×

우리는 LingQ를 개선하기 위해서 쿠키를 사용합니다. 사이트를 방문함으로써 당신은 동의합니다 쿠키 정책.


image

TED x Istanbul, 60 Saniyeden Fazlası | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity

60 Saniyeden Fazlası | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity

Çeviri: Orkun Nazim Kadioglu Gözden geçirme: Yunus ASIK

Hepinize merhaba!

Hayli içli, böyle dokunaklı ve biraz ürkek içine kapanık bir kız çocuğuydum aslında.

Annem, önümüzden geçen ambulansın ardından üç gün ağladığımı söyler durur.

Acaba içindeki hastaneye yetişti mi, kurtuldu mu diye.

İlkokulda notlarımın 1,25 – 1,50'nin üzerine geçtiğini pek hatırlamam ama

hani her yedi yılda bir insanın saçının, cildinin bile

kabuk değiştirdiği söylenir ya sanıyorum ben de tam 15 yaşımda

yatılı okul için dört yıllığına İsviçre'ye gittiğimde

kişiliğim, karakterim tam da bu zamanda kabuk değiştirdi.

Sonrasında üniversiteye gittim ama annemin eteğinden

ayrılmadığım gerçeği hiçbir zaman değişmedi bu arada.

Üniversiteye gittim, dört yıllık üniversiteyi

üç senede alelacele takdir teşekkürle bitirdim.

Sanki ilerisini görmüş gibi televizyon bölümünün

yanı sıra bir de psikoloji okudum, mezun oldum, döndüm.

Bu hiçbir zaman okul sıralarını çok sevdiğim anlamına gelmesin,

çünkü sonrasındaki iş hayatım benim her zaman gerçeğim ve

aslında hayat tarzım oldu.

Yine küçükken annem beni bir gün Taksim Meydanı'na götürmüş,

el ele yolda yürüyoruz birlikte yoldan geçen bir deli üzerime tükürmüş.

Annem tabii pimpirikli koşa koşa eve dönmüşüz,

beş gün boyunca beni çiteleye çiteleye yıkamış,

bu tabii ki benim 1999 yılında

-NTV'de muhabir olarak işe başladığım yıla dek-

Taksim Meydanı'nı son kez görüşüm oldu.

Sonra 1999 yılında, NTV'de staj dönemi başladı ilk önce.

Kapıdan içeriye girdim; hangi bölüme girmeliyim, ne yapmalıyım diye…

Baktım işte kültür sanat bölümü,

sanatlar, sanat dersleri, sergiler var, işte çokça konserler… Hiç bana göre değil.

Ekonomi bölümüne gittim, rakamlarla aram hiçbir zaman çok iyi olmadı.

TEFE, TÜFE, kahvaltılı basın toplantıları…

Orası da beni çok sarmadı. Spor bölümüne geçtim.

İşte maçlar, skorlar… Yok burası da değil dedim.

En son haber merkezine girdim, istihbarat bölümünde tam da kendimi buldum.

İçimdeki o; heyecan dolu, meraklı, araştırmacı, o soruşturmacı…

Adrenalin tutkusunu sanıyorum en çok da bu

NTV'de altı yıl boyunca sahada geçirdiğim yıllar çokça besledi.

Yine o dönem Bayrampaşa Cezaevi'nde, F tipi cezaevlerini protestolar var.

Bayrampaşa Cezaevi'nde de protestolar var.

Gece yarısı bir telefon çaldı, sanırsınız gizli göreve gidiyorum.

Parmak ucunda evden çıktığımı hatırlıyorum.

Çatışmalar, patlamalar…

En son iki gün sonra tekrar eve döndüm.

Kısacası kitaplarda okuduğumuz, filmlerde seyrettiğimiz

o hayatlara değmek dokunmak istedim.

Bu yüzden de hani mutfağın tam da ortasında olmanız lazım.

Muhabirlik de bu işin mutfağıdır.

O yüzden o yemeğin mutlaka biraz tuzunu ekmeniz lazım

ve hatta iki tas da kavurmanız lazım.

Çünkü yaşamadan anlatılmıyor, anlatılsa da gerçekçi olmuyor.

O yüzden bugün genel yayın yönetmeni olsam da

muhabir olarak kalmam, hep bu yüzden.

Çatışmalar, sorgular hepsi bir yana dursun.

Sanıyorum duygusallık boyutumu en çok da kol mesafesinde

gördüğüm iki yüzün üzerinde cesette test ettim.

O dönem nişanlanıyorum.

Üzeyir Garih, bizim aile dostumuz nişana katıldı.

Bir hafta sonra ben de haber merkezinde oturuyorum,

polis telsizinden bir anons…

O dönem polis telsizi dinlerdik, kodları hâlâ ezbere bilirim.

[POLİS TELSİZİ] “Üzeyir Garih, Piyer Loti Mezarlığı'nda öldürüldü.”

Olabilir mi acaba dedim, gerçek olabilir mi?

Koşa koşa gittim olay yerine.

Baktım, gerçekten o. Kanlar içinde yatıyor.

Çok üzüldüm, saatlerce ağladığımı hatırlıyorum.

Bütün bu olayı takip ettim.

Katil yakalandı, duruşmalar başladı Fatih Adliyesi'nde.

Tek tek bütün o duruşmaların hepsine katıldım ve adam dedi ki:

“Ben aslında sadece yaralamıştım. Aşağıdan 'yardım, yardım' diye

bağırdığında tekrar yukarıya çıktım ve öldürdüm” dedi.

Acaba dedim mümkün olabilir mi, şüphecilik işte.

Gittim Piyer Loti Mezarlığı'na bir kum saati koydum aşağıya,

bütün o merdivenleri indim çıktım.

Acaba bu kadar kısa sürede öldürmüş olabilir mi diye.

Velhasıl bunun gibi çok olay yaşadım.

