×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.

image

TED x Istanbul, Bizim Umuttan Bahsetmemiz Lazım | Kalben | TEDxIstanbul

Bizim Umuttan Bahsetmemiz Lazım | Kalben | TEDxIstanbul

Çeviri: Esra Çakmak Gözden geçirme: Figen Ergürbüz

(Alkış)

Size bugün, umutla ilgili konuşmak için

belki de beni seçmelerinin ne kadar yanlış olduğunu anlatacağım.

(Kahkaha)

Hayatımın o kadar büyük bir bölümünde umutlarımın kırılmasına izin verdim ki,

ama her seferinde yeniden umutlanacak kadar da ahmak oldum.

Böyle bir, iki uçlu hayatım oldu galiba

ta ki müzikle ve sizlerle müzik yolculuğunun içinde buluşana kadar.

Size ilk doğum günümü anlatmak istiyorum hatırladığım.

Annemle birlikte bir kırtasiyenin önünden geçiyoruz,

böyle mavi gözlü, pembe ipek kurdeleli böyle

bir Van kedisi görüyorum peluş vitrinde ve anneme diyorum ki,

"Anne ne olur, doğum günü hediyem olarak bana bu kediyi al."

Hayatta hatırladığım ilk keskin umudum.

En büyük umudum, o kediye sahip olma arzusu o sırada.

Annem de diyor ki, "Bizim gücümüz ona yetmez,

ama yanındaki küçük kutup ayısını alabiliriz."

Küçük kutup ayısını da

bayağı gazlı içecekler bedava filan dağıtıyor o zamanlarda,

yani benim için hiçbir anlamı yok onun hediye olarak.

Çok üzülüyorum, aradan bir süre geçiyor

ve önüme güzel bir doğum günü paketi geliyor büyükçe

belli ki içinde kutup ayısı yok,

diyorum ki "Kesin kedi çıkacak" ve kedi çıkıyor.

Ve ben o kediyle hiçbir zaman oynamaktan keyif almıyorum,

hiçbir zaman o kediyi sevmiyorum, hep kütüphanemin üstünde duruyor.

Buradan, insan olarak ne kadar ikiyüzlü olduğumu anlıyorum ilk çocukken.

Yani bir şeyi umut ediyorum,

ona istediğim zaman istediğim şekilde sahip olamadım diye

sonradan sahip olduğumda onunla ilgilenmiyorum.

Aradan bir zaman daha geçiyor; baktım bana peluşlardan bana hayır yok,

ilkokula başladığım zaman arkadaşım olacak, dostum olacak,

sonunda oyun arkadaşlarım olacak diye çok mutlu oluyorum.

Çünkü tek çocuğum o sırada, terasta kendi kendime konuşuyorum filan.

İlkokuldayken arkadaşlarımın olacağından çok umutluyum,

fakat bir gün beni kandırıyorlar,

diyorlar ki "Hep birlikte çeşmeye kadar koşacağız Kalben,

çeşmeye ilk sen varacak olursan, seni arkadaş grubumuza alıyoruz."

Çeşmeye kadar gerçekten Usain Bolt gibi koşuyorum

(Kahkaha)

ve ben çocukken de iri biriydim,

yani hani "bayağı" bir terliyorum, yoruluyorum filan o sırada,

ama koşuyorum ve geri dönüp baktığım zaman

benimle koşmadıklarını görüyorum arkadaşlarımın.

Bana kahkahalarla güldüklerini görüyorum.

Yine umutlarım kırılıyor insanlardan yana bu sefer.

13 yaşına geliyorum; baktım peluşlardan da, insanlardan da hayır yok

artık ergenlik dönemindeyim, yeni bir umudum var: Uçmak.

Her gece göğe bakıyorum ve kendi tanrıma yakarıyorum,

umudum uçmak, uçmak istiyorum.

Fiziksel olarak bunun imkânsız olduğunu bilsem de,

uçmaya kafayı taktım, en büyük umudum uçmak.

Sonra uçamadığım için,

Dünya'ya inmek durumunda kalıyorum

ve liseyi bitiriyorum, iyi bir okula başlıyorum.

O iyi okulu bitirirken çok iyi bir mesleğimin olacağını düşünüyorum,

iyi bir mesleğim olmuyor.

Sektörden sektöre geziyorum,

bir kadın olarak erkeklerle eşit maaş kazanamadığımı öğreniyorum.

Efendime söyleyeyim, satış temsilcisi olduğum zaman insanların

"Öğleden sonra bir viski içer miyiz?" gibi garip sorularıyla karşılaşıyorum.

(Kahkaha)

Lojistik sektöründe yönetici asistanlığı yapıyorum.

(Alkış) Çok tatlısınız, yapmayın.

Lojistik sektörüne giriyorum, yönetici asistanlığı yapacağım,

yöneticimin yanında böyle duran insan olacağımı zannederken

bulaşık yıkarken buluyorum kendimi.

(Kahkaha)

Sonra diyorum ki, "Sana buralarda hayır yok, sen okula dön."

Ve akademiye dönüyorum, yüksek lisansımı yapmaya karar veriyorum.

Rahmetli annem için anı saklamanın yolları üzerine,

yadirgârlar üzerine bir tez vermeye karar veriyorum.

O sırada dünya güzeli insanlarla tanışıyorum o tezi yazarken

ve o insanlar bana çok umut verdiler, öncelikle bunu söylemek istiyorum.

Eş zamanlı olarak,

gitar çalarken kapıma polis gönderen komşuma da buradan sesleniyorum.

(Kahkaha)

O bana hiç umut vermedi, aksine umutlarımı kıran insanlardan olmuştur,

ama umuyorum görüyordur şu an.

(Kahkaha)

Akademide ise aslında beklediğim özgürlüğün olmadığını,

yine birilerine karşı dobra olamayacağımı,

yine birilerini hoş tutmak zorunda olduğumu;

yine fikirlerimdense, o güne kadar düşünmüş insanların fikirlerini

bir araya getirerek yazılar yazabileceğimi anlıyorum.

Hatta şeyi sorduğumu çok iyi hatırlıyorum tez danışmanıma,

"Bütün tezi ben yazmıyor muyum?" diye.

Hani alıntı yapıyormuşuz filan sürekli.

Akademide de kendimce bir umut kırıklığına uğruyorum.

(Kahkaha) (Alkış)

Ve Türkiye'nin başkenti olan,

Melih başkanın artık terk etmeyi başardığı dünya güzeli Ankara'da...

(Alkış)

...sokakların nasıl değiştiğini,

kadınların nasıl içlerine kapandığını,

erkeklerin nasıl daha agresif olduğunu,

insanların nasıl iş yerlerine giderken mutsuzlaştığını,

parkların nasıl küçüldüğünü,

evlerin nasıl huzursuzlaştığını izlediğim bir sekiz seneden sonra;

işsiz olduğum için,

kendi kiram ve faturamı artık ödeyebilecek bir durumum

artık olmadığı için yüksek lisans mezunu biri olarak,

İstanbul'a taşınmaya karar veriyorum.

En büyük umudum 25 yaşında, İstanbul'a gelip faturamı ödeyebilmek.

Yani hiç görmediğim bir evin kirasını vermek

ve faturalarını ödemek için İstanbul'a geliyorum.

İstanbul'da yine çok farklı sektörlerde çalışmaya başlıyorum.

Yazarlık yaparken örneğin, senaryo yazarlığı,

bu durumu unutamıyorum: Böyle doksan sayfa filan yazmışım,

inanılmaz heyecanlıyım böyle gecelerce uyumamışım.

Sonra sevgili yapımcımız geldi,

senaryoyu okudu ve dedi ki, "Buna gülmezler"

ve attı.

Bütün umutlarımın o an çok net olarak crash sesleriyle,

cam kırıkları hâlinde parçalandığını hatırlıyorum.

Yani bir insan olarak ne kadar çok çalışsak da, uğraşsak da,

kendimize inansak da,

bazı konularda iyi olduğumuza kibirli olmamaya çalışarak inanmış olsak da,

yine de birileri gelip "Bu yeterince iyi değil,"

"Bu birilerini güldürmez,"

"Bunu satamayız,"

"Bu çok uzun,"

"Bu çok kısa"

"Buraya biraz renk katalım," falan diyebildiği için,

umutlarımız sürekli kırılabiliyordu.

Bunu İstanbul'da da görmeye devam ettim.

