Start learning this lesson now

TEDx Turkey, Sen Değiş, Dünyan Değişsin | Hale Caneroğlu | TEDxHisarSchool

Sen Değiş, Dünyan Değişsin | Hale Caneroğlu | TEDxHisarSchool

Çeviri: Esra Çakmak Gözden geçirme: Figen Ergürbüz

(Alkış)

Merhabalar.

Nam-ı diğer "Yaprak".

Bundan on dört sene önce, sevgili Gülse Birsel

senaryoyu elime verdiğinde, Yaprak karakterini aynen şöyle anlatıyordu:

Reikici,

enerji işleriyle uğraşan,

kişisel gelişim işlerine takık,

vejetaryen, yogacı.

14 sene önce sadece vejetaryen ve yogacı ne demek anlamıştım.

Şimdi diyeceksiniz ki, 14 senede ne oldu da Hale bu hâle geldi;

şimdi kişisel gelişim uzmanı, yaşam koçluğu ve iş koçluğu yapıyor?

Galatasaray Üniversitesi son sınıftayım, sinema televizyon bölümü.

Bir yandan yönetmen yardımcılığı yapıyorum,

öte yandan ufak tefek böyle dizilerde, reklam filmlerinde oynuyorum

ve şunu anladım:

Ben kameranın arkasında olmak istemiyorum, ben önünde olmak istiyorum.

Ben sevilen, sayılan, ünlü, başarılı bir oyuncu olmak istiyorum.

Okul da bitmek üzere,

hemen Türkiye'de konservatuvar okumaya karar verdim. Dediler ki yaşlısın,

25 yaşından sonra Türkiye'de konservatuvar okuyamıyorsun,

oyunculuk için geçti.

Kalakaldım.

O dönemde iki öğretmenim hayatımı değiştiren bir seçim yaptırdılar bana.

Birisi ünlü oyuncu Cevdet Arıcılar,

diğeri belgesel yönetmeni sevgili Enis Rıza Sakızlı.

Her ikisine de buradan hürmetlerimi gönderiyorum.

Bir bir beni karşılarına aldılar ve şunu söylediler,

"Hale sen bunu başarırsın.

Henüz paranın tadını almadan, öğrenci psikolojisindeyken bas git yurtdışına,

oku oyuncu ol, hayalini gerçekleştir!"

Bastım gittim New York'a.

Hayalimi gerçekleştirdim,

ama gerçekleştirmek için neler yaşadım bakın.

Kimlerin yatılı dadısı var evinde?

Bir yıl boyunca yatılı dadı oldum.

Duvar boyacılığı yaptım, bildiğiniz duvar boyadım.

Köpek gezdirdim, temizlik yaptım,

tüm eğitim hayatım boyunca,

haftanın üç gecesi bir gece kulübünün vestiyerinin vestiyer kızı oldum.

Buna rağmen de aç kaldım.

Hiç unutmuyorum, bir gün iki saat bale dersi yaptık,

peşine iki saat eskrim yaptık, ölüyorum açlıktan.

Sonra oyunculuk dersine gireceğiz, bir saat öğle tatilimiz var.

Cebimde param yok,

arkadaşlarımın artıklarını kovaladım öğrenci odasında,

böyle baktım ki biri bitiremese de bir şeyler mideme girse.

Merak etmeyin, bir arkadaşım fark etti durumu ve beni o öğlen doyurdu.

Hepsi ne için?

Sevilen, sayılan, ünlü bir oyuncu olmak için.

Sonra Türkiye'ye döndüm, İstanbul'da mücadele başladı.

E babamı iki yıl önce kaybetmiştim,

annem emekli öğretmen Samsun'da yaşıyor ve İstanbul'da evim yok.

Elimde bir bavul, on beş günde bir ev değiştirdim.

Arkadaşlarımın salonlarında kalıyordum,

ev sahibinin sıkıldığını hissettiğimde pırr öteki eve!

Onun sıkıldığını hissettiğimde pırr öteki eve!

Üç ay böyle evden eve dolaştım.

Derken çok sevdiğim bir çocukluk arkadaşım bana evini açtı

ve evsizlik olayım çözüldü.

Hepsi ne için?

Sevilen, sayılan, ünlü, başarılı bir oyuncu olmak için.

Altı ay sonra İstanbul Gelişim Orkestrası'na girdim.

Atilla Özdemiroğlu, Garo Mafyan gibi insanlarla şarkı söylemeye başladım.

Ondan altı ay sonra Avrupa Yakası oldu.

İki ay içinde Türkiye'nin en sevilen,

en sayılan, en ünlü,

en başarılı genç yüzlerinden biri olmuştum!

