×

LingQ'yu daha iyi hale getirmek için çerezleri kullanıyoruz. Siteyi ziyaret ederek, bunu kabul edersiniz: çerez politikası.


image

Baha's Stories, GENÇ TÜRKLER SEKÜLERLEŞİYORLAR MI?

GENÇ TÜRKLER SEKÜLERLEŞİYORLAR MI?

Kimi sosyologlar Türkiye'de son yıllarda insanların, özellikle de gençlerin sekülerleştiğini savunuyorlar.

Bu durum vatandaşların bir kısmını mutlu ederken bir başka kısmını endişelendiriyor.

Özellikle 1960'lardan (bin dokuz yüz altmışlardan) itibaren milyonlarca Türk köylerden ve kasabalardan büyükşehirlere göç etti.

Bu hadise toplumun yapısını derinden etkiledi, etkilemeye devam ediyor.

Göç eden insanların çocukları ebeveynlerinden farklı bir çevrede büyüdüler.

Bu gençler arasında sekülerleşme göze çarpıyor.

Annesi babası namaz kılan birçok genç namaz kılmıyor.

Benzer biçimde ailesi içki içmeye karşı çıkan kimi gençler içki içiyor.

Tahmin edilebileceği üzere bu gençler içkiyi ailelerinden gizli tüketiyorlar.

Ramazan ayında Müslümanların oruç tutması beklenir.

Oruç tutan insanlar güneş batana kadar yemek yemezler, hiçbir şey içmezler.

Eskiden insanlar Ramazan'da dışarıda yemek yemezlerdi.

Ramazan'da sokakta yemek yiyen veya sigara içen insanlar tepki görürdü, ayıplanırdı.

Lakin son yıllarda birçok Türk, Ramazan'da sokakta çekinmeden bir şeyler yiyip içmeye başladı.

Toplum yavaş yavaş bu tür değişimleri kabulleniyor.

Şu an Türkiye'de yürürlükte olan anayasada Türkiye'nin "laik bir devlet" olduğu yazıyor.

Modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, laiklik ilkesine önem veren bir liderdi.

İslam'ın devlet politikasına yön vermesini doğru bulmuyordu.

Ancak 1950'lerden itibaren Türkiye'yi yöneten liderler oylarını artırabilmek için dinin devlet işlerine etki etmesine izin verdiler. Erdoğan'ın iktidara gelmesiyle birlikte bu etki daha da arttı ve artmaya devam ediyor.

Seküler bir yaşam tarzını benimseyen insanlar bu duruma tepkili.

İslam'ın politikayı şekillendirmesini eleştiriyorlar.

Dinin kulla Yaradan arasında olması gerektiğini savunuyorlar.

İbadetlerin sadece ibadet için ayrılan yerlerde yapılması gerektiğini düşünüyorlar.

Dindar bazı vatandaşlar İslam'ın etkisinin artmasını olumlu buluyorlar.

Günlük hayatın din kurallarına uygun biçimde düzenlenmesini istiyorlar.

Osmanlı İmparatorluğu'nda padişah aynı zamanda halifeydi.

Halife, İslam'ın koruyuculuğunu yapmakla görevli kişiye denir.

Kimi İslamcılar Osmanlı'da bu uygulamanın başarılı olduğunu söylüyorlar.

Yirmi birinci yüzyılda da din kurallarının toplumsal yaşamı belirlemesi gerektiğini öne sürüyorlar.

Türkiye'de terör sorunundan sonra en çok konuşulan konu laiklik.

Vatandaşlar, sosyologlar, din adamları, siyasetçiler sürekli dinin toplum yaşamına olan etkisi hakkında konuşurlar.

Kemalistler Türkiye'nin “İran gibi olmasından” korkuyorlar.

Zira 1979'daki (bin dokuz yüz yetmiş dokuzdaki) İran Devrimi'nin ardından İran'da İslam Hukuku uygulanmaya başlandı. Türkiye'de de benzer bir durumun olmasından çekiniyorlar.