İşte bir siyasi partinin sosyal medya kampanyasını yaparken

özellikle yerel seçimlerde, bütün umutlarım o zaman kırıldı.

2014 yılıydı sanırım, bazı şeyleri çok daha yakından görme şansım oldu

ve ne yazık ki umutlarımın kırılmasına izin vermişim.

Şimdi geri dönüp baktığım zaman keşke hiç izin vermeseydim

ve her seferinde tekrar böyle ayağa kalksaydım diyorum ama

hep iş değiştirdim, hep alan değiştirdim.

Hep kendim için başka bir şey arayıp durdum.

Yani umutlarımın kırılmadığı, beni tuhaf bulmayan,

bana bu satmaz demeyen bir yer aradım hayatta her zaman.

Yani çeşmeye koşarken benimle birlikte koşabilecek insanları aradım.

Ya da ben uçmak isterken bana aptal gözüyle değil,

"Birlikte uçabiliriz" deyip elimi tutup

benimle belki de o sırada sadece duran insanları aradım.

Ve bu yolculuğun sonunda da müzik çıktı karşıma.

(Alkış)

Her zaman oradaydı ve de.

8 yaşında da oradaydı, 13 yaşında ilk gitarımı aldığımızda da oradaydı.

Blok flütle Fikret Kızılok çalarak annemi taciz ettiğim yıllarda da oradaydı.

Hep oradaydı aslında.

Ama ben onu hiçbir zaman insanların önüne çıkarmak istememiştim.

Umutlarımın kırılmasından çok korkuyordum çünkü.

En sevdiğim şeydi o çünkü.

Eğer o da kırılırsa ben ayakta durabileceğime inanmıyordum çünkü,

ama o kadar güzel bir buluşma ve karşılaşma oldu ki

umutlarımın kırılması ne demek,

geçmişte kırılan umutlarım onarıldı

ve dünyaya dair o kadar yeni kanallar açıldı,

o kadar büyük bir inançla doldum ki

çünkü Zonguldak'tan Isparta'ya,

Diyarbakır'dan Brüksel'e uzanan bir yolda harika insanlarla tanıştım,

ben dünyada bu kadar iyi insan olduğunu bilmiyordum.

Genelde böyle tanıştığım insanlar beni hep hayal kırıklığına uğrattıkları için,

harika insanlarla tanıştım ve bana çok gerçek hikâyeler anlattılar.

Hamile bir anne yanında çocuğuyla konsere gelmişti,

bana çok güzel bir hikâye anlattı.

70 yaşında bir büyükanne vardı, dişleri yok böyle başörtüsü var.

Geldi böyle,

"Kızım ben Haydi Söyle'yi çok seviyorum," dedi.

"Şaşırmadım anneannem, gel öpeyim," dedim.

(Kahkaha)

Çünkü o onu sevecek tabii ki

onun duygusu, onun ruhu ona çok hitap edecek.

Yani Taşikardi'de dans etmeyebilir tabii büyükannemiz, yani normal.

O kadar tatlı insanlarla tanıştım ki!

Sulukule Gönüllüleri ile tanıştım.

Rehber Köpekler Derneği için çalışan o dünya güzeli âmâ avukatla tanıştım.

Çanakkale'de çatıları yıkılmış evlerin çatılarına

güneş panelleri kurmak isteyen avukatlarla tanıştım.

Ondan sonracığıma, Zonguldak'ta hep birlikte böyle çalışma grubu kurup

parklarda benim şarkılarla dans eden dünya güzeli ergenlerle tanıştım.

Diş tellerinden artık utanmadığını söyleyen genç kızlarla,

genç erkeklerle tanıştım.

Kendi cinsinden birini sevdiği için el ele özgürce sokaklarda yürüyemediği hâlde

artık el ele özgürce yürüme cesaretini

bir şarkıdan aldığını söyleyen insanlarla tanıştım

ve bu, bana çok cesaret ve umut verdi.

Bu yolculuk bana çok umut veriyor,

yani ben burada size teşekkür etmek için varım bugün,

umutla ilgili çok bir şey bildiğim için değil.

(Alkış) Sağ olun.

Bildiğim bir şeyi yapacağım şimdi, konuşmaktan daha iyi olur umarım.

Sağ olun, çok heyecanlıyım hâlâ.

Bizim biraz umuttan bahsetmemiz lazım, değil mi?

Hep mutsuzluktan, karamsarlıktan, ülkesiz kalmış insanlardan,

fakirlikten, yalnızlıktan, hüzünden, birbirimizi kırdığımızdan,

birbirimize saldırdığımızdan,

birbirimize artık tahammülümüzün olmadığından,

onun öteki olduğundan,

bunun yabancı olduğundan bahsetmeye çok mu alıştık?

Alışmadık.

Bizim umuttan bahsetmemiz lazım.

[Müzik başlar]

♪ Falımdan bir bilet çıktı ♪

♪ Filmin adı Al Yazmalı ♪

♪ Gören var mı diye baktım ♪

♪ Yoktu ♪

♪ Filmin sonu çok zordu ♪

♪ Kimse görmez dedin usulca ♪

♪ Yoktun, bırakamadım bulunca ♪

♪ Yağmur başladı hâlimi sorarken ♪

♪ İyiyim dedim, yalan söyledim ♪

♪ Hatırlar mısın geniş ferah meydanları ♪

♪ Savaşsız ve sakin akşamları ♪

♪ Kafesteki bülbülleri ♪

♪ Yamuk kesilmiş kâkülleri ♪

♪ Göğe baktıran balkonları ♪

♪ Hiç unutmadım dedim ♪

♪ Islak gülümsedin ıslık çalarak ♪

♪ Hayal ettim bölüştüğümüzü Bir ekmeği oturarak ♪

♪ El ele Diz dize ♪

♪ Ve göz göze Bakışarak ♪

♪ Hiç ölmeden ♪

♪ Sonsuza kadar ♪

♪ Sonsuza kadar ♪

♪ Sonsuza kadar ♪

♪ Sonsuza kadar ♪

♪ Uzattın cebinden bileti ♪

♪ Çekerken elimden elini ♪

♪ Vazgeçtim bana yetmez artık ♪

♪ Kapadım o yara defterini ♪

♪ Ve işte böyledir ♪

♪ Küçük, kayıp, kısa, ayıp ♪

♪ Yalan yanlış bir aşkın hikâyesi ♪

♪ Ve işte böyledir ♪

♪ Küçük, kayıp, kısa, ayıp, ♪

♪ Yalan yanlış bir aşkın hikâyesi ♪

♪ Herkesi kandırır gölgesi ♪

(Müzik sona erer)

(Alkış)

İnsanlar toplumlara, toplumlar devletlere ve devletler birbirlerine...

Umut zincirimiz çok uzun ve hepimiz doğaya bağlıyız.

O yüzden birbirimize çok iyi davranalım, sınırlarımızı aşalım

ve hepimizin aynı dünyanın insanı olduğumuzu hatırlayalım her an,

sizi çok seviyorum, sağ olun. (Alkış)

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Bizim Umuttan Bahsetmemiz Lazım | Kalben | TEDxIstanbul our|about hope|we must talk|necessary|from the heart|TEDxIstanbul Wir müssen über Hoffnung reden | Kalben | TEDxIstanbul Πρέπει να μιλήσουμε για την ελπίδα | Kalben | TEDxIstanbul Nous devons parler d'espoir | Kalben | TEDxIstanbul Мы должны говорить о надежде | Kalben | TEDxIstanbul Vi måste prata om hopp | Kalben | TEDxIstanbul We need to talk about hope | Kalben | TEDxIstanbul

Çeviri: Esra Çakmak Gözden geçirme: Figen Ergürbüz Перевод|Эсра|Чакмак|Просмотр||Фиген|Эргюрбюз translation|Esra|Çakmak|review|proofreading|Figen|Ergürbüz المترجم: Nadya Alasad المدقّق: Riyad Almubarak Перевод: Эсра Чакмак Редактирование: Фиген Эргюрбюз Translation: Esra Çakmak Review: Figen Ergürbüz

(Alkış) Аплодисменты applause (تصفيق) (Аплодисменты) (Applause)

Size bugün, umutla ilgili konuşmak için to you|today|with hope|related|to talk|in order to اليوم سأخبركم كم هو خطأ قد يكون Сегодня я хочу поговорить с вами о надежде Today, I am here to talk to you about hope.

belki de beni seçmelerinin ne kadar yanlış olduğunu anlatacağım. |||выбором меня||||| maybe|also|me|their choosing|how|as|wrong|it is|I will explain أنهم اختاروني للحديث عن الأمل. maybe I will explain how wrong it was for them to choose me.

