×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.

image

TED x Istanbul, Bizim Umuttan Bahsetmemiz Lazım | Kalben | TEDxIstanbul

Bizim Umuttan Bahsetmemiz Lazım | Kalben | TEDxIstanbul

Çeviri: Esra Çakmak Gözden geçirme: Figen Ergürbüz

(Alkış)

Size bugün, umutla ilgili konuşmak için

belki de beni seçmelerinin ne kadar yanlış olduğunu anlatacağım.

(Kahkaha)

Hayatımın o kadar büyük bir bölümünde umutlarımın kırılmasına izin verdim ki,

ama her seferinde yeniden umutlanacak kadar da ahmak oldum.

Böyle bir, iki uçlu hayatım oldu galiba

ta ki müzikle ve sizlerle müzik yolculuğunun içinde buluşana kadar.

Size ilk doğum günümü anlatmak istiyorum hatırladığım.

Annemle birlikte bir kırtasiyenin önünden geçiyoruz,

böyle mavi gözlü, pembe ipek kurdeleli böyle

bir Van kedisi görüyorum peluş vitrinde ve anneme diyorum ki,

"Anne ne olur, doğum günü hediyem olarak bana bu kediyi al."

Hayatta hatırladığım ilk keskin umudum.

En büyük umudum, o kediye sahip olma arzusu o sırada.

Annem de diyor ki, "Bizim gücümüz ona yetmez,

ama yanındaki küçük kutup ayısını alabiliriz."

Küçük kutup ayısını da

bayağı gazlı içecekler bedava filan dağıtıyor o zamanlarda,

yani benim için hiçbir anlamı yok onun hediye olarak.

Çok üzülüyorum, aradan bir süre geçiyor

ve önüme güzel bir doğum günü paketi geliyor büyükçe

belli ki içinde kutup ayısı yok,

diyorum ki "Kesin kedi çıkacak" ve kedi çıkıyor.

Ve ben o kediyle hiçbir zaman oynamaktan keyif almıyorum,

hiçbir zaman o kediyi sevmiyorum, hep kütüphanemin üstünde duruyor.

Buradan, insan olarak ne kadar ikiyüzlü olduğumu anlıyorum ilk çocukken.

Yani bir şeyi umut ediyorum,

ona istediğim zaman istediğim şekilde sahip olamadım diye

sonradan sahip olduğumda onunla ilgilenmiyorum.

Aradan bir zaman daha geçiyor; baktım bana peluşlardan bana hayır yok,

ilkokula başladığım zaman arkadaşım olacak, dostum olacak,

sonunda oyun arkadaşlarım olacak diye çok mutlu oluyorum.

Çünkü tek çocuğum o sırada, terasta kendi kendime konuşuyorum filan.

İlkokuldayken arkadaşlarımın olacağından çok umutluyum,

fakat bir gün beni kandırıyorlar,

diyorlar ki "Hep birlikte çeşmeye kadar koşacağız Kalben,

çeşmeye ilk sen varacak olursan, seni arkadaş grubumuza alıyoruz."

Çeşmeye kadar gerçekten Usain Bolt gibi koşuyorum

(Kahkaha)

ve ben çocukken de iri biriydim,

yani hani "bayağı" bir terliyorum, yoruluyorum filan o sırada,

ama koşuyorum ve geri dönüp baktığım zaman

benimle koşmadıklarını görüyorum arkadaşlarımın.

Bana kahkahalarla güldüklerini görüyorum.

Yine umutlarım kırılıyor insanlardan yana bu sefer.

13 yaşına geliyorum; baktım peluşlardan da, insanlardan da hayır yok

artık ergenlik dönemindeyim, yeni bir umudum var: Uçmak.

Her gece göğe bakıyorum ve kendi tanrıma yakarıyorum,

umudum uçmak, uçmak istiyorum.

Fiziksel olarak bunun imkânsız olduğunu bilsem de,

uçmaya kafayı taktım, en büyük umudum uçmak.

