×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.

image

TED x Istanbul, Paylaşmayı Bilmezsen Kazanamazsın | İzzet Pinto | TEDxIstanbul

Paylaşmayı Bilmezsen Kazanamazsın | İzzet Pinto | TEDxIstanbul

Transcriber: Gözde Caymazer Gözden geçirme: Erman Turkmen

İzzet Pinto Televizyon Gurusu

Ben yaklaşık 10 yıldır televizyon sektöründeyim.

Fakat 10 yıl önce ben ayakkabıcıydım.

Evet insanlar bayağı bir şaşırıyor.

Hani ayakkabı ne alaka yani?

Diziyle ayakkabı arasında ne alaka olabilir ki?

En çok da buna yabancılar şaşırıyor tabii ki.

Bana genelde "What is your background?" diye soruyorlar.

İşte geçmişin nedir? Ben de "shoe business" diyorum.

"Oo show business mı" diyorlar. "No. Shoe business."

Hatta birisi bir keresinde sarhoş musun demişti.

O kadar şaşırmışlardı.

Fakat bana göre ayakkabı satmakla dizi satmak arasında hiçbir fark yok.

Ne yazık ki yıllarca küçüklüğümden beri herkes bana hayalperest olduğumu söyledi.

Başarılı olacağıma hiç inanmadılar.

Bütün düşüncelerime çok saçma gözüyle bakıyorlardı.

Ve hiçbir zaman başarılı olamazsın diyorlardı.

Ben de buna bir anlam veremiyordum. Çünkü bana göre hayalperest kişi

ayağı yere basmayan saçma fikirleri olan insanlardır.

En önemlisi adım atmayan insanlardır.

Ben ise evet sürekli hayal kuruyordum ama hep adım atıyordum.

Sonunda başarısız olduğum için birçok zaman

herkes benim hayalperest olduğumu düşündü.

17 yaşında ticaret hayatına atıldım. Çok genç bir yaşta.

12 yıl boyunca 20 farklı iş denedim.

Hepsinde de başarısız oldum.

Ama yılmadım. Çünkü yılma lüksüm yoktu. Yılsam ne olacaktı ki?

Hayal ettiğim bir hayat vardı ve ben o hayata ulaşmak istiyordum.

O yüzden yılmadan sürekli bir iş denedim.

Bazen 1 ay, bazen 2 ay, bazen 1 sene.

Olmadığı zaman yeni bir işe geçiyordum.

Ama 20 denemeden sonra benim hayatımı değiştirecek şey oldu.

Derler ya "Bir kitap okudum ve hayatım değişti."

Aynen bana da öyle bir şey oldu.

Bir gün kuzenim kendi hayatı ile ilgili bir kitap yazdı.

Reenkarnasyon ile ilgili. Adı "Ben 44 Yaşındayım, Oğlum 53".

Ben de sırf kuzenime ayıp olmasın diye kitabı gittim aldım, okudum.

Çünkü büyük ihtimalle bana soracaktı "Nasıl buldun kitabımı?" diye.

Ben de o sormadan alayım okuyayım dedim.

Kitabı bitirdiğimde o kadar beğendim ki hemen telefon açtım ona ve dedim ki

"Seni bütün dünyaya açacağım. Seni bir dünya starı yapacağım."

O da "Deli misin, sen ayakkabıcı değil misin?" dedi.

(Gülüşmeler)

Ben de "Merak etme, ben bunu da satarım." dedim.

(Alkış)

Sağ olun.

Dedim ki "Sen bana özetini yaz."

Özete de sinopsis denirmiş. Sinopsis dendiğini bile bilmiyordum.

İlk defa öğrendim böyle bir kelimeyi.

Hatta onu aradığımda dedim ki

"Bak o kadar ünlü olacaksın ki yurtdışında imza günleri düzenleyecekler."

Tam deli olduğumu sandı tabii ki.

Neyse o da beni kırmamak için bir özet yazdı.

Hemen internette araştırdım

acaba bu işin bir fuarı var mı, nasıl bunu satabilirim diye.

Bir baktım, bir ay sonra New York'da kitap fuarı varmış.

Dünya'nın en büyük kitap fuarı.

Benim de biriktirdiğim 1000 dolarım vardı.

Hemen 500 doları ile iki aktarmalı New York bileti aldım. En ucuz biletten.

Bir de tek yıldızlı bir otelde yerimi ayırttım.

Fuara gittim. Bütün yayınevlerini gezdim.

Tayvan'da ki en büyük yayınevini ikna ettim.

Kitabı Çince'ye çevirmeye karar verdiler ve kitap Çince basıldı.

İşin güzeli basıldıktan bir hafta sonra

kitap en çok satanlar listesinde dört numaraya ulaştı.

(Alkış)

Yani düşünün o zaman Orhan Pamuk bile piyasada yok.

Ama kuzenim Tayvan'da bir star olmuş.

Yani çok heyecan vericiydi.

Sonra bu gazla Tayland'daki yayınevlerini ikna etmeye çalıştım.

Onlar kitabı aldılar. Dedim ki "Niye imza günü yapmıyorsunuz?

Bizi getirin." dedim. Ve gerçekten de oldu.

Biz imza gününe gittik. Basından 100 kişi, herkes çığlık atıyor, herkes imza istiyor.

Orada hatırlıyorum, kuzenim neredeyse bayılacaktı.

Fakat ben ilk günden ona söylemiştim. "Baha hatırlıyor musun?" dedim

"İlk gün seni aradığımda imza günün olacağını söylemiştim."

Çünkü şöyle düşünüyorum. Eğer bir şeye yüzde yüz inanırsanız illa ki olur.

İşimi çok sevmiştim. Yazar ajansıydım, çok prestijli bir iş.

Ondan sonra yeni kitaplar aramaya başladım.

Başka acaba hangi yazarlarla çalışırım diye düşünmeye başladım.

Herkes Solmaz Kamuran'ın Kiraze adlı romanından bahsediyordu.

Bende bakayım dedim. Kitapçıya bir gittim kitap 350 sayfa.

Hayatta okumam dedim. Şimdi bana vermez boşu boşuna okumayayım.

Ve randevu aldım görüşmeye gittim. O kadar utandım ki

yani kitap hakkında konuşuyoruz ama ben hiçbir şey bilmiyorum yani

özetini bile bilmiyorum. "Hangi bölümü en çok beğendin?" diyor.

"Hepsi çok güzel." diyorum yani, "Bütün kitabı çok çok beğendim" diyorum

ve çaktırmamaya çalışıyorum.

Yani düşünsenize bir edebiyatçının karşısındasınız ve öğrenirse

kapıya koyar yani, imkânsız. Rahmetli Çetin Altan yanımdaydı,

dedi ki "İzzet bunu kesin satar." dedi.

Sonradan da bana şunu sordu:

"Benim yayınevim beş yıl boyunca satamadı, sen nasıl satacaksın?"

"Merak etmeyin. Çok iyi bir kitabınız var." dedim.

Yani inanıyordum, herkes öyle olduğunu söylüyordu.

Satarım dedim. Ve kitabı aldım ve bir yılda sekiz ülkede yayına girdi.

Gerçekten bayağı bir başarılı oldu.

Yani işin kötüsü bu videoyu izleyince öğrenecek o kitabı okumadığımı.

(Gülüşmeler)

Sonra Ayşe Kulin'le herkes çalışmamı önerdi.

Randevu aldım tabii ki kitabını okumadan gittim ona da.

Ama onu da ikna ettim.

Hemen yarım saatte anlaştık. İmzalar atıldı.

Onun da kitaplarını satmaya başladım.

İşimi gerçekten çok seviyordum.

Fakat şöyle bir sıkıntı vardı. Çeviri masrafları o kadar çoktu ki.

İşte editör, bu kitapların basılıp bütün dünyaya yollanması.

Yani bütün masrafa gidiyordu kârım.

O yüzden ne kadar işimi sevsem bile bırakmak zorundaydım.

Çünkü bir türlü para kazanamıyordum ve işi bıraktım.

Düşündüm acaba başka ne iş yapsam diye.

Tarkan albüm çıkarttı. İngilizce albüm.

Ben müzik işine gireyim dedim.

(Gülüşmeler)

Sonuçta yani yurtdışına bir şeyler satmayı seviyorum.

Hemen menajerinden randevu aldım, gittim.

Daha önce Uzak Doğu'da yaşadığım için oranın tarzına çok uyacağını düşündüm.

Ve bunları açıkladım. Onunla da hemen anlaştık.

Fakat sonrasında yüzdede anlaşamadık.

Ben çok daha fazla bir yüzde istedim.

Onlar da Tarkan diye tabii ki vermek istemedi.

Ben de o zaman çalışmam dedim ve vazgeçtim.

Yani müzik işine de iki günlüğüne girmiş oldum.

Ve ne yazık ki dönüp dolaşıp ayakkabı işine geri döndüm.

Çok çok mutsuzdum.

Sultanahmet'in orada Gedik Paşa'da dükkânımız vardı.

İşte Ruslara İranlılara ayakkabı satıyorduk.

Ondan sonra ben Mecidiyeköy'deki dükkânları geziyordum,

sipariş almaya çalışıyordum.

Çok çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadım.

Çünkü yani 20 tane iş denedim ve hiçbirisi olmadı.

Ama yapacak bir şey yoktu.

Ama müthiş bir şey oldu.

Yazar kuzenimin kızı bir gün beni aradı.

Dedi ki yurtdışına niye format satmıyorsun?

Bende "Format nedir?" diye sordum.

Yarışma programlarına format denirmiş.

Mutlaka satarsın. Annemin kitabını sattıysan kesin format da satarsın dedi.

(Gülüşmeler)

Ve tamam dedim bari hani 21. iş olsun. En kötüsü bu da tutmayacak.

Ve o zamanlar bir gelin kaynana programı vardı, inanılmaz meşhurdu.

Bu Semra kaynana ile ünlenen.

Beni o formatın yazarı ile tanıştırdılar. Murat Üçkardeşler.

Sağ olsun o da hemen güvendi, bana formatını verdi.

Hemen yine interneti araştırdım.

Google'a girdim yani bu iş nasıl olur diye nasıl satılır diye.

Cannes'da bunun fuarı varmış.

Televizyonculuk fuarı varmış.

Hemen aradım fuarı "Stand kiralayabilir miyim?" dedim.

Hiç unutmuyorum en küçük stand 10 metrekare stand 10.500 Euro.

Ama benim sadece 500 Eurom vardı.

10.000 Euro'ya ihtiyacım vardı.

Şimdi kimseden de borç almak istemiyorum, çünkü her işi batırdım yani,

büyük ihtimalle bu iş de batacaktı.

O yüzden farklı işlerden tanıdığım reklam ajansı sahibi arkadaşım vardı

Levent Özdemir. Ona gittim.

Projeyi anlattım, çok saçma buldu.

(Gülüşmeler)

Dedim ki ne olur bana 10.000 Euro ver.

Ama tutarsa 3 ay sonra sana 20.000 vereceğim.

Ama tutmazsa çöp dedim. Yani bu bir kumar.

O da sağ olsun aslında durumu çok iyi değildi.

Sırf destek olmak için bana 10.000 Euro verdi.

Çok heyecanlandım. Beş dakikada 10.000 Euro yaptım,

"Ne kadar kolaymış para kazanmak." dedim.

Yani yıllarca kazanamadım, beş dakikada 10.000 Eurom oldu.

Tam fuara gidecekken babam yanıma geldi dedi ki “Bak oğlum sen çok çalışkansın,

çok yaratıcısın ama inanılmaz şanssız bir çocuksun. Bence en iyisi ablana

%5 ortaklık ver, sana şans getirsin.” dedi.

Ben de tamam bir de bunu deneyeyim, belki de sorun bendedir dedim.

Ve ablamla beraber fuara gittik.

Gittik bir baktık fuarın en küçük en çirkin standı bizim. Tuvaletin yanında.

Ve Lübnanlı bir müşteri geldi, projeyi almak istediğini söyledi.

Fakat adam bana güvenmedi.

Yani ilk defa katılmıştım, söylediği hiçbir şeyi anlamıyordum.

Hiçbir sektörle ilgili terimi bilmiyordum.

Adam dedi ki ben seni Türkiye'de ziyaret edeceğim o zaman imzalarız dedi.

Fakat işin kötüsü Türkiye'de benim ofisim yok, ayakkabı dükkânım var.

Yani düşünsenize adamı ayakkabı dükkânına çağırsam adam kamera şakası zannedecek.

Kesin imzalamayacak. Levent'i aradım.

Dedim ki yardımına ihtiyacım var yine.

Senin ofisini kullanmam lazım dedim.

O da kabul etti. Hemen kendime bir tabela yaptırdım böyle Global Agency diye.

(Gülüşmeler)

Ondan sonra söktüm onun tabelasını, kendi tabelamı taktım.

Ekibine gittim dedim ki çaktırmayın bundan sonra benim için çalışıyorsunuz dedim.

Sakın çaktırmayın müşterim gelecek.

Ve müşteri geldi. Çok güzel geçti.

Ben uzun süre mecburen Levent'in ofisini kullandım.

İşte klasik müşteri gelmeden önce tabelayı çıkartıyordum, kendi tabelamı takıyordum.

Ve artık yapımcılar beni öğrenmeye başlamıştı.

İşte kanallar beni arıyordu.

Bir gün telefonu bir açtım, karşımdaki şunu sordu.

"İzzet beyin sekreteri ile görüşebilir miyim?"

Yani şimdi benim sekreterim yok ki şirketimin sekreteri olsun,

bir de yani imkânsız.

O yüzden dedim ki sen beş dakika sonra ara dedim.

Hemen birisini buldum, dedim ki çaldığı zaman sen aç bana bağlarsın.

Yani madem imaj bu kadar önemli.

(Alkış)

İşte bu şekilde gittik. İşlerim iyi gidiyordu.

Hayalimdeki arabayı aldım. Böyle üstü açık bir araba.

Ağustos'ta bile 40 derece sıcakta hep üstünü açardım.

Bayağı bir terlerdim.

Ama hep yani otobüse binmekten sıkılmıştım yani.

Ve bir gün bir baktım yanımdan eski bir arkadaşım geçiyor,

hep bana hayalperest diyen.

Hemen kornaya bastım, camı indirdim, bir selam verdim.

Tabii ki oradaki mesaj şuydu, bak ben hayalperest değilmişim, sen yanılmışsın.

Bu format işi çok iyi gitmeye başladı.

Lübnanlı müşterim bir gün aradı.

Dedi ki bana "Türkiye'den dizi bulur musun?"

Ben de "Dizi mi? Kim Türk dizisi alır" dedim.

Yani çok saçma geldi, ben bile izlemiyordum.

Kim izleyecek dedim yani. Çok lokal olduğunu düşünüyordum.

Ama sonuçta adam müşterimdi. Mecburen araştırmak zorundaydım.

İşte birkaç haftamı verdim hep küfrederek.

Müşterilere gittim böyle DVD topluyorum.

Adama mesaj attım "DVD'lerin elimde." diye.

Adam cevap vermiyor. Arıyorum telefonlarımı açmıyor.

Ben de masanın üstüne koydum. Üç ay masamın üstünde bu DVD'ler durdu.

Bir gün Bulgar müşterim aradı. Dedi ki "Bana Türkiye'den birkaç

yapımcının telefonunu verir misin?"

Soracağım yani ellerinde bir şey var mı?

Bende var, sana yollayayım dedim.

Masamın üstünde bir sürü DVD vardı. Hepsini yolladım.

İçinde de Binbir Gece'nin DVD'si varmış, haberim bile yok hayatta seyretmemişim.

Ve bunu almaya karar verdiler.

Bir yayınladılar, kanalın reytinglerini dört katına çıkardı.

Ve kanal 4. Kanal dan 1. Kanal oldu.

Vay be dedim elimde elmas varmış haberim yok.

Ve bu başarıyı kullanarak 60 ülkeyi ikna ettim ve 60 ülkeye dizi sattım.

Ve aslında bu Binbir Gece sayesinde bu Türk dizi ihracatı patladı.

Ve gerçekten büyük bir tesadüf yani masamda duruyormuş.

Bulgaristan aldı sonra dünyaya satıldı.

Yani düşünün yani Kolombiya'dan tutun Vietnam'a, Güney Amerika,

herkes bu işe âşık ve büyük piyango oldu bana.

Tam o sıralar Muhteşem Yüzyıl dizisi yayına girdi.

Ben de yapımcısını tanıyorum Timur Savcı.

Daha önce filmlerini temsil etmiştim, arkadaş olmuştuk, düğünüme bile gelmişti.

Kesin bana verir dedim, zaten arkadaşız.

Gittim kesinlikle vermeyi düşünmüyor.

Ama benim de en büyük hayalim Muhteşem Yüzyıl'ı almak,

yani hani takıntı hâline getirdim.

İkinci kere gittim yine vermedi.

Ve en sonunda beşincide verdi.

O kadar mutlu oldum ki heyecandan kendimi kaybettim.

Ve dedim ki bütün standımı üç katına çıkaracağım.

Cannes'daki bütün billboardları senin için alacağım,

her dergiye beş sayfa dergi ilanı vereceğim.

Bütün oyuncuları getirip 1000 kişilik parti yapacağım,

şarkıcı Amerika'dan getirteceğim.

Yani kendimden geçtim gerçekten.

O kadar heyecanlandım ki bir sürü söz verdim.

Ve oradan çıktıktan sonra ne yaptığımın farkına vardım ve yani resmen

milyon dolarlık reklam sözü verdim.

Ama bir kere söz vermiştim.

Sonuçta bu diziyi bana vermişti ve yapmak zorundaydım.

Ve dediklerimin hepsini yaptım.

İlk defa bir Türk dizisi için dünya lansmanı yapıldı.

Bütün oyuncular geldi, Halit Ergenç'ten tutun Meryem Uzerli'ye.

Kırmızı halıda yürüdüler ve aylarca herkes bu partiyi konuştu.

Bu fuar bittikten sonra yurt dışında çalışan bir elemanım vardı

ve bana bir e-mail yolladı.

Dedi ki “Ayın 12'si oldu, galiba maaşımı yollamayı unuttunuz.”

İşin kötüsü unutmamıştım, param bitmişti.

Yani resmen banka hesabım sıfırlanmıştı.

Ama bir kere söz vermiştim ve bunu yapmak zorundaydım.

Ama iyi ki de yapmışım.

Çünkü bu diziyi 75 ülkeye sattık.

Tam 300 milyon kişi izliyor.

(Alkış)

Yani hayatta risk almazsanız kazanamazsınız.

Ben hayatım boyunca risk aldım ve iyi ki de almışım.

Çünkü bu sayede bir yerlere geldim.

Ve bu Türk dizileri sayesinde tabii ki Türkiye'nin ihracatı da çok büyüdü.

Bizim şirketimizin ihracatı çok büyüdü.

Bir tek Muhteşem Yüzyıl değil, bütün Türk dizileri sayesinde.

Ve bu dizilerden çok fazla kişi ekmek yiyor.

Yani hiç aklınıza gelmeyecek kişiler ekmek yiyor.

Mesela Şili'de bir tane striptizci var.

Bu adam haftada bir evlere gidiyormuş.

Ancak iş buluyormuş. 100 dolara çalışıyormuş.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Paylaşmayı Bilmezsen Kazanamazsın | İzzet Pinto | TEDxIstanbul compartir|si no sabes|no puedes ganar|İzzet|Pinto|TEDxIstanbul Man kann nicht gewinnen, wenn man nicht weiß, wie man teilt | İzzet Pinto | TEDxIstanbul Δεν μπορείς να κερδίσεις αν δεν ξέρεις να μοιράζεσαι | İzzet Pinto | TEDxIstanbul You Can't Win If You Don't Know How to Share | İzzet Pinto | TEDxIstanbul Vous ne pouvez pas gagner si vous ne savez pas comment partager | İzzet Pinto | TEDxIstanbul 分かち合う方法を知らなければ勝つことはできない|イゼット・ピント|TEDxIstanbul Вы не можете победить, если не знаете, как поделиться | Иззет Пинто | TEDxIstanbul Du kan inte vinna om du inte vet hur du ska dela med dig | İzzet Pinto | TEDxIstanbul Si no sabes compartir, no puedes ganar | İzzet Pinto | TEDxIstanbul

Transcriber: Gözde Caymazer Gözden geçirme: Erman Turkmen |Favorite|Caymazer|reviewed by||| transcriptor|Gözde|Caymazer|a través de|revisión|Erman|Turkmen Translator: Damla Erkiner Reviewer: Erman Turkmen Переводчик: Гёзде Каймазер Рецензия: Эрман Туркмен Transcriptor: Gözde Caymazer Revisión: Erman Turkmen

İzzet Pinto Televizyon Gurusu İzzet|Pinto|televisión|gurú İzzet Pinto Gurú de Televisión

Ben yaklaşık 10 yıldır televizyon sektöründeyim. yo|aproximadamente|desde hace años|televisión|estoy en el sector I have been in TV business approximately for a decade. He estado en la industria de la televisión durante aproximadamente 10 años.

Fakat 10 yıl önce ben ayakkabıcıydım. pero|años|hace|yo|era zapatero I used to be a shoe-seller though. Pero hace 10 años yo era zapatero.

Evet insanlar bayağı bir şaşırıyor. ||quite a bit||surprised sí|las personas|bastante|un|están sorprendiendo Yes, people get surprised at this. Да, люди очень удивлены. Sí, la gente se sorprende bastante.

Hani ayakkabı ne alaka yani? |||relevance| entonces|zapato|qué|relación|o sea Shoe-selling? Seriously? Я имею в виду, что за туфли? ¿Qué tiene que ver el calzado?

Diziyle ayakkabı arasında ne alaka olabilir ki? con la serie|zapato|entre|qué|relación|puede ser|que What's the link between TV series and shoes? Какая связь между сериалом и обувью? ¿Qué relación puede haber entre la serie y los zapatos?

En çok da buna yabancılar şaşırıyor tabii ki. en|mucho|también|a esto|los extranjeros|se sorprenden|claro|que Foreigners, in particular are baffled at this fact. Конечно, иностранцев это удивляет больше всего. Por supuesto, los extranjeros se sorprenden más por esto.

Bana genelde "What is your background?" diye soruyorlar. |generally|||||| a mí|generalmente|qué|es|tu|antecedentes|que|preguntan They generally ask me: "What's your background?" Обычно они спрашивают меня: "Какова ваша биография?". Generalmente me preguntan "¿Cuál es tu experiencia?"

İşte geçmişin nedir? Ben de "shoe business" diyorum. |your past|||||| aquí|tu pasado|cuál es|yo|en|negocio|de calzado|digo "Your professional background?" I reply: "Shoe business." Entonces, ¿cuál es tu pasado? Yo digo "negocio de zapatos".

"Oo show business mı" diyorlar. "No. Shoe business." oh|espectáculo|negocio|es|dicen|no|calzado|negocio Then they say: "Oh, show business?" I reply: "Nope. Shoe business." "О, шоу-бизнес", - говорят они. "Нет. Обувной бизнес". "Oh, ¿negocio del espectáculo?" dicen. "No. Negocio de zapatos."

Hatta birisi bir keresinde sarhoş musun demişti. ||||drunk||had said incluso|alguien|una|vez|borracho|eres|dijo I remember someone once commented: "Are you high or something?" Однажды кто-то спросил меня, не пьян ли я. De hecho, una vez alguien me preguntó si estaba borracho.

O kadar şaşırmışlardı. eso|tan|estaban sorprendidos They were that perplexed. Estaban tan sorprendidos.

Fakat bana göre ayakkabı satmakla dizi satmak arasında hiçbir fark yok. pero|para mí|según|zapatos|vender|serie|vender|entre|ninguna|diferencia|no hay To me, there is no difference between selling shoes and TV series. Sin embargo, para mí no hay ninguna diferencia entre vender zapatos y vender series.

