Start learning this lesson now

ZihinX, ÖNYARGILARININ FARKINDA MISIN? (En Önemli Beyin Etkisi)

ÖNYARGILARININ FARKINDA MISIN? (En Önemli Beyin Etkisi)

”Hızlı ve yavaş düşünme” kitabıyla ilgili 4 video hazırlayarak,

beynimizin pek çok önemli oyununu size anlatmış bulunmaktayım.

Bu videoda yalnızca beynin bir etkisiyle ilgili konuşacağım.

Bunun kitaptaki en önemli etkilerden biri, belki de birincisi olduğunu düşündüğümden,

yalnızca bu etkiye özel ayrı bir video hazırlamaya karar verdim.

İngilizcesi ‘Theory-induced blindness', Türkçeye çevirisi ‘Teoriden kaynaklanan körlük' olan bu etki

beynimde bir devrim yaparak daha geniş düşünmeme sebep olan beynin en önemli iki etkisinden biri.

2012 senesinde eğitim amaçlı olarak 6 aya yakın bir süre ABD'nin San Francisco şehrinde yaşadım.

Bir ülkeye seyahat amaçlı değil, yaşamak için gittiğim ilk tecrübemdi.

Yurtdışında yaşayanlar bir ülkeye turist gibi gitmekle

orada yaşamak arasında ne kadar büyük fark olduğunu biliyorlar.

Böyle durumlarda insan adapte olmak zorunda olduğunu biliyor

ve etrafındaki olayları daha iyi anlamak için her bir detayı daha çok analiz ediyor.

Sözün özü, havaalanında beni karşıladılar ve önceden rezervasyon yaptırdığım öğrenci yurduna götürdüler.

Resepsiyona yaklaştım ve orada 2 kişinin olduğunu gördüm.

Onları görür görmez hemen etrafıma bakındım,

“bunlar resepsiyon görevlisine pek benzemiyorlar, görevliler nerede acaba” diye düşündüm.

Sonra anladım ki resepsiyon görevlileri bunlarmış.

Bu 2 kişiden biri kulaklarında parmak büyüklüğünde delikler olan,

her iki kaşı, burnunun ucu, dudağı ve yanağının birinde piercing olan

ve çok tuhaf saç şekline sahip bir gençti.

Diğeriyse beline kadar gelen saçı olan ve her iki kolu tamamen dövmeyle kaplanmış biriydi.

Tabi ki, öyle tarza sahip oldukları için benim zihnimde “boş gezenin boş kalfası”

ve ciddiye alınmayacak kişiler imajı oluşturdu.

Şimdi düşünün, bu tarz düşünen biri, resepsiyon görevlisi olmak gibi büyük sorumluluk isteyen

ve doğrudan müşterilerle iletişimde olan insanların böyle kişiler olduğunu görüyor.

O anki şaşkınlığımı hayal bile edemezsiniz.

Önce kendi kendime dedim ki ”Ben nereye geldim böyle”. “Galiba burası hiç iyi bir yer değil.

Saçma sapan insanların olduğu bir yer”.

Sonra o insanların görevlerini nasıl iyi bir şekilde yaparak bana ne kadar yardımcı olduklarını gördüğümde,

”bu nasıl olur” diye ikinci defa şaşkınlık yaşadım.

İnternet bulur bulmaz yakınlarımla konuşmaya başladığımdaysa

heyecanla anlattığım ilk şey yaşadığım bu olaydı tabi ki.

Zamanla ben o iki görevliye alıştım.

Bir defasında, yemekhanede o iki kişiden biriyle aynı masada yemek yedik ve uzun bir konuşmamız oldu.

Sohbetimiz esnasında, aslında o görevlinin ne kadar kültürlü ve bilgili olduğunun farkına vardım

ve tabi ki de üçüncü şaşkınlığımı yaşadım.

Kendi kendime “bu kadar aylak tipli biri nasıl oluyor da bu kadar kültürlü ve bilgili oluyor?”

sorusunu sordum ve yavaş yavaş anlamaya başladım ki,

şimdiye kadar çevremin, yaşadığım ülkenin ve toplumun etkisi altında oluşan

ve doğruluğundan emin olduğum ve hiçbir zaman sorgulamadığım inançlarım ve klişelerim bulunuyordu.

Aslında büyük bir yanlışım vardı.

İnandığım şeyleri sorgulamıyordum ve düşüncemi küçük bir çerçeve içine sokuyor

ve ondan da dışarıya çıkmak istemiyordum.

Şimdiyse ”Teoriden kaynaklanan körlük” etkisinin anlatımına geçelim,

hikâyeye biraz sonra yeniden döneceğim.

Kitaptaki ”Teoriden kaynaklanan körlük” etkisini öğrendiğimde,

o hikâyede yaşadığım duyguları bilimsel yönden anlamış oldum.

Böylece sanki beynimde yeni pencereler açıldı.

Bu etkiye göre; ”Biz insanlar herhangi bir teorinin veya düşüncenin doğru olduğunu artık kabullenmişsek,

o teorinin eksikliklerini ve doğru olmayan yönlerini görmemiz çok zor oluyor.

Yani bu teoriyle çelişen herhangi bir gerçekle karşılaştığımızda, 'büyük ihtimalle,

hatta yüzde yüz bunun bir açıklaması var, ancak ben bilmiyorum.

Benim gözden kaçırdığım bir şeyler var, yoksa benim inandığım şey yanlış olamaz” diye düşünüyoruz.

Mesela, diyelim ki siz Japonya'da meşhur bir din olan Şinto dinindensiniz.

Bilerek Türkiye'de az kişinin mensup olduğu bu inancı örnek gösteriyorum ki,

bunu herhangi bir dini ima olarak düşünmeyelim ve objektif değerlendirelim.

Çünkü burada mesele din değil, konuştuğumuz beyin etkisi.

Farz edelim Şinto dini şöyle diyor, hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz.

Bu sadece konuyu anlatmak için uydurduğum bir şey, aslında o dinde öyle bir iddia yok.

300 seneden çok yaşayan, hatta hiç bir zaman yaşlanarak ölmeyen canlıların var olduğu

bilimsel olarak kanıtlanmış ve inkâr edilemez bir gerçek.

Arkadaşınız size ”Sen nasıl oluyor da Şinto dinine inanıyorsun?

Şinto dinine göre, güya hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz.

Peki, senin Tanrın bu dini yolladığında yarattığı bitkilerin de canlı olduğunu

ve onlardan birçoğunun 300 seneden fazla yaşadığını bilmiyor muydu?

Denizanasının bir çeşidinin hiçbir zaman yaşlanarak ölmediğini de mi bilmiyordu?“ diye soruyor.

Arkadaşınız size bunu söylediği zaman siz muhtemelen arkadaşınıza kızacak,

onun kötü güçlere hizmet eden ve sizi doğru yoldan saptırmaya çalışan bir insan olduğunu söyleyerek

Şinto'nun bu iddiasının onun tarafından yanlış anlaşıldığını düşüneceksiniz.

Ve ”Büyük ihtimalle benim de bilmediğim şeyler var ve Tanrının o mesajını anlayacak kapasitemiz yok,

o yüzden onun dediği cümle 'hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz' gibi anlam verse de,

aslında biz o cümleyi kesinlikle yanlış anlıyoruz

ve kesinlikle bilmediğimiz bir anlamı var” diye düşüneceksiniz.

Bu örnekte beyniniz ‘Teoriden kaynaklanan körlük' etkisinin kurbanı oluyor

ve siz sadece şimdiye kadar doğru olduğunu düşündüğünüz teorinin

doğruluğundan kuşkulanmamak için bir şeyleri gözden kaçırdığınıza inanıyorsunuz.

Amerika'ya yeni gittiğim zaman karşılaştığım olay da bunun aynısıydı.

Her zaman inandığım klişelerden dolayı, bazı kombinasyonların mevcudiyeti

ve mümkünlüğü hep bana saçma geliyordu.

Böylece bu olay benim için ilk kırılma noktası oldu.

Amerika'dan sonra İrlanda'ya taşındım ve son 5 seneden uzun bir süre içinde gördüklerim

ve ‘Teoriden kaynaklanan körlük' etkisinden haberdar olmam bana çok çok önemli bir şey öğretti:

Etraftaki insanları onların ilgi alanlarından,

başkalarının haklarını ihlal etmeyen herhangi bir tuhaf hareketlerinden,

giyim tarzlarından, dini inançlarından, cinsel eğilimlerinden, dinlenme tarzlarından,

müzik seçimlerinden ve kendi seçimleriyle ilgili olan herhangi şeyden dolayı, iyi veya kötü, aylak veya akıllı,

bilgili veya cahil, ahlaklı veya ahlaksız, yanlış veya doğru vs. gibi kategorileştirmekle

sadece ben sığ düşünmüş oluyorum.

Böylece beynimi sınırlandırarak, birçok kişinin hakkına giriyorum.

Yani bir insan bütün vücuduna dövme yaptırabilir ve aynı zamanda çok da akıllı ve işbilir bir insan olabilir.

Birisi tuhaf bir saç şekli yaptırıp çok bilgili olabilir.

Birisi aynı zamanda hem rap müzik, hem rock müzik, hem klasik müzik,

hem arabesk müzik dinlemekten hoşlanabilir.

Birisi çok akıllı ve yüksek sosyal statüde de olsa, aynı zamanda yersiz şakalar yapabilir.

Birisi renkli giysiler giymeyi tercih etse de, daha çok siyah renk giymeyi tercih eden insanlarla

aynı karaktere ve dünya görüşüne sahip olabilir.

Birisi yüz defa başarısızlığa uğrayıp 101. defada çevresindekilerden daha başarılı sonuçlar elde edebilir,

birisi de Snapchat şirketinin CEO'sunun söylediği gibi hayatta hiçbir zorluk çekmeden

tek seferde o kadar büyük bir şirket kurabilir.

Birisi çok büyük bir şirketin başındakilerden biri olabilir

ve hafta sonu herkesin avare hayatı olarak gördüğü şeyleri yapabilir,

Pazartesi ise yeniden işine devam edebilir.

Böyle kombinasyonlar ve olasılıkları sonsuza kadar saymak mümkün.

Buradan öğrenebileceğimiz sonuç şu ki, beynimizdeki teoriler, yazılmamış kanunlar

ve klişelerle karar vermek hiç de doğru değil ve kâmil insanların yapacağı bir şey değil.

Herkesin kendi seçimi ve doğruları var.

