×

우리는 LingQ를 개선하기 위해서 쿠키를 사용합니다. 사이트를 방문함으로써 당신은 동의합니다 쿠키 정책.


image

Barış Özcan 2018, Kimdi bu Stephen Hawking?

Kimdi bu Stephen Hawking?

Beni duyabiliyor musunuz?

Pek çoğunuzun duyduğu üzere ünlü fizikçi Stephen Hawking geçtiğimiz 14 Mart günü, içinde yaşadığı “ceviz kabuğundaki evren”inden ayrıldı. Ve yine pek çoğunuzun fark ettiği gibi Galile'nin ölümünün 300. Yıldönümünde doğan bu parlak beyin, Albert Einstein'ın doğduğu Pi gününde de ölmüş oldu. “Kimdi ulan bu Stephen Hawking?” diye bir video yaparsın artık abi diye pek çok mesaj gönderdiniz bana. Sizi duymamak mümkün mü? Yaparım tabi. Ama başlığını böyle atmam. Çünkü kim olursa olsun bizde ölünün arkasından kötü konuşulmaz. Ulan bile denmez. Zaten böyle bir adam hakkında nasıl kötü konuşulabilir ki diye düşünüyorsunuz değil mi? Ah, ah… N'olur, öyle kalın 🙂 Tamam konuşalım da, hakkında onu tanıyan tanımayan, bilen bilmeyen herkes bir şeyler söyledi zaten. Söylenecek daha ne kaldı? diye düşünürken kendi kişisel hikayemdeki rolünü aktarmak aklıma geldi. Onunla ilk kez 90'lı yıllarda bir üniversite öğrencisiyken tanışmıştım. Biliyorsunuz özellikle yazarlarla tanışmak çok kolay. Kitabını alıp okuyorsunuz. Ben de öyle yaptım. “Zamanın Kısa Tarihi”ni okudum. Bu popüler bir bilim kitabı. Bilim insanı olmayan kişilerin de okuyup anlayabilmesi için yazılmış. Hatta içinde Einstein'ın E=mc² formülü dışında herhangi bir formül dahi yok. Bazı kısımları beni çok heyecanlandırmıştı bu kitabın ama itiraf etmeliyim ki bazı bölümlerini de anlayamamıştım. Şimdi bu videonun bazı kısımları da size öyle gelebilir, sıkın dişinizi.

“Büyük Patlama – Big Bang”den başlayıp kara deliklere uzanan zamanın “kısa” hikayesi. Big Bang denince akla ilk gelen kişilerden biri olduğu için son yıllarda önce adını sonra da kendisini komedi dizisi “Big Bang Theory”de de duymaya başlamıştık.

Stephen Hawking sadece dizilerde Sheldon'ın hatalarını bulmakla kalmadı, Einstein'ın eksik bıraktığı bazı şeyleri de tamamlamaya çalıştı. Özellikle kara deliklerle ilgili. Kara deliklerin aslında o kadar da kara olmadığını ileri sürdü. Onların parçacık yaydığını ve bu sayede kütle kaybettiğini söyledi. Bu teorik radyasyona artık Hawking ışıması deniyor.

İyi de bu neden önemli? Önemli çünkü “her şeyin teorisi”ni bulmaya çalışırken böyle bir sonuca ulaştı. Neredeyse tüm bilim insanlarının aradığı “her şeyi açıklayacak olan o tek teori.”

“En büyük ve en küçük” adında bir video yayınlamıştım geçenlerde. Hatırlayacaksınız o video kendi boyutlarımızda ve ölçeğimizde başlıyordu. Newton yasalarının geçerli olduğu bir dünyada. Sonra ölçeğimizi gözlemlenebilir evrene kadar büyüttük. Einstein'ın ışık hızı hakkındaki tespitlerinin ve “izafiyet teorisi”nin geçerli olduğu bir dünyayı gördük. Sonra da tam tersi yönde küçüldük ve “kuantum teorisi”nin geçerli olduğu atom altı bir dünyaya gittik.

İşte Stephen Hawking böylesine farklı gibi görünen bu dünyaları açıklayacak bir teori geliştirmeye çalıştı. En küçüklerin dünyasındaki kuantum teorisiyle en büyüklerin dünyasındaki genel görelilik kuramını birleştirmeye çalıştı. Ve bunu yapmaya çalışırken neyi buldu? Kara deliklerin sadece içine bir şeyler çektikçe büyüyen bir dev gibi olmadığını aynı zamanda bu radyasyonla yani kendi adını verdiği Hawking ışımasıyla kütle kaybettiğini. Hımmm. Einstein'ın “izafiyet teorisine” göre kara delikler küçülemezler, yani olay ufuklarının alanı azalamaz. Bu bilim dünyasını şaşırtan yeni bir teori ve işte bu yüzden Stephen Hawking sadece dizilerde boy gösteren bir imajdan ibaret değil.

