×

우리는 LingQ를 개선하기 위해서 쿠키를 사용합니다. 사이트를 방문함으로써 당신은 동의합니다 쿠키 정책.


image

Hayvan Çiftliği - George Orwell, 8 Bölüm

8 Bölüm

Sekizinci Bölüm

Birkaç gün sonra, idamların yol açtığı yılgı yatıştığında, bazı hayvanlar Altıncı Emir'i anımsadılar ya da anımsar gibi oldular: "Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek." Gerçi hiç kimse domuzların ya da köpeklerin yanında ağzını açmıyordu, ama herkes cinayetlerin bu emre uymadığının farkındaydı. Clover, Benjamin'den, kendisine Altıncı Emir'i okumasını istediyse de, Benjamin her zaman yaptığı gibi bu tür işlere bulaşmak istemediğini söyleyerek kıvırttı. Clover da Muriel'i buldu. Muriel, Altıncı Emir'i şöyle okudu: "Hiçbir hayvan başka bir hayvanı sebepsiz yere öldürmeyecek." Anlaşılan, sebepsiz yere sözcükleri her nasılsa hayvanların belleğinden silinmişti. Demek, Altıncı Emir çiğnenmiş değildi; çünkü Snowball'la birlik olan hainler sebepsiz yere öldürülmemişlerdi. O yıl hayvanlar bir önceki yıldan çok daha fazla çalıştılar. Bir yandan yel değirmeninin, hem de duvarlarının kalınlığı iki katına çıkartılarak yeniden inşa edilmesi ve inşaatın önceden belirlenen tarihte tamamlanması; öte yandan çiftliğin gündelik işlerinin yürütülmesi, olağanüstü bir çaba gerektirmişti. Hayvanlar, zaman zaman, Jones'un döneminde olduğundan daha fazla çalışmalarına karşın daha iyi beslenmediklerini fark eder gibi oldular. Squealer, pazar sabahları, ayağıyla tuttuğu uzun bir kâğıt parçasından birtakım rakamlar okuyarak, çeşitli gıda maddelerinin üretiminin yüzde iki yüz, yüzde üç yüz, yüzde beş yüz arttığını açıklıyordu. Hayvanlar, Ayaklanma'dan önceki koşulları artık doğru dürüst anımsamadıklarından, ona inanmamak için bir neden göremiyorlardı. Ama gene de, öyle günler oluyordu ki, daha az rakam dinleyip daha çok yemek yiyeceğimiz günleri ne zaman göreceğiz, diye düşünmeden edemiyorlardı.

Artık bütün emirler Squealer ya da öteki domuzlardan biri tarafından iletiliyordu. Napoléon ancak on beş günde bir halkın arasına çıkıyor, çıktığı zaman da yanında yalnızca köpeklerden oluşan maiyeti değil, siyah bir horoz da bulunuyordu. Horoz önden yürüyor ve Napoléon konuşmasına başlayacağı zaman bir borazancı gibi, avazı çıktığı kadar, "Ü-ürü-üüü!" diye ötüyordu. Napoléon'un, çiftlik evinde bile ötekilerden ayrı odalarda kaldığı söyleniyordu. Yemeklerini yalnız başına yerken, yanı başında iki köpek bekliyor; bir zamanlar oturma odasındaki cam dolapta duran Crown Derby yemek takımını kullanıyordu yalnızca. Bu arada öteki iki yıldönümünün yanı sıra, Napoléon'un doğumgününün de tören atışıyla kutlanacağı açıklanmıştı. Artık kimse Napoléon'dan yalnızca "Napoléon" diye söz edemiyordu; resmî bir ağızla "Önderimiz Napoléon Yoldaş" denmesi gerekiyordu. Domuzlar ise ona Tüm Hayvanların Babası, İnsanların Korkulu Rüyası, Koyunların Koruyucu Meleği, Yavru Ördeklerin Can Dostu gibi unvanlar bulmakta birbirleriyle yarışıyorlardı. Squealer, gözlerinden yaşlar akarak yaptığı konuşmalarda, Napoléon'un ne kadar bilge, ne kadar iyi yürekli bir hayvan olduğundan, yeryüzündeki tüm hayvanlara, özellikle de öteki çiftliklerde hâlâ cehaletin karanlığında köle gibi yaşayan mutsuz hayvanlara ne kadar derin bir sevgi beslediğinden dem vuruyordu. Kazanılan her başarının, her sevindirici olayın Napoléon'a mal edilmesi artık bir alışkanlık olmuştu. Bir tavuğun başka bir tavuğa, "Önderimiz Napoléon Yoldaş olmasaydı, altı günde beş yumurta yumurtlayamazdım," dediği; gölden su içmekte olan iki ineğin, "Napoléon Yoldaş'ın önderliği olmasaydı, gölün suyu bu kadar tatlı olur muydu?" diye bağırdığı bile duyulmuştu. Çiftlikteki hayvanların bu konudaki duygu ve düşünceleri, Minimus tarafından kaleme alınan "Napoléon Yoldaş" adlı bir şiirde yankılandı: Yetimlerin biricik babası! Mutluluğumuzun pınarı! Yem kovalarının sultanı! Gökyüzündeki güneşi andırırsın, Dingin ve buyurgan bakışınla Yüreğime coşku salarsın, Napoléon Yoldaş!

Kullarının sevdiği her şeyi Sensin onlara bağışlayan, İki öğün yemek, tertemiz saman döşek; Büyük küçük her hayvan Rahat uyur her akşam, Sensin onları koruyup kollayan, Napoléon Yoldaş!

Bir gün bir yavrum olursa, Daha ufacık bir bebekken Altı karış olmadan boyu Öğrenmeli senin değerini bilmeyi, Gözlerini açar açmaz dünyaya Ciyak ciyak basmalı çığlığı: "Napoléon Yoldaş!" Napoléon, şiiri beğenip onayladı ve büyük samanlığın duvarına, Yedi Emir'in yanına yazdırdı. Napoléon'un, Squealer tarafından beyaz boyayla yapılmış profilden portresi de, şiirin yukarısına asıldı. Bu arada Napoléon, Whymper aracılığıyla Frederick ve Pilkington ile karışık ilişkilere girmişti. Keresteler hâlâ satılmayı bekliyordu. Frederick, almaya daha istekli görünüyorsa da, uygun bir fiyat vermeye yanaşmıyordu. Kaldı ki yeniden dolaşmaya başlayan dedikodulara bakılırsa, Frederick, adamlarıyla birlikte Hayvan Çiftliği'ne saldırmayı ve çok kıskandığı yel değirmenini yerle bir etmeyi tasarlıyordu. Snowball'un da hâlâ Pinchfield Çiftliği'nde gizlendiği biliniyordu. Yaz ortalarında, üç tavuğun, Napoléon'a karşı bir suikast hazırlığına katıldıklarını itiraf ettiklerini işiten hayvanlar büyük bir korkuya kapıldılar. Tavuklar hemen idam edildi ve Napoléon'un güvenliği için yeni önlemler alındı. Geceleri yatağının çevresinde köpekler nöbet tutuyor, yediği her yemek zehirli mi değil mi diye önceden Pinkeye adlı genç bir domuz tarafından tadılıyordu.

Aynı günlerde, Napoléon'un keresteleri Bay Pilkington'a satmaya karar verdiği açıklandı; ayrıca Hayvan Çiftliği ile Foxwood Çiftliği arasında bazı ürünlerin takası konusunda uygun bir anlaşma da yapılacaktı. Napoléon ile Pilkington arasındaki ilişkiler, yalnızca Whymper aracılığıyla yürütülmekle birlikte, artık neredeyse dostça bir niteliğe bürünmüştü. Gerçi hayvanlar, bir insan olarak Pilkington'a azıcık olsun güvenmiyorlardı, ama gene de onu, hem korktukları, hem de nefret ettikleri Frederick'e yeğliyorlardı. Yaz ilerleyip yel değirmeni yapımı sonuna yaklaştıkça, çiftliğin amansız bir saldırıya uğrayacağı söylentileri de arttı. Söylenenlere bakılırsa, Frederick, hepsi de silahlı yirmi adam toplamış ve Hayvan Çiftliği'nin tapu senetlerini eline geçirdiğinde sorgu sual etmesinler diye daha şimdiden yargıçlara ve polislere rüşvet yedirmişti. Dahası, Pinchfield Çiftliğinden, Frederick'in hayvanlarına ne kadar acımasızca davrandığına ilişkin tüyler ürpertici bilgiler sızıyordu. Doğruysa, yaşlı bir beygiri öldürünceye kadar kırbaçlamış, inekleri günlerce aç bırakmış, köpeklerden birini ocağa atmıştı; akşamları, mahmuzlarına keskin jiletler taktığı horozları dövüştürmekten zevk alıyordu. Hayvanlar, yoldaşlarına yapılanları duydukça öfkeden kuduruyorlar, zaman zaman hep birlikte Pinchfield Çiftliği'ne saldırarak insanları kovup hayvanları özgür kılmak için kendilerine izin verilmesini istiyorlardı. Squealer ise, öfkeyle kalkarlarsa zararla oturacaklarını söylüyor, Napoléon Yoldaş'ın bilgi ve deneyimine güvenmelerini öğütlüyordu. Gene de, Frederick'e duyulan nefret her geçen gün büyüyordu. Napoléon, bir pazar sabahı samanlığa gelerek, keresteleri Frederick'e satmayı aklının ucundan bile geçirmediğini, böylesine aşağılık yaratıklarla iş yapmayı onuruna yediremediğini açıkladı. Ayaklanma düşüncesini yaymaları için hâlâ komşu çiftliklere gönderilmekte olan güvercinlere Foxwood Çiftliği'ne ayak basmamaları tembihlenmiş, "İnsanlığa Ölüm" sloganını bırakıp "Frederick'e Ölüm" sloganını kullanmaları emredilmişti. Yaz sonuna doğru, Snowball'un çevirdiği dolaplardan biri daha ortaya çıktı. Bir süredir ekinlere musallat olan ayrıkotlarının sırrını kimse çözemiyordu; sonunda, Snowball'un bir gece gizlice çiftliğe girip buğday tohumlarına ayrıkotu tohumu karıştırdığı anlaşıldı. Snowball'a yardakçılık etmiş olan bir erkek kaz, suçunu Squealer'a itiraf ettikten sonra zehirli itüzümlerini yutarak canına kıydı. Bu arada hayvanlar, o güne kadar birçoğunun bildiğinin tersine, Snowball'un hiçbir zaman "Birinci Dereceden Kahraman Hayvan" nişanı almadığını da öğrendiler. Bu hikâyeyi, Ağıl Savaşı'ndan bir süre sonra Snowball kendisi uydurmuştu. Nişan verilerek ödüllendirilmek şöyle dursun, savaşta korkaklık gösterdiği için kınanmıştı. Hayvanlar, bütün bunları duyduklarında bir kez daha büyük bir şaşkınlığa kapılarak tepki gösterdiler. Ama Squealer, belleğin yanıltıcı olduğunu söyleyerek onları yatıştırmakta gecikmedi.