Sonra uçamadığım için,

Dünya'ya inmek durumunda kalıyorum

ve liseyi bitiriyorum, iyi bir okula başlıyorum.

O iyi okulu bitirirken çok iyi bir mesleğimin olacağını düşünüyorum,

iyi bir mesleğim olmuyor.

Sektörden sektöre geziyorum,

bir kadın olarak erkeklerle eşit maaş kazanamadığımı öğreniyorum.

Efendime söyleyeyim, satış temsilcisi olduğum zaman insanların

"Öğleden sonra bir viski içer miyiz?" gibi garip sorularıyla karşılaşıyorum.

(Kahkaha)

Lojistik sektöründe yönetici asistanlığı yapıyorum.

(Alkış) Çok tatlısınız, yapmayın.

Lojistik sektörüne giriyorum, yönetici asistanlığı yapacağım,

yöneticimin yanında böyle duran insan olacağımı zannederken

bulaşık yıkarken buluyorum kendimi.

(Kahkaha)

Sonra diyorum ki, "Sana buralarda hayır yok, sen okula dön."

Ve akademiye dönüyorum, yüksek lisansımı yapmaya karar veriyorum.

Rahmetli annem için anı saklamanın yolları üzerine,

yadirgârlar üzerine bir tez vermeye karar veriyorum.

O sırada dünya güzeli insanlarla tanışıyorum o tezi yazarken

ve o insanlar bana çok umut verdiler, öncelikle bunu söylemek istiyorum.

Eş zamanlı olarak,

gitar çalarken kapıma polis gönderen komşuma da buradan sesleniyorum.

(Kahkaha)

O bana hiç umut vermedi, aksine umutlarımı kıran insanlardan olmuştur,

ama umuyorum görüyordur şu an.

(Kahkaha)

Akademide ise aslında beklediğim özgürlüğün olmadığını,

yine birilerine karşı dobra olamayacağımı,

yine birilerini hoş tutmak zorunda olduğumu;

yine fikirlerimdense, o güne kadar düşünmüş insanların fikirlerini

bir araya getirerek yazılar yazabileceğimi anlıyorum.

Hatta şeyi sorduğumu çok iyi hatırlıyorum tez danışmanıma,

"Bütün tezi ben yazmıyor muyum?" diye.

Hani alıntı yapıyormuşuz filan sürekli.

Akademide de kendimce bir umut kırıklığına uğruyorum.

(Kahkaha) (Alkış)

Ve Türkiye'nin başkenti olan,

Melih başkanın artık terk etmeyi başardığı dünya güzeli Ankara'da...

(Alkış)

...sokakların nasıl değiştiğini,

kadınların nasıl içlerine kapandığını,

erkeklerin nasıl daha agresif olduğunu,

insanların nasıl iş yerlerine giderken mutsuzlaştığını,

parkların nasıl küçüldüğünü,

evlerin nasıl huzursuzlaştığını izlediğim bir sekiz seneden sonra;

işsiz olduğum için,

kendi kiram ve faturamı artık ödeyebilecek bir durumum

artık olmadığı için yüksek lisans mezunu biri olarak,

İstanbul'a taşınmaya karar veriyorum.

En büyük umudum 25 yaşında, İstanbul'a gelip faturamı ödeyebilmek.

Yani hiç görmediğim bir evin kirasını vermek

ve faturalarını ödemek için İstanbul'a geliyorum.

İstanbul'da yine çok farklı sektörlerde çalışmaya başlıyorum.

Yazarlık yaparken örneğin, senaryo yazarlığı,

bu durumu unutamıyorum: Böyle doksan sayfa filan yazmışım,

inanılmaz heyecanlıyım böyle gecelerce uyumamışım.

Sonra sevgili yapımcımız geldi,

senaryoyu okudu ve dedi ki, "Buna gülmezler"

ve attı.

