Start learning this lesson now

TED x Istanbul, İstanbul'da Yaşamayın İstanbul'u Yaşayın | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul

İstanbul'da Yaşamayın İstanbul'u Yaşayın | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul

Transcriber: Gözde Caymazer Gözden geçirme: Mehmet Şeker

Saffet Emre Tonguç Modern Evliya Çelebi

Yüz otuz civarında ülkeye gitmiş, yüzlerce şehir görmüş bir seyahat yazarı

ve profesyonel bir rehber olarak ben size en sevdiğim şehri anlatacağım.

Hatta bu şehirle ilgili bir sloganım da var:

‘'İstanbul'da yaşamayın, İstanbul'u yaşayın.'' diye.

Fakat bunun için öncelikle bir psikiyatristin koltuğuna oturup

çocukluğuma, geçmişe geri dönmem gerekiyor.

Benim çocukluğum, bana göre İstanbul'un en güzel köyünde geçti, yani Kandilli'de;

iki bin kişinin yaşadığı, iki sarayın bahçeleri arasına

bir vadiye sıkışmış bir köyde.

Ve benim çocukluğumda hâlâ mahalleli kültürü vardı.

İnsanlar birbirlerini tanırlardı ve şimdiki gibi servis minibüsleriyle

okula gidilmezdi.

Bir pasom vardı vapura binerdim, bu Şirket-i Hayriye'nin vapurlarına

ve onunla kıtalar arası yolculuk yaptığımı bilmeksizin Beşiktaş'a giderdim.

Oradan da 1950 model Cadillac'lara, aynı zamanda Chevrolet'lere biner

ve Nişantaşı'ndaki okuluma giderdim.

Bugün okulumun yerinde alışveriş merkezi var.

Bu İstanbul'u sevmeme engel mi? Asla değil.

Hâlâ İstanbul'un her şeye rağmen Dünya'nın en güzel şehri olduğuna inanıyorum.

Ve bu çerçevede isterseniz gelin İstanbul'da birazcık dolaşalım diyorum.

Şimdi İstanbul'u dolaşmak için ne yapmak lazım?

Tarihi Yarımada'ya gitmek lazım, yani Suriçi denilen bölgeye.

Biliyorsunuz İstanbul yedi tepe üzerine kurulmuş.

Neden?

Çünkü Roma yedi tepe üzerine kurulmuş.

O yüzden de Konstantin buraya geldiğinde yedi tepe üzerine kurulu

yeni bir şehir istemiş.

Bu yüzden şehrin diğer bir adı da Yeni Roma olarak geçiyor.

Ve ne yapmış?

Yedi tepeyi birbirinden güzel eserlerle taçlandırmış.

Sakın yedi tepe neresidir diye sorarlarsa Çamlıca, Güzeltepe, Fikirtepe,

Gayrettepe falan demeyin.

Hepsi bunların tarihi yarımadada yer alıyor.

Ve Osmanlılar ne yapmış?

Yedi tepeye birbirinden güzel camiler yapmış.

İsterseniz bunları bir sayarak başlayalım işe.

Birinci tepede Sultan Ahmet Cami var.

Altı minaresiyle çok görkemli

ve tam karşısında da bana göre dünya mimarlık tarihinin en olağanüstü

eserlerinden bir tanesi olan Ayasofya, yani Kutsal Bilgelik Kilisesi bulunuyor ki

şu anda bir müze olarak kullanılıyor

ve içine girdiğinizde, iki dinin bir arada kardeşlik içinde görebileceğiniz

dünyadaki tek mekân olarak geçiyor.

Oradan ikinci tepeye geçiyoruz.

Bizi selamlayan, karşımıza çıkan, Nuruosmaniye Cami.

Tam Kapalı Çarşı'nın girişinde.

III. Osman yaptırdığı için ne demiş?

"Osman'ın Işığı" demiş ve gerçekten ışıklar içerisinde bir cami.

Ama üçüncü tepeye gittiğinizde, bana göre şehrin en muhteşem cami bulunuyor.

Koca Sinan'ın yaptığı; Süleymaniye.

Kanuni'nin tahta çıkışının otuzuncu yıl dönümünde yapmış bunu

ve dört tane minareyle süslemiş bu camiyi.

Neden dört tane minare?

Çünkü Kanuni, Osmanlı'nın İstanbul'u fethinden sonra başa geçen dördüncü sultan

ve aynı zamanda on tane de birbirinden güzel şerefe, yani balkon yapmış.

Bu da Kanuni'nin, Osmanlı'nın kuruluşundan

itibaren onuncu sultan olduğunu gösteriyor.

İsterseniz dördüncü tepeye doğru yola çıkalım

ve karşımıza Fatih Cami'nin çıktığını göreceğiz.

Fatih Camii aslında baktığınızda Osmanlı'nın

dört yüz yıl yaşadığı saraydan çok uzakta.

Peki neden orayı seçmiş? Aslında bir sebebi var.

Çünkü Kanuni üçüncü tepeye yapmış, fakat dördüncü tepeye Fatih yapmış.

Çünkü orada Konstantin'in mezarı bulunuyormuş.

Yani şehrimizi kuran kişinin mezarı.

Ve Havarium Kilisesi'nin, On İki Havariler Kilisesi'nin içindeymiş.

Dolayısıyla kendisini çok önemli bir Roma İmparatoru'yla özdeşleştirdiği için

dördüncü tepeyi tercih etmiş Fatih.

Ve çok enteresan bir şey daha söyleyeyim, türbesi de hemen Konstantin'in Türbesi'nin

olduğu yere yapılmış.

Beşinci tepeye geldiğimizde ise muhteşem bir başka cami ile karşılaşıyoruz.

Çarşamba'da Yavuz Sultan Selim Cami.

Fatih'in devamında bulunuyor Yavuz Sultan Selim Cami

ve Kanuni'nin babası için yapılmış.

Haliç'e, o muhteşem manzaraya bakan, olağanüstü bir cami.

İsterseniz altıncı tepeye gidelim.

Altıncı tepede ise Mihrimah Sultan Cami'ni göreceksiniz.

Şimdi hep bir hikâye vardır, Mihrimah'a âşıktı Koca Sinan,

onun için birbirinden güzel iki tane cami yaptı.

Bir tanesi Üsküdar'daydı, bir tanesi ise Edirnekapı'daydı.

Yani altıncı tepedeydi.

Edirnekapı'da güneş batarken, Üsküdar'da ise ay çıkardı.

Bu gerçek mi?

Aslında gerçek olup olmadığı bilinmiyor.

Peki nedeni ne?

1972 de Arthur Stratton isimli bir İngiliz bir kitap yazıyor, Mimar Sinan kitabi.

Aynı dizi taktiği, kitabın çok satması için ne yapacak?

Kan, kin, nefret, aşk, entrika katacak işin içine.

O yüzden de böyle bir hikâye uydurmuş

ve Koca Sinan'ın Mihrimah'a âşık olduğunu söylemiş.

Çünkü Mihrimah'ı biliyorsunuz güneş ve ay demek.

O yüzden de Arthur Stratton güneşli aylı bir aşk hikâyesi yapmış.

Yedinci tepeye geldiğimizde çoğu zaman insanlar nerede olduğunu bilmezler.