Günümüzde Türkiye'de camilere gittiğinizde genelde yaşlı Türklerle karşılaşırsınız.

Gençlerin önemli bir bölümü camiye gidip ibadet etmek istemiyor.

Gençlerin bir kısmı özgürce içki içebilmek istiyor.

Batı Avrupa'da olduğu gibi günlük yaşamda dinin etkisinin azalmasının doğru olduğunu düşünüyorlar.

Bazı dini azınlıklar da sekülerleşme taraftarı.

Bunların başında Aleviler geliyor.

Alevilik bir tür mezhep.

Onların çoğu Sünni İslam'ın politikayı yönlendirmesinden rahatsız.

Bunu sakıncalı buluyorlar.

Bu durumun onların dışlanmasına yol açtığı kanaatindeler.

Kimi uzmanlar sekülerleşmenin devam edeceğini düşünüyorlar.

Yeni kuşakların önceki kuşaklara göre daha az dindar olacağı fikrindeler.

Konya gibi muhafazakar şehirlerde bile artık Ramazan'da restoranlar açık, insanlar rahatça yemek yiyebiliyorlar.

Vatandaşların bir bölümü dindarların hayatlarına müdahale etmesinden rahatsız.

Başkalarının kendi hayatlarına karışmasını doğru bulmuyorlar, buna tepki gösteriyorlar.

Kimi araştırmalar başörtüsü takan kadın sayısının son birkaç yılda azaldığını gösteriyor.

Hatta kimi dindar ailelerde yetişmiş kadınlar türban takmaktan vazgeçiyor.

Bu durum ailelerinin tepkisini çekiyor.

Bu yüzden ailesiyle küsen, konuşmayan kadınlar var.

GENÇ TÜRKLER SEKÜLERLEŞİYORLAR MI? هل يسعى الأتراك الشباب إلى تحقيق الأمن؟ SÄKULARISIEREN SICH DIE JUNGEN TÜRKEN? ΕΚΚΟΣΜΙΚΕΎΟΝΤΑΙ ΟΙ ΝΈΟΙ ΤΟΎΡΚΟΙ; ARE YOUNG TURKS SECULARIZING? СТАНОВЯТСЯ ЛИ МОЛОДЫЕ ТУРКИ СЕКУЛЯРИЗОВАННЫМИ? HÅLLER UNGA TURKAR PÅ ATT BLI SEKULARISERADE?

Kimi sosyologlar Türkiye'de son yıllarda insanların, özellikle de gençlerin sekülerleştiğini savunuyorlar. ويرى بعض علماء الاجتماع أن الناس، وخاصة الشباب، أصبحوا علمانيين في تركيا في السنوات الأخيرة. Some sociologists argue that people, especially young people, have become secularized in Turkey in recent years. Некоторые социологи утверждают, что в последние годы в Турции люди, особенно молодежь, стали секуляризованными.

Bu durum vatandaşların bir kısmını mutlu ederken bir başka kısmını endişelendiriyor. وبينما يسعد هذا الوضع بعض المواطنين، فإنه يقلق آخرين. While this situation makes some citizens happy, it worries others.

Özellikle 1960'lardan (bin dokuz yüz altmışlardan) itibaren milyonlarca Türk köylerden ve kasabalardan büyükşehirlere göç etti. وخاصة منذ ستينيات القرن العشرين (ستينيات القرن الماضي)، هاجر ملايين الأتراك من القرى والبلدات إلى المدن الكبرى. Especially since the 1960s (nineteen sixties), millions of Turks migrated from villages and towns to metropolitan cities. Особенно с 1960-х (1960-х годов) миллионы турок мигрировали из деревень и поселков в мегаполисы.

Bu hadise toplumun yapısını derinden etkiledi, etkilemeye devam ediyor. وقد أثرت هذه الحادثة تأثيرا عميقا على بنية المجتمع ولا تزال تؤثر على ذلك. Dieser Vorfall hat die Struktur der Gesellschaft tiefgreifend verändert und tut dies auch weiterhin. This event deeply affected the structure of society and continues to do so.