Bütün umutlarımın o an çok net olarak crash sesleriyle,

cam kırıkları hâlinde parçalandığını hatırlıyorum.

Yani bir insan olarak ne kadar çok çalışsak da, uğraşsak da,

kendimize inansak da,

bazı konularda iyi olduğumuza kibirli olmamaya çalışarak inanmış olsak da,

yine de birileri gelip "Bu yeterince iyi değil,"

"Bu birilerini güldürmez,"

"Bunu satamayız,"

"Bu çok uzun,"

"Bu çok kısa"

"Buraya biraz renk katalım," falan diyebildiği için,

umutlarımız sürekli kırılabiliyordu.

Bunu İstanbul'da da görmeye devam ettim.

İşte bir siyasi partinin sosyal medya kampanyasını yaparken

özellikle yerel seçimlerde, bütün umutlarım o zaman kırıldı.

2014 yılıydı sanırım, bazı şeyleri çok daha yakından görme şansım oldu

ve ne yazık ki umutlarımın kırılmasına izin vermişim.

Şimdi geri dönüp baktığım zaman keşke hiç izin vermeseydim

ve her seferinde tekrar böyle ayağa kalksaydım diyorum ama

hep iş değiştirdim, hep alan değiştirdim.

Hep kendim için başka bir şey arayıp durdum.

Yani umutlarımın kırılmadığı, beni tuhaf bulmayan,

bana bu satmaz demeyen bir yer aradım hayatta her zaman.

Yani çeşmeye koşarken benimle birlikte koşabilecek insanları aradım.

Ya da ben uçmak isterken bana aptal gözüyle değil,

"Birlikte uçabiliriz" deyip elimi tutup

benimle belki de o sırada sadece duran insanları aradım.

Ve bu yolculuğun sonunda da müzik çıktı karşıma.

(Alkış)

Her zaman oradaydı ve de.

8 yaşında da oradaydı, 13 yaşında ilk gitarımı aldığımızda da oradaydı.

Blok flütle Fikret Kızılok çalarak annemi taciz ettiğim yıllarda da oradaydı.

Hep oradaydı aslında.

Ama ben onu hiçbir zaman insanların önüne çıkarmak istememiştim.

Umutlarımın kırılmasından çok korkuyordum çünkü.

En sevdiğim şeydi o çünkü.

Eğer o da kırılırsa ben ayakta durabileceğime inanmıyordum çünkü,

ama o kadar güzel bir buluşma ve karşılaşma oldu ki

umutlarımın kırılması ne demek,

geçmişte kırılan umutlarım onarıldı

ve dünyaya dair o kadar yeni kanallar açıldı,

o kadar büyük bir inançla doldum ki

çünkü Zonguldak'tan Isparta'ya,

Diyarbakır'dan Brüksel'e uzanan bir yolda harika insanlarla tanıştım,

ben dünyada bu kadar iyi insan olduğunu bilmiyordum.

Genelde böyle tanıştığım insanlar beni hep hayal kırıklığına uğrattıkları için,

harika insanlarla tanıştım ve bana çok gerçek hikâyeler anlattılar.

Hamile bir anne yanında çocuğuyla konsere gelmişti,

bana çok güzel bir hikâye anlattı.

70 yaşında bir büyükanne vardı, dişleri yok böyle başörtüsü var.

Geldi böyle,

"Kızım ben Haydi Söyle'yi çok seviyorum," dedi.

"Şaşırmadım anneannem, gel öpeyim," dedim.

(Kahkaha)

Çünkü o onu sevecek tabii ki

onun duygusu, onun ruhu ona çok hitap edecek.

Yani Taşikardi'de dans etmeyebilir tabii büyükannemiz, yani normal.

O kadar tatlı insanlarla tanıştım ki!

Sulukule Gönüllüleri ile tanıştım.

Rehber Köpekler Derneği için çalışan o dünya güzeli âmâ avukatla tanıştım.