Herkes kendi hayatını yaşar.

Herkesin kendisiyle ilgili seçimlerine saygı duymalı ve beynimizdeki klişelere göre karar verip

onları herhangi bir kategoriye sokmamalıyız.

Ben size şimdiye kadar dövme yaptıran, farklı giyim tarzı olan, cinsel eğilimi farklı olan,

sigara içen, inancı farklı olan vs. insanların yanlış yaptıklarını düşünüyorsak,

bundan sonra doğru yapıyorlar diye düşmeliyiz demiyorum.

Hayır. Öyle değil.

Benim dediyim şey o ki, biz onlar hakkında hiçbir şey düşünmemeliyiz

ve onları herhangi bir kategoriye sokmamalıyız.

Ne pozitif ne de neqatif.

Yani ne iyi ne de kötü olarak değerlendirmemeliyiz.

Başkalarının hayatlarıyla ilgili olan şeyleri ister kötü, ister iyi olarak kategorileştirdiğinizde,

onların özel hayatına müdahale etmiş olursunuz.

Birisinin bizim veya başkalarının haklarını ihlal etmeyen hareketini iyi veya kötü olarak yargılamak,

artık bizim bununla ilgili bir adım attığımızı gösteriyor.

Yani en doğrusu bununla ilgili hiçbir şey söylememeyi

ve yargılamada bulunmamayı kendimize öğretmektir.

Bir gün oturduğum şehirde, yani Dublin'de bir taksi şoförü bana ”İrlandalılarla ilgili ne düşünüyorsun?

Şimdiye kadar yabancı olduğun için sana karşı hiç ayrımcılık hissettin mi?“ diye sordu.

Ben de ”evet, üniversitede sınıf arkadaşlarımın neredeyse hepsi İrlandalıydı

ve bana karşı çok ayrımcılık yapıyorlardı” dedim.

Şoförse bana ”bizimkilerin böyle bir şey yaptıklarına inanmam.

Bizim insanların çoğu tam tersi yabancılara karşı çok iyiler

ve ırkçılık yapmaktan çok çekinirler.“ dedi.

Benimse cevabım şöyle oldu ”Evet, benim de söylemek istediğim o.

Benim İrlandalı sınıf arkadaşlarım bana karşı ayrım yaparak yabancı olduğum için,

bana gerektiğinden daha iyi davranıyorlardı ve bu da bana benim yabancı olduğumu

onlardan biri olmadığımı ve beni kendi aralarına tam almadıklarını hissettiriyordu” oldu.

Adam haliyle şaşırdı ve ”Hiç bu açıdan düşünmemiştim,

bundan sonra bu konuda daha dikkatli olmaya çalışacağım” dedi.

Bu hikâyeyi anlatmaktaki amacım, beynimizdeki klişelerimizden dolayı

bir şeyleri kategorileştirerek yargılamamız, ister iyi yönde olsun, ister kötü,

karşımızdaki insanın hayatına müdahale oluyor.

Birini kınamadan önce şöyle düşünmek lazım:

Bir insan, siz de dâhil, herkesin kınayacağı

ve başkalarının yanında kendini rezil edecek şeyi niye yapsın ki?

Kim kınanmak ister ki?' Belki hiç de düşündüğümüz gibi değil.

Belki o insanın o kararı vermesi için çok haklı sebepleri vardır'

Emin olun, bir insan diğer insanın yerinde olmazsa ve tam olarak o insanın yaşadığı tüm olayları yaşamazsa,

hiçbir zaman hiçbir şekilde ‘ben olsaydım, farklı yapardım' diye iddia edemez.

Çünkü bir insanın herhangi bir karar vermesine sadece bir olay değil,

başkalarının görmediği yüzlerce şey etki ediyor.

O insanın şimdiye kadar yaşadığı tüm olaylar, hafızasında kalanlar, çıkardığı sonuçlar,

yaşayıp gördükleri, yeni öğrendikleri, etrafındaki insanlar vs. yüzlerce şey kararlarını etkiliyor.

Bu yüzden hiçbir zaman hiç kimsenin herhangi bir seçimini kınamamalıyız.

Eğer herhangi bir hareket, karar bize yanlış geliyorsa, siz kendiniz için onları yapmayabilir

ve kendiniz için doğru bildiğiniz, hoşlandığınız, kendinizi rahat hissettiğiniz hayatı yaşayabilirsiniz.

Herkesin kendi işine odaklanması en doğrusu.

İnanın birçoğumuz kendi olumsuzluklarımızı adil bir şekilde yargılarsak,

belki de başkalarını yargılamaya, suçlamaya zamanımız bile kalmaz.

Sözün özü, biz kendi yolumuza bakalım.

Eğer bu video sizi olumlu anlamda düşünmeye sevk ettiyse paylaşın ki,

toplumumuzun diğer üyelerinin de bu videoyu izleme şansı olsun.

Dinlediğiniz için teşekkürler.

ÖNYARGILARININ FARKINDA MISIN? (En Önemli Beyin Etkisi) deine Vorurteile|bewusst|bist du|der|wichtigste|Gehirn|Einfluss leurs préjugés|||||| your biases|aware|are you|the|important|brain|effect ARE YOU AWARE OF YOUR PREJUDICES? (最も重要な脳内効果) ARE YOU AWARE OF YOUR BIASES? (The Most Important Brain Effect) BIST DU DIR DEINER VORURTEILE BEWUSST? (Der wichtigste Gehirneffekt)

”Hızlı ve yavaş düşünme” kitabıyla ilgili 4 video hazırlayarak, schnelles|und|langsames|Denken|mit dem Buch|bezüglich|Videos|indem ich vorbereitet habe ||||avec le livre|||en préparant fast|and|slow|thinking|with the book|related|videos|by preparing By preparing 4 videos related to the book "Thinking, Fast and Slow", Ich habe 4 Videos über das Buch "Schnelles Denken, langsames Denken" vorbereitet,

beynimizin pek çok önemli oyununu size anlatmış bulunmaktayım. unser Gehirn|sehr|viele|wichtige|Spiel|euch|ich habe erklärt|ich befinde mich |||||||je suis our brain's|many|important|important|game|to you|I have explained|I am I have explained many important tricks of our brain to you. in denen ich dir viele wichtige Tricks unseres Gehirns erklärt habe.

Bunun kitaptaki en önemli etkilerden biri, belki de birincisi olduğunu düşündüğümden, das|im Buch|die|wichtigsten|Einflüsse|einer|vielleicht|auch|der erste|ich denke|von dem |dans le livre|||des effets||||||je pense this|in the book|the|important|effects|one|maybe|also|the first|that it is|from what I think ||||эффектов|||||| One of the most important effects in the book, perhaps the first one that I think of, Eine der wichtigsten Auswirkungen in diesem Buch, die ich vielleicht für die erste halte,

İngilizcesi ‘Theory-induced blindness', Türkçeye çevirisi ‘Teoriden kaynaklanan körlük' olan bu etki die englische Bezeichnung|Theorie|induzierte|Blindheit|ins Türkische|Übersetzung|von der Theorie|verursachte|Blindheit|die ist|dieser|Einfluss |Théorie|induite|körlük||translation|de la théorie|provoquée par|cécité||| its English|||blindness|to Turkish|translation|from theory|arising|blindness|that is|this|effect This effect, known in English as 'Theory-induced blindness' and translated into Turkish as 'Teoriden kaynaklanan körlük', Dieser Effekt, der auf Englisch 'Theory-induced blindness' und auf Türkisch 'Teoriden kaynaklanan körlük' heißt,

beynimde bir devrim yaparak daha geniş düşünmeme sebep olan beynin en önemli iki etkisinden biri. in meinem Gehirn|eine|Revolution|indem ich mache|noch|breiter|zu denken|Grund|die ist|dein Gehirn|die|wichtigsten|zwei|Einflüsse|einer dans mon cerveau||révolution|||||||||||| in my brain|one|revolution|by making|more|broad|to my thinking|cause|that is|of the brain|the|most important|two|effects|one is one of the two most important effects of the brain that revolutionized my thinking and caused me to think more broadly. ist einer der wichtigsten Effekte des Gehirns, der durch eine Revolution in meinem Denken dazu führt, dass ich breiter denke.

2012 senesinde eğitim amaçlı olarak 6 aya yakın bir süre ABD'nin San Francisco şehrinde yaşadım. im Jahr|Bildung|aus Gründen|als|Monate|nahe|eine|Zeit|der USA|San|Francisco|Stadt|ich lebte ||pour des études||||||États-Unis||San Francisco|| in the year|education|for|as|months|close|a|period|of the USA|San|Francisco|in the city|I lived In 2012, I lived in San Francisco, USA for nearly 6 months for educational purposes. Im Jahr 2012 habe ich fast 6 Monate lang zu Ausbildungszwecken in der Stadt San Francisco, USA, gelebt.

Bir ülkeye seyahat amaçlı değil, yaşamak için gittiğim ilk tecrübemdi. meine|Land|Reise|aus Gründen|nicht|Leben|um|ich ging|erste|es war meine Erfahrung |||||||||c'était mon expérience a|to a country|travel|for|not|living|for|my going|first|it was my experience |||||||||опыт It was my first experience of going to a country not for travel, but to live. Es war meine erste Erfahrung, in ein Land zu gehen, um dort zu leben und nicht nur zu reisen.

Yurtdışında yaşayanlar bir ülkeye turist gibi gitmekle im Ausland|die||Land|Tourist|wie|gehen À l'étranger||||||aller abroad|those who live|a|to a country|tourist|like|going Those who live abroad know how big the difference is between going to a country as a tourist and Diejenigen, die im Ausland leben, wissen, wie groß der Unterschied zwischen einem Besuch als Tourist in einem Land und dem Leben dort ist.

Sözün özü, havaalanında beni karşıladılar ve önceden rezervasyon yaptırdığım öğrenci yurduna götürdüler. Wort|Essenz|am Flughafen|mich|sie haben empfangen|und|im Voraus|Reservierung|die ich gemacht habe|Student|zum Wohnheim|sie haben gebracht |essence|à l'aéroport||||||que j'ai réservé||au dortoir étudiant| the essence of the|essence|at the airport|me|they welcomed|and|in advance|reservation|that I made|student|to the dormitory|they took ||||||||||студенческое общежитие| En résumé, ils m'ont accueilli à l'aéroport et m'ont emmené au dortoir étudiant que j'avais réservé à l'avance. In short, they greeted me at the airport and took me to the student dormitory I had reserved in advance. Kurz gesagt, sie haben mich am Flughafen empfangen und mich zu dem Studentenwohnheim gebracht, das ich im Voraus reserviert hatte.