Ama biz yine de dizilerden gidelim çünkü bunlardan bir tanesinde, Star Trek'in bir bölümünde ince ince işleniyor bu konular. Biliyorsunuz gelecekte geçen bu dizide Data diye bir karakter var, aklı temsil ediyor. Böyle bir karakterin en büyük fantezisi ne olabilir? Ünlü bilim insanlarıyla takılmak değil mi? İşte o da Stephen Hawking ve Albert Einstein'la poker oynuyor. Bu oyun esnasında Einstein, Hawking'in blöf yaptığını düşünüyor, muhtemelen güçlü bir “poker face”i olduğu için de sonuçta oyunu kazanan Hawking oluyor. Peki masadaki dördüncü kişiyi tahmin edebildiniz mi? Isaac Newton. Oyunun ilk kaybedeni. Göndermeleri anladınız mı? Gerçekten de yaklaşık üç asır önce bilim dünyasının en güçlü çalışmalarını yapmıştı. O zamanın en popüler bilim insanıydı. Ta ki Einstein'a kadar. Einstein geldi ve evreni daha iyi açıklamaya çalışan bir kuram geliştirdi: izafiyet teorisini. Bu kez de o en popüler isim haline geldi. Stephen Hawking fizik dünyasına yaptığı katkılarla bu iki isimden daha büyük bir noktaya ulaştı mı tartışılır ama hem pokerde hem de popülerlikte kazandığı kesin. Asıl kazanansa insanlık oluyor elbette. Newton'un da dediği gibi daha ileriyi görebilmek için bu devlerin omuzlarında yükseliyoruz. Yükseliyoruz yükselmesine de bütün bu ilham verici kişiliklerden fizik dışında ne öğrenebiliriz? Sonuçta hepimiz fizikçi olmayacağız bu hayatta. Sizi bilmem ama benim Stephen Hawking'den öğrendiğim en önemli şey ondaki bu düşünme, öğrenme ve öğrendiklerini paylaşma azmi oldu. Kendinizi onun yerine bir koyun. 21 yaşındayken bir hastalığınız olduğunu öğreniyorsunuz. Öyle bir hastalık ki konuşmanızı, yürümenizi, yutkunmanızı ve hatta nefes almanızı bile etkiliyor. Buna yakalananlara ortalama 2 yıl yaşayabilir diyorlar. Çünkü kas kontrolü diye bir şey kalmıyor. Kendisine bu haberi veren doktora ne diyor biliyor musunuz? Peki ya beynim? Onu kontrol edebilir miyim?

Hayatını bir tekerlekli sandalye üzerinde geçiriyor. Neredeyse bilim-kurgu hikayelerinde gördüğümüz kavanozdaki bir beyin gibi yaşıyor hayatı. Konuşma yetisini kaybedince bir bilgisayar yardımıyla iletişim kurmaya başlıyor. Hareket edememesine rağmen son anlarına kadar düşünmeye, çalışmaya, üretmeye devam ediyor. Adeta hayatının sonuna doğru sağırlaşmaya başlayan Beethoven'ın kompozisyonlarına devam etmesi gibi o da bilimsel çalışmalarını aksatmıyor. Öldükten sonra sosyal medyada hakkında yazılanlara baktım da bu konsept bazılarına pek inandırıcı gelmemiş. İşte “aslında o bunların hiçbirini söylemiyor, yazıp çizmiyor, arkasında bir ekip var bu adamın” filan diyenler… Şu hayatta fiziksel bir engeli olmamasına rağmen dişe, tırnağa dokunan bir şey üretemeyen insanlar, engeli olan ama sınırı olmayan bu tür kişilerin üretken olabileceğine nedense pek inanmak istemezler. İlla arkasında bir bityeniği ararlar. Ben size söyleyeyim. O bityeniğini sizin bakış açınızda, hayat algınızda. Tabiki bir ekip olacak böyle bir kişinin arkasında. Hatta ekip de değil, koskoca bir topluluk vardı Hawking'e yardım eden. Biz buna üniversite diyoruz. Latince'den gelen bir kelime. Öğrenci ve öğretmenlerden oluşan bir topluluk anlamına geliyor. Yani işi gücü eğitim olan insanlardan oluşan bir topluluk.

