×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.

image

TED x Istanbul, 60 Saniyeden Fazlası | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity

60 Saniyeden Fazlası | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity

Çeviri: Orkun Nazim Kadioglu Gözden geçirme: Yunus ASIK

Hepinize merhaba!

Hayli içli, böyle dokunaklı ve biraz ürkek içine kapanık bir kız çocuğuydum aslında.

Annem, önümüzden geçen ambulansın ardından üç gün ağladığımı söyler durur.

Acaba içindeki hastaneye yetişti mi, kurtuldu mu diye.

İlkokulda notlarımın 1,25 – 1,50'nin üzerine geçtiğini pek hatırlamam ama

hani her yedi yılda bir insanın saçının, cildinin bile

kabuk değiştirdiği söylenir ya sanıyorum ben de tam 15 yaşımda

yatılı okul için dört yıllığına İsviçre'ye gittiğimde

kişiliğim, karakterim tam da bu zamanda kabuk değiştirdi.

Sonrasında üniversiteye gittim ama annemin eteğinden

ayrılmadığım gerçeği hiçbir zaman değişmedi bu arada.

Üniversiteye gittim, dört yıllık üniversiteyi

üç senede alelacele takdir teşekkürle bitirdim.

Sanki ilerisini görmüş gibi televizyon bölümünün

yanı sıra bir de psikoloji okudum, mezun oldum, döndüm.

Bu hiçbir zaman okul sıralarını çok sevdiğim anlamına gelmesin,

çünkü sonrasındaki iş hayatım benim her zaman gerçeğim ve

aslında hayat tarzım oldu.

Yine küçükken annem beni bir gün Taksim Meydanı'na götürmüş,

el ele yolda yürüyoruz birlikte yoldan geçen bir deli üzerime tükürmüş.

Annem tabii pimpirikli koşa koşa eve dönmüşüz,

beş gün boyunca beni çiteleye çiteleye yıkamış,

bu tabii ki benim 1999 yılında

-NTV'de muhabir olarak işe başladığım yıla dek-

Taksim Meydanı'nı son kez görüşüm oldu.

Sonra 1999 yılında, NTV'de staj dönemi başladı ilk önce.

Kapıdan içeriye girdim; hangi bölüme girmeliyim, ne yapmalıyım diye…

Baktım işte kültür sanat bölümü,

sanatlar, sanat dersleri, sergiler var, işte çokça konserler… Hiç bana göre değil.

Ekonomi bölümüne gittim, rakamlarla aram hiçbir zaman çok iyi olmadı.

TEFE, TÜFE, kahvaltılı basın toplantıları…

Orası da beni çok sarmadı. Spor bölümüne geçtim.

İşte maçlar, skorlar… Yok burası da değil dedim.

En son haber merkezine girdim, istihbarat bölümünde tam da kendimi buldum.

İçimdeki o; heyecan dolu, meraklı, araştırmacı, o soruşturmacı…

Adrenalin tutkusunu sanıyorum en çok da bu

NTV'de altı yıl boyunca sahada geçirdiğim yıllar çokça besledi.

Yine o dönem Bayrampaşa Cezaevi'nde, F tipi cezaevlerini protestolar var.

Bayrampaşa Cezaevi'nde de protestolar var.

Gece yarısı bir telefon çaldı, sanırsınız gizli göreve gidiyorum.

Parmak ucunda evden çıktığımı hatırlıyorum.

Çatışmalar, patlamalar…

En son iki gün sonra tekrar eve döndüm.

Kısacası kitaplarda okuduğumuz, filmlerde seyrettiğimiz

o hayatlara değmek dokunmak istedim.

Bu yüzden de hani mutfağın tam da ortasında olmanız lazım.

Muhabirlik de bu işin mutfağıdır.

O yüzden o yemeğin mutlaka biraz tuzunu ekmeniz lazım

ve hatta iki tas da kavurmanız lazım.

Çünkü yaşamadan anlatılmıyor, anlatılsa da gerçekçi olmuyor.

O yüzden bugün genel yayın yönetmeni olsam da

muhabir olarak kalmam, hep bu yüzden.

Çatışmalar, sorgular hepsi bir yana dursun.

Sanıyorum duygusallık boyutumu en çok da kol mesafesinde

gördüğüm iki yüzün üzerinde cesette test ettim.

O dönem nişanlanıyorum.

Üzeyir Garih, bizim aile dostumuz nişana katıldı.

Bir hafta sonra ben de haber merkezinde oturuyorum,

polis telsizinden bir anons…

O dönem polis telsizi dinlerdik, kodları hâlâ ezbere bilirim.

[POLİS TELSİZİ] “Üzeyir Garih, Piyer Loti Mezarlığı'nda öldürüldü.”

Olabilir mi acaba dedim, gerçek olabilir mi?

Koşa koşa gittim olay yerine.

Baktım, gerçekten o. Kanlar içinde yatıyor.

Çok üzüldüm, saatlerce ağladığımı hatırlıyorum.

Bütün bu olayı takip ettim.

Katil yakalandı, duruşmalar başladı Fatih Adliyesi'nde.

Tek tek bütün o duruşmaların hepsine katıldım ve adam dedi ki:

“Ben aslında sadece yaralamıştım. Aşağıdan 'yardım, yardım' diye

bağırdığında tekrar yukarıya çıktım ve öldürdüm” dedi.

Acaba dedim mümkün olabilir mi, şüphecilik işte.

Gittim Piyer Loti Mezarlığı'na bir kum saati koydum aşağıya,

bütün o merdivenleri indim çıktım.

Acaba bu kadar kısa sürede öldürmüş olabilir mi diye.

Velhasıl bunun gibi çok olay yaşadım.

Kendi alanlarında lider olabilme potansiyeline sahip kişilerin seçildiği,

Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın bir programı vardı bir buçuk ay süren.

Ben de buna davetliydim.

Pentagon, Beyaz Saray gezilerinin de içerildiği bir program.

O dönem Margaret Thatcher, Süleyman Demirel…

Hepsi gençliklerinde katılmış.

O yılda programa davet edilen tek Türk'tüm.

Nereden bilebilirdim ki yıllar sonra meslek hayatımda

sırf bu programa katıldım diye ajanlıkla suçlanacağımı…

On dokuz yılı aşkın meslek hayatımda çok şey oldum aslında.

Ergenekoncu oldum, yandaş oldum.

Kendi ülkemin şu bayrağını takıyorum diye -hani bilirsiniz Amerikalılar,

üzerlerine Amerikan bayrağından tişört, üzerine şort giyerler-

ben kendi ülkemin ay yıldızlı bayrağını taktım diye

bu ülkede ırkçı, faşist bile oldum.

Galiba kadın olunca hedef olmak da bir o kadar kolay oluyor ve

doğrudur Türkiye'de kadın olmak kolay değil.

Çünkü erkek egemen bir medyada mücadele ediyoruz, çalışıyoruz hepimiz.

Mesela 1 Mayıs hiç unutmam, İşçi Bayramı.

Biz de o zaman hep beraber bütün meslektaşlarla beraber çekime gittik.

O meşhur Perpa Köprüsü'nün üzerinde bir hatıra fotoğrafı çekiyoruz;

resme baktım 22 yaşındaki bir ben

ve bir kadın meslektaşım daha sadece iki kişiyiz.

Yine geçen hafta, sanıyorum önceki haftaydı.

Çankaya Köşkü'ne, başbakan televizyonların ve

gazetelerin genel yayın yönetmenlerini çağırdı.

Hep birlikte gittik, üşenmedim saydım.

Masada 43 kişi, sadece ikisi kadın, biri de ben.

Ne demek istediğimi aslında çok güzel ortaya koyan bir tablo bu.

Çünkü sanıyorum bu erkek egemen medyada o kadar çalıştık

çabaladık ki kadınlara pozitif ayrımcılığı hep

kendi haber merkezimde bilinçaltında uyguladım.

O yüzden bugün İstanbul Haber Müdürü'nden, Ankara Haber Müdürü'ne;

Yurt Haber Editörü'nden, Dış Haber Editörü'ne

tamamını kadınlara teslim ettim.

Erkekler yerer gibi olmasın ama kadınların gözüne ve kalbine çok güveniyorum.

Yaptığımız iş de zaten kalp işi, aşkla yapıyoruz

biz yaptığımız işi, tutkuyla yapıyoruz.

Aksi hâlde zaten yaptığınız işten de hayır gelmiyor.

Mekanik değiliz tabii ki, elbette o büyülü ekranın camın etrafında

en fazla da biz hırpalanıyoruz ve insan çok travmatik olaylara

sahne olunca sanıyorum kırılma noktaları da bir o kadar fazla oluyor.

Benimkilerden biri Mehmet.

Mehmet 7 yaşında, annesiyle babası boşanmak üzereler,

velayet davası görülüyor.

Annesi Kur'an kursu hocası, babası İmam

ve babası bu kararın ardından farklı bir şehirde yaşamaya karar veriyor.

Biz de bu duruşmayı takip ediyoruz ve doğal olarak Mehmet'in de

yaşı küçük olduğundan velayetini annesine veriyor mahkeme.

Sonrasında annesiyle kalmaya başlıyor.

Çocuk tabii, altına kaçırıyor.

Annesi döve döve komalık ediyor Mehmet'i.

Buz gibi bir betonun üzerine koyuyor,

sabaha kadar orada bekletiyor.

Korkusundan hastaneye bile kaldırmıyor.

Sonra anneanne geliyor sabaha karşı, ne yaptın sen buna diyor.

İşte böyle böyle diyor, alıyorlar hastaneye gidiyorlar.

Bir hafta boyunca ölümle yaşam arasında mücadele ediyor,

hayatta kalmaya çalışıyor ama maalesef

yedi yaşında veda ediyor bu hayata Mehmet.

Sonrasında Mehmet'in babası, çokça etkileyen bir olaydır beni.

Çünkü aklımda hep şu görüntü kaldı:

O velayet davasında annesinin kucağında Mehmet, ağlıyor

“Baba beni anneme bırakma, beni çok dövüyor.” diye.

Annesi de cimcikliyor Mehmet'i, daha fazla bağırmasın diye.

O haykırışları bir ay boyunca gitmedi benim rüyalarımdan.

Sonrasında haber bitti, duruşma süreci oldu.

Ben de haber sonrasında bir yorum yaptım.

İsyanım, öz annesi tarafından öldürülüp üstelik

pişmanlık nedeniyle cezasının indirilmesineydi.

Bir yorum yaptım.

Neyse haberler bitti, telefon çaldı santralden arıyorlar.

Mehmet'in babası arıyor dediler, o anda kafam karıştı.

“Kim? Mehmet? Tabii bağlayın” dedim.

“Merhabalar ben Mehmet'in babasıyım.

Ben küçücük yaşında çok almaya uğraştım oğlumu.

Oğluma kavuşmaya çalıştım ama mahkeme izin vermedi” dedi.

“Ben bu hayatta tutamadım Mehmet'i ama siz

sözlerinizle bir nebze olsun benim içimi ferahlattınız. İyi ki varsınız!” dedi.

O günden beri her bayramda, her kandilde arar beni Mehmet'in babası.

Mehmet'in babasını hiç tanımıyorum ama

işte bir yerde bir hayata -Mehmet'in babasına- ve

belki de bu dünyadan göçüp giden o küçücük Mehmet'in hayatına değip dokundum.

Tıpkı o Mehmet gibi diğer Mehmetler de hep çok önemli oldu benim hayatımda.

Benim ailemde asker ya da polis yok ama

benim bu ülkenin askerine ve polisine olan sevgim malumunuz.

Evet vatanseverim, Atatürkçüyüm ve

en büyük şansımın da bu topraklarda doğup büyümek olduğunu düşünüyorum.

Ama buna karşılık bu ülkenin askerinin ve polisinin

her zaman çok yalnız olduğunu hissettim.

Yeteri kadar önemsenmediğini hissettim ve onların sesi olmaya karar verdim.

Belki onlar için önemlidir dedim ve özel bir günde onların yanında olayım,

Yılbaşı gecesini onlarla birlikte geçireyim dedim.

Nereye gideyim, nereye gideyim, baktım en uzak yer neresi:

Sınırda Dağlıca var.

Hani birçoğunuz belki bilmez bile, 2015 yılında 16 şehit verdiğimiz yer.

Belki haritada bile yerini zor bulursunuz ya da

çok çok haberlerde duymuş olabilirsiniz.

İki helikopter ve bir uçak… Atladım gittim yanlarına.

Onlarla birlikte geçireyim diye...

Yılbaşı gecesi gidemedim, güvenlik gerekçeleri

ve hava koşulları nedeni ile

iki hafta sonrasına gün verdiler ve tam 24 saat çekim iznim var, gittim.

Tank atışları, top atışları hepsini çektik.

2753 rakımlı Beybuta tepesine çıktık.

[HELİKOPTER SESİ]

Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer.

Hani burada görev yapabilmek için

gerçekten hayatta bir amacınız olması lazım.

Bir vatan sevdası olması lazım, bir bayrak sevgisi olması lazım.

Kocaman bir yüreğinizin olması lazım.

Çünkü bunun karşılığını parayla ödeyemezsiniz.

Burada insanlar canını ortaya koyuyorlar.

Gittim, işte mağara gibi bir yerde yatıp kalkıyorlar.

Zaten hava koşulları o kadar kötü ki, -20 derece buz gibi soğuk

ve insan konuşmaya bile zorlanıyor.

2 metre kar…

Arada bir helikopter geliyor, tepeden kumanyayı atıyor,

askerler yiyebildiği kadar yiyor.

Böyle bir yerde yatıp kalkıyorlar. Sizin için, bizim için, hepimiz için…

Vatan için!

Sonrasında çekimler bitti, Dağlıca'ya çıktık.

1500 askerle birlikte bir gece geçiriyorum.

Çekimler bitti, oturduk sohbet ettik derken yatacağız.

Hoş, uyumak ne mümkün.

Odaya geldim.

Tık tık kapı çaldı, 20 yaşlarında gencecik bir astsubay:

“Nazlı Abla, bizimle beraber biraz oturur musun?

Biz seni çok bekledik buraya geleceksin diye.”

Oturmaz mıyım, tabii ki dedim.

Gittim yanlarına, onlar anlattı.

Kiminin terhisine şu kadar az kalmış, kimi gün sayıyor.

Onlar anlatırken benim de televizyona takıldı gözüm.

Çünkü bir müzik kanalı açık, müzik kanalının altında

hani âşıkların birbirine notları, mesajları geçer ya…

İşte her birinin bekleyeni var, sevdalıları var.