Göç eden insanların çocukları ebeveynlerinden farklı bir çevrede büyüdüler. نشأ أطفال المهاجرين في بيئة مختلفة عن آبائهم. Die Kinder von Migranten wachsen in einem anderen Umfeld auf als ihre Eltern. Children of immigrants grew up in a different environment from their parents. Дети иммигрантов выросли в иной среде, чем их родители.

Bu gençler arasında sekülerleşme göze çarpıyor. العلمنة ملحوظة بين هؤلاء الشباب. Die Säkularisierung ist bei diesen jungen Menschen spürbar. Secularization is striking among these young people. Среди этих молодых людей бросается в глаза секуляризация.

Annesi babası namaz kılan birçok genç namaz kılmıyor. كثير من الشباب الذين يصلي آباؤهم لا يصلون. Viele junge Menschen, deren Eltern beten, beten nicht. Many young people whose parents pray do not pray.

Benzer biçimde ailesi içki içmeye karşı çıkan kimi gençler içki içiyor. وبالمثل، فإن بعض الشباب الذين تعارض أسرهم شرب الكحول يشربون الكحول. Auch einige Jugendliche, deren Eltern gegen den Alkoholkonsum sind, trinken. Similarly, some young people whose families are against drinking do drink.

Tahmin edilebileceği üzere bu gençler içkiyi ailelerinden gizli tüketiyorlar. وكما هو متوقع، يستهلك هؤلاء الشباب الكحول سرًا عن عائلاتهم. Natürlich konsumieren diese Jugendlichen den Alkohol im Geheimen vor ihren Familien. As can be expected, these young people consume alcohol secretly from their families. Как и следовало ожидать, эти молодые люди употребляют алкоголь в тайне от своих семей.

Ramazan ayında Müslümanların oruç tutması beklenir. من المتوقع أن يصوم المسلمون خلال شهر رمضان. Muslims are expected to fast during Ramadan. Ожидается, что мусульмане будут поститься во время Рамадана.

Oruç tutan insanlar güneş batana kadar yemek yemezler, hiçbir şey içmezler. والصائمون لا يأكلون ولا يشربون شيئا حتى تغرب الشمس. People who fast do not eat or drink until the sun sets.

Eskiden insanlar Ramazan'da dışarıda yemek yemezlerdi. في الماضي، لم يكن الناس يتناولون الطعام في الخارج خلال شهر رمضان. People used to not eat out during Ramadan.

Ramazan'da sokakta yemek yiyen veya sigara içen insanlar tepki görürdü, ayıplanırdı. الناس الذين يأكلون أو يدخنون في الشارع خلال شهر رمضان سوف يتعرضون للانتقاد والفضح. Menschen, die während des Ramadan auf der Straße aßen oder rauchten, wurden kritisiert und verurteilt. People who ate or smoked on the street during Ramadan would be criticized and shamed.

Lakin son yıllarda birçok Türk, Ramazan'da sokakta çekinmeden bir şeyler yiyip içmeye başladı. ومع ذلك، في السنوات الأخيرة، بدأ العديد من الأتراك تناول الطعام والشراب في الشوارع دون تردد خلال شهر رمضان. In den letzten Jahren sind jedoch viele Türken dazu übergegangen, während des Ramadan ohne Bedenken auf der Straße zu essen und zu trinken. But in recent years, many Turks have started to eat and drink on the street during Ramadan without hesitation. Однако в последние годы многие турки без стеснения начали есть и пить на улице во время Рамадана.

Toplum yavaş yavaş bu tür değişimleri kabulleniyor. المجتمع يتقبل ببطء مثل هذه التغييرات. Die Gesellschaft akzeptiert diese Veränderungen allmählich. Society is slowly accepting such changes. Общество медленно принимает такие изменения.