Stephen Hawking, öğrenme serüvenine Oxford Üniversitesi'nde başladı. “İngilizce konuşan dünya”nın en eski üniversitesidir bu. Kurulduğu tarih tam olarak bilinemiyor ama 1096'dan beri orada sürekli olarak eğitim yapıldığı kesin. Neredeyse 1000 yıldır. Hawking daha sonra Cambridge Üniversitesi'ne geçiyor ve hayatının sonuna kadar orada çalışmalarına devam ediyor. Bu üniversite de 1209 yılından beri faaliyet gösteren bir eğitim kurumu. Hatta öyle ki Isaac Newton da bu okulda profesörmüş. Stephen Hawking, daha önce Newton'un sahip olduğu bir pozisyona gelmiş, bir Lucasian profesörü olmuş. Dünyanın en prestijli akademik ünvanlarından biri bu. İşte yüzyıllardır ısrarla, nesilden nesle devam eden bir öğrenme ve öğretme eylemi, akademik bir geleneğin oluşmasına yol açıyor.

Şu anda artık sadece Oxford ve Cambridge değil İngiltere'deki daha pek çok üniversite, bu akademik geleneği uyguluyor. Bu üniversitelerde sadece ders yapmıyorsunuz. Seminerlere, tartışmalara katılıyorsunuz. Konuşuyorsunuz ve dinliyorsunuz. Tez üretiyorsunuz. Beğenmezseniz antitez geliştiriyorsunuz. Uygulama projeleri üretip, eğitmenlerle aktif bir ilişki içinde yer alıyorsunuz. Bu sayede eleştirel düşünme beceriniz, yaratıcılığınız ve özgüveniniz gelişiyor. Tıpkı nadir yetişen bitkilerin özel ortamlara ihtiyacı olmasına benzer bir şekilde Hawking gibi bilim insanları da ancak böyle ortamlarda yetişebiliyor. Daha 21 yaşında kendisine 2 yıl ömür biçilmesine rağmen kuruyup gitmemesini başka nasıl açıklayabiliriz ki? Emekli olan insanlara bir bakın. Eğer anlamlı bir uğraş bulmazlarsa solup gidiverirler. Oysa nefes almakta bile güçlük çeken bir zihni oksijen dolu böyle bir ortama koyunca yeşerip büyümeye başlıyor. Kısacık zamanı kalmış olmasına rağmen zamanın kısa tarihini yazabilecek zamanı bulabiliyor… Hawking'in neredeyse yarım asır daha yaşayabilmesinin sırrı belki de etrafını çevreleyen öğrenmeye ve öğretmeye açık, oksijen dolu bu zihinlerdir kim bilir? Onun akıllara kazınan şu imajı için bazı teorilerini birlikte geliştirdiği ünlü matematikçi Roger Penrose “aklın maddeye üstünlüğü”nü sembolize ettiğini yazdı.

“Pek çok insan beni bilimsel çalışmalarımla değil de Simpsonlar çizgi filminden tanıyor” demişti bir keresinde Profesör Hawking. Ama bunu şikayet etmek için söylemiyordu. Hatta böyle bir popüler kültür ikonu olma noktasında neredeyse hevesli biri olduğunu bile söyleyebiliriz. İlerleyen yaşına ve fiziksel durumuna aldırmadan dünyayı dolaşıp konuşmalar yaptı, dizilerde rol aldı. Ama bir “ekib”in yönettiği kukla gibi değil. Tam tersine bazen dizilerde kendisi için yazılan senaryoya bile müdehale edip bir kısmını kendisinin yazdığı söylenir. Az önce gösterdiğim Star Trek'te oynamayı kendisi teklif etmiş. Teknoloji gelişmesine ve daha iyi ses sentezleyicileri çıkmasına rağmen eski ve Amerikan aksanlı sesini kullanmaya devam etti. Telif hakları kendisine ait olan bir ses haline getirdi. Bir keresinde en çok uzaya gitmek istediğini belirtmişti. Bunun üzerine yeryüzünde yerçekimsiz ortamı simüle edebilen Zero-G uçağına davet edildi. Ve o da tabiki kabul etti. Bir çoğumuzun cesaret edemeyeceği böyle bir deneyimi yaşarken ne kadar mutlu olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Ne de olsa bize ayaklarımızın altına değil de yukarıya, yıldızlara bakmayı öğütleyen biriydi. “Benim amacım çok basit. Evreni bütünüyle anlamak. Neden var olduğunu…”

Amacına ulaşamadı ve “Her şeyin formülü”nü de bulamadı. Ama içinde bulunduğu kısıtlayıcı duruma rağmen hayatının sonuna kadar bu basit amaçtan vazgeçmedi. Kendisinin de dediği gibi “hayat ne kadar zor görünürse görünsün, yapabileceğin ve başarabileceğin bir şey mutlaka vardır. Sadece vazgeçmemene bağlı.”