(Kahkaha) Laughter (ضحك) (Laughter)

Hayatımın o kadar büyük bir bölümünde umutlarımın kırılmasına izin verdim ki, my life|that|as|big|a|in part|my hopes|to break|permission|I gave|that لقد تركت آمالي تنكسر في جزء كبير من حياتي، لكن في كل مرة كنت I allowed my hopes to be shattered for such a large part of my life,

ama her seferinde yeniden umutlanacak kadar da ahmak oldum. ||||надеюсь|||| but|every|time|again|to hope|as|also|fool|I became أحمق بما يكفي لأكون متفائلة مرة أخرى. but each time I was foolish enough to hope again.

Böyle bir, iki uçlu hayatım oldu galiba such|a|two|edged|my life|it became|I guess ربما كانت حياتي ثنائي الشرف كهذا I guess I had such a two-sided life.

ta ki müzikle ve sizlerle müzik yolculuğunun içinde buluşana kadar. until|that|with music|and|with you|music|journey's|inside|I meet|until حتى التقيت بالموسيقى وبكم على الطريق الموسيقي. Until I met the journey of music with music and you.

Size ilk doğum günümü anlatmak istiyorum hatırladığım. to you|first|birthday|my|to tell|I want|I remember أريد أن أخبركم عن عيد ميلادي الأول، أتذكر. I want to tell you about my first birthday that I remember.

Annemle birlikte bir kırtasiyenin önünden geçiyoruz, with my mother|together|a|stationery store's|in front of|we are passing أنا وأمّي نجتاز قرطاسية، I am passing in front of a stationery store with my mother,

böyle mavi gözlü, pembe ipek kurdeleli böyle such|blue|eyed|pink|silk|ribboned|such أزرق العينين، وشاح حرير الوردي mit blauen Augen und rosa Seidenbändchen I see such a blue-eyed, pink silk ribboned cat like this.

bir Van kedisi görüyorum peluş vitrinde ve anneme diyorum ki, a|Van|cat|I see|plush|in the window|and|to my mother|I say|that أرى أنا قطة فان في معرض القطيفة وأنا أقول لأمي، I see a Van cat in a plush display and I tell my mom,

"Anne ne olur, doğum günü hediyem olarak bana bu kediyi al." mom|what|please|birthday|day|my gift|as|to me|this|cat|buy "من فضلك، أمي، اشتري هذه القطة كهدية عيد ميلادي" "Mom please, buy me this cat as my birthday gift."

Hayatta hatırladığım ilk keskin umudum. in life|my first|first|sharp|my hope أول أملي الحاد في الحياة. The first sharp hope I remember in my life.

En büyük umudum, o kediye sahip olma arzusu o sırada. the|biggest|my hope|that|cat|owner|to be|desire|that|at that moment أكبر أملي في ذلك الوقت، الرغبة في الحصول على تلك القطة. My biggest hope was the desire to have that cat at that moment.

Annem de diyor ki, "Bizim gücümüz ona yetmez, my mother|also|she says|that|our|strength|to it|it is not enough أمي تقول، "قوتنا ليست كافية لذلك، My mother also says, "Our strength is not enough for that,

ama yanındaki küçük kutup ayısını alabiliriz." but|next to it|small|polar|bear|we can take ولكن يمكننا شراء الدب القطبي الصغير المجاور لها" but we can take the little polar bear next to it."

Küçük kutup ayısını da small|polar|bear|also الدب القطبي الصغير يوزع We can also take the little polar bear.

bayağı gazlı içecekler bedava filan dağıtıyor o zamanlarda, quite|fizzy|drinks|free|etc|he/she is distributing|that|times أيضاً المشروبات الغازية المجانية في ذلك الوقت they give away a lot of fizzy drinks for free during those times,

yani benim için hiçbir anlamı yok onun hediye olarak. so|my|for|no|meaning|there is not|that|gift|as لذلك ليس هناك معنى بالنسبة لي كهديتها. so it means nothing to me as a gift.

Çok üzülüyorum, aradan bir süre geçiyor very|I am sad|after|a|period|it is passing أشعر بالحزن الشديد، بعد فترة I feel very sad, some time passes

ve önüme güzel bir doğum günü paketi geliyor büyükçe and|in front of me|nice|a|birthday|day|package|it is coming|quite big تأتي حزمة عيد ميلاد جميلة وكبيرة أمامي and a nice big birthday package comes in front of me.

belli ki içinde kutup ayısı yok, clear|that|inside|polar|bear|not exists من الواضح أنه لا يوجد دب قطبي clearly there is no polar bear inside,

diyorum ki "Kesin kedi çıkacak" ve kedi çıkıyor. I say|that|definitely|cat|it will come out|and|cat|it is coming out بداخله أقول "إنها بالتأكيد القطة" والقط يخرج I say "A cat will definitely come out" and a cat comes out.

Ve ben o kediyle hiçbir zaman oynamaktan keyif almıyorum, and|I|that|with that cat|never|time|playing|pleasure|I do not get وأنا لا أستمتع باللعب مع تلك القطة، And I never enjoy playing with that cat,

hiçbir zaman o kediyi sevmiyorum, hep kütüphanemin üstünde duruyor. never|time|that|cat|I do not love|always|my bookshelf|on top of|it is standing فأنا لا أحب هذه القطة أبدًا، إنها دائمًا ما تكون في مكتبتي. I never love that cat, it always stays on top of my bookshelf.

Buradan, insan olarak ne kadar ikiyüzlü olduğumu anlıyorum ilk çocukken. from here|human|as|how|much|two-faced|I am|I understand|first|when I was a child من هنا أفهم كم أنا منافقة كإنسان، أولاً كطفل. From here, I realize how hypocritical I am as a human being since I was a child.

Yani bir şeyi umut ediyorum, so|a|thing|hope|I am doing أعني أنني أتمنى شيئًا، So I hope for something,

ona istediğim zaman istediğim şekilde sahip olamadım diye to it|I wanted|time|I wanted|way|possession|I couldn't have|because لأنني لم أتمكن من الحصول عليه متى وكيف أردت because I couldn't have it the way I wanted it when I wanted it,

sonradan sahip olduğumda onunla ilgilenmiyorum. later|possession|when I had|with it|I am not interested فعندما يكون لديّ فأنا غير مهتمة به. I don't care about it when I finally have it.

Aradan bir zaman daha geçiyor; baktım bana peluşlardan bana hayır yok, in between|a|time|more|is passing|I looked|to me|from the stuffed animals|to me|no|there is not يمر مزيد من الوقت، وأرى أن ليس لدي أي خير من بلش، Some more time passes; I see that there is no good from the plush toys,

ilkokula başladığım zaman arkadaşım olacak, dostum olacak, to primary school|I started|when|my friend|will be|my friend|will be عندما أبدأ في المدرسة الابتدائية، سأحصل على صديق، زميل، I will have a friend when I start elementary school, I will have a companion,

sonunda oyun arkadaşlarım olacak diye çok mutlu oluyorum. finally|game|my friends|will be|so that|very|happy|I am becoming وأنا سعيدة للغاية، لأن أخيراً سيكون لدي رفقاء في اللعب. I am very happy thinking that I will finally have playmates.

Çünkü tek çocuğum o sırada, terasta kendi kendime konuşuyorum filan. because|only|child|that|at that time|on the terrace|myself|to myself|I am talking|etc لأنني كنت الطفل الوحيد في ذلك الوقت، كنت أتحدث إلى نفسي على الشرفة. Because I am an only child at that time, I talk to myself on the terrace and so on.

İlkokuldayken arkadaşlarımın olacağından çok umutluyum, أنا متفائلة جدا أن أصدقائي سيكونون في المدرسة الابتدائية، I am very hopeful that I will have friends in elementary school,

fakat bir gün beni kandırıyorlar, لكن يومًا ما يخدعونني، but one day they trick me,

diyorlar ki "Hep birlikte çeşmeye kadar koşacağız Kalben, يقولون، "كلنا سنركض إلى النافورة معاً، كالبن، they say, "We will all run to the fountain together, Kalben,

çeşmeye ilk sen varacak olursan, seni arkadaş grubumuza alıyoruz." إذا جئت إلى النافورة آول واحدة، فإننا نأخذك إلى مجموعة أصدقائنا. " if you reach the fountain first, we will accept you into our friend group."