Kendi alanlarında lider olabilme potansiyeline sahip kişilerin seçildiği,

Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın bir programı vardı bir buçuk ay süren.

Ben de buna davetliydim.

Pentagon, Beyaz Saray gezilerinin de içerildiği bir program.

O dönem Margaret Thatcher, Süleyman Demirel…

Hepsi gençliklerinde katılmış.

O yılda programa davet edilen tek Türk'tüm.

Nereden bilebilirdim ki yıllar sonra meslek hayatımda

sırf bu programa katıldım diye ajanlıkla suçlanacağımı…

On dokuz yılı aşkın meslek hayatımda çok şey oldum aslında.

Ergenekoncu oldum, yandaş oldum.

Kendi ülkemin şu bayrağını takıyorum diye -hani bilirsiniz Amerikalılar,

üzerlerine Amerikan bayrağından tişört, üzerine şort giyerler-

ben kendi ülkemin ay yıldızlı bayrağını taktım diye

bu ülkede ırkçı, faşist bile oldum.

Galiba kadın olunca hedef olmak da bir o kadar kolay oluyor ve

doğrudur Türkiye'de kadın olmak kolay değil.

Çünkü erkek egemen bir medyada mücadele ediyoruz, çalışıyoruz hepimiz.

Mesela 1 Mayıs hiç unutmam, İşçi Bayramı.

Biz de o zaman hep beraber bütün meslektaşlarla beraber çekime gittik.

O meşhur Perpa Köprüsü'nün üzerinde bir hatıra fotoğrafı çekiyoruz;

resme baktım 22 yaşındaki bir ben

ve bir kadın meslektaşım daha sadece iki kişiyiz.

Yine geçen hafta, sanıyorum önceki haftaydı.

Çankaya Köşkü'ne, başbakan televizyonların ve

gazetelerin genel yayın yönetmenlerini çağırdı.

Hep birlikte gittik, üşenmedim saydım.

Masada 43 kişi, sadece ikisi kadın, biri de ben.

Ne demek istediğimi aslında çok güzel ortaya koyan bir tablo bu.

Çünkü sanıyorum bu erkek egemen medyada o kadar çalıştık

çabaladık ki kadınlara pozitif ayrımcılığı hep

kendi haber merkezimde bilinçaltında uyguladım.

O yüzden bugün İstanbul Haber Müdürü'nden, Ankara Haber Müdürü'ne;

Yurt Haber Editörü'nden, Dış Haber Editörü'ne

tamamını kadınlara teslim ettim.

Erkekler yerer gibi olmasın ama kadınların gözüne ve kalbine çok güveniyorum.

Yaptığımız iş de zaten kalp işi, aşkla yapıyoruz

biz yaptığımız işi, tutkuyla yapıyoruz.

Aksi hâlde zaten yaptığınız işten de hayır gelmiyor.

Mekanik değiliz tabii ki, elbette o büyülü ekranın camın etrafında

en fazla da biz hırpalanıyoruz ve insan çok travmatik olaylara

sahne olunca sanıyorum kırılma noktaları da bir o kadar fazla oluyor.

Benimkilerden biri Mehmet.

Mehmet 7 yaşında, annesiyle babası boşanmak üzereler,

velayet davası görülüyor.

Annesi Kur'an kursu hocası, babası İmam

ve babası bu kararın ardından farklı bir şehirde yaşamaya karar veriyor.

Biz de bu duruşmayı takip ediyoruz ve doğal olarak Mehmet'in de

yaşı küçük olduğundan velayetini annesine veriyor mahkeme.

Sonrasında annesiyle kalmaya başlıyor.

Çocuk tabii, altına kaçırıyor.

Annesi döve döve komalık ediyor Mehmet'i.

Buz gibi bir betonun üzerine koyuyor,

sabaha kadar orada bekletiyor.

Korkusundan hastaneye bile kaldırmıyor.

Sonra anneanne geliyor sabaha karşı, ne yaptın sen buna diyor.

İşte böyle böyle diyor, alıyorlar hastaneye gidiyorlar.

Bir hafta boyunca ölümle yaşam arasında mücadele ediyor,

hayatta kalmaya çalışıyor ama maalesef

yedi yaşında veda ediyor bu hayata Mehmet.

Sonrasında Mehmet'in babası, çokça etkileyen bir olaydır beni.

Çünkü aklımda hep şu görüntü kaldı:

O velayet davasında annesinin kucağında Mehmet, ağlıyor

“Baba beni anneme bırakma, beni çok dövüyor.” diye.

Annesi de cimcikliyor Mehmet'i, daha fazla bağırmasın diye.

O haykırışları bir ay boyunca gitmedi benim rüyalarımdan.

Sonrasında haber bitti, duruşma süreci oldu.

Ben de haber sonrasında bir yorum yaptım.

İsyanım, öz annesi tarafından öldürülüp üstelik

pişmanlık nedeniyle cezasının indirilmesineydi.

Bir yorum yaptım.

Neyse haberler bitti, telefon çaldı santralden arıyorlar.

Mehmet'in babası arıyor dediler, o anda kafam karıştı.

“Kim? Mehmet? Tabii bağlayın” dedim.

“Merhabalar ben Mehmet'in babasıyım.

Ben küçücük yaşında çok almaya uğraştım oğlumu.

Oğluma kavuşmaya çalıştım ama mahkeme izin vermedi” dedi.

“Ben bu hayatta tutamadım Mehmet'i ama siz

sözlerinizle bir nebze olsun benim içimi ferahlattınız. İyi ki varsınız!” dedi.

O günden beri her bayramda, her kandilde arar beni Mehmet'in babası.

Mehmet'in babasını hiç tanımıyorum ama

işte bir yerde bir hayata -Mehmet'in babasına- ve

belki de bu dünyadan göçüp giden o küçücük Mehmet'in hayatına değip dokundum.

Tıpkı o Mehmet gibi diğer Mehmetler de hep çok önemli oldu benim hayatımda.