Yel değirmeni sonbaharda tamamlandı; ama hemen hemen aynı günlerde hasadın kaldırılması da gerektiği için yorgunluktan bitkin düştüler. Makineler henüz takılmamıştı, Whymper satın alma görüşmelerini yürütüyordu; ama yapı işi bitmişti. Deneyimsizliğe, kullanılan aletlerin ilkelliğine, talihsizliklere, Snowball'un ihanetine, sözün kısası her türlü güçlük ve engele karşın, işi tam belirlenen günde bitirmeyi başarmışlardı! Bedenleri yorgun, yürekleri övünç dolu hayvanlar, ortaya çıkardıkları başyapıtın çevresinde dönenip duruyorlar, ilk yapılandan çok daha güzel buldukları yel değirmenini seyrederken kendilerinden geçiyorlardı. Üstelik bu kez yel değirmeninin duvarları eskisinden iki kat daha kalındı. Bu duvarları dinamitten başka hiçbir şey yıkamazdı! Ne kadar çok emek verdiklerini, ne hayal kırıklıklarının üstesinden geldiklerini, çarklar dönüp dinamolar çalışınca hayatlarının ne kadar farklı olacağını düşündüklerinde, yorgunluk gövdelerinden akıp gitti; zafer naraları atarak yel değirmeninin çevresinde hoplaya zıplaya oynamaya başladılar. Biraz sonra, köpekleri ve horozuyla birlikte gelen Napoléon yel değirmenini denetledi, başarılarından dolayı hayvanları kutladı ve yel değirmeninin bundan böyle Napoléon Değirmeni adıyla anılacağını açıkladı.

İki gün sonra hayvanlar samanlıkta yapılacak özel bir toplantıya çağrıldılar. Toplantıda Napoléon, kerestelerin tümünü Frederick'e sattığını açıkladığı zaman apışıp kaldılar. Ertesi gün Frederick'in arabaları çiftliğe gelip keresteleri taşımaya başlayacaktı. Anlaşılan Napoléon, Pilkington'la dost görünürken, aslında Frederick'le çoktan gizlice anlaşmıştı bile. Foxwood Çiftliği'yle bütün ilişkiler kesilmiş, Pilkington'a sövgü dolu bildiriler gönderilmişti. Güvercinlere, Pinchfield Çiftliği'ne uğramamaları ve "Frederick'e Ölüm" sloganını bırakıp "Pilkington'a Ölüm" sloganını kullanmaları tembihlenmişti. Bu arada, Napoléon, yakında Hayvan Çiftliği'ne karşı bir saldırı başlatılacağı yolundaki söylentilerin baştan aşağı düzmece olduğunu, Frederick'in hayvanlarına gaddarca davrandığı yolundaki masalların fazla abartıldığını anlattı hayvanlara. Bütün bu dedikoduları büyük bir olasılıkla Snowball ve ajanları çıkarmışlardı. Şimdi her şey açığa çıkmıştı: Snowball'un, Pinchfield Çiftliği'nde saklandığı falan yoktu, aslında hiçbir zaman orada bulunmamıştı; söylenenlere göre, büyük bir lüks içinde Foxwood Çiftliği'nde yaşıyor ve yıllardır Pilkington'ın uşaklığını yapıyordu. Domuzlar, Pilkington'la dostluğu ilerletmiş görünerek Frederick'in kerestelere on iki sterlin daha fazla ödemesini sağlamış olan Napoléon'un kurnazlığına şapka çıkardılar. Ama Squealer'a kalırsa, Napoléon'un üstün zekâsının asıl göstergesi, hiç kimseye, Frederick'e bile güvenmemesiydi. Frederick, kerestelerin parasını, ödeme sözünün verildiği bir kâğıt parçasından başka bir şey olmayan çekle ödemeye kalkmış; ama Napoléon ondan akıllı çıkmış, ödemenin, keresteler taşınmadan önce beş sterlinlik banknotlarla yapılmasını şart koşmuştu. Sonunda, Frederick parayı gerçekten de istendiği gibi ödemişti; ödediği para, tam da yel değirmeni için gerekli makinelerin satın alınmasına yetecek kadardı.

Bu arada keresteler büyük bir hızla taşınıyordu. Hepsi taşındıktan sonra, hayvanların Frederick'in verdiği banknotları kendi gözleriyle görmeleri için büyük samanlıkta bir özel toplantı daha düzenlendi. İki nişanını da takmış olan Napoléon kaygısızca sırıtıyordu; yükseltinin üzerindeki saman döşeğe uzanmıştı; çiftlik evinin mutfağından getirtilen porselen çanağa özenle yerleştirilmiş olan paralar yanı başındaydı. Hayvanlar, yavaş yavaş önünden geçerek paraları yakından incelediler. Boxer, burnunu uzatıp koklamaya kalkınca, incecik banknotlar hışırtıyla yerinden oynadı.

Daha üç gün olmamıştı ki, çiftlik birbirine girdi. Birden yolun oradan bisikletiyle Whymper çıkageldi; yüzü kireç gibiydi; avluya girdiğinde bisikletini fırlatıp attı, koşarak çiftlik evine daldı. Az sonra, Napoléon'un kaldığı odadan öfkeli böğürtüler işitildi. Haber, tüm çiftliğe, önüne geçilemeyen bir yangın gibi yayıldı. Banknotlar sahte çıkmıştı! Frederick keresteleri anafordan almıştı!

Napoléon, hayvanları hemen bir araya topladı; ürkütücü bir sesle, Frederick'i idam cezasına çarptırdığını, yakalar yakalamaz diri diri kazana attıracağını bildirdi. Öte yandan, hayvanları da, Frederick'in bu alçaklığından sonra en korkulu durumlara karşı hazırlıklı olmaları konusunda uyardı. Frederick ve adamları, ne zamandır beklenen saldırılarını her an başlatabilirlerdi. Çiftliğe girilebilecek her yere nöbetçiler yerleştirildi. Foxwood Çiftliği'ne de dört güvercin salınarak, Pilkington'la yeniden dostça ilişkiler kurulmasını sağlayabileceği umulan bir uzlaşma mektubu gönderildi. Ertesi sabah saldırı başladı. Hayvanlar tam kahvaltıya oturmuşlardı ki, tozu dumana katarak gelen gözcüler Frederick ve adamlarının ana kapıdan girdiklerini bildirdiler. Hayvanlar, saldırganları karşılamak üzere cesaretle ileri atıldılar; ama bu kez zafere ulaşmak Ağıl Savaşı'nda olduğu kadar kolay görünmüyordu. Gelenler on beş kişiydi, altısının tüfeği vardı; yaklaşık elli metre kala ateş açtılar. Korkunç patlamalara ve canlarını yakan saçmalara karşı duramayan hayvanlar çok geçmeden geri çekilmek zorunda kaldılar. Napoléon ile Boxer, onları toparlamak için çok uğraştılarsa da para etmedi. Yaralananlar vardı. Çiftlik binalarına sığınmışlar, yarıklardan ve budak deliklerinden dışarıyı gözetliyorlardı. Büyük otlak ve yel değirmeni düşman eline geçmişti. Napoléon bile donakalmış, ne yapacağını şaşırmıştı. Sus pus olmuş, dik kuyruğunu hızlı hızlı oynatarak odanın içinde volta atıyordu. Gözler Foxwood Çiftliği yolundaydı. Pilkington ve adamları yardıma gelseler, paçayı kurtarabilirlerdi. Ama tam o sırada, bir gün önce saldıkları güvercinler geri döndüler. Birinin gagasında, Pilkington'dan bir pusula vardı. Pusulada kurşunkalemle yazılmış şu sözcükler okunuyordu: "Kendi düşen ağlamaz!" Bu arada, Frederick ve adamları, yel değirmeninin çevresinde toplanmışlardı. Hayvanlar da, umarsız homurtular çıkararak onları izliyorlardı. İki adamın bir kol demiriyle bir balyoz çıkardığını gördüler. Yel değirmenini yıkmaya hazırlanıyorlardı.

"Hiçbir şey yapamazlar!" diye bağırdı Napoléon. "Onların balyozları bizim kalın duvarlarımıza işlemez. Bir hafta uğraşsalar gene yıkamazlar. Korkmayın, yoldaşlar!" Ama Benjamin, gözünü dört açmış, adamların ne yaptıklarını anlamaya çalışıyordu. Bir de baktı, o iki adam kol demiri ve balyozla yel değirmeninin temeline yakın bir yerinde çukur açıyorlar. Uzun burnunu ağır ağır iki yana sallayarak bilgiççe gülümsedi. "Anlamıştım," dedi. "Görmüyor musunuz? Birazdan o çukura barut dolduracaklar." Hayvanlar, korku içinde bekleşiyorlardı. Artık sığındıkları binalardan çıkmaya kalkışmaları olanaksızdı. Birkaç dakika sonra, adamların değirmenin oradan kaçıştıklarını gördüler. Hemen ardından, kulakları sağır eden bir gümbürtü koptu. Güvercinler havaya uçuştular, Napoléon dışında bütün hayvanlar kendilerini yüzükoyun yere atıp yüzlerini kapattılar. Ayağa kalktıklarında, yel değirmeninin bulunduğu yer kapkara dumanlara boğulmuştu. Duman rüzgârla dağıldığında, bir de baktılar, yel değirmeninin yerinde yeller esiyor!