Oysa bana göre İstanbul'un en çok tarihi eser olan semtlerinden biridir.

Ama biz maalesef oradaki hastaneyi biliriz; Cerrahpaşa.

İstanbul'un yedinci tepesidir ve gene Mimar Sinan'ın bir eseri karşımıza çıkar.

Bu sefer neyi görürüz? Haseki Hürrem Cami'ni görürüz.

Bunlar İstanbul'un birbirinden güzel yedi tepesi.

Ama sadece güzellikler burada değil, İstanbul'un tamamına dağılmış bir şekilde.

Çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum.

Çünkü İstanbul iki kıta üzerine kurulmuş, üç imparatorluğa yani Roma'ya, Bizans'a

ve Osmanlı'ya ev sahipliği yapmış, olağanüstü bir şehir.

Aynı zamanda içinden deniz geçen tek şehir olarak geçiyor.

İsterseniz yukarıdan, tepelerden aşağıya inelim ve Mısır Çarşısı civarına gelelim.

Mısır Çarşısı biliyorsunuz, İpek Yolu'nun son durağı.

Oraya gelen baharatlar, Mısır Çarşısı'ndan Avrupa'nın değişik limanlarına götürülmüş.

Fakat hemen yakınında, bana göre mücevher gibi bir cami var.

Zaten Newsweek dergisi de, Avrupa'nın Elli Mücevher'inden

bir tanesi olarak belirtti bu yeri:

Rüstem Paşa Cami.

Yani Mihrimah'nın kocası için yapılan Rüstem Paşa Cami

ve olağanüstü İznik çinilerini göreceğiniz bir Mimar Sinan eseri,

Rüstem Paşa Cami.

Fakat Rüstem Paşa Cami'nde bu çinilerin bir kısmı çalınmış.

Bununla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum.

Ağırlıklı olarak Amerikalılarla tur yapıyorum.

Bir gün bir aile ile şehri dolaşıyoruz ve aile dedi ki,

''Biz Rüstem Paşa Cami'ne gitmek istiyoruz.''

Çok sevindim, dedim ki ne kadar sofistike insanlar, ne kadar bilgililer,

Rüstem Paşa'nın farkındalar, böyle güzel bir cami olduğunu da biliyor.

Çünkü herkes biliyorsunuz Sultan Ahmet Cami'ne gider, Süleymaniye'ye gider.

Bunlar dedim küçük de olsa çok güzel mücevher gibi

bir camiyi görmeye gidecekler.

Biz gittik.

Ben heyecanlı bir şekilde sordum ''Nereden biliyordunuz bu caminin

bu kadar özel olduğunu? ''

Adam şöyle bana bir baktı.

‘'Amerika'da'' dedi ‘'çok ünlü bir müzayede salonu var,

burada çalınan çinileri sattılar, çiniler de bizim evde duruyor,

nerede olduğunu merak ettiğimiz için gelip baktık'' dedi.

Böyle içime böyle bir acı sindi.

Ama keşke çaldırmasaydık ve hâlâ aynı yerde dursaydı o güzelim çiniler.

Onun tam karşısında hep önünden geçtiğimiz bir başka cami var:

Ahi Çelebi Cami.

Ve caminin çok ilginç bir özelliği var.

Evliya Çelebi'yi biliyorsunuz, orada bir gün uykuya dalıyor

ve rüyasında ne diyor biliyor musunuz Evliya Çelebi?

‘'Şefaat ya Resulallah'' diyeceğine ‘'Seyahat ya Resulallah'' diyor.

Ve ondan sonra da bütün dünyayı gezmeye başlıyor.

İsterseniz Galata Köprüsü'nden karşıya doğru geçelim.

Galata Köprüsü aslında iki kıtayı değil

ama eski ile yeni şehri birbirine bağlıyor.

Ve çok ilginç de bir hikâyesi var.

Kırım Savaşı esnasında İngiliz askerler bu köprüden geçiyorlar.

Köprüyü çok beğeniyorlar

ve ondan ilham alıyorlar ve tarihi yarımadada oynadıkları oyuna da

köprüden dolayı "bridge" yani "köprü" adını veriyorlar.

Ve gerçekten de Galata Köprüsü sayesinde eski ile yeni şehir buluşuyorlar.

Çünkü Bizanslılar ve Osmanlılar, yüzyıllarca hep tarihi yarımadada,

Suriçinde yaşıyorlar.

Karşıya baktıkları için Bizanslılar ne diyor?

"Karşı" yani "Pera" diyorlar ve köprü yapıldıktan sonra Pera'ya taşınıyorlar.

Özellikle de Levantenler, yani Avrupalı gayrimüslimler,

Pera'da oturmayı tercih ediyorlar.

Ve birbirinden güzel binalar yapılıyor.

Bana göre İstanbul'un en sıradan olma sebeplerinden biri

birbirinden güzel mimariye sahip olması.

Baktığınızda Roma'yı Bizans'ı Osmanlı'yı, ama Avrupa'nın da Barok'undan tutun

Art Nouveau'suna kadar bütün mimari üsluplarını görebiliyorsunuz.

Bir Pera Palas Oteli var, dünyalar güzeli bir otel

ve İkinci Dünya Savaşı'nda baktığınızda bu Pera Palas Oteli,

adeta bütün casusların cirit attığı bir yer olmuş.

Mata Hari de o casuslardan bir tanesi.

Ama bana göre en ilginç hikâye sahibi ile ilgili.

Sahibi Misbah Muhayyeş,

Beyrut'lu ve Atatürk'e de Kurtuluş Savaşı esnasında

çok yardımcı olan isimlerden biri.

Dolayısıyla Misbah Muhayyeş otelde güzel zaman geçiriyor.

Ama çok asosyal bir adam ve hiç kimselerle konuşmuyor.

Bir tane kedisi var on dokuz kiloluk ve insanlar onunla sohbet edebilmek için

kediye iyi davranmak zorunda kalıyorlar.

Bir gün kedi ölüyor.

Adam başını duvarlara vura vura intihar ediyor.

Demek ki para her zaman saadet getirmiyor.

Ve hemen aşağı inelim isterseniz Pera'dan.

Tophane'de karşımıza olağanüstü güzel bir cami çıkacak.

Caminin adı Kılıç Ali Paşa Cami.

Gene bir Mimar Sinan eseri.

Mimar Sinan yapmış bu muhteşem camiyi.

Fakat batılı kaynaklara baktığınızda, Don Kişot'un Cami olarak geçiyor.

Peki neden Don Kişot'un Cami demişler?

Çünkü bu camiyi yaptıran Occhiali isimli bir İtalyan aslında ve devşirme.

Dolayısıyla İnebahtı'nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı

adını Kılıç Ali Paşa yapıyorlar.

Ve Kılıç Ali Paşa, İnebahtı Savaşı esnasında bir esir getiriyor.

Getirdiği esir ise kim?

Cervantes, yani Don Kişot'un yazarı.

Ve dediklerine göre yıllarca çalışıyor, hatta kalem işlerinin bazılarını

camideki Cervantes yapıyor.

Bazı kaynaklar daha da ileri gidiyorlar,

diyorlar ki Kılıç Ali Paşa öyle ilginç bir karakterdi ki,

Cervantes ondan çok etkilendiği için Don Kişot'un karakterini oturturken

ondan faydalandı.