Benim ailemde asker ya da polis yok ama

benim bu ülkenin askerine ve polisine olan sevgim malumunuz.

Evet vatanseverim, Atatürkçüyüm ve

en büyük şansımın da bu topraklarda doğup büyümek olduğunu düşünüyorum.

Ama buna karşılık bu ülkenin askerinin ve polisinin

her zaman çok yalnız olduğunu hissettim.

Yeteri kadar önemsenmediğini hissettim ve onların sesi olmaya karar verdim.

Belki onlar için önemlidir dedim ve özel bir günde onların yanında olayım,

Yılbaşı gecesini onlarla birlikte geçireyim dedim.

Nereye gideyim, nereye gideyim, baktım en uzak yer neresi:

Sınırda Dağlıca var.

Hani birçoğunuz belki bilmez bile, 2015 yılında 16 şehit verdiğimiz yer.

Belki haritada bile yerini zor bulursunuz ya da

çok çok haberlerde duymuş olabilirsiniz.

İki helikopter ve bir uçak… Atladım gittim yanlarına.

Onlarla birlikte geçireyim diye...

Yılbaşı gecesi gidemedim, güvenlik gerekçeleri

ve hava koşulları nedeni ile

iki hafta sonrasına gün verdiler ve tam 24 saat çekim iznim var, gittim.

Tank atışları, top atışları hepsini çektik.

2753 rakımlı Beybuta tepesine çıktık.

[HELİKOPTER SESİ]

Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer.

Hani burada görev yapabilmek için

gerçekten hayatta bir amacınız olması lazım.

Bir vatan sevdası olması lazım, bir bayrak sevgisi olması lazım.

Kocaman bir yüreğinizin olması lazım.

Çünkü bunun karşılığını parayla ödeyemezsiniz.

Burada insanlar canını ortaya koyuyorlar.

Gittim, işte mağara gibi bir yerde yatıp kalkıyorlar.

Zaten hava koşulları o kadar kötü ki, -20 derece buz gibi soğuk

ve insan konuşmaya bile zorlanıyor.

2 metre kar…

Arada bir helikopter geliyor, tepeden kumanyayı atıyor,

askerler yiyebildiği kadar yiyor.

Böyle bir yerde yatıp kalkıyorlar. Sizin için, bizim için, hepimiz için…

Vatan için!

Sonrasında çekimler bitti, Dağlıca'ya çıktık.

1500 askerle birlikte bir gece geçiriyorum.

Çekimler bitti, oturduk sohbet ettik derken yatacağız.

Hoş, uyumak ne mümkün.

Odaya geldim.

Tık tık kapı çaldı, 20 yaşlarında gencecik bir astsubay:

“Nazlı Abla, bizimle beraber biraz oturur musun?

Biz seni çok bekledik buraya geleceksin diye.”

Oturmaz mıyım, tabii ki dedim.

Gittim yanlarına, onlar anlattı.

Kiminin terhisine şu kadar az kalmış, kimi gün sayıyor.

Onlar anlatırken benim de televizyona takıldı gözüm.

Çünkü bir müzik kanalı açık, müzik kanalının altında

hani âşıkların birbirine notları, mesajları geçer ya…

İşte her birinin bekleyeni var, sevdalıları var.

O da yine sizin gibi, benim gibi.

Çekimler bitti ve oradan ayrıldım. Bu arada buraya giderken…

Annem biraz pimpirikli, asla anneme nereye gittiğimi söylemiyorum.

“Ankara'ya gidiyorum. Olağanüstü kurultay var, kurultayda çekimler yapacağım” dedim.

Günlerden Pazar, artık 24 saati devirdik.

Van Filo'ya indik, son şeyler, birkaç saat sonra uçak kalkacak.

Oturduk, bekliyoruz.

Bu esnada annem görüntülü telefondan beni arıyor:

“Efendim” dedim.

“Ah küpelerimi yeni aldım, güzel mi?” dedi.

Kaş göz yapıyorum şimdi, anlamadı ama

sesli görüntülü olunca herkes bizi dinliyor.

“Ben sana bir yalan söyledim. Ankara'da değilim.” dedim.

“Neredesin?” dedi. “Dağlıca'dayım.” dedim.

“Orası neresi?” dedi.

İşte dedim böyle böyle Van, Hakkâri, Yüksekova… İndim, bitti, geliyorum.

“Öldüreceğim seni buraya gelince, yeter artık seninle mi uğraşacağım” falan…

Arkadan, “Ama inanmıyorum kesin orada değilsindir.”

“Anne vallahi buradayım” dedim. “Yok, yok. Hiç inanmıyorum”

Dedim şöyle bir göstereyim.

Yedi tane komutan oturmuş, annem bir anda ayağa kalktı önünü ilikledi.

“Saygılar efendim, hepinize saygılar, kızım size emanet.”

(Gülüşmeler)

Diyor ki “Gel, görüşeceğiz.”

Sonrasında yine Yüksekova'ya gittim,

orada da yine bombalar patlıyor.

Sokağa çıkma yasağı var. Çatışmalar…

Bari dedim söyleyeyim de “Hayattayım” merak etmesin.

Birazdan çünkü haberler başlayacak,

görüntülerde anlayacak benim orada olduğumu.

Önden aradım, nasıl bağırıyor bana,

“Hiç lafımı dinlemiyorsun. Bıktım, yetti artık”

vesaire böyle bağırıyor bana.

Baktım çok bağırıyor, ben de telefonunu kapadım.

Bir hafta boyunca küstü konuşmadı benimle.

“Küstüm seninle” dedi, başka çare olmayınca.

Biz kanıksamayalım derken şehit haberlerini,

alışmayalım derken en büyük tehlike aslında onlarda.

Nusaybin'e gitmiştik ve Nusaybin'de sokağa çıkma yasağı var, çatışmalar sürüyor.