Ne yazık ki yıllarca küçüklüğümden beri herkes bana hayalperest olduğumu söyledi. ||||||||dreamer|| no|es una pena|que|durante años|desde mi infancia|desde|todos|a mí|soñador|que soy|dijeron Unfortunately, I'd always been told that I was a daydreamer since childhood. К сожалению, на протяжении многих лет, с самого детства, все говорили мне, что я мечтатель. Desafortunadamente, desde que era pequeño, todos me dijeron que era un soñador.

Başarılı olacağıma hiç inanmadılar. exitoso|seré|nunca|no creyeron They never believed I would succeed. Они никогда не верили, что я добьюсь успеха. Nunca creyeron que tendría éxito.

Bütün düşüncelerime çok saçma gözüyle bakıyorlardı. |my thoughts||nonsense|as if | todos|mis pensamientos|muy|ridículo|con ojos|miraban They label all my ideas as way too nonsense. Они считали все мои мысли нелепыми. Miraban todos mis pensamientos como si fueran muy absurdos.

Ve hiçbir zaman başarılı olamazsın diyorlardı. y|ninguna|vez|exitoso|no puedes|decían They said I would never ever achieve anything. Y decían que nunca podrías tener éxito.

Ben de buna bir anlam veremiyordum. Çünkü bana göre hayalperest kişi yo|a|esto|un|sentido|no podía|porque|a mí|según|soñador|persona I was having a hard time understanding it because, to me, daydreamers Yo tampoco podía darle un sentido a esto. Porque para mí, una persona soñadora

ayağı yere basmayan saçma fikirleri olan insanlardır. grounded|||nonsensical||| pie|suelo|que no tocan|ridículas|ideas|que tienen|son personas are those acting in an unreasonable way through absurd ideas. люди с нелепыми идеями, которые не стоят на ногах. son personas que tienen ideas absurdas que no tienen fundamento.

En önemlisi adım atmayan insanlardır. lo|más importante|paso|que no dan|son personas Most importantly, they don't take a step. Lo más importante son las personas que no dan un paso.

Ben ise evet sürekli hayal kuruyordum ama hep adım atıyordum. ||||dreaming||||| yo|en cambio|sí|constantemente|sueño|estaba soñando|pero|siempre|paso|estaba dando I, on the other hand, was constantly dreaming but always taking a step. Я, да, я всегда мечтал, но я всегда делал шаги. Yo, en cambio, sí, siempre estaba soñando, pero siempre estaba dando pasos.

Sonunda başarısız olduğum için birçok zaman al final|fracasado|que fui|porque|muchas|veces As I failed in the end most of the time, Во многих случаях потому, что в конце концов я потерпел неудачу. Al final, por muchas veces que fracasé

herkes benim hayalperest olduğumu düşündü. ||dreamer|| todos|mi|soñador|que soy|pensaron everyone thought that I was a daydreamer. все считали меня мечтателем. todos pensaron que era un soñador.

17 yaşında ticaret hayatına atıldım. Çok genç bir yaşta. |business|business life||||| a la edad de|comercio|vida|me lancé|muy|joven|un|a la edad de I started working at the age of 17. It was a very young age. В 17 лет я начал заниматься трейдингом. Очень рано. Comencé mi vida comercial a los 17 años. Muy joven.

12 yıl boyunca 20 farklı iş denedim. años|durante|diferentes|trabajos|probé Throughout those 12 years, I changed 20 different jobs. За 12 лет я перепробовал 20 разных работ. Probé 20 trabajos diferentes durante 12 años.

Hepsinde de başarısız oldum. en todos||fracasado|fui I failed in all of them. Я провалил их все. Fracasé en todos.

Ama yılmadım. Çünkü yılma lüksüm yoktu. Yılsam ne olacaktı ki? |||Aufgeben|||||| pero|no me rendí|porque|rendirse|lujo|no tenía|si me rindiera|qué|pasaría|que But I never gave up as I had no such luxury. Giving up was meaningless. Pero no me rendí. Porque no tenía el lujo de rendirme. ¿Qué pasaría si me rendía?

Hayal ettiğim bir hayat vardı ve ben o hayata ulaşmak istiyordum. |||||||||reach| sueño|que imaginé|una|vida|había|y|yo|esa|vida|alcanzar|quería I was dreaming of a certain lifestyle and I was naturally hoping to reach it. Была жизнь, о которой я мечтал, и я хотел достичь этой жизни. Había una vida que soñaba y quería alcanzar esa vida.

O yüzden yılmadan sürekli bir iş denedim. eso|por eso|sin rendirme|constantemente|un|trabajo|intenté Therefore, I constantly kept trying out new jobs. Por eso, intenté constantemente un trabajo sin rendirme.

Bazen 1 ay, bazen 2 ay, bazen 1 sene. a veces|mes|a veces|meses|a veces|año Some lasted for 1 month, some for 1 year. A veces un mes, a veces dos meses, a veces un año.

Olmadığı zaman yeni bir işe geçiyordum. "Not being"|"When"|||| no estar|tiempo|nuevo|un|trabajo|estaba cambiando When things didn't work out, I found a new job. Cuando no estaba, estaba cambiando a un nuevo trabajo.

Ama 20 denemeden sonra benim hayatımı değiştirecek şey oldu. pero|intentos|después|mi|vida|que cambiará|cosa|fue After 20 trials or so, something changed my life. Но после 20 попыток произошло то, что изменило мою жизнь. Pero después de 20 intentos, ocurrió algo que cambiaría mi vida.

Derler ya "Bir kitap okudum ve hayatım değişti." dicen|ya|un|libro|leí|y|mi vida|cambió You know what people say: "I've read a book and my life has changed." Как говорится, "я прочитал книгу, и моя жизнь изменилась". Dicen: "Leí un libro y mi vida cambió."

Aynen bana da öyle bir şey oldu. exactamente|a mí|también|así|una|cosa|fue This was exactly what happened to me. Exactamente eso me pasó a mí.

Bir gün kuzenim kendi hayatı ile ilgili bir kitap yazdı. un|día|mi primo|su|vida|con|relacionado|un|libro|escribió One day, my cousin decided to write a book about his own life. Однажды мой двоюродный брат написал книгу о своей жизни. Un día, mi primo escribió un libro sobre su vida.

Reenkarnasyon ile ilgili. Adı "Ben 44 Yaşındayım, Oğlum 53". reencarnación|con|relacionado|su nombre|yo|tengo años|mi hijo Regarding reincarnation so to speak. Its title was: "I am 44 and my son is 53." Sobre la reencarnación. Se llama "Tengo 44 años, mi hijo tiene 53".

Ben de sırf kuzenime ayıp olmasın diye kitabı gittim aldım, okudum. ||just to||feel bad|not to be||||| yo|solo|solo|a mi primo|vergüenza|no sea|para que|el libro|fui|compré|leí So I bought and read that book just out of courtesy Поэтому я купила книгу и прочитала ее, чтобы не стыдиться своей кузины. Yo también fui a comprar el libro solo para no hacerle un feo a mi primo, lo leí.

Çünkü büyük ihtimalle bana soracaktı "Nasıl buldun kitabımı?" diye. ||||||found|| porque|gran|probablemente|a mí|me preguntaría|cómo|encontraste|mi libro|para que because I knew that she would ask me: "What do you think about it?" Porque probablemente me preguntaría "¿Qué te pareció mi libro?".

Ben de o sormadan alayım okuyayım dedim. yo|también|eso|sin preguntar|que lo tome|que lo lea|dije So I decided to read it first before facing such a question. Я думала, что прочитала его до того, как он спросил. Yo también pensé en leerlo antes de que él preguntara.

Kitabı bitirdiğimde o kadar beğendim ki hemen telefon açtım ona ve dedim ki el libro|cuando lo terminé|eso|tan|me gustó|que|inmediatamente|teléfono|llamé|a ella|y|dije|que I liked the book to the extent so I gave her an immediate call and said: Когда я закончил книгу, она мне так понравилась, что я позвонил ему и сказал. Cuando terminé el libro, me gustó tanto que inmediatamente le llamé y le dije

"Seni bütün dünyaya açacağım. Seni bir dünya starı yapacağım." |||"I'll reveal"||||| te|todo|al mundo|te abriré|te|una|estrella|estrella|te haré "I will turn you into a public figure, a megastar known worldwide." "Я открою тебя для всего мира. Я сделаю тебя мировой звездой". "Te voy a abrir al mundo. Te haré una estrella mundial."

O da "Deli misin, sen ayakkabıcı değil misin?" dedi. ||"crazy"|||||| ella|también|loco|eres|tú|zapatero|no|eres|dijo She replied: "Are you nuts? Aren't you a shoe seller?" Él también dijo: "¿Estás loco? ¿No eres un zapatero?"

(Gülüşmeler) risas (Laughter) (Risas)

Ben de "Merak etme, ben bunu da satarım." dedim. yo|también|preocupación|no te preocupes|yo|esto|también|lo venderé|dije And I said: "No worries, I can also market this to the world." Yo también dije: "No te preocupes, también venderé esto."

(Alkış) (Applause) aplausos (Applause) (Aplausos)

Sağ olun. Thank you.| gracias|estén Thank you. Gracias.

Dedim ki "Sen bana özetini yaz." dije|que|tú|a mí|tu resumen|escribe I added: "Just give me its summary" Dije "Escríbeme un resumen."

Özete de sinopsis denirmiş. Sinopsis dendiğini bile bilmiyordum. |||"is called"||"it is called"|| al resumen|se|sinopsis|se dice que|sinopsis|que se dice|incluso|no sabía Looks like summary is called 'synopsis' and I'd no idea about even that. Al resumen también se le llama sinopsis. Ni siquiera sabía que se le decía sinopsis.

İlk defa öğrendim böyle bir kelimeyi. primera|vez|aprendí|tal|una|palabra It was the first time I'd learnt that word Я впервые узнал такое слово. Fue la primera vez que aprendí una palabra así.

Hatta onu aradığımda dedim ki incluso|a ella|cuando la llamé|dije|que When I called her, I even said: De hecho, cuando lo busqué, dije

"Bak o kadar ünlü olacaksın ki yurtdışında imza günleri düzenleyecekler." |||||||autograph|| mira|eso|tan|famoso|serás|que|en el extranjero|firma|días|organizarán "You will be so famous that book signing events will be organized for you abroad." "Слушай, ты станешь настолько знаменитым, что они будут организовывать автограф-сессии за границей". "Mira, serás tan famoso que organizarán días de firmas en el extranjero."

Tam deli olduğumu sandı tabii ki. totalmente|loco|que soy|pensó|claro|que She thought I was a real lunatic. Por supuesto, pensó que estaba completamente loco.

Neyse o da beni kırmamak için bir özet yazdı. bueno|eso|él también|a mí|no decepcionarme|para|un|resumen|escribió Anyhow, she wrote the summary probably not to hurt my feelings. В любом случае, он написал краткое изложение, чтобы не обидеть меня. Bueno, también escribió un resumen para no herirme.

Hemen internette araştırdım inmediatamente|en internet|investigué I promptly checked Google Я сразу же поискал в интернете Inmediatamente investigué en internet.

acaba bu işin bir fuarı var mı, nasıl bunu satabilirim diye. whether there was a fair for the business in an attempt to sell it. me pregunto si hay una feria para esto, cómo puedo venderlo.

Bir baktım, bir ay sonra New York'da kitap fuarı varmış. Turned out there was going to be a book fair to be held in NY. De repente, vi que había una feria del libro en Nueva York un mes después.

Dünya'nın en büyük kitap fuarı. The biggest one of the world. La feria del libro más grande del mundo.

Benim de biriktirdiğim 1000 dolarım vardı. In my pocket, I had 1000$ that I'd saved. Yo también tenía 1000 dólares ahorrados.