Resepsiyona yaklaştım ve orada 2 kişinin olduğunu gördüm. zur Rezeption|ich bin näher gekommen|und|dort|Personen|dass es ist|ich habe gesehen la réception|||||| to the reception|I approached|and|there|people|that there are|I saw к ресепшену|я подошёл||||| Je me suis approché de la réception et j'ai vu qu'il y avait deux personnes là-bas. I approached the reception and saw that there were 2 people there. Ich näherte mich der Rezeption und sah, dass dort zwei Personen waren.

Onları görür görmez hemen etrafıma bakındım, sie|ich sehe|nicht|sofort|um mich herum|ich schaute |||||je regardai autour them|I see|I don't see|immediately|around me|I looked |||||оглянулся Dès que je les ai vus, j'ai immédiatement jeté un coup d'œil autour de moi. As soon as I saw them, I immediately looked around me, Sobald ich sie sah, schaute ich sofort um mich,

“bunlar resepsiyon görevlisine pek benzemiyorlar, görevliler nerede acaba” diye düşündüm. diese|Rezeption|dem Empfangsmitarbeiter|nicht|sie sehen aus wie|die Mitarbeiter|wo|wohl|dass|ich dachte |||||les employés|||| these|reception|to the clerk|not very|they don't look like|the clerks|where|I wonder|that|I thought I thought, "These don't really look like receptionists, I wonder where the staff is." dachte ich: „Die sehen nicht wirklich wie Empfangsmitarbeiter aus, wo sind die Mitarbeiter?“

Sonra anladım ki resepsiyon görevlileri bunlarmış. dann|ich verstand|dass|Rezeption|die Empfangsmitarbeiter|sie waren diese |||réceptionnistes|| then|I understood|that|reception|the clerks|they were these |||||это они Then I realized that these two were the receptionists. Dann verstand ich, dass diese beiden die Empfangsmitarbeiter waren.

Bu 2 kişiden biri kulaklarında parmak büyüklüğünde delikler olan, diese|von der Person|einer|an den Ohren|Finger|große|Löcher|der hat |||à ses oreilles|||| this|from the person|one|in their ears|finger|size|holes|that has One of these two people had holes the size of fingers in their ears, Eine dieser beiden Personen hatte finger große Löcher in den Ohren,

her iki kaşı, burnunun ucu, dudağı ve yanağının birinde piercing olan ||Augenbraue|||Lippe||||Piercing| a young person with piercings on both eyebrows, the tip of their nose, their lip, and one of their cheeks. hat beide Augenbrauen, die Nasenspitze, die Lippen und eine Wange mit einem Piercing.

ve çok tuhaf saç şekline sahip bir gençti. and had a very strange hairstyle. und hatte eine sehr seltsame Frisur.

Diğeriyse beline kadar gelen saçı olan ve her iki kolu tamamen dövmeyle kaplanmış biriydi. |||||||||||Tattooierung|| The other one had hair that reached down to their waist and both arms completely covered in tattoos. Der andere hatte schulterlanges Haar und beide Arme waren vollständig mit Tattoos bedeckt.

Tabi ki, öyle tarza sahip oldukları için benim zihnimde “boş gezenin boş kalfası” |||Art|||||in meinem Kopf|||| Bien sûr, parce qu'ils ont ce genre de style, ils ont créé dans mon esprit l'image de "l'escroc de ceux qui errent sans but" Of course, because they had such styles, in my mind they were 'the idle apprentice of the idle.' Natürlich hatte ich wegen ihres Stils in meinem Kopf "der untätige Gehilfe des Untätigen".

ve ciddiye alınmayacak kişiler imajı oluşturdu. und|ernst|nicht ernst zu nehmende|Personen|Image|er/sie/es hat geschaffen |||||a créé and|seriously|not to be taken|people|image|created et l'image de personnes à ne pas prendre au sérieux. and created an image of people who should not be taken seriously. und ein Bild von Personen geschaffen, die nicht ernst genommen werden.

Şimdi düşünün, bu tarz düşünen biri, resepsiyon görevlisi olmak gibi büyük sorumluluk isteyen jetzt|denken Sie|diese|Art|denkende|jemand|Empfang|Mitarbeiter|sein|wie|große|Verantwortung|verlangende |||||||||||responsabilité| now|think|this|style|thinking|someone|reception|clerk|to be|like|big|responsibility|wanting Maintenant, pensez-y, quelqu'un qui pense de cette manière veut avoir un poste de réceptionniste, ce qui nécessite une grande responsabilité. Now think about it, someone who thinks this way sees that there are such people who have a great responsibility like being a receptionist, Stellen Sie sich jetzt vor, dass jemand mit dieser Denkweise, der einen Empfangsdienst hat, der große Verantwortung erfordert,

ve doğrudan müşterilerle iletişimde olan insanların böyle kişiler olduğunu görüyor. und|direkt|mit Kunden|in Kontakt|seiend|Menschen|solche|Personen|dass sie sind|er/sie/es sieht |||communication|||||| and|directly|with customers|in communication|being|people|such|people|that they are|sees et je vois que ce sont des personnes qui communiquent directement avec les clients. and who are in direct communication with customers. und sieht, dass solche Personen direkt mit den Kunden in Kontakt stehen.

O anki şaşkınlığımı hayal bile edemezsiniz. das|damalige|meine Verwirrung|Vorstellung|sogar|Sie können sich nicht vorstellen |cette|ma surprise||| that|at that moment|my astonishment|imagine|even|you cannot ||моё удивление||| Vous ne pouvez même pas imaginer ma surprise à ce moment-là. You can't even imagine my astonishment at that moment. Sie können sich nicht einmal meine damalige Verwirrung vorstellen.

Saçma sapan insanların olduğu bir yer”. absurd|verrückt|Menschen|der ist|ein|Ort |des gens ridicules|||| silly|nonsensical|people|that are|a|place Un endroit où il y a des gens ridicules. 'It's a place full of ridiculous people.' Ein Ort voller verrückter Menschen.“

Sonra o insanların görevlerini nasıl iyi bir şekilde yaparak bana ne kadar yardımcı olduklarını gördüğümde, dann|diese|Menschen|Aufgaben|wie|gut|ein|Weise|indem ich mache|mir|wie viel|sehr|hilfreich|sie waren| |||leurs tâches||||||||||| then|those|people|their duties|how|well|a|manner|by doing|to me|how|much|helpful|that they were|when I saw Puis, quand j'ai vu à quel point ces gens exécutaient bien leurs tâches et m'aidaient, Then, when I saw how well those people performed their duties and how much they helped me, Dann, als ich sah, wie diese Menschen ihre Aufgaben gut erfüllten und mir so sehr halfen,

”bu nasıl olur” diye ikinci defa şaşkınlık yaşadım. das|wie|es ist|dass|zweite|Mal|Überraschung|ich erlebte ||||||surprise| this|how|it happens|that|second|time|surprise|I experienced j'ai eu une seconde surprise en me demandant 'comment cela est-il possible ?'. I was surprised for the second time, thinking, 'How is this possible?' erlebte ich ein zweites Mal Staunen und dachte: „Wie kann das sein?“

İnternet bulur bulmaz yakınlarımla konuşmaya başladığımdaysa Internet|ich finde|ich nicht finde|mit meinen Verwandten|zu sprechen|als ich anfing ||je trouve|avec mes proches||si je commence the internet|I find|as soon as I find|with my relatives|to talk|when I started Dès que j'ai trouvé Internet, j'ai commencé à parler à mes proches. As soon as I found the internet, I started talking to my relatives. Sobald ich das Internet fand, begann ich, mit meinen Angehörigen zu sprechen.

heyecanla anlattığım ilk şey yaşadığım bu olaydı tabi ki. mit Aufregung|ich erzählte|erste|Sache|ich erlebte|dieses|es war|natürlich|dass ||||||c'était|| with excitement|I told|first|thing|I experienced|this|it was|of course|that Bien sûr, la première chose que j'ai racontée avec enthousiasme était cet incident que j'avais vécu. Of course, the first thing I excitedly shared was this event I experienced. Das erste, was ich aufgeregt erzählte, war natürlich dieses Erlebnis.

Zamanla ben o iki görevliye alıştım. mit der Zeit|ich|die|zwei|Angestellten|ich gewöhnte mich |||||je me suis habitué over time|I|those|two|to the staff member|I got used to Avec le temps, je me suis habitué à ces deux agents. Over time, I got used to those two officials. Mit der Zeit gewöhnte ich mich an die beiden Angestellten.

Bir defasında, yemekhanede o iki kişiden biriyle aynı masada yemek yedik ve uzun bir konuşmamız oldu. einmal|bei Gelegenheit|in der Mensa|die|zwei|von den Personen|mit einem|am gleichen|Tisch|zu essen|wir aßen|und|lange|ein|unser Gespräch|es fand statt ||||||||||||||conversation| one|time|in the cafeteria|that|two|from the person|with one|same|at the table|to eat|we ate|and|long|a|our conversation|it was Une fois, nous avons mangé à la même table dans la cafétéria avec l'un de ces deux individus et nous avons eu une longue conversation. Once, we had a meal at the same table in the cafeteria with one of those two people, and we had a long conversation. Einmal aßen wir in der Mensa an einem Tisch mit einem der beiden und hatten ein langes Gespräch.

Sohbetimiz esnasında, aslında o görevlinin ne kadar kültürlü ve bilgili olduğunun farkına vardım unser Gespräch|während|eigentlich|dieser|Angestellten|wie|viel|gebildet|und|wissend|dass er ist|Bewusstsein|ich wurde mir bewusst notre conversation|au cours de|||du responsable||||||était||j'ai réalisé our conversation|during|actually|that|official's|how|much|cultured|and|knowledgeable|being|realization|I realized ||||сотрудник|||||||| During our conversation, I realized how cultured and knowledgeable that official actually was. Während unseres Gesprächs wurde mir tatsächlich bewusst, wie kultiviert und gebildet dieser Mitarbeiter war.

Kendi kendime “bu kadar aylak tipli biri nasıl oluyor da bu kadar kültürlü ve bilgili oluyor?” mein|mir|dieser|so viel|faul|Typ|jemand|wie|er wird|dass|dieser|so viel|gebildet|und|wissend|er wird ||||fainéant|type|||||||||| my own|to myself|this|so|lazy|type of|person|how|it becomes|and|this|so|cultured|and|knowledgeable|it becomes I asked myself, "How can someone who seems so idle be so cultured and knowledgeable?" Ich fragte mich: "Wie kann jemand, der so faul aussieht, so kultiviert und gebildet sein?"

sorusunu sordum ve yavaş yavaş anlamaya başladım ki, die Frage|ich stellte|und|langsam|langsam|zu verstehen|ich begann|dass ||and|slowly|slowly|to understand|I started|that and I slowly began to understand that, Und ich begann langsam zu verstehen, dass,

şimdiye kadar çevremin, yaşadığım ülkenin ve toplumun etkisi altında oluşan bis jetzt|zu|meinem Umfeld|in dem ich lebe|meinem Land|und|meiner Gesellschaft|Einfluss|unter|entstanden ||mon environnement||||||| until now|as far as|my environment|I have lived|the country|and|the society|influence|under|formed I had beliefs and clichés formed under the influence of my environment, the country I lived in, and society. Bis jetzt war ich von meiner Umgebung, dem Land, in dem ich lebe, und der Gesellschaft beeinflusst.

ve doğruluğundan emin olduğum ve hiçbir zaman sorgulamadığım inançlarım ve klişelerim bulunuyordu. und|ihrer Richtigkeit|sicher|dass ich bin|und|niemals|Zeit|dass ich hinterfragt habe|meine Überzeugungen|und|meine Klischees|sie waren vorhanden |de sa véracité||||||je n'ai jamais remis|mes croyances||mes clichés|étaient and|of their correctness|sure|I am|and|never|time|I have questioned|my beliefs|and|my clichés|they were present These were beliefs that I was sure of and had never questioned. Ich hatte Überzeugungen und Klischees, von deren Richtigkeit ich überzeugt war und die ich niemals hinterfragt habe.

Aslında büyük bir yanlışım vardı. eigentlich|groß|ein|mein Fehler|es gab |||erreur| actually|big|a|my mistake|there was In fact, I had a big mistake. Tatsächlich hatte ich einen großen Fehler gemacht.

İnandığım şeyleri sorgulamıyordum ve düşüncemi küçük bir çerçeve içine sokuyor an das ich glaube|Dinge|ich hinterfragte nicht|und|mein Denken|kleinen|einen|Rahmen|in|steckt ||je ne remettais||mes pensées|||cadre||met en cadre I believed|things|I was not questioning|and|my thought|small|a|frame|into|I was putting I was not questioning the things I believed in and was confining my thoughts to a small framework. Ich hinterfragte nicht, was ich glaubte, und steckte meine Gedanken in einen kleinen Rahmen.

Şimdiyse ”Teoriden kaynaklanan körlük” etkisinin anlatımına geçelim, jetzt|aus Theorien|resultierende|Blindheit|Effekt|Beschreibung|lass uns übergehen ||||effet|exposé de| now then|from theory|arising|blindness|effect's|explanation|let's move on Now let's move on to the explanation of the "theory-induced blindness" effect, Jetzt lassen Sie uns zur Erklärung des Effekts der "theoretischen Blindheit" übergehen,

hikâyeye biraz sonra yeniden döneceğim. zur Geschichte|ein wenig|später|erneut|ich werde zurückkehren l'histoire|||| to the story|a little|later|again|I will return I will return to the story a little later. ich werde später zur Geschichte zurückkommen.

o hikâyede yaşadığım duyguları bilimsel yönden anlamış oldum. die|Geschichte|ich erlebte|Gefühle|wissenschaftlich|Hinsicht|ich habe verstanden|ich bin geworden |dans l'histoire||les émotions|||| that|in the story|I experienced|feelings|scientific|in terms of|I understood|I became I have scientifically understood the emotions I experienced in that story. Ich habe die Gefühle, die ich in dieser Geschichte erlebt habe, wissenschaftlich verstanden.

Böylece sanki beynimde yeni pencereler açıldı. so|als ob|in meinem Gehirn|neue|Fenster|sie öffneten sich ||||fenêtres| thus|as if|in my brain|new|windows|opened Thus, it was as if new windows opened in my brain. So schienen in meinem Gehirn neue Fenster geöffnet zu werden.

Bu etkiye göre; ”Biz insanlar herhangi bir teorinin veya düşüncenin doğru olduğunu artık kabullenmişsek, dieser|Einfluss|zufolge|wir|Menschen|irgendeine|eine|Theorie|oder|Gedanke|richtig|es ist|bereits|wir haben akzeptiert |||||||théorie||||||acceptons que this|effect|according to|we|humans|any|a|theory's|or|thought's|true|that it is|now|we have accepted According to this effect; "If we humans have already accepted that any theory or thought is correct, Nach diesem Effekt; "Wenn wir Menschen einmal akzeptiert haben, dass eine Theorie oder ein Gedanke richtig ist,

o teorinin eksikliklerini ve doğru olmayan yönlerini görmemiz çok zor oluyor. diese|Theorie|Mängel|und|falsche|nicht|Aspekte|es zu sehen|sehr|schwierig|es wird ||ses lacunes||||aspects|de voir||| that|theory's|shortcomings|and|true|not true|aspects|our seeing|very|difficult|it becomes it becomes very difficult for us to see the shortcomings and incorrect aspects of that theory. ist es sehr schwierig, die Mängel und falschen Aspekte dieser Theorie zu erkennen."

Yani bu teoriyle çelişen herhangi bir gerçekle karşılaştığımızda, 'büyük ihtimalle, also|diese|Theorie mit|widersprechend|irgendeiner|eine|Tatsache mit|wenn wir konfrontiert werden|große|wahrscheinlich |||en contradiction|||||| so|this|with the theory|contradicting|any|a|with a fact|when we encounter|big|probably Donc, lorsque nous sommes confrontés à une réalité qui contredit cette théorie, nous pensons : 'très probablement, So when we encounter any fact that contradicts this theory, we think, 'most likely, Das heißt, wenn wir mit einer Realität konfrontiert werden, die dieser Theorie widerspricht, denken wir: 'Wahrscheinlich,

Benim gözden kaçırdığım bir şeyler var, yoksa benim inandığım şey yanlış olamaz” diye düşünüyoruz. mein|aus dem Blick|ich übersehen habe|eine|Dinge|es gibt|sonst|mein|ich glaube|Sache|falsch|kann nicht sein|dass|wir denken ||que j'ai manqué||||||||||| my|from the eye|that I missed|||there are|otherwise|my|that I believe|thing|wrong|cannot be|| Il y a des choses que j'ai manquées, sinon ce en quoi je crois ne peut pas être faux.' There are things I am missing, otherwise what I believe cannot be wrong.' Es gibt Dinge, die ich übersehen habe, sonst kann das, woran ich glaube, nicht falsch sein.'

Mesela, diyelim ki siz Japonya'da meşhur bir din olan Şinto dinindensiniz. zum Beispiel|sagen wir|dass|Sie|in Japan|berühmt|eine|Religion|die ist|Shinto|Sie sind von der Religion ||||||||||vous êtes de for example|let's say|that|you|in Japan|famous|a|religion|that is|Shinto|you are from For example, let's say you are from the Shinto religion, which is a famous religion in Japan. Nehmen wir zum Beispiel an, Sie sind Anhänger des Shinto, einer berühmten Religion in Japan.

Bilerek Türkiye'de az kişinin mensup olduğu bu inancı örnek gösteriyorum ki, absichtlich|in der Türkei|wenige|Person|angehörig|sein|dieser|Glaube|Beispiel|ich zeige|dass |||||||croyance||| intentionally|in Turkey|few|person's|belonging|that is|this|belief|example|I am showing|that Je cite intentionnellement cette croyance à laquelle peu de personnes adhèrent en Turquie, I am intentionally citing this belief, which is held by a small number of people in Turkey, as an example, Ich nenne absichtlich diesen Glauben, dem in der Türkei nur wenige angehören, als Beispiel,

bunu herhangi bir dini ima olarak düşünmeyelim ve objektif değerlendirelim. das|irgendein|ein|religiös|Andeutung|als|wir sollten nicht denken|und|objektiv|wir sollten bewerten |||||||||évaluons objectivement this|any|a|religious|implication|as|let's not think|and|objective|let's evaluate ||||||не будем думать|||оценим это pour que nous ne le considérions pas comme une allusion religieuse et que nous l'évaluions de manière objective. so that we do not think of it as any religious implication and evaluate it objectively. damit wir dies nicht als religiöse Andeutung betrachten und objektiv bewerten.

Çünkü burada mesele din değil, konuştuğumuz beyin etkisi. denn|hier|Sache|Religion|nicht|über das wir sprechen|Gehirn|Einfluss |||||de laquelle nous parlons|| because|here|issue|religion|not|that we are talking about|brain|effect Car ici, il ne s'agit pas de religion, mais de l'effet sur le cerveau dont nous parlons. Because the issue here is not religion, but the brain effect we are discussing. Denn hier geht es nicht um Religion, sondern um den Einfluss des Gehirns, über den wir sprechen.

Farz edelim Şinto dini şöyle diyor, hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz. angenommen|wir nehmen an|Shinto|Religion|so|sie sagt|niemals|ein|Lebewesen|Jahren|länger|es kann nicht leben |||||||||ans|| ||Shinto|religion|like this|it says|never|a|living being|years|more|cannot live |||||||||лет|| Supposons que la religion shinto dise cela, aucun être vivant ne peut vivre plus de 300 ans. Let's assume that Shintoism says that no living being can live more than 300 years. Nehmen wir an, der Shintoismus sagt, dass kein Lebewesen länger als 300 Jahre leben kann.

Bu sadece konuyu anlatmak için uydurduğum bir şey, aslında o dinde öyle bir iddia yok. das|nur|das Thema|erzählen|um|ich erfunden habe|ein|Ding|eigentlich|diese|in dieser Religion|so|eine|Behauptung|nicht vorhanden ||||||||||religion|||| this|only|the topic|to explain|for|I made up|a|thing|actually|that|in that religion|such|a|claim|not |||||выдумал|||||религии|||| C'est juste quelque chose que j'ai inventé pour illustrer le sujet, en fait il n'y a pas une telle affirmation dans cette religion. This is just something I made up to explain the topic; actually, there is no such claim in that religion. Das ist nur etwas, das ich erfunden habe, um das Thema zu erklären, tatsächlich gibt es in dieser Religion keinen solchen Anspruch.