İşte biz çekimleri yapacağız, onlar operasyona çıkacaklar.

Hep beraber bir masada oturduk, yine konuşuyoruz:

Nasıl yapmalıyız, bölgede ne kadar gün kaldı,

ne kadarı temizlendi terör örgütünden bunları anlatıyorlar.

Çayımızı içtik.

Biz çekime gittik, onlar operasyona gitti.

Aradan birkaç saat geçti, tekrar geldik oturduk.

Ali'ye baktım, Ali yok yanımda.

“Ali nerede?” dedim.

“Ali şehit düştü.” dediler.

EYP (El yapımı patlayıcı) yüklü binada, iki saat önce.

“Nasıl?” dedim. Ali şehit düştü.

Hani 60 saniyeyle giriyor belki hayatlarımıza,

şehit haberleriyle giriyor.

Ağlayan bir anne, eş, yetim kalan, cami avlusunda oynayan o çocuklar…

Sonrasında bitti diyoruz bizim için,

ama onlar için hayat hep yarım kalıyor.

Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor.

Onların hayatları artık hep yarım kalıyor.

Yine bir gün Dağlıca'dan dönüyoruz.

Askeri helikoptere bindik, arada bir, çok nadiren kalkıyor zaten helikopterler.

Bir grup var asker, onlar da izine çıkacaklar artık, çarşı izninlerine,

yüklenmişler balık istifi gibi hep birlikte dolmuşuz helikopterin içerisine.

Giderken yanımda o kobra helikopterlerinin pilotlarından ikisi oturuyor.

Dedi ki resmimizi çeker misiniz ama siz bir selfie (özçekim) yapın bizimle…

Tabii ki dedim, birlikte böyle resim çektik.

Aradan 22 gün geçti, Burak…

Şehit haberi geldi.

Acıları hep biriktirdik ve hep bir bedel ödüyor insan.

Ben de başta IŞİD, PKK olmak üzere onlarca davadan yargılandım.

Hâlâ yargılanıyorum.

Ölüm tehditleri, mecliste soruşturmalar, hakaretler, tehditler…

Mesela emniyet bir canlı bomba listesi dağıtmıştı,

birkaç kişinin canlı bomba olması nedeniyle.

Bunu haberleştirir misiniz dediler, biz de haberleştirdik.

İki gün sonra aşağıdan aradılar beni, güvenlikten.

“Tebligat geldi” dediler. Dedim herhâlde yine dava açıldı.

Gittim baktım, o haberini yaptığımız kızlardan biri

“Sen nasıl bana canlı bomba dersin

ben üniversite öğrencisiyim, yok öyle bir şey” dedi.

Ben tabii adliyeyelere gittim.


60 Saniyeden Fazlası | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity Mehr als 60 Sekunden | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity More Than 60 Seconds | Nazli Celik | TEDxBahcesehirUniversity Plus de 60 secondes | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity Mer än 60 sekunder | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity

Çeviri: Orkun Nazim Kadioglu Gözden geçirme: Yunus ASIK Translation: Orkun Nazim Kadioglu Review: Yunus ASIK

Hepinize merhaba!

Hayli içli, böyle dokunaklı ve biraz ürkek içine kapanık bir kız çocuğuydum aslında. Actually, I was a very kind, touching and a little timid, introverted girl.

Annem, önümüzden geçen ambulansın ardından üç gün ağladığımı söyler durur. My mother keeps saying that I cried for three days after the ambulance passed in front of us.

Acaba içindeki hastaneye yetişti mi, kurtuldu mu diye. I wonder if he caught the hospital inside him or if he survived.

İlkokulda notlarımın 1,25 – 1,50'nin üzerine geçtiğini pek hatırlamam ama I don't remember much when my grades went above 1.25 – 1.50 in primary school, but

hani her yedi yılda bir insanın saçının, cildinin bile You know, every seven years a person's hair, even skin

kabuk değiştirdiği söylenir ya sanıyorum ben de tam 15 yaşımda It is said that he has changed his skin, I think I was exactly 15 years old.

yatılı okul için dört yıllığına İsviçre'ye gittiğimde when I went to Switzerland for four years for boarding school.

kişiliğim, karakterim tam da bu zamanda kabuk değiştirdi. My personality and character changed at this time.

Sonrasında üniversiteye gittim ama annemin eteğinden Then I went to college, but I didn't know how to get out of my mom's skirt.

ayrılmadığım gerçeği hiçbir zaman değişmedi bu arada. the fact that I never left has never changed, by the way.

Üniversiteye gittim, dört yıllık üniversiteyi I went to university, a four-year university

üç senede alelacele takdir teşekkürle bitirdim. I finished it in three years, with a hasty "thank you".

Sanki ilerisini görmüş gibi televizyon bölümünün It's as if the television department

yanı sıra bir de psikoloji okudum, mezun oldum, döndüm. I also studied psychology, graduated and came back.

Bu hiçbir zaman okul sıralarını çok sevdiğim anlamına gelmesin, This is not to say that I ever loved school desks,

çünkü sonrasındaki iş hayatım benim her zaman gerçeğim ve because my work life afterwards has always been my reality

aslında hayat tarzım oldu. it's actually become my way of life.

Yine küçükken annem beni bir gün Taksim Meydanı'na götürmüş, Again when I was little, my mother took me to Taksim Square one day,

el ele yolda yürüyoruz birlikte yoldan geçen bir deli üzerime tükürmüş.

Annem tabii pimpirikli koşa koşa eve dönmüşüz, Of course my mom was a little bit of a stickler, so we rushed back home,

beş gün boyunca beni çiteleye çiteleye yıkamış, he bathed me for five days,

bu tabii ki benim 1999 yılında

-NTV'de muhabir olarak işe başladığım yıla dek- -Until the year I started working as a reporter at NTV

Taksim Meydanı'nı son kez görüşüm oldu. It was the last time I saw Taksim Square.