Onca emeğin havaya uçtuğunu gören hayvanlara ansızın bir cesaret geldi. Bu alçaklık karşısında kapıldıkları öfke, az önceki korku ve umutsuzluklarını unutturmuştu. Korkunç bir intikam çığlığı yükseldi. Kimsenin emrini beklemeden, hep birlikte düşmanın üstüne atıldılar. Artık, dolu gibi yağan saçmalara aldırmıyorlardı. Yabanıl, amansız bir savaş oldu. Adamlar önce art arda ateş ettiler, hayvanlar iyice yakına geldiklerinde de sopaları ve kalın botlarıyla vurmaya başladılar. Bir inek, üç koyun ve iki kaz oracıkta can verdi. Hemen herkes yaralıydı. Geriden harekâtı yönetmekte olan Napoléon'un bile, oraya kadar gelen bir saçmayla kuyruğunun ucu sıyrılmıştı. Ama adamlar da az kayıp vermemişti. Boxer attığı çiftelerle üçünün kafası patlatmış, inek boynuzlarıyla birinin karnını deşmiş, Jessie ile Bluebell de dişleriyle birinin pantolonunu paramparça etmişlerdi. Napoléon'un korumalığını üstlenen dokuz köpek, aldıkları buyrukla çitin arkasından dolanıp ansızın ürkünç havlamalarla kanattan saldırdıklarında, adamlar paniğe kapıldılar. Kuşatılmak üzere olduklarını fark etmişlerdi. Frederick, adamlarına, işler iyice sarpa sarmadan çiftliği terk etmelerini buyurdu. Az sonra, korkak düşmanlar arkalarına bakmadan kaçıyorlardı. Hayvanlar, tarlanın aşağılarına kadar kovaladılar adamları; dikenli çitten geçmeye çalışırlarken son birkaç tekme daha atmaktan geri kalmadılar.

Savaşı kazanmışlardı, ama bitkindiler, tepeden tırnağa kanlara bulanmışlardı. Topallaya topallaya, gerisin geri çiftliğin yolunu tuttular. Bazıları, çimenler üzerinde 98 yatan ölü yoldaşlarını görünce gözyaşlarına boğuldular. Bir zamanlar yel değirmeninin bulunduğu yerde, saygılı bir suskunluk içinde kısa bir süre öyle durdular. Evet, onca emek boşa gitmiş, değirmenin izi bile kalmamıştı! Yapının temeli bile yer yer parçalanmıştı. Diyelim yeniden yapmaya kalktılar, yerle bir olan duvarların taşlarını bile toplayamazlardı. Patlamanın şiddetiyle yüzlerce metre uzağa saçılmışlardı.

Çiftliğe yaklaşırlarken, savaş sırasında her nedense ortalıktan kaybolan Squealer'ın hoplaya zıplaya kendilerine doğru geldiğini gördüler. Memnun memnun kuyruğunu sallıyor, yüzü sevinçle parlıyordu. O sırada, çiftlik binalarının oradan bir tüfek patladı.

Boxer, "Bu da ne?" diye sordu.

"Zaferimizi kutluyorlar!" diye bağırdı Squealer.

"Ne zaferi?" dedi Boxer.

Dizleri kanıyordu, nallarından birini kaybetmiş, toynağı yarılmıştı, arka bacağına bir sürü saçma saplanmıştı.

"Ne demek ne zaferi, yoldaş? Düşmanı topraklarımızdan, Hayvan Çiftliği'nin kutsal topraklarından söküp atmadık mı?" "Ama yel değirmenini havaya uçurdular. O yel değirmenini yapmak için tam iki yıl uğraşmıştık!" "Boş ver, aldırma! Yenisini yaparız. Canımız isterse, altı yel değirmeni daha yaparız. Ne kadar büyük bir iş başardığımızın farkında değilsin galiba, yoldaş! Şu üzerinde durduğumuz topraklar az önce düşman elindeydi. Oysa şimdi her bir karışını geri aldık; Napoléon Yoldaş'ın önderliği sayesinde tabii!" "Demek, zaten bizim olanı geri almışız," dedi Boxer. Squealer, "Bu zafer bizim," dedi. Topallaya topallaya avluya girdiler. Bacağındaki saçmalar Boxer'ın canını yakıyordu. Yel değirmeninin yeniden yapılmasının ne kadar zorlu bir uğraşı gerektireceğini, bu işte kendisine ne kadar büyük görevler düşeceğini düşünürken, belki de ilk kez yaşlandığını hissetti; o koca kaslarının artık eskisi kadar güçlü olmadığını geçirdi kafasından.

Öteki hayvanlar ise, yeşil bayrağın dalgalandığını gördükten, tüfeğin tam yedi kez atıldığını duyduktan ve savaşta gösterdikleri yararlılıklardan dolayı kendilerini kutlayan Napoléon'un konuşmasını dinledikten sonra, gerçekten de büyük bir zafer kazanmış oldukları duygusuna kapıldılar. Savaşta can verenler ağırbaşlı bir törenle gömüldüler. Cenaze arabası olarak kullanılan yük arabasını Boxer ile Clover çektiler, cenaze alayının en önünde Napoléon yürüdü. Kutlamalar tam iki gün sürdü. Şarkılar söylendi, söylevler çekildi, silahlar atıldı; ödül olarak her hayvana bir elma, her kuşa elli gram darı, her köpeğe de üç peksimet verildi. Ardından, bu son savaşın bundan böyle "Yel Değirmeni Savaşı" adıyla anılacağı, Napoléon'un, "Yeşil Bayrak" adı altında yeni bir nişan verilmesini kararlaştırdığı ve ilk nişanı da kendisine taktığı açıklandı. Zafer sarhoşluğu, sahte banknotları unutturmuştu.

Birkaç gün sonra domuzlar, çiftlik evinin kilerinde bir kasa viski buldular. Anlaşılan, eve ilk girdiklerinde gözlerine çarpmamıştı. O gece çiftlik evinden şarkılar yükseldi; üstelik, araya zaman zaman İngiltere'nin Hayvanları'ndan ezgilerin de karışması herkesi çok şaşırttı. Dokuz buçuk sularında Napoléon, başında Bay Jones'un melon şapkasıyla arka kapıdan çıktı, avlunun çevresinde fırdolayı dönüp içeri girdi. Sabah olduğunda, çiftlik evinde derin bir sessizlik hüküm sürüyordu. Anlaşılan, domuzların hepsi uyuyordu daha. Dokuza doğru kapıda Squealer göründü; ağır ağır ilerledi; bitkin görünüyordu, bakışları donuktu, kuyruğu aşağı sarkmıştı; sanki onulmaz bir hastalığa yakalanmış gibiydi. Hemen hayvanları topladı. Haber kötüydü: Napoléon Yoldaş, ölüm döşeğindeydi!

Hayvanlardan bir feryat koptu. Çiftlik evinin kapılarının önüne samanlar serildi; herkes parmaklarının ucuna basarak yürüyordu. Önderimizi yitirirsek halimiz nice olur, diye ağlaşıyorlardı. Snowball'un en sonunda Napoléon'un yemeğine zehir katmayı başardığı yolunda bir söylenti dolaşıyordu. Saat on birde Squealer kapının önüne çıkarak bir açıklama daha yaptı. Napoléon Yoldaş, ölüm döşeğinde son bir yasa daha çıkarmıştı: İçki içenler idam cezasına çarptırılacaktı.

Ne var ki akşama doğru Napoléon'un biraz daha iyi göründüğünü bildiren Squealer, ertesi sabah Önder'in sağlığının hızla iyiye gittiğini açıkladı. O günün akşamı yeniden işinin başına dönen Napoléon'un, ertesi gün mayalandırma ve damıtma yöntemleriyle ilgili bazı kitapçıklar satın alması için Whymper'ı Willingdon Çiftliği'ne gönderdiği öğrenildi. Napoléon, bir hafta kadar sonra, meyve bahçesinin arka tarafında bulunan ve artık çalışamayan hayvanlara otlak olarak ayrılması düşünülen küçük çayırın sürülmesi için emir verdi. Çayırın yozlaştığı ve yeniden çimen ekilmesi gerektiği söylendiyse de, çok geçmeden Napoléon'un oraya arpa ekmek niyetinde olduğu anlaşıldı. İşte tam o günlerde, kimsenin anlayamadığı tuhaf bir şey oldu. Bir gece on iki sularında avludan gelen bir çatırtı üzerine bütün hayvanlar dışarı fırladılar. Mehtaplı bir geceydi. Büyük samanlığın Yedi Emir'in yazılı olduğu uzun duvarının dibinde, iki parçaya ayrılmış bir merdiven duruyordu. Squealar da merdivenin yanı başında yerde yatmaktaydı; sersemlemiş görünüyordu. Az ileride bir fener, bir boya fırçası ve devrilmiş bir beyaz boya kutusu göze çarpıyordu. Köpekler hemen Squealer'ın çevresini aldılar, az biraz yürüyebilecek duruma gelir gelmez onu çiftlik evine götürdüler. Bu işe kimse akıl sır erdiremedi. Bir tek, bilgiççe başını sallayan yaşlı Benjamin her şeyi anlamış görünüyor, ama hiçbir şey söylemiyordu.

Ama birkaç gün sonra Muriel, Yedi Emir'i kendi başına bir kez daha okurken hayvanların emirlerden birini daha yanlış anımsadıklarını fark etti. Beşinci Emir'i, "Hiçbir hayvan içki içmeyecek!" diye biliyorlardı, demek bir sözcüğü unutmuşlardı. Doğrusu şöyleydi: "Hiçbir hayvan aşırı içki içmeyecek."