Hemen 500 doları ile iki aktarmalı New York bileti aldım. En ucuz biletten. ||||connecting flights||||||| inmediatamente|dólares|con|dos|con escalas|Nueva|York|billete|compré|el|más barato|billete I spent 500$ to book a flight with two connections to NY. The cheapest one. Inmediatamente compré un billete a Nueva York con dos escalas por 500 dólares. El billete más barato.

Bir de tek yıldızlı bir otelde yerimi ayırttım. |||||||reserved my place un|de|sola|estrella|una|en hotel|mi lugar|reservé I also booked a room at a one-star hotel. También reservé mi lugar en un hotel de una estrella.

Fuara gittim. Bütün yayınevlerini gezdim. |||publishing houses| a la feria|fui|todas|editoriales|visité I headed off to the fair and paid a visit to all the publishing houses. Fui a la feria. Visité todas las editoriales.

Tayvan'da ki en büyük yayınevini ikna ettim. |||||persuaded| en Taiwán|que|la|más grande|editorial|convencí|hice I was able to convince the largest publisher of Taiwan. Convencí a la editorial más grande de Taiwán.

Kitabı Çince'ye çevirmeye karar verdiler ve kitap Çince basıldı. el libro|al chino|traducir|decisión|tomaron|y|el libro|en chino|fue publicado They decided to translate it into Chinese and it was published in Chinese. Decidieron traducir el libro al chino y el libro fue publicado en chino.

İşin güzeli basıldıktan bir hafta sonra lo que es|lo bonito|después de ser publicado|una|semana|después The best part is that a week after this, Lo mejor de todo es que una semana después de su publicación

kitap en çok satanlar listesinde dört numaraya ulaştı. el libro|en|más|vendidos|en la lista|cuatro|posición|llegó the book was on the fourth of the best sellers list. el libro alcanzó el cuarto lugar en la lista de más vendidos.

(Alkış) aplauso (Applause) (Aplausos)

Yani düşünün o zaman Orhan Pamuk bile piyasada yok. |||||||"in the market"| entonces|piensen|eso|tiempo|Orhan|Pamuk|incluso|en el mercado|no estaba Just imagine. At the time, even Orhan Pamuk was not well-known. Así que piensen, en ese momento Orhan Pamuk ni siquiera estaba en el mercado.

Ama kuzenim Tayvan'da bir star olmuş. pero|mi primo|en Taiwán|un|estrella|se ha convertido But, my cousin became a star in Taiwan. Pero mi primo se había convertido en una estrella en Taiwán.

Yani çok heyecan vericiydi. entonces|muy|emoción|era emocionante I mean this was indeed thrilling. Así que fue muy emocionante.

Sonra bu gazla Tayland'daki yayınevlerini ikna etmeye çalıştım. ||with this motivation||||| luego|esto|con este impulso|en Tailandia|editoriales|convencer|a|intenté This triggered me a lot so I did my best to convince the publishers in Thailand. Luego traté de convencer a las editoriales en Tailandia con ese impulso.

Onlar kitabı aldılar. Dedim ki "Niye imza günü yapmıyorsunuz? ellos|el libro|compraron|dije|que|por qué|firma|día|no hacen They purchased the book. I said: "Why don't you hold a book signing day?" Ellos tomaron el libro. Dije: "¿Por qué no hacen un día de firmas?"

Bizi getirin." dedim. Ve gerçekten de oldu. a nosotros|traigan|dije|y|realmente|de|sucedió I asked them to invite us to it. It truly happened. "Tráiganos." dije. Y realmente sucedió.

Biz imza gününe gittik. Basından 100 kişi, herkes çığlık atıyor, herkes imza istiyor. |||||||screaming|||| nosotros|firma|día|fuimos|de la prensa|persona|todos|grito|están gritando|todos|firma|están pidiendo There were like 100 people from the press, everyone was screaming for autographs. Fuimos al día de firmas. 100 personas de la prensa, todos gritando, todos pidiendo autógrafos.

Orada hatırlıyorum, kuzenim neredeyse bayılacaktı. ||||was about to faint allí|recuerdo|mi primo|casi|iba a desmayarse I remember my cousin was about to faint there. Recuerdo que allí, mi primo casi se desmayó.

Fakat ben ilk günden ona söylemiştim. "Baha hatırlıyor musun?" dedim pero|yo|primer|día|a él|había dicho|Baha|recuerda|¿no|dije However, I'd told her since the first day. I said: "Do you recall it?" Но я рассказал ему в первый день. Я сказал: "Баха, ты помнишь?". Pero yo se lo dije desde el primer día. "Baha, ¿recuerdas?" dije.

"İlk gün seni aradığımda imza günün olacağını söylemiştim." primer|día|a ti|cuando te llamé|firma|día|que sería|había dicho "When I called you, I said there would be a signing day for you." "Когда я позвонила вам в первый день, я сказала, что это автограф-сессия". "Te dije que sería el día de la firma cuando te llamé el primer día."

Çünkü şöyle düşünüyorum. Eğer bir şeye yüzde yüz inanırsanız illa ki olur. porque|así|pienso|si|una|cosa|por|ciento|creen|seguro|que|sucede Because I think, if you utterly believe in something, it comes true. Потому что я считаю, что если ты веришь во что-то на 100 процентов, то это обязательно произойдет. Porque pienso de esta manera. Si crees al cien por cien en algo, definitivamente sucederá.

İşimi çok sevmiştim. Yazar ajansıydım, çok prestijli bir iş. |very much||||||| mi trabajo|muy|había amado|escritor|era agencia|muy|prestigioso|un|trabajo I loved that job. I had an agency for authors, a prestigious job. Me encantaba mi trabajo. Era una agencia de escritores, un trabajo muy prestigioso.

Ondan sonra yeni kitaplar aramaya başladım. de él|después|nuevos|libros|buscar|empecé Then, I started looking for new books. Después de eso, comencé a buscar nuevos libros.

Başka acaba hangi yazarlarla çalışırım diye düşünmeye başladım. otro|quizás|qué|autores|trabajaré|que|pensar|empecé I considered working with some other authors as well. Empecé a pensar con qué otros autores podría trabajar.

Herkes Solmaz Kamuran'ın Kiraze adlı romanından bahsediyordu. todos|Solmaz|de Kamuran|Kiraze|titulado|de la novela|hablaban Everyone was talking about the novel (Kiraze) written by Solmaz Kamuran. Все говорили о романе Солмаза Камурана "Кираз". Todo el mundo hablaba de la novela 'Kiraze' de Solmaz Kamuran.

Bende bakayım dedim. Kitapçıya bir gittim kitap 350 sayfa. yo también|voy a mirar|dije|a la librería|una|fui|libro|páginas I decided to take a look at that book. I then noticed that it has 350 pages! И я решил посмотреть. Я пошел в книжный магазин, и книга была на 350 страницах. Así que decidí echar un vistazo. Fui a la librería y el libro tiene 350 páginas.

Hayatta okumam dedim. Şimdi bana vermez boşu boşuna okumayayım. |I won't read||||||| en la vida|no leeré|dije|ahora|a mí|no me da|en vano|en vano|no debería leer "No way! I can't read it" I thought, in case she wouldn't let me market it. Я сказал, что никогда не буду читать. Теперь он мне ее не дает, чтобы я не читал ее зря. Dije que no leería en la vida. Ahora no me lo da, para que no lea en vano.

Ve randevu aldım görüşmeye gittim. O kadar utandım ki |||meeting/interview||||I was embarrassed| y|cita|conseguí|para la reunión|fui|eso|tan|me avergoncé|que I got an appointment and visited her. I was extremely embarassed. Я записалась на прием и пошла к нему. Мне было так стыдно. Y pedí una cita, fui a la reunión. Estaba tan avergonzado.

yani kitap hakkında konuşuyoruz ama ben hiçbir şey bilmiyorum yani o sea|libro|sobre|estamos hablando|pero|yo|nada|cosa|no sé|o sea We were talking about the book but I had no idea on it. Es decir, estamos hablando del libro, pero no sé nada, es decir.

özetini bile bilmiyorum. "Hangi bölümü en çok beğendin?" diyor. su resumen|ni siquiera|no sé|cuál|sección|más|muy|te gustó|dice Ni siquiera sé el resumen. "¿Cuál fue el capítulo que más te gustó?" dice.

"Hepsi çok güzel." diyorum yani, "Bütün kitabı çok çok beğendim" diyorum todos|muy|bonito|digo|es decir|todo|el libro|muy|muy|me gustó| "All is beautiful and I liked all the chapters." were my responses. "Todo es muy bonito." digo, es decir, "Me gustó mucho todo el libro."

ve çaktırmamaya çalışıyorum. |"not to show"| y|no hacer notar|estoy tratando I did my best not to be noticed. и я стараюсь не показывать этого. y trato de no dejarlo ver.

Yani düşünsenize bir edebiyatçının karşısındasınız ve öğrenirse |||the writer's||| es decir|imagínense|un|literato|están frente a|y|si se entera Imagine you are in front of an author and if she finds out, Es decir, imaginen que están frente a un literato y si se entera

kapıya koyar yani, imkânsız. Rahmetli Çetin Altan yanımdaydı, ||||"the late"|Çetin Altan|| a la puerta|pondrá|es decir|imposible|el difunto|Çetin|Altan|estaba a mi lado she will show you the door. That's crystal clear. Çetin Altan, the journalist was with me. Я хочу сказать, что это невозможно. Покойный Четин Алтан был со мной, te echa a la calle, es imposible. El difunto Çetin Altan estaba a mi lado,

dedi ki "İzzet bunu kesin satar." dedi. dijo|que|İzzet|esto|seguro|venderá|dijo He commented: "İzzet can definitely market this book." dijo: "İzzet seguramente lo venderá."

Sonradan da bana şunu sordu: después|entonces|a mí|esto|preguntó The author posed me a question: А потом он спросил меня вот о чем: Luego me preguntó:

"Benim yayınevim beş yıl boyunca satamadı, sen nasıl satacaksın?" ||||for years|||| mi|editorial|cinco|años|durante|no vendió|tú|cómo|venderás "My publisher couldn't market it for years. What's your plan?" "Мое издательство не могло продать товар в течение пяти лет, как это сделаете вы?". "Mi editorial no ha vendido nada en cinco años, ¿cómo vas a venderlo tú?"

"Merak etmeyin. Çok iyi bir kitabınız var." dedim. preocupación|no se preocupen|muy|buen|un|su libro|hay|dije My reply was: "No worry. Your book is great!" "Не волнуйтесь. У вас очень хорошая книга". "No se preocupe. Tiene un muy buen libro." dije.

Yani inanıyordum, herkes öyle olduğunu söylüyordu. entonces|creía|todos|así|que era|decían I believed in this fact because everyone was saying so. То есть, я верил в это, все так говорили. Así que creía, todo el mundo decía que era así.

Satarım dedim. Ve kitabı aldım ve bir yılda sekiz ülkede yayına girdi. ||||||||||into publication| diré que venderé|dije|y|el libro|lo compré|y|un|año|ocho|países|publicación|entró "I will market it" I said. I got the book. It was publised in 8 countries in a year. Я сказал, что продам ее. Я купил книгу, и за год она была опубликована в восьми странах. Dije que lo vendería. Y tomé el libro y en un año se publicó en ocho países.

Gerçekten bayağı bir başarılı oldu. realmente|bastante|un|exitoso|fue It truly got successful. Это был действительно большой успех. Realmente tuvo bastante éxito.

Yani işin kötüsü bu videoyu izleyince öğrenecek o kitabı okumadığımı. entonces|el asunto|lo malo|esto|el video|al verlo|aprenderá|que|el libro|que no he leído But when she watches this conference, she'll know I didn't read her book before. Хуже всего то, что когда он посмотрит это видео, он узнает, что я не читала эту книгу. Así que lo malo es que al ver este video, aprenderá que no leí ese libro.

(Gülüşmeler) risas (Laughter) (Risas)

Sonra Ayşe Kulin'le herkes çalışmamı önerdi. luego|Ayşe|con Kulin|todos|mi trabajo|sugirió Then everyone recommended me to work with Ayşe Kulin. Потом все предложили мне поработать с Айше Кулин. Luego, todos sugirieron que trabajara con Ayşe Kulin.