O da yine sizin gibi, benim gibi.

Çekimler bitti ve oradan ayrıldım. Bu arada buraya giderken…

Annem biraz pimpirikli, asla anneme nereye gittiğimi söylemiyorum.

“Ankara'ya gidiyorum. Olağanüstü kurultay var, kurultayda çekimler yapacağım” dedim.

Günlerden Pazar, artık 24 saati devirdik.

Van Filo'ya indik, son şeyler, birkaç saat sonra uçak kalkacak.

Oturduk, bekliyoruz.

Bu esnada annem görüntülü telefondan beni arıyor:

“Efendim” dedim.

“Ah küpelerimi yeni aldım, güzel mi?” dedi.

Kaş göz yapıyorum şimdi, anlamadı ama

sesli görüntülü olunca herkes bizi dinliyor.

“Ben sana bir yalan söyledim. Ankara'da değilim.” dedim.

“Neredesin?” dedi. “Dağlıca'dayım.” dedim.

“Orası neresi?” dedi.

İşte dedim böyle böyle Van, Hakkâri, Yüksekova… İndim, bitti, geliyorum.

“Öldüreceğim seni buraya gelince, yeter artık seninle mi uğraşacağım” falan…

Arkadan, “Ama inanmıyorum kesin orada değilsindir.”

“Anne vallahi buradayım” dedim. “Yok, yok. Hiç inanmıyorum”

Dedim şöyle bir göstereyim.

Yedi tane komutan oturmuş, annem bir anda ayağa kalktı önünü ilikledi.

“Saygılar efendim, hepinize saygılar, kızım size emanet.”

(Gülüşmeler)

Diyor ki “Gel, görüşeceğiz.”

Sonrasında yine Yüksekova'ya gittim,

orada da yine bombalar patlıyor.

Sokağa çıkma yasağı var. Çatışmalar…

Bari dedim söyleyeyim de “Hayattayım” merak etmesin.

Birazdan çünkü haberler başlayacak,

görüntülerde anlayacak benim orada olduğumu.

Önden aradım, nasıl bağırıyor bana,

“Hiç lafımı dinlemiyorsun. Bıktım, yetti artık”

vesaire böyle bağırıyor bana.

Baktım çok bağırıyor, ben de telefonunu kapadım.

Bir hafta boyunca küstü konuşmadı benimle.

“Küstüm seninle” dedi, başka çare olmayınca.

Biz kanıksamayalım derken şehit haberlerini,

alışmayalım derken en büyük tehlike aslında onlarda.

Nusaybin'e gitmiştik ve Nusaybin'de sokağa çıkma yasağı var, çatışmalar sürüyor.

İşte biz çekimleri yapacağız, onlar operasyona çıkacaklar.

Hep beraber bir masada oturduk, yine konuşuyoruz:

Nasıl yapmalıyız, bölgede ne kadar gün kaldı,

ne kadarı temizlendi terör örgütünden bunları anlatıyorlar.

Çayımızı içtik.

Biz çekime gittik, onlar operasyona gitti.

Aradan birkaç saat geçti, tekrar geldik oturduk.

Ali'ye baktım, Ali yok yanımda.

“Ali nerede?” dedim.

“Ali şehit düştü.” dediler.

EYP (El yapımı patlayıcı) yüklü binada, iki saat önce.

“Nasıl?” dedim. Ali şehit düştü.

Hani 60 saniyeyle giriyor belki hayatlarımıza,

şehit haberleriyle giriyor.

Ağlayan bir anne, eş, yetim kalan, cami avlusunda oynayan o çocuklar…

Sonrasında bitti diyoruz bizim için,

ama onlar için hayat hep yarım kalıyor.

Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor.

Onların hayatları artık hep yarım kalıyor.

Yine bir gün Dağlıca'dan dönüyoruz.

Askeri helikoptere bindik, arada bir, çok nadiren kalkıyor zaten helikopterler.

Bir grup var asker, onlar da izine çıkacaklar artık, çarşı izninlerine,

yüklenmişler balık istifi gibi hep birlikte dolmuşuz helikopterin içerisine.

Giderken yanımda o kobra helikopterlerinin pilotlarından ikisi oturuyor.

Dedi ki resmimizi çeker misiniz ama siz bir selfie (özçekim) yapın bizimle…

Tabii ki dedim, birlikte böyle resim çektik.

Aradan 22 gün geçti, Burak…

Şehit haberi geldi.

Acıları hep biriktirdik ve hep bir bedel ödüyor insan.

Ben de başta IŞİD, PKK olmak üzere onlarca davadan yargılandım.

Hâlâ yargılanıyorum.

Ölüm tehditleri, mecliste soruşturmalar, hakaretler, tehditler…

Mesela emniyet bir canlı bomba listesi dağıtmıştı,

birkaç kişinin canlı bomba olması nedeniyle.

Bunu haberleştirir misiniz dediler, biz de haberleştirdik.

İki gün sonra aşağıdan aradılar beni, güvenlikten.

“Tebligat geldi” dediler. Dedim herhâlde yine dava açıldı.

Gittim baktım, o haberini yaptığımız kızlardan biri

“Sen nasıl bana canlı bomba dersin

ben üniversite öğrencisiyim, yok öyle bir şey” dedi.

Ben tabii adliyeyelere gittim.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

60 Saniyeden Fazlası | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity ثانية|أكثر من|نازلي|تشيليك|تيد إكس جامعة بهتششهير than seconds|more|Nazlı|Çelik|TEDxBahcesehirUniversity Mehr als 60 Sekunden | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity More than 60 Seconds | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity Plus de 60 secondes | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity Mer än 60 sekunder | Nazlı Çelik | TEDxBahcesehirUniversity 超过60秒 |纳兹利·塞利克 | TEDx巴希塞希尔大学 أكثر من 60 ثانية | نازلي تشيليك | TEDxجامعة بهتششهير

Çeviri: Orkun Nazim Kadioglu Gözden geçirme: Yunus ASIK الترجمة|أوركون|ناظم|قادي أوغلو|مراجعة|مراجعة|يونس|أسيك Translation|Orkun|Nazim|Kadioglu|From|review|Yunus|ASIK Translation: Orkun Nazim Kadioglu Review: Yunus ASIK ترجمة: أوركون ناظم قادي أوغلو مراجعة: يونس أسيك

Hepinize merhaba! لكم جميعا|مرحبا Hello to all of you|hello Hello everyone! مرحباً بكم جميعاً!

Hayli içli, böyle dokunaklı ve biraz ürkek içine kapanık bir kız çocuğuydum aslında. ziemlich|||||||||||| إلى حد كبير|عاطفي|هكذا|مؤثر|و|قليلا|خجول|إلى الداخل|انطوائي|فتاة|طفلة|كنت| quite|sensitive|so|touching|and|a little|timid|inwardly|withdrawn|a|girl|I was| I was actually a very sensitive, touching, and somewhat shy and introverted little girl. كنت في الحقيقة فتاة صغيرة حساسة جداً، مؤثرة، ومغلقة قليلاً.

Annem, önümüzden geçen ambulansın ardından üç gün ağladığımı söyler durur. أمي|أمامنا|الذي يمر|سيارة الإسعاف|بعده|ثلاثة|أيام|أنني بكيت|تقول|تستمر My mother|in front of us|passing|ambulance|after|three|days|I cried|says|keeps My mother keeps saying that I cried for three days after the ambulance passed by us. تقول أمي إنها كانت تبكي لمدة ثلاثة أيام بعد مرور سيارة الإسعاف من أمامنا.

Acaba içindeki hastaneye yetişti mi, kurtuldu mu diye. هل|في داخله|إلى المستشفى|وصل|هل|نجا|هل|من أجل أن I wonder|inside|to the hospital|he/she arrived|question particle|he/she survived|question particle|in order to I wonder if the patient inside made it to the hospital, if they survived. تتساءل إن كانت قد وصلت إلى المستشفى، وهل نجت.

İlkokulda notlarımın 1,25 – 1,50'nin üzerine geçtiğini pek hatırlamam ama في المدرسة الابتدائية|درجاتي|150|فوق|أنني تجاوزت|ليس كثيرًا|لا أتذكر|لكن |my grades|150's|above|passing|not|I remember|but I don't really remember my grades in elementary school going above 1.25 - 1.50, but لا أذكر جيدًا أن درجاتي في المدرسة الابتدائية تجاوزت 1.25 - 1.50، لكن

hani her yedi yılda bir insanın saçının, cildinin bile كما|كل|سبع|سنة|مرة|شعر الإنسان|شعره|بشرته|حتى you know|every|seven|years|once|person's|hair|skin|even you know how every seven years a person's hair, skin even, كما تعلم، كل سبع سنوات يتغير شعر الإنسان، وحتى بشرته.

kabuk değiştirdiği söylenir ya sanıyorum ben de tam 15 yaşımda القشرة|التي غيرها|يُقال|أو|أعتقد|أنا|أيضا|تماما|في سني shell|that he/she/it changed|is said|you know|I think|I|also|exactly|at the age of 15 It is said that one sheds their skin, and I believe I did so at the age of 15. يقال إنه قد غير قشرته، وأعتقد أنني فعلت ذلك عندما كنت في الخامسة عشرة من عمري.

yatılı okul için dört yıllığına İsviçre'ye gittiğimde داخلي|المدرسة|من أجل|أربع|لمدة أربع سنوات|إلى سويسرا|عندما ذهبت boarding|school|for|four|years||when I went When I went to Switzerland for a four-year boarding school. عندما ذهبت إلى سويسرا لمدة أربع سنوات من أجل المدرسة الداخلية.

kişiliğim, karakterim tam da bu zamanda kabuk değiştirdi. شخصيتي|شخصيتي|تماما|أيضا|هذا|في هذا الوقت|القشرة|غيرت my personality|my character|exactly|also|this|time|shell| My personality and character changed exactly at this time. شخصيتي، وطباعي تغيرت تمامًا في هذا الوقت.

Sonrasında üniversiteye gittim ama annemin eteğinden بعد ذلك|إلى الجامعة|ذهبت|لكن|من والدتي|من ثوبها Afterwards|to university|I went|but|my mother's|from the hem of After that, I went to university, but I was still attached to my mother's apron. بعد ذلك ذهبت إلى الجامعة لكنني كنت لا أزال تحت جناح والدتي.

ayrılmadığım gerçeği hiçbir zaman değişmedi bu arada. لم أترك|الحقيقة|أبداً|وقت|لم تتغير|هذه|في هذه الأثناء I didn't leave|the fact|no|time|changed|this|in between the fact that I never left has never changed in the meantime. حقيقة أنني لم أتركها لم تتغير أبداً في هذه الأثناء.

Üniversiteye gittim, dört yıllık üniversiteyi إلى الجامعة|ذهبت|أربع|سنوية|الجامعة to university|I went|four|year|university I went to university, the four-year university ذهبت إلى الجامعة، وأنهيت الجامعة التي مدتها أربع سنوات

üç senede alelacele takdir teşekkürle bitirdim. ثلاث|سنوات|على عجل|تقدير|مع الشكر|أنهيت three|in years|hastily|with honors|with gratitude|I finished I finished in three years with honors. في ثلاث سنوات بامتياز.

Sanki ilerisini görmüş gibi televizyon bölümünün كما لو|المستقبل|رأى|مثل|التلفزيون|قسم As if|future|seen|like|television|department As if I could see the future, the television department's كما لو كنت قد رأيت المستقبل، قسم التلفزيون

yanı sıra bir de psikoloji okudum, mezun oldum, döndüm. إلى جانب|صف|واحد|أيضا|علم النفس|درست|تخرجت|أصبحت|عدت in addition|to|one|also|psychology|I studied|I graduated|I became|I returned I also studied psychology, graduated, and returned. بالإضافة إلى ذلك، درست علم النفس، وتخرجت، وعدت.

Bu hiçbir zaman okul sıralarını çok sevdiğim anlamına gelmesin, هذا|أبدا|وقت|مدرسة|صفوفك|كثيرا|أحببت|تعني|لا تجعلها This|ever|time|school|desks|very|I loved|meaning|should not come This should not mean that I have always loved school. لا يعني هذا أبدًا أنني أحببت مقاعد المدرسة كثيرًا,

çünkü sonrasındaki iş hayatım benim her zaman gerçeğim ve لأن|في حياتي بعد ذلك|عمل|حياتي|دائما|كل|وقت|حقيقته| because|subsequent|work|my life|my|every|always|reality|and Because my subsequent work life has always been my reality and لأن حياتي العملية بعد ذلك كانت دائمًا واقعي و

aslında hayat tarzım oldu. في الواقع|حياة|أسلوب حياتي|أصبح actually|life|my style|became actually my lifestyle. في الواقع، أصبحت أسلوب حياتي.

Yine küçükken annem beni bir gün Taksim Meydanı'na götürmüş, مرة أخرى|عندما كنت صغيرًا|أمي|لي|يومًا|يوم|تقسيم|إلى ساحة|أخذتني Again|when I was little|my mother|me|one|day|Taksim|to the Square|had taken When I was little, my mother took me to Taksim Square one day, مرة أخرى عندما كنت صغيرًا، أخذتني أمي إلى ميدان تقسيم،

el ele yolda yürüyoruz birlikte yoldan geçen bir deli üzerime tükürmüş. اليد|إلى اليد|في الطريق|نحن نمشي|معًا|من الطريق|الذي يمر|مجنونًا|مجنون|على|بصق hand|together|on the road|we walk|together|from the road|passing|a|crazy person|on me|spat we were walking hand in hand when a crazy person passing by spat on me. كنا نمشي معًا على الطريق، فبصق علينا مجنون يمر بجانبنا.

Annem tabii pimpirikli koşa koşa eve dönmüşüz, ||nervous|||| أمي|بالطبع|القلقة|جريًا|جريًا|إلى المنزل|عدنا My mom|of course|anxious|||home|we returned Of course, my mother, being anxious, rushed us home, بالطبع، كانت أمي قلقة، عدنا إلى المنزل مسرعين،

beş gün boyunca beni çiteleye çiteleye yıkamış, ||||schrubben|| خمسة|أيام|طوال|لي|فركًا|فركًا|غسلت five|days|for|me|scrubbing|scrubbing|had washed and for five days, she scrubbed me clean. وغسلتني لمدة خمسة أيام متتالية.

bu tabii ki benim 1999 yılında هذا|بالطبع|أن|لي|في السنة this|of course|particle|my|in the year this of course was my last time seeing بالطبع هذا كان في عام 1999

-NTV'de muhabir olarak işe başladığım yıla dek- في NTV|مراسل|ك|إلى العمل|الذي بدأت فيه|في السنة|حتى at NTV|reporter|as|to work|I started|to the year|until -until the year I started working as a reporter at NTV in 1999- -حتى السنة التي بدأت فيها العمل كمراسل في NTV-

Taksim Meydanı'nı son kez görüşüm oldu. تقسيم|ساحة|آخر|مرة|رأيي|كان Taksim|Square|last|time|meeting|was Taksim Square. كانت هذه آخر مرة رأيت فيها ميدان تقسيم.