Çeşmeye kadar gerçekten Usain Bolt gibi koşuyorum to the fountain|until|really|Usain|Bolt|like|I am running أنا حقا أركض مثل يوسين بولت إلى النافورة I really run like Usain Bolt to the fountain.

(Kahkaha) (Laughter) (ضحك) (Laughter)

ve ben çocukken de iri biriydim, and|I|when I was a child|also|big|I was وأنا عندما كنت طفلا كنت ضخمة آيضاً And I was a big kid when I was young,

yani hani "bayağı" bir terliyorum, yoruluyorum filan o sırada, so|you know|quite|a|I am sweating|I am getting tired|etc|that|at that time أعني، أنا أتعرق حقا، وثم أشعر بالتعب، so I mean, I sweat a lot, I get tired and all that during that time,

ama koşuyorum ve geri dönüp baktığım zaman but|I am running|and|back|turning|I look|when لكنني أركض وعندما أنظر إلى الوراء but I am running and when I look back

benimle koşmadıklarını görüyorum arkadaşlarımın. with me|they are not running|I see|my friends' أرى أن أصدقائي لا يركضون معي. I see that my friends are not running with me.

Bana kahkahalarla güldüklerini görüyorum. to me|with laughter|they are laughing|I see أراهم يضحكون علي. I see them laughing at me.

Yine umutlarım kırılıyor insanlardan yana bu sefer. again|my hopes|they are broken|from people|towards|this|time آمالي تنكسر مرة أخرى هذه المرة منذ الناس. Once again, my hopes are shattered by people this time.

13 yaşına geliyorum; baktım peluşlardan da, insanlardan da hayır yok to age|I am coming|I looked|from plush toys|also|from people|also|no|there is not عمري 13 سنة. ارى أن ليس لدي خير من البلوش ولا الناس I am turning 13; I realized there is no help from plush toys or people.

artık ergenlik dönemindeyim, yeni bir umudum var: Uçmak. now|adolescence|I am in|new|a|my hope|there is|to fly الآن أنا في مرحلة المراهقة، لدي أمل جديد: أن أطير. I am now in my teenage years, and I have a new hope: to fly.

Her gece göğe bakıyorum ve kendi tanrıma yakarıyorum, every|night|to the sky|I am looking|and|my|to my god|I am calling أنظر إلى السماء كل ليلة وأطلب من إلهي، Every night I look up at the sky and pray to my own god,

umudum uçmak, uçmak istiyorum. my hope|to fly|to fly|I want آمل أن أطير، أريد الطيران. my hope is to fly, I want to fly.

Fiziksel olarak bunun imkânsız olduğunu bilsem de, physically|as|this|impossible|that I know|I would know|but على الرغم من أنني أعرف جسديا هذا مستحيل، Even though I know that this is physically impossible,

uçmaya kafayı taktım, en büyük umudum uçmak. to fly|my head|I fixed|the most|big|my hope|to fly أنا مهووسة بالطيران، أعظم أملي هو الطيران. I've got my mind set on flying, my greatest hope is to fly.

Sonra uçamadığım için, then|that I couldn't fly|for ثم لا أستطيع الطيران، Then, because I can't fly,

Dünya'ya inmek durumunda kalıyorum to Earth|to land|in the situation|I am staying لذلك يجب أن أكون على الأرض. I have to land on Earth.

ve liseyi bitiriyorum, iyi bir okula başlıyorum. and|high school|I am finishing|good|a|school|I am starting وانتهيت من المدرسة الثانوية، أنا بدأت مدرسة جيدة. and I am finishing high school, I am starting at a good school.

O iyi okulu bitirirken çok iyi bir mesleğimin olacağını düşünüyorum, that|good|school|while finishing|very|good|a|my profession|will be|I think أعتقد أنني سأقوم بعمل جيد جدا في إنهاء تلك المدرسة الجيدة، I think I will have a very good profession when I finish that good school,

iyi bir mesleğim olmuyor. good|a|my profession|it is not happening ليس لدي مهنة جيدة. I do not have a good profession.

Sektörden sektöre geziyorum, from sector|to sector|I am traveling أسافر من قطاع لآخر I am moving from sector to sector,

bir kadın olarak erkeklerle eşit maaş kazanamadığımı öğreniyorum. a|woman|as|with men|equal|salary|I couldn't earn|I am learning وأعلم أنني لا أستطيع كسب رواتب متساوية مع الرجال كامرأة. I learn that as a woman, I do not earn equal pay to men.

Efendime söyleyeyim, satış temsilcisi olduğum zaman insanların to my master|I will say|sales|representative|I was|when|people's اسمحوا لي أن أقول لكم، عندما كنت مندوب مبيعات، Let me tell you, when I was a sales representative, I encountered people's

"Öğleden sonra bir viski içer miyiz?" gibi garip sorularıyla karşılaşıyorum. afternoon|after|a|whiskey|drink|shall we|like|strange|with questions|I am encountering كنت أتقابل مع أسئلة غريبة من الناس "هل يمكننا شرب ويسكي بعد الظهر؟" strange questions like "Shall we have a whiskey in the afternoon?".

(Kahkaha) laughter (ضحك) (Laughter)

Lojistik sektöründe yönetici asistanlığı yapıyorum. logistics|in the sector|manager|assistantship|I am doing أعمل كمساعدة مدير في قطاع الخدمات اللوجستية. I work as an executive assistant in the logistics sector.

(Alkış) Çok tatlısınız, yapmayın. applause|very|you are sweet|don't do it (تصفيق) أنتم رائعون جداً، لا تفعلوا. (Applause) You are very sweet, don't do that.

Lojistik sektörüne giriyorum, yönetici asistanlığı yapacağım, logistics|to the sector|I am entering|manager|assistantship|I will do سأذهب إلى قطاع الخدمات اللوجستية، وسأكون مدير مساعد، I am entering the logistics sector, I will be working as an executive assistant,

yöneticimin yanında böyle duran insan olacağımı zannederken my manager's|next to|like this|standing|person|I will be|while thinking وأجد نفسي أغسل أطباقي في حين أعتقد thinking that I will be the person standing next to my manager.

bulaşık yıkarken buluyorum kendimi. dishes|while washing|I find|myself أنني سأكون الشخص الذي يقف بجوار مديري. I find myself washing dishes.

(Kahkaha) Laughter (ضحك) (Laughter)

Sonra diyorum ki, "Sana buralarda hayır yok, sen okula dön." then|I say|that|to you|around here|good|not|you|to school|return ثم أقول ، "ليس لك خير هنا عودي إلى المدرسة." Then I say, "There is no good for you here, go back to school."

Ve akademiye dönüyorum, yüksek lisansımı yapmaya karar veriyorum. and|to the academy|I am returning|high|my master's|to do|decision|I am making وأعود إلى الأكاديمية، قررت أن أقوم بدراسة الماجستير. And I return to the academy, deciding to pursue my master's degree.

Rahmetli annem için anı saklamanın yolları üzerine, late|my mother|for|memory|keeping|ways|on قررت أن أعطي أطروحة حول الغربان على I am deciding to write a thesis on ways to preserve memories for my late mother,

yadirgârlar üzerine bir tez vermeye karar veriyorum. detractors|on|a|thesis|to give|decision|I am making طرق إخفاء الذاكرة لأمي المتوفاة. and on the outsiders.

O sırada dünya güzeli insanlarla tanışıyorum o tezi yazarken that|time|world|beautiful|people|I am meeting|that|thesis|while writing في ذلك الوقت، التقيت ببعض من أجمل الناس في العالم. At that time, I am meeting beautiful people in the world while writing that thesis

ve o insanlar bana çok umut verdiler, öncelikle bunu söylemek istiyorum. and|those|people|to me|very|hope|they gave|first of all|this|to say|I want وهؤلاء الناس أعطوني الكثير من الأمل، أريد أن أقول هذا أولاً. and those people gave me a lot of hope, I want to say this first.

Eş zamanlı olarak, simultaneous|time|as في الوقت نفسه، Simultaneously,

gitar çalarken kapıma polis gönderen komşuma da buradan sesleniyorum. guitar|while playing|to my door|police|sending|to my neighbor|also|from here|I am calling أدعو جاري من هنا الذي كان يرسل الشرطة إلى بابي عندما أعزف الغيتار. I am also addressing my neighbor who sent the police to my door while I was playing the guitar.