Randevu aldım tabii ki kitabını okumadan gittim ona da. cita|conseguí|claro|que|su libro|sin leer|fui|a ella|también I got the appointment. Needless to say, I went again without reading her book. Я записалась на прием, конечно же, пошла к нему, не прочитав его книгу. Por supuesto, hice una cita y fui a verlo sin haber leído su libro.

Ama onu da ikna ettim. pero|a ella|también|convencer|logré However, I convinced her too. Но я убедил и его. Pero también lo convencí.

Hemen yarım saatte anlaştık. İmzalar atıldı. inmediatamente|media|hora|acordamos|las firmas|fueron puestas We had a deal in half an hour. The agreement was signed. Мы заключили сделку за полчаса. Подписи были поставлены. Nos pusimos de acuerdo en media hora. Se firmaron los contratos.

Onun da kitaplarını satmaya başladım. sus|también|sus libros|a vender|empecé I started marketing her books as well. Я тоже начал продавать его книги. También empecé a vender sus libros.

İşimi gerçekten çok seviyordum. mi trabajo|realmente|mucho|amaba I was madly in love with my job. Realmente amaba mi trabajo.

Fakat şöyle bir sıkıntı vardı. Çeviri masrafları o kadar çoktu ki. |||problem||Translation costs|translation costs|||| pero|así|una|problema|había|traducción|costos|eso|tan|era mucho que| However, there was a problem. The cost of the translation was too high. Но возникла проблема. Стоимость перевода была очень высокой. Pero había un problema. Los costos de traducción eran tan altos.

İşte editör, bu kitapların basılıp bütün dünyaya yollanması. aquí|editor|estos|libros|impresos|todo|al mundo|envío The editorial work, publishing and dispatching the books to diverse countries Вот редактор, печатающий эти книги и рассылающий их по всему миру. Aquí está el editor, la impresión de estos libros y su envío a todo el mundo.

Yani bütün masrafa gidiyordu kârım. ||||my profit así que|todos|gastos|iba|mi ganancia were the things I spent all my profit on. Так что вся моя прибыль уходила на расходы. Es decir, todos los gastos estaban saliendo de mis ganancias.

O yüzden ne kadar işimi sevsem bile bırakmak zorundaydım. eso|por eso|aunque|tanto|mi trabajo|amara|aunque|dejar|tenía que So I had to give up on my work regardless of my commitment to it. Por eso, por mucho que amara mi trabajo, tenía que dejarlo.

Çünkü bir türlü para kazanamıyordum ve işi bıraktım. porque|un|de ninguna manera|dinero|no podía ganar|y|el trabajo|dejé As I wasn't able to make enough money, I quitted my job. Porque no podía ganar dinero de ninguna manera y dejé el trabajo.

Düşündüm acaba başka ne iş yapsam diye. pensé|quizás|otro|qué|trabajo|hiciera|para que I started thinking about what other jobs I could do. Pensé, ¿qué otro trabajo podría hacer?

Tarkan albüm çıkarttı. İngilizce albüm. Tarkan|álbum|lanzó|en inglés|álbum At the time,Tarkan released his music album in English. Таркан выпустил альбом. Альбом на английском языке. Tarkan lanzó un álbum. Un álbum en inglés.

Ben müzik işine gireyim dedim. ||music business|| yo|música|en el negocio|entre|dije It made sense to give the music sector a go. Decidí entrar en el negocio de la música.

(Gülüşmeler) risas (Laughter) (Risas)

Sonuçta yani yurtdışına bir şeyler satmayı seviyorum. al fin|es decir|al extranjero|una|cosas|vender|me gusta Obviously, I enjoy marketing stuff abroad. Al final, me gusta vender cosas al extranjero.

Hemen menajerinden randevu aldım, gittim. inmediatamente|de su manager|cita|conseguí|fui I got an appointment from his manager in no time and visited him. Inmediatamente pedí una cita con su manager, fui.

Daha önce Uzak Doğu'da yaşadığım için oranın tarzına çok uyacağını düşündüm. ||||||its/their style|style||would suit| más|antes|lejano|Oriente|que viví|porque|de allí|estilo|muy|que se adaptaría|pensé As I've previously lived in the far east, I thought his album would fit to there. Como había vivido en el Lejano Oriente antes, pensé que se adaptaría muy bien a su estilo.

Ve bunları açıkladım. Onunla da hemen anlaştık. y|esto|expliqué|con él|también|inmediatamente|llegamos a un acuerdo I shared my views and I got an agreement with him too. Y lo expliqué. También llegamos a un acuerdo de inmediato.

Fakat sonrasında yüzdede anlaşamadık. pero|después|en el porcentaje|no estuvimos de acuerdo We couldn't agree on the commission. I expected a higher amount of commission. Но потом мы не смогли договориться о процентах. Pero luego no nos pusimos de acuerdo en el porcentaje.

Ben çok daha fazla bir yüzde istedim. yo|mucho|más|un|un|porcentaje|quise Yo quise un porcentaje mucho mayor.

Onlar da Tarkan diye tabii ki vermek istemedi. ellos|también|Tarkan|es decir|claro|que|dar|no quisieron Ellos, por supuesto, no querían darlo por Tarkan.

Ben de o zaman çalışmam dedim ve vazgeçtim. ||||"I won't work"|||I gave up yo|entonces|eso|tiempo|no trabajar|dije|y|renuncié And I refused the project and gave up on it. Entonces dije que no trabajaría y me eché atrás.

Yani müzik işine de iki günlüğüne girmiş oldum. así que|música|al negocio|también|dos|por un tiempo|entrado|estuve This means I spent just 2 days in the music sector. Так я на два дня погрузился в музыкальный бизнес. Así que también me metí en el negocio de la música por un par de días.

Ve ne yazık ki dönüp dolaşıp ayakkabı işine geri döndüm. y|no|lástima|que|volviendo|dando vueltas|zapato|al negocio|de nuevo|volví I ended up in the shoe business once again, unfortunately. Y, lamentablemente, terminé volviendo al negocio de los zapatos.

Çok çok mutsuzdum. muy||estaba infeliz I was utterly unhappy. Estaba muy, muy infeliz.

Sultanahmet'in orada Gedik Paşa'da dükkânımız vardı. de Sultanahmet|allí|Gedik|en Paşa|nuestra tienda|había We had a store in Gedikpasa, Sultanahmet. У нас был магазин в Гедик-паше недалеко от Султанахмета. Teníamos una tienda en Gedik Paşa, cerca de Sultanahmet.

İşte Ruslara İranlılara ayakkabı satıyorduk. aquí|a los rusos|a los iraníes|zapatos|estábamos vendiendo And we would sell shoes to the Russian and Iranian. Aquí estábamos vendiendo zapatos a los rusos y a los iraníes.

Ondan sonra ben Mecidiyeköy'deki dükkânları geziyordum, después de eso|luego|yo|en Mecidiyeköy|tiendas|estaba visitando I was visiting the stores in Mecidiyeköy area Después de eso, estaba recorriendo las tiendas en Mecidiyeköy,

sipariş almaya çalışıyordum. pedido|para recibir|estaba trabajando in the hope of getting more orders. tratando de recibir pedidos.

Çok çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. muy|muy|grande|una|sueño|decepción|experimenté I felt deeply disappointed. Tuve una gran decepción.

Çünkü yani 20 tane iş denedim ve hiçbirisi olmadı. porque|es decir|unidades|trabajo|intenté|y|ninguno|funcionó Imagine I tried approximately 20 different jobs and none worked out. Porque probé 20 trabajos y ninguno funcionó.

Ama yapacak bir şey yoktu. pero|que hacer|una|cosa|no había It was what it was. Pero no había nada que hacer.

Ama müthiş bir şey oldu. |something amazing happened||| pero|increíble|una|cosa|sucedió But something magnificent happened. Pero sucedió algo increíble.

Yazar kuzenimin kızı bir gün beni aradı. escritora|de mi prima|hija|un|día|me|llamó The daughter of my my author cousin gave me a call one day Однажды мне позвонила дочь моего двоюродного брата-писателя. Un día, la hija de mi primo escritor me llamó.

Dedi ki yurtdışına niye format satmıyorsun? dijo|que|al extranjero|por qué|formato|no vendes and said: "How come don't you sell TV program format abroad?" Он сказал, почему бы вам не продавать форматы за границу? Dijo, ¿por qué no vendes formatos al extranjero?

Bende "Format nedir?" diye sordum. ||"What is"|| yo también|formato|qué es|que|pregunté I asked what that thing is. Я спросил: "Каков формат?". Yo pregunté, "¿Qué es un formato?".

Yarışma programlarına format denirmiş. concurso|a los programas|formato|se dice que se llama I found out that format is related to reality game shows. Se dice que los formatos son para programas de competencia.

Mutlaka satarsın. Annemin kitabını sattıysan kesin format da satarsın dedi. "Definitely"||||||||| seguramente|venderás|de mi madre|su libro|si lo vendiste|seguro|formato|también|venderás|dijo "You can certainly sell this considering the fact that you've sold my mom's book." Seguro que vendes. Si has vendido el libro de mi madre, definitivamente también venderás formatos.

(Gülüşmeler) risas (Laughter) (Risas)

Ve tamam dedim bari hani 21. iş olsun. En kötüsü bu da tutmayacak. |||"at least"|||||||| y|está bien|dije|al menos|ya que|trabajo|que sea|el|peor|esto|también|no va a funcionar I said to myself: "Let's give it a shot as the 21st trial." The worst case scenario it too would fail. Y bueno, dije al menos que sea el trabajo 21. Lo peor es que este tampoco va a funcionar.

Ve o zamanlar bir gelin kaynana programı vardı, inanılmaz meşhurdu. ||||bride|mother-in-law|||| y|esos|tiempos|un|nuera|suegra|programa|había|increíble|era famoso Back then, there was a TV show involving brides and mother in laws, И в то время существовала программа "Теща", она была невероятно известной. Y en esos tiempos había un programa de nueras y suegras, era increíblemente famoso.

Bu Semra kaynana ile ünlenen. esta|Semra|suegra|con|que se hizo famosa and it was too popular by the mother in law figure called Semra. Este se hizo famoso con la suegra Semra.

Beni o formatın yazarı ile tanıştırdılar. Murat Üçkardeşler. me|ese|formato|autor|con|me presentaron|Murat|Üçkardeşler I was introduced to Murat Uckardesler the initiator of its format. Они познакомили меня с автором этого формата. Мурат Учкардешлер. Me presentaron al autor de ese formato. Murat Üçkardeşler.

Sağ olsun o da hemen güvendi, bana formatını verdi. gracias|sea|él|también|inmediatamente|confió|en mí|su formato|me dio Lucky me! He too counted on me and provided with me the rights. Благодаря ему, он сразу доверился мне и дал мне формат. Agradezco que él también confió en mí de inmediato y me dio su formato.

Hemen yine interneti araştırdım. inmediatamente|otra vez|internet|investigué So I again googled things to search how it could be sold. Я тут же снова обратился к Интернету. Inmediatamente volví a investigar en internet.

Google'a girdim yani bu iş nasıl olur diye nasıl satılır diye. |||||||"to find out"||| a Google|entré|es decir|este|trabajo|cómo|se hace|para|cómo|se vende|para Я обратился к Google, чтобы узнать, как можно продать этот бизнес. Entré a Google para ver cómo se hace este trabajo y cómo se vende.

Cannes'da bunun fuarı varmış. en Cannes|de esto|feria|había Parece que hay una feria de esto en Cannes.

Televizyonculuk fuarı varmış. de televisión|feria|había I am talking about a TV show fair. Hay una feria de televisión.

Hemen aradım fuarı "Stand kiralayabilir miyim?" dedim. inmediatamente|llamé|a la feria|stand|puedo alquilar||dije I gave them a call and asked whether I could rent a booth. Я сразу же позвонил на ярмарку и спросил: "Могу ли я арендовать стенд?". Inmediatamente llamé a la feria y dije: "¿Puedo alquilar un stand?".