Sonra 1999 yılında, NTV'de staj dönemi başladı ilk önce. ثم|في السنة|في NTV|تدريب|فترة|بدأ|أول|أولا Then|in the year|at NTV|internship|period|started|first|before Then in 1999, the internship period at NTV began first. ثم في عام 1999، بدأت فترة التدريب في NTV أولاً.

Kapıdan içeriye girdim; hangi bölüme girmeliyim, ne yapmalıyım diye… من الباب|إلى الداخل|دخلت|أي|قسم|يجب أن أدخل|ماذا|يجب أن أفعل|من أجل أن from the door|inside|I entered|which|department|should I enter|what|should I do|thinking I walked in through the door; I was wondering which department I should enter, what I should do... دخلت من الباب؛ أي قسم يجب أن أدخل، ماذا يجب أن أفعل...

Baktım işte kültür sanat bölümü, نظرت|ها هو|الثقافة|الفن|قسم I looked|here|culture|art|department I looked, there is the culture and arts department, نظرت، ها هو قسم الثقافة والفنون,

sanatlar, sanat dersleri, sergiler var, işte çokça konserler… Hiç bana göre değil. الفنون|الفن|الدروس|المعارض|يوجد|ها هي|كثيرًا|الحفلات|أبداً|لي|بالنسبة|ليس arts|art|classes|exhibitions|there are|well|many|concerts|never|to me|according to|not there are arts, art classes, exhibitions, and many concerts... None of it is for me. الفنون، دروس الفنون، هناك معارض، والكثير من الحفلات... هذا ليس لي على الإطلاق.

Ekonomi bölümüne gittim, rakamlarla aram hiçbir zaman çok iyi olmadı. |||mit Zahlen|||||| الاقتصاد|قسم|ذهبت|بالأرقام|علاقتي|أبداً|وقت|جيد||لم تكن Economics|department|I went|with numbers|relationship|never|time|very|good|was I went to the economics department, I have never been very good with numbers. ذهبت إلى قسم الاقتصاد، لم تكن علاقتي بالأرقام جيدة أبداً.

TEFE, TÜFE, kahvaltılı basın toplantıları… تيفي|توفي|مع الإفطار|الصحافة|الاجتماعات Wholesale Price Index|Consumer Price Index|with breakfast|press|conferences TEFE, CPI, breakfast press conferences… TEFE، TÜFE، مؤتمرات صحفية مع الإفطار…

Orası da beni çok sarmadı. Spor bölümüne geçtim. هناك|أيضا|لي|جدا|لم يثير اهتمامي|قسم الرياضة|إلى القسم|انتقلت That place|too|me|very|didn't engage|Sports|department|I switched That didn't really interest me much either. I switched to the sports section. لم يثير ذلك اهتمامي كثيرًا. انتقلت إلى قسم الرياضة.

İşte maçlar, skorlar… Yok burası da değil dedim. ها هي|المباريات|النتائج|لا|هنا|أيضا|ليس|قلت |matches|scores|No|this place|either|not|I said Here are the matches, scores… No, this isn't it either, I said. هنا المباريات، النتائج… لا، هذا ليس المكان أيضًا، قلت.

En son haber merkezine girdim, istihbarat bölümünde tam da kendimi buldum. |||||Nachrichtendienst||||| آخر|حديث|أخبار|إلى المركز|دخلت|قسم الاستخبارات|في القسم|تماما|أيضا|نفسي|وجدت The|last|news|to the center|I entered|intelligence|in the department|exactly|also|myself|I found Finally, I entered the news center, and I found myself exactly in the intelligence section. في النهاية دخلت إلى مركز الأخبار، ووجدت نفسي تمامًا في قسم الاستخبارات.

İçimdeki o; heyecan dolu, meraklı, araştırmacı, o soruşturmacı… في داخلي|ذلك|حماس|مليء|فضولي|باحث|ذلك|محقق |he|excitement|full|curious|investigative|he|inquisitive That part of me; excited, curious, investigative, that inquisitive one… ذلك الذي بداخلي؛ مليء بالإثارة، فضولي، باحث، ذلك المحقق...

Adrenalin tutkusunu sanıyorum en çok da bu الأدرينالين|شغفه|أعتقد|الأكثر|كثيرًا|أيضًا|هذا Adrenaline|passion|I think|the most|much|also|this I think the passion for adrenaline is most influenced by this. أعتقد أن شغف الأدرينالين هو الأكثر من هذا.

NTV'de altı yıl boyunca sahada geçirdiğim yıllar çokça besledi. في NTV|ستة|سنوات|طوال|في الميدان|التي قضيتها|سنوات|كثيرًا|غذتني at NTV|six|years|for|in the field|my spent|years|greatly|nourished The years I spent in the field at NTV for six years greatly nourished this. لقد غذت السنوات التي قضيتها في الميدان لمدة ست سنوات في NTV كثيرًا.

Yine o dönem Bayrampaşa Cezaevi'nde, F tipi cezaevlerini protestolar var. مرة أخرى|ذلك|فترة|بايرامباشا|في السجن|F|نوع|السجون|الاحتجاجات|كانت موجودة Again|that|period|Bayrampaşa|in Prison|F|type|prisons|protests|exist Again, during that period, there were protests against F-type prisons at Bayrampaşa Prison. مرة أخرى في تلك الفترة، كانت هناك احتجاجات في سجن بايرامباشا، سجون من النوع F.

Bayrampaşa Cezaevi'nde de protestolar var. بايرامباشا|في السجن|أيضا|الاحتجاجات|موجودة Bayrampaşa|in the prison|also|protests|there are There are protests at Bayrampaşa Prison. هناك احتجاجات أيضًا في سجن بايرامباشا.

Gece yarısı bir telefon çaldı, sanırsınız gizli göreve gidiyorum. في الليل|منتصف|هاتف|الهاتف|رن|ستظن|سري|إلى المهمة|أنا ذاهب Night|midnight|one|phone|rang|you would think|secret|mission|I am going A phone rang at midnight, you would think I'm going on a secret mission. رنين هاتف في منتصف الليل، كأنني ذاهب في مهمة سرية.

Parmak ucunda evden çıktığımı hatırlıyorum. إصبع|على أطراف|من المنزل|أنني خرجت|أتذكر Toe|on|from home|I left|I remember I remember leaving the house on tiptoe. أتذكر أنني خرجت من المنزل على أطراف أصابعي.

Çatışmalar, patlamalar… الاشتباكات|الانفجارات Conflicts|explosions Clashes, explosions... اشتباكات، انفجارات...

En son iki gün sonra tekrar eve döndüm. في|الأخير|يومين||بعد|مرة أخرى|إلى المنزل|عدت The|last|two|days|later|again|home|I returned I returned home again two days later. عدت إلى المنزل مرة أخرى بعد يومين.

Kısacası kitaplarda okuduğumuz, filmlerde seyrettiğimiz باختصار|في الكتب|التي قرأناها|في الأفلام|التي شاهدناها In short|in books|we read|in movies|we watched In short, I wanted to touch upon the lives we read about in books and watch in movies. باختصار، ما قرأناه في الكتب، وما شاهدناه في الأفلام

o hayatlara değmek dokunmak istedim. تلك|الحياة|لمس|لمس|أردت those|lives|to touch|to reach|I wanted That's why you need to be right in the middle of the kitchen. أردت أن ألمس تلك الحياة.

Bu yüzden de hani mutfağın tam da ortasında olmanız lazım. هذا|السبب|أيضا|كما|المطبخ|تمامًا|أيضا|في الوسط|يجب أن تكونوا|ضروري This|reason|too|you know|kitchen|exactly|also|in the middle|you should be|necessary So you have to be right in the middle of the kitchen. لهذا السبب، يجب أن تكون في وسط المطبخ تمامًا.

Muhabirlik de bu işin mutfağıdır. Journalismus|||| الصحافة|أيضا|هذه|العمل|مطبخها Journalism|too|this|job's|is the kitchen Journalism is also the kitchen of this job. الصحافة هي مطبخ هذا العمل.

O yüzden o yemeğin mutlaka biraz tuzunu ekmeniz lazım ذلك|لذلك|تلك|الوجبة|بالتأكيد|قليلا|ملحها|إضافتك|ضروري That|is why|that|meal|definitely|a little|its salt|you should add|necessary That's why you definitely need to add a bit of salt to that dish. لذلك يجب عليك بالتأكيد إضافة بعض الملح إلى تلك الوجبة.

ve hatta iki tas da kavurmanız lazım. و|حتى|اثنين|وعاء|أيضا|قليلا من القلي|ضروري and|even|two|bowl|also|you need to fry|necessary And you even need to roast it twice. وحتى يجب عليك قليها في وعاءين.

Çünkü yaşamadan anlatılmıyor, anlatılsa da gerçekçi olmuyor. لأن|بدون تجربة|لا يمكن الشرح|حتى لو تم الشرح|لكن|واقعي|لا يصبح Because|without living|it is not explained|if it were explained|also|realistic|it is not Because it can't be explained without experiencing it, and even if it is explained, it doesn't feel realistic. لأنه لا يمكن وصفه دون تجربة، حتى لو تم وصفه، فإنه لا يكون واقعياً.

O yüzden bugün genel yayın yönetmeni olsam da ذلك|السبب|اليوم|العام|النشر|المدير|لو كنت|أيضا that|reason|today|general|publication|editor|I were|too That's why even if I am the editor-in-chief today, لذلك حتى لو كنت اليوم رئيس تحرير

muhabir olarak kalmam, hep bu yüzden. مراسل|ك|لن أبقى|دائما|هذا|السبب reporter|as|my staying|always|this|reason I won't remain a reporter, always for this reason. لن أبقى مراسلاً، دائماً لهذا السبب.

Çatışmalar, sorgular hepsi bir yana dursun. الصراعات|الاستجوابات|كلها|واحد|جانب|لتقف Conflicts|inquiries|all|one|aside|may remain Conflicts, inquiries, all aside. الصراعات، الاستجوابات كلها جانباً.

Sanıyorum duygusallık boyutumu en çok da kol mesafesinde أعتقد|العاطفية|بعدي|الأكثر|جدا|أيضا|الذراع|على مسافة I think|emotionality|my dimension|most|very|also|arm|at a distance I think my emotional dimension is most at arm's length. أعتقد أن بعدي العاطفي هو الأكثر قرباً.

gördüğüm iki yüzün üzerinde cesette test ettim. |||||prüfen| التي رأيتها|اثنين|وجهك|على|الجثة|| I saw|two|faces|on|corpses|tested|I I tested on over two hundred corpses that I saw. لقد اختبرت على أكثر من مئتي جثة رأيتها.

O dönem nişanlanıyorum. ذلك|الفترة|أتعهد I|period|am getting engaged At that time, I am getting engaged. في تلك الفترة كنت مخطوبة.

Üzeyir Garih, bizim aile dostumuz nişana katıldı. |Garih (proper name)||||| أوزير|غاريح|عائلتنا|عائلة|صديقنا|الخطوبة|حضر Üzeyir|Garih|our|family|friend|engagement|attended Üzeyir Garih, our family friend, attended the engagement. أوزير غاريه، صديق عائلتنا، حضر الخطوبة.

Bir hafta sonra ben de haber merkezinde oturuyorum, واحد|أسبوع|بعد|أنا|أيضا|أخبار|في المركز|أجلس A|week|later|I|also|news|in the center|will be sitting A week later, I am sitting in the news center, بعد أسبوع كنت أيضًا جالسًا في مركز الأخبار,

polis telsizinden bir anons… |vom Funkgerät|| الشرطة|من جهاز اللاسلكي|إعلان|إعلان police|from the radio|a|announcement an announcement over the police radio… إعلان عبر جهاز اللاسلكي للشرطة...

O dönem polis telsizi dinlerdik, kodları hâlâ ezbere bilirim. ذلك|الفترة|الشرطة|جهاز اللاسلكي|كنا نستمع|الرموز|لا زلت|عن ظهر قلب|أعرف That|period|police|radio|we used to listen|codes|still|by heart|I know At that time, we used to listen to the police radio, I can still recite the codes by heart. في ذلك الوقت كنا نستمع إلى جهاز اللاسلكي للشرطة، لا زلت أعرف الرموز عن ظهر قلب.

[POLİS TELSİZİ] “Üzeyir Garih, Piyer Loti Mezarlığı'nda öldürüldü.” الشرطة|جهاز اللاسلكي|أوزير|غاريح|بيير|لوتي|في مقبرة|قُتل ||Üzeyir|Garih|Pierre|Loti|in the cemetery|was killed [POLICE RADIO] "Üzeyir Garih was killed in Pierre Loti Cemetery." [جهاز اللاسلكي للشرطة] "أوزير غاريه، قُتل في مقبرة بيير لوتي."

Olabilir mi acaba dedim, gerçek olabilir mi? يمكن أن يكون|هل|ربما|قلت|حقيقي|يمكن أن يكون|هل Could it be|question particle|I wonder|I said|real|could be|question particle Could it be, I wondered, could it be real? هل يمكن أن يكون ذلك؟ تساءلت، هل يمكن أن يكون حقيقياً؟

Koşa koşa gittim olay yerine. بسرعة|بسرعة|ذهبت|الحدث|إلى مكانه Running|running|I went|incident|to the place I ran to the scene. ركضت بسرعة إلى مكان الحادث.

Baktım, gerçekten o. Kanlar içinde yatıyor. نظرت|حقًا|هو|دماء|في|ملقى I looked|really|him|blood|in|is lying I looked, it was really him. He was lying in a pool of blood. نظرت، إنه حقًا هو. كان ملقى في بركة من الدم.

Çok üzüldüm, saatlerce ağladığımı hatırlıyorum. جدًا|حزنت|لساعات|أنني بكيت|أتذكر very|I was sad|for hours|that I cried|I remember I was very sad, I remember crying for hours. شعرت بالحزن الشديد، وأتذكر أنني بكيت لساعات.