Ve bu yüzden de batılı kaynaklarda Don Kişot'un Cami olarak görüyoruz.

Ardından Boğaz'da, bana göre Dünya'nın en güzel su yolunda ilerlediğimizde,

çok güzel ilginç şeyler karşımıza çıkıyor.

Bir tanesi Beylerbeyi Sarayı.

Beylerbeyi Sarayı'nı biliyorsunuz Abdüllaziz yaptırıyor.

Önemli sultanlardan biri.

Ve diyorlar ki oraya aslında Süveyş Kanalı'nın açılışı için

lll. Napolyon'nun karısı geldi. Yani Eugenie geldi.

Ve Eugenie ile Sultan büyük bir aşk yaşadılar.

Hatta İspanyol bir yazarın bununla ilgili bir kitabı da bulunuyor.

Her neyse bu ikili bir gemiye atlıyorlar ve Süveyş Kanalı'na gidiyorlar.

Şimdi anlatacağım hikâye Süveyş Kanalı'yla ilgili.

O dönemde Süveyş Kanalı, Mısır, Osmanlı'nın bir parçası.

Zaten 1914'e kadar da Osmanlı'ya bağlı kalıyor

ve Hidiv denen valiler tarafından yönetiliyor.

Sultana diyorlar ki ''Yav sultanım şu Süveyş Kanalı çok güzel bir yer,

ne de olsa Afrika ile Asya'nın bir araya geldiği bir nokta.

Neden biz buraya şöyle görkemli bir eser yapmıyoruz?''

Sultanın da aklına yatıyor, tamam diyor, parayı da bastırıyor.

Bunlar Fransız Frederic Bartholdi isimli bir heykeltraş buluyorlar.

Ve Frederic Bartholdi, Gustave Eiffel'in, yani Eyfel Kulesi'ni yapan

Gustave Eiffel'in yardımıyla iç mekaniğini hazırlıyor, heykeli bitiriyor.

Tam dikecekler bizimkiler vazgeçiyor.

Diyorlar ki ''Yav biz müslüman bir ülkeyiz,

eğer biz bunu dikersek millet bizi topa tutar.

O yüzden de projeden vazgeçiyorlar

ve Frederic Bartholdi bu güzelim heykeli

maalesef bir depoya kaldırmak zorunda kalıyor.

Aradan yıllar geçiyor, 1869'da Süveyş Kanalı açılmış,

kanal için Aida operası özel olarak besteletmiş.

Ve 1876'a geliyoruz, yani Amerika'nın 100. kuruluş yıl dönümüne.

Fransız iş adamları diyorlar ki ''Yav şu Amerikalı kardeşlerimize

güzel bir hediye versek ne hoş olur.''

Bunun için de Frederic Bartholdi'le konuşuyorlar.

Adam uyanık, zaten elinde bir tane heykel var, heykel depoda duruyor.

Hemen heykelin yüzünü biraz değiştiriyor, annesini model olarak kullanıyor.

Allıyor pulluyor heykeli ve heykel parçalar hâlinde,

gemiyle New York limanının girişine götürülüyor.

Hürriyet Heykeli yada Özgürlük Heykeli, parasını bizim verdiğimiz,

fakat düdüğünü Fransızların çaldığı bir heykel olarak karşımıza çıkıyor.

Gerçekten İstanbul birbirinden ilginç hikâyelerle dolu.

Ben şunu söylüyorum, ''İstanbul iyi yada kötü,

her köşesinde bir sürprizin olduğu bir şehir.''

Altı tane kitap yazmamın sebebi de zaten İstanbul'a olan aşkımdan kaynaklanıyor.

Ve "İstanbul hakkında her şey" kitabımın girişinde şunu yazdım,

"Her şeye rağmen dünyanın en güzel şehri olan İstanbul'a".

Çünkü bunu çok yürekten söylüyorum, o ''Her Şey''in içini

istediğiniz gibi doldurabilirsiniz.

Ama gene de İstanbul bana göre Dünya'nın en güzel şehri.

İsterseniz hikâyelerimize devam edelim.

Şimdi Beylerbeyi Sarayı'na bir uğramıştık.

Onun devamında Beylerbeyi Cami bulunuyor.

Beylerbeyi Cami'ni yaptıran kim?

l. Abdülhamit yaptırıyor.

Peki Abdülhamit ile biraz sonra anlatacağım kadının ilişkisi ne?

İki tane küçük Fransız kızın hikâyesi bu.

Kızlar Paris'te okuyorlar, fakat Martenik kökenliler.

Martenik biliyorsunuz Karayipler'deki bir Fransız adası.

Ve kızlar bir falcıya gidiyorlar çocukken.

Falcı kristal küresini çıkartıyor bakıyor, diyor ki,

''Vallahi'' diyor ''ikiniz de kraliçe olacaksınız'' diyor.

''Biriniz doğunun yani orientin, biriniz batının oksidentin

kraliçesi olacaksınız.''

Kızlar bu işe pek akıl sır erdiremiyorlar.

Yani nasıl olacak da ikimiz de birden kraliçe olacağız diye.

Ve bu çerçevede ne yapıyorlar?

Okullarına devam ediyorlar, yıllar geçiyor.

Kızlardan bir tanesi Josephine, Napolyon'un karısı oluyor.

Ve o dönemde Napolyon Avrupa'nın büyük bir kısmına hâkim.

Ve batının kraliçesi oluyor Josephine.

Peki Emma'ya ne oluyor?

Emma okulu bitirmiş, bir gemiye biniyor, tıngır mıngır Atlantik'i geçecekler

ve Martina'ya gidecekler.

Yolda korsanlar durduruyorlar gemiyi ve kızı kaçırıyorlar.

Önce Cezayir'e götürüyorlar.

Cezayir Beyi hediye olarak kızı hareme yolluyor

ve kızın adını değiştiriyorlar.

Otuz altı tane Osmanlı Sultanı var,

bunların otuz dördünün annesi ise devşirme.

O da onlardan bir tanesi.

Bir isim veriyorlar, Nakşidil, yani gönüllere nakşedilmiş.

Ve Nakşidil Sultan ll. Mahmut'un annesi oluyor.

Dolayısıyla aynı zamanda Valide Sultan ünvanına da sahip olduğu için

doğunun, orientin kraliçesi oluyor.

Hikâyeler İstanbul'da hiç bitmiyor.

O kadar kadim bir şehir ki burası, sekiz bin yıllık bir tarihe sahip.

Nereyi kazsanız altından ya bir hikâye çıkıyor

ya da tarihi bir eser çıkıyor.