300 seneden çok yaşayan, hatta hiç bir zaman yaşlanarak ölmeyen canlıların var olduğu Jahren|sehr|lebend|sogar|niemals|ein|Zeit|durch Altern|nicht sterbend|Lebewesen|es gibt|dass es gibt |||||||||les organismes|| years|more|living|even|never|any|time|by aging|not dying|living beings|there is|that there are Il existe des êtres vivants qui vivent plus de 300 ans, voire qui ne meurent jamais de vieillesse. It is a scientifically proven and undeniable fact that there are living beings that have lived for more than 300 years, and even those that never age and die. Es ist eine wissenschaftlich bewiesene und unbestreitbare Tatsache, dass es Lebewesen gibt, die über 300 Jahre alt werden und niemals alt sterben.

bilimsel olarak kanıtlanmış ve inkâr edilemez bir gerçek. wissenschaftlich|als|bewiesen|und|Leugnung|nicht bestreitbar|eine|Tatsache ||||incontestable||| scientific|as|proven|and|denial|undeniable|a|fact It is a scientifically proven and undeniable fact. Es ist eine wissenschaftlich bewiesene und unbestreitbare Tatsache.

Arkadaşınız size ”Sen nasıl oluyor da Şinto dinine inanıyorsun? Ihr Freund|Ihnen|du|wie|es ist|dass|Shinto|Religion|du glaubst ||||||||crois your friend|to you|you|how|is it|that|Shinto|to the religion|you believe ||||||||веришь Your friend asks you, 'How can you believe in Shintoism?' Ihr Freund fragt Sie: "Wie kannst du an die Shinto-Religion glauben?"

Şinto dinine göre, güya hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz. Shinto|Religion|zufolge|angeblich|kein|ein|Lebewesen|Jahren|länger|kann nicht leben |||soit-disant|||||| Shinto|to the religion|according to|supposedly|never|any|living being|years|more|cannot live According to Shintoism, supposedly no living being can live more than 300 years. Laut der Shinto-Religion kann angeblich kein Lebewesen länger als 300 Jahre leben.

Peki, senin Tanrın bu dini yolladığında yarattığı bitkilerin de canlı olduğunu also|dein|Gott|diese|Religion|als er sie sandte|die er erschuf|Pflanzen|auch|Lebewesen|dass sie lebendig sind |||||quand il a envoyé||||| well|your|God|this|religion|when he sent|the plants he created|plants|also|living|that they are ||Бог|||отправил||||| Eh bien, ton Dieu ne savait-il pas que les plantes qu'il a créées en envoyant cette religion sont aussi des êtres vivants ? Well, didn't your God know that the plants He created when He sent this religion are also living beings, Wusste dein Gott, als er diese Religion sandte, nicht, dass die Pflanzen, die er erschuf, ebenfalls lebendig sind,

ve onlardan birçoğunun 300 seneden fazla yaşadığını bilmiyor muydu? und|von ihnen|viele|Jahren|länger|dass sie leben|| ||beaucoup d'entre eux||||| and|from them|many of them|years|more|that they lived|| Et il ne savait pas que beaucoup d'entre elles vivent plus de 300 ans ? and that many of them live for more than 300 years? und dass viele von ihnen länger als 300 Jahre leben?

Denizanasının bir çeşidinin hiçbir zaman yaşlanarak ölmediğini de mi bilmiyordu?“ diye soruyor. der Qualle|eine|Art|niemals|Zeit|durch Altern|dass sie nicht stirbt|auch|Fragepartikel|wusste er nicht|dass|er fragt ||espèce||||||||| of the jellyfish|a|type|never|time|by aging|that it didn't die|also|question particle|didn't he know|that|he is asking медузы||вида||||||||| Est-ce qu'il ne savait pas non plus qu'une espèce de méduse ne meurt jamais en vieillissant ? Didn't He also know that a type of jellyfish never ages and dies? Wusste er auch nicht, dass eine Art von Qualle niemals alt wird und stirbt?“ fragt er.

Arkadaşınız size bunu söylediği zaman siz muhtemelen arkadaşınıza kızacak, Ihr Freund|Ihnen|das|gesagt hat|als|Sie|wahrscheinlich|Ihrem Freund|wütend werden ||||||||vous allez vous fâ your friend|to you|this|he/she said|when|you|probably|to your friend|you will get angry ||||||||разозлитесь Lorsque votre ami vous a dit cela, vous allez probablement vous fâcher contre lui, When your friend tells you this, you will probably get angry at your friend, Wenn Ihr Freund Ihnen das sagt, werden Sie wahrscheinlich wütend auf ihn sein,

onun kötü güçlere hizmet eden ve sizi doğru yoldan saptırmaya çalışan bir insan olduğunu söyleyerek dass er|schlechte|Mächte|||und|Sie|richtigen|Weg|abbringen|arbeitend|ein|Mensch|dass er ist|indem Sie sagen |||servir|||||||||||en disant his|bad|powers|serving|who serves|and|you|right|path|to lead astray|who is trying|a|person|that he/she is|by saying |||||||||сбивать с пути||||| saying that he is a person who serves evil powers and tries to lead you astray. indem Sie sagen, dass er ein Mensch ist, der bösen Mächten dient und versucht, Sie vom rechten Weg abzubringen.

Şinto'nun bu iddiasının onun tarafından yanlış anlaşıldığını düşüneceksiniz. Shinto's|diese|Behauptung|dass er|von ihm|falsch|dass es verstanden wurde|Sie werden denken de cette||||||| Shinto's|this|claim|his|by|wrong|that it is understood|you will think Шинто||утверждением Шинто||||что неправильно понято|вы подумаете Vous penserez que cette affirmation de Shinto a été mal comprise par lui. You will think that Shinto's claim has been misunderstood by him. Sie werden denken, dass Shintos Behauptung von ihm missverstanden wurde.

Ve ”Büyük ihtimalle benim de bilmediğim şeyler var ve Tanrının o mesajını anlayacak kapasitemiz yok, und|große|Wahrscheinlichkeit|mein|auch|dass ich nicht weiß|Dinge|es gibt|und|Gottes|diese|Botschaft|verstehen|unsere Kapazität|es gibt nicht |||||||||de Dieu||||| and|big|probably|my|also|unknown|things|there are|and|God's|that|message|to understand|our capacity|there is not |||||||||||||наша способность| Et "Il est très probable qu'il y a des choses que je ne connais pas et que nous n'avons pas la capacité de comprendre ce message de Dieu, And "There are probably things I don't know as well, and we don't have the capacity to understand God's message, Und "Wahrscheinlich gibt es Dinge, die ich auch nicht weiß, und wir haben nicht die Fähigkeit, die Botschaft Gottes zu verstehen,

o yüzden onun dediği cümle 'hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz' gibi anlam verse de, das|deshalb|ihr|sie gesagt hat|Satz|kein|ein|Lebewesen|Jahren|länger|kann nicht leben|wie|Bedeutung|bedeutet| |||||||||||||donner| that|therefore|his|he said|sentence|not any|a|living being|years|more|cannot live|like|meaning|it gives|even though c'est pourquoi la phrase qu'il a dite, même si elle a un sens comme 'aucun être vivant ne peut vivre plus de 300 ans', so even though the sentence he said means 'no living being can live more than 300 years', Deshalb werden Sie denken, dass der Satz, den er gesagt hat, "Kein Lebewesen kann länger als 300 Jahre leben", zwar eine Bedeutung hat,

aslında biz o cümleyi kesinlikle yanlış anlıyoruz tatsächlich|wir|diesen|Satz|unbedingt|falsch|verstehen |||la phrase||| actually|we|that|sentence|definitely|wrong|we understand actually we are definitely misunderstanding that sentence aber wir verstehen diesen Satz definitiv falsch

ve kesinlikle bilmediğimiz bir anlamı var” diye düşüneceksiniz. und|unbedingt|unbekannt|eine|Bedeutung|es gibt|dass|ihr werdet denken ||nous ne savons pas||||| and|definitely|we do not know|a|meaning|there is|that|you will think and you will think that it has a meaning we definitely do not know.' und er hat definitiv eine Bedeutung, die wir nicht wissen."

Bu örnekte beyniniz ‘Teoriden kaynaklanan körlük' etkisinin kurbanı oluyor dieses|Beispiel|Ihr Gehirn|von Theorien|resultierend|Blindheit|Effekt|Opfer|wird |exemple||||||| this|example|your brain|theory|arising from|blindness|effect of|victim of|is becoming In this example, your brain becomes a victim of the 'blindness caused by theory' effect. In diesem Beispiel wird Ihr Gehirn zum Opfer des Effekts der 'theoretischen Blindheit'.

doğruluğundan kuşkulanmamak için bir şeyleri gözden kaçırdığınıza inanıyorsunuz. von der Richtigkeit|nicht zu zweifeln|um|ein|Dinge|über|dass Sie übersehen haben|Sie glauben |ne pas douter|||||vous avez manqué|vous croyez of its correctness|not to doubt|in order to|a|things|out of|you missed|you believe The incident I encountered when I first went to America was the same. Das Ereignis, dem ich begegnete, als ich neu in Amerika war, war das gleiche.

Amerika'ya yeni gittiğim zaman karşılaştığım olay da bunun aynısıydı. nach Amerika|neu|dass ich gegangen bin|als|dass ich begegnet bin|Ereignis|dass|dies|es war das gleiche ||||||||c'était la même to America|new|I went|time|I encountered|event|also|this|it was the same Because of the clichés I have always believed in, the existence of certain combinations Aufgrund der Klischees, an die ich immer geglaubt habe, die Existenz bestimmter Kombinationen

Her zaman inandığım klişelerden dolayı, bazı kombinasyonların mevcudiyeti jede|immer|dass ich geglaubt habe|aus Klischees|wegen|einige|Kombinationen|Existenz |||clichés|||des combinaisons|existence all|time|I believed|from clichés|because of|some|combinations|existence |||клише|||комбинаций|наличие Die Existenz einiger Kombinationen aufgrund der Klischees, an die ich immer geglaubt habe, Due to the stereotypes that I have always believed, the availability of certain combinations En raison des clichés auxquels j'ai toujours cru, l'existence de certaines combinaisons

ve mümkünlüğü hep bana saçma geliyordu. und|die Möglichkeit|immer|mir|absurd|es erschien |possibilité|||| and|its possibility|always|to me|silly|it was seeming |возможности|||| et leur possibilité me semblaient toujours absurdes. and its possibility always seemed ridiculous to me. und die Möglichkeit erschien mir immer absurd.