Şu an Türkiye'de yürürlükte olan anayasada Türkiye'nin "laik bir devlet" olduğu yazıyor. وينص الدستور المعمول به حاليا في تركيا على أن تركيا "دولة علمانية". Die derzeit in der Türkei geltende Verfassung besagt, dass die Türkei ein "säkularer Staat" ist. The constitution currently in force in Turkey states that Turkey is a "secular state".

Modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, laiklik ilkesine önem veren bir liderdi. كان مصطفى كمال أتاتورك، مؤسس تركيا الحديثة، قائداً أعطى أهمية لمبدأ العلمانية. Mustafa Kemal Atatürk, der Gründer der modernen Türkei, war eine Führungspersönlichkeit, die den Grundsatz des Laizismus betonte. Mustafa Kemal Atatürk, the founder of modern Turkey, was a leader who gave importance to the principle of secularism. Мустафа Кемаль Ататюрк, основатель современной Турции, был лидером, придававшим большое значение принципу светскости.

İslam'ın devlet politikasına yön vermesini doğru bulmuyordu. ولم يجد أنه من المناسب أن يوجه الإسلام سياسة الدولة. Er hielt es nicht für richtig, dass der Islam die staatliche Politik bestimmt. He did not find it right for Islam to guide state policy. Он не считал правильным, чтобы ислам руководил государственной политикой.

Ancak 1950'lerden itibaren Türkiye'yi yöneten liderler oylarını artırabilmek için dinin devlet işlerine etki etmesine izin verdiler. لكن الزعماء الذين حكموا تركيا منذ الخمسينيات سمحوا للدين بالتأثير على شؤون الدولة من أجل زيادة أصواتهم. Die Führer, die die Türkei seit den 1950er Jahren regierten, ließen jedoch zu, dass die Religion die staatlichen Angelegenheiten beeinflusste, um ihre Wählerstimmen zu erhöhen. However, since the 1950s, the leaders who ruled Turkey allowed religion to influence state affairs in order to increase their votes. Однако с 1950-х годов лидеры, правившие Турцией, позволили религии влиять на государственные дела, чтобы увеличить свои голоса. Erdoğan'ın iktidara gelmesiyle birlikte bu etki daha da arttı ve artmaya devam ediyor. ومع وصول أردوغان إلى السلطة، زاد هذا النفوذ ويستمر في التزايد. Mit der Machtübernahme von Erdoğan hat dieser Einfluss zugenommen und nimmt weiter zu. With Erdogan's coming to power, this influence has increased and continues to increase. С приходом к власти Эрдогана это влияние усилилось и продолжает возрастать.

Seküler bir yaşam tarzını benimseyen insanlar bu duruma tepkili. الأشخاص الذين يتبنون أسلوب حياة علماني يتفاعلون مع هذا الوضع. Menschen, die einen säkularen Lebensstil pflegen, reagieren auf diese Situation. People who follow a secular lifestyle are outraged by this. На эту ситуацию реагируют люди, ведущие светский образ жизни.

İslam'ın politikayı şekillendirmesini eleştiriyorlar. إنهم ينتقدون تشكيل الإسلام للسياسة. Sie kritisieren die Gestaltung der Politik durch den Islam. They criticize Islam's shaping of politics. Они критикуют исламское формирование политики.

Dinin kulla Yaradan arasında olması gerektiğini savunuyorlar. ويزعمون أن الدين يجب أن يكون بين العبد والخالق. Sie argumentieren, dass Religion eine Angelegenheit zwischen dem Diener und dem Schöpfer sein sollte. They argue that religion should be between the user and the Creator. Они утверждают, что религия должна быть между пользователем и Творцом.

İbadetlerin sadece ibadet için ayrılan yerlerde yapılması gerektiğini düşünüyorlar. ويعتقدون أن العبادة يجب أن تقام فقط في الأماكن المخصصة للعبادة. Sie sind der Meinung, dass Gottesdienste nur an Orten stattfinden sollten, die für Gottesdienste reserviert sind. They think that worship should be held only in places reserved for worship. Они считают, что поклонение должно проводиться только в местах, отведенных для поклонения.

