constant time||||||
That name dates back to the time of Yavuz Selim.
12 bin şamdan.
8-10 basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes mescidin bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız.
stepped||the wide stairs|stepped on|question particle|O(1)|sacred|the sacred mosque|sitting||second||
Stepping up the wide staircase of 8-10 steps, you reach the second courtyard where the holy masjid sits.
İşte onu o merdivenin başında gördüm.
I saw him at the top of that staircase.
2 metreye yakın bir boy iskeletmiş iskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi.
||||skeletal frame|skeletal|||||
Nearly 2 meters tall skeletonized body wearing a strange garment.
Palto hayır.
No coat.
Kaput, pardesu veya kaftan? Değil değil!
Coat|Overcoat||robe||
Hood, topcoat or caftan? No, it's not!
Öyle bir şey işte.
Something like that.
Başındaki kalpak mı takke mi fes mi hiçbiri değil.
|fur hat||skullcap||fez hat|||
He is not wearing a kalpak, a skullcap or a fez, none of them.
Oraya dimdik dikilmiş.
|stood upright|stood upright there
He's standing there.
Dimdik.
Straight up.
Yüzüne baktım da ürktüm.
|||I was scared
I looked at your face and I got scared.
Hasadı yeni kaldırılmış kıraç topraklar gibiydi.
The harvest|||barren||
It was like barren land that had just been harvested.
Yüz binlerce çizgi kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı...
|||||сухая|||остаток кожи
Face (1)||lines|||wrinkled and shriveled|||remnant
Hundreds of thousands of lines of wrinkled and parched skin...
Yanımda İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var.
next to me|||||||
Next to me is Yousef, the head of the Israeli Foreign Ministry Department.
Bizim eski vatandaşımız İstanbullu.
Our old citizen is from Istanbul.
Kim bu adam, dedim.
I said, who is this man?
Lakaydı ile omuz sikti.
Лакаид|||сосал член
Lakaydı|||shoulder-banged
He shrugged with a sneer.
Bilmem diye cevap verdi.
He replied, "I don't know.
Bir meczup işte.
|сумасшедший|
|crazy person|
He's a lunatic.
Ben bildim bileli yıllardır burada dururmuş.
||с тех пор|||
It's been here for as long as I can remember.
Çakılı gibi, hala duruyor.
как Чакылы|||
like a nail|||standing still
It's like it's nailed down, it's still there.
Hala duruyor ya.
It's still there.
Kimseye bir şey sormaz.
|||не спрашивает
He doesn't ask anyone anything.
Kimseye bakmaz.
|не смотрит
He doesn't look at anyone.
Kimseyi de görmez.
And he sees no one.
Kan mı çekti nedir?
Did he draw blood or what?
Nasıl neden niçin? Hala bilmiyorum.
How, why, why? I still don't know.
Yanına vardı.
He came to her.
Türkçe selam dedi ki baba dedim.
He said hello in Turkish and I said baba.
Torbalanmış göz kapaklarının ardında, sütrelenmiş gibi jiletle çizilirmişçesine donuk gözlerini araladı.
завернутый||вековых крышек||завуалированный||бритвой|как будто царапали|||
Bagged||eyelids|behind|veiled||with a razor|as if scratched|dull||parted
Behind his bagged eyelids, he opened his eyes, which were as dull as if they had been scratched with a razor blade.
Yüzü gerildi.
His face tensed.
Bana bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi.
|||||нашим турецким||
He answered me in our dear Anatolian Turkish.
Aleyküm selam oğul.
||son
Alaikum salaam, son.
Donakaldım.
Я остолбенел
I was stunned
I froze.
Ellerine sarıldım.
your arms|
I hugged your hands.
Öptüm öptüm.
Kiss kiss kiss.
Kimsin sen baba dedim.
I said, who are you, dad?
Anlattı ki ben de size anlatacağım.
He told me and I will tell you.
Ama, ama evvela biliniz.
But, but first, know.
O canım devlet çökerken, biz Kudüs'ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hakimiyetten sonra bırakırız.
|||падает|||||||власти||оставим
||||||||||rule||
While that dear state collapsed, we left Jerusalem after 401 years, 3 months and 6 days of rule.
Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür.
|||день
It was Sunday, December 9, 1917.
Tutmaya imkan yok.
