SIKINTIN ÇOK, çünkü bu 3 şeyi yapmıyorsun | Üzüntüyü bırak, yaşamaya bak - Dale Carnegie | ZihinX
Eskiden ben çok endişe eden biriydim, endişelenmek için hep bir şeyler bulmayi basarirdim.
Ya şu işin üstesinden gelemezsem, ya şu işe para yatırır da iş elimde patlarsa,
ya şu iş görüşmesinden istediğim sonucu alamazsam
ya filanca kişiyi aradığımda benimle ters konuşursa,
ya benim için değerli olan biri dışarıdayken arabalara dikkat etmez de başına kötü bir şey gelirse,
ya geçenlerde borç verdiğim arkadaşım borcunu geri vermezse vs. bunun gibi bir sürü endişeler kafamda dönüp dururdu
Fakat artık simdi neredeyse hiçbir şey için endişelenmiyorum diyebilirim.
Soğukkanlı davranıyorum ve duygularımı yönetmesini biliyorum.
Endişelerimin üstesinden gelmemde şimdiye kadar okuduğum ve incelediğim kitapların bana çok katkısı oldu. Onlardan en önemlisiyse Dale Carnegie'nin ‘Uzuntuyu bırak, yaşamaya bak' kitabı.
Hiç dikkat ettiniz mi?
Endişe ve kaygılarımızın cogu ya Geçmiş ya da Gelecekle ilgili.
Mesela hastalandığımızda bile,ya daha daendi kötü olursam, ya ölürsem,
ya öyle olursa, ya böyle olursa gibi kuruntular yapariz.
Ya da endişemiz ve üzüntümüz geçmişle, özellikle de yaşadığımız pişmanlıklarla ilgili olabilir.
Mesela, keşke şunu yapmasaydım, keşke annem babam sağ olsaydı
ve yanımda olsaydı, keşke sevgilimden ayrılmasaydım vs.
Geçmiş ya da gelecekte değil de,
şu anı yaşamayı alışkanlık haline nasıl getirebiliriz ile ilgili
daha sonraki videolarımdan birinde size daha detaylı bir şekilde anlatacağım.
Şimdi ise sizlerle Dale Carnegie'nin endişelenmeyi bırakmak için önerdiği altın kuralları paylaşmak isterim.
Carnegie'ye göre, endişe duyduğunuz şeylerden dogabilecek en kötü sonuc,
hiç de sizin düşündüğünüz kadar kötü değil
ve hayatınızı mahvedecek derecede değil.
Bu yüzden eğer endişelerimiz günlük hayatımızı zehir ediyorsa, kendimize şu soruyu sormalıyız:
- Korktuğum şey gerçekleşirse, EN KÖTÜ ne olabilir? Evet, En kötü!
Bu soruyu yanıtladığımızda kafamızda endişe duyduğumuz o şey için düşündüğümüz
en kötü sonucun ne olduğunu açığa çıkarmış oluyor ve onu kabulleniyoruz.
Kabullendiğimizde ise, en kötü senaryo gerçekleşse bile ölmeyeceğimizin ve
hayatımıza kaldigimiz yerden devam edeceğimizin farkına varmış oluyoruz.
Bu gerçekliği kabullendiğimizde de, artık endişe duyduğumuz şeye daha sakin kafayla yaklaşıyoruz.
Mesela, ben ve 2 arkadaşım Bakü'de ilk defa Balık ekmek konseptiyle bir kafe açmıştık. Bir sene içinde bu girisimimiz, Balık ekmek kafeler zincirine dönüştu ve artık 4 farklı yerde şubemiz vardı.
Genelde, Azerbaycan'da ‘yazın balık yenmez, yazda balıklar zehirli ola bilir' diye bir inanis oldugu icin,
ben de yaz ayları yaklaştıkca çok endişelenmeye başlamistim.
Yaz geliyor, 4 tane kafemiz var, bunun kirası var, elemanı var, osu var busu var vs
diye kendi kendime dert etmeye başladım.
Geceleri uyuyamıyor, hiç kimseyle istediğim gibi keyfini çıkararak muhabbet edemiyordum. Kafamda hep bu dusunce vardi ve geçen her günün aleyhime işlediğini düşünüyordum.
Sonra yaz geldi. Gerçekten de önceki aylara nazaran gelirimiz azaldı,
fakat bunun sonucunda ne ben öldüm, ne de iflas ettik.
Çok az bir zararla sezonu kapatmayi basardik.
Sonradan ozel sebeplerden dolayı , o ise son vermek zorunda kaldim. Su an başka bir ülkede yasiyorum ve farkli işlerle uğraşıyorum.
Burada demek istedigim, bu kadar çok üzülmeme, sıkıntı çekmeme değdi mi? Tabi ki de hayır.
Şimdi düşünüyorum da, o an ben kendime sadece su soruyu sorsaydım:
‘Fuat, bir düşün. En kötü ne olabilir?'
O zaman cevap olarak şöyle diyecektim:
‘En ama En kötü durumda 4 ayda bir tane bile balik-ekmek satamamis olacaktim.
(Ki aslında bu imkansız bir şey), hatta bu durumda bile,
yazdan önceki gelirimizle onumuzdeki 4 ayın zararını kapatır ve sonuçta sadece kar elde edememis olurduk.
Ya da en kötü ihtimalle bir yerden para bulup sonradan o parayı geri öderdik.
Sadece bu kadar. Başka da bir şey yok. Ama Allah şahit yaşadığım o zamanki stres yuzunden,
resmen ömrümden ömür gitti.
Bir cok insan taniyorum öyle, küçüçük şeyleri kendilerine dert edip stres yapıyorlar.