Dindar bazı vatandaşlar İslam'ın etkisinin artmasını olumlu buluyorlar. يجد بعض المواطنين المتدينين أن التأثير المتزايد للإسلام إيجابي. Einige religiöse Bürger sehen den wachsenden Einfluss des Islams in einem positiven Licht. Some religious citizens find the increasing influence of Islam positive. Некоторые религиозные граждане находят растущее влияние ислама положительным.

Günlük hayatın din kurallarına uygun biçimde düzenlenmesini istiyorlar. إنهم يريدون تنظيم الحياة اليومية وفقًا للقواعد الدينية. Sie wollen, dass das tägliche Leben nach religiösen Regeln organisiert ist. They want daily life to be organized in accordance with religious rules. Они хотят, чтобы повседневная жизнь была организована в соответствии с религиозными правилами.

Osmanlı İmparatorluğu'nda padişah aynı zamanda halifeydi. وفي الإمبراطورية العثمانية، كان السلطان هو الخليفة أيضًا. In the Ottoman Empire, the sultan was also the caliph.

Halife, İslam'ın koruyuculuğunu yapmakla görevli kişiye denir. الخليفة هو الشخص المسؤول عن حماية الإسلام. Der Kalif ist die Person, die für den Schutz des Islam verantwortlich ist. The caliph is the person charged with the guardianship of Islam. Халиф – это человек, на которого возложена опека над исламом.

Kimi İslamcılar Osmanlı'da bu uygulamanın başarılı olduğunu söylüyorlar. ويقول بعض الإسلاميين إن هذه الممارسة كانت ناجحة في الدولة العثمانية. Einige Islamisten behaupten, dass diese Praxis im Osmanischen Reich erfolgreich war. Some Islamists say that this practice was successful in the Ottoman Empire. Некоторые исламисты говорят, что эта практика была успешной в Османской империи.

Yirmi birinci yüzyılda da din kurallarının toplumsal yaşamı belirlemesi gerektiğini öne sürüyorlar. ويزعمون أن القواعد الدينية يجب أن تحدد الحياة الاجتماعية في القرن الحادي والعشرين. Sie argumentieren, dass auch im einundzwanzigsten Jahrhundert die religiösen Regeln das gesellschaftliche Leben bestimmen sollten. They argue that in the twenty-first century, religious rules should determine social life. Они утверждают, что в двадцать первом веке религиозные правила должны определять социальную жизнь.

Türkiye'de terör sorunundan sonra en çok konuşulan konu laiklik. القضية الأكثر تداولاً في تركيا بعد مشكلة الإرهاب هي العلمانية. After terrorism, secularism is the most talked about issue in Turkey. После проблемы терроризма в Турции самым обсуждаемым вопросом является секуляризм.

Vatandaşlar, sosyologlar, din adamları, siyasetçiler sürekli dinin toplum yaşamına olan etkisi hakkında konuşurlar. يتحدث المواطنون وعلماء الاجتماع ورجال الدين والسياسيون باستمرار عن تأثير الدين على الحياة الاجتماعية. Bürger, Soziologen, Geistliche und Politiker sprechen ständig über den Einfluss der Religion auf das Leben der Gesellschaft. Citizens, sociologists, clergy, politicians constantly talk about the impact of religion on social life. Горожане, социологи, священнослужители, политики постоянно говорят о влиянии религии на общественную жизнь.

Kemalistler Türkiye'nin “İran gibi olmasından” korkuyorlar. ويخشى الكماليون أن تصبح تركيا "مثل إيران". Kemalists fear that Turkey is "becoming like Iran".