Sonra 1999 yılında, NTV'de staj dönemi başladı ilk önce. Then, in 1999, I started my internship at NTV.

Kapıdan içeriye girdim; hangi bölüme girmeliyim, ne yapmalıyım diye… I walked in the door; which department should I go to, what should I do...

Baktım işte kültür sanat bölümü, I looked at the arts and culture section,

sanatlar, sanat dersleri, sergiler var, işte çokça konserler… Hiç bana göre değil. There are arts, art classes, exhibitions, a lot of concerts at work... It's not for me.

Ekonomi bölümüne gittim, rakamlarla aram hiçbir zaman çok iyi olmadı. I studied economics, I was never very good with numbers.

TEFE, TÜFE, kahvaltılı basın toplantıları… WPI, CPI, breakfast press conferences...

Orası da beni çok sarmadı. Spor bölümüne geçtim. I didn't like it there either. I switched to sports.

İşte maçlar, skorlar… Yok burası da değil dedim. Here are the matches, the scores... I said no, not here either.

En son haber merkezine girdim, istihbarat bölümünde tam da kendimi buldum. Last time I entered the news center, I found myself in the intelligence department.

İçimdeki o; heyecan dolu, meraklı, araştırmacı, o soruşturmacı… That in me; full of excitement, curious, inquisitive, that investigator...

Adrenalin tutkusunu sanıyorum en çok da bu I think that's the adrenaline rush

NTV'de altı yıl boyunca sahada geçirdiğim yıllar çokça besledi. The years I spent in the field for six years at NTV fed me a lot.

Yine o dönem Bayrampaşa Cezaevi'nde, F tipi cezaevlerini protestolar var. Again at that time, there were protests against F-type prisons in Bayrampaşa Prison.

Bayrampaşa Cezaevi'nde de protestolar var. There are also protests in Bayrampaşa Prison.

Gece yarısı bir telefon çaldı, sanırsınız gizli göreve gidiyorum. A phone rang in the middle of the night, as if I was going undercover.

Parmak ucunda evden çıktığımı hatırlıyorum. I remember tiptoeing out of the house.

Çatışmalar, patlamalar…

En son iki gün sonra tekrar eve döndüm. The last time I went back home was two days later.

Kısacası kitaplarda okuduğumuz, filmlerde seyrettiğimiz In short, what we read in books, what we watch in movies

o hayatlara değmek dokunmak istedim. I wanted to touch those lives.

Bu yüzden de hani mutfağın tam da ortasında olmanız lazım. So you have to be right in the middle of the kitchen.

Muhabirlik de bu işin mutfağıdır. Reporting is the kitchen of this job.

O yüzden o yemeğin mutlaka biraz tuzunu ekmeniz lazım That's why you have to add a little salt to that dish.

ve hatta iki tas da kavurmanız lazım. and you need to roast two bowls.

Çünkü yaşamadan anlatılmıyor, anlatılsa da gerçekçi olmuyor. Because it cannot be told without living it, and even if it is told, it is not realistic.

O yüzden bugün genel yayın yönetmeni olsam da That's why even though I'm editor-in-chief today.

muhabir olarak kalmam, hep bu yüzden. I won't stay a reporter, that's why.

Çatışmalar, sorgular hepsi bir yana dursun. Let alone the clashes, the interrogations.

Sanıyorum duygusallık boyutumu en çok da kol mesafesinde I think my emotional dimension is mostly at arm's length

gördüğüm iki yüzün üzerinde cesette test ettim. on over 200 bodies I've seen.

O dönem nişanlanıyorum. I was getting engaged at the time.

Üzeyir Garih, bizim aile dostumuz nişana katıldı. Üzeyir Garih, our family friend, attended the engagement.

Bir hafta sonra ben de haber merkezinde oturuyorum, A week later I'm sitting in the newsroom,

polis telsizinden bir anons…

O dönem polis telsizi dinlerdik, kodları hâlâ ezbere bilirim. At that time we used to listen to the police radio, I still know the codes by heart.

[POLİS TELSİZİ] “Üzeyir Garih, Piyer Loti Mezarlığı'nda öldürüldü.” ["Üzeyir Garih was killed in Piyer Loti Cemetery."

Olabilir mi acaba dedim, gerçek olabilir mi? I thought, could it be possible, could it be real?

Koşa koşa gittim olay yerine. I rushed to the scene.

Baktım, gerçekten o. Kanlar içinde yatıyor. I looked, it's really him. He's lying in a pool of blood.

Çok üzüldüm, saatlerce ağladığımı hatırlıyorum. I was very sad, I remember crying for hours.

Bütün bu olayı takip ettim.

Katil yakalandı, duruşmalar başladı Fatih Adliyesi'nde. The killer was caught and the hearings started at Fatih Courthouse.

Tek tek bütün o duruşmaların hepsine katıldım ve adam dedi ki: I attended every single one of those hearings and the man said:

“Ben aslında sadece yaralamıştım. Aşağıdan 'yardım, yardım' diye "Actually, I only wounded him. I heard him saying 'help, help' from downstairs.

bağırdığında tekrar yukarıya çıktım ve öldürdüm” dedi. When he yelled, I went back upstairs and killed him."

Acaba dedim mümkün olabilir mi, şüphecilik işte. I wondered if it was possible, just skepticism.

Gittim Piyer Loti Mezarlığı'na bir kum saati koydum aşağıya, I went to Piyer Loti Cemetery and put an hourglass down there,

bütün o merdivenleri indim çıktım.

Acaba bu kadar kısa sürede öldürmüş olabilir mi diye. I wonder if he could have killed her in such a short time.

Velhasıl bunun gibi çok olay yaşadım. In short, I have experienced many incidents like this.

Kendi alanlarında lider olabilme potansiyeline sahip kişilerin seçildiği, Selecting people who have the potential to become leaders in their fields,

Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın bir programı vardı bir buçuk ay süren. The US State Department had a program that lasted a month and a half.