Hiç unutmuyorum en küçük stand 10 metrekare stand 10.500 Euro. nunca|olvido|el|más pequeño|stand|metros cuadrados|stand|euros The smallest one was 10 square meter long equal to 10.500 Euros. Я никогда не забуду самый маленький стенд площадью 10 квадратных метров за 10.500 евро. Nunca olvidaré que el stand más pequeño, de 10 metros cuadrados, costaba 10.500 euros.

Ama benim sadece 500 Eurom vardı. pero|mi|solo|euros|tenía However, I only had 500 Euros. Therefore, I needed 10.000 Euros. Pero solo tenía 500 euros.

10.000 Euro'ya ihtiyacım vardı. euros|necesitaba|tenía Necesitaba 10.000 euros.

Şimdi kimseden de borç almak istemiyorum, çünkü her işi batırdım yani, |||||||||messed up everything| ahora|de nadie|a|préstamo|querer|no quiero|porque|cada|trabajo|fracasé|es decir I wasn't eager to borrow money from anyone as every business I tried went bankrupt. Ahora no quiero pedirle prestado a nadie, porque he arruinado todo,

büyük ihtimalle bu iş de batacaktı. gran|probablemente|este|trabajo|a|iba a fracasar This one had the possibility. этот бизнес, вероятно, тоже бы прогорел. probablemente este negocio también se habría arruinado.

O yüzden farklı işlerden tanıdığım reklam ajansı sahibi arkadaşım vardı ||various|||advertising agency owner|||| eso|por eso|diferentes|trabajos|que conocía|publicidad|agencia|dueño|mi amigo|había I visited a friend of mine whom I knew through different jobs. Por eso tenía un amigo que era dueño de una agencia de publicidad que conocía de diferentes trabajos.

Levent Özdemir. Ona gittim. Levent|Özdemir|a él|fui Levent Ozdemir, the owner of an advertising agency. Levent Özdemir. Fui a verlo.

Projeyi anlattım, çok saçma buldu. el proyecto|le conté|muy|absurdo|encontró When I told him the project, he found it incredibly ridiculus. Le conté sobre el proyecto, le pareció muy absurdo.

(Gülüşmeler) risas (Laughter) (Risas)

Dedim ki ne olur bana 10.000 Euro ver. dije|que|qué|pasa|a mí|euros|dar I asked him to borrow me 10.000 Euros. Dije que por favor me des 10.000 euros.

Ama tutarsa 3 ay sonra sana 20.000 vereceğim. pero|si funciona|meses|después|a ti|daré I said "If the business works out, I will give you 20.000 Euros in 3 months. Pero si funciona, te daré 20.000 en 3 meses.

Ama tutmazsa çöp dedim. Yani bu bir kumar. ||trash|||||gamble pero|si no funciona|basura|dije|es decir|esto|un|juego de azar But if not, forget about it. This is simply gambling." Но если это не сработает, то это мусор, так что это авантюра. Pero si no funciona, es basura, dije. Es decir, esto es una apuesta.

O da sağ olsun aslında durumu çok iyi değildi. él|gracias|sano|sea|en realidad|su situación|muy|buena|no era I really appreciate him, even his financial situation wasn't great Él, gracias a Dios, en realidad no estaba en una buena situación.

Sırf destek olmak için bana 10.000 Euro verdi. Just to||||to me|| solo|apoyo|ser|para|a mí|euros|dio he gave 10.000 Euros just to support me. Me dio 10.000 euros solo para apoyarme.

Çok heyecanlandım. Beş dakikada 10.000 Euro yaptım, muy|me emocioné|cinco|en minutos|euros|hice I was excited as I made 10.000 Euros in minutes. Me emocioné mucho. Hice 10.000 euros en cinco minutos,

"Ne kadar kolaymış para kazanmak." dedim. qué|tan|fácil que era|para|ganar|dije I thouht "I can't believe how easy to make money." Я сказал: "Как легко заработать деньги". dije: "Qué fácil es ganar dinero."

Yani yıllarca kazanamadım, beş dakikada 10.000 Eurom oldu. así que|durante años|no gané|cinco|en minutos|euros que tengo|se volvió Imagine I couldn't make any money for years, Я имею в виду, я не выигрывал много лет, а через пять минут у меня 10 000 евро. Es decir, no gané durante años, y en cinco minutos tuve 10.000 euros.

Tam fuara gidecekken babam yanıma geldi dedi ki “Bak oğlum sen çok çalışkansın, ||||"to my side"|||||||| justo|a la feria|iba a ir|mi padre|a mi lado|vino|dijo|que|mira|hijo mío|tú|muy|eres trabajador Как раз когда я собирался идти на ярмарку, ко мне подошел отец и сказал: "Послушай, сынок, ты очень трудолюбивый, Just when I was about to go to the fair, my dad came to me and said, "Look son, you are very hardworking,

çok yaratıcısın ama inanılmaz şanssız bir çocuksun. Bence en iyisi ablana muy|eres creativo|pero|increíble|desafortunado|un|eres niño|creo que|el|mejor|a tu hermana You're very creative, but you're an incredibly unlucky child. I think it's best to tell your sister Ты очень творческий, но ты невероятно невезучий ребенок. Я думаю, лучше сказать твоей сестре. very creative, but you are an incredibly unlucky child. I think the best thing is to give your sister

%5 ortaklık ver, sana şans getirsin.” dedi. 5% partnership||||| |||||dijo Give 5% partnership, it will bring you luck." a 5% partnership, let her bring you luck." he said.

Ben de tamam bir de bunu deneyeyim, belki de sorun bendedir dedim. yo|también|está bien|un|también|esto|intentaré|quizás|también|problema|soy yo|dije "Perhaps, I am the problematic one." I said to myself and decided to try that. So I said, okay, let me try this too, maybe the problem is with me.

Ve ablamla beraber fuara gittik. y|con mi hermana|juntos|a la feria|fuimos So my sister and I took part in the fair together. Y fui a la feria con mi hermana.

Gittik bir baktık fuarın en küçük en çirkin standı bizim. Tuvaletin yanında. fuimos|un|miramos|de la feria|el|más pequeño||más feo|stand|nuestro|al baño|al lado Upon our arrival, we saw that we had the ugliest booth next to the restrooms. Fuimos y vimos que nuestro stand era el más pequeño y feo de la feria. Al lado del baño.

Ve Lübnanlı bir müşteri geldi, projeyi almak istediğini söyledi. |Lebanese||customer||||| y|libanés|un|cliente|vino|el proyecto|obtener|que quería|dijo A Lebanese client came over and said he wanted to buy a format of the TV show. Пришел ливанский клиент и сказал, что хочет купить проект. Y vino un cliente libanés, dijo que quería llevarse el proyecto.

Fakat adam bana güvenmedi. pero|el hombre|a mí|no confió But he didn't really trust me. Pero el hombre no confiaba en mí.

Yani ilk defa katılmıştım, söylediği hiçbir şeyi anlamıyordum. |||"I had joined"|||| entonces|primera|vez|había participado|lo que dijo|ninguna|cosa|no entendía It was my first time and I had no idea what he was talking about. То есть, это был мой первый раз, я ничего не понял из того, что он сказал. Así que era la primera vez que participaba, no entendía nada de lo que decía.

Hiçbir sektörle ilgili terimi bilmiyordum. ningún|sector|relacionado|término|no sabía I didn't know about the terminology of the sector. No conocía ningún término relacionado con ningún sector.

Adam dedi ki ben seni Türkiye'de ziyaret edeceğim o zaman imzalarız dedi. el hombre|dijo|que|yo|te|en Turquía|visita|haré|entonces|momento|firmaremos|dijo He told me that he would visit me in Turkey and then we would sign the deal. Мужчина сказал: "Я приеду к вам в Турцию, и тогда мы подпишем его. El hombre dijo que me visitaría en Turquía y que firmaríamos entonces.

Fakat işin kötüsü Türkiye'de benim ofisim yok, ayakkabı dükkânım var. pero|el asunto|lo malo|en Turquía|mi|oficina|no hay|zapato|tienda| Yet, the worst part was that I didn't have an office. I had a shoe store. Но самое страшное, что у меня нет офиса в Турции, у меня есть обувной магазин. Pero lo malo es que no tengo oficina en Turquía, tengo una tienda de zapatos.

Yani düşünsenize adamı ayakkabı dükkânına çağırsam adam kamera şakası zannedecek. |||||||hidden camera prank|practical joke| así que|piensen|al hombre|zapato|a la tienda|si lo llamara|el hombre|cámara|broma|pensará Had I invited that guy to the shoe store, he would have thought he was punked! Представьте, если я позвоню парню в обувной магазин, он подумает, что это розыгрыш. Así que imagina, si llamara al tipo a la zapatería, pensaría que es una broma de cámara.

Kesin imzalamayacak. Levent'i aradım. seguramente|no firmará|a Levent|lo llamé He wouldn't sign the deal. So I called Levent once again. Я уверен, что он не подпишет. Я позвонил Левенту. Seguro que no firmará.

Dedim ki yardımına ihtiyacım var yine. dije|que|a tu ayuda|necesito|hay|otra vez "I need your help again." I said. Я сказал, что мне снова нужна твоя помощь. Llamé a Levent.

Senin ofisini kullanmam lazım dedim. tu|oficina|necesito usar|es necesario|dije I need to borrow your office." I added. Le dije que necesitaba su ayuda de nuevo.

O da kabul etti. Hemen kendime bir tabela yaptırdım böyle Global Agency diye. |||||||signboard||||| él|también|aceptó|hizo|inmediatamente|para mí|un|cartel|hice hacer|así|Global|Agencia| He accepted it. I immediately got a signboard for my company: Global Agency И он согласился. Я сразу же сделал для себя вывеску "Глобальное агентство". Él también aceptó. Inmediatamente hice que me hicieran un letrero que decía Global Agency.

(Gülüşmeler) risas (Laughter) (Risas)

Ondan sonra söktüm onun tabelasını, kendi tabelamı taktım. ||I removed||||| después de eso|luego|quité|su|cartel|mi|cartel|puse Then, I removed his company's sign from the wall and installed mine instead. Después de eso, quité su letrero y puse el mío.

Ekibine gittim dedim ki çaktırmayın bundan sonra benim için çalışıyorsunuz dedim. ||||"Don't reveal"|||||| a su equipo|fui|dije|que|no lo hagan obvio|a partir de ahora|luego|para mí|para|están trabajando| And told his crew to play along, that they were working for me from that moment on. Я пришел к его команде и сказал: "Не сообщайте, с этого момента вы работаете на меня. Fui a su equipo y les dije que no se dieran cuenta, que a partir de ahora trabajaban para mí.

Sakın çaktırmayın müşterim gelecek. Don't|Don't let on|| no|hagan notar|mi cliente|vendrá And added: "Don't ruin it! My client will show up." No lo dejen notar, mi cliente va a llegar.

Ve müşteri geldi. Çok güzel geçti. y|cliente|llegó|muy|bien|pasó Then, he arrived and the meeting went well. Y el cliente llegó. Pasó muy bien.

Ben uzun süre mecburen Levent'in ofisini kullandım. |||had to||| yo|largo|tiempo|por necesidad|de Levent|su oficina|usé I had to use Levent's office for quite some time. Usé la oficina de Levent por mucho tiempo por necesidad.

İşte klasik müşteri gelmeden önce tabelayı çıkartıyordum, kendi tabelamı takıyordum. ||||||"taking down"||| aquí|clásico|cliente|antes de que llegue|primero|el letrero|estaba sacando|mi|letrero|estaba poniendo The drill was the same. Before the client visits, I changed the signs on the wall. На работе, перед приходом классического клиента, я снимал вывеску и ставил свою собственную. Así que antes de que llegara el cliente, sacaba el letrero, ponía el mío.