Bütün bu olayı takip ettim. كل|هذا|الحدث|متابعة|قمت All|this|event|followed|I I followed this whole event. تابعت كل هذه الحادثة.

Katil yakalandı, duruşmalar başladı Fatih Adliyesi'nde. القاتل|تم القبض عليه|المحاكمات|بدأت|فاتيح|في المحكمة The murderer|was caught|trials|began|Fatih|in the courthouse The killer was caught, and the trials began at the Fatih Courthouse. تم القبض على القاتل، وبدأت المحاكمات في محكمة فاتيح.

Tek tek bütün o duruşmaların hepsine katıldım ve adam dedi ki: واحد|واحد|جميع|تلك|المحاكمات|كلها|حضرت|و|الرجل|قال|أن One|by one|all|that|hearings|to all|I attended|and|the man|said|that I attended all of those trials one by one, and the man said: حضرت جميع تلك المحاكمات واحدة تلو الأخرى، وقال الرجل:

“Ben aslında sadece yaralamıştım. Aşağıdan 'yardım, yardım' diye أنا|في الحقيقة|فقط|كنت قد جرحته|من الأسفل|النجدة|النجدة|قائلًا I|actually|only|had injured|From below|help|help|saying "I actually only injured him. When he was screaming 'help, help' from below, "في الحقيقة، كنت قد أصبت فقط. عندما صرخ من الأسفل 'مساعدة، مساعدة'

bağırdığında tekrar yukarıya çıktım ve öldürdüm” dedi. |مرة أخرى|إلى الأعلى|خرجت|و|قتلت| when he shouted|again|upstairs|I went out|and|I killed|he said I went back up and killed him," he said. عدت إلى الأعلى وقتلته".

Acaba dedim mümkün olabilir mi, şüphecilik işte. هل|قلت|ممكن|يمكن أن يكون|هل|الشك|هذا هو I wonder|I said|possible|could be|question particle|skepticism|that's it I wondered if it could be possible, that's skepticism. تساءلت، هل يمكن أن يكون ذلك ممكنًا، هذه هي الشكوك.

Gittim Piyer Loti Mezarlığı'na bir kum saati koydum aşağıya, ذهبت|بيير|لوتي|إلى المقبرة|ساعة|رمل|الساعة|وضعت|إلى الأسفل I went|Pierre|Loti|to the cemetery|a|sand|hourglass|I placed|down I went to Pierre Loti Cemetery and placed an hourglass down, ذهبت إلى مقبرة بيير لوتي وضعت ساعة رملية في الأسفل,

bütün o merdivenleri indim çıktım. كل|تلك|السلالم|نزلت|صعدت all|that|stairs|I went down| I went up and down all those stairs. نزلت وصعدت كل تلك السلالم.

Acaba bu kadar kısa sürede öldürmüş olabilir mi diye. هل|هذا|بقدر|قصير|في الوقت|قتل|يمكن أن يكون|هل|من أجل أن I wonder|this|so much|short|in time|could have killed|could be|question particle|saying I wondered if he could have killed in such a short time. تساءلت، هل يمكن أن يكون قد قُتل في هذه الفترة القصيرة.

Velhasıl bunun gibi çok olay yaşadım. خلاصة|هذا|مثل|كثير|حدث|عشت in short|this|like|many|events|I experienced In short, I have experienced many events like this. بالمختصر، لقد عشت العديد من الأحداث مثل هذا.

Kendi alanlarında lider olabilme potansiyeline sahip kişilerin seçildiği, |ihren Bereichen|||||| الخاصة بهم|في مجالاتهم|قائد|القدرة على أن تكون|الإمكانية|يمتلك|الأشخاص الذين|تم اختيارهم Their own|in their fields|leader|to be|potential|having|individuals|are selected People who have the potential to be leaders in their fields were selected, تم اختيار الأشخاص الذين لديهم القدرة على أن يكونوا قادة في مجالاتهم,

Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın bir programı vardı bir buçuk ay süren. الأمريكية|الخارجية|وزارة|واحد|برنامج|كان|واحد|ونصف|شهر|الذي استمر American|State|Department's|a|program|existed|a|half|month|lasting There was a program by the U.S. Department of State that lasted for a month and a half. كان هناك برنامج لوزارة الخارجية الأمريكية استمر لمدة شهر ونصف.

Ben de buna davetliydim. أنا|أيضا|لهذا|كنت مدعواً I|also|to this|was invited I was also invited to this. كنت مدعوًا أيضًا لهذا.

Pentagon, Beyaz Saray gezilerinin de içerildiği bir program. البنتاغون|الأبيض|البيت|رحلاتهم|أيضا|التي تضمنت|برنامج|برنامج Pentagon|White|House|of the trips|also|included|a|program A program that includes visits to the Pentagon and the White House. برنامج يتضمن زيارات إلى البنتاغون والبيت الأبيض.

O dönem Margaret Thatcher, Süleyman Demirel… تلك|الفترة|مارجريت|تاتشر|سليمان|ديميريل That|period|Margaret|Thatcher|Süleyman|Demirel At that time, Margaret Thatcher, Süleyman Demirel... في ذلك الوقت كانت مارجريت تاتشر، سليمان ديميريل...

Hepsi gençliklerinde katılmış. جميعهم|في شبابهم|شاركوا They all|in their youth|participated They all participated in their youth. جميعهم شاركوا في شبابهم.

O yılda programa davet edilen tek Türk'tüm. تلك|السنة|البرنامج|دعوة|المدعوين|الوحيد|كنت تركيًا That|year|to the program|invited|was|only|I was Turk I was the only Turkish person invited to the program that year. كنت التركي الوحيد المدعو في ذلك العام.

Nereden bilebilirdim ki yıllar sonra meslek hayatımda من أين|كنت سأعرف|أن|السنوات|بعد|المهنة|في حياتي from where|I could have known|that|years|later|profession|in my life How could I have known that years later in my professional life من أين كنت سأعرف أنه بعد سنوات في حياتي المهنية

sırf bu programa katıldım diye ajanlıkla suçlanacağımı… فقط|هذا|البرنامج|انضممت|لأن|بالتجسس|سأُتهم just|this|program|I participated|for|with espionage|I would be accused I would be accused of espionage just for participating in this program... سأُتهم بالتجسس لمجرد أنني شاركت في هذا البرنامج...

On dokuz yılı aşkın meslek hayatımda çok şey oldum aslında. تسعة|عشر|سنوات|أكثر من|المهنة|في حياتي|كثير|أشياء|أصبحت|في الواقع In|nine|years|over|professional|in my life|many|things|I became|actually In my more than nineteen years of professional life, I have actually become many things. في أكثر من تسعة عشر عامًا من حياتي المهنية، كنت في الواقع أشياء كثيرة.

Ergenekoncu oldum, yandaş oldum. Ergenekon-Anhänger||supporter| من أتباع إرجينكون|أصبحت|مؤيد|أصبحت supporter of Ergenekon|I became|ally|I became I became a supporter of Ergenekon, I became an ally. كنت من أنصار إرجينكون، وكنت مؤيدًا.

Kendi ülkemin şu bayrağını takıyorum diye -hani bilirsiniz Amerikalılar, بلدي|وطني|هذا|علمي|أضعه|لأن|كما|تعرفون|الأمريكيون my own|country's|that|flag|I wear|saying|you know|you know|Americans I wear the flag of my own country - you know how Americans, أضع علم بلدي هذا - كما تعلمون الأمريكيين,

üzerlerine Amerikan bayrağından tişört, üzerine şort giyerler- على أنفسهم|الأمريكي|من علم|قميص|على|شورت|يرتدون they wear on themselves|American|from the flag|t-shirt|on top of|shorts|they wear wear t-shirts with the American flag and shorts - يرتدون قمصان تحمل علم أمريكا، ويرتدون شورتات -

ben kendi ülkemin ay yıldızlı bayrağını taktım diye أنا|بلدي|وطني|هلال|ذو نجمة|علمي|أضعه|لأن I|my|country's|moon|starry|flag|wore|because just because I wore the star and crescent flag of my own country, لأنني وضعت علم بلدي ذو النجمة والهلال

bu ülkede ırkçı, faşist bile oldum. ||racist||| هذه|في هذا البلد|عنصري|فاشي|حتى|أصبحت this|in the country|racist|fascist|even|I became I became a racist, fascist in this country. أصبحت في هذا البلد عنصريًا وفاشيًا.

Galiba kadın olunca hedef olmak da bir o kadar kolay oluyor ve |||Ziel sein|||||||| يبدو أن|المرأة|عندما تصبح|هدف|أن تكون|أيضا|واحد|ذلك|بقدر|سهل|يصبح|و Apparently|woman|when|target|to be|also|one|that|as much|easy|becomes|and It seems that being a woman makes it just as easy to become a target and يبدو أنه عندما تكون امرأة، يصبح من السهل أن تكون هدفًا أيضًا و

doğrudur Türkiye'de kadın olmak kolay değil. صحيح|في تركيا|المرأة|أن تكون|سهل|ليس it is true|in Turkey|woman|to be|easy|not it is true that being a woman in Turkey is not easy. هذا صحيح، أن تكون امرأة في تركيا ليس بالأمر السهل.

Çünkü erkek egemen bir medyada mücadele ediyoruz, çalışıyoruz hepimiz. لأن|الذكر|المسيطر|واحد|في الإعلام|النضال|نحن نقوم|نحن نعمل|جميعنا Because|male|dominant|a|in media|struggle|we are|we work|all of us Because we are fighting in a male-dominated media, we are all working. لأننا نكافح في وسائل إعلام يهيمن عليها الرجال، نحن نعمل جميعًا.

Mesela 1 Mayıs hiç unutmam, İşçi Bayramı. على سبيل المثال|مايو|أبدا|لا أنسى|عمال|عيد For example|May|never|I forget||Holiday For example, I will never forget May 1st, Labor Day. على سبيل المثال، لا أنسى 1 مايو، عيد العمال.

Biz de o zaman hep beraber bütün meslektaşlarla beraber çekime gittik. نحن|أيضا|ذلك|الوقت|دائما|مع|كل|الزملاء|مع|التصوير|ذهبنا We|also|that|time|always|together|all|with colleagues|together|to the shoot|went At that time, we all went to the shoot together with all the colleagues. ذهبنا جميعًا مع جميع الزملاء إلى التصوير في ذلك الوقت.

O meşhur Perpa Köprüsü'nün üzerinde bir hatıra fotoğrafı çekiyoruz; ذلك|الشهير|بيربا|جسر|على|صورة|تذكار||نحن نلتقط That|famous|Perpa|Bridge|on|a|souvenir|photo|we take We are taking a souvenir photo on that famous Perpa Bridge; نلتقط صورة تذكارية على جسر بيربا الشهير؛

resme baktım 22 yaşındaki bir ben الصورة|نظرت|في سن|أنا| the picture|I looked|year old|a|me I looked at the picture, it's a 22-year-old me نظرت إلى الصورة، كان هناك أنا في سن 22.

ve bir kadın meslektaşım daha sadece iki kişiyiz. و|زميلة|||أيضا|فقط|شخصين|نحن and|one|female|my colleague|more|only|two|we are people and just one female colleague, we are only two. وكنا فقط شخصين، أنا وزميلتي.

Yine geçen hafta, sanıyorum önceki haftaydı. مرة أخرى|الماضية|الأسبوع|أعتقد|السابق|كان الأسبوع Again|last|week|I think|previous|was week Again last week, I think it was the week before. مرة أخرى الأسبوع الماضي، أعتقد أنه كان الأسبوع الذي قبله.

Çankaya Köşkü'ne, başbakan televizyonların ve تشانكايا|إلى القصر|رئيس الوزراء|التلفزيونات|و Çankaya|to the Presidential Residence|prime minister|of the televisions|and The Prime Minister called the general editors of television and استدعى رئيس الوزراء مديري القنوات التلفزيونية و

gazetelerin genel yayın yönetmenlerini çağırdı. newspapers|general|publication|editors|called newspapers to the Çankaya Mansion. الصحف.

Hep birlikte gittik, üşenmedim saydım. جميعا|معًا|ذهبنا|لم أتكاسل|عدت Always|together|we went|I didn't hesitate|I counted We all went together, I didn't hesitate to count. ذهبنا جميعًا، ولم أتكاسل في العد.

Masada 43 kişi, sadece ikisi kadın, biri de ben. على الطاولة|شخص|فقط|اثنان|امرأة|واحد|أيضا|أنا At Masada|people|only|two|women|one|also|I There are 43 people at the table, only two of them are women, and one of them is me. على الطاولة 43 شخصًا، اثنان فقط منهم نساء، وأنا واحد منهم.

Ne demek istediğimi aslında çok güzel ortaya koyan bir tablo bu. ما|يعني|أردت|في الواقع|جدا|جميل|إلى السطح|يضع|لوحة||هذه What|to mean|I want|actually|very|beautifully|out|putting|a|table|this This is a table that beautifully illustrates what I mean. هذه صورة تعبر بشكل جميل عما أعنيه.

Çünkü sanıyorum bu erkek egemen medyada o kadar çalıştık لأن|أعتقد|هذه|ذكوري|مهيمن|في الإعلام|ذلك|جدا|عملنا Because|I think|this|male|dominant|in the media|that|much|we worked Because I think we have worked so hard in this male-dominated media. لأنني أعتقد أننا عملنا بجد في هذه الوسائل الإعلامية الذكورية.

çabaladık ki kadınlara pozitif ayrımcılığı hep كافحنا|حتى|للنساء|إيجابي|التمييز|دائما we tried|so that|to women|positive|discrimination|always We have strived so much that positive discrimination for women has always been... لقد بذلنا جهدًا كبيرًا بحيث كانت التمييز الإيجابي للنساء دائمًا.

kendi haber merkezimde bilinçaltında uyguladım. |||unterbewusst| خاصتي|أخبار|في مركز|في اللاوعي|طبقت my|news|center|subconsciously|I applied I applied it subconsciously in my own news center. طبقت ذلك في مركز الأخبار الخاص بي في اللاوعي.