Böylece bu olay benim için ilk kırılma noktası oldu. so|dieses|Ereignis|mein|für|erster|Wendepunkt|Punkt|es wurde ||||||point de rupture|| thus|this|event|my|for|first|breaking|point|it became Ainsi, cet événement est devenu mon premier point de rupture. Thus, this event became the first turning point for me. So wurde dieses Ereignis für mich der erste Wendepunkt.

Amerika'dan sonra İrlanda'ya taşındım ve son 5 seneden uzun bir süre içinde gördüklerim aus Amerika|danach|nach Irland|ich zog|und|letzten|Jahren|lange|eine|Zeit|innerhalb|was ich gesehen habe ||en Irlande|||||||||ce que j'ai vu from America|after|to Ireland|I moved|and|last|from years|long|a|period|in|what I saw Après avoir déménagé d'Amérique en Irlande, ce que j'ai vu en plus de cinq ans. I moved to Ireland after America, and what I saw in more than the last 5 years Nach Amerika bin ich nach Irland gezogen und das, was ich in den letzten über 5 Jahren gesehen habe,

ve ‘Teoriden kaynaklanan körlük' etkisinden haberdar olmam bana çok çok önemli bir şey öğretti: und|aus Theorien|resultierend|Blindheit|von dem Effekt|sich bewusst|mein Wissen|mir|sehr|sehr|wichtig|eine|Sache|es lehrte ||||||je ne suis pas||||||| and|from theory|arising|blindness|from the effect|aware|my being|to me|very|very|important|a|thing|it taught and being aware of the 'theory-induced blindness' effect taught me something very, very important: und das Bewusstsein über den Effekt der ‚theoretischen Blindheit‘ hat mir etwas sehr, sehr Wichtiges beigebracht:

Etraftaki insanları onların ilgi alanlarından, umherum|die Menschen|ihre|Interesse|Bereiche les gens autour|les gens|||domaines d'intérêt around|people|their|interest|areas Les gens autour d'eux, de leurs centres d'intérêt, The people around, based on their interests, Die Menschen um uns herum aufgrund ihrer Interessen,

başkalarının haklarını ihlal etmeyen herhangi bir tuhaf hareketlerinden, der anderen|Rechte|Verletzung|nicht verletzend|irgendeine||seltsame|Handlungen |droits|violation|ne pas|||| others'|rights|violation|not violating|any|a|strange|actions de leurs comportements étranges qui ne violent pas les droits des autres, any strange actions that do not violate the rights of others, von ihren seltsamen Handlungen, die die Rechte anderer nicht verletzen,

giyim tarzlarından, dini inançlarından, cinsel eğilimlerinden, dinlenme tarzlarından, Kleidung|Stile|religiöse|Überzeugungen|sexuelle|Neigungen|Freizeit|Stile style vestimentaire|styles||croyances religieuses||préférences sexuelles|| clothing|styles|religious|beliefs|sexual|orientations|leisure|styles de leur style vestimentaire, de leurs croyances religieuses, de leurs orientations sexuelles, de leurs manières de se détendre, their clothing styles, religious beliefs, sexual orientations, ways of resting, von ihrem Kleidungsstil, ihren religiösen Überzeugungen, ihren sexuellen Neigungen, ihren Freizeitgewohnheiten,

müzik seçimlerinden ve kendi seçimleriyle ilgili olan herhangi şeyden dolayı, iyi veya kötü, aylak veya akıllı, Musik|Auswahl|und|eigene|Entscheidungen|betreffend|die|irgendeine|Sache|wegen|gut|oder|schlecht|faul|oder|klug |de choix|||ses choix||||||||||| music|choices|and|own|choices|related|that are|any|thing|because of|good|or|bad|idle|or|smart En raison des choix musicaux et de tout ce qui est lié à leurs propres choix, que ce soit bon ou mauvais, oisif ou intelligent, music choices, and anything related to their own choices, whether good or bad, idle or smart, von ihren Musikauswahlen und von allem, was mit ihren eigenen Entscheidungen zu tun hat, gut oder schlecht, faul oder klug,

bilgili veya cahil, ahlaklı veya ahlaksız, yanlış veya doğru vs. gibi kategorileştirmekle wissend|oder|unwissend|moralisch|oder|unmoralisch|falsch|oder|richtig|usw|wie|kategorisieren mit ||ignorant|moral ou immoral||immoral||||||catégoriser knowledgeable|or|ignorant|moral||immoral|wrong||right|etc|like|by categorizing informé ou ignorant, moral ou immoral, faux ou vrai, etc., le fait de les catégoriser categorizing as knowledgeable or ignorant, moral or immoral, wrong or right, etc. kategorisieren wie gebildet oder ungebildet, moralisch oder unmoralisch, falsch oder richtig usw.

sadece ben sığ düşünmüş oluyorum. nur|ich|flach|gedacht|ich werde ||étroit|| only|I|shallow|thought|I become je ne fais que penser de manière superficielle. I am only thinking shallowly. nur ich denke oberflächlich.

Böylece beynimi sınırlandırarak, birçok kişinin hakkına giriyorum. dadurch|mein Gehirn|einschränkend|viele|Menschen|Recht|ich greife ein |mon cerveau||||droit de| thus|my brain|by limiting|many|person's|right|I am entering ||ограничивая|||| Thus, by limiting my brain, I am infringing on the rights of many people. So schränke ich mein Gehirn ein und greife in die Rechte vieler Menschen ein.

Yani bir insan bütün vücuduna dövme yaptırabilir ve aynı zamanda çok da akıllı ve işbilir bir insan olabilir. also|ein|Mensch|ganzen|Körper|Tattoo|er kann machen lassen|und|gleichzeitig|Zeit|sehr|auch|intelligent|und|fähig|ein|Mensch|er kann sein |||||tatouage|se faire tatouer||||||||capable de travailler||| so|a|person|whole|to his body|tattoo|he can get|and|same|time|very|also|smart|and|capable|a|person|he can be In other words, a person can have tattoos all over their body and still be a very intelligent and capable person. Das heißt, ein Mensch kann seinen ganzen Körper tätowieren lassen und gleichzeitig eine sehr intelligente und fähige Person sein.

hem arabesk müzik dinlemekten hoşlanabilir. sowohl|Arabesk|Musik|hören|kann gefallen |musique arabesque||écouter de|aimerait both|arabesque|music|from listening|can like ||||может нравиться as well as arabesque music. und auch arabeske Musik mögen.

Birisi çok akıllı ve yüksek sosyal statüde de olsa, aynı zamanda yersiz şakalar yapabilir. jemand|sehr|intelligent|und|hoher|sozial|Status|auch|wenn er/sie ist|gleich|gleichzeitig|unangebracht|Witze|kann machen |||||||||||inappropriées|blagues inappropri| someone|very|smart|and|high|social|status|also|even if|same|time|inappropriate|jokes|can make Someone can be very smart and have a high social status, yet still make inappropriate jokes. Jemand kann sehr intelligent und von hohem sozialen Status sein, aber trotzdem unpassende Witze machen.

Birisi renkli giysiler giymeyi tercih etse de, daha çok siyah renk giymeyi tercih eden insanlarla jemand|bunte|Kleidung|tragen|Vorliebe|auch wenn|aber|mehr|sehr|schwarze|Farbe|tragen|Vorliebe|der|Menschen |||porter||||||||||| someone|colorful|clothes|wearing|prefer|if (s)he prefers|although|more|very|black|color|wearing|prefer|who prefers|with people |||одевать||||||||||| Although someone may prefer to wear colorful clothes, they can have the same character and worldview as those who prefer to wear black. Ob jemand bunte Kleidung bevorzugt, kann er dennoch die gleiche Charaktereigenschaft und Weltanschauung haben wie Menschen, die eher Schwarz tragen.

aynı karaktere ve dünya görüşüne sahip olabilir. denselben|Charakter|und|Welt|Ansicht|habend|kann sein |caractère|||opinion|| same|character|and|world|view|have|can be |персонажу||||| . .

Birisi yüz defa başarısızlığa uğrayıp 101. defada çevresindekilerden daha başarılı sonuçlar elde edebilir, jemand|hundert|mal|Misserfolg|erlitten hat|mal|von den Menschen um ihn herum|mehr|erfolgreich|Ergebnisse|erlangt|kann ||||en échouant|fois|les personnes autour||||| someone|hundred|times|failure|after experiencing|time|from those around|more|successful|results|obtain|can |||||раз|окружающих его||||| Quelqu'un peut échouer cent fois et réussir au 101ème essai, obtenant des résultats plus réussis que ceux qui l’entourent. Someone may fail a hundred times and achieve more successful results on the 101st try than those around them, Jemand kann hundertmal scheitern und beim 101. Mal erfolgreichere Ergebnisse erzielen als die Menschen um ihn herum,

birisi de Snapchat şirketinin CEO'sunun söylediği gibi hayatta hiçbir zorluk çekmeden jemand|auch|Snapchat|Unternehmens|CEO|was gesagt wurde|wie|im Leben|keine|Schwierigkeit|ohne zu erleben ||Snapchat||du PDG|||||| someone|also|Snapchat|company's|CEO's|what (s)he said|like|in life|no|difficulty|without experiencing quelqu'un peut, comme le dit le PDG de Snapchat, construire une si grande entreprise sans rencontrer aucune difficulté dans la vie. while someone else, as the CEO of Snapchat said, may go through life without facing any difficulties. während jemand anderes, wie der CEO von Snapchat sagte, im Leben keine Schwierigkeiten hat.

tek seferde o kadar büyük bir şirket kurabilir. nur|einmal|das|so|groß|ein|Unternehmen|er kann gründen |une seule fois||||||peut établir single|time|that|so|big|a|company|he/she can establish il est possible de créer une si grande entreprise en une seule fois. can establish such a large company in one go. Er kann in einer einzigen Runde ein so großes Unternehmen gründen.