There's no way to hold it.
Ordu bozulmuş çekiliyor.
The army is broken and retreating.
Devlet zevalin kapısında İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakırız.
|государства зевалин|||пока англичанин войдет|||||не разграбят||||||
|of the state||||||||not be looted|to prevent||||platoon|
We leave a rearguard there so that the state is not looted at the gates of ruin until the British enter.
Adet odur ki, kenti zapt eden Galip asayiş görevi yapan yeni kordu askerlerine esir muamelesi yapmaz.
|||||||порядок общественной безопасности||||корпус|||обращение с пленными|
|||the city||||public order||||newly arrived||||
It was customary that the victor who had captured the city did not treat the new corps soldiers who had been acting as public order officers as prisoners.
Anlattı dedim ya.
I told you he told me.
Gerisini tamamlayayım.
остальное|
|let me finish
Let me complete the rest.
Ben, dedi, Kudüs'ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden, sustu.
||||||оставленная||отряда|
||||||||the reserve unit|
I am, he said, from the rearguard company that was left here the day we lost Jerusalem.
Sustu sonra elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı.
||||ствол||патроны|как пули||
||||||the bullets|||slammed
He fell silent and then punched the cartridges into the barrel of the gun in his hand as if firing them.
Ben o gün buraya bırakılmış 20. kol ordu, 36. tabur, 8. bölük, 11. ağır makineli tüfek takım komutanı onbaşı Hasan'ım.
||||||||||пулеметный|||||
I am Corporal Hasan, the commander of the 11th heavy machine gun platoon of the 36th Battalion, 8th Company, 8th Battalion, 20th Army Corps, who was left here that day.
Allah'ım baktım bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı öpülesi sancak gibiydi.
||||балкон|||плечи|||целующийся||
My God, I looked at him, his head on his tense shoulders like a minaret's honor was like a kissable banner.
Ellerine bir kere daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı.
||||протянул руки|Гюрлер||
|||once more||||
I reached for his hands once more, and he murmured.
Sana bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım.
||долгосрочная вещь|||||
I have a favor for you, son. I've kept it for many years.
Emaneti yerine teslim eden mi?
The one who delivers?
Elbette dedim. Elbette baba hele buyur. Buyur hele.
Of course. Of course, Dad, come on in. Come in.
Konuştu.
He spoke.
Memleketi adetinde yolun tokat sancağına düşerse git burayı bana emanet eden kumandanım kol ağası,
родина||||санджак Токат|||||||мой командир||
In the tradition of his hometown, if your way falls into the tokat sanjak, go to my commander, kol agha, who entrusted this place to me,
ön yüzbaşı Musa Efendi'yi ellerinden benim için öp, buğset, ona de ki, sonra kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi yeniden görüledi.
||Муса Эфенди|||||||||||командир|||машинист|||восстал
Kiss captain Musa Efendi on the hands for me, forgive him, and tell him that later he was seen again like the machine gun of the squad he commanded.
Ona de ki, gönül koymasın.
||||не обижайся
Tell him not to be so hard-hearted.
Ona de ki 11. makineli takım komutanı, ıdırlı 10 başı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbettedir.
|||||||||||||оставленном тобой||на посту
Tell him that Hasan, the commander of the 11th machine gun platoon, the head of the 10, has been on guard where you left him since that day.
Nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım dedi dersin.
дежурства||доклад готов|всё в порядке|||
He's at his post. You'll say, "My report is complete, Commander said so.
Öleyazdı. Öleyazdı. Sonra yine dineldi, taş kesildi.
чуть не умер|едва не умер|||||
Bir kez daha baktım kapalı gözleri ardından 4000 yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun Serhat nöbetçisi gibiydi.
||||||||Пророк||нашей армии|пограничный|страж границы|
I looked at him once more, and through his closed eyes he was like the Serhat sentry of our 4000 year old army.
Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başındaydı.
He was watching the horizon. He was on guard duty.
Tam 55 yıl kendisini unutmuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen, devletine kesinlikle ama kesinlikle küsmemişti Iğdırlı onbaşı Hasan.
||||нашей глупости||||||не обиделся|||
Despite our folly in forgetting him for 55 years, Corporal Hasan from Iğdır had never, ever sulked against his state.
Hoşçakalın.
www.feyyaz.tv