8 Bölüm 8 Abschnitt Section 8 Sección 8 8 Section 8 Secção

Sekizinci Bölüm Chapter Eight

Birkaç gün sonra, idamların yol açtığı yılgı yatıştığında, bazı hayvanlar Altıncı Emir'i anımsadılar ya da anımsar gibi oldular: "Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek." A few days later, when the terror of the executions had subsided, some animals remembered, or seemed to remember, the Sixth Commandment: "No animal shall kill another animal." Quelques jours plus tard, lorsque l'angoisse provoquée par les exécutions s'est apaisée, certains animaux se sont souvenus, ou ont semblé se souvenir, du sixième commandement : "Aucun animal ne doit tuer un autre animal". Gerçi hiç kimse domuzların ya da köpeklerin yanında ağzını açmıyordu, ama herkes cinayetlerin bu emre uymadığının farkındaydı. على الرغم من عدم فتح أحد أفواههم حول الخنازير أو الكلاب، إلا أن الجميع كانوا يدركون أن جرائم القتل لم تمتثل لهذا الأمر. Although no one opened their mouths in the presence of pigs or dogs, everyone was aware that the murders did not obey this order. Personne n'ouvrait la bouche en présence de porcs ou de chiens, mais tout le monde était conscient que les tueries n'étaient pas conformes à cet ordre. Clover, Benjamin'den, kendisine Altıncı Emir'i okumasını istediyse de, Benjamin her zaman yaptığı gibi bu tür işlere bulaşmak istemediğini söyleyerek kıvırttı. طلبت كلوفر من بنيامين أن يقرأ لها الوصية السادسة، لكن بنيامين، كما يفعل دائمًا، قال إنه لا يريد التورط في مثل هذه الأمور. Clover asked Benjamin to read the Sixth Commandment to him, but Benjamin squirmed as he always did, saying he didn't want to get involved. Clover demande à Benjamin de lui lire le sixième commandement, mais il esquive comme il le fait toujours, disant qu'il ne veut pas s'impliquer dans ce genre de choses. Clover da Muriel'i buldu. Clover also found Muriel. Muriel, Altıncı Emir'i şöyle okudu: "Hiçbir hayvan başka bir hayvanı sebepsiz yere öldürmeyecek." Muriel read the Sixth Commandment: "No animal shall kill another animal for no reason." Muriel a lu le sixième commandement comme suit : "Aucun animal ne doit tuer un autre animal sans raison". Anlaşılan, sebepsiz yere sözcükleri her nasılsa hayvanların belleğinden silinmişti. Apparently, for no reason his words had somehow been erased from the animals' memory. Apparemment, sans raison apparente, les mots ont été effacés de la mémoire des animaux. Demek, Altıncı Emir çiğnenmiş değildi; çünkü Snowball'la birlik olan hainler sebepsiz yere öldürülmemişlerdi. So the Sixth Commandment was not violated; because the traitors who had teamed up with Snowball weren't killed for no reason. Le sixième commandement n'avait donc pas été enfreint, car les traîtres qui s'étaient alliés à Boule de Neige n'avaient pas été tués sans raison. O yıl hayvanlar bir önceki yıldan çok daha fazla çalıştılar. That year the animals worked much harder than the previous year. Cette année-là, les animaux ont travaillé beaucoup plus dur que l'année précédente. Bir yandan yel değirmeninin, hem de duvarlarının kalınlığı iki katına çıkartılarak yeniden inşa edilmesi ve inşaatın önceden belirlenen tarihte tamamlanması; öte yandan çiftliğin gündelik işlerinin yürütülmesi, olağanüstü bir çaba gerektirmişti. On the one hand, the windmill was rebuilt by doubling the thickness of its walls as well as the completion of the construction on the predetermined date; on the other hand, running the day-to-day business of the farm required extraordinary effort. D'une part, la reconstruction du moulin à vent, le doublement de l'épaisseur des murs et l'achèvement de la construction à la date prévue, d'autre part, le fonctionnement quotidien de la ferme ont demandé un effort extraordinaire. Hayvanlar, zaman zaman, Jones'un döneminde olduğundan daha fazla çalışmalarına karşın daha iyi beslenmediklerini fark eder gibi oldular. At times, the animals seemed to realize that although they worked harder than in Jones' day, they were not better fed. De temps en temps, les animaux semblent se rendre compte que, bien qu'ils travaillent plus dur qu'à l'époque de Jones, ils ne sont pas mieux nourris. Squealer, pazar sabahları, ayağıyla tuttuğu uzun bir kâğıt parçasından birtakım rakamlar okuyarak, çeşitli gıda maddelerinin üretiminin yüzde iki yüz, yüzde üç yüz, yüzde beş yüz arttığını açıklıyordu. On Sunday mornings, Squealer read some numbers from a long piece of paper he was holding with his foot, explaining that the production of various foodstuffs had increased by two hundred, three hundred, five hundred percent. Le dimanche matin, Squealer lisait des chiffres sur une longue feuille de papier qu'il tenait avec son pied, expliquant que la production de diverses denrées alimentaires avait augmenté de deux cents pour cent, trois cents pour cent, cinq cents pour cent. Hayvanlar, Ayaklanma'dan önceki koşulları artık doğru dürüst anımsamadıklarından, ona inanmamak için bir neden göremiyorlardı. The animals could see no reason not to believe him, since they could no longer remember the conditions prior to the Uprising properly. Les animaux ne voyaient aucune raison de ne pas le croire, car ils ne se souvenaient plus des conditions qui prévalaient avant le soulèvement. Ama gene de, öyle günler oluyordu ki, daha az rakam dinleyip daha çok yemek yiyeceğimiz günleri ne zaman göreceğiz, diye düşünmeden edemiyorlardı. But still, there were days when they could not help but wonder when we would see the days when we would listen to less numbers and eat more. Néanmoins, il y a eu des jours où ils se sont demandés quand nous verrions le jour où nous écouterions moins de chiffres et mangerions plus de nourriture.

Artık bütün emirler Squealer ya da öteki domuzlardan biri tarafından iletiliyordu. All orders were now delivered by Squealer or one of the other pigs. Désormais, tous les ordres sont relayés par Squealer ou l'un des autres cochons. Napoléon ancak on beş günde bir halkın arasına çıkıyor, çıktığı zaman da yanında yalnızca köpeklerden oluşan maiyeti değil, siyah bir horoz da bulunuyordu. Napoleon appeared in public only once every fortnight, and when he did, he had not only an entourage of dogs, but also a black rooster. Napoléon n'apparaît en public qu'une fois tous les quinze jours, et lorsqu'il le fait, il est accompagné non seulement de son entourage de chiens, mais aussi d'un coq noir. Horoz önden yürüyor ve Napoléon konuşmasına başlayacağı zaman bir borazancı gibi, avazı çıktığı kadar, "Ü-ürü-üüü!" The rooster walks ahead, and when Napoleon begins his speech, he shouts, like a trumpeter, "D-dream!" Le coq marche devant, et quand Napoléon est sur le point de commencer son discours, comme un clairon, il crie à tue-tête : "U-ur-ur-ur-ur-ur-ur !". diye ötüyordu. he was singing. il chantait. Napoléon'un, çiftlik evinde bile ötekilerden ayrı odalarda kaldığı söyleniyordu. It was said that Napoleon lived in separate rooms even in the farmhouse. La rumeur veut que même à la ferme, Napoléon ait fait chambre à part. Yemeklerini yalnız başına yerken, yanı başında iki köpek bekliyor; bir zamanlar oturma odasındaki cam dolapta duran Crown Derby yemek takımını kullanıyordu yalnızca. While he is eating his meals alone, two dogs are waiting beside him; He only used the Crown Derby dinnerware that had once stood in the glass cabinet in the living room. Lorsqu'il prenait ses repas seul, deux chiens attendaient à ses côtés ; il n'utilisait que le service de table Crown Derby qui se trouvait autrefois dans l'armoire vitrée du salon. Bu arada öteki iki yıldönümünün yanı sıra, Napoléon'un doğumgününün de tören atışıyla kutlanacağı açıklanmıştı. Meanwhile, along with the other two anniversaries, it was announced that Napoleon's birthday would be celebrated with a ceremonial shooting. Artık kimse Napoléon'dan yalnızca "Napoléon" diye söz edemiyordu; resmî bir ağızla "Önderimiz Napoléon Yoldaş" denmesi gerekiyordu. No longer could anyone speak of Napoleon simply as "Napoléon"; it was supposed to be called "Our Leader Comrade Napoleon" in an official language. Domuzlar ise ona Tüm Hayvanların Babası, İnsanların Korkulu Rüyası, Koyunların Koruyucu Meleği, Yavru Ördeklerin Can Dostu gibi unvanlar bulmakta birbirleriyle yarışıyorlardı. The pigs, on the other hand, competed with each other to find him titles such as Father of All Animals, Man's Fear, Guardian Angel of the Sheep, Friend of Baby Ducks. Squealer, gözlerinden yaşlar akarak yaptığı konuşmalarda, Napoléon'un ne kadar bilge, ne kadar iyi yürekli bir hayvan olduğundan, yeryüzündeki tüm hayvanlara, özellikle de öteki çiftliklerde hâlâ cehaletin karanlığında köle gibi yaşayan mutsuz hayvanlara ne kadar derin bir sevgi beslediğinden dem vuruyordu. In his speeches with tears in his eyes, Squealer talked about how wise Napoleon was, how good-hearted he was, how deep a love he had for all the animals on earth, especially the unhappy animals who still live like slaves in the darkness of ignorance on other farms. Kazanılan her başarının, her sevindirici olayın Napoléon'a mal edilmesi artık bir alışkanlık olmuştu. It had become a habit to attribute every success, every joyous event to Napoleon. Bir tavuğun başka bir tavuğa, "Önderimiz Napoléon Yoldaş olmasaydı, altı günde beş yumurta yumurtlayamazdım," dediği; gölden su içmekte olan iki ineğin, "Napoléon Yoldaş'ın önderliği olmasaydı, gölün suyu bu kadar tatlı olur muydu?" When one chicken said to another, "If it weren't for our Leader, Comrade Napoleon, I couldn't have laid five eggs in six days"; "Would the water of the lake have been so sweet if it had not been for the leadership of Comrade Napoleon?" asked the two cows drinking from the lake. diye bağırdığı bile duyulmuştu. He could even be heard shouting. Çiftlikteki hayvanların bu konudaki duygu ve düşünceleri, Minimus tarafından kaleme alınan "Napoléon Yoldaş" adlı bir şiirde yankılandı: The feelings and thoughts of the animals on the farm are echoed in a poem by Minimus called "Comrade Napoleon": Yetimlerin biricik babası! The only father of orphans! Mutluluğumuzun pınarı! The fountain of our happiness! Yem kovalarının sultanı! The sultan of bait buckets! Gökyüzündeki güneşi andırırsın,  Dingin ve buyurgan bakışınla  Yüreğime coşku salarsın,  Napoléon Yoldaş! You resemble the sun in the sky, You inspire enthusiasm in my heart with your calm and commanding gaze, Comrade Napoleon!