Birisi çok büyük bir şirketin başındakilerden biri olabilir jemand|sehr|groß|ein|Unternehmens|denjenigen an der Spitze|einer|er kann sein |||||les dirigeants|| someone|very|big|a|company's|those at the head of|one|he/she can be |||||руководителей компании|| Une personne peut être l'un des dirigeants d'une très grande entreprise. Someone can be one of the heads of a very large company Jemand kann einer der Chefs eines sehr großen Unternehmens sein

ve hafta sonu herkesin avare hayatı olarak gördüğü şeyleri yapabilir, und|Woche|Ende|aller|Müßiggang|Leben|als|er sieht|Dinge|er kann tun ||||la vie oisive||||| and|weekend|end|everyone's|idle|life|as|seen|things|he/she can do et elle peut faire ce que tout le monde considère comme une vie oisive le week-end, and can do things that everyone sees as a leisurely life on the weekend, und am Wochenende Dinge tun, die jeder als Freizeitbeschäftigung sieht,

Pazartesi ise yeniden işine devam edebilir. Montag|hingegen|wieder|seiner Arbeit|| Monday|however|again|to his/her work|continue|he/she can but on Monday, they can continue with their work again. aber am Montag kann er wieder mit seiner Arbeit fortfahren.

Böyle kombinasyonlar ve olasılıkları sonsuza kadar saymak mümkün. solche|Kombinationen|und|Möglichkeiten|für immer|bis|zählen|möglich |les combinaisons|||||| such|combinations|and|possibilities|forever|until|to count|possible |||вероятности|||| It is possible to count such combinations and possibilities forever. Solche Kombinationen und Möglichkeiten sind unendlich zählbar.

Buradan öğrenebileceğimiz sonuç şu ki, beynimizdeki teoriler, yazılmamış kanunlar von hier|was wir lernen können|Ergebnis|dies|dass|in unserem Gehirn|Theorien|ungeschriebene|Gesetze |||||||non écrites|lois non écrites from here|we can learn|conclusion|this|that|in our brain|theories|unwritten|laws The conclusion we can learn from here is that making decisions based on the theories, unwritten laws Die Lehre, die wir hieraus ziehen können, ist, dass die Theorien in unserem Gehirn, ungeschriebene Gesetze

ve klişelerle karar vermek hiç de doğru değil ve kâmil insanların yapacağı bir şey değil. und|||||||||vollkommen|Menschen|||| |||||||||les gens complets||||| and|||||||||||||| and clichés in our brains is not right at all and is not something that complete individuals would do. und Klischees nicht die richtige Grundlage für Entscheidungen sind und nichts, was vollkommene Menschen tun würden.

Herkesin kendi seçimi ve doğruları var. Everyone has their own choices and truths. Jeder hat seine eigenen Entscheidungen und Wahrheiten.

Herkesin kendisiyle ilgili seçimlerine saygı duymalı ve beynimizdeki klişelere göre karar verip jeder|mit sich|betreffend|Entscheidungen|Respekt|sollte haben||in unserem Gehirn|Klischees|gemäß|Entscheidung|und |||||respect|||||| everyone's|with themselves|related|choices|respect|should have|and|in our brain|clichés|according to|decision|making ||||||||клише||| We should respect everyone's choices regarding themselves and not make decisions based on the clichés in our brains, Wir sollten die Entscheidungen jedes Einzelnen respektieren und nicht nach den Klischees in unserem Kopf entscheiden,

onları herhangi bir kategoriye sokmamalıyız. sie|irgendeiner||Kategorie|sollten wir nicht stecken ||||les classer them|any||category|we should not put ||||включать их and we should not categorize them in any way. und sie nicht in irgendeine Kategorie einordnen.

Ben size şimdiye kadar dövme yaptıran, farklı giyim tarzı olan, cinsel eğilimi farklı olan, ich|Ihnen|bis jetzt|bis|Tattoo|machen lassend|anders|Kleidung|Stil|habend|sexuelle|Neigung|anders|habend |||||qui a fait faire|||||||| I|to you|until now|so far|tattoo|getting|different|clothing|style|having|sexual|orientation|different|having I have seen people who have gotten tattoos, have different styles of clothing, and have different sexual orientations, Ich sage Ihnen, dass bis jetzt Menschen, die sich Tattoos stechen lassen, einen anderen Kleidungsstil haben, eine andere sexuelle Orientierung haben,

bundan sonra doğru yapıyorlar diye düşmeliyiz demiyorum. davon|danach|richtig|sie tun|dass|wir sollten|ich sage nicht |||||nous devons| from this|after|right|they are doing|that|we should think|I am not saying I am not saying that we should think they are doing right from now on. sage ich nicht, dass sie danach das Richtige tun.

Hayır. Öyle değil. Nein|so|nicht no|that way|not No. It's not like that. Nein. So ist es nicht.

Benim dediyim şey o ki, biz onlar hakkında hiçbir şey düşünmemeliyiz mein|ich sage|Sache|das|dass|wir|sie|über|nichts|Sache|wir sollten nicht denken ||||||||||ne devrions pas my|what I said|thing|that|that|we|they|about|no|thing|we should not think ||||||||||не должны думать What I mean is, we should not think anything about them. Was ich sage, ist, dass wir über sie überhaupt nichts denken sollten.

Ne pozitif ne de neqatif. nicht|positiv|nicht|auch|negativ ||||négatif not|positive|not|also|negative Neither positive nor negative. Weder positiv noch negativ.

Yani ne iyi ne de kötü olarak değerlendirmemeliyiz. also|nicht|gut|nicht|auch|schlecht|als|wir sollten nicht bewerten |||||||nous devrions é so|not|good|not|also|bad|as|we should not evaluate So we should not evaluate them as either good or bad. Das heißt, wir sollten sie weder als gut noch als schlecht bewerten.

Başkalarının hayatlarıyla ilgili olan şeyleri ister kötü, ister iyi olarak kategorileştirdiğinizde, anderer|mit Leben|betreffend|die|Dinge|ob|schlecht|ob|gut|als|wenn Sie kategorisieren |avec leurs vies||||||||| others'|lives|related|that are|things|whether|bad|whether|good|as|when you categorize When you categorize things related to other people's lives as either bad or good, Wenn Sie Dinge, die das Leben anderer betreffen, entweder als schlecht oder gut kategorisieren,

ve yargılamada bulunmamayı kendimize öğretmektir. und|im Urteil|nicht zu urteilen|uns|es ist zu lehren |jugement||| and|in judging|not to judge|to ourselves|it is to teach |судебном разбирательстве|не осуждать||учить себя et de nous apprendre à ne pas porter de jugement. and to teach ourselves not to judge. und uns beizubringen, nicht zu urteilen.

Bir gün oturduğum şehirde, yani Dublin'de bir taksi şoförü bana ”İrlandalılarla ilgili ne düşünüyorsun? ein|Tag|in dem ich wohne|in der Stadt|also|in Dublin|ein|Taxi|Fahrer|mir|mit den Iren|bezüglich|was|denkst du ||||||||||les Irlandais||| a|day|I live in|in the city|that is|in Dublin|a|taxi|driver|to me|about the Irish|related|what|you think One day in the city I live in, that is, Dublin, a taxi driver asked me, 'What do you think about the Irish? Eines Tages fragte mich ein Taxifahrer in der Stadt, in der ich lebte, also in Dublin: „Was denkst du über die Iren?

Şimdiye kadar yabancı olduğun için sana karşı hiç ayrımcılık hissettin mi?“ diye sordu. bis jetzt|bis|Ausländer|du bist|weil|dir|gegenüber|nie|Diskriminierung|du hast gefühlt|Fragepartikel|| |||||||||ressenti||| until now|as|foreign|you are|because|to you|against|ever|discrimination|you felt|question particle|| Have you ever felt any discrimination because you are a foreigner?'. Hast du bisher jemals Diskriminierung gespürt, weil du ein Ausländer bist?“

Şoförse bana ”bizimkilerin böyle bir şey yaptıklarına inanmam. der Fahrer aber|mir|unsere Leute|so|ein|Ding|sie taten|ich glaube nicht ||les nôtres||||| but the driver|to me|our people|such|a|thing|they did|I don't believe водитель||||||| The driver said to me, "I can't believe our people would do such a thing. Der Fahrer sagte zu mir: "Ich kann nicht glauben, dass unsere Leute so etwas tun.

Bizim insanların çoğu tam tersi yabancılara karşı çok iyiler unsere|Menschen|die meisten|ganz|Gegenteil|Ausländern|gegen|sehr|sie sind gut |||||les étrangers||| our|people|most|exactly|opposite|to foreigners|against|very|they are good Most of our people are quite the opposite; they are very good to foreigners. Die meisten unserer Leute sind im Gegenteil sehr nett zu Ausländern

ve ırkçılık yapmaktan çok çekinirler.“ dedi. und|Rassismus|zu machen|sehr|sie fürchten sich| |racisme|||hésitent| and|racism|from doing|very|they are afraid| And they are very hesitant to be racist." und sie scheuen sich sehr, rassistisch zu sein."

Benimse cevabım şöyle oldu ”Evet, benim de söylemek istediğim o. meine|meine Antwort|so|es wurde|ja|mein|auch|sagen|was ich wollte|das |ma réponse|||||||| my|my answer|like this|became|yes|my|also|to say|I wanted|that My answer was like this: 'Yes, that's what I wanted to say too.' Meine Antwort war: "Ja, das ist auch das, was ich sagen wollte."

Benim İrlandalı sınıf arkadaşlarım bana karşı ayrım yaparak yabancı olduğum için, meine|irischen|Klassen-|meine Freunde|mir|gegenüber|Unterschied|indem ich mache|fremd|dass ich bin|weil ||de classe||à moi||discrimination|||| my|Irish|class|my friends|to me|against|discrimination|by making|foreign|I am|because Mes camarades de classe irlandais me traitaient mieux que je ne le méritais parce que j'étais étranger, My Irish classmates were treating me better than necessary because I was a foreigner, Meine irischen Klassenkameraden behandelten mich anders, weil ich Ausländer war,

bana gerektiğinden daha iyi davranıyorlardı ve bu da bana benim yabancı olduğumu mir|als nötig|mehr|gut|sie verhielten sich||||||| |il fallait|||||||||| to me|than necessary|more|good|they were behaving||||||| et cela me faisait sentir que j'étais étranger, and this made me feel that I was a foreigner, sie verhielten sich mir gegenüber besser, als es nötig war, und das ließ mich fühlen,

onlardan biri olmadığımı ve beni kendi aralarına tam almadıklarını hissettiriyordu” oldu. von ihnen|einer|dass ich nicht bin|und|mich|eigenen|in ihren Kreis|ganz|dass sie mich nicht akzeptieren|| ||||||||ils m'ont pas accepté|| from them|one|I am not|and|me|their|among them|fully|they are not accepting|| que je n'étais pas l'un d'eux et qu'ils ne m'acceptaient pas complètement parmi eux. that I was not one of them, and that they did not fully accept me among themselves. dass ich nicht einer von ihnen war und dass sie mich nicht vollständig in ihre Gruppe aufnahmen."