Zira 1979'daki (bin dokuz yüz yetmiş dokuzdaki) İran Devrimi'nin ardından İran'da İslam Hukuku uygulanmaya başlandı. بعد الثورة الإيرانية عام 1979 (ألف وتسعمائة وتسعة وسبعين)، بدأ تطبيق الشريعة الإسلامية في إيران. Nach der iranischen Revolution von 1979 (eintausendneunhundertneunundsiebzig) wurde im Iran das islamische Recht eingeführt. After the Iranian Revolution in 1979 (in one thousand nine hundred and seventy-nine), Islamic Law began to be implemented in Iran. После иранской революции 1979 года (в тысяча девятьсот семьдесят девятом году) в Иране начали применяться исламские законы. Türkiye'de de benzer bir durumun olmasından çekiniyorlar. وهم يخشون حدوث وضع مماثل في تركيا. Sie haben Angst vor einer ähnlichen Situation in der Türkei. They are afraid of a similar situation in Turkey. Опасаются аналогичной ситуации в Турции.

Günümüzde Türkiye'de camilere gittiğinizde genelde yaşlı Türklerle karşılaşırsınız. في الوقت الحاضر، عندما تذهب إلى المساجد في تركيا، عادة ما تقابل أتراكًا قدامى. Wenn man heute in der Türkei in eine Moschee geht, trifft man meist auf ältere Türken. Nowadays, when you go to mosques in Turkey, you usually encounter old Turks. В настоящее время, когда вы идете в мечети в Турции, вы обычно встречаете старых турок.

Gençlerin önemli bir bölümü camiye gidip ibadet etmek istemiyor. شريحة كبيرة من الشباب لا يريدون الذهاب إلى المسجد والعبادة. Ein beträchtlicher Teil der jungen Menschen möchte nicht in die Moschee gehen, um zu beten. A significant number of young people do not want to go to the mosque to pray. Значительная часть молодежи не хочет ходить в мечеть и молиться.

Gençlerin bir kısmı özgürce içki içebilmek istiyor. يريد بعض الشباب أن يكونوا قادرين على الشرب بحرية. Manche junge Menschen wollen frei trinken können. Some young people want to be able to drink freely.

Batı Avrupa'da olduğu gibi günlük yaşamda dinin etkisinin azalmasının doğru olduğunu düşünüyorlar. ويعتقدون أنه من الصواب أن ينخفض تأثير الدين في الحياة اليومية، كما هو الحال في أوروبا الغربية. Sie halten es für richtig, den Einfluss der Religion im Alltag zu verringern, wie es in Westeuropa der Fall ist. They think it is right that the influence of religion in everyday life, as in Western Europe, is diminishing. Они считают правильным, что влияние религии в повседневной жизни, как в Западной Европе, уменьшается.

Bazı dini azınlıklar da sekülerleşme taraftarı. كما تفضل بعض الأقليات الدينية العلمانية. Auch einige religiöse Minderheiten sind für die Säkularisierung. Some religious minorities are also in favor of secularisation. Некоторые религиозные меньшинства также выступают за секуляризацию.

Bunların başında Aleviler geliyor. ويأتي العلويون في المرتبة الأولى بين هؤلاء. Die Aleviten stehen dabei an vorderster Front. First among them are Alevis. Первыми среди них являются алевиты.

Alevilik bir tür mezhep. العلوية هي نوع من الطائفة. Das Alevitentum ist eine Art Sekte. Alevism is a kind of sect. Алевизм - это своего рода секта.

Onların çoğu Sünni İslam'ın politikayı yönlendirmesinden rahatsız. والعديد منهم غير مرتاحين للاتجاه السياسي الذي يتبعه الإسلام السني. Viele von ihnen sind unzufrieden mit der Vorherrschaft des sunnitischen Islam in der Politik. Many of them are uncomfortable with the way Sunni Islam drives policy. Многих из них не устраивает политика суннитского ислама.

Bunu sakıncalı buluyorlar. ويرون أن هذا أمر مرفوض. Sie finden es lästig. They find this objectionable.

Bu durumun onların dışlanmasına yol açtığı kanaatindeler. ويعتقدون أن هذا الوضع أدى إلى استبعادهم. Sie glauben, dass dies zu ihrer Marginalisierung führt. They believe that this situation leads to their exclusion. Они считают, что эта ситуация приводит к их исключению.