Ve artık yapımcılar beni öğrenmeye başlamıştı. ||producers||| y|ya|los productores|me|aprender a|había comenzado Finally, the producers got to know my name. И теперь продюсеры начали узнавать обо мне. Y los productores ya habían comenzado a aprender sobre mí.

İşte kanallar beni arıyordu. aquí|los canales|me|estaban buscando TV channels were in touch with me. Así que los canales me estaban llamando.

Bir gün telefonu bir açtım, karşımdaki şunu sordu. |||||the person opposite|| un|día|el teléfono|un|abrí|la persona al otro lado|esto|preguntó One day, I answered the phone and a man asked to talk to Mr. Pinto's assistant. Un día, contesté el teléfono y la persona al otro lado preguntó.

"İzzet beyin sekreteri ile görüşebilir miyim?" Mr. İzzet|Mr. İzzet|his secretary||"Speak with"| İzzet|del señor|secretaria|con|puedo hablar|¿puedo "¿Puedo hablar con la secretaria del señor İzzet?"

Yani şimdi benim sekreterim yok ki şirketimin sekreteri olsun, entonces|ahora|mi|secretaria|no tengo|que|de mi empresa|secretaria|sea Well, I didn't have any assistant, so his request was not possible. Я имею в виду, что у меня нет секретаря, чтобы моя компания могла иметь секретаря, Así que ahora no tengo secretaria, ¿cómo va a haber secretaria en mi empresa?

bir de yani imkânsız. uno|también|entonces|imposible Y además, es imposible.

O yüzden dedim ki sen beş dakika sonra ara dedim. ||||||||call| eso|por eso|dije|que|tú|cinco|minutos|después|llama|dije Поэтому я сказал: "Перезвоните через пять минут. Por eso dije que me llames en cinco minutos.

Hemen birisini buldum, dedim ki çaldığı zaman sen aç bana bağlarsın. ||||||||||"you connect me" inmediatamente|a alguien|encontré|dije|que|cuando suene|tiempo|tú|contesta|a mí|conectarás Я сразу же нашел человека, сказал: "Когда он зазвонит, ты откроешь и соединишь его со мной. Inmediatamente encontré a alguien, le dije que cuando suene el teléfono, tú contestas y me conectas.

Yani madem imaj bu kadar önemli. |"since"|||| entonces|ya que|imagen|esta|tan|importante Я имею в виду, если имидж так важен. Así que, dado que la imagen es tan importante.

(Alkış) aplauso (Aplausos)

İşte bu şekilde gittik. İşlerim iyi gidiyordu. aquí|esta|manera|fuimos|mis trabajos|bien|iban So this was how things started. I was doing great in my business. Так мы и уехали. У меня все было хорошо. Así fue como lo hicimos. Mis negocios iban bien.

Hayalimdeki arabayı aldım. Böyle üstü açık bir araba. ||||topless||| el de mi sueño|coche|compré|así|techo|abierto|un|coche I bought the car of my dreams. A capacious cabriolet. У меня есть машина моей мечты. Такой кабриолет. Compré el coche de mis sueños. Un coche así, descapotable.

Ağustos'ta bile 40 derece sıcakta hep üstünü açardım. en agosto|incluso|grados|en calor|siempre|tu ropa|yo la abría I used to drive without the top even at the 40C heat of August. Даже в августе, в 40-градусную жару, я всегда опускаю верх. Incluso en agosto, siempre me quitaba la parte de arriba con 40 grados de calor.

Bayağı bir terlerdim. ||I would sweat bastante|un|yo sudaba I would sweat a lot. Sudaba bastante.

Ama hep yani otobüse binmekten sıkılmıştım yani. pero|siempre|es decir|al autobús|de montar|yo me había cansado| I´d had enough of traveling in public bus. Но мне всегда было скучно ездить на автобусе. Pero siempre estaba cansado de tomar el autobús.

Ve bir gün bir baktım yanımdan eski bir arkadaşım geçiyor, y|un|día|un|yo miré|a mi lado|viejo|un|amigo mío|él está pasando One day, a friend of mine was passing by. He was calling me daydreamer at the time. Y un día vi pasar a un viejo amigo mío.

hep bana hayalperest diyen. ||always calls me dreamer| siempre|a mí|soñador|que dice siempre me dicen soñador.

Hemen kornaya bastım, camı indirdim, bir selam verdim. |honk the horn|||||| inmediatamente|al claxon|toqué|la ventana|bajé|un|saludo|di I honked the horn and leaned out the window to greet him. Inmediatamente toqué la bocina, bajé la ventana y saludé.

Tabii ki oradaki mesaj şuydu, bak ben hayalperest değilmişim, sen yanılmışsın. claro|que|el de allí|mensaje|era este|mira|yo|soñador|no era|tú|te has equivocado Well, the intention was to give him the message that he was wrong. Por supuesto, el mensaje allí era, mira, no soy un soñador, te has equivocado.

Bu format işi çok iyi gitmeye başladı. este|formato|trabajo|muy|bien|ir|comenzó In time, the business as to selling TV show formats went pretty well. Este asunto del formato ha comenzado a ir muy bien.

Lübnanlı müşterim bir gün aradı. libanés|mi cliente|un|día|llamó One day, my Lebanese client got in touch with me again Mi cliente libanés me llamó un día.

Dedi ki bana "Türkiye'den dizi bulur musun?" dijo|que|a mí|de Turquía|serie|encuentras|¿puedes to ask if I could find some Turkish TV series. Он сказал мне: "Вы можете найти сериал из Турции?". Me dijo: "¿Puedes encontrar una serie de Turquía?"

Ben de "Dizi mi? Kim Türk dizisi alır" dedim. yo|también|serie|¿serie|quién|turca|serie|compra|dije "Who would ever buy a Turkish series?" I thought. Yo respondí: "¿Una serie? ¿Quién compra series turcas?"

Yani çok saçma geldi, ben bile izlemiyordum. así que|muy|absurdo|me pareció|yo|incluso|no estaba viendo It sounded absurd to me. I wasn't even watching them. Me pareció muy absurdo, ni siquiera las estaba viendo.

Kim izleyecek dedim yani. Çok lokal olduğunu düşünüyordum. quién|verá|dije|es decir|muy|local|que era|pensaba "Who will watch these?" I said. They wouldn't attract other countries. Dije que quién lo iba a ver. Pensaba que era muy local.

Ama sonuçta adam müşterimdi. Mecburen araştırmak zorundaydım. pero|al final|el hombre|era mi cliente|a la fuerza|investigar|tenía que All the same, he was my client. So I had to look into the details. Pero al final, el hombre era mi cliente. Tenía que investigar por obligación.

İşte birkaç haftamı verdim hep küfrederek. |||||cursing aquí|algunas|mis semanas|dediqué|siempre|maldiciendo I spent a few weeks on this, complaning and cursing. Я провел пару недель на работе, все время ругаясь. Así que pasé varias semanas maldiciendo.

Müşterilere gittim böyle DVD topluyorum. a los clientes|fui|así|DVD|estoy recogiendo I paid a visit to several clients, I gathered DVDs. Я собираю такие DVD, когда прихожу к клиентам. Fui a los clientes así, recolectando DVDs.

Adama mesaj attım "DVD'lerin elimde." diye. al hombre|mensaje|envié|tus DVD's|tengo en mis manos|diciendo Finally I sent him a message to inform him I had the DVDs ready. Я написала ему: "У меня твои DVD". Le envié un mensaje al hombre diciendo "Tengo los DVD.".

Adam cevap vermiyor. Arıyorum telefonlarımı açmıyor. el hombre|respuesta|no está dando|estoy llamando|mis teléfonos|no está contestando I got no reply in return. What's more he didn't even return my calls. Он не отвечает. Он не отвечает на мои звонки. El hombre no responde. Estoy llamando y no contesta el teléfono.

Ben de masanın üstüne koydum. Üç ay masamın üstünde bu DVD'ler durdu. yo|también|la mesa|encima|puse|tres|meses|de mi mesa|encima|estos|DVD's|quedaron So, I had to leave the DVDs on my desk and they stood there for 3 months. Я положил их на стол. Эти DVD лежали у меня на столе в течение трех месяцев. Así que los puse sobre la mesa. Estos DVD han estado en mi mesa durante tres meses.

Bir gün Bulgar müşterim aradı. Dedi ki "Bana Türkiye'den birkaç un|día|búlgaro|mi cliente|llamó|dijo|que|a mí|de Turquía|algunos One day, a client from Bulgaria called to ask about some Turkish producers Однажды мне позвонил мой болгарский клиент. Он сказал: "Мне нужно несколько Un día, mi cliente búlgaro me llamó. Dijo: "Mándame algunos de Turquía.

yapımcının telefonunu verir misin?" |"the producer's phone"|| del productor|su teléfono|darás|¿me lo ¿Me das el teléfono del productor?

Soracağım yani ellerinde bir şey var mı? voy a preguntar|es decir|tienen|algo|cosa|hay|¿no Поэтому я хочу спросить, есть ли у них что-нибудь? ¿Voy a preguntar si tienen algo?

Bende var, sana yollayayım dedim. yo también|hay|a ti|voy a enviar|dije Yo tengo, pensé en enviártelo.

Masamın üstünde bir sürü DVD vardı. Hepsini yolladım. de mi mesa|encima|un|montón|DVD|había|todos|envié I sent all the DVDs that were lying on my desk. Había un montón de DVDs en mi mesa. Te los envié todos.

İçinde de Binbir Gece'nin DVD'si varmış, haberim bile yok hayatta seyretmemişim. dentro de|también|mil y una|noches de|su DVD|había|mi conocimiento|ni siquiera|no hay|en la vida|no lo he visto Among them, there was the one called "1001 Nights" which I hadn't even watched. Внутри был DVD с фильмом "Тысяча и одна ночь", я даже не знал о нем, никогда его не смотрел. Dentro había un DVD de Las mil y una noches, ni siquiera sabía que existía, nunca lo he visto.

Ve bunu almaya karar verdiler. y|esto|para comprar|decisión|tomaron And they decided to purchase that one. Y decidieron comprarlo.

Bir yayınladılar, kanalın reytinglerini dört katına çıkardı. |||||fourfold| uno|publicaron|del canal|sus ratings|cuatro|veces|aumentó Upon its airing, it quadrupled the ratings of the channel. Они транслировали один, в четыре раза увеличив рейтинги канала. Publicaron uno, lo que cuadruplicó los ratings del canal.

Ve kanal 4. Kanal dan 1. Kanal oldu. ||||Channel| y|canal|canal|de|canal|se convirtió The channel that was previously on the 4th rank placed number 1 position. И канал перешел с 4-го на 1-й канал. Y el canal pasó de ser el Canal 4 al Canal 1.

Vay be dedim elimde elmas varmış haberim yok. I said to myself: "Gee! Looks like I have some sort of hidden treasure." Я сказал: "Ого, я и не знал, что у меня есть бриллианты. Vaya, dije que tenía un diamante en la mano y no lo sabía.

Ve bu başarıyı kullanarak 60 ülkeyi ikna ettim ve 60 ülkeye dizi sattım. With the advent of this success, I could market TV series to 60 countries." И используя этот успех, я убедил 60 стран и продал серию в 60 стран. Y utilizando este éxito, convencí a 60 países y vendí la serie a 60 países.

Ve aslında bu Binbir Gece sayesinde bu Türk dizi ihracatı patladı. Thanks to the success of 1001 Nights, Turkish drama series export has started. Y de hecho, gracias a Las mil y una noches, esta exportación de series turcas explotó.

Ve gerçekten büyük bir tesadüf yani masamda duruyormuş. As a result of a coincidence DVDs were still on my desk, И это действительно большое совпадение, что она оказалась на моем столе. Y realmente es una gran coincidencia, es decir, estaba en mi mesa.

Bulgaristan aldı sonra dünyaya satıldı. Bulgaria|tomó|luego|al mundo|fue vendido Bulgaria got them first, then it was sold all over the world. Болгария купила его, а затем продала всему миру. Bulgaria fue comprada y luego vendida al mundo.