İşte fizik ötesinde bana böyle şeyler öğretti Hawking. Çünkü o konuşamamasına rağmen çok şey söyleyebiliyordu. Sesi olmamasına rağmen sesini duyurabiliyordu. Kaslarının çoğunu hareket ettiremese de gülmeyi ve güldürmeyi becerebiliyordu. İnanmayanlar hemen her konuşmasında olduğu gibi ölmeden önce yaptığı son konuşmasında da yaptığı şu ince espriye kulak verebilir 🙂 Can you hear me? (Beni duyabiliyor musunuz?)


Kimdi bu Stephen Hawking? Wer war dieser Stephen Hawking? Who was this Stephen Hawking? Wie was die Stephen Hawking? Vem var denne Stephen Hawking?

Beni duyabiliyor musunuz? can you hear me

Pek çoğunuzun duyduğu üzere ünlü fizikçi Stephen Hawking geçtiğimiz 14 Mart günü, içinde yaşadığı “ceviz kabuğundaki evren”inden ayrıldı. As many of you have heard, the famous physicist Stephen Hawking left his "nutshell universe" in which he lived, on March 14th. Ve yine pek çoğunuzun fark ettiği gibi Galile'nin ölümünün 300. And again, as many of you have noticed, the 300th anniversary of Galileo's death. Yıldönümünde doğan bu parlak beyin, Albert Einstein'ın doğduğu Pi gününde de ölmüş oldu. Born on the anniversary, this brilliant mind also died on Pi, the day Albert Einstein was born. “Kimdi ulan bu Stephen Hawking?” diye bir video yaparsın artık abi diye pek çok mesaj gönderdiniz bana. You sent me many messages asking me to make a video on "Who the hell was this Stephen Hawking?". Sizi duymamak mümkün mü? Is it possible not to hear you? Yaparım tabi. Of course I will. Ama başlığını böyle atmam. But I won't title it like that. Çünkü kim olursa olsun bizde ölünün arkasından kötü konuşulmaz. Because we don't speak ill of the dead, no matter who they are. Ulan bile denmez. You don't even say "man". Zaten böyle bir adam hakkında nasıl kötü konuşulabilir ki diye düşünüyorsunuz değil mi? You're already thinking, how can anyone speak ill of such a man? Ah, ah… N'olur, öyle kalın 🙂 Ah, ah... Please stay like that 🙂 Tamam konuşalım da, hakkında onu tanıyan tanımayan, bilen bilmeyen herkes bir şeyler söyledi zaten. Okay, let's talk about him, but everyone who knows him, who knows him, who knows him, has already said something about him. Söylenecek daha ne kaldı? What more is left to say? diye düşünürken kendi kişisel hikayemdeki rolünü aktarmak aklıma geldi. I was thinking about the role of the "I" in my own personal story. Onunla ilk kez 90'lı yıllarda bir üniversite öğrencisiyken tanışmıştım. I first met him when I was a university student in the 90s. Biliyorsunuz özellikle yazarlarla tanışmak çok kolay. You know, it is very easy to meet writers in particular. Kitabını alıp okuyorsunuz. You buy his book and read it. Ben de öyle yaptım. That's what I did. “Zamanın Kısa Tarihi”ni okudum. I read "A Brief History of Time". Bu popüler bir bilim kitabı. This is a popular science book. Bilim insanı olmayan kişilerin de okuyup anlayabilmesi için yazılmış. It is written so that non-scientists can read and understand it. Hatta içinde Einstein'ın E=mc² formülü dışında herhangi bir formül dahi yok. There is not even any formula in it except Einstein's E=mc² formula. Bazı kısımları beni çok heyecanlandırmıştı bu kitabın ama itiraf etmeliyim ki bazı bölümlerini de anlayamamıştım. I was very excited about some parts of this book, but I have to admit that I couldn't understand some parts of it. Şimdi bu videonun bazı kısımları da size öyle gelebilir, sıkın dişinizi. Now some parts of this video may seem like that to you, so hang in there.

“Büyük Patlama – Big Bang”den başlayıp kara deliklere uzanan zamanın “kısa” hikayesi. "The "short" story of time from the Big Bang to black holes. Big Bang denince akla ilk gelen kişilerden biri olduğu için son yıllarda önce adını sonra da kendisini komedi dizisi “Big Bang Theory”de de duymaya başlamıştık. Since he is one of the first people who comes to mind when we think of Big Bang, we started to hear his name and then himself in the comedy series "Big Bang Theory" in recent years.

Stephen Hawking sadece dizilerde Sheldon'ın hatalarını bulmakla kalmadı, Einstein'ın eksik bıraktığı bazı şeyleri de tamamlamaya çalıştı. Stephen Hawking not only found Sheldon's mistakes in the series, but also tried to fill in some of the things that Einstein had left out. Özellikle kara deliklerle ilgili. Especially about black holes. Kara deliklerin aslında o kadar da kara olmadığını ileri sürdü. He argued that black holes are not so black after all. Onların parçacık yaydığını ve bu sayede kütle kaybettiğini söyledi. He said they emit particles and that's how they lose mass. Bu teorik radyasyona artık Hawking ışıması deniyor. This theoretical radiation is now called Hawking radiation.

İyi de bu neden önemli? But why is this important? Önemli çünkü “her şeyin teorisi”ni bulmaya çalışırken böyle bir sonuca ulaştı. It is important because in trying to find a "theory of everything" he came to such a conclusion. Neredeyse tüm bilim insanlarının aradığı “her şeyi açıklayacak olan o tek teori.” Almost all scientists are looking for "that one theory that will explain everything."

“En büyük ve en küçük” adında bir video yayınlamıştım geçenlerde. I recently published a video called "The biggest and the smallest". Hatırlayacaksınız o video kendi boyutlarımızda ve ölçeğimizde başlıyordu. You will remember that that video started in our own size and scale. Newton yasalarının geçerli olduğu bir dünyada. In a world where Newton's laws apply. Sonra ölçeğimizi gözlemlenebilir evrene kadar büyüttük. Then we scaled up to the observable universe. Einstein'ın ışık hızı hakkındaki tespitlerinin ve “izafiyet teorisi”nin geçerli olduğu bir dünyayı gördük. We saw a world where Einstein's findings about the speed of light and the "theory of relativity" were valid. Sonra da tam tersi yönde küçüldük ve “kuantum teorisi”nin geçerli olduğu atom altı bir dünyaya gittik. Then we shrunk in the opposite direction and went to a subatomic world where "quantum theory" applies.

İşte Stephen Hawking böylesine farklı gibi görünen bu dünyaları açıklayacak bir teori geliştirmeye çalıştı. Stephen Hawking tried to develop a theory to explain these seemingly different worlds. En küçüklerin dünyasındaki kuantum teorisiyle en büyüklerin dünyasındaki genel görelilik kuramını birleştirmeye çalıştı. He tried to combine quantum theory in the world of the smallest with general relativity in the world of the largest. Ve bunu yapmaya çalışırken neyi buldu? And what did he find in trying to do that? Kara deliklerin sadece içine bir şeyler çektikçe büyüyen bir dev gibi olmadığını aynı zamanda bu radyasyonla yani kendi adını verdiği Hawking ışımasıyla kütle kaybettiğini. That black holes are not just like a giant that grows as it sucks things in, but that it loses mass through this radiation, the Hawking radiation, as it calls itself. Hımmm. Hmm. Einstein'ın “izafiyet teorisine” göre kara delikler küçülemezler, yani olay ufuklarının alanı azalamaz. According to Einstein's theory of relativity, black holes cannot shrink, meaning that the area of their event horizons cannot decrease. Bu bilim dünyasını şaşırtan yeni bir teori ve işte bu yüzden Stephen Hawking sadece dizilerde boy gösteren bir imajdan ibaret değil. It's a new theory that has surprised the scientific world, and that's why Stephen Hawking is not just an image that appears in TV series.