O yüzden bugün İstanbul Haber Müdürü'nden, Ankara Haber Müdürü'ne; لذلك|بسبب|اليوم|إسطنبول|أخبار|من رئيس التحرير|أنقرة||إلى رئيس التحرير That|reason|today||News|from the Editor-in-Chief|Ankara|News|to the Editor-in-Chief That's why today I handed over everything from the Istanbul News Director to the Ankara News Director; لذلك اليوم من رئيس تحرير أخبار إسطنبول إلى رئيس تحرير أخبار أنقرة؛

Yurt Haber Editörü'nden, Dış Haber Editörü'ne محلي|أخبار|من المحرر|خارجي||إلى المحرر Domestic|News|from the Editor|Foreign|News|to the Editor from the Domestic News Editor to the Foreign News Editor. من محرر الأخبار المحلية إلى محرر الأخبار الخارجية.

tamamını kadınlara teslim ettim. جميعها|إلى النساء|| all of it|to the women|I delivered|I did I entrusted it all to women. سلمت كل ذلك للنساء.

Erkekler yerer gibi olmasın ama kadınların gözüne ve kalbine çok güveniyorum. الرجال|يأكلون|مثل|لا يكونوا|لكن|النساء|إلى عيونهم|و|إلى قلوبهم|كثيرًا|أثق Men|eat|like|should not be|but|women's|eye|and|heart|very|I trust Men shouldn't seem like they are devouring, but I have a lot of trust in women's eyes and hearts. لا ينبغي أن يبدو الرجال وكأنهم يأكلون، لكنني أثق كثيرًا في عيون وقلوب النساء.

Yaptığımız iş de zaten kalp işi, aşkla yapıyoruz العمل الذي نقوم به|عمل|أيضًا|بالفعل|قلب|عمل|بحب|نقوم به The work we do|work|also|already|heart|job|with love|we do What we do is already a matter of the heart, we do it with love. العمل الذي نقوم به هو عمل قلبي، نقوم به بحب.

biz yaptığımız işi, tutkuyla yapıyoruz. نحن|العمل الذي نقوم به|عمل|بشغف|نقوم به we|our|work|with passion|do We do our work with passion. نحن نقوم بعملنا بشغف.

Aksi hâlde zaten yaptığınız işten de hayır gelmiyor. خلاف ذلك|في الحالة|بالفعل|العمل الذي تقومون به|من العمل|أيضًا|خير|لا يأتي Otherwise|in that case|already|your|work|also|benefit|is coming Otherwise, you won't get any good from the work you do. بخلاف ذلك، لن يأتي أي خير من العمل الذي تقوم به.

Mekanik değiliz tabii ki, elbette o büyülü ekranın camın etrafında ميكانيكي|لسنا|بالطبع|أن|بالتأكيد|تلك|السحري|الشاشة|الزجاج|حولها Mechanical|we are not|of course|that|certainly|that|magical|screen|glass|around We are not mechanical, of course, certainly around the glass of that magical screen. بالطبع نحن لسنا ميكانيكيين، بالتأكيد تلك الشاشة السحرية حول الزجاج

en fazla da biz hırpalanıyoruz ve insan çok travmatik olaylara ||||wir werden ramponiert||||| أكثر|كثير|أيضا|نحن|نتعرض للتعب|و|الإنسان|كثير|صادمة|للأحداث at most|much|too|we|are worn out|and|people|very|traumatic|to events At most, we are the ones getting worn out, and when a person is the scene of many traumatic events, نحن نتعرض لأقصى حد من التآكل، وعندما يكون الإنسان مسرحًا لعديد من الأحداث الصادمة

sahne olunca sanıyorum kırılma noktaları da bir o kadar fazla oluyor. مشهد|عندما يحدث|أعتقد|نقطة الانكسار|النقاط|أيضا|واحدة|تلك|بقدر|كثير|يحدث stage|when|I think|breaking|points|also|one|that|much|many|are I think the breaking points are just as numerous. أعتقد أن نقاط الانكسار تكون أكثر بكثير.

Benimkilerden biri Mehmet. من بين أصدقائي|واحد|محمد from my family|one|Mehmet One of mine is Mehmet. أحدهم هو محمد.

Mehmet 7 yaşında, annesiyle babası boşanmak üzereler, محمد|في السابعة من عمره|مع والدته|ووالده|الطلاق|على وشك Mehmet|years old|with his mother|his father|to divorce| Mehmet is 7 years old, his parents are about to get divorced, محمد عمره 7 سنوات، ووالداه على وشك الطلاق,

velayet davası görülüyor. Sorgerecht|| حضانة|قضية|تُنظر custody|case|is being heard a custody case is being heard. تُعقد قضية الحضانة.

Annesi Kur'an kursu hocası, babası İmam والدته|القرآن|دورة|معلم|ووالده|إمام His mother|Quran|course|teacher|His father| His mother is a Quran course teacher, his father is an Imam والدته معلمة في دورة القرآن، ووالده إمام

ve babası bu kararın ardından farklı bir şehirde yaşamaya karar veriyor. و|والده|هذا|القرار|بعد ذلك|مختلف|مدينة||للعيش|قرار|يتخذ and|his father|this|decision|after|different|one|in a city|to live|decision|he makes and after this decision, his father decides to live in a different city. وبعد هذا القرار، قرر والده العيش في مدينة مختلفة.

Biz de bu duruşmayı takip ediyoruz ve doğal olarak Mehmet'in de |||the trial||||||| نحن|أيضا|هذه|المحاكمة|متابعة|نحن نتابع|و|طبيعي|بطبيعة الحال|محمد|أيضا We|also|this|trial|follow|are|and|naturally|as|Mehmet's|also We are also following this trial and naturally, the court is giving custody to Mehmet's mother because he is underage. نحن أيضًا نتابع هذه المحاكمة ومن الطبيعي أن يمنح المحكمة الوصاية لوالدته.

yaşı küçük olduğundan velayetini annesine veriyor mahkeme. عمره|صغير|لأنه|حضانته|إلى والدته|يمنح|المحكمة age|minor|because|custody|to his mother|gives|court After that, he starts living with his mother. لأن عمره صغير.

Sonrasında annesiyle kalmaya başlıyor. بعد ذلك|مع والدته|البقاء|يبدأ Afterwards|with his mother|to stay|begins The child, of course, has accidents. بعد ذلك يبدأ بالعيش مع والدته.

Çocuk tabii, altına kaçırıyor. الطفل|بالطبع|إلى أسفل|يتبول The child|of course|to himself|urinates بالطبع، الطفل يتبول على نفسه.

Annesi döve döve komalık ediyor Mehmet'i. |||komatös|| والدته|ضربا|ضربا|إلى المستشفى|يذهب|محمد His mother|beating|beating|unconscious|makes|Mehmet His mother is beating Mehmet until he becomes unconscious. أمه تضرب محمد حتى يفقد الوعي.

Buz gibi bir betonun üzerine koyuyor, ثلج|مثل|واحد|الخرسانة|على|يضع Ice|like|a|concrete|on|puts She puts him on a freezing cold concrete, تضعه على خرسانة مثلجة,

sabaha kadar orada bekletiyor. صباحا|حتى|هناك|يبقي until morning|for|there|keeps waiting and keeps him there until morning. وتتركه هناك حتى الصباح.

Korkusundan hastaneye bile kaldırmıyor. من خوفه|إلى المستشفى|حتى|لا يأخذ From fear|to the hospital|even|doesn't take Out of fear, she doesn't even take him to the hospital. من خوفها، لا تأخذه حتى إلى المستشفى.

Sonra anneanne geliyor sabaha karşı, ne yaptın sen buna diyor. ثم|الجدة|تأتي|صباحا|نحو|ماذا|فعلت|أنت|له|تقول Then|grandmother|comes|in the morning|against|what|did you do|you|to this|says Then grandmother comes in the early morning, saying, 'What have you done to this?' ثم تأتي الجدة في الصباح الباكر، تقول: ماذا فعلت بهذا؟

İşte böyle böyle diyor, alıyorlar hastaneye gidiyorlar. ها هي|هكذا|هكذا|تقول|يأخذونهم|إلى المستشفى|يذهبون |like this|like this|he/she says|they take|to the hospital|they go They say, 'This is how it is,' and they take him to the hospital. تقول: هكذا وهكذا، يأخذونهم إلى المستشفى.

Bir hafta boyunca ölümle yaşam arasında mücadele ediyor, أسبوع|أسبوع|طوال|مع الموت|الحياة|بين|صراع|يقوم A|week|for|with death|life|between|struggle|he/she/it fights For a week, he struggles between life and death, يقاتل بين الحياة والموت لمدة أسبوع,

hayatta kalmaya çalışıyor ama maalesef في الحياة|للبقاء|يعمل|لكن|للأسف in life|to survive|tries|but|unfortunately trying to survive, but unfortunately, يحاول البقاء على قيد الحياة لكن للأسف

yedi yaşında veda ediyor bu hayata Mehmet. سبع|في سن|وداع|يفعل|هذه|الحياة|محمد seven|years old|bids farewell|he does|this|to life|Mehmet Mehmet is saying goodbye to this life at the age of seven. يودع محمد هذه الحياة في السابعة من عمره.

Sonrasında Mehmet'in babası, çokça etkileyen bir olaydır beni. بعد ذلك|محمد|والده|كثيرًا|المؤثر|حدث|هو حدث|لي Afterwards|Mehmet's|father|greatly|affecting|one|event|me Afterwards, Mehmet's father is a very impactful event for me. بعد ذلك، كان والد محمد حدثًا يؤثر علي كثيرًا.

Çünkü aklımda hep şu görüntü kaldı: لأن|في ذهني|دائمًا|هذه|الصورة|بقيت Because|in my mind|always|that|image|remained Because this image has always remained in my mind: لأن هذه الصورة ظلت دائمًا في ذهني:

O velayet davasında annesinin kucağında Mehmet, ağlıyor في|الحضانة|في القضية|والدته|في حضنها|محمد|يبكي He|custody|in the trial|his mother's|in her arms|Mehmet|is crying In that custody case, Mehmet is crying in his mother's arms. في قضية الحضانة، محمد في حضن والدته، يبكي.

“Baba beni anneme bırakma, beni çok dövüyor.” diye. أبي|لي|أمي|لا تتركني|لي|كثيرًا|يضربني|قائلًا Dad|me|to my mom|don't leave|me|very|hits| "Dad, don't leave me with my mom, she beats me a lot." "أبي لا تتركني مع أمي، إنها تضربني كثيرًا."

Annesi de cimcikliyor Mehmet'i, daha fazla bağırmasın diye. أمه|أيضًا|تعضه|محمد|أكثر|كثيرًا|لا يصيح|قائلًا His mother|also|pinches|Mehmet|more|loudly|he shouts|so His mother is also pinching Mehmet, so he won't scream anymore. وأمه أيضًا تعضه، حتى لا يصرخ أكثر.

O haykırışları bir ay boyunca gitmedi benim rüyalarımdan. تلك|الصرخات|شهر||طوال|لم تذهب|إلى أحلامي|من That|screams|one|month|throughout|did not leave|my|from dreams Those screams didn't leave my dreams for a month. لم تذهب تلك الصرخات من أحلامي لمدة شهر.

Sonrasında haber bitti, duruşma süreci oldu. بعد ذلك|الخبر|انتهى|المحاكمة|العملية|حدث Afterwards|news|ended|trial|process|occurred After that, the news ended, and the trial process began. بعد ذلك انتهت الأخبار، وبدأت عملية المحاكمة.

Ben de haber sonrasında bir yorum yaptım. أنا|أيضا|خبر|بعد ذلك|تعليق|تعليق|قمت بكتابة I|also|news|after|a|comment|made I also made a comment after the news. لقد قمت أيضًا بكتابة تعليق بعد الخبر.

İsyanım, öz annesi tarafından öldürülüp üstelik mein Aufstand||||| ثورتي|الحقيقي|والدتها|على يد|تم قتلها|بالإضافة إلى |biological|mother|by|killed|moreover My rebellion was against the fact that she was killed by her own mother and moreover, ثورتي، لأنها قُتلت على يد والدتها البيولوجية، بالإضافة إلى ذلك

pişmanlık nedeniyle cezasının indirilmesineydi. الندم|بسبب|عقوبتها|كانت تخفيضها remorse|due to|his punishment|was to be reduced her sentence was reduced due to remorse. كان بسبب تخفيف العقوبة بسبب الندم.

Bir yorum yaptım. تعليق|تعليق|قمت بكتابة I|comment|made I made a comment. لقد كتبت تعليقًا.

Neyse haberler bitti, telefon çaldı santralden arıyorlar. |||||von der Zentrale| على أي حال|الأخبار|انتهت|الهاتف|رن|من المركز|يتصلون Anyway|news|are over|phone|rang|from the switchboard|they are calling Anyway, the news is over, the phone rang, they are calling from the switchboard. على أي حال، انتهت الأخبار، رن الهاتف، إنهم يتصلون من المركز.

Mehmet'in babası arıyor dediler, o anda kafam karıştı. ابن محمد|والده|يتصل|قالوا|في تلك|اللحظة|رأسي|اختلط Mehmet's|father|is calling|they said|that|moment|my mind|got confused They said Mehmet's father is calling, at that moment my mind got confused. قالوا إن والد محمد يتصل، في تلك اللحظة اختلطت أفكاري.

“Kim? Mehmet? Tabii bağlayın” dedim. من|محمد|بالطبع|اتصلوا به|قلت Who|Mehmet|Of course|connect them|I said "Who? Mehmet? Of course, connect me," I said. "من؟ محمد؟ بالطبع، اتصلوا به" قلت.

“Merhabalar ben Mehmet'in babasıyım. مرحبا|أنا|ابن محمد|أنا والده Hello|I|Mehmet's|am his father "Hello, I am Mehmet's father." "مرحبًا، أنا والد محمد."

Ben küçücük yaşında çok almaya uğraştım oğlumu. أنا|صغير جداً|في سني|كثيراً|الحصول على|حاولت|ابني I|very little|at age|very|to take|tried|my son I tried very hard to get my son when I was very young. لقد حاولت كثيرًا أن أحصل على ابني في سن صغيرة.

Oğluma kavuşmaya çalıştım ama mahkeme izin vermedi” dedi. إلى ابني|الوصول إلى|حاولت|لكن|المحكمة|إذن|لم تعطي| to my son|to reunite|I tried|but|the court|permission|did not give|he said I tried to reunite with my son, but the court did not allow it,” she said. قال: "حاولت أن ألتقي بابني لكن المحكمة لم تسمح بذلك."