Eee?

Çok mutlu olmam gerekmiyor muydu, neler yaşadım bunu başarmak için!

Hayır.

Tam bir enkazdım.

Bir uçak kazası hayal edin,

enkazın sebeplerini öğrenmek için ne yapılır?

Kara kutunun içindeki kayıtlar deşifre edilir.

Şimdi söyleyeceğim çok önemli.

Kırmızı noktaya geri dönüyorum.

Bir:

Hepimizin içinde kayıtlarla dolu bir kara kutu var.

Olumlu kayıtlar var, olumsuz kayıtlar var.

Hayatınızın sevdiğiniz ve sevmediğiniz yanlarını yaratan

bu olumlu ve olumsuz kayıtlar.

Şimdi size beni bugünkü ben yapan

kalbim hızlanmaya başladı,

kara kutumdaki en karanlık kaydı deşifre edeceğim.

Ben 1974 yılında Almanya'da doğdum

ve eğer 80'ler yılında Almanya'da çocuk olduysanız,

bir restoranın kapısında şu yazıyı okumuşsunuzdur:

Türkler ve köpekler giremez.

Benim kara kutumda bu yazı kayıtlı.

Sırf Türk olduğum için,

okulda benimle arkadaşlık yapmak istemeyen bir sürü çocuk oldu.

Yani varoluş şeklimden dolayı ırkçılığa maruz kaldım.

Ama en karanlık kaydım bu değil.

7-8 yaşlarındayım, annemle babam kulaklarımı deldirmiş,

amcam da Türkiye'den gerçek altın küpeler hediye göndermiş top şeklinde

o zaman çok modaydı.

Hemen kulağıma taktım, okula gideceğim, hava atacağım, çok heyecanlıyım!

Gittim okula, böyle tekli sıralarımız var hepimizin,

oturdum.

Saçlarımı da böyle yaptım görsünler diye, hemen oradan bir kız fark etti sabah.

Geldi, "Ay Hale küpelerin ne kadar güzel," dedi.

"Teşekkür ederim, gerçek altın amcam Almanya'dan gönderdi " dedim.

Oradan başka bir kız geldi.

"Hayır yalan söylüyorsun, Türkiye'de altının ne işi var?" dedi.

"Hayır doğru söylüyorum,

onlar gerçek altın ve amcam Türkiye'den gönderdi."

Sonra birdenbire ben görünmez oldum,

beni ne duydular, ne dikkate aldılar, ne dinlediler.

Sınıf ikiye ayrıldı:

Bir grup onun savunduğu tarafta, bir grup bunun savunduğu tarafta.

Bu diyor ki,

"Ya doğru söyleme ihtimali var, belki de Türkiye'de altın vardır."

Kimden bahsediyorlarsa, ben sanki orada yokum.

Bu da diyor ki,

"Hayır, kesinlikle yalan söylüyor. Türkiye'de altının ne işi var?"

Sonra bir kobay hayvanı gibi bir deney yapmaya karar verdiler.

İki yanımdan geldiler,

benim iznim olmadan küpelerimi kulağımdan söktüler ve masanın üstüne koydular.

Tecavüze uğramak gibi.

Mıknatısla altının gerçek olup olmadığını kontrol edecekler.

O sırada öğretmenimiz içeri girdi, bütün sınıf dağıldı oturdu

ve bu anı, benim kara kutumun en derinlerine öyle bir kayıt oldu ki

bayağı bir terapi aldım ve çok fazla yaşam koçuna gittim,

yıllar sonra hatırladım bunu.

İşte o kayıt var ya, o 7-8 yaşındaki kız çocuğu,

o kız çocuğu takdir edilmek istedi,

onaylanmak istedi,

dikkat çekmek istedi,

görünmek istedi;

kıyafetleriyle, taktıklarıyla beğenilmek istedi.

Avrupa Yakası patladığında Türkiye nüfusu 60 milyondu,

ben 60 milyonun beğenisini de kazandım, takdirini de kazandım,

giydiklerimle ve saçımla tarz yarattım, yeterince dikkat de çektim.

Peki mutlu oldum mu?

Hayır.

Hiçbir şekilde mutlu olmadım,

çünkü 60 milyonun onayı, takdiri ve sevgisi değildi ihtiyacım olan.

Bir kişinin onayına, takdirine ve sevgisine ihtiyacım vardı.

Kimin?

Aynen öyle, benim.

Bunu kesersiniz kurguda.

İkinci mesajım çok önemli:

Mutluluk arkasından koşarak yakalayacağınız bir hedef değil,

mutluluk o anda sizin yaratacağınız bir ruh hâlidir.

Yani önce mutlululuk, sonra başarı.

Birinci neydi: İçi kayıtlarla dolu,

şu anki hayatımızı yaratan bir kara kutumuz var.

İkincisi: Önce mutluluk, sonra başarı.

Mutluluk arkasından koşularak yakalanacak bir hedef değil.

Harvard profesörü Shawn Achor,

Mutluluk Avantajı kitabında bunu deneylerle ispatlamış.

Önce başarı, sonra mutluluk; yok öyle bir şey, deneylerle ispatlanmış.

Bakın size şöyle anlatayım.

Şimdi başarıyı buraya koyun, yanına da mutluluğu koyun.

Buradan büyük bir azimle, benim gibi,

içeride de bir kayıt varsa sizi böyle hırslı yapan, koşuyorsunuz koşuyorsunuz.

Geldiniz, başardınız.

Başarı, egonuzu tatmin ediyor

ve ego malesef çok açgözlü ve nankör.

Doymuyor, her daim daha fazlasını istiyor.

Tam buraya geldiniz,

"Başardım" dediniz,

egonuz tatmin oldu, daha fazlasını istediniz.

Tık tık tık oraya gittiniz, daha fazla istediniz.

Bu uu, oraya kadar gider.

Şimdi, mutluluğu başarının yanına eşleştirirseniz

mutluluk sürekli sizden uzaklaşan

ve sizin yakalamaya çalışacağınız bir hedef olacak.

Dolayısıyla ne diyoruz?

Önce mutluluk, sonra başarı.

Mesela dış faktörlerin yüzde kaçı mutluluğumuzu etkiliyor, biliyor musunuz?

Bir yüzde tahmin edin.

Seyirci: On

Ee tabii, bir dakika kim o?

Sizi tanıyorum, haa bravo.

Sadece yüzde onu mutluluğumuzu etkiliyor.

Yüzde doksanı içsel faktörlerle alakalı.

Peki başarı ve dış faktörler mutluluğumuzu etkilemiyor

içsel faktörler etkiliyorsa, Hale mutluluk ne demek?

Mutluluk demek bence her daim "Yehu" deyip enerjik olmak,

neşeli olmak, sevinçli hissetmek demek değil.

Hayat inişlerle çıkışlarla dolu.

Benim mutluluk anlayışım;

top dibe vurduğunda,

hayat sizi en zor tecrübeyle sınadığında,

akşam yatağa başınızı koyduğunuzda

şükredecek tek bir şey bile bulabiliyor musunuz?

Umut!

Tek bir şey bile var mı hayatınızda?

İşte mutluluk bu.

Hayatı ve hayatın size sunduğu

tüm deneyimleri nasıl kucaklamaya karar veriyorsunuz,

mutluluk bu.

Mutluluğun bilimsel açıklaması, pozitif psikoloji.

Peki, ikinci sordukları soru:

Nereden başlayacağız, nasıl olacak bu iş?

Yine yapılan bütün bilimsel araştırmalar diyor ki,

kendi mutluluğunuzun önündeki en büyük engel sadece ve sadece biziz.

Bu yüzden kendimizden başlayacağız.

Önce bir aynada gerçek hâlimizi göreceğiz.

Ben bunu şöyle bir örnekle anlatıyorum:

Dişçiye gittiniz, aramızda diş hekimleri varsa çok eğlenecek.

Kocaman güzel bir gülümseme istiyorsunuz, çok mutlu ve şık gözüken,

ama dişinizde bir sürü böyle lekeler var, siyah siyah, çürük çürük.

Ee, dişçi ne yapıyor?

Yani gidip de hemen üstten görünenleri kazıyıp üzerini kaplamıyor.

Panoramik röntgeninizi çekiyor.

Üstten gözüken çürüklerin altında hangi iltihaplar var,

kanal tedavisi gerekiyor mu, diş çekilmesi gerekiyor mu?

Dipte neler var, onları görmek için panoramik röntgeninizi çekiyor.

İşte ben de diyorum ki zihinsel olarak, ruhsal olarak, duygusal olarak

ve fiziksel olarak panoramik röntgeninizi çekin ya da çektirin.

Bunun için artık milyon tane kişisel gelişim öğretisi var,

seminerleri var, atölyeleri var, çalışmaları var.

Eğer ruhsal sağlığınız yerinde değilse

profesyonel destek alacağınız terapistler var.

Ruhsal sağlığınız yerinde,

sadece biraz yönlendirmeye ihtiyacınız varsa koçlar var.

Ama bir sürü şey var, yeter ki siz aksiyon almaya karar verin.

Çünkü aslında her şey ve her şey sadece düşüncede bitiyor.

Bir düşüncemiz var.

Her şey düşünceyle başlıyor.

Bu düşünce giderek su damlası gibi, önce küçücük bir su damlası,

sonra birikinti oluyor, göl oluyor, okyanus oluyor.

Düşünceler birikiyor, birikiyor ve biz de birtakım duygulara neden oluyor.

Duygular ve hisler yaratıyor.

Biz bu duygular ve hislerin etkisinde bazı davranışları gösteriyoruz

ve hayatta bu duyguların kontrolünde, seçimler yapıyoruz.

Bu duygular ve seçimlerin sonucunda da hayat tecrübemiz ortaya çıkıyor.

Peki hayat tecrübemizde neler var?

Şöyle bir grupladım genel olarak:

Sağlık ve bedenimiz,

aile ve ilişkiler,

iş-başarı,

eğlence-keyif,

bolluk-bereket.

Şimdi,

şurada mutlu olmadığınız

ya da daha iyi olabileceğinize inandığınız bir alan mı var?

Dönüp gideceğiniz yer,

hangi düşünceyle ben bu gerçeği yarattım?

Böyle düşünmeniz gerekiyor, çünkü süreç böyle.

Heal your life öğretisinin büyük hayat öğretmeni Louise Hay,

nur içinde yatsın,

der ki, "Düşünceni değiştir, hayat tecrübeni değiştir."

Ben bu düşünce değiştirme, dönüşüm işine bildiğiniz gibi değil

bayağı kafayı taktım, yeni kariyerim oldu.

Çünkü bütün umudu bunda görüyorum.

Diyeceksiniz, çok mu umutsuzsun?

Hayır, aksine çok umudum var

ama artık sınırları çok zorladığımız bir yere geldiğimize inanıyorum.

Çünkü insanoğlu kendini yok etme programında çalışıyor.

Dünya bizim evimiz,

ama dikkat edin biz ev sahibi değiliz,

biz kiracıyız.

Geliyoruz, gidiyoruz; geliyoruz, gidiyoruz.

Şimdi hayal edin:

Şahane çok güzel bir eviniz var, rüya gibi

ve içine çok sevdiğiniz insanları kiracı olarak yerleştiriyorsunuz.

Gel gör ki kiracılar evinize çok kötü davranıyor.

Bir mesaj gönderiyorsunuz, uyarıyorsunuz.

İkinci mesajı gönderiyorsunuz, uyarıyorsunuz.

Üçüncü mesajı gönderiyorsunuz, uyarıyorsunuz.

Ama o sevdiğiniz insanlar bir türlü uyanıp akıllanıp bilinçlenmiyor

ve hâlâ evinize zarar vermeye devam ediyor.

Evinizi kaybetme noktasına gelirseniz ne yaparsınız?

Kiracıya yallah! Evinizi kurtarırsınız.

O yüzden lütfen dikkat edelim,

biz bu dünyada kiracıyız.

Ev sahibinin bizi kovmasını istemiyorsak,

üç, şimdi hatırlayalım.

Bir, ne dedik:

Hepimizin hayatını oluşturan bir kara kutu var içi kayıtlarla dolu.

İki: Önce mutluluk, sonra başarı.

Başarı bir hedef olamaz arkasından koşulacak.

Üç:

Ev sahibinin bizi evden atmasını istemiyorsak,

insan olmayı hatırlama zamanı.

İnsan olmayı hatırlama zamanı.

Hepimizi çok ilginç bir gelecek bekliyor.

Yapay zekânın ve robotların hâkim olacağı bir gelecekte yaşayacağız.

Hadi bizi geçin,

çocuklarımız ve torunlarımız yetenekleri, yetileri ve becerileriyle

bu süper tasarlanmış mekanik araçlarla yarışacaklar.

Biz robotları insanlaştırmaya çalışırken, ki bunu şahane yapıyoruz,

en son ne yaptık birine makyaj yaptık,

peruk taktık, kapak kızı yaptık!

Vatandaşlık verdik bir de!

Biz, robotları insanlaştırırken insanlar robotlaştık.

İşte tam da bu yüzden

tüm bizi insan yapan değerlerimizi hatırlama zamanı geldi,

çünkü onlar robotlarla olmayacak.

Yani özümüze dönmemiz gerekiyor.

Özgüven, özdeğer, özsaygı, özsevgi.

Bunlar çok önemli diyoruz,

bunları güçlendirmek için çocuklarımıza vermek için

ne kadar çok emek sarf ediyoruz.

Peki, soruyorum:

Gerçekten tanımadığınız,

gerçekliğini bilmediğiniz bir kişiye ne kadar güvenirsiniz?