Ama biz yine de dizilerden gidelim çünkü bunlardan bir tanesinde, Star Trek'in bir bölümünde ince ince işleniyor bu konular. But let's go through the series anyway, because in one of them, in an episode of Star Trek, these issues are explored in a very subtle way. Biliyorsunuz gelecekte geçen bu dizide Data diye bir karakter var, aklı temsil ediyor. As you know, in this series set in the future, there is a character named Data, who represents the mind. Böyle bir karakterin en büyük fantezisi ne olabilir? What would be the biggest fantasy of such a character? Ünlü bilim insanlarıyla takılmak değil mi? Hanging out with famous scientists, right? İşte o da Stephen Hawking ve Albert Einstein'la poker oynuyor. And here he is playing poker with Stephen Hawking and Albert Einstein. Bu oyun esnasında Einstein, Hawking'in blöf yaptığını düşünüyor, muhtemelen güçlü bir “poker face”i olduğu için de sonuçta oyunu kazanan Hawking oluyor. During this game, Einstein thinks Hawking is bluffing, probably because he has a strong "poker face", and in the end Hawking wins the game. Peki masadaki dördüncü kişiyi tahmin edebildiniz mi? And can you guess the fourth person at the table? Isaac Newton. Isaac Newton. Oyunun ilk kaybedeni. The first loser of the game. Göndermeleri anladınız mı? Do you understand the references? Gerçekten de yaklaşık üç asır önce bilim dünyasının en güçlü çalışmalarını yapmıştı. Indeed, nearly three centuries ago, he had done some of the most powerful work in the scientific world. O zamanın en popüler bilim insanıydı. He was the most popular scientist at the time. Ta ki Einstein'a kadar. Until Einstein. Einstein geldi ve evreni daha iyi açıklamaya çalışan bir kuram geliştirdi: izafiyet teorisini. Einstein came along and developed a theory that tried to explain the universe better: the theory of relativity. Bu kez de o en popüler isim haline geldi. This time he became the most popular name. Stephen Hawking fizik dünyasına yaptığı katkılarla bu iki isimden daha büyük bir noktaya ulaştı mı tartışılır ama hem pokerde hem de popülerlikte kazandığı kesin. It's debatable whether Stephen Hawking has achieved greater heights than either of them with his contributions to the world of physics, but he has certainly won in both poker and popularity. Asıl kazanansa insanlık oluyor elbette. The real winner, of course, is humanity. Newton'un da dediği gibi daha ileriyi görebilmek için bu devlerin omuzlarında yükseliyoruz. As Newton said, we rise on the shoulders of these giants to see further. Yükseliyoruz yükselmesine de bütün bu ilham verici kişiliklerden fizik dışında ne öğrenebiliriz? We are ascending, but what can we learn from all these inspiring personalities other than physics? Sonuçta hepimiz fizikçi olmayacağız bu hayatta. After all, not all of us will become physicists in this life. Sizi bilmem ama benim Stephen Hawking'den öğrendiğim en önemli şey ondaki bu düşünme, öğrenme ve öğrendiklerini paylaşma azmi oldu. I don't know about you, but the most important thing I learned from Stephen Hawking was his determination to think, learn and share what he learned. Kendinizi onun yerine bir koyun. Put yourself in his shoes. 21 yaşındayken bir hastalığınız olduğunu öğreniyorsunuz. When you are 21 years old, you learn that you have a disease. Öyle bir hastalık ki konuşmanızı, yürümenizi, yutkunmanızı ve hatta nefes almanızı bile etkiliyor. It is a disease that affects your speech, walking, swallowing and even breathing. Buna yakalananlara ortalama 2 yıl yaşayabilir diyorlar. They say those who get it can live for an average of 2 years. Çünkü kas kontrolü diye bir şey kalmıyor. Because there is no muscle control. Kendisine bu haberi veren doktora ne diyor biliyor musunuz? Do you know what he says to the doctor who gave him this news? Peki ya beynim? What about my brain? Onu kontrol edebilir miyim? Can I control him?

Hayatını bir tekerlekli sandalye üzerinde geçiriyor. He spends his life in a wheelchair. Neredeyse bilim-kurgu hikayelerinde gördüğümüz kavanozdaki bir beyin gibi yaşıyor hayatı. He lives life almost like a brain in a jar that you see in science fiction stories. Konuşma yetisini kaybedince bir bilgisayar yardımıyla iletişim kurmaya başlıyor. When he loses the ability to speak, he starts communicating with the help of a computer. Hareket edememesine rağmen son anlarına kadar düşünmeye, çalışmaya, üretmeye devam ediyor. Despite being unable to move, he continues to think, work and produce until his last moments. Adeta hayatının sonuna doğru sağırlaşmaya başlayan Beethoven'ın kompozisyonlarına devam etmesi gibi o da bilimsel çalışmalarını aksatmıyor. Just as Beethoven, who became deaf towards the end of his life, continued his compositions, he did not interrupt his scientific studies. Öldükten sonra sosyal medyada hakkında yazılanlara baktım da bu konsept bazılarına pek inandırıcı gelmemiş. I looked at what was written about him on social media after his death and this concept didn't seem very convincing to some people. İşte “aslında o bunların hiçbirini söylemiyor, yazıp çizmiyor, arkasında bir ekip var bu adamın” filan diyenler… Şu hayatta fiziksel bir engeli olmamasına rağmen dişe, tırnağa dokunan bir şey üretemeyen insanlar, engeli olan ama sınırı olmayan bu tür kişilerin üretken olabileceğine nedense pek inanmak istemezler. There are those who say "he doesn't actually say any of these things, he doesn't write or draw, there is a team behind him" and so on... People who cannot produce anything of substance even though they have no physical disability in this life, for some reason they don't want to believe that such people with disabilities but no limitations can be productive. İlla arkasında bir bityeniği ararlar. They will always look for something fishy behind it. Ben size söyleyeyim. I'll tell you. O bityeniğini sizin bakış açınızda, hayat algınızda. The catch is in your perspective, in your perception of life. Tabiki bir ekip olacak böyle bir kişinin arkasında. Of course there will be a team behind such a person. Hatta ekip de değil, koskoca bir topluluk vardı Hawking'e yardım eden. And not even a team, but a whole community that helped Hawking. Biz buna üniversite diyoruz. We call it a university. Latince'den gelen bir kelime. It's a word that comes from Latin. Öğrenci ve öğretmenlerden oluşan bir topluluk anlamına geliyor. It means a community of students and teachers. Yani işi gücü eğitim olan insanlardan oluşan bir topluluk. So it's a community of people whose job is education.