“Ben bu hayatta tutamadım Mehmet'i ama siz أنا|هذه|في الحياة|لم أستطع أن أحتفظ بـ|بمحمد|لكن|أنتم I|this|in life|couldn't hold|Mehmet|but|you “I couldn't hold on to Mehmet in this life, but you "لم أستطع الاحتفاظ بمحمد في هذه الحياة، لكنكم

sözlerinizle bir nebze olsun benim içimi ferahlattınız. İyi ki varsınız!” dedi. ||ein wenig|||||||| بكلماتكم|قليلاً|جزء|على الأقل|لي|قلبي|قد أرحتموني|جيد|أن|أنتم موجودون| with your words|a|little|at least|my|inner self|you relieved||that|you exist|said have somewhat eased my heart with your words. I'm glad you exist!” she said. بكلماتكم خففتم قليلاً من آلامي. أنتم موجودون، وهذا جيد!" قال.

O günden beri her bayramda, her kandilde arar beni Mehmet'in babası. هو|من ذلك اليوم|فصاعدًا|كل|عيد|كل|ليلة|يتصل|بي|محمد|والد That|day|since|every|holiday|every|Kandil|calls|me|Mehmet's|father Since that day, every holiday and every candlelit night, Mehmet's father calls me. منذ ذلك اليوم، يتصل بي والد محمد في كل عيد، وفي كل ليلة مقدسة.

Mehmet'in babasını hiç tanımıyorum ama محمد|والده|أبدًا|لا أعرف|لكن Mehmet's|father|ever|I don't know|but I don't know Mehmet's father at all, but لا أعرف والد محمد على الإطلاق، لكن

işte bir yerde bir hayata -Mehmet'in babasına- ve ها هو|حياة|مكان|حياة|||والد|و here|a|somewhere|a|life|Mehmet's|to father|and somehow I have touched a life - that of Mehmet's father - and ها أنا قد لمست حياة ما -والد محمد- و

belki de bu dünyadan göçüp giden o küçücük Mehmet'in hayatına değip dokundum. ربما|أيضًا|هذه|من هذه الدنيا|انتقل|الذي رحل|ذلك|صغير جدًا|محمد|حياة|لمست|لمست maybe|also|this|from the world|having departed|gone|that|tiny|Mehmet's|life|touching|I touched perhaps the life of that little Mehmet who has passed away from this world. ربما لمست حياة ذلك محمد الصغير الذي رحل عن هذا العالم.

Tıpkı o Mehmet gibi diğer Mehmetler de hep çok önemli oldu benim hayatımda. تمامًا|ذلك|محمد|مثل|الآخر|محمدات|أيضًا|دائمًا|كثيرًا|مهم|أصبح|في حياتي|في حياتي Just like|that|Mehmet|like|other|Mehmets|also|always|very|important|were|my|in life Just like that Mehmet, other Mehmets have always been very important in my life. مثل ذلك محمد، كان محمد الآخرون دائمًا مهمين جدًا في حياتي.

Benim ailemde asker ya da polis yok ama عائلتي|في عائلتي|جندي|أو|أيضًا|شرطي|ليس|لكن My|family|soldier|or|also|police|there is not|but There are no soldiers or police in my family, but لا يوجد في عائلتي جندي أو شرطي، لكن

benim bu ülkenin askerine ve polisine olan sevgim malumunuz. ||||||||euch bekannt حبي|هذا|لبلدك|لجنديك|و|لشرطتك|الذي|حبي|معلوم لكم my|this|country's|to the soldier|and|to the police|my|love|is known to you my love for the soldiers and police of this country is well known. معروف عن حبي لجندي وشرطي هذا البلد.

Evet vatanseverim, Atatürkçüyüm ve نعم|أنا وطني|أنا أتاتوركي| Yes|I am a patriot|I am a follower of Atatürk|and Yes, I am a patriot, I am a supporter of Atatürk, and نعم، أنا وطني، وأنا أتاتوركي.

en büyük şansımın da bu topraklarda doğup büyümek olduğunu düşünüyorum. الأكثر|كبير|حظي|أيضا|هذه|الأراضي|ولدت|نشأت|أنه|أفكر the|biggest|my chance|also|these|in these lands|born|to grow up|being|I think I believe that my greatest fortune is to have been born and raised in this land. أعتقد أن أكبر حظ لي هو أنني ولدت ونشأت في هذه الأرض.

Ama buna karşılık bu ülkenin askerinin ve polisinin لكن|لذلك|مقابل|هذه|البلاد|الجنود|و|الشرطة But|to this|in return|this|country's|soldier's|and|police officer's But in contrast, I have always felt that the soldiers and police of this country لكن بالمقابل شعرت دائماً أن جنود وشرطة هذا البلد

her zaman çok yalnız olduğunu hissettim. |||||شعرت I|time|very|lonely|you were|I felt have been very lonely. كانوا يشعرون بالوحدة الشديدة.

Yeteri kadar önemsenmediğini hissettim ve onların sesi olmaya karar verdim. I felt that they were not given enough importance, and I decided to be their voice. شعرت أنهم لم يُعطوا الأهمية الكافية وقررت أن أكون صوتهم.

Belki onlar için önemlidir dedim ve özel bir günde onların yanında olayım, ربما|هم|من أجل|مهم|قلت|و|خاص|يوم|في يوم|هم|بجانب|أكون Maybe|they|for|is important|I said|and|special|a|day|their|by|I be I said it might be important for them, and I want to be with them on a special day, ربما يكون ذلك مهمًا بالنسبة لهم، قلت، وأريد أن أكون بجانبهم في يوم خاص.

Yılbaşı gecesini onlarla birlikte geçireyim dedim. رأس السنة|ليلتها|معهم|معًا|أقضي|قلت New Year's|night|with them|together|I should spend|I said I said I want to spend New Year's Eve with them. قررت أن أقضي ليلة رأس السنة معهم.

Nereye gideyim, nereye gideyim, baktım en uzak yer neresi: إلى أين|أذهب|إلى أين|أذهب|نظرت|أبعد|بعيد|مكان|أين هو Where|should I go|||I looked|the most|far|place|where Where should I go, where should I go, I looked for the farthest place: إلى أين أذهب، إلى أين أذهب، نظرت إلى أبعد مكان:

Sınırda Dağlıca var. |Dağlıca| على الحدود|داغليجا|يوجد At the border|Dağlıca|there is There is Daglica at the border. هناك داغليجا على الحدود.

Hani birçoğunuz belki bilmez bile, 2015 yılında 16 şehit verdiğimiz yer. هاني|الكثير منكم|ربما|لا يعرف|حتى|في السنة|شهيد|الذي قدمناه|مكان You know|many of you|maybe|know|even|in the year|martyrs|we lost|place You may not even know, but this is the place where we lost 16 martyrs in 2015. أين ربما لا يعرف الكثير منكم، المكان الذي فقدنا فيه 16 شهيدًا في عام 2015.

Belki haritada bile yerini zor bulursunuz ya da ربما|على الخريطة|حتى|مكانه|صعب|ستجدونه|أو|أيضا Maybe|on the map|even|its location|hard|you will find|or|also You might even have a hard time finding its location on the map, or ربما تجدون صعوبة في تحديد موقعه حتى على الخريطة أو

çok çok haberlerde duymuş olabilirsiniz. كثير|جدا|في الأخبار|سمعت|يمكن أن تكونوا very|very|in the news|you have heard|you might have you may have only heard about it in the news. قد تكونوا قد سمعتم عنه في الأخبار.

İki helikopter ve bir uçak… Atladım gittim yanlarına. اثنان|مروحية|و|طائرة||قفزت|ذهبت|إليهم |helicopters|and|one|airplane|I jumped|I went|to them Two helicopters and one plane... I jumped in and went to them. طائرتان مروحيتان وطائرة واحدة... قفزت وذهبت إليهم.

Onlarla birlikte geçireyim diye... معهم|معًا|أقضي|لكي with them|together|I spend|in order to So that I can spend time with them... لكي أقضي الوقت معهم...

Yılbaşı gecesi gidemedim, güvenlik gerekçeleri رأس السنة|ليلة|لم أستطع الذهاب|الأمن|الأسباب New Year's|night|I couldn't go|security|reasons I couldn't go on New Year's Eve, for security reasons لم أتمكن من الذهاب في ليلة رأس السنة، لأسباب أمنية

ve hava koşulları nedeni ile و|الطقس|الظروف|السبب|بسبب and|weather|conditions|reason|due to and due to weather conditions. وبسبب الظروف الجوية

iki hafta sonrasına gün verdiler ve tam 24 saat çekim iznim var, gittim. اثنين|أسبوع|بعد|يوم|أعطوني|و|تمامًا|ساعة|تصوير|إذني|موجود|ذهبت two|week|from now|date|they gave|and|exactly|hours|shooting|permission|is|I went They scheduled it for two weeks later and I have exactly 24 hours of shooting permission, I went. حددوا لي موعدًا بعد أسبوعين ولدي إذن تصوير لمدة 24 ساعة، ذهبت.

Tank atışları, top atışları hepsini çektik. Panzer|Schüsse|Kanonen||| دبابة|إطلاقاتها|مدفع|إطلاقاتها|جميعها|صورنا Tank|shots|cannon|shots|all of them|we filmed We recorded all the tank fire and artillery fire. لقد صورنا جميع إطلاقات الدبابات والمدافع.

2753 rakımlı Beybuta tepesine çıktık. 2753 Höhen||| بارتفاع|بيبوتا|إلى قمة|صعدنا elevation|Beybuta|to the hill|we climbed We climbed to Beybuta Hill at an altitude of 2753. تسلقنا إلى قمة بييبوطة التي ترتفع 2753 مترًا.

[HELİKOPTER SESİ] هليكوبتر|صوته [HELICOPTER NOISE] [صوت مروحية]

Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer. ||Karawane||| طائر|لا يطير|قافلة|لا تمر|مكان|مكان The bird|doesn't fly|caravan|passes|a|place A place where no birds fly, no caravans pass. مكان لا يطير فيه طائر ولا يمر فيه قافلة.

Hani burada görev yapabilmek için هاني|هنا|مهمة|القدرة على القيام|من أجل You know|here|duty|to be able to work|in order to You need to have a purpose in life to be able to serve here. يجب أن يكون لديك هدف في الحياة لتتمكن من العمل هنا.

gerçekten hayatta bir amacınız olması lazım. حقًا|في الحياة|هدف|هدفك|يجب أن يكون|ضروري really|in life|one|purpose|to be|necessary You really need to have a purpose in life. يجب أن يكون لديك حب للوطن.

Bir vatan sevdası olması lazım, bir bayrak sevgisi olması lazım. حب|وطن|حب|يجب أن يكون|ضروري|حب|علم|حب|يجب أن يكون|ضروري A|homeland|love|must be|necessary|a|flag|love|must be|necessary You need to have a love for your homeland, a love for the flag. يجب أن يكون لديك حب للعلم.

Kocaman bir yüreğinizin olması lazım. ||Herz|| كبير جدًا|قلب|قلبك|يجب أن يكون|ضروري huge|a|your heart|should be|necessary You need to have a big heart. يجب أن يكون لديك قلب كبير.

Çünkü bunun karşılığını parayla ödeyemezsiniz. لأن|هذا|ثمنه|بالمال|لا يمكنك دفعه Because|this|equivalent|with money|you cannot pay Because you cannot pay for this with money. لأنك لا تستطيع دفع ثمن ذلك بالمال.

Burada insanlar canını ortaya koyuyorlar. هنا|الناس|حياتهم|في المقدمة|يضعون Here|people|their lives|on the line|put Here, people are putting their lives on the line. هنا الناس يضعون حياتهم على المحك.

Gittim, işte mağara gibi bir yerde yatıp kalkıyorlar. ||Höhle||||| ذهبت|هنا|كهف|مثل|مكان|في|النوم|يستيقظون I went|just|cave|like|one|place|sleeping|they wake up I went, and they are sleeping and waking up in a place like a cave. ذهبت، إنهم ينامون ويستيقظون في مكان يشبه الكهف.

Zaten hava koşulları o kadar kötü ki, -20 derece buz gibi soğuk بالفعل|الطقس|الظروف|ذلك|جداً|سيء|حتى|درجة|جليد|مثل|بارد already|weather|conditions|that|much|bad|that|degrees|ice|like|cold The weather conditions are already so bad that it's -20 degrees, freezing cold. بالإضافة إلى أن الظروف الجوية سيئة للغاية، -20 درجة تحت الصفر.

ve insan konuşmaya bile zorlanıyor. و|الإنسان|إلى التحدث|حتى|يجد صعوبة and|person|to speak|even|struggles and people are even struggling to talk. ويجد الإنسان صعوبة حتى في التحدث.

2 metre kar… متر|ثلج meters|snow 2 meters of snow… 2 متر من الثلج...

Arada bir helikopter geliyor, tepeden kumanyayı atıyor, |||||Verpflegung| بين الحين والآخر|واحد|مروحية|تأتي|من الأعلى|الإمدادات|تلقي Occasionally|one|helicopter|comes|from above|supplies|drops Occasionally a helicopter comes, drops supplies from above, بين الحين والآخر يأتي مروحية، تلقي الإمدادات من الأعلى,

askerler yiyebildiği kadar yiyor. الجنود|يمكنهم أن يأكلوا|بقدر|يأكلون soldiers|they can eat|as much as|eat and the soldiers eat as much as they can. يأكل الجنود بقدر ما يستطيعون.

Böyle bir yerde yatıp kalkıyorlar. Sizin için, bizim için, hepimiz için… مثل هذه|واحد|المكان|الاستلقاء|هم يستيقظون|لكم|من أجل|لنا|من أجل|جميعنا|من أجل such|a|in place|sleeping|they wake up|Your|for|our|for|all of us|for They are lying down and getting up in such a place. For you, for us, for all of us... إنهم ينامون ويستيقظون في مكان مثل هذا. من أجلكم، من أجلنا، من أجل الجميع...

Vatan için! الوطن|من أجل Homeland|for For the homeland! من أجل الوطن!

Sonrasında çekimler bitti, Dağlıca'ya çıktık. بعد ذلك|التصويرات|انتهت|إلى داوغلاجا|خرجنا Afterwards|shootings|ended|to Dağlıca|we went out After that, the shooting ended, we went to Dağlıca. بعد ذلك انتهت التصويرات، صعدنا إلى داغليجا.

1500 askerle birlikte bir gece geçiriyorum. مع جندي|معًا|واحدة|ليلة|أقضي with soldiers|together|one|night|I spend I spend a night with 1500 soldiers. أقضي ليلة مع 1500 جندي.

Çekimler bitti, oturduk sohbet ettik derken yatacağız. التصوير|انتهى|جلسنا|حديث|تحدثنا|بينما|سننام The shootings|finished|we sat|chat|we talked|just then|we will sleep The shooting is over, we sat down and chatted, and now we are going to sleep. انتهت التصوير، جلسنا وتحدثنا حتى حان وقت النوم.