Adam haliyle şaşırdı ve ”Hiç bu açıdan düşünmemiştim, Adam|mit seinem Zustand|er war überrascht|und|nie|diese|Perspektive|ich habe nicht gedacht |||||||I hadn't thought the man|naturally|he was surprised|and|never|this|perspective|I hadn't thought L'homme était naturellement surpris et a dit : 'Je n'avais jamais pensé à cela sous cet angle,' The man was naturally surprised and said, "I have never thought about it from this perspective, Adam war natürlich überrascht und sagte: "Ich habe nie aus dieser Perspektive gedacht,

Bu hikâyeyi anlatmaktaki amacım, beynimizdeki klişelerimizden dolayı diese|Geschichte|beim Erzählen|mein Ziel|in unserem Gehirn|von unseren Klischees|wegen |||||nos clichés| this|story|in telling|my purpose|in our brain|from our clichés|because of |||||клише| My purpose in telling this story is that due to our clichés in our brains, Der Zweck, diese Geschichte zu erzählen, ist, dass wir aufgrund unserer Klischees im Gehirn

bir şeyleri kategorileştirerek yargılamamız, ister iyi yönde olsun, ister kötü, ein|Dinge|indem wir sie kategorisieren|unser Urteilen|ob|gut|Richtung|sei|ob|schlecht |||notre jugement|||||| a|things|by categorizing|our judging|whether|good|direction|it may be|whether|bad ||категоризируя||||||| we judge things by categorizing them, whether it is in a positive or negative way, Dinge kategorisieren und bewerten, egal ob positiv oder negativ,

karşımızdaki insanın hayatına müdahale oluyor. vor uns|der Mensch|in sein Leben|Eingriff|es geschieht en face de|||| the person in front of us|of the person|to their life|intervention|is happening There is an intervention in the life of the person in front of us. Das Leben des Menschen vor uns wird beeinträchtigt.

Birini kınamadan önce şöyle düşünmek lazım: jemanden|ohne zu verurteilen|zuerst|so|denken|es ist nötig |sans condamner|||| someone|without judging|first|like this|to think|necessary |осуждая|||| Avant de condamner quelqu'un, il faut réfléchir de la manière suivante : Before judging someone, one should think like this: Bevor man jemanden verurteilt, sollte man folgendes bedenken:

Bir insan, siz de dâhil, herkesin kınayacağı ein|Mensch|Sie|auch|einschließlich|aller|der verurteilen wird ||||y compris|| a|person|you|also|included|everyone's|will judge Une personne, y compris vous, pourquoi ferait-elle quelque chose qui serait condamné par tous Why would a person, including you, do something that everyone would condemn Warum sollte ein Mensch, auch Sie eingeschlossen, etwas tun, das von allen verurteilt wird

Kim kınanmak ister ki?' Belki hiç de düşündüğümüz gibi değil. wer|kritisiert werden|will|dass|vielleicht|nie|auch|wir denken|wie|nicht |être blâmé|||||||| who|to be criticized|wants|that|maybe|never|also|we think|like|not |осуждаться|||||||| Who wants to be criticized? Maybe it's not at all as we think. Wer möchte schon verurteilt werden? Vielleicht ist es ganz anders, als wir denken.

Emin olun, bir insan diğer insanın yerinde olmazsa ve tam olarak o insanın yaşadığı tüm olayları yaşamazsa, sicher|seid|ein|Mensch|anderer|Mensch|an dessen Stelle|wenn er nicht ist|und|genau|genau|dieser|Mensch|erlebte|alle|Ereignisse|wenn er nicht erlebt ||||||||||||||||s'il ne vit pas sure|be|a|person|other|person's|in place|if not|and|exactly|as|that|person's|lived|all|events|if not live Rest assured, if a person is not in another person's place and does not experience all the events that person has lived, Seien Sie sich sicher, dass ein Mensch niemals behaupten kann: 'Wenn ich an seiner Stelle gewesen wäre, hätte ich es anders gemacht', wenn er nicht an der Stelle des anderen Menschen ist und nicht genau all die Ereignisse erlebt hat, die dieser Mensch erlebt hat.

hiçbir zaman hiçbir şekilde ‘ben olsaydım, farklı yapardım' diye iddia edemez. niemals|Zeit|auf keine Weise||ich|wäre|anders|ich hätte gemacht|dass|Behauptung|kann nicht never|time|no|way|I|if I were|different|I would do|that|claim|cannot they can never claim 'if I were in their place, I would have done differently' in any way. Man kann niemals in irgendeiner Weise behaupten: 'Ich hätte es anders gemacht', wenn man nicht in der gleichen Situation ist.

Çünkü bir insanın herhangi bir karar vermesine sadece bir olay değil, weil|ein|Mensch|irgendein|ein|Entscheidung|zu treffen|nur|ein|Ereignis|nicht ||||||devoir de décider|||| because|a|person's|any|a|decision|to make|only|an|event|not Because not just one event affects a person's decision-making, Denn auf die Entscheidung eines Menschen wirken nicht nur ein Ereignis,

başkalarının görmediği yüzlerce şey etki ediyor. der anderen|nicht gesehen|Hunderte|Dinge|Einfluss|hat |that others don't see|||| others'|unseen|hundreds of|things|influence|is affecting but hundreds of things that others do not see. sondern Hunderte von Dingen, die andere nicht sehen.

O insanın şimdiye kadar yaşadığı tüm olaylar, hafızasında kalanlar, çıkardığı sonuçlar, dieser|Mensch|bis jetzt|bisher|erlebte|alle|Ereignisse|in seinem Gedächtnis|die geblieben sind|er zog|Schlussfolgerungen |||||||dans sa mémoire||| that|person's|until now|up to|lived|all|events|in memory|what remains|drawn|conclusions All the events that person has experienced so far, what remains in their memory, the conclusions they have drawn, Alle Ereignisse, die dieser Mensch bisher erlebt hat, die Erinnerungen, die er hat, die Schlüsse, die er zieht,

Bu yüzden hiçbir zaman hiç kimsenin herhangi bir seçimini kınamamalıyız. dies|Grund|niemals|Zeit|niemand|irgendjemandes|irgendeine|eine|Wahl|wir sollten nicht verurteilen |||||||||nous ne devons pas this|reason|no|time|ever|anyone's|any|a|choice|we must not condemn Therefore, we should never condemn anyone's choices. Deshalb sollten wir niemals die Entscheidungen anderer verurteilen.

Eğer herhangi bir hareket, karar bize yanlış geliyorsa, siz kendiniz için onları yapmayabilir wenn|irgendeine|eine|Handlung|Entscheidung|uns|falsch|es erscheint|Sie|für sich selbst|für|sie|Sie könnten sie nicht tun ||||||||||||ne pas faire if|any|a|action|decision|to us|wrong|it seems|you|yourself|for|them|you may not do Si un mouvement ou une décision nous semble erroné, vous pouvez ne pas les faire pour vous-même. If any action or decision seems wrong to us, you may choose not to do them for yourself. Wenn uns eine Handlung oder Entscheidung falsch erscheint, können Sie sie für sich selbst nicht tun.

ve kendiniz için doğru bildiğiniz, hoşlandığınız, kendinizi rahat hissettiğiniz hayatı yaşayabilirsiniz. und|für sich selbst|für|richtig|Sie glauben|Sie mögen|für sich selbst|bequem|Sie fühlen|Leben|Sie können leben ||||||||||vous pouvez vivre and|yourself|for|right|you believe|you like|yourself|comfortable|you feel|life|you can live Et vous pouvez vivre la vie que vous pensez être juste, qui vous plaît, dans laquelle vous vous sentez à l'aise. And you can live the life that you believe is right, that you enjoy, and that makes you feel comfortable. Und Sie können das Leben leben, das Sie für richtig halten, das Ihnen gefällt und in dem Sie sich wohlfühlen.

Herkesin kendi işine odaklanması en doğrusu. jeder|eigene|Arbeit|sich konzentrieren|am|richtigsten |||se concentrer|| everyone's|own|business|focusing|the|most correct Il est préférable que chacun se concentre sur ses propres affaires. It is best for everyone to focus on their own business. Es ist am besten, wenn jeder sich auf seine eigenen Angelegenheiten konzentriert.

İnanın birçoğumuz kendi olumsuzluklarımızı adil bir şekilde yargılarsak, glauben Sie|viele von uns|eigene|Negativitäten|fair|eine|Weise|wir urteilen |||nos négativités|||| believe|many of us|our own|negativities|fair|a|way|if we judge Believe me, if many of us judge our own negativities fairly, Glauben Sie mir, wenn viele von uns unsere eigenen Negativitäten fair beurteilen,

belki de başkalarını yargılamaya, suçlamaya zamanımız bile kalmaz. vielleicht|auch|andere|zu urteilen|zu beschuldigen|unsere Zeit|sogar|es bleibt nicht |||juger|||| maybe|also|others|to judge|to blame|our time|even|we won't have we might not even have time to judge or blame others. haben wir vielleicht nicht einmal Zeit, andere zu beurteilen oder zu beschuldigen.

Eğer bu video sizi olumlu anlamda düşünmeye sevk ettiyse paylaşın ki, wenn|dieses|Video|Sie|positiv|im Sinne|zu denken|Anstoß|es hat gegeben|teilen Sie|damit |||||||incite à||| if|this|video|you|positive|in a sense|to think|led|if it has|share|so that If this video has encouraged you to think positively, share it so that, Wenn dieses Video Sie dazu angeregt hat, positiv zu denken, teilen Sie es, damit,

toplumumuzun diğer üyelerinin de bu videoyu izleme şansı olsun. unserer Gesellschaft|anderen|Mitgliedern|auch|dieses|Video|Ansehen|Chance|soll sein ||||||visionner|| our society|other|members|also|this|video|watching|chance|let it be Let other members of our community have the chance to watch this video. Damit auch die anderen Mitglieder unserer Gesellschaft die Chance haben, dieses Video zu sehen.

Dinlediğiniz için teşekkürler. Sie gehört haben|für|danke Thank you for listening. Danke fürs Zuhören.

ai_request(all=82 err=1.22%) translation(all=162 err=1.23%) cwt(all=1543 err=6.29%) en:B7ebVoGS: de:B7ebVoGS:250503 openai.2025-02-07 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=2.67 PAR_CWT:B7ebVoGS=5.43 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.02 PAR_CWT:B7ebVoGS=5.44