(Kahkaha) laughter (ضحك) (Laughter)

O bana hiç umut vermedi, aksine umutlarımı kıran insanlardan olmuştur, he|to me|never|hope|he did not give|on the contrary|my hopes|breaking|people|he has been لم يعطني أي أمل، لكنه أصبح أحد الأشخاص الذين كسروا آمالي، He never gave me any hope; on the contrary, he has been one of those who broke my hopes.

ama umuyorum görüyordur şu an. but|I hope|he/she is seeing|now|moment ولكن آمل أن يرى الآن. but I hope he/she is seeing it right now.

(Kahkaha) Laughter (ضحك) (Laughter)

Akademide ise aslında beklediğim özgürlüğün olmadığını, In academia|however|actually|I expected|freedom|that it is not حقيقة أنني لم أكن أملك الحرية التي كنت أتوقعها في الأكاديمية، In academia, I actually realize that the freedom I expected is not there,

yine birilerine karşı dobra olamayacağımı, again|to someone|against|straightforward|that I will not be able to مرة أخرى ، لا أستطيع أن أكون مستقيمة ضد شخص ما and that I won't be able to be straightforward with certain people again,

yine birilerini hoş tutmak zorunda olduğumu; again|someone|nice|to keep|obliged|I am مرة أخرى ، أفهم أنني يجب أن شخصًا يعجب في I realize that I have to keep someone happy again;

yine fikirlerimdense, o güne kadar düşünmüş insanların fikirlerini again|rather than my ideas|that|day|until|thought|people's|ideas ما زلت أفهم أنني أستطيع كتابة المقالات عن I understand that I can write articles by gathering the ideas of people who have thought about it until that day, rather than my own ideas.

bir araya getirerek yazılar yazabileceğimi anlıyorum. طريق جمع أفكار الأشخاص الذين فكروا حتى الآن. In fact, I remember very well asking my thesis advisor about it,

Hatta şeyi sorduğumu çok iyi hatırlıyorum tez danışmanıma, even|that thing|I asked|very|well|I remember|thesis|to my advisor حتى أتذكر ما سألته جيدًا لمستشار أطروحتي قلت I remember very well that I even asked my thesis advisor,

"Bütün tezi ben yazmıyor muyum?" diye. all|thesis|I|not writing|am I|saying "الست انا التي ستكتب الأطروحة بأكملها؟" "Aren't I the one writing the entire thesis?"

Hani alıntı yapıyormuşuz filan sürekli. you know|citation|we were making|etc|constantly كما تعلمون، نحن نقتبس دائماً. You know, we keep saying we're quoting and all.

Akademide de kendimce bir umut kırıklığına uğruyorum. in academia|also|in my own way|a|hope|disappointment|I am experiencing أشعر بخيبة أمل كبيرة في الأكاديمية كذلك. I'm experiencing a kind of disappointment in academia myself.

(Kahkaha) (Alkış) laughter|applause (ضحك) (تصفيق) (Laughter) (Applause)

Ve Türkiye'nin başkenti olan, and|Turkey's|capital|being الرئيس مليح لم يعد قادراً على And the capital of Turkey,

Melih başkanın artık terk etmeyi başardığı dünya güzeli Ankara'da... Melih|the president's|now|to leave|to leave|he succeeded in|world|beautiful|in Ankara ترك العالم مكانا أفضل، في أنقرة عاصمة تركيا... in the beautiful Ankara that Mayor Melih has finally managed to leave...

(Alkış) applause (تصفيق) (Applause)

...sokakların nasıl değiştiğini, the streets|how|they changed ... كيف تغيرت شوارعه، ...how the streets have changed,

kadınların nasıl içlerine kapandığını, women's|how|inside themselves|they closed كيف انغلق النساء في داخلهن، how women close themselves off,

erkeklerin nasıl daha agresif olduğunu, men's|how|more|aggressive|they became كيف أصبح الرجال أكثر عدوانية، how men become more aggressive,

insanların nasıl iş yerlerine giderken mutsuzlaştığını, people's|how|work|places|while going|they became unhappy كيف يصبح الناس غير سعداء عندما يذهبون إلى أماكن العمل، how people become unhappy while going to work,

parkların nasıl küçüldüğünü, parks'|how|they shrank كيف تصبح الحدائق أصغر، how parks have shrunk,

evlerin nasıl huzursuzlaştığını izlediğim bir sekiz seneden sonra; the houses|how|they became restless|I watched|a|eight|years|after بعد ثماني سنوات من مشاهدة كيف أن المنازل غير مريحة؛ after watching how the houses became restless for eight years;

işsiz olduğum için, unemployed|I was|because لكوني عاطلة عن العمل، because I am unemployed,

kendi kiram ve faturamı artık ödeyebilecek bir durumum my own|rent|and|my bills|no longer|I could pay|a|my situation كمتخرج لأنني لم أعد قادرة I am no longer in a position to pay my own rent and bills

artık olmadığı için yüksek lisans mezunu biri olarak, no longer|it was not|because|high|master's|graduate|someone|as على دفع إيجار وفاتورتي، as someone with a master's degree,

İstanbul'a taşınmaya karar veriyorum. |moving|decision|I am making أنا قررت الانتقال إلى اسطنبول. I am deciding to move to Istanbul.

En büyük umudum 25 yaşında, İstanbul'a gelip faturamı ödeyebilmek. the|biggest|my hope|at age||coming|my bill|to be able to pay أملي الأكبر هو أن أكون قادرة على القدوم إلى اسطنبول في سن ال 25 ودفع فاتورتي. My biggest hope is to come to Istanbul at the age of 25 and be able to pay my bills.

Yani hiç görmediğim bir evin kirasını vermek so|never|I have not seen|a|house's|rent|to pay لذا جئت إلى اسطنبول لدفع إيجار That is, I am coming to Istanbul to pay the rent of an apartment I have never seen.

ve faturalarını ödemek için İstanbul'a geliyorum. and|its bills|to pay|in order to||I am coming منزل لم أره أبداً وأقوم بدفع الفواتير. and to pay the bills.

İstanbul'da yine çok farklı sektörlerde çalışmaya başlıyorum. |again|very|different|in sectors|to work|I am starting أنا أعمل في العديد من القطاعات المختلفة في اسطنبول. I am starting to work in very different sectors in Istanbul again.

Yazarlık yaparken örneğin, senaryo yazarlığı, writing|while doing|for example|screenplay|writing عند الكتابة، على سبيل المثال كتابة السيناريو، For example, while doing writing, screenwriting,

bu durumu unutamıyorum: Böyle doksan sayfa filan yazmışım, this|situation|I can't forget|like this|ninety|pages|etc|I have written لا أستطيع ان أنسى هذا: لقد كتبت مثل تسعين صفحة، I can't forget this situation: I had written about ninety pages,

inanılmaz heyecanlıyım böyle gecelerce uyumamışım. incredible|I am excited|like this|for nights|I haven't slept أنا متحمسة بشكل لا يصدق لم أنم ليلة بعد ليلة. I am incredibly excited, I haven't slept for nights like this.

Sonra sevgili yapımcımız geldi, then|dear|our producer|he came ثم جاء منتجنا المحبوب، Then our dear producer came,

senaryoyu okudu ve dedi ki, "Buna gülmezler" the script|he read|and|he said|that|this|they won't laugh قرأ النص وقال: "إنهم لن يضحكوا عليه" read the script and said, "They won't laugh at this"

ve attı. and|he threw وألقى به بعيدا. and threw it away.

Bütün umutlarımın o an çok net olarak crash sesleriyle, all|my hopes|that|moment|very|clear|as|crash|sounds with أتذكر كل آمالي في تلك اللحظة، مع أصوات تحطم واضحة جدا، At that moment, all my hopes crashed very clearly with sounds.

cam kırıkları hâlinde parçalandığını hatırlıyorum. glass|shards|in the form of|I remember that it broke|I remember تقسمت إلى قطع من الزجاج. I remember it shattered into pieces like glass.