Stephen Hawking, öğrenme serüvenine Oxford Üniversitesi'nde başladı. Stephen Hawking began his learning journey at Oxford University. “İngilizce konuşan dünya”nın en eski üniversitesidir bu. It is the oldest university in the "English-speaking world". Kurulduğu tarih tam olarak bilinemiyor ama 1096'dan beri orada sürekli olarak eğitim yapıldığı kesin. The exact date of its foundation is unknown, but it is certain that there has been continuous education there since 1096. Neredeyse 1000 yıldır. Hawking daha sonra Cambridge Üniversitesi'ne geçiyor ve hayatının sonuna kadar orada çalışmalarına devam ediyor. Hawking then moved to Cambridge University and continued his studies there for the rest of his life. Bu üniversite de 1209 yılından beri faaliyet gösteren bir eğitim kurumu. This university is an educational institution that has been operating since 1209. Hatta öyle ki Isaac Newton da bu okulda profesörmüş. Isaac Newton was even a professor at this school. Stephen Hawking, daha önce Newton'un sahip olduğu bir pozisyona gelmiş, bir Lucasian profesörü olmuş. Stephen Hawking became a Lucasian professor, a position previously held by Newton. Dünyanın en prestijli akademik ünvanlarından biri bu. It is one of the most prestigious academic titles in the world. İşte yüzyıllardır ısrarla, nesilden nesle devam eden bir öğrenme ve öğretme eylemi, akademik bir geleneğin oluşmasına yol açıyor. This act of learning and teaching, which has been going on persistently for centuries, generation after generation, leads to the formation of an academic tradition.

Şu anda artık sadece Oxford ve Cambridge değil İngiltere'deki daha pek çok üniversite, bu akademik geleneği uyguluyor. Not only Oxford and Cambridge, but many other universities in the UK now follow this academic tradition. Bu üniversitelerde sadece ders yapmıyorsunuz. In these universities you don't just do lectures. Seminerlere, tartışmalara katılıyorsunuz. You participate in seminars and discussions. Konuşuyorsunuz ve dinliyorsunuz. You talk and you listen. Tez üretiyorsunuz. You are producing a thesis. Beğenmezseniz antitez geliştiriyorsunuz. If you don't like it, you develop an antithesis. Uygulama projeleri üretip, eğitmenlerle aktif bir ilişki içinde yer alıyorsunuz. You produce practical projects and take part in an active relationship with the trainers. Bu sayede eleştirel düşünme beceriniz, yaratıcılığınız ve özgüveniniz gelişiyor. This helps you develop critical thinking skills, creativity and self-confidence. Tıpkı nadir yetişen bitkilerin özel ortamlara ihtiyacı olmasına benzer bir şekilde Hawking gibi bilim insanları da ancak böyle ortamlarda yetişebiliyor. Just as rare plants need special environments, scientists like Hawking can only thrive in such environments. Daha 21 yaşında kendisine 2 yıl ömür biçilmesine rağmen kuruyup gitmemesini başka nasıl açıklayabiliriz ki? How else can we explain the fact that he is only 21 years old and has been given 2 years to live, yet he has not withered away? Emekli olan insanlara bir bakın. Look at the people who are retired. Eğer anlamlı bir uğraş bulmazlarsa solup gidiverirler. If they don't find meaningful work, they wither away. Oysa nefes almakta bile güçlük çeken bir zihni oksijen dolu böyle bir ortama koyunca yeşerip büyümeye başlıyor. But when you put a mind that has difficulty even breathing in such an oxygen-filled environment, it starts to flourish and grow. Kısacık zamanı kalmış olmasına rağmen zamanın kısa tarihini yazabilecek zamanı bulabiliyor… Hawking'in neredeyse yarım asır daha yaşayabilmesinin sırrı belki de etrafını çevreleyen öğrenmeye ve öğretmeye açık, oksijen dolu bu zihinlerdir kim bilir? Although he has only a short time left, he still finds the time to write the short history of time... Perhaps the secret of Hawking's ability to live for almost half a century more is the oxygen-filled minds that surround him, open to learning and teaching, who knows? Onun akıllara kazınan şu imajı için bazı teorilerini birlikte geliştirdiği ünlü matematikçi Roger Penrose “aklın maddeye üstünlüğü”nü sembolize ettiğini yazdı. The famous mathematician Roger Penrose, with whom he developed some of his theories, wrote that his memorable image symbolized "the superiority of mind over matter".