Kullarının sevdiği her şeyi  Sensin onlara bağışlayan,  İki öğün yemek, tertemiz saman döşek;  Büyük küçük her hayvan  Rahat uyur her akşam,  Sensin onları koruyup kollayan,  Napoléon Yoldaş! You are the one who donates everything that your servants love, Two meals a day, a clean straw mattress; Every animal, big and small, sleeps comfortably every evening, You are the one who protects them, Comrade Napoleon!

Bir gün bir yavrum olursa,  Daha ufacık bir bebekken  Altı karış olmadan boyu  Öğrenmeli senin değerini bilmeyi,  Gözlerini açar açmaz dünyaya  Ciyak ciyak basmalı çığlığı:  "Napoléon Yoldaş!" If one day I have a baby, When I was just a little baby Before six inches, he must learn to appreciate you, As soon as he opens his eyes, he must scream into the world: "Comrade Napoleon!" Napoléon, şiiri beğenip onayladı ve büyük samanlığın duvarına, Yedi Emir'in yanına yazdırdı. Napoleon appreciated the poem and had it written on the wall of the great barn next to the Seven Commandments. Napoléon'un, Squealer tarafından beyaz boyayla yapılmış profilden portresi de, şiirin yukarısına asıldı. A portrait of Napoléon in profile, painted in white by Squealer, is also hung above the poem. Bu arada Napoléon, Whymper aracılığıyla Frederick ve Pilkington ile karışık ilişkilere girmişti. Meanwhile, Napoleon had had mixed relations with Frederick and Pilkington through Whymper. Keresteler hâlâ satılmayı bekliyordu. The timbers were still waiting to be sold. Frederick, almaya daha istekli görünüyorsa da, uygun bir fiyat vermeye yanaşmıyordu. Frederick seemed more willing to buy, but was unwilling to give a fair price. Kaldı ki yeniden dolaşmaya başlayan dedikodulara bakılırsa, Frederick, adamlarıyla birlikte Hayvan Çiftliği'ne saldırmayı ve çok kıskandığı yel değirmenini yerle bir etmeyi tasarlıyordu. Moreover, according to the rumors that were starting to circulate again, Frederick was planning to attack Animal Farm with his men and destroy the windmill, which he was so jealous of. Snowball'un da hâlâ Pinchfield Çiftliği'nde gizlendiği biliniyordu. Snowball was also known to still be hiding at Pinchfield Farm. Yaz ortalarında, üç tavuğun, Napoléon'a karşı bir suikast hazırlığına katıldıklarını itiraf ettiklerini işiten hayvanlar büyük bir korkuya kapıldılar. In midsummer, hearing the three chickens confess that they had participated in an assassination plot against Napoleon, the animals were terrified. Tavuklar hemen idam edildi ve Napoléon'un güvenliği için yeni önlemler alındı. The chickens were immediately executed and new measures were taken for Napoleon's safety. Geceleri yatağının çevresinde köpekler nöbet tutuyor, yediği her yemek zehirli mi değil mi diye önceden Pinkeye adlı genç bir domuz tarafından tadılıyordu. At night, dogs kept watch around his bed, and every meal he ate was previously tasted by a young pig named Pinkeye to see if it was poisonous or not.

Aynı günlerde, Napoléon'un keresteleri Bay Pilkington'a satmaya karar verdiği açıklandı; ayrıca Hayvan Çiftliği ile Foxwood Çiftliği arasında bazı ürünlerin takası konusunda uygun bir anlaşma da yapılacaktı. Around the same time, it was announced that Napoleon had decided to sell the timbers to Mr Pilkington; There would also be a favorable agreement between Animal Farm and Foxwood Farm to exchange certain products. Napoléon ile Pilkington arasındaki ilişkiler, yalnızca Whymper aracılığıyla yürütülmekle birlikte, artık neredeyse dostça bir niteliğe bürünmüştü. The relations between Napoleon and Pilkington, though conducted solely through Whymper, were now almost friendly. Gerçi hayvanlar, bir insan olarak Pilkington'a azıcık olsun güvenmiyorlardı, ama gene de onu, hem korktukları, hem de nefret ettikleri Frederick'e yeğliyorlardı. Although the animals distrusted Pilkington the least bit as a man, they still preferred him to Frederick, whom they both feared and hated. Yaz ilerleyip yel değirmeni yapımı sonuna yaklaştıkça, çiftliğin amansız bir saldırıya uğrayacağı söylentileri de arttı. As summer progressed and windmill construction neared, rumors of a relentless attack on the farm increased. Söylenenlere bakılırsa, Frederick, hepsi de silahlı yirmi adam toplamış ve Hayvan Çiftliği'nin tapu senetlerini eline geçirdiğinde sorgu sual etmesinler diye daha şimdiden yargıçlara ve polislere rüşvet yedirmişti. It is said that Frederick had gathered twenty men, all armed, and had already bribed the judges and policemen so that they wouldn't question him when he got the title deeds of Animal Farm. Dahası, Pinchfield Çiftliğinden, Frederick'in hayvanlarına ne kadar acımasızca davrandığına ilişkin tüyler ürpertici bilgiler sızıyordu. Moreover, chilling information was leaking from Pinchfield Farm about how cruelly Frederick had treated his animals. Doğruysa, yaşlı bir beygiri öldürünceye kadar kırbaçlamış, inekleri günlerce aç bırakmış, köpeklerden birini ocağa atmıştı; akşamları, mahmuzlarına keskin jiletler taktığı horozları dövüştürmekten zevk alıyordu. If true, he had whipped an old horse to death, starved the cows for days, and threw one of the dogs into the hearth; In the evenings he enjoyed fighting roosters, on whose spurs he attached sharp razors. Hayvanlar, yoldaşlarına yapılanları duydukça öfkeden kuduruyorlar, zaman zaman hep birlikte Pinchfield Çiftliği'ne saldırarak insanları kovup hayvanları özgür kılmak için kendilerine izin verilmesini istiyorlardı. The animals were enraged when they heard what had been done to their comrades, and from time to time they all attacked Pinchfield Farm, asking for permission to drive the people out and set the animals free. Squealer ise, öfkeyle kalkarlarsa zararla oturacaklarını söylüyor, Napoléon Yoldaş'ın bilgi ve deneyimine güvenmelerini öğütlüyordu. Squealer, on the other hand, said that if they stood up angrily, they would sit down with a loss, advising them to rely on Comrade Napoleon's knowledge and experience. Gene de, Frederick'e duyulan nefret her geçen gün büyüyordu. Still, hatred for Frederick grew with each passing day. Napoléon, bir pazar sabahı samanlığa gelerek, keresteleri Frederick'e satmayı aklının ucundan bile geçirmediğini, böylesine aşağılık yaratıklarla iş yapmayı onuruna yediremediğini açıkladı. Napoleon came to the barn one Sunday morning and declared that he had not thought of selling the timbers to Frederick, and that he could not do business with such vile creatures. Ayaklanma düşüncesini yaymaları için hâlâ komşu çiftliklere gönderilmekte olan güvercinlere Foxwood Çiftliği'ne ayak basmamaları tembihlenmiş, "İnsanlığa Ölüm" sloganını bırakıp "Frederick'e Ölüm" sloganını kullanmaları emredilmişti. Pigeons, still being sent to neighboring farms to spread the idea of insurrection, were instructed not to set foot on Foxwood Farm and ordered to drop the slogan "Death to Humanity" and use the slogan "Death to Frederick." Yaz sonuna doğru, Snowball'un çevirdiği dolaplardan biri daha ortaya çıktı. Towards the end of the summer, another of Snowball's schemes came to light. Bir süredir ekinlere musallat olan ayrıkotlarının sırrını kimse çözemiyordu; sonunda, Snowball'un bir gece gizlice çiftliğe girip buğday tohumlarına ayrıkotu tohumu karıştırdığı anlaşıldı. No one could unravel the mystery of the weeds that had been infesting the crops for some time; Eventually, it was discovered that Snowball had sneaked into the farm one night and mixed the weed seeds with the wheat seeds. Snowball'a yardakçılık etmiş olan bir erkek kaz, suçunu Squealer'a itiraf ettikten sonra zehirli itüzümlerini yutarak canına kıydı. A male goose who had been a stooge to Snowball committed suicide by swallowing poisonous nightshades after confessing his guilt to Squealer. Bu arada hayvanlar, o güne kadar birçoğunun bildiğinin tersine, Snowball'un hiçbir zaman "Birinci Dereceden Kahraman Hayvan" nişanı almadığını da öğrendiler. Meanwhile, the animals also learned that, contrary to what many had known, Snowball had never received the insignia of "Hero of the First Order". Bu hikâyeyi, Ağıl Savaşı'ndan bir süre sonra Snowball kendisi uydurmuştu. Snowball himself made up this story some time after the War of the Hallows. Nişan verilerek ödüllendirilmek şöyle dursun, savaşta korkaklık gösterdiği için kınanmıştı. Far from being rewarded with a badge, he was reprimanded for showing cowardice in battle. Hayvanlar, bütün bunları duyduklarında bir kez daha büyük bir şaşkınlığa kapılarak tepki gösterdiler. When the animals heard all this, once again they reacted with great surprise. Ama Squealer, belleğin yanıltıcı olduğunu söyleyerek onları yatıştırmakta gecikmedi. But Squealer was quick to appease them, saying that memory is illusory.