Yani bir insan olarak ne kadar çok çalışsak da, uğraşsak da, so|a|human|as|how|much|many|we work|also|we strive|also لذلك كإنسان مهما كنا نعمل و نحاول So, no matter how hard we work or strive as human beings,

kendimize inansak da, to ourselves|we believe|also وإن كنا نؤمن بأنفسنا، even if we believe in ourselves,

bazı konularda iyi olduğumuza kibirli olmamaya çalışarak inanmış olsak da, some|topics|good|we are|arrogant|not to be|by trying|believed|we were|also على الرغم من أننا نؤمن ببعض القضايا من خلال محاولة عدم التهاون بأننا جيدون، even if we try to believe that we are good at certain things without being arrogant,

yine de birileri gelip "Bu yeterince iyi değil," still|but|someone|coming|this|enough|good|not لا يزال شخص ما يأتي "هذا ليس جيد بما فيه الكفاية،" still, someone comes and says, "This isn't good enough,"

"Bu birilerini güldürmez," this|someone|it won't make laugh "هذا لا يجعل أي شخص يضحك" "This won't make anyone laugh,"

"Bunu satamayız," this|we can't sell "لا يمكننا بيعه" "We can't sell this,"

"Bu çok uzun," this|very|long "إنه طويل جدًا" "This is too long,"

"Bu çok kısa" this|very|short "إنها قصيرة جدا" "This is very short"

"Buraya biraz renk katalım," falan diyebildiği için, here|a little|color|let's add|etc|he/she could say|because "أعطني بعض اللون هنا" يمكنهم قول "Let's add a little color here," or something like that,

umutlarımız sürekli kırılabiliyordu. our hopes|constantly|could be broken أشياء كهذه يمكن كسر آمالنا باستمرار. our hopes could be constantly shattered.

Bunu İstanbul'da da görmeye devam ettim. this||also|to see|| استمررت في رؤية هذا في اسطنبول. I continued to see this in Istanbul as well.

İşte bir siyasi partinin sosyal medya kampanyasını yaparken |a|political|party's|social|media|campaign|while doing أثناء القيام بحملة إعلامية اجتماعية لحزب سياسي، خاصة في Here is when I was doing a social media campaign for a political party.

özellikle yerel seçimlerde, bütün umutlarım o zaman kırıldı. especially|local|elections|all|my hopes|that|time|broke الانتخابات المحلية، تم كسر كل آمالي حينها. Especially during local elections, all my hopes were shattered at that time.

2014 yılıydı sanırım, bazı şeyleri çok daha yakından görme şansım oldu it was the year|I think|some|things|very|more|closely|seeing|my chance|it was أعتقد أنه كان عام 2014، كان لدي فرصة لرؤية الأشياء أقرب قليلا. I think it was 2014, I had the chance to see some things much more closely.

ve ne yazık ki umutlarımın kırılmasına izin vermişim. and|what|pity|that|my hopes|to break|permission|I have given ولسوء الحظ تركت آمالي تنكسر. And unfortunately, I allowed my hopes to be broken.

Şimdi geri dönüp baktığım zaman keşke hiç izin vermeseydim now|back|turning|I looked|time|I wish|never|permission|I had not given الآن عندما أنظر إلى الوراء أتمنى لو أنني لم أسمح أبدا Now that I look back, I wish I had never allowed it.

ve her seferinde tekrar böyle ayağa kalksaydım diyorum ama and|every|time|again|like this|to feet|I had gotten up|I say|but وفي كل مرة أقول إذا كنت أقف ولكن And I say to myself that I should have stood up like this every time, but

hep iş değiştirdim, hep alan değiştirdim. always|job|I changed|always|field|I changed لقد قمت دائمًا بتغيير الوظائف، دائمًا غيرت المجال. I always changed jobs, I always changed fields.

Hep kendim için başka bir şey arayıp durdum. always|myself|for|another|a|thing|looking|I stopped كنت دائما أبحث عن شيء آخر لنفسي. I kept searching for something else for myself.

Yani umutlarımın kırılmadığı, beni tuhaf bulmayan, so|my hopes|not broken|me|strange|not finding بحثت دائماً عن مكان في الحياة اين آمالي لن تنكسر، أين لست غريبة الاطوار So I always looked for a place where my hopes wouldn't be broken, where I wouldn't be found strange,

bana bu satmaz demeyen bir yer aradım hayatta her zaman. to me|this|it won't sell|not saying|a|place|I searched|in life|every|time ين لن يقولوا لي هذا لا يبيع. where no one would say this won't sell to me.

Yani çeşmeye koşarken benimle birlikte koşabilecek insanları aradım. so|to the fountain|while running|with me|together|able to run|people|I searched لذلك عندما كنت أجري إلى النافورة، بحثت عن أشخاص يمكنهم الركض معي. In other words, I looked for people who could run with me while I was running to the fountain.

Ya da ben uçmak isterken bana aptal gözüyle değil, or|also|I|to fly|while wanting|to me|stupid|with eyes|not أو عندما كنت أحاول الطيران، ليس بخداعي بل Or when I wanted to fly, not to be looked at as foolish,

"Birlikte uçabiliriz" deyip elimi tutup together|we can fly|saying|my hand|holding بمسك يدي وقوله "يمكننا الطيران معا" "We can fly together" and held my hand

benimle belki de o sırada sadece duran insanları aradım. with me|maybe|also|that|time|only|standing|people|I searched ربما كنت ابحث في ذلك الوقت فقط عن ناس سيقفون إلى جانبي. I was perhaps looking for the people who were just standing at that moment.

Ve bu yolculuğun sonunda da müzik çıktı karşıma. and|this|journey's|at the end|also|music|it came out|in front of me وفي نهاية هذه الرحلة الموسيقى طلعت في طريقي. And at the end of this journey, music came to me.

(Alkış) applause (تصفيق) (Applause)

Her zaman oradaydı ve de. always|time|was there|and|too كانت دائما هناك He was always there.

8 yaşında da oradaydı, 13 yaşında ilk gitarımı aldığımızda da oradaydı. at age|too|was there|at age|first|my guitar|when we got|too|was there كان هناك عندما كنت في 8 من عمري وعندما اشترينا أول غيتار لي في 13. He was there when I was 8 years old, and he was there when I got my first guitar at 13.

Blok flütle Fikret Kızılok çalarak annemi taciz ettiğim yıllarda da oradaydı. recorder|with|Fikret|Kızılok|playing|my mother|harassing|I was|in the years|too|was there كان هناك في وقت مضايقة والدتي بالعزف فكرت Kızılok على الناي. He was there during the years I harassed my mother by playing the recorder with Fikret Kızılok.

Hep oradaydı aslında. always|was there|actually في الواقع كان دائما هناك. He was actually always there.

Ama ben onu hiçbir zaman insanların önüne çıkarmak istememiştim. but|I|him|never|time|people's|in front of|to bring out|I had not wanted لكنني لم أرد أن أحضره أمام الناس. But I never wanted to bring him out in front of people.

Umutlarımın kırılmasından çok korkuyordum çünkü. my hopes|from breaking|very|I was afraid|because لأنني كنت خائفة من كسر آمالي I was very afraid of my hopes being shattered.

En sevdiğim şeydi o çünkü. the most|my favorite|it was|that|because لأنها كانت الشيء المفضل لدي. Because that was my favorite thing.

Eğer o da kırılırsa ben ayakta durabileceğime inanmıyordum çünkü, if|that|also|if it breaks|I|standing|I can stand|I did not believe|because لأن إذا تم كسره، لم أكن أعتقد أنني يمكن أن أقف على قدمي، Because if that were to break, I didn't believe I could stand.

ama o kadar güzel bir buluşma ve karşılaşma oldu ki but|that|so|beautiful|a|meeting|and|encounter|it was|that لكنه كان اجتماعًا رائعًا جدًا but it was such a beautiful meeting and encounter that

umutlarımın kırılması ne demek, my hopes|breaking|what|to mean ماذا أقصد كسر آمالي، what it means to have my hopes broken,

geçmişte kırılan umutlarım onarıldı in the past|broken|my hopes|they were repaired آمالي مكسورة في الماضي my hopes that were broken in the past were repaired

ve dünyaya dair o kadar yeni kanallar açıldı, and|to the world|about|that|so|new|channels|they were opened افتتحت قنوات جديدة حول العالم and so many new channels opened up regarding the world,

o kadar büyük bir inançla doldum ki that|so|big|a|with faith|I filled| كنت مليئة بالإيمان I was filled with such great faith.

çünkü Zonguldak'tan Isparta'ya, because|from Zonguldak|to Isparta من زونجولداك إلى اسبرطة، Because from Zonguldak to Isparta,

Diyarbakır'dan Brüksel'e uzanan bir yolda harika insanlarla tanıştım, from Diyarbakır|to Brussels|extending|a|on the road|wonderful|with people|I met من ديار بكر إلى بروكسل قابلت أناسًا عظماء في طريق، I met wonderful people on a road that stretches from Diyarbakır to Brussels,

ben dünyada bu kadar iyi insan olduğunu bilmiyordum. I|in the world|this|so|good|person|that there is|I didn't know لم أكن أعرف أن هناك الكثير من الناس الطيبين في العالم. I didn't know there were so many good people in the world.