Hoş, uyumak ne mümkün. لطيف|النوم|ليس|ممكن Nice|to sleep|how|possible Well, sleeping is impossible. حسناً، النوم ليس ممكناً.

Odaya geldim. إلى الغرفة|جئت to the room|I came I came to the room. دخلت الغرفة.

Tık tık kapı çaldı, 20 yaşlarında gencecik bir astsubay: طرق|طرق|الباب|دق|في العشرينات|شاب|ضابط|رقيب knock|knock|door|knocked|around|very young|a|sergeant Knock knock, the door was knocked by a very young sergeant in his 20s: طرقت الباب، شاب في العشرين من عمره، عريف شاب جداً:

“Nazlı Abla, bizimle beraber biraz oturur musun? نازلي|أخت|معنا|معًا|قليلاً|تجلس|هل Nazlı|Sister|with us|together|a little|sit|will you "Nazlı Sister, will you sit with us for a while? "نازلي أختي، هل يمكنك الجلوس معنا قليلاً؟

Biz seni çok bekledik buraya geleceksin diye.” نحن|لك|كثيرًا|انتظرنا|إلى هنا|ستأتي|لأن We|you|very|waited|here|you would come|because We waited for you a long time thinking you would come here." لقد انتظرناك طويلاً لتأتي إلى هنا."

Oturmaz mıyım, tabii ki dedim. لا أجلس|هل|بالطبع|أن|قلت I won't sit|will I|of course|particle|I said Would I not sit, of course I said. ألن أجلس؟ بالطبع قلت.

Gittim yanlarına, onlar anlattı. ذهبت|إليهم|هم|رووا I went|to them|they|told I went to them, they told the story. ذهبت إليهم، وهم بدأوا في السرد.

Kiminin terhisine şu kadar az kalmış, kimi gün sayıyor. |seinem Ende||||||| لبعضهم|إنهاء خدمتهم|هذا|قدر|قليل|تبقى|البعض الآخر|يوم|يعد For some|to discharge|this|much|little|time left|others|days|are counting Some have so little time left until their discharge, while others are counting the days. بقي القليل على تسريح بعضهم، بينما يعد الآخرون الأيام.

Onlar anlatırken benim de televizyona takıldı gözüm. هم|أثناء الحديث|عيني|أيضا|إلى التلفاز|انشغلت| They|were telling|my|also|to the television|got caught|my eye While they were talking, my eyes also caught the television. بينما كانوا يروون، لفت انتباهي التلفاز.

Çünkü bir müzik kanalı açık, müzik kanalının altında لأن|قناة|موسيقية||مفتوحة|موسيقى|قناة|أسفل Because|a|music|channel|is open|music|channel's|under Because a music channel is on, under the music channel لأن هناك قناة موسيقية مفتوحة، تحت القناة الموسيقية

hani âşıkların birbirine notları, mesajları geçer ya… كما|العشاق|لبعضهم|ملاحظاتهم|رسائلهم|تمر|أليس كذلك you know|lovers'|to each other|notes|messages|are exchanged|right you know how lovers pass notes and messages to each other... كما تمر الملاحظات والرسائل بين العشاق...

İşte her birinin bekleyeni var, sevdalıları var. ها هي|كل|واحد منهم|من ينتظر|يوجد|من يحب|يوجد |each|one of them|waiting for them|exists|lovers|exists Each of them has someone waiting, they have their lovers. ها هو، لكل واحد منهم من ينتظره، ولهم عشاق.

O da yine sizin gibi, benim gibi. هو|أيضا|مرة أخرى|مثلكم|مثل|مثلي|مثل He|also|again|your|like|my|like They are just like you, like me. هو مثلما أنتم، ومثلما أنا.

Çekimler bitti ve oradan ayrıldım. Bu arada buraya giderken… التصويرات|انتهت|و|من هناك|غادرت|هذا|في هذه الأثناء|إلى هنا|أثناء الذهاب The shootings|finished|and|from there|I left|This|in the meantime|here|while driving The shoots ended and I left from there. Meanwhile, on my way here… انتهت التصويرات وغادرت من هناك. وفي الطريق إلى هنا...

Annem biraz pimpirikli, asla anneme nereye gittiğimi söylemiyorum. أمي|قليلا|مفرط في القلق|أبدا|لأمي|إلى أين|ذهبت|لا أخبر My mother|a little|anxious|never|to my mother|where|I am going|I tell My mom is a bit fussy, I never tell her where I'm going. أمي قليلاً متوترة، لا أخبر أمي أبداً إلى أين أذهب.

“Ankara'ya gidiyorum. Olağanüstü kurultay var, kurultayda çekimler yapacağım” dedim. إلى أنقرة|أنا ذاهب|استثنائي|مؤتمر|يوجد|في المؤتمر|تصوير|سأقوم| to Ankara|I am going|extraordinary|congress|there is|at the congress|shootings|I will do|I said "I am going to Ankara. There is an extraordinary congress, I will be filming at the congress," I said. "أنا ذاهب إلى أنقرة. هناك مؤتمر استثنائي، سأقوم بالتسجيل في المؤتمر" قلت.

Günlerden Pazar, artık 24 saati devirdik. من الأيام|الأحد|الآن|ساعة|تجاوزنا From the days of the week|Sunday|now|hours|we have passed It's Sunday, we have now passed the 24-hour mark. اليوم هو الأحد، لقد تجاوزنا الآن 24 ساعة.

Van Filo'ya indik, son şeyler, birkaç saat sonra uçak kalkacak. Van||||||||| فان|إلى الأسطول|نزلنا|الأخيرة|الأشياء|بضع|ساعة|بعد|الطائرة|ستقلع Van|to Filo|we landed|last|things|a few|hours|later|plane|will take off We landed at Van Fleet, the last things, the plane will take off in a few hours. نزلنا إلى أسطول فان، الأشياء الأخيرة، بعد بضع ساعات ستقلع الطائرة.

Oturduk, bekliyoruz. جلسنا|نحن ننتظر We sat|we are waiting We sat down, waiting. جلسنا، ننتظر.

Bu esnada annem görüntülü telefondan beni arıyor: هذه|في هذه الأثناء|أمي|عبر الفيديو|من الهاتف|لي|تتصل This|while|my mother|video|from the phone|me|calls Meanwhile, my mom is calling me on video phone: في هذه الأثناء، اتصلت بي أمي عبر الهاتف المرئي:

“Efendim” dedim. نعم|قلت Sir|I said I said, "Hello." "نعم، ماذا هناك؟" قلت.

“Ah küpelerimi yeni aldım, güzel mi?” dedi. آه|أقراطي|جديدة|اشتريت|جميلة|هل|قالت Ah|my earrings|new|I bought|beautiful|question particle|she said "Oh, I just got my earrings, do they look nice?" she said. "آه، لقد اشتريت أقراط جديدة، هل هي جميلة؟" قالت.

Kaş göz yapıyorum şimdi, anlamadı ama حواجب|عيون|أعبس|الآن|لم تفهم|لكن eyebrow|eye|I am making|now|he/she didn't understand|but I'm making faces now, but she didn't understand. أقوم بإشارات بالعين والحاجب الآن، لكنها لم تفهم.

sesli görüntülü olunca herkes bizi dinliyor. صوتي|مرئي|عندما أصبح|الجميع|لنا|يستمع voice|video|when|everyone|us|listens When it's a voice and video call, everyone is listening to us. عندما يكون هناك صوت وصورة، الجميع يستمع إلينا.

“Ben sana bir yalan söyledim. Ankara'da değilim.” dedim. أنا|لك|كذبة|كذبة|قلت|في أنقرة|لست|قلت I|to you|a|lie|told|in Ankara|am not|I said I said, "I told you a lie. I'm not in Ankara." قلت: "لقد كذبت عليك. أنا لست في أنقرة."

“Neredesin?” dedi. “Dağlıca'dayım.” dedim. أين أنت|قال|أنا في داغليجا|قلت Where are you|he said|I am in Dağlıca|I said "Where are you?" he asked. I said, "I'm in Dağlıca." قال: "أين أنت؟" قلت: "أنا في داغليجا."

“Orası neresi?” dedi. ذلك المكان|أين هو|قال That place|where|he said "Where is that?" he asked. قال: "أين هذا؟"

İşte dedim böyle böyle Van, Hakkâri, Yüksekova… İndim, bitti, geliyorum. ها هي|قلت|هكذا|هكذا|فان|حكاري|يوكسيكوفا|نزلت|انتهى|أنا قادم |I said|like this|like this|Van|Hakkâri|Yüksekova||it ended|I am coming I said, 'This is how it is, Van, Hakkâri, Yüksekova... I got off, it's over, I'm coming.' ها قد قلت، هكذا هكذا فان، حكاري، يوكسيكوفا... نزلت، انتهى، أنا قادم.

“Öldüreceğim seni buraya gelince, yeter artık seninle mi uğraşacağım” falan… سأقتلك|أنت|إلى هنا|عندما تأتي|يكفي|الآن|معك|هل|سأتعامل| I will kill|you|here|when you come|enough|already|with you|question particle|I will deal with| 'I will kill you when you get here, enough already, am I going to deal with you?' and so on... "سأقتلك عندما تأتي إلى هنا، يكفي، هل سأتعامل معك بعد الآن" وما إلى ذلك...

Arkadan, “Ama inanmıyorum kesin orada değilsindir.” من الخلف|لكن|لا أصدق|بالتأكيد|هناك|أنت لست From behind|But|I don't believe|surely|there|you are not From behind, 'But I don't believe you, you are definitely not there.' من الخلف، "لكن لا أصدق أنك هناك بالتأكيد."

“Anne vallahi buradayım” dedim. “Yok, yok. Hiç inanmıyorum” أمي|والله|أنا هنا|قلت|لا|لا|أبدا|لا أصدق Mom|I swear|I am here|I said|No|no|ever|I don't believe 'Mom, I swear I'm here,' I said. 'No, no. I don't believe it at all.' "أمي، والله أنا هنا" قلت. "لا، لا. لا أصدق أبداً"

Dedim şöyle bir göstereyim. قلت|هكذا|واحد|سأظهر I said|like this|a|I will show I said let me show you like this. قلت دعني أظهر لك شيئًا.

Yedi tane komutan oturmuş, annem bir anda ayağa kalktı önünü ilikledi. سبعة|عدد|قائد|جالس|أمي|واحدة|فجأة|إلى الوقوف|قامت|مقدمتها|ربطت Seven|pieces|commanders|had sat|my mother|one|suddenly|to her feet|stood up|her front|buttoned Seven commanders were sitting, my mother suddenly stood up and buttoned her front. كان هناك سبعة قادة جالسين، وفجأة وقفت أمي وفتحت زر قميصها.

“Saygılar efendim, hepinize saygılar, kızım size emanet.” التحيات|سيدي|لكم جميعًا|التحيات|ابنتي|لكم|أمانة Regards|sir|to all of you|regards|my daughter|to you|entrusted "Respect, gentlemen, respect to all of you, my daughter is entrusted to you." "احتراماتي سيدي، احتراماتي لكم جميعًا، ابنتي أمانة بين أيديكم."

(Gülüşmeler) ضحكات Laughter (Laughter) (ضحك)

Diyor ki “Gel, görüşeceğiz.” يقول|أن|تعال|سنلتقي He says|that|Come|we will meet He says, "Come, we will meet." يقول: "تعال، سنلتقي."

Sonrasında yine Yüksekova'ya gittim, بعد ذلك|مرة أخرى|إلى يوكسيكوفا|ذهبت Afterwards|again|to Yüksekova|I went After that, I went to Yüksekova again, بعد ذلك ذهبت مرة أخرى إلى يوكسيكوفا,

orada da yine bombalar patlıyor. هناك|أيضا|مرة أخرى|القنابل|تنفجر there|too|again|bombs|explode bombs are exploding there again. هناك أيضًا تنفجر القنابل.

Sokağa çıkma yasağı var. Çatışmalar… إلى الشارع|الخروج|الحظر|موجود|الاشتباكات The street|going out|ban|is|The clashes There is a curfew. Conflicts... هناك حظر تجول. الاشتباكات...

Bari dedim söyleyeyim de “Hayattayım” merak etmesin. على الأقل|قلت|سأقول|لكي|أنا على قيد الحياة|قلق|لا تقلق at least|I said|I should tell|too|I'm alive|worry|he/she/it shouldn't At least I said I should let them know I'm "alive" so they won't worry. على الأقل قلت لنفسي أن أقول "أنا على قيد الحياة" حتى لا تقلق.

Birazdan çünkü haberler başlayacak, بعد قليل|لأن|الأخبار|ستبدأ Soon|because|news|will start Because the news will start soon, لأن الأخبار ستبدأ بعد قليل,

görüntülerde anlayacak benim orada olduğumu. في اللقطات|سيفهم|أنني|هناك|أنني كنت in the images|will understand|my|there|being they will understand that I am there from the footage. سيفهمون من الصور أنني كنت هناك.

Önden aradım, nasıl bağırıyor bana, أولاً|اتصلت|كيف|يصرخ|إليّ Earlier|I called|how|he/she yells|at me I called ahead, how he is shouting at me, اتصلت بهم أولاً، كيف كانوا يصرخون لي,

“Hiç lafımı dinlemiyorsun. Bıktım, yetti artık” أبداً|كلامي|لا تستمع|لقد سئمت|يكفي|الآن never|my words|you listen|I'm fed up|it's enough|already "You never listen to me. I'm fed up, that's enough." "أنت لا تستمع إلى كلامي على الإطلاق. لقد سئمت، يكفي بالفعل"

vesaire böyle bağırıyor bana. وما إلى ذلك|هكذا|يصرخ|إليّ and so on|like this|yells|at me and so on, she is yelling at me. وما إلى ذلك، كانت تصرخ هكذا في وجهي.

Baktım çok bağırıyor, ben de telefonunu kapadım. نظرت|كثيراً|يصرخ|أنا|أيضاً|هاتفه|أغلقت I looked|very|he/she/it yells|I|also|his/her phone|I turned off I saw she was yelling a lot, so I hung up the phone. رأيت أنها تصرخ كثيرًا، فأغلقت هاتفي.

Bir hafta boyunca küstü konuşmadı benimle. أسبوع|أسبوع|طوال|غضب|لم يتحدث|معي A|week|for|sulked|didn't talk|with me She ignored me and didn't talk to me for a week. لم تتحدث معي لمدة أسبوع كامل.