Yani düşünün yani Kolombiya'dan tutun Vietnam'a, Güney Amerika, es decir|piensen|es decir|desde Colombia|agarren|hasta Vietnam|Sur|América From Colombia to Vietnam, all over in Latin America people loved it. Es decir, piensen, desde Colombia hasta Vietnam, América del Sur,

herkes bu işe âşık ve büyük piyango oldu bana. |||"in love"|||big win|| todos|este|trabajo|enamorado|y|gran|lotería|fue|para mí It was as if I'd had won the lottery. todos estaban enamorados de este negocio y fue una gran lotería para mí.

Tam o sıralar Muhteşem Yüzyıl dizisi yayına girdi. justo|esos|tiempos|Magnífico|Siglo|serie|al aire|entró Right on those days, the TV series 'Magnificent Century' was on air. Как раз тогда в эфир вышел сериал "Великолепный век". Justo en ese momento, la serie El Siglo Magnífico se estrenó.

Ben de yapımcısını tanıyorum Timur Savcı. yo|también|su productor|conozco|Timur|Savcı I knew the producer, Timur Savci. Yo también conozco a su productor, Timur Savcı.

Daha önce filmlerini temsil etmiştim, arkadaş olmuştuk, düğünüme bile gelmişti. |||represented|||||| más|antes|sus películas|representé|había|amigo|habíamos sido|a mi boda|incluso|había venido I represented his films before and we become friends. He even had come to my wedding. Я представлял его фильмы раньше, мы подружились, он даже пришел на мою свадьбу. Antes había representado sus películas, nos habíamos hecho amigos, incluso vino a mi boda.

Kesin bana verir dedim, zaten arkadaşız. seguro|a mí|dará|dije|ya|somos amigos I thought he would give me the rights as we were friends. Я думал, что он точно отдаст его мне, мы ведь уже друзья. Dije que definitivamente me lo daría, ya que somos amigos.

Gittim kesinlikle vermeyi düşünmüyor. fui|definitivamente|dar|no está pensando When I talked to him, I saw he had no such intention. Он точно не собирается отдавать его мне. Fui y definitivamente no está pensando en darlo.

Ama benim de en büyük hayalim Muhteşem Yüzyıl'ı almak, pero|mi|también|el|grande|sueño|magnífico|siglo|conseguir It was my biggest dream to get its rights. It turned into an obsession for me. Но моя самая большая мечта - получить "Великолепный век", Pero mi mayor sueño también es conseguir El siglo magnífico,

yani hani takıntı hâline getirdim. ||obsession|| es decir|ya sabes|obsesión|forma|lo he convertido es decir, me obsesioné con ello.

İkinci kere gittim yine vermedi. segunda|vez|fui|otra vez|no me dio Я вернулась во второй раз, и он снова не дал мне его. Fui por segunda vez y aún no lo dio.

Ve en sonunda beşincide verdi. y|el|finalmente|en la quinta vez|me dio Y al final, en la quinta vez, lo dio.

O kadar mutlu oldum ki heyecandan kendimi kaybettim. eso|tan|feliz|me volví|que|de la emoción|a mí mismo|perdí I was so over the moon that I kind of lost myself. Я была так счастлива, что потеряла себя от волнения. Estaba tan feliz que perdí el control de mí mismo por la emoción.

Ve dedim ki bütün standımı üç katına çıkaracağım. ||||my booth||| y|dije|que|todo|mi stand|tres|veces|aumentaré And I promised him that I would hire a booth 3 times bigger in the fair. И я сказал, что увеличу размер всего стенда в три раза. Y dije que triplicaría todo mi stand.

Cannes'daki bütün billboardları senin için alacağım, en Cannes|todos|los carteles|tu|para|compraré I would rent all the billboards in Cannes. Я куплю для тебя все рекламные щиты в Каннах, Comprar todos los carteles en Cannes para ti,

her dergiye beş sayfa dergi ilanı vereceğim. |to each magazine|||magazine|magazine advertisement| cada|revista|cinco|páginas|revista|anuncio|daré I would give 5 pages of ads in all the industry magazines. Я размещу рекламу на пяти страницах в каждом журнале. daré cinco páginas de anuncios en cada revista.

Bütün oyuncuları getirip 1000 kişilik parti yapacağım, todos|los jugadores|trayéndolos|de personas|fiesta|haré I would invite all the cast, throw a party with live music band from USA. Я приведу всех игроков и устрою вечеринку на 1000 человек, Voy a reunir a todos los jugadores y hacer una fiesta para 1000 personas,

şarkıcı Amerika'dan getirteceğim. cantante|de América|haré traer Я привезу певицу из Америки. traeré a un cantante de América.

Yani kendimden geçtim gerçekten. así que|de mí mismo|perdí el control|realmente Es decir, realmente me emocioné.

O kadar heyecanlandım ki bir sürü söz verdim. eso|tan|me emocioné|que|una|montón|promesa|di Me emocioné tanto que hice muchas promesas.

Ve oradan çıktıktan sonra ne yaptığımın farkına vardım ve yani resmen ||||||||||officially y|de allí|salir de|después|qué|lo que hice|en cuenta|me di|y|o sea|realmente After leaving the office, I figured out that I had given Y después de salir de allí, me di cuenta de lo que había hecho y, es decir, literalmente

milyon dolarlık reklam sözü verdim. ||million-dollar ad|promise| millón|de dólares|publicidad|palabra|di promises with almost a million dollars cost. prometí un anuncio de un millón de dólares.

Ama bir kere söz vermiştim. pero|una|vez|palabra|había dado Yet, I am a man of my word. Но я обещал тебе однажды. Pero una vez que hice la promesa.

Sonuçta bu diziyi bana vermişti ve yapmak zorundaydım. al fin y al cabo|esta|serie|a mí|me había dado|y|hacer|tenía que All in all, I had to do them considering that he had given me its rights. В конце концов, он дал мне это шоу, и я должен был его сделать. Al final, me lo había dado a mí y tenía que hacerlo.

Ve dediklerimin hepsini yaptım. y|lo que he dicho|todo|hice And I made them true as promised. Y hice todo lo que dije.

İlk defa bir Türk dizisi için dünya lansmanı yapıldı. |||||||worldwide premiere| primera|vez|una|turca|serie|para|mundial|lanzamiento|se hizo A Turkish series was launched worldwide for the first time ever. Por primera vez se realizó un lanzamiento mundial para una serie turca.

Bütün oyuncular geldi, Halit Ergenç'ten tutun Meryem Uzerli'ye. |actors|||||| todos|actores|vinieron|Halit|de Ergenç|hasta|Meryem|a Uzerli All the cast from Halit Ergenc to Meryem Uzerli showed up for the party. Todos los actores vinieron, desde Halit Ergenç hasta Meryem Uzerli.

Kırmızı halıda yürüdüler ve aylarca herkes bu partiyi konuştu. |on the carpet||||||| roja|en la alfombra|caminaron|y|durante meses|todos|esta|fiesta|habló They walked on red carpet and everyone talked about the party for months. Caminaron por la alfombra roja y durante meses todos hablaron de esta fiesta.

Bu fuar bittikten sonra yurt dışında çalışan bir elemanım vardı ||||||||my employee| este|feria|después de que terminó|después|extranjero|fuera|que trabaja|un|mi empleado|tenía Following the fair, one of our employees working abroad sent me an email saying Después de que terminó esta feria, tenía un empleado que trabajaba en el extranjero.

ve bana bir e-mail yolladı. y|a mí|un|||me envió Y me envió un correo electrónico.

Dedi ki “Ayın 12'si oldu, galiba maaşımı yollamayı unuttunuz.” dijo|que|del mes|12|se volvió|parece que|mi salario|enviarlo|olvidaron Dijo: “Ya es 12, creo que olvidaron enviarme mi salario.”

İşin kötüsü unutmamıştım, param bitmişti. la cuestión|lo malo|no había olvidado|mi dinero|se había acabado Самое страшное, что я не забыл, у меня закончились деньги. Lo peor es que no lo había olvidado, se me había acabado el dinero.

Yani resmen banka hesabım sıfırlanmıştı. |officially|||had been emptied es decir|oficialmente|banco|mi cuenta|había sido vaciada Así que mi cuenta bancaria estaba completamente vacía.

Ama bir kere söz vermiştim ve bunu yapmak zorundaydım. pero|una|vez|palabra|había prometido|y|esto|hacer|tenía que Но я обещал однажды и должен был сделать это. Pero una vez prometí y tenía que hacerlo.

Ama iyi ki de yapmışım. pero|bien|que|de|he hecho Но я рад, что сделал это. Pero qué bueno que lo hice.

Çünkü bu diziyi 75 ülkeye sattık. porque|esta|serie|países|vendimos Because we could sell this TV series to 75 countries. Porque vendimos esta serie a 75 países.

Tam 300 milyon kişi izliyor. justo|millones|personas|está viendo It is being watched by 300 million people. Exactamente 300 millones de personas están viendo.

(Alkış) aplauso (Applause) (Aplausos)

Yani hayatta risk almazsanız kazanamazsınız. es decir|en la vida|riesgo|si no toman|no pueden ganar This means without taking risks in life, one cannot win. Es decir, si no tomas riesgos en la vida, no puedes ganar.

Ben hayatım boyunca risk aldım ve iyi ki de almışım. yo|mi vida|a lo largo de|riesgo|he tomado|y|bien|que|también|he tomado I took lots of risks all my life and I'm glad I did so Я рисковал всю свою жизнь и рад, что сделал это. He tomado riesgos a lo largo de mi vida y qué bueno que lo hice.

Çünkü bu sayede bir yerlere geldim. porque|esto|gracias a|un|lugares|llegué as it is how I eventually succeeded. Porque gracias a esto he llegado a algún lugar.

Ve bu Türk dizileri sayesinde tabii ki Türkiye'nin ihracatı da çok büyüdü. y|estas|turcas|series|gracias a|por supuesto|que|de Turquía|exportación|también|muy|creció And again thanks to the Turkish series, Turkish export margin has quite increased. Y gracias a estas series turcas, por supuesto, la exportación de Turquía también ha crecido mucho.

Bizim şirketimizin ihracatı çok büyüdü. nuestra|empresa|exportación|muy|creció Our company's margin increased as well not only with "Magnificient Century" Экспорт нашей компании значительно вырос. La exportación de nuestra empresa ha crecido mucho.

Bir tek Muhteşem Yüzyıl değil, bütün Türk dizileri sayesinde. un|solo|magnífico|siglo|no|todas|turcas|series|gracias a but through all the Turkish TV series. No solo gracias a Muhteşem Yüzyıl, sino a todas las series turcas.

Ve bu dizilerden çok fazla kişi ekmek yiyor. y|estas|series|muy|muchos|personas|pan|comen Countless people earn bread through this industry. Y muchas personas están ganando dinero con estas series.

Yani hiç aklınıza gelmeyecek kişiler ekmek yiyor. es decir|nunca|a su mente|que no se le ocurrirá|personas|pan|comen People that you would never think of make money via them. Другими словами, люди, о которых вы никогда бы не подумали, едят хлеб. Es decir, personas que nunca imaginarías están ganando dinero.

Mesela Şili'de bir tane striptizci var. |in Chile|||stripper| por ejemplo|en Chile|un|tipo|stripper|hay For instance, there is a male stripper in Chile who could rarely do house visits. Por ejemplo, hay un stripper en Chile.

Bu adam haftada bir evlere gidiyormuş. este|hombre|a la semana|una|casas|iba Этот парень посещает дома раз в неделю. Este hombre va a casas una vez a la semana.

Ancak iş buluyormuş. 100 dolara çalışıyormuş. pero|trabajo|parece que está encontrando|dólares|parece que está trabajando Но он получал работу. Он работал за 100 долларов. Sin embargo, estaba encontrando trabajo. Estaba trabajando por 100 dólares.

ai_request(all=144 err=1.39%) translation(all=285 err=0.00%) cwt(all=2000 err=4.20%) es:B7ebVoGS openai.2025-02-07 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=3.91 PAR_CWT:B7ebVoGS=5.06