Çanakkale'de çatıları yıkılmış evlerin çatılarına

güneş panelleri kurmak isteyen avukatlarla tanıştım.

Ondan sonracığıma, Zonguldak'ta hep birlikte böyle çalışma grubu kurup

parklarda benim şarkılarla dans eden dünya güzeli ergenlerle tanıştım.

Diş tellerinden artık utanmadığını söyleyen genç kızlarla,

genç erkeklerle tanıştım.

Kendi cinsinden birini sevdiği için el ele özgürce sokaklarda yürüyemediği hâlde

artık el ele özgürce yürüme cesaretini

bir şarkıdan aldığını söyleyen insanlarla tanıştım

ve bu, bana çok cesaret ve umut verdi.

Bu yolculuk bana çok umut veriyor,

yani ben burada size teşekkür etmek için varım bugün,

umutla ilgili çok bir şey bildiğim için değil.

(Alkış) Sağ olun.

Bildiğim bir şeyi yapacağım şimdi, konuşmaktan daha iyi olur umarım.

Sağ olun, çok heyecanlıyım hâlâ.

Bizim biraz umuttan bahsetmemiz lazım, değil mi?

Hep mutsuzluktan, karamsarlıktan, ülkesiz kalmış insanlardan,

fakirlikten, yalnızlıktan, hüzünden, birbirimizi kırdığımızdan,

birbirimize saldırdığımızdan,

birbirimize artık tahammülümüzün olmadığından,

onun öteki olduğundan,

bunun yabancı olduğundan bahsetmeye çok mu alıştık?

Alışmadık.

Bizim umuttan bahsetmemiz lazım.

[Müzik başlar]

♪ Falımdan bir bilet çıktı ♪

♪ Filmin adı Al Yazmalı ♪

♪ Gören var mı diye baktım ♪

♪ Yoktu ♪

♪ Filmin sonu çok zordu ♪

♪ Kimse görmez dedin usulca ♪

♪ Yoktun, bırakamadım bulunca ♪

♪ Yağmur başladı hâlimi sorarken ♪

♪ İyiyim dedim, yalan söyledim ♪

♪ Hatırlar mısın geniş ferah meydanları ♪

♪ Savaşsız ve sakin akşamları ♪

♪ Kafesteki bülbülleri ♪

♪ Yamuk kesilmiş kâkülleri ♪

♪ Göğe baktıran balkonları ♪

♪ Hiç unutmadım dedim ♪

♪ Islak gülümsedin ıslık çalarak ♪

♪ Hayal ettim bölüştüğümüzü Bir ekmeği oturarak ♪

♪ El ele Diz dize ♪

♪ Ve göz göze Bakışarak ♪

♪ Hiç ölmeden ♪

♪ Sonsuza kadar ♪

♪ Sonsuza kadar ♪

♪ Sonsuza kadar ♪

♪ Sonsuza kadar ♪

♪ Uzattın cebinden bileti ♪

♪ Çekerken elimden elini ♪

♪ Vazgeçtim bana yetmez artık ♪

♪ Kapadım o yara defterini ♪

♪ Ve işte böyledir ♪

♪ Küçük, kayıp, kısa, ayıp ♪

♪ Yalan yanlış bir aşkın hikâyesi ♪

♪ Ve işte böyledir ♪

♪ Küçük, kayıp, kısa, ayıp, ♪

♪ Yalan yanlış bir aşkın hikâyesi ♪

♪ Herkesi kandırır gölgesi ♪

(Müzik sona erer)

(Alkış)

İnsanlar toplumlara, toplumlar devletlere ve devletler birbirlerine...

Umut zincirimiz çok uzun ve hepimiz doğaya bağlıyız.

O yüzden birbirimize çok iyi davranalım, sınırlarımızı aşalım

ve hepimizin aynı dünyanın insanı olduğumuzu hatırlayalım her an,

sizi çok seviyorum, sağ olun. (Alkış)

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE