Start learning this lesson now

TEDx Turkey, Ya Öyle Değilse? | Levent Ülgen | TEDxIzmir

Ya Öyle Değilse? | Levent Ülgen | TEDxIzmir

Çeviri: Nadya Alasad Gözden geçirme: berat güven

Şimdi efendim,

12 yaşındayken ilkokulu bitirdim.

İlkokulu bitirme hediyesi olarak

babamdan bir bisiklet istedim.

Almayacağını biliyorum

çünkü hem mali durumumuz o kadar iyi değil,

en azından benim bisikletimi ayıracak bir parası yok,

bir de gergin bir adam, sinirli bir adam.

Ben yine de cesaretimi topladım, istedim o hediyeyi. "Olur" dedi.

Çok şaşırdım, olur- babamdan böyle bir cümle.

"Olur ama şöyle yapalım", dedi, "Yan tarafta bir inşaat var. Sen orada git kendine bir iş bul, çalış.

Para biriktir, üstünü ben tamamlayayım, alalım bisikleti" dedi.

Herhalde bir eşek şakası bu! Yani arkadaşlarım yazın top oynayacak

gezecek, edecek, oynayacaklar,

ben orada çalışacağım!

Ama sırf inattan sabaha kadar ağladım.

Sabah kalktım, "Tamam" dedim "Çalışacağım.

Çalışacağım." Gittim hemen inşaatın müteahhidi ile konuştum.

Dedi "Bir yarın gel bakalım, sana ne gibi bir iş buluruz?" dedi.

Ertesi gün gittiğimde

elimde bir kova kireç, sönmüş kireç, bir tane fırça.

Bir ustanın yanına verdiler beni. Ben yan taraftaki 4 katlı

8 daireli apartmana astar çekiyordum,

o çocuk halimle ve tabii boyum bir yerlere yetişmiyor,

gözüme kireçler kaçıyor,

gözlerim şiş, kan çanağı gibi. Yani her gün akşam,

annem ağlayarak pansumanlar yapıyor.

Babamın umurunda değil, çalışsın öğrensin diyor.

Bak ne güzel çalışıyor, diyor.

Bütün bir yaz, ben o apartmanın astarını çektim

o usta ile beraber, bayağı bir çalıştım.

Sonra iş bitti, müteahhide gittim.

Dedim ki "Ben paramı istiyorum." "Tabii" dedi, paramı verdi.

Oho, bisiklet parası çıkmış. Harika! Babama bile ihtiyaç yok,

o bisikleti alırım.

Akşam babamın gelmesini bekledim, büyük bir vapurla.

"Al" dedim, "Param hazır, yarın gidip bisikleti alacağız."

O kadar eminim ki şimdi "Alalım alalım da" dedi

"Yaz tatili bitti. Okul açılacak, kar, kış, yağmur, çamur.

Sen bu bisiklete binemezsin... yani.

En iyisi biz bu parayla önümüzdeki yıl alalım."

Anladım ki o bisikleti bana aldırmayacak,

yani ben parayı biriktirdiğim halde bana aldırmayacak

ve sinirden ağlamaya başladım ama dedi "Dur!".

"Bütün yaz boyu çalıştın, yani bu kadar emek verdin.

"Şöyle yapalım" dedi. "Para senin,

bu parayla istediğin şeyi alabilirsin" dedi.

Para benim, istediğim şeyi alabilirim, harika! Çok hoşuma gitti,

istediğim her şey, her şey.

İlk hafta sonu Kızılay, Ankaralılar bilir, Ülke Alan Pasajın'daydık,

kendime çok güzel bir forma aldım, bir şort, tozluklar lastikli,

kramponlar çivili ve bir de deriden bir futbol topu.

Şimdi küçümsemeyin çünkü o dönemlerde deriden futbol topu almak,

hele bizim gibi böyle dar gelirli aileler için müthiş bir şey.

Ve mahalleye geldiğimde mahallenin kralı benim çünkü topum var.

O topla istediğim takımı ben kurabilirim, istediğim takım benim olur.

Top bende, güç bende. Ve ben o yaz işte, o yaz boyunca, emeği tanıdım.

Emeğin ne olduğunu anladım, emeğimin gücünü fark ettim.

Bu çok hoşuma gitti, gerçekten.

Yıllar sonra babam öldüğünde ama yıllar yıllar sonra,

annem itiraf etti; babam o bisikleti bana özellikle almamış,

özellikle aldırmamış.

Çünkü yine Ankara'yı bilenler bilir,

Dikmen, Ankara'nın Dikmeni çok dik bir yerdedir, çok yokuştur.

Dermiş ki hep anneme- öyle değilmiş yani-

"Hanım" dermiş "Ben bu oğlana bu bisikleti alırsam,

bu oğlan deli, bu oğlan yaramaz.

O yokuştan aşağı inmeye kalkar,

gider orada kamyonun altında kalır, ölür mölür, başıma bela olur.

Ben ağlayacağıma, bırak bisikleti yok diye o ağlasın" dermiş.

Dolayısıyla benim hiç bisikletim olmadı ama ben o yaşımda emeği öğrendim

emeğimin kıymetini, değerini öğrendim, emeğimin gücünü öğrendim.

O günden beri de, en değerli şeyim emeğim,

elimdeki tek silah emeğim.

(Alkış)

Sonra üniversite yılları başladı. Bir taraftan fizik okuyorum, bilim yani.

Öbür taraftan tiyatro ile uğraşıyorum, sanat yani.

Ama kafam karışık, hem de çok karışık.

Sanatçı mı olacağım, bilimci mi olacağım, fizikçi mi olacağım?

Fizikçi olsam ne iş yapacağım?

sanatçı olsam, oyuncuların hali ortada.

Kafam çok, çok, çok karışık, ne yapacağımı bilemiyorum.

Bu arada, benim bir dedem var.

Kendisinin ağzından bir tek bile Kürtçe kelime duymadım

ama lakabı 'Kürt Hasan', Güneydoğu'dan kağnı ile gelmişler.

o yüzden olsa gerek; Kürt Hasan ama bir tane Kürtçe kelime duymadım.

Kürt Hasan gördüğünüz gibi bir kamyon şoförü

ilkokul mezunu bile değil ama mesleğin de hayranı, mesleğine aşık.

Her sefer bittiği zaman,

o kamyonunun motorunun son vidasına kadar temizler,

gıcır gıcır yapar.

Asla çocuklarını ve torunlarını kamyonunun yanına yanaştırmaz

çünkü "Sizler okuyacaksınız,

benim gibi kamyon şoförü olmayacaksınız" der.

Ama her akşam garajdan eve gelirken pırıl pırıl giyinir;

takım elbisesi, ayağında pileli duble paça pantolonu, sonuna kadar bağlanmış gömleği

üzerinde kaşkolu, kasketi ya da fötr şapkası,

mevsimine göre pardesüsü, paltosu

ve gıcır gıcır parlayan iskarpinleriyle eve gelir.

Eve gelir gelmez hemen annem paltosunu alır,

dayılarım kaşkolunu kasketini alır, anneannem ayakkabılarının bağını çözer.

Hiçbir şey konuşulmadan akşam yemeği için sofraya oturulur.

Yemek duası dışında hiçbir şey konuşulmaz, çünkü günahtır.

Ancak yemekten sonra çay, kahve, işte meyva seansı sırasında

dedem günün raporunu alır, herkes ona ne olduğunu ne bittiğini anlatır.

Sonra torunların yatma vakti.

Kız torunları öper, onların saçlarını okşar,

erkeklere asla, elini bile öptürtmez, dokunmaz bile.

Biz tabii hep buna sinir oluruz. Meğer öyle değilmiş, o bizi gece severmiş.

Biz uyurken saçımızı okşarmış. Çünkü erkek çocuk şımarık olmasın,

cıvık olmasın, dermiş.

Sonra başka bir adamla tanıştım.

Cüneyt Gökçer, hocam. Dedemle hemen hemen aynı yaşlardan.

Cüneyt Gökçer, tiyatronun, büyük tiyatronun altında yapılan atölyede,

demir atölyesinde,

teneke bir taç, sarıya boyanmış, altın sarısına, kafasına takmış.

Efendime söyleyeyim, belinde yine atölyede yapılan tahta bir kılıç,

at kılı- kuyruğundan yapılan saçları ve sakalıyla

her akşam sahneye çıkıyor ve "Ben kral, bilmem bilmem kimim!" diye

bağırıp duruyor, ortada çığırtıyor.

Şimdi, kafam iyice karıştı, ne yapmak gerek?

Bir gün Cüneyt Gökçer elinde bir tahta bavulla geldi

bildiğiniz tahta bavul, içini bir açtı,

içinden o güne kadar oynadığı bütün rollerin fotoğrafları.

Krallar oynamış, padişahlar oynamış, profesörler oynamış,

işadamları oynamış, berduşlar oynamış, çeşit çeşit yüzlerce fotoğraf.

O zaman düşünmeye iyice başladım.

Şimdi, ya bu adam gibi yaşlandığımda bile

başka insanlar olmak, sahnede olmak vardı

ya da dedem gibi tek bir tip, tek bir karakter, tek bir insan.

Dedim, "Emek benim değil mi? Benim.

Emeğimi istediğim yere kullanabilir miyim? Evet.

Emek benim silahım mı? O zaman bu iş emek vermeye değer.

Ben bu işi seçiyorum" dedim.

Zaten bizleri belirleyen de yaptığımız seçimler değil mi?

Ve ben o gün oyuncu olmaya karar verdim.

Fiziği ve dedemi bir kenara koyup Cüneyt Gökçer'in peşinden gittim.

Evet şanslıydım, çünkü hem fizik okudum, bilim okudum hem tiyatro okudum,

yani sanat okudum ve bu ikisinin ortak yönü

her zaman çok dikkatimi çekti.

Çok farklı görünebilir ama ikisinin de ortak yolu, çıkış noktası,

ilerleme dinamosu, hep aynı soru: Ya öyle değilse?

Hep bu soru.

Bu soruyu sormak her zaman benim de işimin bir parçası oldu

çünkü bir oyunu oynarken, bir oyunu sahnelerken,

hep bu soru sorarız; ya öyle değilse? Ya başka bir şeyse?

Ama bu soruyu sormak biraz cesaret işi, biraz cesaret ister,

biraz karanlık ister, geleceğe ulaşma arzusuna içinde barındırır.

Ya öyle değilse? Ya öyle değil de, ya dünya düz değil de yuvarlaksa?

Ya öyle değilse? Ya atom parçalanabiliryorsa?

Ya öyle değilse, ya ölüm diye bir şey yoksa?

Ya da zaman sadece bir hayal ve illüzyondan öte ise?

Daha da ileriye gidebiliriz.

Ya yaşadığımız bütün bu hayat bir bilgisayar oyunu ise?

Ya tanrı yoksa?

Bütün bunları sormak gerçekten tehlikeli sulara girmek,

başınızı belaya sokacak sorular demektir.

Ama medeniyetimizi geliştirenler hep bu sorunun peşinden gidenler oldu.

Ya öyle değilse, ya başka bir yolu varsa?

Ya başka bir çözüm, başka bir bakış açısı varsa?

Ya kimsenin aklına gelmeyen o muhteşem fikir, o en iyi fikir,

bir dolabın arkasına düşüp kaldıysa? Evet.

Bundan, bilim adamları yıllarca önce, milyonlarca yıl önce

evrenin oluştuğunu, peşinden dünyanın ve yaklaşık 150 bin yıl sonrada

insan denilen yaratığın dünyaya geldiğini ispat ettiler

ya da iddia ediyorlar.

Insanoğlunun yaptığı tek şey ve ilk şeyse

toprağı sahiplenip birbirini kesmek olmuş.

Mülkiyetle başlayan zorba yönetimlere tarih boyunca karşı gelenlerse

hep bilim insanları, sanatçılar ve devrimciler olmuş.

Hepsi, ya öyle değilse şüphesine sahipmişler.

Sümer'den, Mısır'a, Hipokrat'dan, Euripides'se

İbni Sina'dan, Kopernik'e, Shakespeare'e, Çehov'a, Brecht'e

Da Vinci' ye, Einstein'a, Steve Jobs'a, Aziz Nesin'e kadar

bir sürü bilim insanı, bir sürü filozof, bir sürü sanatçı bu soruyu sormuş:

Ya öyle değilse?

Yeni çözüm yolları üretmenin soru sormaktan geçtiğini

bunlar herhalde çok, çok, çok iyi biliyorlarmış.

Şüphecilik ile paranoyanın, gerçeği aramakla,

komplo teorisi üretmenin arasındaki farkı da çok iyi biliyorlarmış.

Şaşmaz bir güvenle, içsel bir güdüyle

ya öyle değilse sorusunu sormaktan hiç vazgeçmemişler.

Ya öyle değilse sorusunu sormak gerçekten cesaret işidir.

Zaman zaman ağır bedeller ödemek zorunda kalınabilir

ki nitekim de öyle olmuştur.