“Pek çok insan beni bilimsel çalışmalarımla değil de Simpsonlar çizgi filminden tanıyor” demişti bir keresinde Profesör Hawking. "Most people know me not for my scientific work but for the Simpsons cartoon," Professor Hawking once said. Ama bunu şikayet etmek için söylemiyordu. But he wasn't saying that to complain. Hatta böyle bir popüler kültür ikonu olma noktasında neredeyse hevesli biri olduğunu bile söyleyebiliriz. We can even say that he was almost eager to become such a pop culture icon. İlerleyen yaşına ve fiziksel durumuna aldırmadan dünyayı dolaşıp konuşmalar yaptı, dizilerde rol aldı. Regardless of his advancing age and physical condition, he traveled the world giving speeches and acting in TV series. Ama bir “ekib”in yönettiği kukla gibi değil. But not like a puppet directed by a "team". Tam tersine bazen dizilerde kendisi için yazılan senaryoya bile müdehale edip bir kısmını kendisinin yazdığı söylenir. On the contrary, it is said that sometimes he even intervened in the scripts written for him in the series and wrote some of them himself. Az önce gösterdiğim Star Trek'te oynamayı kendisi teklif etmiş. He offered to be in Star Trek, which I just showed you. Teknoloji gelişmesine ve daha iyi ses sentezleyicileri çıkmasına rağmen eski ve Amerikan aksanlı sesini kullanmaya devam etti. Even as technology improved and better voice synthesizers became available, he continued to use his old, American-accented voice. Telif hakları kendisine ait olan bir ses haline getirdi. He turned it into a sound that he owns the copyrights to. Bir keresinde en çok uzaya gitmek istediğini belirtmişti. He once said that he most wanted to go to space. Bunun üzerine yeryüzünde yerçekimsiz ortamı simüle edebilen Zero-G uçağına davet edildi. He was then invited to the Zero-G aircraft, which can simulate a zero-gravity environment on earth. Ve o da tabiki kabul etti. And of course he agreed. Bir çoğumuzun cesaret edemeyeceği böyle bir deneyimi yaşarken ne kadar mutlu olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Can you imagine how happy he was to have such an experience that most of us would not dare? Ne de olsa bize ayaklarımızın altına değil de yukarıya, yıldızlara bakmayı öğütleyen biriydi. After all, he was the one who advised us to look up to the stars, not down at our feet. “Benim amacım çok basit. Evreni bütünüyle anlamak. Understanding the universe in its entirety. Neden var olduğunu…” Why it exists..."

Amacına ulaşamadı ve “Her şeyin formülü”nü de bulamadı. He did not achieve his goal and he did not find the "formula for everything". Ama içinde bulunduğu kısıtlayıcı duruma rağmen hayatının sonuna kadar bu basit amaçtan vazgeçmedi. But despite his restrictive situation, he did not give up on this simple goal until the end of his life. Kendisinin de dediği gibi “hayat ne kadar zor görünürse görünsün, yapabileceğin ve başarabileceğin bir şey mutlaka vardır. As he said, "no matter how difficult life seems, there is always something you can do and achieve. Sadece vazgeçmemene bağlı.” It just depends on you not giving up."

İşte fizik ötesinde bana böyle şeyler öğretti Hawking. This is what Hawking taught me beyond physics. Çünkü o konuşamamasına rağmen çok şey söyleyebiliyordu. Because although he could not speak, he could say a lot. Sesi olmamasına rağmen sesini duyurabiliyordu. Although he had no voice, he could make himself heard. Kaslarının çoğunu hareket ettiremese de gülmeyi ve güldürmeyi becerebiliyordu. He could not move most of his muscles, but he could laugh and make people laugh. İnanmayanlar hemen her konuşmasında olduğu gibi ölmeden önce yaptığı son konuşmasında da yaptığı şu ince espriye kulak verebilir 🙂 Can you hear me? Those who don't believe can listen to this subtle joke he made in his last speech before he died, as he did in almost every speech 🙂 Can you hear me? (Beni duyabiliyor musunuz?) (Can you hear me?)