İstanbul'da Yaşamayın İstanbul'u Yaşayın | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul in Istanbul|don't live|Istanbul|live|Saffet|Emre|Tonguç|TEDxIstanbul |leben Sie nicht||leben Sie|Saffet|Emre|Tonguç|TEDxIstanbul |لا تعيشوا||عيشوا|صفاء|إيمري|تونغوتش|تيد إكس إسطنبول Ne vivez pas à Istanbul, vivez Istanbul | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul Не живите в Стамбуле, живите Стамбулом | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul Lev inte i Istanbul, lev Istanbul | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul لا تعيشوا في إسطنبول، عيشوا إسطنبول | سافيت إمري تونغوت | TEDxIstanbul Leben Sie nicht in Istanbul, erleben Sie Istanbul | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul Don't just live in Istanbul, experience Istanbul | Saffet Emre Tonguç | TEDxIstanbul

Hatta bu şehirle ilgili bir sloganım da var: even|this|city with|related|a|my slogan|also|there is sogar|diese|Stadt mit|betreffend|ein|mein Slogan|auch|es gibt حتى|هذه||المتعلقة|واحد|شعاري|أيضا|موجود بل لدي شعار يتعلق بهذه المدينة: Tatsächlich habe ich auch einen Slogan zu dieser Stadt: In fact, I have a slogan about this city:

‘'İstanbul'da yaşamayın, İstanbul'u yaşayın.'' diye. in Istanbul|don't live|Istanbul|experience| |leben Sie nicht||erleben Sie| |لا تعيشوا||عيشوا| ‘'لا تعيشوا في إسطنبول، عيشوا إسطنبول.'' كما أقول. ‘'Leben Sie nicht in Istanbul, leben Sie Istanbul.'' ‘'Don't just live in Istanbul, experience Istanbul.''

Fakat bunun için öncelikle bir psikiyatristin koltuğuna oturup but|this|for|firstly|a|psychiatrist's|chair to|sitting aber|dafür|für|zunächst|einen|Psychiater|auf den Stuhl|sich setzen |||||روانپزشک|| لكن|هذا|من أجل|أولاً|واحد|طبيب نفسي|على كرسيه|الجلوس لكن قبل ذلك، يجب أن تجلسوا على كرسي طبيب نفسي. Aber dafür müssen Sie zuerst auf den Stuhl eines Psychiaters sitzen. However, for that, you first need to sit in a psychiatrist's chair.

çocukluğuma, geçmişe geri dönmem gerekiyor. to my childhood|to the past|back|I need to return|it is necessary meiner Kindheit|in die Vergangenheit|zurück|ich muss zurückkehren|es ist notwendig به کودکی‌ام|||| إلى طفولتي|إلى الماضي|مرة أخرى|عودتي|يجب يجب أن أعود إلى طفولتي، إلى الماضي. Ich muss in meine Kindheit, in die Vergangenheit zurückkehren. I need to go back to my childhood, to the past.

Benim çocukluğum, bana göre İstanbul'un en güzel köyünde geçti, yani Kandilli'de; my|childhood|to me|according to|Istanbul's|the most|beautiful|in the village|it passed|that is|in Kandilli meine|Kindheit|mir|zufolge||schönsten|schön|in Dorf|sie verbrachte|also|in Kandilli لي|طفولتي|لي|حسب||الأكثر|جميلة|في قريته|قضى|يعني|في كانديلي طفولتي قضيتها، برأيي، في أجمل قرية في إسطنبول، أي في كانديلي؛ Meine Kindheit verbrachte ich, meiner Meinung nach, im schönsten Dorf von Istanbul, also in Kandilli; My childhood was spent, in my opinion, in the most beautiful village of Istanbul, that is, in Kandilli;

bir vadiye sıkışmış bir köyde. a||||in a village ein|Tal|eingeklemmt|ein|in Dorf |دره||| أحد|وادي|محاصر|أحد|في القرية في وادٍ. in einem Tal. with a population of two thousand.

okula gidilmezdi. to school|it was not gone zur Schule|man fuhr nicht إلى المدرسة|لم يكن يُذهب لم يكن الذهاب إلى المدرسة يتم بالحافلات. Ich hatte ein Bootsticket, ich fuhr mit der Fähre, das waren die Fähren der Hayriye-Gesellschaft. I had a pass and I would take the ferry, which belonged to the Hayriye Company.

Bir pasom vardı vapura binerdim, bu Şirket-i Hayriye'nin vapurlarına a|pass|I had|to the ferry|I would board|this|||Hayriye's|to the ferries ein|Pass|es gab|zum Schiff|ich bin gefahren|diese|||Hayriye's|zu den Schiffen یک||||||||| كان|جواز سفري|موجود|في العبارة|أركب|هذه|||الحيرية|للعبارات كان لدي باص، وكنت أركب العبارة، هذه كانت عبارات شركة خيرية.

Bu İstanbul'u sevmeme engel mi? Asla değil. this|Istanbul|my loving|obstacle|question particle|never|not das||mir|Hindernis|Fragepartikel|niemals|nicht هذا||حبي|عائق|أداة استفهام|أبدا|ليس هل يمنعني هذا من حب إسطنبول؟ أبداً لا. Hindert es mich daran, Istanbul zu lieben? Auf keinen Fall. Does this prevent me from loving Istanbul? Absolutely not.

Hâlâ İstanbul'un her şeye rağmen Dünya'nın en güzel şehri olduğuna inanıyorum. still|Istanbul's|every|thing|despite|world's|most|beautiful|city|that it is|I believe immer noch||jede|Sache|trotz|der Welt|am|schönsten|Stadt|dass sie ist|ich glaube لا زلت||كل|شيء|رغم|العالم|الأكثر|جمالا|مدينة|أنها|أؤمن ما زلت أؤمن أن إسطنبول هي أجمل مدينة في العالم رغم كل شيء. Ich glaube immer noch, dass Istanbul trotz allem die schönste Stadt der Welt ist. I still believe that despite everything, Istanbul is the most beautiful city in the world.

Ve bu çerçevede isterseniz gelin İstanbul'da birazcık dolaşalım diyorum. and|this|framework|if you want|come|in Istanbul|a little|let's wander|I say und|das|in diesem Rahmen|wenn Sie wollen|kommen Sie||ein bisschen|wir sollen umhergehen|ich sage ||در این چارچوب|||||| و|هذا|في الإطار||تعالوا||قليلاً|نتجول|أقول وفي هذا الإطار، أقول لكم دعونا نتجول قليلاً في إسطنبول إذا أردتم. Und in diesem Rahmen sage ich, lasst uns ein wenig in Istanbul umherwandern. And in this context, I say let's take a little stroll in Istanbul if you want.

Şimdi İstanbul'u dolaşmak için ne yapmak lazım? now|Istanbul|to wander|in order to|what|to do|necessary jetzt||umhergehen|um|was|tun|nötig الآن||التجول|من أجل|ماذا|فعل|ضروري الآن، ماذا يجب أن نفعل للتجول في إسطنبول؟ Was muss man jetzt tun, um Istanbul zu erkunden? So what should we do to explore Istanbul?

Biliyorsunuz İstanbul yedi tepe üzerine kurulmuş. you know|Istanbul|seven|hills|on|built Sie wissen||sieben|Hügel|auf|erbaut أنتم تعرفون||سبع|تلة|على|مبنية كما تعلمون، تم بناء إسطنبول على سبع تلال. Wie Sie wissen, ist Istanbul auf sieben Hügeln erbaut. As you know, Istanbul is built on seven hills.

Neden? why warum لماذا؟ لماذا؟ Warum? Why?

yeni bir şehir istemiş. new||| neue|eine|Stadt|er hat gewünscht جديد|واحد|مدينة|طلب لهذا السبب يُعرف المدينة أيضًا باسم روما الجديدة. Aus diesem Grund wird die Stadt auch als Neues Rom bezeichnet. For this reason, the city is also known by another name, New Rome.

Ve ne yapmış? und|was|er hat gemacht و|ماذا|فعل

eserlerinden bir tanesi olan Ayasofya, yani Kutsal Bilgelik Kilisesi bulunuyor ki works of|one|of them|which is|Hagia Sophia|that is|Holy|Wisdom|Church|is located|that |||||||||befindet sich|dass من أعمالهم|واحد|من|الذي|آيا صوفيا|يعني|المقدس|الحكمة|كنيسة|موجودة|الذي وهي آيا صوفيا، أي كنيسة الحكمة المقدسة، التي Werke der Architekturgeschichte der Welt, die Hagia Sophia, also die Kirche der Heiligen Weisheit, works in the history of world architecture, the Hagia Sophia, that is, the Church of Holy Wisdom,

şu anda bir müze olarak kullanılıyor right now|now|a|museum|as|is being used jetzt|gerade|ein|Museum|als|wird genutzt الآن|في الوقت|كـ|متحف|كـ|يُستخدم تستخدم حالياً كمتحف die derzeit als Museum genutzt wird. which is currently used as a museum.

Ama üçüncü tepeye gittiğinizde, bana göre şehrin en muhteşem cami bulunuyor. but|third|hill|when you go|to me|according to|city's|most|magnificent|mosque|it is located aber|dritte|Hügel|wenn Sie gehen|mir|meiner Meinung nach|Stadt|am|prächtigsten|Moschee|es gibt لكن|الثالثة|إلى التلة|عندما تذهبون|لي|حسب|المدينة|الأكثر||مسجد|يوجد لكن عندما تذهب إلى التل الثالث، يوجد برأيي أجمل مسجد في المدينة. Aber wenn Sie zum dritten Hügel gehen, befindet sich meiner Meinung nach die prächtigste Moschee der Stadt. But when you go to the third hill, in my opinion, the most magnificent mosque of the city is located there.

Çünkü Kanuni, Osmanlı'nın İstanbul'u fethinden sonra başa geçen dördüncü sultan because|Kanuni|of the Ottoman|Istanbul|conquest|after|to the throne|ascended|fourth|sultan denn|Kanuni|des Osmanischen||Eroberung|nach|an die Macht|gekommen|vierte|Sultan لأن|القانوني|العثمانيين||من الفتح|بعد|إلى الحكم|الذي تولى|الرابع|سلطان لأن القانوني هو السلطان الرابع الذي تولى الحكم بعد فتح العثمانيين للقسطنطينية. Denn Kanuni war der vierte Sultan, der nach der Eroberung Istanbuls durch das Osmanische Reich an die Macht kam. Because Suleiman the Magnificent was the fourth sultan to ascend after the Ottoman conquest of Istanbul.

itibaren onuncu sultan olduğunu gösteriyor. from|tenth|sultan|that he is|it shows |||dass er ist|zeigt اعتبارا من|العاشر|سلطان|أنه|يظهر It shows that he has been the tenth sultan since the foundation of the Ottoman Empire. seit seiner Gründung.

Çünkü orada Konstantin'in mezarı bulunuyormuş. because|there|Constantine's|grave|it is said to be found denn|dort|Konstantins|Grab|es soll gefunden worden sein لأن||قسطنطين|قبر|موجود لأن قبر قسطنطين كان هناك. Denn dort soll das Grab von Konstantin sein. Because there was the tomb of Constantine there.

Ve Havarium Kilisesi'nin, On İki Havariler Kilisesi'nin içindeymiş. and|Havarium|of the church|Twelve|Two|Apostles|of the church|it was inside und|Havarium|Kirche|zwölf||Apostel|Kirche|sie soll sich innerhalb befinden و|هافاريوم|كنيسته|على||الحواريين|كنيسته|كانت داخلها وكانت كنيسة هافاريوم داخل كنيسة الاثني عشر حواري. Und die Havarium-Kirche war in der Kirche der Zwölf Apostel. And it was inside the Church of the Twelve Apostles of the Havarium Church.

Dolayısıyla kendisini çok önemli bir Roma İmparatoru'yla özdeşleştirdiği için therefore|himself|very|important|a|Roman|with emperor|he identified|because daher|sich selbst|sehr|wichtig|ein|römischen||sie soll sich identifiziert haben|weil لذلك|نفسه|جدا|مهم|واحد|روما||الذي يعتقد أنه هو|من أجل لذلك، لأنه ارتبط بشخصية إمبراطور روماني مهم جداً. Daher hat er sich mit einem sehr wichtigen römischen Kaiser identifiziert, Therefore, Fatih preferred the fourth hill because he identified himself with a very important Roman Emperor.

Ve çok enteresan bir şey daha söyleyeyim, türbesi de hemen Konstantin'in Türbesi'nin and|very|interesting|a|thing|more||his tomb|also|right next to|Constantine's|of the tomb und|sehr|interessant|ein|Ding|noch||sein Grab|auch|direkt|Konstantins|Grab و|جدا|مثير للاهتمام|واحد|شيء|آخر|أخبرك|ضريحه|أيضا|مباشرة|قسطنطين|ضريح قسطنطين وأقول شيئاً مثيراً للاهتمام، قبره أيضاً قريب من قبر قسطنطين. Und ich möchte noch etwas sehr Interessantes sagen, sein Grab ist direkt neben dem Grab von Konstantin.

Beşinci tepeye geldiğimizde ise muhteşem bir başka cami ile karşılaşıyoruz. fifth|hill|when we arrived|however|magnificent|another||mosque|with|we encounter fünften|Hügel|als wir ankamen|jedoch|großartig|eine|andere|Moschee|mit|wir treffen auf الخامس|إلى التل|عندما وصلنا|فإننا|رائع|آخر|آخر|مسجد|مع|نواجه عندما وصلنا إلى التل الخامس، نواجه مسجداً رائعاً آخر. Als wir den fünften Hügel erreichen, treffen wir auf eine weitere beeindruckende Moschee. When we reach the fifth hill, we encounter another magnificent mosque.

Çarşamba'da Yavuz Sultan Selim Cami. in Çarşamba|Yavuz|Sultan|Selim|Mosque am Mittwoch|Yavuz|Sultan|Selim|Moschee يوم الأربعاء||||مسجد مسجد يافوز سلطان سليم في تشارشمبا. In Çarşamba befindet sich die Yavuz Sultan Selim Moschee. Yavuz Sultan Selim Mosque in Çarşamba.

Yedinci tepeye geldiğimizde çoğu zaman insanlar nerede olduğunu bilmezler. seventh|hill|when we arrive|most|times|people|where|that they are|they do not know siebte|Hügel|als wir ankamen|die meisten|oft|Menschen|wo|dass sie sind|sie wissen nicht السابع|إلى التل||معظم|الوقت|الناس|أين|وجوده|لا يعرفون عندما نصل إلى التل السابع، غالبًا ما لا يعرف الناس أين هم. Wenn wir den siebten Hügel erreichen, wissen die meisten Menschen oft nicht, wo sie sind. When we reach the seventh hill, most of the time people do not know where they are.

Oysa bana göre İstanbul'un en çok tarihi eser olan semtlerinden biridir. however|to me|according to|Istanbul's|most|many|historical|artifact|that has|neighborhoods|it is one of jedoch|mir|nach||am|meisten|historischen|Denkmal|der|Stadtteile|einer von لكن|لي|حسب||الأكثر|كثير|تاريخي|معلم|الذي|من أحياء|واحد من ومع ذلك، أعتقد أن إسطنبول هي واحدة من الأحياء التي تحتوي على أكبر عدد من المعالم التاريخية. Meiner Meinung nach ist es eines der Stadtteile von Istanbul mit den meisten historischen Stätten. However, in my opinion, it is one of the neighborhoods in Istanbul with the most historical artifacts.

Bunlar İstanbul'un birbirinden güzel yedi tepesi. these|of Istanbul|from each other|beautiful|seven|hills diese||voneinander|schön|sieben|Hügel هؤلاء||من بعضهم البعض|جميلة|سبعة|تلال هذه هي التلال السبع الجميلة في إسطنبول. Das sind die sieben Hügel von Istanbul, die schöner nicht sein könnten. These are the seven beautiful hills of Istanbul.

Ama sadece güzellikler burada değil, İstanbul'un tamamına dağılmış bir şekilde. but|only|beauties|here|not|of Istanbul|to the whole|scattered|a|way aber|nur|Schönheiten|hier|nicht||auf das gesamte|verteilt|eine|Weise لكن|فقط|الجماليات|هنا|ليست||بالكامل|منتشرة|واحدة|بطريقة لكن الجمال ليس هنا فقط، بل منتشر في جميع أنحاء إسطنبول. Aber die Schönheit ist nicht nur hier, sie ist über ganz Istanbul verteilt. But the beauty is not just here, it is spread throughout all of Istanbul.

Çünkü İstanbul iki kıta üzerine kurulmuş, üç imparatorluğa yani Roma'ya, Bizans'a because|Istanbul|two|continents|on|built|three|empires|that is|to Rome|to Byzantium weil||zwei|Kontinente|auf|erbaut|drei|Imperien|nämlich|Rom|Byzanz لأن||اثنين|قارة|على|مبنية|ثلاثة|إمبراطورية|يعني|إلى روما|إلى بيزنطة لأن إسطنبول مبنية على قارتين، وثلاث إمبراطوريات، أي الرومانية، والبيزنطية. Denn Istanbul ist auf zwei Kontinenten erbaut, drei Imperien, nämlich Rom, Byzanz. Because Istanbul is built on two continents, three empires, namely Rome, Byzantium.

Mısır Çarşısı biliyorsunuz, İpek Yolu'nun son durağı. Egypt|Bazaar|you know|Silk|Road's|last|stop Ägypten|Markt|Sie wissen||der Straße|letzte|Haltestelle مصر|بازار|أنتم تعرفون||طريق|الأخير|محطة سوق مصر، كما تعلمون، هو المحطة الأخيرة لطريق الحرير. Der Ägyptische Basar ist, wie Sie wissen, die letzte Station der Seidenstraße. As you know, the Spice Bazaar is the last stop of the Silk Road.

ve olağanüstü İznik çinilerini göreceğiniz bir Mimar Sinan eseri, and|extraordinary|Iznik|tiles|you will see|a|architect|Sinan|work und|außergewöhnlich||Fliesen|Sie werden sehen|ein|Architekt|Sinan|Werk و|رائع||بلاطها|سترون|عمل|معمار|سنان|تحفة وهو عمل من أعمال المعمار سنان حيث سترى بلاط إزنيك الرائع, Und ein Meisterwerk von Mimar Sinan, wo Sie die außergewöhnlichen İznik-Fliesen sehen werden, And an extraordinary work of Mimar Sinan where you will see the İznik tiles,

Bir gün bir aile ile şehri dolaşıyoruz ve aile dedi ki, a|day|a|family|with|the city|we are wandering|and|family|said|that ein|Tag|eine|Familie|mit|die Stadt|wir erkunden||die Familie|sie sagten|dass يوم|عائلة|عائلة|العائلة||||||قالت|أن في يوم من الأيام كنا نتجول في المدينة مع عائلة، وقالت العائلة: Eines Tages erkunden wir die Stadt mit einer Familie, und die Familie sagte: One day we are touring the city with a family and the family said,

bir camiyi görmeye gidecekler. a|mosque|to see|they will go eine|Moschee|zu sehen|sie werden gehen أحد||لرؤية|سيذهبون سوف يذهبون لرؤية مسجد. Sie werden eine Moschee besuchen. They are going to see a mosque.

Biz gittik. we|we went wir|wir gingen نحن|ذهبنا ذهبنا. Wir sind gegangen. We went.

Onun tam karşısında hep önünden geçtiğimiz bir başka cami var: its|right|in front of|always|in front of|we passed|another||mosque|there is direkt vor ihm|direkt|gegenüber|immer|von vorne|wir sind vorbeigegangen|eine|andere|Moschee|es gibt له|تماما|أمامه|دائما|من أمامه|مررنا|واحد|آخر|مسجد|موجود هناك مسجد آخر دائمًا ما كنا نمر أمامه تمامًا مقابل له: Direkt gegenüber gibt es eine andere Moschee, an der wir immer vorbeigegangen sind: There is another mosque right across from it that we always pass by:

ve rüyasında ne diyor biliyor musunuz Evliya Çelebi? and|in his dream|what|he says|||Evliya|Çelebi und|in seinem Traum|was|er sagt|||Evliya|Çelebi و|في حلمه|ماذا|يقول|يعرف|هل تعرفون|إيفليا|تشيليبي وما يقوله في حلمه، هل تعرفون ماذا يقول إيفليا تشلبي؟ Und wissen Sie, was Evliya Çelebi in seinem Traum sagt? and do you know what Evliya Çelebi says in his dream?

‘'Şefaat ya Resulallah'' diyeceğine ‘'Seyahat ya Resulallah'' diyor. intercession|O|Messenger of Allah|instead of saying|travel|||he says Fürsprache|oh|Gesandter Allahs|anstatt zu sagen|Reise|||er sagt الشفاعة|يا|رسول الله|كان سيقول|السفر|||يقول بدلاً من أن يقول 'شفاعت يا رسول الله' يقول 'سياحة يا رسول الله'. Anstatt 'Scharia, o Gesandter Allahs' zu sagen, sagt er 'Reise, o Gesandter Allahs'. Instead of saying 'Intercession, O Messenger of Allah', he says 'Travel, O Messenger of Allah'.

Galata Köprüsü aslında iki kıtayı değil Galata|bridge|actually|two|continents|not Galata|Brücke|eigentlich|zwei|Kontinente|nicht غلطة|جسر|في الواقع|اثنين||ليس جسر غلطة في الواقع لا يربط بين قارتين. Die Galata-Brücke verbindet eigentlich nicht zwei Kontinente. The Galata Bridge actually does not connect two continents.

Kırım Savaşı esnasında İngiliz askerler bu köprüden geçiyorlar. Crimean|War|during|English|soldiers|this|from the bridge|they are passing Krim|Krieg|während||Soldaten|diese|Brücke|sie gehen über القرم|الحرب|أثناء||الجنود|هذا|من الجسر|يعبرون خلال حرب القرم، كان الجنود الإنجليز يعبرون من هذا الجسر. Während des Krimkriegs überqueren britische Soldaten diese Brücke. During the Crimean War, British soldiers crossed this bridge.