Çünkü bu soru birçok iktidarı, birçok normu,

birçok yerleşik düzeni kızdıran sorulardır.

Ya öyle değilse?

İnsanlık tarihi bu sorunun yanıtını arayanların

kanlı yazgılarıyla dolu.

Bu sorunun üzerinden felsefe yapmak, bu sorunun üzerinden sanat yapmak,

bilim yapmak gerçekten bazı cezaları göze almak demek.

Sokrates'ı idam edenler, Giordano Bruno'ya işkence yapanlar

Sivas'ta aydınlarımızı yakanlar,

Uğur Mumcu gibi gerçekleri söylemekten, yazmaktan, korkmayan, çekinmeyen,

onlarca insanımızı acımasızca katledenler.

Nazım Hikmet'i, Mandela'yı hapislerde çürütmeye niyetli olanlar

Che Guevara'yı kurşuna dizenler,

Şeyh Bedrettin'i, Pir Sultan Abdal'ı asanlar işte bu sorudan korkanlardır.

Onlar... (Alkış)

...bu soruyu sormaktan korkanlar, gelişmek, ilerlemek,

bilinmezi çözmek istemezler.

Bedeli ne olursa olsun, bu soruyu sormaktan korkmamalıyız.

Gerçekten bu soru hayatımızın dönüm noktasıdır.

Çünkü bir tane hayatımız var, onu da istediğimiz gibi yaşamalıyız.

Sorular soralım, şüpheci olalım, yaratıcı olalım.

Dağın ardında çöl var diyenlere hemen inanmayalım.

Gidip kendimiz görelim, belki de o dağın ardında bir çöl yok.

Yani eğer yoksa da, olsun, spor yapmış oluruz,

dağa tırmanmış oluruz, fena mı?

Belki o dağın ardında gerçekten çöl yok.

Belki bunu bize söyleyen insan o dağa çıktı

ve çıktığında yanlış bir mevsimdi ya da bakar kördü görmedi

ya da bize yalan söylüyor.

O yüzden kendimiz görmekten hiçbir şekilde sakınmayalım.

Çünkü deneyimlemekten kimseye zarar gelmez, evet.

Şüphe gerçekleri ortaya çıkartır, ilerlememizi sağlar.

Eski köye yeni adet getirme, ya da insanın başına ne gelirse

ya meraktan gelir.. ya meraktan gelir'e çok fazla aldırmayalım.

Ya öyle değilse sorusunu sormaktan hiç vazgeçmeyelim.

Çünkü niye? Ya öyle değilse?

Ya öyle değilse? Ya 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkan Paşa

vatan haini değilse?

Ya bugün vatan haini diye suçlananlar vatan haini değil de

onları suçlayanlar gerçek vatan haini ise?

Teşekkür ederim.

(Alkış)

Ya Öyle Değilse? | Levent Ülgen | TEDxIzmir ou|cela|n'est pas|Levent|Ülgen|TEDxIzmir What if|like that|if it's not||| я|так|не так|Левент|Ульген|TEDxIzmir أو|هكذا|إذا لم يكن|ليفنت|أولغن|تيد إكس إزمير Was wäre wenn nicht? | Levent Ülgen | TEDxIzmir もしそうでなかったら｜レヴェント・ウルゲン｜TEDxIzmir What if it's not like that? | Levent Ülgen | TEDxIzmir ماذا لو لم يكن الأمر كذلك؟ | ليفنت أولغن | TEDxإزمير А якщо ні? | Левент Ульген | TEDxIzmir Et si ce n'était pas le cas ? | Levent Ülgen | TEDxIzmir

12 yaşındayken ilkokulu bitirdim. quand j'avais|l'école primaire|j'ai terminé when I was|primary school|I finished коли мені було років|початкову школу|я закінчив عندما كنت في سن 12|المدرسة الابتدائية|أنهيت I finished elementary school when I was 12 years old. لقد أنهيت المدرسة الابتدائية عندما كنت في الثانية عشرة من عمري. коли мені було 12 років, я закінчив початкову школу. J'ai terminé l'école primaire à l'âge de 12 ans.

Almayacağını biliyorum que je ne vais pas l'obtenir|je sais he/she/it will not take|I know що не купить|я знаю I know he won't buy it. أعلم أنه لن يشتريها لي Я знаю, що він не купить його, Je sais qu'il ne va pas me l'acheter

bir de gergin bir adam, sinirli bir adam. واحد|أيضا|متوتر|واحد|رجل|غاضب|واحد|رجل якийсь|також|напружений|якийсь|чоловік|сердитий|| ||nervös||||| un|aussi|tendu|un|homme|en colère|un|homme a|also|tense|a|man|angry|a|man and he's a tense man, an angry man. وهو رجل متوتر، رجل غاضب. і він ще й напружена людина, сердита людина. c'est un homme tendu, un homme en colère.

Ama sırf inattan sabaha kadar ağladım. mais|juste|par obstination|jusqu'au matin|jusqu'à|j'ai pleuré But|just||until morning|for|I cried але|тільки|з упертості|до ранку|до|я плакав لكن|فقط|عنادًا|صباحًا|حتى|بكيت But I cried all night out of stubbornness. لكنني بكيت طوال الليل بدافع العناد. Але я плакала до ранку просто з упертості. Mais j'ai pleuré toute la nuit par obstination.

Çalışacağım." Gittim hemen inşaatın müteahhidi ile konuştum. سأعمل|ذهبت|فورًا|البناء|المقاول|مع|تحدثت я буду працювати|я пішов|відразу|будівельного|підрядника|з|я поговорив ||||Bauunternehmer|| je vais travailler|je suis allé|tout de suite|de la construction|entrepreneur|avec|j'ai parlé I will work|I went|immediately|construction's|contractor|with|I talked "I will work." I immediately went and talked to the contractor of the construction. سأعمل." ذهبت على الفور وتحدثت مع مقاول البناء. Я буду працювати." Я відразу ж пішов поговорити з підрядником будівництва. Je vais travailler." Je suis allé tout de suite parler avec l'entrepreneur de la construction.

Bir ustanın yanına verdiler beni. Ben yan taraftaki 4 katlı un|maître|à côté de|ils m'ont donné|moi|||| A|master's|beside|they gave|me|I|next|to the side|story один|майстра|до себе|віддали|мене|||сусідньому| واحد|الحرفي|بجانبه|أعطوني|لي|أنا|جانب|المجاور|طوابق They assigned me to a master. I was next to the 4-story building. أعطوني إلى جانب أحد الحرفيين. كنت أضع الطلاء على المبنى المكون من 4 طوابق المجاور الذي يحتوي على 8 شقق, Мене віддали до майстра. Я обшивав 4-поверховий On m'a donné à un maître. J'étais en train de mettre un apprêt sur l'immeuble de 4 étages

8 daireli apartmana astar çekiyordum, avec appartements|immeuble|sous-couche|je peignais apartment|to the apartment|primer|I was applying квартирний|до будинку|підкладка|я тягнув ||Verkleidung| I was applying a primer to an 8-apartment building, كنت أضع الطلاء, 8-квартирний будинок, avec 8 appartements,

gözüme kireçler kaçıyor, à mes yeux|chaux|ça entre ||is running до моїх очей|вапна|потрапляє lime gets into my eyes, كان الجير يدخل في عيني. в очі мені потрапляє вапно, de la chaux me tombe dans les yeux,

gözlerim şiş, kan çanağı gibi. Yani her gün akşam, عيوني|منتفخة|دم|كالكأس|مثل|يعني|كل|يوم|مساء мої очі|набряклі|кров|чаша|як|тобто|кожен|день|вечір ||Blut|Blutgefäß||||| mes yeux|enflés|sang|œil|comme|donc|chaque|jour|soir my eyes|swollen|blood|shot|like|So|every|day|evening my eyes are swollen, like bloodshot. So every evening, عيوني منتفخة، مثل كؤوس الدم. يعني كل يوم في المساء, мої очі набряклі, як кров'яні плями. Тобто кожного вечора, mes yeux sont enflés, comme des cercles de sang. Donc chaque soir,

annem ağlayarak pansumanlar yapıyor. أمي|وهي تبكي|الضمادات|تقوم моя мама|плачучи|перев'язки|робить ||Verbände anlegen| ma mère|en pleurant|bandages|elle fait my mother|crying|dressings|does my mother is crying while doing dressings. أمي تبكي وتقوم بعمل الضمادات. моя мама плачучи робить перев'язки. ma mère fait des bandages en pleurant.

Bütün bir yaz, ben o apartmanın astarını çektim tout|un|été|je|cet|de l'appartement|sa doublure|j'ai tiré whole|a|summer|I|that|apartment's|lining|pulled весь|один|літо|я|той|будинку|обшивку|я потягнув كل|واحد|صيف|أنا|ذلك|شقة|غلافها|سحبت I spent the whole summer pulling the lining of that apartment لقد قضيت الصيف بأكمله في طلاء ذلك المبنى. Усе літо я фарбував той будинок. Tout un été, j'ai tiré la doublure de cet immeuble.

"Şöyle yapalım" dedi. "Para senin, ainsi|faisons|il a dit|l'argent|est à toi like this|let's do|he said|Money|yours так|давай зробимо|сказав|| هكذا|لنفعل|قال|المال|لك "Let's do this," they said. "The money is yours, "دعنا نفعل ذلك" قال. "Давайте зробимо так" - сказав він. "Гроші твої, "Faisons comme ça" dit-il. "L'argent est à toi,

kendime çok güzel bir forma aldım, bir şort, tozluklar lastikli, لنفسي|جداً|جميل|كرة|قميص|اشتريت|شورت||جوارب|مطاطية собі|дуже|гарну|один|футболка|я купив|один|шорти|гетри|на резинці ||||Sportanzug||||| pour moi-même|très|beau|un|maillot|j'ai acheté|un|short|protège-tibias|élastiques to myself|very|beautiful|a|jersey|I bought|a|shorts|shin guards|elastic I bought myself a very nice jersey, a pair of shorts, elastic leg guards, اشتريت لنفسي قميصًا جميلًا جدًا، وشورت، وجوارب مطاطية. Я купив собі дуже гарну форму, шорти, гетри на резинці, je me suis acheté un très beau maillot, un short, des protège-tibias élastiques,

kramponlar çivili ve bir de deriden bir futbol topu. أحذية|مسننة|و|كرة|أيضاً|جلدية|كرة|كرة| бутси|з шипами|і|один|також|з шкіри|один|футбольний|м'яч Stollen|mit Stollen||||||| crampons|à crampons|et|un|en|en cuir|un|ballon|de football the cleats|with spikes|and|a|also|made of leather|a|soccer|ball spiked cleats, and a leather football. وأحذية كرة قدم مزودة بمسامير وكرة قدم جلدية. бутси з шипами і ще шкіряний футбольний м'яч. des crampons à pointes et un ballon de football en cuir.

Emeğin ne olduğunu anladım, emeğimin gücünü fark ettim. le travail|pas|que c'est|j'ai compris|de mon travail|la force|| Your labor|what|it|I understood|my labor|power|| праця|що|це|я зрозумів|моєї праці|силу|я помітив|я зробив العمل|ما|هو|فهمت|عملي|قوته|أدركت|فعلت I understood what labor is, I realized the power of my labor. فهمت ما هو العمل، وأدركت قوة عملي. Я зрозумів, що таке праця, я усвідомив силу своєї праці. J'ai compris ce qu'est le travail, j'ai réalisé la force de mon travail.

özellikle aldırmamış. surtout|il ne s'est pas soucié especially|didn't care особливо|не звертав уваги خاصةً|لم يهتم he did not have it bought for me specifically. لم يهتم بشكل خاص. особливо не звертала уваги. il n'a pas particulièrement pris en compte.

Dikmen, Ankara'nın Dikmeni çok dik bir yerdedir, çok yokuştur. ديكمن|أنقرة|ديكمن|جداً|حاد|مكان|يقع|جداً|منحدر Дікмен|Анкари|Дікмен|дуже|крутий|місце|знаходиться|дуже|схил Dikmen||||steil|||| Dikmen|d'Ankara|Dikmen|très|raide|un|il est situé|très|en pente Dikmen|Ankara's|Dikmen|very|steep|a|is located|very|hilly Dikmen is a very steep place in Ankara, it has a lot of slopes. ديكمن، تقع ديكمن في أنقرة في مكان شديد الانحدار، شديد التلال. Дікмен, Дікмен в Анкарі дуже крутий, дуже похилий. Dikmen, le Dikmen d'Ankara est un endroit très escarpé, très en pente.

bu oğlan deli, bu oğlan yaramaz. ce|garçon|fou|||vilain this|boy|crazy|||naughty цей|хлопець|божевільний|||непослух هذا|الولد|مجنون|هذا|الولد|شقي this boy is crazy, this boy is naughty." هذا الفتى مجنون، هذا الفتى شقي. цей хлопець божевільний, цей хлопець непослух. ce garçon est fou, ce garçon est espiègle.

(Alkış) applaudissements Applause аплодисменти (تصفيق) (Applause) (تصفيق) (Аплодисменти) (Applaudissements)

Ama kafam karışık, hem de çok karışık. mais|ma tête|est confuse|aussi|très||confuse But|my mind|confused|both|also|very|confused але|моя голова|заплутана|і|також|дуже|заплутана لكن|رأسي|مشوش|أيضا|أيضا|جدا|مشوش But my mind is confused, very confused. لكن رأسي مشوش، بل مشوش جداً. Але в мене в голові плутанина, і дуже велика. Mais j'ai la tête pleine de confusion, vraiment très confus.

Kafam çok, çok, çok karışık, ne yapacağımı bilemiyorum. ma tête|très|très|très|confuse|que|je vais faire|je ne sais pas My mind|very|||confused|what|I will do|I don't know моя голова|дуже|дуже|дуже|заплутана|що|я буду робити|не знаю رأسي|جدا|جدا|جدا|مشوش|ماذا|سأفعل|لا أعرف My mind is very, very, very confused, I don't know what to do. رأسي مشوش جداً، لا أعرف ماذا أفعل. У мене в голові дуже, дуже, дуже заплутано, я не знаю, що робити. J'ai très, très, très confus, je ne sais pas quoi faire.

ama lakabı 'Kürt Hasan', Güneydoğu'dan kağnı ile gelmişler. لكن|لقبه|كردي|حسن|من الجنوب الشرقي|عربة|مع|لقد جاءوا але|його прізвисько|курд|Хасан|з Південно-Сходу|віз|на|приїхали |Spitzname|||||| mais|son surnom|kurde|Hasan|du Sud-Est|chariot|avec|ils sont venus but|nickname|Kurdish|Hasan|from the Southeast|ox cart|with|they have come But his nickname is 'Kurd Hasan', they came from the Southeast with a cart. لكن لقبه 'حسن الكردي'، لقد جاءوا من الجنوب على عربة. Але його прізвисько 'Курд Хасан', вони приїхали з Південно-Сходу на возі. Mais son surnom est 'Kürt Hasan', ils sont venus du Sud-Est avec une charrette.

gıcır gıcır yapar. qui grince|qui grince|il fait ||makes صرير|صرير|يصدر скрипучий|скрипучий|робить makes it squeaky clean. يصدر صوتاً مزعجاً. скрипить. il fait un bruit de neuf.

Ama her akşam garajdan eve gelirken pırıl pırıl giyinir; mais|chaque|soir|du garage|à la maison|en rentrant|étincelant|étincelant|il s'habille But|every|evening|from the garage|home|while coming|||dresses але|кожен|вечір|з гаража|додому|коли повертається|блискучий|блискучий|одягається لكن|كل|مساء|من المرآب|إلى المنزل|أثناء العودة|لامع|لامع|يرتدي But every evening when he comes home from the garage, he dresses up neatly; لكن كل مساء عندما يعود من المرآب إلى المنزل يرتدي ملابس أنيقة؛ Але щоразу, коли він повертається додому з гаража, він одягається бездоганно; Mais chaque soir, en rentrant du garage, il s'habille de manière impeccable ;

takım elbisesi, ayağında pileli duble paça pantolonu, بدلة|بدلته|على قدميه|مطوي|مزدوج|ساق|بنطاله костюм|його|на ногах|з плісировкою|подвійний|штанина|його |||pleated||| costume|son costume|sur ses pieds|plissé|double|jambes|son pantalon suit|his/her dress|on his/her feet|pleated|double|leg|pants a suit, pleated double-pleated pants on his feet, بدلة، وبنطلون مزدوج مطوي عند الكاحل, в костюмі, з плісированими штанами, un costume, un pantalon à double pli, sonuna kadar bağlanmış gömleği jusqu'au bout|à|attaché|sa chemise to the end|until|buttoned|shirt до кінця|до|зав'язаний|його إلى النهاية|حتى|مربوط|قميصه a shirt fully buttoned up. قميصه مربوط حتى النهاية. запнутими до кінця сорочкою. une chemise entièrement boutonnée.

üzerinde kaşkolu, kasketi ya da fötr şapkası, على|وشاحه|قبّعته|أو||فيد|قبعته на ньому|шарф|кепка|або|і|фетровий|капелюх |Schal|Kappe|||Fedorahut| sur lui|son écharpe|sa casquette|||feutre|son chapeau wearing|with a scarf|his cap|or|also|felt|his hat with his scarf, cap or fedora, عليه وشاحه، قبعة أو قبعة فوتر، з шарфом, кепкою або фетровим капелюхом, avec son écharpe, sa casquette ou son chapeau en feutre,

mevsimine göre pardesüsü, paltosu حسب|إلى|معطفه|معطفه за сезоном|відповідно до|пальто|його пальто ||Mantel| selon la saison|en fonction de|son pardessus|son manteau according to the season|to|overcoat|coat his overcoat or coat according to the season مع معطفه أو سترته حسب الموسم، в залежності від сезону, з пальто, son pardessus ou son manteau selon la saison,

ve gıcır gıcır parlayan iskarpinleriyle eve gelir. و|صرير|صرير|المتلألئة|بأحذيته|إلى المنزل|يأتي і|скрипучий|гучний|що світиться|з туфлями|додому|приходить ||||mit den High Heels|| et|qui crisse|qui crisse|brillant|avec ses escarpins|à la maison|il arrive and|squeaky||shining|with his/her dress shoes|home|he/she comes and his shiny, squeaky high heels comes home. ويعود إلى المنزل بأحذيته اللامعة. та з блискучими туфлями на високих підборах приходить додому. et ses escarpins qui brillent de mille feux.

Ancak yemekten sonra çay, kahve, işte meyva seansı sırasında لكن|بعد الطعام|بعد|شاي|قهوة|هنا|فواكه|جلسة|أثناء однак|після їжі|потім|чай|кава|ось|фрукти|сеанс|під час ||||||Obst|| seulement|après le repas|ensuite|le thé|le café|donc|les fruits|la séance|pendant But|from the meal|after|tea|coffee|during|fruit|session|during However, after the meal during the tea, coffee, and fruit session, لكن بعد الطعام، خلال جلسة الشاي والقهوة، هنا يتم تناول الفواكه. Але після їжі під час чаю, кави, ось фруктової сесії Cependant, après le repas, pendant la séance de thé, de café et de fruits.

Kız torunları öper, onların saçlarını okşar, la fille|tes petites-filles|elle embrasse|leurs|cheveux|elle caresse The girl|grandchildren|kisses|their|hair|strokes дівчина|онуки|цілує|їх|волосся|гладить الفتاة|أحفادها|تقبل|شعرهم||تداعب She kisses her granddaughters, caresses their hair, يقبل حفيداته، ويداعب شعرهن, Цілую онучок, гладить їх волосся, Il embrasse ses petites-filles, caresse leurs cheveux,

Biz uyurken saçımızı okşarmış. Çünkü erkek çocuk şımarık olmasın, nous|en dormant|nos cheveux|il caressait|parce que|garçon|enfant|gâté|ne soit pas We|while sleeping|our hair|would stroke|Because|boy|child|spoiled|would not be ми|коли спимо|наше волосся|гладив|тому що|хлопець|дитина|розбещений|не був نحن|أثناء النوم|شعرنا|يداعب||||| While we were sleeping, she would caress our hair. Because she said a boy shouldn't be spoiled, عندما نكون نائمين، كان يلمس شعرنا. Поки ми спали, він гладив наше волосся. Бо хлопчик не повинен бути капризним, Il caressait nos cheveux pendant que nous dormions. Parce que le garçon ne doit pas être gâté,

Cüneyt Gökçer, tiyatronun, büyük tiyatronun altında yapılan atölyede, جونيه|غوكجر|المسرح|الكبير|المسرح|تحت|التي تم إنشاؤها|في الورشة Cüneyt|Gökчер|театру|великого|театру|під|зроблених|в майстерні |||||||Werkstatt Cüneyt|Gökçer|du théâtre|grand|théâtre|sous|fait|dans l'atelier Cüneyt|Gökçer|of the theater|great|theater|under|held|in the workshop Cüneyt Gökçer, in the workshop held under the theater, the great theater, جونيه جكجر، في ورشة العمل التي تُقام تحت المسرح، مسرح كبير، Чюнейт Гекчер, у майстерні, що знаходиться під театром, великим театром, Cüneyt Gökçer, dans l'atelier qui se trouve sous le grand théâtre,

demir atölyesinde, fer|dans l'atelier iron|in the workshop залізо|в майстерні الحديد|في ورشته in the iron workshop, في ورشة الحديد، у кузні, dans l'atelier de fer,

teneke bir taç, sarıya boyanmış, altın sarısına, kafasına takmış. علبة|واحدة|تاج|إلى الأصفر|مصبوغ|ذهب|إلى الذهبي|على رأسه|وضع бляшанка|один|корона|жовтим|пофарбований|золотий|золотим|на голову|надів ||Krone|||||| en fer-blanc|une|couronne|jaune|peint|or|doré|sur la tête|il a mis tin|a|crown|yellow|painted|gold||on his head|had worn wore a tin crown, painted yellow, golden yellow, on his head. ارتدى تاجًا من الصفيح، تم طلاؤه باللون الأصفر، بلون الذهب، على رأسه. надів на голову залізну корону, пофарбовану в жовтий колір, золотистий. portait une couronne en fer, peinte en jaune, doré, sur sa tête.

at kılı- kuyruğundan yapılan saçları ve sakalıyla cheval||à partir de la queue|fait|ses cheveux|et|avec sa barbe horse|hair|from its tail|made|its hair|and|with its beard кінь|шкіра|з хвоста|зроблені|волосся|і|з бородою حصان||من ذيله|المصنوعة|شعره|و|بلحيته with hair and a beard made from horse tail, وشعر ولحية مصنوعة من ذيل الحصان، волосся та борода з кінського хвоста, des cheveux et une barbe faits de queue de cheval,

Krallar oynamış, padişahlar oynamış, profesörler oynamış, les rois|ont joué|les sultans||les professeurs| Kings|have played|sultans|have played|professors|have played королі|грали|падишахи|грали|професори|грали الملوك|لعبوا|السلاطين|لعبوا|الأساتذة|لعبوا Kings had played, sultans had played, professors had played, لقد لعب الملوك، ولعب السلاطين، ولعب الأساتذة، Грали королі, грали султани, грали професори, Des rois ont joué, des sultans ont joué, des professeurs ont joué,

işadamları oynamış, berduşlar oynamış, çeşit çeşit yüzlerce fotoğraf. businessmen|have played|drunks|have played|various|various|hundreds|photographs ||бездомні||||| رجال الأعمال|لعبوا|المتشردون|لعبوا|أنواع|أنواع|مئات|صور businessmen had played, drunks had played, hundreds of various faces. ولعب رجال الأعمال، ولعب المشردون، ومئات الصور المتنوعة. грали бізнесмени, грали безхатьки, різноманітні сотні фотографій. des hommes d'affaires ont joué, des vagabonds ont joué, des centaines de photos de toutes sortes.

Şimdi, ya bu adam gibi yaşlandığımda bile Now, even when I grow old like this man, الآن، حتى عندما أشيخ مثل هذا الرجل Тепер, навіть коли я постарію, як цей чоловік Maintenant, même quand je vieillirai comme cet homme

ya da dedem gibi tek bir tip, tek bir karakter, tek bir insan. ||mon grand-père|comme|un|un|type|un|un|personnage|un|un|être or|also|my grandfather|like|single|one|type|single|one|character|single|one|person або|також|мій дід|як|один|один|тип|один|один|характер|один|один|людина أو|أيضا|جدي|مثل|واحد|واحد|نوع|واحد|واحد|شخصية|واحد|واحد|إنسان or being a single type, a single character, a single person like my grandfather. أو مثل جدي، نوع واحد، شخصية واحدة، إنسان واحد. або, як мій дід, один тип, один характер, одна людина. ou un seul type, un seul personnage, une seule personne comme mon grand-père.

her zaman çok dikkatimi çekti. toujours|temps|beaucoup|mon attention|a attiré it|time|very||attracted завжди|час|дуже|мою увагу|привернув كل|وقت|جدا|انتباهي|جذب has always caught my attention. لقد لفت انتباهي دائمًا. завжди дуже привертала мою увагу. a toujours attiré mon attention.

Bu soruyu sormak her zaman benim de işimin bir parçası oldu cette|question|poser|chaque|fois|mon|de|travail|une|partie|a été This|question|to ask|always|time|my|also|work|a|part|has been це|питання|ставити|кожен|час|моїм|також|роботою|частина||стало هذا|السؤال|طرح|كل|وقت|لي|أيضا|عملي|جزء|جزء| Asking this question has always been a part of my job too. كان طرح هذا السؤال دائماً جزءاً من عملي أيضاً. Задати це питання завжди було частиною моєї роботи. Poser cette question a toujours fait partie de mon travail.

biraz karanlık ister, geleceğe ulaşma arzusuna içinde barındırır. un peu|obscurité|cela demande|vers l'avenir|atteinte|désir|en soi|cela contient a little|darkness|wants|to the future|reaching||within|harbors трохи|темрява|вимагає|до майбутнього|досягнення|бажання|в собі|містить قليلا|ظلام|يتطلب|إلى المستقبل|الوصول||في الداخل|يحمل it requires a bit of darkness, it harbors the desire to reach the future. يحتاج إلى بعض الظلام، ويحتوي على الرغبة في الوصول إلى المستقبل. трохи темряви вимагає, містить у собі бажання досягти майбутнього. cela nécessite un peu d'obscurité, cela contient le désir d'atteindre l'avenir.

Ya öyle değilse? Ya öyle değil de, ya dünya düz değil de yuvarlaksa? ou|cela|n'est-ce pas|ou|cela|n'est pas|et|ou|monde|plat|n'est pas|et|sphérique What if|like that|isn't|What if|like that|isn't|but|what if|world|flat||but|is round а|так|якщо не так|а|так|не|але|а|світ|плоский|не|але|якщо круглий أو|هكذا|ليس كذلك|أو|هكذا|ليس|لكن|أو|الأرض|مسطحة|ليس|لكن|كروية What if it's not like that? What if the world is not flat but round? ماذا لو لم يكن الأمر كذلك؟ ماذا لو لم يكن العالم مسطحًا بل كرويًا؟ А якщо це не так? А якщо світ не плоский, а круглий? Et si ce n'était pas le cas ? Et si la terre n'était pas plate mais ronde ?

Ama medeniyetimizi geliştirenler hep bu sorunun peşinden gidenler oldu. لكن|حضارتنا|الذين طوروا|دائما|هذه|المشكلة|وراء|الذين ذهبوا|كانوا але|нашу цивілізацію|ті|завжди|це|питання|за|ті|були |unsere Zivilisation||||||| mais|notre civilisation|ceux qui l'ont développée|toujours|cette|question|derrière|ceux qui ont suivi|ont été But|our civilization|those who developed|always|this|question|after|those who pursued|were But those who have developed our civilization have always been the ones who pursued this question. لكن الذين طوروا حضارتنا هم دائماً أولئك الذين تبعوا هذا السؤال. Але ті, хто розвивав нашу цивілізацію, завжди були тими, хто йшов за цим питанням. Mais ceux qui ont fait progresser notre civilisation ont toujours été ceux qui ont poursuivi cette question.

insan denilen yaratığın dünyaya geldiğini ispat ettiler l'homme|appelé|créature|dans le monde|qu'il est venu|prouver|ils ont fait human|called|creature|to the world|was born|proved|they людина|названа|створіння|у світ|що прийшов|доказ|вони зробили الإنسان|المسمى|المخلوق|إلى العالم|أنه جاء|| the creature called human came to the world. لقد أثبتوا أن المخلوق الذي يُدعى الإنسان قد وُلِد في هذا العالم. доказали, що істота, званна людиною, з'явилася на світ Ils ont prouvé que la créature appelée l'homme est venue au monde.

ya da iddia ediyorlar. ||prétendre|ils prétendent or|also|claim|they are claiming або|ж|ствердження|вони стверджують أو|أيضا|ادعاء|هم يدعون Or they claim. أو أنهم يدّعون ذلك. або стверджують це. Ou ils le prétendent.

Mülkiyetle başlayan zorba yönetimlere tarih boyunca karşı gelenlerse الملكية|التي بدأت|قاسية|الأنظمة|التاريخ|على مر|ضد|الذين جاءوا власністью|починаючи|тиранічні|управлінням|історія|протягом|проти|ті Eigentum||Tyrannisch||||| avec la propriété|commençant|tyrannique|aux gouvernements|histoire|à travers|contre|ceux qui sont venus with property|starting|oppressive|regimes|history|throughout|against|those who resisted Those who have opposed tyrannical regimes that started with property throughout history have always been الذين قاوموا على مر التاريخ الأنظمة القمعية التي بدأت بالملكية Ті, хто протистояв тиранічним режимам, що починалися з власності, протягом історії, Ceux qui se sont opposés aux régimes tyranniques commençant par la propriété à travers l'histoire

Da Vinci' ye, Einstein'a, Steve Jobs'a, Aziz Nesin'e kadar à|||Einstein à|Steve|Jobs à|Aziz|Nesin à|jusqu'à to|Vinci|to|Einstein|Steve|Jobs|Aziz|Nesin|up to до|||Ейнштейна|Стів|Джобса|Азіз|Несіна|до إلى|فينشي|إلى|أينشتاين|ستيف|جوبز|عزيز|نيسين|حتى to Da Vinci, to Einstein, to Steve Jobs, to Aziz Nesin, إلى دافنشي، إلى أينشتاين، إلى ستيف جوبز، إلى عزيز نسين до Да Вінчі, Ейнштейна, Стівена Джобса, Азіза Несіна à Da Vinci, à Einstein, à Steve Jobs, à Aziz Nesin

bir sürü bilim insanı, bir sürü filozof, bir sürü sanatçı bu soruyu sormuş: un|tas de|science|personnes|un|tas de|philosophe|un|tas de|artiste|cette|question|a posé a|lot|science|scientists|||philosopher|||artist|this|question|has asked один|безліч|наука|людей|||філософ|||художник|це|питання|поставили واحد|مجموعة|علم|إنسان|||فيلسوف|||فنان|هذا|السؤال|قد سأل a lot of scientists, a lot of philosophers, a lot of artists have asked this question: سأل العديد من العلماء، والعديد من الفلاسفة، والعديد من الفنانين هذا السؤال: безліч науковців, безліч філософів, безліч митців ставили це питання: beaucoup de scientifiques, beaucoup de philosophes, beaucoup d'artistes ont posé cette question :

bunlar herhalde çok, çok, çok iyi biliyorlarmış. ils|probablement|très|très|très|bien|ils savaient they|probably|very|||well|knew вони|напевно|дуже|дуже|дуже|добре|вони знали هؤلاء|على الأرجح|كثير|كثير|كثير|جيد|كانوا يعرفون They probably know this very, very, very well. يبدو أنهم يعرفون ذلك جيدًا جدًا جدًا جدًا. Вони, напевно, дуже-дуже добре це знають. Ils semblent en effet très, très, très bien le savoir.

birçok yerleşik düzeni kızdıran sorulardır. de nombreux|établis|systèmes|qui irritent|ce sont des questions many|established|order|angering|are questions |осіле|порядки||питання العديد من|المستقرة|الأنظمة|التي تثير|الأسئلة These are questions that anger many established orders. والعديد من الأنظمة المستقرة. багато усталених порядків. de nombreux systèmes établis.