Yel değirmeni sonbaharda tamamlandı; ama hemen hemen aynı günlerde hasadın kaldırılması da gerektiği için yorgunluktan bitkin düştüler. The windmill was completed in the fall; but on almost the same day they were exhausted, as the harvest had to be removed. Makineler henüz takılmamıştı, Whymper satın alma görüşmelerini yürütüyordu; ama yapı işi bitmişti. The machines were not yet installed, Whymper was negotiating the purchase; but the building work was finished. Deneyimsizliğe, kullanılan aletlerin ilkelliğine, talihsizliklere, Snowball'un ihanetine, sözün kısası her türlü güçlük ve engele karşın, işi tam belirlenen günde bitirmeyi başarmışlardı! Despite the inexperience, the primitiveness of the tools used, the misfortunes, Snowball's betrayal, in short, despite all the difficulties and obstacles, they managed to finish the job on the appointed day! Bedenleri yorgun, yürekleri övünç dolu hayvanlar, ortaya çıkardıkları başyapıtın çevresinde dönenip duruyorlar, ilk yapılandan çok daha güzel buldukları yel değirmenini seyrederken kendilerinden geçiyorlardı. The beasts, their bodies tired and their hearts full of pride, circled around the masterpiece they had created, passing out as they watched the windmill, which they found even more beautiful than the first one built. Üstelik bu kez yel değirmeninin duvarları eskisinden iki kat daha kalındı. Moreover, this time the walls of the windmill were twice as thick as before. Bu duvarları dinamitten başka hiçbir şey yıkamazdı! Nothing could break these walls but dynamite! Ne kadar çok emek verdiklerini, ne hayal kırıklıklarının üstesinden geldiklerini, çarklar dönüp dinamolar çalışınca hayatlarının ne kadar farklı olacağını düşündüklerinde, yorgunluk gövdelerinden akıp gitti; zafer naraları atarak yel değirmeninin çevresinde hoplaya zıplaya oynamaya başladılar. When they thought about how much work they had done, how much disappointment they had overcome, how different their lives would be when the wheels turned and the dynamos worked, fatigue ran through their bodies; they began to play hopping around the windmill, shouting victory. Biraz sonra, köpekleri ve horozuyla birlikte gelen Napoléon yel değirmenini denetledi, başarılarından dolayı hayvanları kutladı ve yel değirmeninin bundan böyle Napoléon Değirmeni adıyla anılacağını açıkladı. A little later, Napoléon, who came with his dogs and rooster, inspected the windmill, congratulated the animals on their success and announced that the windmill would henceforth be called the Mill of Napoléon.

İki gün sonra hayvanlar samanlıkta yapılacak özel bir toplantıya çağrıldılar. Two days later the animals were summoned to a special meeting in the barn. Toplantıda Napoléon, kerestelerin tümünü Frederick'e sattığını açıkladığı zaman apışıp kaldılar. They were stunned when Napoleon announced at the meeting that he had sold all of the timber to Frederick. Ertesi gün Frederick'in arabaları çiftliğe gelip keresteleri taşımaya başlayacaktı. The next day, Frederick's wagons would arrive at the farm and begin hauling timber. Anlaşılan Napoléon, Pilkington'la dost görünürken, aslında Frederick'le çoktan gizlice anlaşmıştı bile. It seems that Napoleon, while appearing friendly with Pilkington, had in fact already colluded with Frederick. Foxwood Çiftliği'yle bütün ilişkiler kesilmiş, Pilkington'a sövgü dolu bildiriler gönderilmişti. All ties to Foxwood Farm had been cut off, and abusive notices were sent to Pilkington. Güvercinlere, Pinchfield Çiftliği'ne uğramamaları ve "Frederick'e Ölüm" sloganını bırakıp "Pilkington'a Ölüm" sloganını kullanmaları tembihlenmişti. The pigeons were instructed not to stop by Pinchfield Farm and to drop the slogan "Death to Frederick" and use the slogan "Death to Pilkington". Bu arada, Napoléon, yakında Hayvan Çiftliği'ne karşı bir saldırı başlatılacağı yolundaki söylentilerin baştan aşağı düzmece olduğunu, Frederick'in hayvanlarına gaddarca davrandığı yolundaki masalların fazla abartıldığını anlattı hayvanlara. Meanwhile, Napoléon told the animals that the rumors of an imminent attack on Animal Farm were all bogus, and that the tales of Frederick cruelty to his animals were exaggerated. Bütün bu dedikoduları büyük bir olasılıkla Snowball ve ajanları çıkarmışlardı. Snowball and his agents had probably started all these rumors. Şimdi her şey açığa çıkmıştı: Snowball'un, Pinchfield Çiftliği'nde saklandığı falan yoktu, aslında hiçbir zaman orada bulunmamıştı; söylenenlere göre, büyük bir lüks içinde Foxwood Çiftliği'nde yaşıyor ve yıllardır Pilkington'ın uşaklığını yapıyordu. Now it was all clear: Snowball wasn't hiding at Pinchfield Farm, he had never actually been there; It is said that he lived in great luxury on Foxwood Farm and had been Pilkington's valet for many years. Domuzlar, Pilkington'la dostluğu ilerletmiş görünerek Frederick'in kerestelere on iki sterlin daha fazla ödemesini sağlamış olan Napoléon'un kurnazlığına şapka çıkardılar. The pigs hated Napoleon's cunning, who, by appearing to further his friendship with Pilkington, had made Frederick pay twelve pounds more for the timbers. Ama Squealer'a kalırsa, Napoléon'un üstün zekâsının asıl göstergesi, hiç kimseye, Frederick'e bile güvenmemesiydi. But according to Squealer, the real testament to Napoleon's giftedness was that he trusted no one, not even Frederick. Frederick, kerestelerin parasını, ödeme sözünün verildiği bir kâğıt parçasından başka bir şey olmayan çekle ödemeye kalkmış; ama Napoléon ondan akıllı çıkmış, ödemenin, keresteler taşınmadan önce beş sterlinlik banknotlarla yapılmasını şart koşmuştu. Frederick tried to pay for the timbers by check, which was nothing more than a piece of paper with a promise to pay; but Napoleon was wise to him, requiring that payment be made in five-pound notes before the timber was moved. Sonunda, Frederick parayı gerçekten de istendiği gibi ödemişti; ödediği para, tam da yel değirmeni için gerekli makinelerin satın alınmasına yetecek kadardı. In the end, Frederick had indeed paid the money as requested; The money he paid was just enough to buy the machinery needed for the windmill.

Bu arada keresteler büyük bir hızla taşınıyordu. Meanwhile, timber was being transported at great speed. Hepsi taşındıktan sonra, hayvanların Frederick'in verdiği banknotları kendi gözleriyle görmeleri için büyük samanlıkta bir özel toplantı daha düzenlendi. After they had all moved in, another special meeting was held in the great barn for the animals to see for themselves the bills Frederick had given them. İki nişanını da takmış olan Napoléon kaygısızca sırıtıyordu; yükseltinin üzerindeki saman döşeğe uzanmıştı; çiftlik evinin mutfağından getirtilen porselen çanağa özenle yerleştirilmiş olan paralar yanı başındaydı. Napoleon, wearing both insignia, was grinning carefree; the straw on the hill lay on the mattress; The coins, carefully placed in the porcelain bowl brought from the farmhouse's kitchen, were beside him. Hayvanlar, yavaş yavaş önünden geçerek paraları yakından incelediler. The animals walked slowly past him, examining the coins closely. Boxer, burnunu uzatıp koklamaya kalkınca, incecik banknotlar hışırtıyla yerinden oynadı. The thin bills rustled into place as Boxer poked his nose and tried to sniff.

Daha üç gün olmamıştı ki, çiftlik birbirine girdi. It wasn't even three days before the farm got into each other. Birden yolun oradan bisikletiyle Whymper çıkageldi; yüzü kireç gibiydi; avluya girdiğinde bisikletini fırlatıp attı, koşarak çiftlik evine daldı. Suddenly, Whymper came up from the road on his bike; his face was like chalk; When he entered the courtyard, he threw off his bike and ran into the farmhouse. Az sonra, Napoléon'un kaldığı odadan öfkeli böğürtüler işitildi. A moment later, angry bellows were heard from the room where Napoleon was staying. Haber, tüm çiftliğe, önüne geçilemeyen bir yangın gibi yayıldı. The news spread like wildfire to the entire farm. Banknotlar sahte çıkmıştı! The banknotes were fake! Frederick keresteleri anafordan almıştı! Frederick had bought the timbers from the eddy!