Ve gerçekten de Galata Köprüsü sayesinde eski ile yeni şehir buluşuyorlar. and|really|also|Galata|Bridge|thanks to|old|and|new|city|they are meeting und||auch|Galata|Brücke|dank|alte|und|neue|Stadt|sie treffen sich و|حقًا|أيضًا|غلطة|جسر|بفضل|القديمة|مع|الجديدة|المدينة|يلتقون و بالفعل، بفضل جسر غلطة، يلتقي القديم بالجديد في المدينة. Und tatsächlich treffen sich durch die Galata-Brücke die alte und die neue Stadt. And indeed, thanks to the Galata Bridge, the old and new city meet.

Suriçinde yaşıyorlar. inside the walls|they live in der Stadtmauer|sie leben في سور|يعيشون يعيشون في سور. Sie leben im Suriç. They live in the Surici.

Bana göre İstanbul'un en sıradan olma sebeplerinden biri to me|according to|Istanbul's|most|ordinary|being|reasons|one mir|nach||am|gewöhnlich|sein|Gründen|einer لي|حسب||الأكثر|عادية|أن تكون|من أسباب|واحد برأيي، أحد أسباب كون إسطنبول عادية جداً هو Meiner Meinung nach ist einer der Gründe, warum Istanbul so gewöhnlich ist, In my opinion, one of the reasons why Istanbul is so ordinary is

Bir Pera Palas Oteli var, dünyalar güzeli bir otel هناك فندق بيرا بالاس، فندق جميل للغاية Es gibt ein Pera Palas Hotel, ein wunderschönes Hotel. There is a Pera Palas Hotel, a beautiful hotel

ve İkinci Dünya Savaşı'nda baktığınızda bu Pera Palas Oteli, وعندما تنظر إلى فندق بيرا بالاس في الحرب العالمية الثانية، Und wenn Sie auf den Zweiten Weltkrieg schauen, ist dieses Pera Palas Hotel, and when you look at it during World War II, this Pera Palas Hotel,

çok yardımcı olan isimlerden biri. |||names| sehr|hilfreich|der ist|Namen|einer جدا|مساعد|الذي|من الأسماء|واحد واحد من الأسماء التي ساعدت كثيراً. Deshalb verbringt Misbah Muhayyeş eine schöne Zeit im Hotel. Therefore, Misbah Muhayyeş is having a good time at the hotel.

Ama çok asosyal bir adam ve hiç kimselerle konuşmuyor. But he is a very antisocial man and doesn't talk to anyone. لكنه رجل غير اجتماعي للغاية ولا يتحدث مع أي شخص.

Adam başını duvarlara vura vura intihar ediyor. the man|his head|to the walls|hitting|hitting|suicide|he does der Mann|seinen Kopf|gegen die Wände|||Selbstmord|er begeht آدم|رأسه|بالجدران|يضرب|يضرب|انتحار|يفعل يبدأ الرجل في ضرب رأسه بالجدران وينتحر. Der Mann begeht Selbstmord, indem er seinen Kopf gegen die Wände schlägt. The man commits suicide by banging his head against the walls.

Ve hemen aşağı inelim isterseniz Pera'dan. and|immediately|down|let's go|if you want|from Pera und|sofort|nach unten|lasst uns gehen|wenn Sie möchten|von Pera و|فورًا|إلى الأسفل|ننزل||من بيرا ودعونا ننزل مباشرة من بيرا إذا أردتم. Und lassen Sie uns sofort von Pera nach unten gehen. And let's go down immediately from Pera, if you want.

Çünkü bu camiyi yaptıran Occhiali isimli bir İtalyan aslında ve devşirme. because|this|mosque|who had built|Occhiali|named|a|Italian|actually|and|convert weil|diese|Moschee|bauen lassende|Occhiali|namens|ein||eigentlich|und|Konvertit لأن|هذا|المسجد|الذي بناه|أوكالي|المسمى|واحد||في الواقع|و|مُجَنَّس لأن الذي بنى هذه المسجد هو إيطالي يُدعى أوكالي، وهو في الأصل مُتجنس. Denn derjenige, der diese Moschee errichten ließ, ist ein Italiener namens Occhiali und ein Konvertit. Because the person who commissioned this mosque is an Italian named Occhiali, and he is a convert.

Dolayısıyla İnebahtı'nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı therefore|in İnebahtı|his showing|from heroism|because of daher||seine gezeigte|Tapferkeit|wegen لذلك||التي أظهرها|من البطولة| لذلك، بسبب بطولته التي أظهرها في إينباهت. Daher wird ihm für seinen Heldenmut in İnebahtı Therefore, due to the heroism he showed in İnebahtı,

Ve Kılıç Ali Paşa, İnebahtı Savaşı esnasında bir esir getiriyor. and|Sword|Ali|Pasha|in İnebahtı|War|during|a|prisoner|he brings und|Kılıç|Ali|Pascha||Krieg|während|einen|Gefangenen|er bringt و|كليتش|علي|باشا||الحرب|أثناء|واحد|أسير|يجلب وفي أثناء معركة كليتش علي باشا، يُحضر أسيراً. Und Kılıç Ali Paşa bringt während der Schlacht von İnebahtı einen Gefangenen. And Kılıç Ali Pasha brings a prisoner during the Battle of İnebahtı.

ondan faydalandı. from him|he benefited von ihm|er profitierte منه|استفاد واستفاد منه. von ihm profitierte. he benefited from him.

Ardından Boğaz'da, bana göre Dünya'nın en güzel su yolunda ilerlediğimizde, afterwards|in the Bosphorus|to me|according to|world's|most|beautiful|water|way|when we are progressing ثم عندما نتقدم في مضيق البوسفور، برأيي، أجمل ممر مائي في العالم، Dann, wenn wir meiner Meinung nach auf dem schönsten Wasserweg der Welt, dem Bosporus, weiterfahren, Then, as we progress through what I believe is the most beautiful waterway in the world, the Bosphorus,

Bir tanesi Beylerbeyi Sarayı. one|of them|Beylerbeyi|Palace واحدة منها هي قصر بييلربي. Eines davon ist der Beylerbeyi-Palast. One of them is the Beylerbeyi Palace.

Hatta İspanyol bir yazarın bununla ilgili bir kitabı da bulunuyor. even|Spanish|a|writer's|about this|related|a|book|also|it exists sogar||ein|Autor|damit|betreffend|ein|Buch|auch|es gibt حتى||واحد|كاتب|بهذا|متعلق|واحد|كتاب|أيضا|موجود حتى أن هناك كتابًا عن هذا الموضوع لكاتب إسباني. Es gibt sogar ein Buch eines spanischen Schriftstellers darüber. In fact, there is a book by a Spanish writer about this.

Her neyse bu ikili bir gemiye atlıyorlar ve Süveyş Kanalı'na gidiyorlar. any|anyway|this|duo|a|to a ship|they are jumping|and|Suez|to the Canal|they are going jede|wie dem auch sei|dieses|Duo|ein|Schiff|sie springen|und|Suez|Kanal|sie fahren أي||هذا|الثنائي|واحد|إلى السفينة|يقفزون|و|السويس|إلى القناة|يذهبون على أي حال، هذان الاثنان يركبان سفينة ويتجهان إلى قناة السويس. Wie dem auch sei, dieses Paar springt auf ein Schiff und fährt zum Suezkanal. Anyway, this duo boards a ship and heads to the Suez Canal.