Ben de buna davetliydim. I was invited to this.

Pentagon, Beyaz Saray gezilerinin de içerildiği bir program. A program that includes trips to the Pentagon, the White House.

O dönem Margaret Thatcher, Süleyman Demirel…

Hepsi gençliklerinde katılmış. They all joined in their youth.

O yılda programa davet edilen tek Türk'tüm. I was the only Turk invited to the program that year.

Nereden bilebilirdim ki yıllar sonra meslek hayatımda How could I have known that years later in my professional life

sırf bu programa katıldım diye ajanlıkla suçlanacağımı… that I'm going to be accused of being a spy just for participating in this program...

On dokuz yılı aşkın meslek hayatımda çok şey oldum aslında. I have been many things in my career of more than nineteen years.

Ergenekoncu oldum, yandaş oldum.

Kendi ülkemin şu bayrağını takıyorum diye -hani bilirsiniz Amerikalılar, Just because I'm wearing this flag of my own country - you know, the Americans,

üzerlerine Amerikan bayrağından tişört, üzerine şort giyerler- they wear American flag T-shirts and shorts-

ben kendi ülkemin ay yıldızlı bayrağını taktım diye because I wore my own country's flag with the moon and stars.

bu ülkede ırkçı, faşist bile oldum. I have even become a racist, a fascist in this country.

Galiba kadın olunca hedef olmak da bir o kadar kolay oluyor ve I guess when you're a woman, it's just as easy to be a target.

doğrudur Türkiye'de kadın olmak kolay değil. It is true that being a woman in Turkey is not easy.

Çünkü erkek egemen bir medyada mücadele ediyoruz, çalışıyoruz hepimiz. Because we all struggle and work in a male-dominated media.

Mesela 1 Mayıs hiç unutmam, İşçi Bayramı. For example, I will never forget May 1st, Labor Day.

Biz de o zaman hep beraber bütün meslektaşlarla beraber çekime gittik. At that time, we all went to the shoot together with all our colleagues.

O meşhur Perpa Köprüsü'nün üzerinde bir hatıra fotoğrafı çekiyoruz; We take a souvenir photo on the famous Perpa Bridge;

resme baktım 22 yaşındaki bir ben I looked at the picture. It's a 22-year-old me.

ve bir kadın meslektaşım daha sadece iki kişiyiz. and one other female colleague. There are only two of us.

Yine geçen hafta, sanıyorum önceki haftaydı. Again last week, I think it was the week before.

Çankaya Köşkü'ne, başbakan televizyonların ve The prime minister will arrive at the Çankaya Mansion

gazetelerin genel yayın yönetmenlerini çağırdı. He summoned the editor-in-chiefs of the newspapers.

Hep birlikte gittik, üşenmedim saydım. We all went together, I counted them.

Masada 43 kişi, sadece ikisi kadın, biri de ben.

Ne demek istediğimi aslında çok güzel ortaya koyan bir tablo bu. This is a very good picture of what I mean.

Çünkü sanıyorum bu erkek egemen medyada o kadar çalıştık Because I think we have worked so hard in this male-dominated media

çabaladık ki kadınlara pozitif ayrımcılığı hep we have always tried to ensure positive discrimination for women.

kendi haber merkezimde bilinçaltında uyguladım. subconsciously in my own newsroom.

O yüzden bugün İstanbul Haber Müdürü'nden, Ankara Haber Müdürü'ne; That's why today, from Istanbul News Director to Ankara News Director;

Yurt Haber Editörü'nden, Dış Haber Editörü'ne From Home News Editor to Foreign News Editor

tamamını kadınlara teslim ettim. I handed it all over to the women.

Erkekler yerer gibi olmasın ama kadınların gözüne ve kalbine çok güveniyorum. I don't want to offend men, but I trust women's eyes and hearts.

Yaptığımız iş de zaten kalp işi, aşkla yapıyoruz What we do is a work of the heart, we do it with love

biz yaptığımız işi, tutkuyla yapıyoruz. we are passionate about what we do.

Aksi hâlde zaten yaptığınız işten de hayır gelmiyor. Otherwise, there is no good in what you are doing.

Mekanik değiliz tabii ki, elbette o büyülü ekranın camın etrafında We're not mechanics, of course, of course we're not mechanics, of course we don't want that magical screen around the glass

en fazla da biz hırpalanıyoruz ve insan çok travmatik olaylara we are the most battered and people are very traumatized.

sahne olunca sanıyorum kırılma noktaları da bir o kadar fazla oluyor. When there is a stage, I think there are just as many breaking points.

Benimkilerden biri Mehmet.

Mehmet 7 yaşında, annesiyle babası boşanmak üzereler,

velayet davası görülüyor.

Annesi Kur'an kursu hocası, babası İmam

ve babası bu kararın ardından farklı bir şehirde yaşamaya karar veriyor.

Biz de bu duruşmayı takip ediyoruz ve doğal olarak Mehmet'in de

yaşı küçük olduğundan velayetini annesine veriyor mahkeme.

Sonrasında annesiyle kalmaya başlıyor.

Çocuk tabii, altına kaçırıyor.

Annesi döve döve komalık ediyor Mehmet'i.

Buz gibi bir betonun üzerine koyuyor,

sabaha kadar orada bekletiyor.

Korkusundan hastaneye bile kaldırmıyor.

Sonra anneanne geliyor sabaha karşı, ne yaptın sen buna diyor.

İşte böyle böyle diyor, alıyorlar hastaneye gidiyorlar.

Bir hafta boyunca ölümle yaşam arasında mücadele ediyor,

hayatta kalmaya çalışıyor ama maalesef

yedi yaşında veda ediyor bu hayata Mehmet.

Sonrasında Mehmet'in babası, çokça etkileyen bir olaydır beni.