Napoléon, hayvanları hemen bir araya topladı; ürkütücü bir sesle, Frederick'i idam cezasına çarptırdığını, yakalar yakalamaz diri diri kazana attıracağını bildirdi. Napoleon immediately gathered the animals together; He announced in a frightening voice that he had sentenced Frederick to death, and that he would have him thrown alive in the cauldron as soon as he was caught. Öte yandan, hayvanları da, Frederick'in bu alçaklığından sonra en korkulu durumlara karşı hazırlıklı olmaları konusunda uyardı. On the other hand, he warned the animals to be prepared for the most fearful situations after Frederick's infamy. Frederick ve adamları, ne zamandır beklenen saldırılarını her an başlatabilirlerdi. Frederick and his men could launch their long-awaited attack at any moment. Çiftliğe girilebilecek her yere nöbetçiler yerleştirildi. Guards have been placed wherever one can enter the farm. Foxwood Çiftliği'ne de dört güvercin salınarak, Pilkington'la yeniden dostça ilişkiler kurulmasını sağlayabileceği umulan bir uzlaşma mektubu gönderildi. Four pigeons were also released at Foxwood Farm, and a letter of reconciliation was sent, which it hoped could restore friendly relations with Pilkington. Ertesi sabah saldırı başladı. The next morning the attack began. Hayvanlar tam kahvaltıya oturmuşlardı ki, tozu dumana katarak gelen gözcüler Frederick ve adamlarının ana kapıdan girdiklerini bildirdiler. Just when the animals were sitting down to breakfast, the scouts, who had come in with the dust, announced that Frederick and his men had entered through the main gate. Hayvanlar, saldırganları karşılamak üzere cesaretle ileri atıldılar; ama bu kez zafere ulaşmak Ağıl Savaşı'nda olduğu kadar kolay görünmüyordu. The animals rushed forward boldly to meet the attackers; but this time, victory did not seem as easy as in the War of the Fold. Gelenler on beş kişiydi, altısının tüfeği vardı; yaklaşık elli metre kala ateş açtılar. Fifteen of them came, six of them had rifles; They opened fire about fifty meters away. Korkunç patlamalara ve canlarını yakan saçmalara karşı duramayan hayvanlar çok geçmeden geri çekilmek zorunda kaldılar. Unable to withstand the terrifying explosions and stinging bullshit, the animals were soon forced to retreat. Napoléon ile Boxer, onları toparlamak için çok uğraştılarsa da para etmedi. Napoleon and Boxer tried hard to get them together, but to no avail. Yaralananlar vardı. There were injured. Çiftlik binalarına sığınmışlar, yarıklardan ve budak deliklerinden dışarıyı gözetliyorlardı. They took refuge in farm buildings, peeking out through crevices and knotholes. Büyük otlak ve yel değirmeni düşman eline geçmişti. The great pasture and windmill had fallen into enemy hands. Napoléon bile donakalmış, ne yapacağını şaşırmıştı. Even Napoleon was stunned, unsure of what to do. Sus pus olmuş, dik kuyruğunu hızlı hızlı oynatarak odanın içinde volta atıyordu. He was hushed and paced around the room, waving his erect tail quickly. Gözler Foxwood Çiftliği yolundaydı. All eyes were on Foxwood Farm. Pilkington ve adamları yardıma gelseler, paçayı kurtarabilirlerdi. Had Pilkington and his men come to their aid, they could have gotten away with it. Ama tam o sırada, bir gün önce saldıkları güvercinler geri döndüler. But just then, the pigeons they had released the day before returned. Birinin gagasında, Pilkington'dan bir pusula vardı. One had a compass from Pilkington in its beak. Pusulada kurşunkalemle yazılmış şu sözcükler okunuyordu: "Kendi düşen ağlamaz!" The compass read these words, written in pencil: "The one who falls does not cry!" Bu arada, Frederick ve adamları, yel değirmeninin çevresinde toplanmışlardı. Meanwhile, Frederick and his men had gathered around the windmill. Hayvanlar da, umarsız homurtular çıkararak onları izliyorlardı. The animals followed them, grunting helplessly. İki adamın bir kol demiriyle bir balyoz çıkardığını gördüler. They saw two men pull out a crossbar and a sledgehammer. Yel değirmenini yıkmaya hazırlanıyorlardı. They were preparing to destroy the windmill.

"Hiçbir şey yapamazlar!" "They can't do anything!" diye bağırdı Napoléon. cried Napoleon. "Onların balyozları bizim kalın duvarlarımıza işlemez. "Their sledgehammer won't penetrate our thick walls. Bir hafta uğraşsalar gene yıkamazlar. If they try for a week, they can't wash it again. Korkmayın, yoldaşlar!" Fear not, comrades!" Ama Benjamin, gözünü dört açmış, adamların ne yaptıklarını anlamaya çalışıyordu. But Benjamin was wide-eyed, trying to understand what the men were doing. Bir de baktı, o iki adam kol demiri ve balyozla yel değirmeninin temeline yakın bir yerinde çukur açıyorlar. And he looked, and those two men were digging a hole near the foundation of the windmill with a crossbar and a sledgehammer. Uzun burnunu ağır ağır iki yana sallayarak bilgiççe gülümsedi. He smiled wisely, shaking his long nose slowly from side to side. "Anlamıştım," dedi. "I understand," he said. "Görmüyor musunuz? "Can't you see? Birazdan o çukura barut dolduracaklar." Soon they will fill that pit with gunpowder." Hayvanlar, korku içinde bekleşiyorlardı. The animals waited in fear. Artık sığındıkları binalardan çıkmaya kalkışmaları olanaksızdı. It was no longer possible for them to attempt to leave the buildings in which they took refuge. Birkaç dakika sonra, adamların değirmenin oradan kaçıştıklarını gördüler. A few minutes later, they saw the men fleeing from the mill. Hemen ardından, kulakları sağır eden bir gümbürtü koptu. Soon after, there was a deafening roar. Güvercinler havaya uçuştular, Napoléon dışında bütün hayvanlar kendilerini yüzükoyun yere atıp yüzlerini kapattılar. The pigeons flew into the air, and all the animals, except Napoleon, threw themselves face down and covered their faces. Ayağa kalktıklarında, yel değirmeninin bulunduğu yer kapkara dumanlara boğulmuştu. When they got to their feet, the place where the windmill stood was filled with black smoke. Duman rüzgârla dağıldığında, bir de baktılar, yel değirmeninin yerinde yeller esiyor! When the smoke cleared with the wind, they looked, the winds were blowing in the place of the windmill!

Onca emeğin havaya uçtuğunu gören hayvanlara ansızın bir cesaret geldi. Seeing all that hard work blown up, the animals suddenly got courage. Bu alçaklık karşısında kapıldıkları öfke, az önceki korku ve umutsuzluklarını unutturmuştu. Their anger at this baseness made them forget their previous fears and despair. Korkunç bir intikam çığlığı yükseldi. A terrible cry of vengeance went up. Kimsenin emrini beklemeden, hep birlikte düşmanın üstüne atıldılar. Without waiting for anyone's order, they all rushed towards the enemy. Artık, dolu gibi yağan saçmalara aldırmıyorlardı. They didn't care anymore about the drool that was pouring down like hail. Yabanıl, amansız bir savaş oldu. It was a wild, merciless war. Adamlar önce art arda ateş ettiler, hayvanlar iyice yakına geldiklerinde de sopaları ve kalın botlarıyla vurmaya başladılar. The men fired at first, one after the other, and when the animals came close, they began to strike with their sticks and heavy boots. Bir inek, üç koyun ve iki kaz oracıkta can verdi. A cow, three sheep and two geese died on the spot. Hemen herkes yaralıydı. Almost everyone was injured. Geriden harekâtı yönetmekte olan Napoléon'un bile, oraya kadar gelen bir saçmayla kuyruğunun ucu sıyrılmıştı. Even Napoleon, who was leading the operation from the rear, had his tail stripped by a scattering shot that went all the way. Ama adamlar da az kayıp vermemişti. But the men had not suffered little, either. Boxer attığı çiftelerle üçünün kafası patlatmış, inek boynuzlarıyla birinin karnını deşmiş, Jessie ile Bluebell de dişleriyle birinin pantolonunu paramparça etmişlerdi. Boxer had smashed the heads of three of them with his picks, pierced one's stomach with his cow horns, and Jessie and Bluebell had smashed someone's pants with their teeth. Napoléon'un korumalığını üstlenen dokuz köpek, aldıkları buyrukla çitin arkasından dolanıp ansızın ürkünç havlamalarla kanattan saldırdıklarında, adamlar paniğe kapıldılar. The men were alarmed when the nine dogs, who had taken over Napoleon's bodyguard, rushed around behind the fence at their command, and suddenly attacked from the flank with frightening barking. Kuşatılmak üzere olduklarını fark etmişlerdi. They realized that they were about to be surrounded. Frederick, adamlarına, işler iyice sarpa sarmadan çiftliği terk etmelerini buyurdu. Frederick ordered his men to leave the farm before things got too bad. Az sonra, korkak düşmanlar arkalarına bakmadan kaçıyorlardı. Soon, the cowardly enemies fled without looking back. Hayvanlar, tarlanın aşağılarına kadar kovaladılar adamları; dikenli çitten geçmeye çalışırlarken son birkaç tekme daha atmaktan geri kalmadılar. The animals chased the men down into the field; As they tried to get through the barbed fence, they didn't hesitate to throw a few more kicks.

Savaşı kazanmışlardı, ama bitkindiler, tepeden tırnağa kanlara bulanmışlardı. They had won the war, but they were exhausted, covered in blood from head to toe. Topallaya topallaya, gerisin geri çiftliğin yolunu tuttular. They limped back to the farm. Bazıları, çimenler üzerinde 98 yatan ölü yoldaşlarını görünce gözyaşlarına boğuldular. Some burst into tears when they saw their dead comrades lying on the grass. Bir zamanlar yel değirmeninin bulunduğu yerde, saygılı bir suskunluk içinde kısa bir süre öyle durdular. They stood there for a short while in respectful silence where the windmill once stood. Evet, onca emek boşa gitmiş, değirmenin izi bile kalmamıştı! Yes, all that effort was wasted, there was not even a trace of the mill! Yapının temeli bile yer yer parçalanmıştı. Even the foundation of the building was shattered in places. Diyelim yeniden yapmaya kalktılar, yerle bir olan duvarların taşlarını bile toplayamazlardı. Let's say they tried to rebuild, they couldn't even collect the stones of the walls that were destroyed. Patlamanın şiddetiyle yüzlerce metre uzağa saçılmışlardı. They were scattered hundreds of meters away by the force of the explosion.

Çiftliğe yaklaşırlarken, savaş sırasında her nedense ortalıktan kaybolan Squealer'ın hoplaya zıplaya kendilerine doğru geldiğini gördüler. As they approached the farm, they saw Squealer bouncing towards them, who had somehow disappeared during the war. Memnun memnun kuyruğunu sallıyor, yüzü sevinçle parlıyordu. Satisfied, he wagged his tail, his face glowing with joy. O sırada, çiftlik binalarının oradan bir tüfek patladı. At that moment, a rifle went off from the farm buildings.

Boxer, "Bu da ne?" diye sordu.

"Zaferimizi kutluyorlar!" "They celebrate our victory!" diye bağırdı Squealer.

"Ne zaferi?" dedi Boxer.

Dizleri kanıyordu, nallarından birini kaybetmiş, toynağı yarılmıştı, arka bacağına bir sürü saçma saplanmıştı. His knees were bleeding, he had lost one of his shoes, his hoof was split, and a bunch of pellets had lodged in his hind leg.