“Küstüm seninle” dedi, başka çare olmayınca. أنا زعلت|معك|قال|آخر|حل|عندما لم يكن I sulked|with you|he said|another|solution|when there was none "I was upset with you," he said, when there was no other choice. "لقد زعلت منك" قالت، عندما لم يكن هناك خيار آخر.

Biz kanıksamayalım derken şehit haberlerini, |nicht gewöhnen||| نحن|لا نتعود|بينما نقول|شهيد|أخبارهم We|should not get used to|while|martyr|news While we try not to get used to the news of martyrs, بينما نحاول ألا نتعود على أخبار الشهداء,

alışmayalım derken en büyük tehlike aslında onlarda. لا نتعود|بينما نقول|أكبر|خطر|خطر|في الواقع|فيهم we shouldn't get used to|while|the|biggest|danger|actually|in them the biggest danger is actually in them. في الواقع، أكبر خطر هو فيهم.

Nusaybin'e gitmiştik ve Nusaybin'de sokağa çıkma yasağı var, çatışmalar sürüyor. إلى نصيبين|كنا قد ذهبنا|و|في نصيبين|إلى الشارع|الخروج|حظر|موجود|الاشتباكات|مستمرة to Nusaybin|we had gone|and|in Nusaybin|to the street|going out|ban|is|clashes|continue We had gone to Nusaybin and there is a curfew in Nusaybin, clashes are ongoing. ذهبنا إلى نصيبين وهناك حظر تجول، والاشتباكات مستمرة.

İşte biz çekimleri yapacağız, onlar operasyona çıkacaklar. ها هي|نحن|التصوير|سنقوم|هم|إلى العملية|سيخرجون |we|the shootings|will do|they|to the operation|will go out Here we will do the shoots, they will go on the operation. سنقوم بالتصوير، وهم سيخرجون في العملية.

Hep beraber bir masada oturduk, yine konuşuyoruz: جميعا|معًا|على|طاولة|جلسنا|مرة أخرى|نتحدث Always|together|one|at the table|we sat|again|we are talking We all sat at a table, we are talking again: جلسنا جميعًا على طاولة واحدة، وما زلنا نتحدث:

Nasıl yapmalıyız, bölgede ne kadar gün kaldı, كيف|يجب أن نقوم|في المنطقة|كم|من|يوم|تبقى How|should we do|in the region|how much|||remained How should we do it, how many days are left in the area, كيف يجب أن نفعل ذلك، كم من الأيام تبقى في المنطقة,

ne kadarı temizlendi terör örgütünden bunları anlatıyorlar. كم|ما|تم تنظيفه|الإرهاب|من المنظمة|هذه الأمور|يشرحون what|portion|was cleaned|terror|from the organization|these|they explain they are explaining how much has been cleared from the terrorist organization. كم تم تنظيفه من منظمة الإرهاب، يشرحون هذه الأمور.

Çayımızı içtik. شايَنا|شربنا Our tea|we drank We drank our tea. شربنا شاي.

Biz çekime gittik, onlar operasyona gitti. نحن|التصوير|ذهبنا|هم|العملية|ذهبوا We|to the shoot|went|they|to the operation|went We went to the shoot, they went to the operation. ذهبنا إلى التصوير، وذهبوا إلى العملية.

Aradan birkaç saat geçti, tekrar geldik oturduk. بعد|بضع|ساعات|مرت|مرة أخرى|جئنا|جلسنا After a|few|hours|passed|again|we came|we sat A few hours passed, we came back and sat down again. مرت بضع ساعات، عدنا مرة أخرى وجلسنا.

Ali'ye baktım, Ali yok yanımda. إلى علي|نظرت|علي|ليس|بجانبي to Ali|I looked|Ali|is not|next to me I looked at Ali, Ali is not next to me. نظرت إلى علي، علي ليس بجانبي.

“Ali nerede?” dedim. علي|أين|قلت Ali|where|I said "Where is Ali?" I asked. "أين علي؟" قلت.

“Ali şehit düştü.” dediler. علي|شهيد|سقط|قالوا Ali|martyr|fell|they said "Ali has fallen as a martyr," they said. "علي استشهد." قالوا.

EYP (El yapımı patlayıcı) yüklü binada, iki saat önce. العبوة الناسفة|الصنع|الصنع|المتفجرات|محملة|في المبنى|ساعتين|ساعة|قبل IED||||loaded|in the building|two|hour|ago In a building loaded with IED (Improvised Explosive Device), two hours ago. في المبنى المحمل بالعبوة الناسفة (عبوة ناسفة محلية الصنع)، قبل ساعتين.

“Nasıl?” dedim. Ali şehit düştü. كيف|قلت|علي|شهيد|سقط How|I said|Ali|martyr|fell "How?" I asked. Ali has fallen as a martyr. "كيف؟" قلت. علي استشهد.

Hani 60 saniyeyle giriyor belki hayatlarımıza, هاني|ثانية|يدخل|ربما|إلى حياتنا When|with seconds|enters|maybe|into our lives Maybe it enters our lives in 60 seconds, أليس يدخل في حياتنا ربما في 60 ثانية,

şehit haberleriyle giriyor. شهيد|بأخبار|يدخل martyr|with the news|enters it enters with news of martyrs. يدخل بأخبار الشهداء.

Ağlayan bir anne, eş, yetim kalan, cami avlusunda oynayan o çocuklar… ||||waisen|||||| تبكي|أم|أم|زوجة|يتيم|متبقي|مسجد|في فناء|يلعب|أولئك|الأطفال Crying|a|mother|wife|orphan|left|mosque|in the courtyard|playing|those|children A crying mother, a spouse, the orphans, those children playing in the mosque courtyard… أم تبكي، زوجة، يتيم، الأطفال الذين يلعبون في ساحة المسجد…

Sonrasında bitti diyoruz bizim için, بعد ذلك|انتهى|نقول|لنا|من أجل Afterwards|it's over|we say|our|for After that, we say it's over for us, ثم نقول انتهى بالنسبة لنا,

ama onlar için hayat hep yarım kalıyor. لكن|هم|من أجل|الحياة|دائما|ناقصة|تبقى but|for them|in|life|always|half|remains but for them, life is always left incomplete. لكن حياتهم دائمًا ما تبقى ناقصة.

Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor. لأن|النار|التي سقطت على|المكان|تحرق Because|fire|fell|place|burns Because the fire burns where it falls. لأن النار تحرق المكان الذي تسقط فيه.

Onların hayatları artık hep yarım kalıyor. حياتهم|حياتهم|الآن|دائما|ناقصة|تبقى Their|lives|now|always|half|remain Their lives are now always left incomplete. حياتهم الآن دائمًا ما تبقى ناقصة.

Yine bir gün Dağlıca'dan dönüyoruz. مرة أخرى|واحد|يوم|من داغلجا|نعود Again|one|day|from Dağlıca|we are returning Once again, we are returning from Dağlıca. مرة أخرى نعود من داغليجا.

Askeri helikoptere bindik, arada bir, çok nadiren kalkıyor zaten helikopterler. العسكري|إلى المروحية|ركبنا|بين الحين والآخر|مرة|جدا|نادرا|تقلع|أصلا|المروحيات Military|helicopter|we boarded|occasionally|one|very|rarely|takes off|already|helicopters We boarded the military helicopter, which rarely takes off anyway. ركبنا المروحية العسكرية، نادراً ما تقلع المروحيات.

Bir grup var asker, onlar da izine çıkacaklar artık, çarşı izninlerine, مجموعة|مجموعة|يوجد|جنود|هم|أيضا|إلى الإجازة|سيخرجون|الآن|السوق|إلى إجازاتهم A|group|there is|soldier|they|also|leave|will go out|now|the bazaar| There is a group of soldiers, they will also go on leave now, for their town leave. هناك مجموعة من الجنود، سيخرجون في إجازة أيضاً، إجازات السوق.

yüklenmişler balık istifi gibi hep birlikte dolmuşuz helikopterin içerisine. ||stack|||||| قد حملوا أنفسهم|سمكة|على شكل كومة|مثل|دائما|معًا|قد امتلأنا|المروحية|إلى الداخل they have loaded|fish|stacked|like|always|together|we have filled|helicopter's|inside We are all packed together in the helicopter like sardines. كنا محشورين داخل المروحية مثل سمك السردين.

Giderken yanımda o kobra helikopterlerinin pilotlarından ikisi oturuyor. أثناء الذهاب|بجانبي|ذلك|كوبرا|مروحياتهم|من طياريهم|اثنان|يجلسون While going|next to me|those|cobra|helicopters'|pilots|two of them|are sitting On the way, two of the pilots of those Cobra helicopters are sitting next to me. عندما كنا نذهب، كان يجلس بجانبي اثنان من طياري مروحيات الكوبرا.

Dedi ki resmimizi çeker misiniz ama siz bir selfie (özçekim) yapın bizimle… |||||||||Selbstporträt|| قال|أن|صورتنا|ستأخذ|هل ستأخذون|لكن|أنتم|واحد|سيلفي|صورة ذاتية|خذوا|معنا He said|that|our picture|takes|would you|but|you|a|selfie|(self-portrait)|take|with us He said, can you take our picture but you take a selfie with us... قالت: هل يمكنك التقاط صورة لنا لكن خذ سيلفي (صورة ذاتية) معنا...

Tabii ki dedim, birlikte böyle resim çektik. بالطبع|أن|قلت|معًا|هكذا|صورة|أخذنا Of course|yes|I said|together|like this|picture|we took Of course, I said, we took a picture together like this. بالطبع قلت، التقطنا صورة معًا.

Aradan 22 gün geçti, Burak… بعد|يوم|مضى|بوراك After|days|passed|Burak 22 days passed, Burak... مرت 22 يومًا، بوراك...

Şehit haberi geldi. شهيد|خبر|جاء martyr|news|arrived The news of the martyr came. وصلت خبر استشهاد.

Acıları hep biriktirdik ve hep bir bedel ödüyor insan. ||||||Preis|| الآلام|دائماً|جمعنا|و|دائماً|ثمن|ثمن|يدفع|الإنسان The pains|always|we accumulated|and|always|one|price|pays|human We have always accumulated pain and people always pay a price. لقد جمعنا الآلام دائمًا ويدفع الإنسان دائمًا ثمنًا.

Ben de başta IŞİD, PKK olmak üzere onlarca davadan yargılandım. |||||||||gerichtet أنا|أيضاً|في البداية|داعش|حزب العمال الكردستاني|أن أكون|بالإضافة إلى|العشرات من|قضية|حوكمت I|also|primarily||PKK|to be|including|dozens of|cases|I was tried I have been tried in dozens of cases, including ISIS and PKK. لقد تم محاكمتي في العشرات من القضايا، بدءًا من داعش وPKK.

Hâlâ yargılanıyorum. |ich werde angeklagt لا زلت|أُحاكم I am still|being tried I am still being tried. ما زلت أُحاكم.

Ölüm tehditleri, mecliste soruşturmalar, hakaretler, tehditler… ||im Parlament||| الموت|التهديدات|في البرلمان|التحقيقات|الإهانات|التهديدات Death|threats|in the parliament|investigations|insults|threats Death threats, investigations in parliament, insults, threats... تهديدات بالقتل، تحقيقات في البرلمان، إهانات، تهديدات...

Mesela emniyet bir canlı bomba listesi dağıtmıştı, على سبيل المثال|الأمن|واحد|حي|قنبلة|قائمة|كان قد وزع For example|the police|a|suicide|bomber|list|had distributed For example, the security had distributed a list of suicide bombers, على سبيل المثال، كانت الشرطة قد وزعت قائمة بالانتحاريين.

birkaç kişinin canlı bomba olması nedeniyle. عدة|شخص|حي|قنبلة|كونه|بسبب several|person's|suicide|bomber|being|due to due to a few individuals being suicide bombers. بسبب وجود عدد من الأشخاص كقنابل بشرية.

Bunu haberleştirir misiniz dediler, biz de haberleştirdik. هذا|ستجعل منه خبرًا|هل|قالوا|نحن|أيضًا|جعلناه خبرًا This|report|would you|they said|we|also|reported They asked if we could report this, and we did. سألونا إذا كنا سنقوم بتغطية الخبر، فقمنا بتغطيته.

İki gün sonra aşağıdan aradılar beni, güvenlikten. يومين|يوم|بعد|من الأسفل|اتصلوا|بي|من الأمن |days|later|from downstairs|they called|me|from security Two days later, they called me from security. بعد يومين اتصلوا بي من الأمن.

“Tebligat geldi” dediler. Dedim herhâlde yine dava açıldı. Zustellung||||||| التبليغ|جاء|قالوا|قلت|على الأرجح|مرة أخرى|دعوى|قُدِّمت Notification||they said|I said|probably|again|lawsuit|was filed They said, "The notification has arrived." I thought, surely a lawsuit has been filed again. قالوا "وصلت الإخطار". قلت من المؤكد أنهم رفعوا دعوى مرة أخرى.

Gittim baktım, o haberini yaptığımız kızlardan biri ذهبت|نظرت|تلك|الخبر|الذي قمنا بعمله|الفتيات|واحدة I went|I looked|she|news|we made|from the girls|one I went to check, one of the girls we reported on ذهبت لأرى، كانت واحدة من الفتيات اللواتي أعددنا الخبر.

“Sen nasıl bana canlı bomba dersin أنت|كيف|لي|حي|قنبلة|تقول You|how|to me|suicide|bomber|do you call said, "How can you call me a suicide bomber? قالت "كيف تقول لي قنبلة حية؟

ben üniversite öğrencisiyim, yok öyle bir şey” dedi. أنا|جامعة|أنا طالب|لا يوجد|هكذا|شيء|شيء|قالت I|university|am a student|no|such|a|thing|he said I am a university student, there is no such thing." أنا طالبة جامعية، لا يوجد شيء من هذا القبيل."

Ben tabii adliyeyelere gittim. ||Gerichte| أنا|بالطبع|إلى المحاكم|ذهبت I|of course|to the courthouses|went Of course, I went to the courthouses. بالطبع ذهبت إلى المحاكم.

SENT_CWT:AFkKFwvL=6.91 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=7.51 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=3.77 PAR_CWT:B7ebVoGS=4.01 en:AFkKFwvL: ar:B7ebVoGS:250511 openai.2025-02-07 ai_request(all=148 err=0.00%) translation(all=293 err=0.00%) cwt(all=2002 err=2.25%)