Ya öyle değilse? ou|ainsi|si ce n'est pas What if it is not? ماذا لو لم يكن كذلك؟ А якщо ні? Et si ce n'était pas le cas?

Bu sorunun üzerinden felsefe yapmak, bu sorunun üzerinden sanat yapmak, cette|question|à partir de|philosophie|faire|cette|question|à partir de|art|faire This|question|over|philosophy|to do||||art| це|питання|через|філософія|робити|це|питання|через|мистецтво|робити هذا|السؤال|من خلال|الفلسفة|القيام|هذا|السؤال|من خلال|الفن|القيام To make philosophy through this question, to make art ممارسة الفلسفة من خلال هذا السؤال، وممارسة الفن من خلال هذا السؤال, Філософствувати на цю тему, творити мистецтво на цю тему, Faire de la philosophie sur cette question, faire de l'art sur cette question,

Sokrates'ı idam edenler, Giordano Bruno'ya işkence yapanlar Sokrates|||Giordano|à Bruno|torture|ceux qui ont fait Socrates|execution|those who executed|Giordano|to Bruno|torture|those who did Сократа|страта|ті|Джордано|Бруно|катування|ті سقراط|الإعدام|الذين أعدموا|جوردانو|برونو|التعذيب|الذين عذبوا Those who executed Socrates, those who tortured Giordano Bruno, الذين أعدموا سقراط، والذين عذبوا جوردانو برونو Ті, хто стратив Сократа, ті, хто катував Джордано Бруно Ceux qui ont condamné Socrate, ceux qui ont torturé Giordano Bruno

onlarca insanımızı acımasızca katledenler. العشرات|إنساننا|بلا رحمة|الذين قتلوا десятки|наших людей|безжально|ті |||die Mörder des dizaines de|nos compatriotes|sans pitié|ceux qui ont tué dozens of|our people|ruthlessly|those who killed those who mercilessly killed dozens of our people. الذين قتلوا العشرات من مواطنينا بلا رحمة. Ті, хто безжально вбивають десятки наших людей. Ceux qui ont tué sans pitié des dizaines de nos compatriotes.

Onlar... (Alkış) ils|applaudissements They|Applause вони|аплодисменти هم|تصفيق They... (Applause) إنهم... (تصفيق) Вони... (Аплодисменти) Ils... (Applaudissements)

Belki o dağın ardında gerçekten çöl yok. ربما|ذلك|الجبل|خلف|حقا|صحراء|ليس можливо|той|гори|за|справді|пустеля|немає |||||Wüste| peut-être|cette|montagne|derrière|vraiment|désert|n'est pas Maybe|that|mountain|behind|really|desert|not there Maybe there really is no desert beyond that mountain. ربما لا يوجد حقًا صحراء خلف ذلك الجبل. Можливо, за тією горою справді немає пустелі. Peut-être qu'il n'y a vraiment pas de désert derrière cette montagne.

O yüzden kendimiz görmekten hiçbir şekilde sakınmayalım. ذلك|لذلك|أنفسنا|من الرؤية|أي|طريقة|لا نتجنب це|тому|самі|бачити|жоден|способом|не уникаймо ||||||scheuen wir uns nicht cela|donc|nous-mêmes|de voir|aucune|manière|ne nous retenons pas That|reason|ourselves|from seeing|no|way|should avoid That's why we should not hesitate to see for ourselves in any way. لذلك دعونا لا نتجنب رؤية ذلك بأنفسنا. Тому давайте не будемо уникати бачити це самі. C'est pourquoi nous ne devons en aucun cas éviter de voir par nous-mêmes.

ya meraktan gelir.. ya meraktan gelir'e çok fazla aldırmayalım. ou|par curiosité|cela vient|ou|par curiosité|à cela|très|trop|ne nous en soucions pas either|from curiosity|he/she/it comes||||very|much|let's not pay attention to або|з цікавості|приходить|або|з цікавості|на те|дуже|занадто|не звертаймо уваги أو|من الفضول|يأتي|أو|من الفضول|يأتي|كثير|جدا|لا نهتم Let's not pay too much attention to 'it comes from curiosity.. it comes from curiosity'. لا نأخذ الأمر بجدية كبيرة عندما يأتي من الفضول.. أو يأتي من الفضول. не будемо надто звертати увагу на "або це від цікавості.. або це від цікавості." soit par curiosité... soit par curiosité, ne nous en soucions pas trop.

Ya bugün vatan haini diye suçlananlar vatan haini değil de ou|aujourd'hui|patrie|traître|en disant que|ceux qui sont accusés|patrie|traître|pas|de Or|today|homeland|traitors|by saying|those accused|homeland|traitor||also а|сьогодні|батьківщина|зрадники|за те|звинувачені|батьківщина|зрадники|не|також أو|اليوم|الوطن|الخائن|ك|الذين تم اتهامهم|الوطن|الخائن|ليس|أيضا What if those who are accused of being traitors today are not traitors, but أليس الذين يُتهمون اليوم بالخيانة الوطنية خائنين للوطن؟ А сьогодні ті, кого звинувачують у зраді батьківщини, не є зрадниками батьківщини, Et si ceux qui sont accusés aujourd'hui d'être des traîtres à la patrie ne le sont pas,

onları suçlayanlar gerçek vatan haini ise? eux|ceux qui accusent|vrai|patrie|traître|alors them|those who accuse|real|homeland||then їх|ті|справжні|батьківщина|зрадники|якщо هم|الذين يتهمون|الحقيقي|الوطن|الخائن|إذاً the ones accusing them are the real traitors? وإذا كان الذين يتهمونهم هم الخونة الحقيقيون للوطن؟ а ті, хто їх звинувачує, справжні зрадники батьківщини? mais que ceux qui les accusent sont les véritables traîtres à la patrie ?

Teşekkür ederim. merci|je fais Thank|you (formal) дякую|я роблю شكر|أقدم Thank you. شكرًا لك. Дякую. Merci.

(Alkış) applaudissements Applause аплодисменти تصفيق (Applause) (تصفيق) (Оплески) (Applaudissements)

SENT_CWT:AFkKFwvL=5.99 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=6.38 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=4.47 PAR_CWT:AvJ9dfk5=94.7 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=4.74 PAR_CWT:B7ebVoGS=6.14 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=6.48 PAR_CWT:B7ebVoGS=39.49 en:AFkKFwvL ar:AvJ9dfk5 uk:B7ebVoGS fr:B7ebVoGS openai.2025-02-07 ai_request(all=116 err=0.00%) translation(all=232 err=0.00%) cwt(all=1627 err=2.77%)