Diyorlar ki ''Yav biz müslüman bir ülkeyiz, they say|that|hey|we|Muslim|a|we are sie sagen|dass|hey|wir|muslimisch|ein|wir sind يقولون|أن|يا|نحن|مسلم|واحد|دولة يقولون: "نحن بلد مسلم، Sie sagen: "Wir sind schließlich ein muslimisches Land," They say, 'Hey, we are a Muslim country,'

O yüzden de projeden vazgeçiyorlar that|reason|also|from the project|they are giving up das|deshalb|auch|von dem Projekt|sie geben auf هذا|السبب|أيضا||يتخلون عن لذلك يتخلون عن المشروع. Deshalb geben sie das Projekt auf. That's why they are giving up on the project.

Adam uyanık, zaten elinde bir tane heykel var, heykel depoda duruyor. the man|is alert|already|in his hand|a|piece|statue|there is|statue|in the warehouse|is sitting der Mann|wachsam|schon|in seiner Hand|ein|Stück|Statue|er hat|Statue|im Lager|sie steht آدم|يقظ|بالفعل|في يده|واحد|تمثال|تمثال|||في المخزن|موجود الرجل ذكي، لديه بالفعل تمثال واحد، والتمثال موجود في المخزن. Der Mann ist clever, er hat bereits eine Statue, die im Lager steht. The man is sharp, he already has a statue, the statue is sitting in the warehouse.

Gerçekten İstanbul birbirinden ilginç hikâyelerle dolu. really|Istanbul|from each other|interesting|stories|full wirklich||voneinander|interessant|Geschichten mit|voll حقًا||من بعضه البعض|مثيرة للاهتمام|بالقصص|مليئة إسطنبول مليئة حقًا بقصص مثيرة للاهتمام. Wirklich ist Istanbul voller interessanter Geschichten. Istanbul is truly filled with fascinating stories.

Ben şunu söylüyorum, ''İstanbul iyi yada kötü, I|this|I am saying|Istanbul|good|or|bad ich|das|ich sage||gut|oder|schlecht أنا|هذا|أقول||جيد|أو|سيء أنا أقول هذا، ''إسطنبول جيدة أو سيئة، Ich sage folgendes: ''Istanbul ist eine Stadt, I say this, ''Istanbul, good or bad,

Altı tane kitap yazmamın sebebi de zaten İstanbul'a olan aşkımdan kaynaklanıyor. six|piece|book|my writing|reason|also|already|to Istanbul|that is|my love|it comes from sechs|Stück|Bücher|mein Schreiben|Grund|auch|bereits||meine|meine Liebe|es stammt von ستة|عدداً|كتاب|كتابتي|سبب|أيضاً|بالفعل||الموجودة|من حبي|ينشأ سبب كتابة ستة كتب هو بالفعل نابع من حبي لإسطنبول. Der Grund, warum ich sechs Bücher geschrieben habe, liegt bereits in meiner Liebe zu Istanbul. The reason I have written six books is already due to my love for Istanbul.

Ve "İstanbul hakkında her şey" kitabımın girişinde şunu yazdım, and|Istanbul|about|every|thing|my book's|in the introduction|this|I wrote und||über|alles|Dinge|mein Buch|im Vorwort|dies|ich habe geschrieben و||عن|كل|شيء|كتابي|في مقدمة|هذا|كتبت وفي مقدمة كتابي "كل شيء عن إسطنبول" كتبت ما يلي, Und in der Einleitung meines Buches "Alles über Istanbul" habe ich Folgendes geschrieben, And in the introduction of my book "Everything About Istanbul," I wrote,

Ama gene de İstanbul bana göre Dünya'nın en güzel şehri. but|still|also|Istanbul|to me|according to|world's|most|beautiful|city aber|trotzdem|auch||mir|nach|der Welt|am|schönsten|Stadt لكن|مرة أخرى|أيضا||لي|بالنسبة|العالم|الأكثر|جمالا|مدينة لكن لا يزال إسطنبول بالنسبة لي أجمل مدينة في العالم. Aber trotzdem ist Istanbul für mich die schönste Stadt der Welt. But still, Istanbul is the most beautiful city in the world for me.

Şimdi Beylerbeyi Sarayı'na bir uğramıştık. now|Beylerbeyi|to the Palace|a|we had stopped by jetzt|Beylerbeyi|zum Palast|einen|wir hatten besucht الآن|بييلربيي||واحد|كنا قد مررنا الآن كنا قد زرنا قصر بييرلبي. Jetzt hatten wir einen Besuch im Beylerbeyi-Palast. Now we had stopped by the Beylerbeyi Palace.

Martenik biliyorsunuz Karayipler'deki bir Fransız adası. Martinique|you know|in the Caribbean|a|French|island مارتينيك، كما تعلمون، هي جزيرة فرنسية في الكاريبي. Martinique ist, wie Sie wissen, eine französische Insel in der Karibik. As you know, Martinique is a French island in the Caribbean.

Ve kızlar bir falcıya gidiyorlar çocukken. and|the girls|a|to a fortune teller|they are going|when they were children وذهبت الفتيات إلى عراف عندما كن صغيرات. Und die Mädchen gehen als Kinder zu einer Wahrsagerin. And the girls go to a fortune teller when they are children.

Falcı kristal küresini çıkartıyor bakıyor, diyor ki, the fortune teller|crystal|ball|he takes out|he looks|he says|that تخرج العراف كرة الكريستال وتنظر، وتقول، Die Wahrsagerin holt ihre Kristallkugel heraus, schaut hinein und sagt, The fortune teller takes out her crystal ball and looks into it, saying,

kraliçesi olacaksınız.'' queen|you will be الملكة|ستكونون ''ستكونان ملكتين.'' die andere die Königin des Westens, also des Okzidents sein.'' ''

Emma okulu bitirmiş, bir gemiye biniyor, tıngır mıngır Atlantik'i geçecekler Emma|school|has finished|a|ship|is boarding|clink|clank|Atlantic|they will cross Emma|die Schule|abgeschlossen|ein|Schiff|sie steigt ein|klappernd|klappernd|den Atlantik|sie werden überqueren إيما|المدرسة|تخرجت|واحدة|إلى السفينة|تصعد|||المحيط الأطلسي|سيتجاوزون أنهت إيما دراستها، وركبت سفينة، وسيتجاوزون الأطلسي. Emma hat die Schule abgeschlossen, sie steigt in ein Schiff und sie werden klappernd den Atlantik überqueren. Emma has graduated from school, she boards a ship, and they will clatter across the Atlantic.

Hikâyeler İstanbul'da hiç bitmiyor. stories|in Istanbul|never|ending Geschichten||nie|enden القصص||أبداً|تنتهي القصص لا تنتهي أبداً في إسطنبول. Die Geschichten in Istanbul enden nie. Stories never end in Istanbul.

SENT_CWT:AFkKFwvL=4.79 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.1 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.83 PAR_CWT:B7ebVoGS=8.61 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.61 PAR_CWT:B7ebVoGS=8.34 ar:AFkKFwvL de:B7ebVoGS en:B7ebVoGS openai.2025-02-07 ai_request(all=142 err=0.00%) translation(all=284 err=3.17%) cwt(all=2003 err=3.44%)