Genelde böyle tanıştığım insanlar beni hep hayal kırıklığına uğrattıkları için, generally|such|I met|people|me|always|dream|disappointment|they caused|because عادة لأن الناس الذين قابلتهم هكذا دائما خذلوني، Generally, the people I meet like this have always disappointed me,

harika insanlarla tanıştım ve bana çok gerçek hikâyeler anlattılar. wonderful|with people|I met|and|to me|very|real|stories|they told قابلت أناسًا رائعين وأخبروا قصصًا حقيقية. but I met wonderful people who told me very real stories.

Hamile bir anne yanında çocuğuyla konsere gelmişti, pregnant|a|mother|with|her child|to the concert|she had come جاءت أم حامل إلى حفل مع طفلها، A pregnant mother came to the concert with her child,

bana çok güzel bir hikâye anlattı. to me|very|beautiful|a|story|she told وأخبرتني بقصة جميلة جداً. and she told me a very beautiful story.

70 yaşında bir büyükanne vardı, dişleri yok böyle başörtüsü var. years old|a|grandmother|there was|her teeth|not|like this|headscarf|there is كان هناك جدة تبلغ من العمر 70 عاما، مع حجاب ولا أسنان. There was a grandmother who was 70 years old, she had no teeth and wore a headscarf.

Geldi böyle, she came|like this جاءت هكذا She came like this,

"Kızım ben Haydi Söyle'yi çok seviyorum," dedi. my daughter|I|let's go|to say|very|I love|she said قالت "ابنتي، انا احب اغنية 'هيا قل' كثيراً" "My daughter, I love Haydi Söyle very much," she said.

"Şaşırmadım anneannem, gel öpeyim," dedim. I was not surprised|my grandmother|come|I will kiss|I said قلت: "لست مندهشة، جدتي، تعالي لأقبلك." "I wasn't surprised, grandma, let me kiss you," I said.

(Kahkaha) laughter (ضحك) (Laughter)

Çünkü o onu sevecek tabii ki because|he|her|will love|of course|that لأن ستحبها بالطبع Because he will love her of course

onun duygusu, onun ruhu ona çok hitap edecek. her|feeling|her|soul|to her|very|appeal|will ومن وجهة نظرها، فإن روحها ستستأنفه أيضاً. her feelings, her soul will resonate with him.

Yani Taşikardi'de dans etmeyebilir tabii büyükannemiz, yani normal. so|in Taşikardi|dance|may not dance|of course|our grandmother|so|normal أعني ويمكن أن جدتنا لا تستطيع الرقص في Taşikardi، طبيعي جدا. So, our grandmother may not be able to dance at Taşikardi, that's normal.

O kadar tatlı insanlarla tanıştım ki! that|so|sweet|with people|I met|that لقد قابلت ناسا رائعين جدا! I met so many sweet people!

Sulukule Gönüllüleri ile tanıştım. Sulukule|Volunteers|with|I met قابلت متطوعي Sulukule. I met the Sulukule Volunteers.

Rehber Köpekler Derneği için çalışan o dünya güzeli âmâ avukatla tanıştım. Guide|Dogs|Association|for|working|that|world|beautiful|blind|with lawyer|I met التقيت المحامي القديم الجيد الذي عمل في رابطة دليل الكلاب. I met that beautiful blind lawyer who works for the Guide Dogs Association.

Çanakkale'de çatıları yıkılmış evlerin çatılarına in Çanakkale|roofs|collapsed|houses|to roofs التقيت بمحامين أرادوا تركيب الألواح On the roofs of houses with collapsed roofs in Çanakkale.

güneş panelleri kurmak isteyen avukatlarla tanıştım. sun|panels|to set up|wanting|with lawyers|I met الشمسية على أسطح المنازل المدمرة في تشاناكالي. I met with lawyers who want to install solar panels.

Ondan sonracığıma, Zonguldak'ta hep birlikte böyle çalışma grubu kurup after that|I thought|in Zonguldak|always|together|such|working|group|setting up التقيت مع المراهقين من جميع أنحاء العالم، حيث شكلت After that, we established a working group together in Zonguldak.

parklarda benim şarkılarla dans eden dünya güzeli ergenlerle tanıştım. in parks|my|with songs|dance|dancing|world|beautiful|with teenagers|I met مجموعة عمل في زونجولداك ورقصت بأغاني في المتنزهات. I met beautiful teenagers dancing to my songs in the parks.

Diş tellerinden artık utanmadığını söyleyen genç kızlarla, teeth|from braces|now|not being ashamed|saying|young|with girls التقيت بالفتيات والشابات الذين قالوا إنهم لم يعد يشعرن With young girls who said they are no longer ashamed of their braces.

genç erkeklerle tanıştım. young|with boys|I met بالخجل من تقويم أسنانهم. I met young men.

Kendi cinsinden birini sevdiği için el ele özgürce sokaklarda yürüyemediği hâlde his own|kind|someone|he loves|for|hand|to|freely|in the streets|he couldn't walk|although التقيت بأشخاص قالوا لأنهم أحبوا شخصًا من نوعهم، لم يتمكنوا من Although he couldn't walk freely hand in hand in the streets because he loved someone of his own gender,

artık el ele özgürce yürüme cesaretini now|hand|to|freely|walking|courage المشي بحرية يد بيد في الشوارع، I met people who said they got the courage to walk freely hand in hand

bir şarkıdan aldığını söyleyen insanlarla tanıştım a|from a song|he took|saying|with people|I met فقد أخذوا شجاعة المشي بد بيد في الشوارع من أغنية. from a song.

ve bu, bana çok cesaret ve umut verdi. and|this|to me|very|courage|and|hope|gave وهذا أعطاني الكثير من الشجاعة والأمل. and this gave me a lot of courage and hope.

Bu yolculuk bana çok umut veriyor, this|journey|to me|very|hope|is giving هذه الرحلة تعطيني الكثير من الأمل، This journey gives me a lot of hope,

yani ben burada size teşekkür etmek için varım bugün, so|I|here|to you|thank|to do|for|I am|today لذلك أنا هنا لأشكركم هنا اليوم، I mean, I am here today to thank you,

umutla ilgili çok bir şey bildiğim için değil. hope|related|very|a|thing|I know|for|not ليس لأنني أعرف الكثير عن الأمل. not because I know a lot about hope.

(Alkış) Sağ olun. applause|thank|you are welcome (تصفيق) شكراً لكم. (Applause) Thank you.

Bildiğim bir şeyi yapacağım şimdi, konuşmaktan daha iyi olur umarım. I know|a|thing|I will do|now|talking|more|good|it will be|I hope سأفعل شيئاً أعرفه الآن، أتمنى أن يكون أفضل من الحديث. I will do something I know now, I hope it will be better than talking.

Sağ olun, çok heyecanlıyım hâlâ. thank|you are welcome|very|I am excited|still شكرا، ما زلت متحمسة. Thank you, I am still very excited.

Bizim biraz umuttan bahsetmemiz lazım, değil mi? our|a little|hope|we need to talk|necessary|not|question particle نحن بحاجة للحديث عن بعض الأمل، أليس كذلك؟ We need to talk a little about hope, right?

Hep mutsuzluktan, karamsarlıktan, ülkesiz kalmış insanlardan, always|from unhappiness|from pessimism|without a country|left|from people التعاسة دائما، والتشاؤم، والناس الذين لا وطن لهم، Always from unhappiness, pessimism, from people who have lost their country,

fakirlikten, yalnızlıktan, hüzünden, birbirimizi kırdığımızdan, from poverty|from loneliness|from sadness|each other|from breaking من الفقر، والشعور بالوحدة، والحزن، وكسرنا بعضنا البعض، from poverty, loneliness, sadness, from the times we hurt each other,

birbirimize saldırdığımızdan, to each other|from attacking هاجمنا بعضنا البعض from the times we attacked each other,

birbirimize artık tahammülümüzün olmadığından, to each other|no longer|our tolerance|from not being أننا لم نعد نتسامح مع بعضنا البعض، from the fact that we can no longer tolerate each other,

onun öteki olduğundan, his|other|being لأنه هو الآخر، that it is the other,

bunun yabancı olduğundan bahsetmeye çok mu alıştık? this|foreign|being|to talk about|very|question particle|we got used to هل نحن معتادون جدا على الحديث عن كونه الغربب؟ have we gotten too used to talking about this being foreign?