Kimi uzmanlar sekülerleşmenin devam edeceğini düşünüyorlar. ويعتقد بعض الخبراء أن العلمنة سوف تستمر. Einige Experten glauben, dass die Säkularisierung weitergehen wird. Some experts think that secularization will continue. Некоторые эксперты считают, что секуляризация продолжится.

Yeni kuşakların önceki kuşaklara göre daha az dindar olacağı fikrindeler. ويعتقدون أن الأجيال الجديدة ستكون أقل تديناً من الأجيال السابقة. Sie glauben, dass die neuen Generationen weniger religiös sein werden als die früheren. They think that new generations will be less religious than previous generations.

Konya gibi muhafazakar şehirlerde bile artık Ramazan'da restoranlar açık, insanlar rahatça yemek yiyebiliyorlar. وحتى في المدن المحافظة مثل قونية، أصبحت المطاعم مفتوحة الآن خلال شهر رمضان ويمكن للناس تناول الطعام بشكل مريح. Selbst in konservativen Städten wie Konya sind Restaurants jetzt während des Ramadan geöffnet und die Menschen können bequem essen. Even in conservative cities like Konya, restaurants are now open during Ramadan and people can eat freely. Даже в таких консервативных городах, как Конья, рестораны теперь открыты во время Рамадана, и люди могут спокойно поесть.

Vatandaşların bir bölümü dindarların hayatlarına müdahale etmesinden rahatsız. ينزعج بعض المواطنين من تدخل رجال الدين في حياتهم. Einige Bürgerinnen und Bürger fühlen sich durch die Einmischung religiöser Menschen in ihr Leben gestört. Some of the citizens are uncomfortable with the intervention of religious people in their lives. Некоторым горожан не нравится вмешательство религиозных людей в их жизнь.

Başkalarının kendi hayatlarına karışmasını doğru bulmuyorlar, buna tepki gösteriyorlar. إنهم لا يجدون أنه من الصواب أن يتدخل الآخرون في حياتهم، ويتفاعلون مع ذلك. Sie halten es nicht für richtig, dass sich andere in ihr Leben einmischen, und reagieren darauf. They do not find it right for others to interfere in their lives, they react to it. Они не считают правильным, чтобы другие вмешивались в их жизнь, они реагируют на это.

Kimi araştırmalar başörtüsü takan kadın sayısının son birkaç yılda azaldığını gösteriyor. وتشير بعض الدراسات إلى أن عدد النساء المحجبات قد انخفض في السنوات القليلة الماضية. Einige Studien zeigen, dass die Zahl der Frauen, die das Kopftuch tragen, in den letzten Jahren zurückgegangen ist. Some studies show that the number of women wearing the headscarf has decreased in the last few years. Некоторые исследования показывают, что число женщин, носящих хиджабы, за последние несколько лет уменьшилось.

Hatta kimi dindar ailelerde yetişmiş kadınlar türban takmaktan vazgeçiyor. وفي الواقع، فإن بعض النساء اللاتي نشأن في عائلات متدينة يتخلين عن ارتداء الحجاب. Einige Frauen, die in religiösen Familien aufgewachsen sind, verzichten sogar auf das Tragen des Turbans. Some women raised in religious families even give up wearing the turban. На самом деле, некоторые женщины, выросшие в религиозных семьях, отказываются от ношения хиджаба.

Bu durum ailelerinin tepkisini çekiyor. هذا الوضع يثير ردود فعل من عائلاتهم. Diese Situation zieht die Reaktion ihrer Familien nach sich. This situation draws the reaction of their families. Эта ситуация возмущает их семьи.

Bu yüzden ailesiyle küsen, konuşmayan kadınlar var. ولهذا السبب هناك ستات تزعل من أهلها ولا تتكلم معهم. Aus diesem Grund gibt es Frauen, die mit ihren Familien schmollen und nicht mit ihnen sprechen. That's why there are women who get offended with their families and don't talk.