"Ne demek ne zaferi, yoldaş? "What do you mean, what victory, comrade? Düşmanı topraklarımızdan, Hayvan Çiftliği'nin kutsal topraklarından söküp atmadık mı?" Have we not driven the enemy out of our lands, from the holy lands of Animal Farm?" "Ama yel değirmenini havaya uçurdular. "But they blew up the windmill. O yel değirmenini yapmak için tam iki yıl uğraşmıştık!" It took us two years to build that windmill!” "Boş ver, aldırma! "Forget it, don't mind! Yenisini yaparız. We'll make a new one. Canımız isterse, altı yel değirmeni daha yaparız. We can build six more windmills if we want to. Ne kadar büyük bir iş başardığımızın farkında değilsin galiba, yoldaş! I don't think you realize what a great job we've accomplished, comrade! Şu üzerinde durduğumuz topraklar az önce düşman elindeydi. The lands we are standing on were in enemy hands just now. Oysa şimdi her bir karışını geri aldık; Napoléon Yoldaş'ın önderliği sayesinde tabii!" But now we have taken back every inch of it; Thanks to the leadership of Comrade Napoleon, of course!” "Demek, zaten bizim olanı geri almışız," dedi Boxer. “So we've taken back what's already ours,” said Boxer. Squealer, "Bu zafer bizim," dedi. “This victory is ours,” Squealer said. Topallaya topallaya avluya girdiler. They limped into the courtyard. Bacağındaki saçmalar Boxer'ın canını yakıyordu. The pellets on his leg were hurting Boxer. Yel değirmeninin yeniden yapılmasının ne kadar zorlu bir uğraşı gerektireceğini, bu işte kendisine ne kadar büyük görevler düşeceğini düşünürken, belki de ilk kez yaşlandığını hissetti; o koca kaslarının artık eskisi kadar güçlü olmadığını geçirdi kafasından. Perhaps for the first time he felt that he was getting old; It occurred to him that those big muscles were no longer as strong as they used to be.

Öteki hayvanlar ise, yeşil bayrağın dalgalandığını gördükten, tüfeğin tam yedi kez atıldığını duyduktan ve savaşta gösterdikleri yararlılıklardan dolayı kendilerini kutlayan Napoléon'un konuşmasını dinledikten sonra, gerçekten de büyük bir zafer kazanmış oldukları duygusuna kapıldılar. The other animals, on the other hand, felt that they had indeed won a great victory, after seeing the green flag fly, hearing the rifle fire seven times, and hearing Napoleon's speech congratulating them for their usefulness in battle. Savaşta can verenler ağırbaşlı bir törenle gömüldüler. Those who died in the war were buried with solemn ceremony. Cenaze arabası olarak kullanılan yük arabasını Boxer ile Clover çektiler, cenaze alayının en önünde Napoléon yürüdü. Boxer and Clover pulled the wagon, which was used as a hearse, and Napoleon walked at the front of the funeral procession. Kutlamalar tam iki gün sürdü. The celebrations lasted two full days. Şarkılar söylendi, söylevler çekildi, silahlar atıldı; ödül olarak her hayvana bir elma, her kuşa elli gram darı, her köpeğe de üç peksimet verildi. Songs were sung, speeches were made, guns were thrown; As a reward, each animal was given an apple, each bird fifty grams of millet, and each dog three rusks. Ardından, bu son savaşın bundan böyle "Yel Değirmeni Savaşı" adıyla anılacağı, Napoléon'un, "Yeşil Bayrak" adı altında yeni bir nişan verilmesini kararlaştırdığı ve ilk nişanı da kendisine taktığı açıklandı. Then it was announced that this last battle would henceforth be known as the "War of the Windmill", and that Napoleon had decided to give a new decoration under the name of the "Green Flag" and wore the first decoration to himself. Zafer sarhoşluğu, sahte banknotları unutturmuştu. The euphoria of victory had made people forget the counterfeit banknotes.

Birkaç gün sonra domuzlar, çiftlik evinin kilerinde bir kasa viski buldular. A few days later, the pigs found a case of whiskey in the farmhouse cellar. Anlaşılan, eve ilk girdiklerinde gözlerine çarpmamıştı. Apparently, it hadn't caught their eye when they first entered the house. O gece çiftlik evinden şarkılar yükseldi; üstelik, araya zaman zaman İngiltere'nin Hayvanları'ndan ezgilerin de karışması herkesi çok şaşırttı. Songs rose from the farmhouse that night; moreover, it surprised everyone that tunes from the Beasts of England were occasionally mixed in. Dokuz buçuk sularında Napoléon, başında Bay Jones'un melon şapkasıyla arka kapıdan çıktı, avlunun çevresinde fırdolayı dönüp içeri girdi. At half past nine, Napoleon, wearing Mr. Jones' bowler hat, came out the back door, turned the spool around the courtyard, and entered. Sabah olduğunda, çiftlik evinde derin bir sessizlik hüküm sürüyordu. In the morning, deep silence reigned in the farmhouse. Anlaşılan, domuzların hepsi uyuyordu daha. Apparently, the pigs were all asleep. Dokuza doğru kapıda Squealer göründü; ağır ağır ilerledi; bitkin görünüyordu, bakışları donuktu, kuyruğu aşağı sarkmıştı; sanki onulmaz bir hastalığa yakalanmış gibiydi. Towards nine Squealer appeared at the door; slowly advanced; he looked exhausted, his eyes were dull, his tail was drooping; It was as if he had contracted an incurable disease. Hemen hayvanları topladı. He immediately collected the animals. Haber kötüydü: Napoléon Yoldaş, ölüm döşeğindeydi! The news was bad: Comrade Napoleon was on his deathbed!

Hayvanlardan bir feryat koptu. A cry came from the animals. Çiftlik evinin kapılarının önüne samanlar serildi; herkes parmaklarının ucuna basarak yürüyordu. Straw was spread outside the farmhouse doors; Everyone was walking on tiptoe. Önderimizi yitirirsek halimiz nice olur, diye ağlaşıyorlardı. They were crying, "How will we be if we lose our leader?" Snowball'un en sonunda Napoléon'un yemeğine zehir katmayı başardığı yolunda bir söylenti dolaşıyordu. There was a rumor circulating that Snowball had finally managed to poison Napoleon's food. Saat on birde Squealer kapının önüne çıkarak bir açıklama daha yaptı. At eleven o'clock Squealer stepped out the door and made another statement. Napoléon Yoldaş, ölüm döşeğinde son bir yasa daha çıkarmıştı: İçki içenler idam cezasına çarptırılacaktı. On his deathbed, Comrade Napoleon passed one last law: Those who drink were to be sentenced to death.

Ne var ki akşama doğru Napoléon'un biraz daha iyi göründüğünü bildiren Squealer, ertesi sabah Önder'in sağlığının hızla iyiye gittiğini açıkladı. However, Squealer, who reported that Napoléon looked a little better towards the evening, announced that Önder's health was improving rapidly the next morning. O günün akşamı yeniden işinin başına dönen Napoléon'un, ertesi gün mayalandırma ve damıtma yöntemleriyle ilgili bazı kitapçıklar satın alması için Whymper'ı Willingdon Çiftliği'ne gönderdiği öğrenildi. It is learned that Napoleon, returning to work that evening, sent Whymper to Willingdon Farm the next day to purchase some pamphlets on fermentation and distillation methods. Napoléon, bir hafta kadar sonra, meyve bahçesinin arka tarafında bulunan ve artık çalışamayan hayvanlara otlak olarak ayrılması düşünülen küçük çayırın sürülmesi için emir verdi. A week or so later, Napoleon ordered the ploughing of the small meadow at the back of the orchard, which was intended to be used as pasture for the animals that could no longer work. Çayırın yozlaştığı ve yeniden çimen ekilmesi gerektiği söylendiyse de, çok geçmeden Napoléon'un oraya arpa ekmek niyetinde olduğu anlaşıldı. It was said that the meadow had degenerated and had to be replanted, but it soon became clear that Napoleon intended to plant barley there. İşte tam o günlerde, kimsenin anlayamadığı tuhaf bir şey oldu. Bir gece on iki sularında avludan gelen bir çatırtı üzerine bütün hayvanlar dışarı fırladılar. One night, at about twelve o'clock, all the animals sprang out upon a crackling sound from the courtyard. Mehtaplı bir geceydi. It was a moonlit night. Büyük samanlığın Yedi Emir'in yazılı olduğu uzun duvarının dibinde, iki parçaya ayrılmış bir merdiven duruyordu. At the foot of the long wall of the great barn, on which the Seven Commandments were inscribed, stood a staircase divided into two parts. Squealar da merdivenin yanı başında yerde yatmaktaydı; sersemlemiş görünüyordu. Squeas were also lying on the floor by the stairs; he looked dazed. Az ileride bir fener, bir boya fırçası ve devrilmiş bir beyaz boya kutusu göze çarpıyordu. A short distance away was a flashlight, a paintbrush, and an overturned white paint can. Köpekler hemen Squealer'ın çevresini aldılar, az biraz yürüyebilecek duruma gelir gelmez onu çiftlik evine götürdüler. The dogs immediately surrounded Squealer, and as soon as he could walk a little, they took him to the farmhouse. Bu işe kimse akıl sır erdiremedi. No one could make sense of this. Bir tek, bilgiççe başını sallayan yaşlı Benjamin her şeyi anlamış görünüyor, ama hiçbir şey söylemiyordu. Only old Benjamin, who nodded wisely, seemed to understand everything, but said nothing.

Ama birkaç gün sonra Muriel, Yedi Emir'i kendi başına bir kez daha okurken hayvanların emirlerden birini daha yanlış anımsadıklarını fark etti. But a few days later, as Muriel read the Seven Commandments to himself, he realized that the animals had misremembered one of the commandments. Beşinci Emir'i, "Hiçbir hayvan içki içmeyecek!" The Fifth Commandment, "No animal shall drink!" diye biliyorlardı, demek bir sözcüğü unutmuşlardı. they knew, so they forgot a word. Doğrusu şöyleydi: "Hiçbir hayvan aşırı içki içmeyecek." The truth was: "No animal shall drink excessively."