Çünkü aklımda hep şu görüntü kaldı:

O velayet davasında annesinin kucağında Mehmet, ağlıyor

“Baba beni anneme bırakma, beni çok dövüyor.” diye.

Annesi de cimcikliyor Mehmet'i, daha fazla bağırmasın diye.

O haykırışları bir ay boyunca gitmedi benim rüyalarımdan.

Sonrasında haber bitti, duruşma süreci oldu.

Ben de haber sonrasında bir yorum yaptım.

İsyanım, öz annesi tarafından öldürülüp üstelik

pişmanlık nedeniyle cezasının indirilmesineydi.

Bir yorum yaptım.

Neyse haberler bitti, telefon çaldı santralden arıyorlar.

Mehmet'in babası arıyor dediler, o anda kafam karıştı.

“Kim? Mehmet? Tabii bağlayın” dedim.

“Merhabalar ben Mehmet'in babasıyım.

Ben küçücük yaşında çok almaya uğraştım oğlumu.

Oğluma kavuşmaya çalıştım ama mahkeme izin vermedi” dedi.

“Ben bu hayatta tutamadım Mehmet'i ama siz

sözlerinizle bir nebze olsun benim içimi ferahlattınız. İyi ki varsınız!” dedi.

O günden beri her bayramda, her kandilde arar beni Mehmet'in babası.

Mehmet'in babasını hiç tanımıyorum ama

işte bir yerde bir hayata -Mehmet'in babasına- ve

belki de bu dünyadan göçüp giden o küçücük Mehmet'in hayatına değip dokundum. maybe I touched the life of that little Mehmet who passed away from this world.

Tıpkı o Mehmet gibi diğer Mehmetler de hep çok önemli oldu benim hayatımda. Just like that Mehmet, other Mehmets have always been very important in my life.

Benim ailemde asker ya da polis yok ama

benim bu ülkenin askerine ve polisine olan sevgim malumunuz. You know my love for the soldiers and police of this country.

Evet vatanseverim, Atatürkçüyüm ve

en büyük şansımın da bu topraklarda doğup büyümek olduğunu düşünüyorum. I think my biggest chance is to be born and raised in this land.

Ama buna karşılık bu ülkenin askerinin ve polisinin But in return, the soldiers and police of this country

her zaman çok yalnız olduğunu hissettim. I always felt that you were very lonely.

Yeteri kadar önemsenmediğini hissettim ve onların sesi olmaya karar verdim. I felt that they were not cared enough and decided to be their voice.

Belki onlar için önemlidir dedim ve özel bir günde onların yanında olayım, I thought maybe it was important for them and I would be with them on a special day,

Yılbaşı gecesini onlarla birlikte geçireyim dedim.

Nereye gideyim, nereye gideyim, baktım en uzak yer neresi:

Sınırda Dağlıca var. There is Dağlıca on the border.

Hani birçoğunuz belki bilmez bile, 2015 yılında 16 şehit verdiğimiz yer.

Belki haritada bile yerini zor bulursunuz ya da

çok çok haberlerde duymuş olabilirsiniz. you may have heard it on the news a lot, a lot.

İki helikopter ve bir uçak… Atladım gittim yanlarına.

Onlarla birlikte geçireyim diye...

Yılbaşı gecesi gidemedim, güvenlik gerekçeleri

ve hava koşulları nedeni ile

iki hafta sonrasına gün verdiler ve tam 24 saat çekim iznim var, gittim.

Tank atışları, top atışları hepsini çektik.

2753 rakımlı Beybuta tepesine çıktık. We climbed the 2753-altitude Beybuta hill.

[HELİKOPTER SESİ]

Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer. It's in the middle of nowhere.

Hani burada görev yapabilmek için I thought you said that in order to serve here.

gerçekten hayatta bir amacınız olması lazım. you really have to have a purpose in life.

Bir vatan sevdası olması lazım, bir bayrak sevgisi olması lazım. There must be a love for the homeland, there must be a love for the flag.

Kocaman bir yüreğinizin olması lazım. You have to have a big heart.

Çünkü bunun karşılığını parayla ödeyemezsiniz.

Burada insanlar canını ortaya koyuyorlar. People are putting their lives on the line here.

Gittim, işte mağara gibi bir yerde yatıp kalkıyorlar. I went, and there they were sleeping in a cave-like place.

Zaten hava koşulları o kadar kötü ki, -20 derece buz gibi soğuk

ve insan konuşmaya bile zorlanıyor. and it's hard to even talk.

2 metre kar… 2 meters of snow

Arada bir helikopter geliyor, tepeden kumanyayı atıyor, Every once in a while a helicopter comes and drops rations from overhead,

askerler yiyebildiği kadar yiyor. soldiers eat as much as they can.

Böyle bir yerde yatıp kalkıyorlar. Sizin için, bizim için, hepimiz için… They sleep in a place like this. For you, for us, for all of us...

Vatan için!

Sonrasında çekimler bitti, Dağlıca'ya çıktık.

1500 askerle birlikte bir gece geçiriyorum. I spend a night with 1500 soldiers.

Çekimler bitti, oturduk sohbet ettik derken yatacağız. The shooting's over, we've had a chat and we're going to bed.

Hoş, uyumak ne mümkün. Nice, it's impossible to sleep.

Odaya geldim.

Tık tık kapı çaldı, 20 yaşlarında gencecik bir astsubay: Knock knocked on the door, a young non-commissioned officer in his 20s:

“Nazlı Abla, bizimle beraber biraz oturur musun?

Biz seni çok bekledik buraya geleceksin diye.”

Oturmaz mıyım, tabii ki dedim.

Gittim yanlarına, onlar anlattı.

Kiminin terhisine şu kadar az kalmış, kimi gün sayıyor.

Onlar anlatırken benim de televizyona takıldı gözüm.

Çünkü bir müzik kanalı açık, müzik kanalının altında

hani âşıkların birbirine notları, mesajları geçer ya…

İşte her birinin bekleyeni var, sevdalıları var.