Alışmadık. we did not get used to أننا لم نعتاد. We have not.

Bizim umuttan bahsetmemiz lazım. our|hope|to talk about|necessary نحن بحاجة للحديث عن الأمل. We need to talk about hope.

[Müzik başlar] music|starts [تبدأ الموسيقى] [Music starts]

♪ Falımdan bir bilet çıktı ♪ from my fortune|a|ticket|came out ♪ طلعت تذكرة من مصيري ♪ ♪ A ticket came out of my fortune ♪

♪ Filmin adı Al Yazmalı ♪ the movie's|name|Red|Must Wear ♪ اسم الفيلم خذ يجب أن تكتب ♪ ♪ The name of the movie is Al Yazmalı ♪

♪ Gören var mı diye baktım ♪ seeing|there is|question particle|to|I looked ♪ نظرت لمعرفة إذا كان هناك من يرى ♪ ♪ I looked to see if anyone saw ♪

♪ Yoktu ♪ there was not ♪ لم يكن ♪ ♪ There was none ♪

♪ Filmin sonu çok zordu ♪ the movie's|ending|very|was difficult ♪ نهاية الفيلم كانت قاسية جداً ♪ ♪ The end of the movie was very difficult ♪

♪ Kimse görmez dedin usulca ♪ no one|will not see|you said|quietly ♪ قلت بهدوء أن لن يرى أحدا ♪ ♪ You said quietly that no one would see ♪

♪ Yoktun, bırakamadım bulunca ♪ you were not|I could not leave|when I found ♪ لم تكن، لم أترك عندما وجدت ♪ ♪ You weren't there, I couldn't let go when I found you ♪

♪ Yağmur başladı hâlimi sorarken ♪ rain|it started|my condition|while asking ♪ عندما سألت بدأت الأمطار ♪ ♪ The rain started while asking about my condition ♪

♪ İyiyim dedim, yalan söyledim ♪ |I said|lie|I said ♪ قلت أنني بخير، كذبت ♪ ♪ I said I'm fine, I lied ♪

♪ Hatırlar mısın geniş ferah meydanları ♪ do you remember|you|wide|spacious|squares ♪ هل تتذكر الساحات الواسعة الكبيرة ♪ ♪ Do you remember the wide, spacious squares ♪

♪ Savaşsız ve sakin akşamları ♪ without war|and|calm|evenings ♪ بدون حرب وأمسيات هادئة ♪ ♪ Evenings without war and calm ♪

♪ Kafesteki bülbülleri ♪ in the cage|the nightingales ♪ العندليب في القفص ♪ ♪ The nightingales in the cage ♪

♪ Yamuk kesilmiş kâkülleri ♪ crooked|cut|the bangs ♪ شعر الناصية قطع شبه منحرف ♪ ♪ The bangs cut crookedly ♪

♪ Göğe baktıran balkonları ♪ to the sky|making look|the balconies ♪ شرفة تطل على السماء ♪ ♪ The balconies that make you look up to the sky ♪

♪ Hiç unutmadım dedim ♪ never|I didn't forget|I said ♪ قلت أنني لم أنس أبدا ♪ ♪ I said I never forgot ♪

♪ Islak gülümsedin ıslık çalarak ♪ wet|you smiled|whistle|while playing ♪ ابتسامة رطبة عند التصفير ♪ ♪ You smiled wetly while whistling ♪

♪ Hayal ettim bölüştüğümüzü Bir ekmeği oturarak ♪ dream|I did|we shared|a|bread|while sitting ♪ حلمت أن نقسم الخبز من خلال الجلوس ♪ ♪ I imagined that we shared a loaf of bread while sitting ♪

♪ El ele Diz dize ♪ hand|to hand|knee|to knee ♪ يد بيد ركبة عند ركبة ♪ ♪ Hand in hand, knee to knee ♪

♪ Ve göz göze Bakışarak ♪ and|eye|to eye|while looking ♪ والنظر إلى العين بالعين ♪ ♪ And eye to eye, looking at each other ♪

♪ Hiç ölmeden ♪ never|without dying ♪ دون الموت ♪ ♪ Never dying ♪

♪ Sonsuza kadar ♪ forever|until ♪ للأبد ♪ ♪ Forever ♪

♪ Sonsuza kadar ♪ forever|until ♪ للأبد ♪ ♪ Forever ♪

♪ Sonsuza kadar ♪ forever|until ♪ للأبد ♪ ♪ Forever ♪

♪ Sonsuza kadar ♪ forever|as far as ♪ للأبد ♪ ♪ Forever ♪

♪ Uzattın cebinden bileti ♪ you extended|from your pocket|the ticket ♪ توسيع التذكرة التي في جيبك ♪ ♪ You pulled the ticket from your pocket ♪

♪ Çekerken elimden elini ♪ while pulling|from my hand|your hand ♪ عندما سحبت يدك من يدي ♪ ♪ While pulling your hand from mine ♪

♪ Vazgeçtim bana yetmez artık ♪ I gave up|to me|it is not enough|anymore ♪ تخليت لم يعد كافي لي ♪ ♪ I gave up, it's not enough for me anymore ♪

♪ Kapadım o yara defterini ♪ I closed|that|wound|notebook ♪ لقد غطت كتاب ذلك الجرح ♪ ♪ I closed that wound's notebook ♪

♪ Ve işte böyledir ♪ and|here|it is like this ♪ وهذه هي الطريقة ♪ ♪ And this is how it is ♪

♪ Küçük, kayıp, kısa, ayıp ♪ small|lost|short|shame ♪ صغير، ضائع، قصير، عار ♪ ♪ Small, lost, short, shameful ♪

♪ Yalan yanlış bir aşkın hikâyesi ♪ lie|wrong|a|love's|story ♪ قصة حب كاذبة تكمن كاذبة ♪ ♪ The story of a false love ♪

♪ Ve işte böyledir ♪ and|here is|it is like this ♪ وهذه هي الطريقة ♪ ♪ And this is how it is ♪

♪ Küçük, kayıp, kısa, ayıp, ♪ small|lost|short|shameful ♪ صغير، ضائع، قصير، عار ♪ ♪ Small, lost, short, shameful, ♪

♪ Yalan yanlış bir aşkın hikâyesi ♪ lie|wrong|a|of love|its story ♪ قصة حب كاذبة تكمن كاذبة ♪ ♪ The story of a false love ♪

♪ Herkesi kandırır gölgesi ♪ everyone|deceives|its shadow ♪ التي ظله خدع الجميع ♪ ♪ Its shadow deceives everyone ♪

(Müzik sona erer) music|end|it ends (الموسيقى تنهي) (Music ends)

(Alkış) applause (تصفيق) (Applause)

İnsanlar toplumlara, toplumlar devletlere ve devletler birbirlerine... |societies|societies|states||states|to each other البشر والمجتمعات والدول والولايات ... People form societies, societies form states, and states form connections with each other...

Umut zincirimiz çok uzun ve hepimiz doğaya bağlıyız. hope|our chain|very|long|and|all of us|nature|we are connected سلسلة أملنا طويلة جدًا ونحن جميعًا مرتبطون بالطبيعة. Our chain of hope is very long and we are all connected to nature.

O yüzden birbirimize çok iyi davranalım, sınırlarımızı aşalım that|therefore|to each other|very|good|let's behave|our limits|let's overcome لذلك دعونا نكون لطفاء جدا لبعضنا البعض، عبر حدودنا So let's treat each other very well, let's go beyond our limits.

ve hepimizin aynı dünyanın insanı olduğumuzu hatırlayalım her an, and|all of us|same|world|human|that we are|let's remember|every|moment ودعونا نتذكردائماً أننا جميعًا من نفس العالم، And let's remember at every moment that we are all people of the same world,

sizi çok seviyorum, sağ olun. (Alkış) you|very|I love|thank|you|applause احبكم كثيراً. (تصفيق) I love you very much, thank you. (Applause)

PAR_TRANS:gpt-4o-mini=4.28 PAR_CWT:AvJ9dfk5=8.41 en:AvJ9dfk5 openai.2025-02-07 ai_request(all=122 err=0.82%) translation(all=243 err=0.41%) cwt(all=1451 err=3.10%)