Bunun bedelini sağlıklarıyla ödeyeceklerinin farkında bile değiller.
Gün içinde o kadar saçma şeyler için endişe ve sıkıntı yapıyoruz ki. Ornegin, televizyon bozuluyor, sinirleniyoruz,
bilgisayar bozuluyor bilgisayarsız bu işi nasıl yapacağım diye stres yapıyoruz.
Çamaşır makinesi bozuluyor, çıldırıyoruz, birisi ayakkabıyla evde halıya basıyor deliye dönüyoruz vs.
Oysa şöyle düşünsek daha iyi olmaz mı?
Birkaç gün televizyonsuz yaşayamaz mıyım veya onun yerine bilgisayar kullanamaz mıyım?
Bilgisayar bozuksa geçici olarak not defterine yazamaz mıyım?
Çamaşır makinesi bozulduysa, eski zamanlarda -annelerimizin yaptığı gibi
çamaşırları geçici olarak elde yıkayamaz mıyım?
Unutmayın yaşadığınız en küçük üzüntü ve stres ömrünüzu kisaltiyor.
Kendize su soruyu sorun bakalım:
Her hangi bir eşyanız bozulduğunuzda size biri ‘Simdi ben sana bu eşyadan tam 5 tane hediye ediyorum,
yeter ki sen de bana hayatından 6 ay ver' dese, böyle bir takasa evet der miydiniz? Tabiki de demezsiniz.
O yüzden her üzüldüğümüzde her stres yaptığımızda düşünmemiz lazım:
Bütün bu üzüntü ve sıkıntımıza sebep olan şey bizim hayatımızdan, sağlığımızdan daha mı değerli?
Büyük ihtimal bu sorunun cevabı ‘Tabi ki de Hayır' olacaktır.
O yüzden herhangi bir şey için endişelendiğiniz zaman kendinize yapabileceğiniz en büyük iyilik
‘En kötü ne olabilir' sorusunu sormanız. Bu sorunun cevabı neyse,
onu kabullenerek sanki o sonuç coktan yaşanmış gibi hareket ederseniz endişeleriniz sona erecektir.
Eğer endişe ve üzüntünüz geçmişle ilgiliyse, o zaman geçmişin isminin boşu boşuna ‘GEÇMİŞ' olmadığını kendinize hatirlatin. Geçmişte olanlar artık adi uzerinde “geçmiş” bitmiş. Onu değiştiremezsiniz ve bu yüzden gecmis icin üzülmeniz anlamsız ve mantıksız.
Carnegie'nin 2. önemli önerisiyse şöyle: “birine bir iyilik yaptığınız zaman
karşılığında hiçbir zaman teşekkür beklemeyin.
Bir iyilik yapmadan önce de bu iyiliği hiçbir karşılık beklemeden yaptığınızı düşünün.” Teşekkür etse de olur, etmese de olur. Aksi takdirde birine iyilik yaptığınız zaman o kişi
sizin iyiliğinizi unuttuğunda gereksiz yere geceleri sinirden uyuyamayacaksınız.
Kendimden örnek vereyim. Bu tarz videolarla bir çok kişiye iyilik yapmış olduğumu biliyorum.
Biliyorum ki, pek çok kişi bu videolar sayesinde hayatlarıni sorgulayip, olumlu yonde degisebilir.
Ama ben bu işe, bunu, hiçbir karşılık beklemeden yapacağımi
ve hiç kimseden teşekkür beklemeyeceğimi soyleyerek basladim.
Elbette videolarımı izleyen kişilerin onları beğenerek iyi yorumlar yazması,
teşekkür etmesi benim için çok değerli ve beni mutlu ediyor. Fakat bu işe başladığım ilk gün,‘bazıları videolarımı umursamasalar da, dogru olmayan eleştiriler yapsalar da bunları kafama takmayacağıma' dair kendime söz verdim.
Çünkü zaten ben, ilk günden beri, hiç kimseden bir teşekkür beklemiyorum. Yani teşekkür etseler de olur, etmeseler de.
Veya diyelim ki, birinin çok zor bir gününde, ona, maddi veya manevi destek oldunuz
ve onun bu zor durumdan kurtulmasina yardımcı oldunuz.
Eğer bunun karşılığında bir şey beklerseniz, o zaman yarın öbür gün sizin yardıma ihtiyaciniz oldugunda
ve o kişi size yardımcı olmadığında üzüleceksiniz
ve yaşadığınız pişmanlık hissi zaten zor olan durumunuzu daha da zorlaştıracaktır.
O yüzden en iyisi yaptığınız her iyiligi karşılık beklemeden yapmak. Emin olun ki; bu şekilde kendinizi daha da mutlu hissedeceksiniz
Carneginin 3. önerisiyse şöyle: Hiç kimseden nefret etmeyin, düşmanınızdan bile.
Çünkü siz birine karşı nefret duyduğunuzda, aslında o kişiye en değerli şeylerinizi hediye etmiş oluyor
ve onu mükafatlandırıyorsunuz. Uykusuz gecelerde uykunuzu, iştahsızlığınızda iştahınızı,
onu düşünmekle enerji ve zamanınızı, tansiyonunuzu ve genel olarak sağlığınızı
ve en önemlisi- mutluluğunuzu o kişiye hediye ediyorsunuz.
Unutmayin nefretiniz düşmaniniza hiç zarar vermiyor, sadece Size zarar veriyor.
O yüzden kendiniz için yapacağınız en büyük iyilik nefretinizi ve kininizi bastirmak ve bu duyguyu yok etmek.
Eğer video hakikaten faydalıysa ZihinX kanalına abone olun ve videoyu sevdiklerinizle paylaşın. Dinlediyiniz için Teşekkürler.