O da yine sizin gibi, benim gibi.

Çekimler bitti ve oradan ayrıldım. Bu arada buraya giderken…

Annem biraz pimpirikli, asla anneme nereye gittiğimi söylemiyorum.

“Ankara'ya gidiyorum. Olağanüstü kurultay var, kurultayda çekimler yapacağım” dedim. I said, "I'm going to Ankara, there's an extraordinary congress, I'm going to shoot at the congress."

Günlerden Pazar, artık 24 saati devirdik. It's Sunday, it's been over 24 hours.

Van Filo'ya indik, son şeyler, birkaç saat sonra uçak kalkacak. We landed at Van Fleet, the last things, the plane will take off in a few hours.

Oturduk, bekliyoruz.

Bu esnada annem görüntülü telefondan beni arıyor:

“Efendim” dedim.

“Ah küpelerimi yeni aldım, güzel mi?” dedi. "Oh I just got my earrings, are they nice?"

Kaş göz yapıyorum şimdi, anlamadı ama I'm glaring at him now, but he doesn't understand.

sesli görüntülü olunca herkes bizi dinliyor. with audio and video, everyone listens to us.

“Ben sana bir yalan söyledim. Ankara'da değilim.” dedim.

“Neredesin?” dedi. “Dağlıca'dayım.” dedim.

“Orası neresi?” dedi. He said, "Where is that?"

İşte dedim böyle böyle Van, Hakkâri, Yüksekova… İndim, bitti, geliyorum.

“Öldüreceğim seni buraya gelince, yeter artık seninle mi uğraşacağım” falan…

Arkadan, “Ama inanmıyorum kesin orada değilsindir.”

“Anne vallahi buradayım” dedim. “Yok, yok. Hiç inanmıyorum”

Dedim şöyle bir göstereyim.

Yedi tane komutan oturmuş, annem bir anda ayağa kalktı önünü ilikledi. Seven commanders were seated, my mother suddenly stood up and buttoned her shirt.

“Saygılar efendim, hepinize saygılar, kızım size emanet.”

(Gülüşmeler)

Diyor ki “Gel, görüşeceğiz.” He says, "Come, we will meet."

Sonrasında yine Yüksekova'ya gittim, Then I went to Yüksekova again,

orada da yine bombalar patlıyor. bombs are exploding there again.

Sokağa çıkma yasağı var. Çatışmalar…

Bari dedim söyleyeyim de “Hayattayım” merak etmesin.

Birazdan çünkü haberler başlayacak,

görüntülerde anlayacak benim orada olduğumu.

Önden aradım, nasıl bağırıyor bana,

“Hiç lafımı dinlemiyorsun. Bıktım, yetti artık”

vesaire böyle bağırıyor bana.

Baktım çok bağırıyor, ben de telefonunu kapadım.

Bir hafta boyunca küstü konuşmadı benimle.

“Küstüm seninle” dedi, başka çare olmayınca.

Biz kanıksamayalım derken şehit haberlerini,

alışmayalım derken en büyük tehlike aslında onlarda.

Nusaybin'e gitmiştik ve Nusaybin'de sokağa çıkma yasağı var, çatışmalar sürüyor.

İşte biz çekimleri yapacağız, onlar operasyona çıkacaklar.

Hep beraber bir masada oturduk, yine konuşuyoruz:

Nasıl yapmalıyız, bölgede ne kadar gün kaldı,

ne kadarı temizlendi terör örgütünden bunları anlatıyorlar.

Çayımızı içtik.

Biz çekime gittik, onlar operasyona gitti.

Aradan birkaç saat geçti, tekrar geldik oturduk.

Ali'ye baktım, Ali yok yanımda.

“Ali nerede?” dedim.

“Ali şehit düştü.” dediler.

EYP (El yapımı patlayıcı) yüklü binada, iki saat önce.

“Nasıl?” dedim. Ali şehit düştü.

Hani 60 saniyeyle giriyor belki hayatlarımıza,

şehit haberleriyle giriyor.

Ağlayan bir anne, eş, yetim kalan, cami avlusunda oynayan o çocuklar…

Sonrasında bitti diyoruz bizim için,

ama onlar için hayat hep yarım kalıyor.

Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor.

Onların hayatları artık hep yarım kalıyor.

Yine bir gün Dağlıca'dan dönüyoruz.

Askeri helikoptere bindik, arada bir, çok nadiren kalkıyor zaten helikopterler.

Bir grup var asker, onlar da izine çıkacaklar artık, çarşı izninlerine,

yüklenmişler balık istifi gibi hep birlikte dolmuşuz helikopterin içerisine.

Giderken yanımda o kobra helikopterlerinin pilotlarından ikisi oturuyor.

Dedi ki resmimizi çeker misiniz ama siz bir selfie (özçekim) yapın bizimle…

Tabii ki dedim, birlikte böyle resim çektik.

Aradan 22 gün geçti, Burak…

Şehit haberi geldi.

Acıları hep biriktirdik ve hep bir bedel ödüyor insan.

Ben de başta IŞİD, PKK olmak üzere onlarca davadan yargılandım.

Hâlâ yargılanıyorum.

Ölüm tehditleri, mecliste soruşturmalar, hakaretler, tehditler…

Mesela emniyet bir canlı bomba listesi dağıtmıştı,

birkaç kişinin canlı bomba olması nedeniyle.

Bunu haberleştirir misiniz dediler, biz de haberleştirdik.

İki gün sonra aşağıdan aradılar beni, güvenlikten.

“Tebligat geldi” dediler. Dedim herhâlde yine dava açıldı.

Gittim baktım, o haberini yaptığımız kızlardan biri

“Sen nasıl bana canlı bomba dersin

ben üniversite öğrencisiyim, yok öyle bir şey” dedi.

Ben tabii adliyeyelere gittim.