Ne kadar seversiniz, ne kadar değer verirsiniz?

Ne kadar saygı duyarsınız?

İngilizce'de öze "self" demişler, yani kendin.

Kendini ne kadar iyi tanıyorsun?

Kendi gerçekliğini ne kadar iyi biliyorsun?

İşte o yüzden benim için özüne dönmek demek,

kendi gerçekliğinle tanışmak demek.

Ailelerimiz tarafından, toplum tarafından üzerimize bir sürü gömlek giydiriliyor.

Olmamız gerekenler, yapmamız gerekenler,

sorumluluklar, zorunluluklar; bir sürü gömlek var!

Kendin olmak, özüne dönmek demek

bence o gömleklerden bir bir sıyrılıp gerçek seni keşfetmek demek.

Zaten dünya da bizden bunu bekliyor.

Eğer dünya danışanım olarak

ofisime gelip karşıma otursaydı ve deseydi ki,

dünya deyince geri çekilme hissi hissettim saygıdan,

"Hale ben kendimi hiç iyi hissetmiyorum,

bana koç olarak nasıl yardımcı olabilirsin?"

İlk sorum şu olurdu:

Sevgili Dünya, şu anki durumun nedir?

Anlatırdı.

Dünyanın şu anki durumunu hepimiz biliyoruz.

Sonra ikinci sorum şu olurdu:

Peki, sevgili Dünya olmak istediğin hâl nedir?

Onu da anlatırdı.

Hepimiz onu da biliyoruz.

Sonra üçüncü aşama gelirdi, üçüncü soru:

Peki sevgili Dünya,

buradan buraya ulaşmak için aradaki engelin nedir?

Teşekkür ederim, evet.

Aradaki engel biziz: İnsanoğlu.

Sonra bir sonraki soru gelirdi,

sormaya korkuyorum, çünkü ucu hepimize dokunacak.

Sevgili Dünya,

buraya ulaşmana engel olan insanoğlunu veya engeli

ortadan kaldırmak için ne gibi bir çözümler düşünürsün?

İnsanoğlunu yok etmek.

Bakınız, Nuh Tufanı.

Bilimsel olarak bir sürü veri var,

Dünya'nın ırkımızı yok etmesi bir güne bakar.

Sevgili Dünya, başka çözüm yok mu?

Olmaz mı?

Çözüm insanoğlunda.

İnsanoğlu artık uyansın ve sorumluluk üstlensin.

Robotlara insan gibi davranmayı ve düşünmeyi öğreteceğine,

kendisi insan olmayı hatırlayıp düşünce gücünün farkına varsın.

Şu an burada oturan her biriniz ve ekranı karşısında dinleyen sen.

Hepimizin dünyayı ve insanlığı kurtarma gücü içinde,

ben buna sonsuz inanıyorum.

"Ben kimim ki dünyayı ya da insanlığı kurtaracağım?"

Sen kimsin ki yapmayacaksın?

"Bir kişiden ne fark eder?"

İnsanoğlunun tümü zaten birer kişinin toplamı değil mi?

Çok şey fark eder.

O yüzden, şu anki dünyanızdan memnun mu değilsiniz?

Şu anki dünyayı iyileştirmek mi istiyorsunuz?

Şu anki dünyayı beğenmiyorsunuz, değiştirmek mi istiyorsunuz?

Sevgili insanoğlu, sen değiş, dünyan değişsin.

Teşekkür ederim.

(Alkış)

Sen Değiş, Dünyan Değişsin | Hale Caneroğlu | TEDxHisarSchool ||||||TEDxHisarSchool أنت|تغيّر|عالمك|تغيّر|هالة|كانير أوغلو|تيد إكس مدرسة حصار du|verändere|deine Welt|sie soll sich verändern|Hale|Caneroğlu|TEDxHisarSchool ти|змініть|твій світ|нехай зміниться|Хале|Канероглу|TEDxHisarSchool you|change|your world|may change|Hale|Caneroğlu|TEDxHisarSchool tu|change|ton monde|qu'il change|Hale|Caneroğlu|TEDxHisarSchool あなたが変われば世界が変わる｜ハレ・カネロウル｜TEDxHisarSchool Verander jezelf, verander je wereld | Hale Caneroğlu | TEDxHisarSchool Изменись сам, измени свой мир | Хейл Канероглу | TEDxHisarSchool Verändere dich, damit sich deine Welt verändert | Hale Caneroğlu | TEDxHisarSchool Change Yourself, Change Your World | Hale Caneroğlu | TEDxHisarSchool تغير أنت، يتغير عالمك | هالي كانير أوغلو | TEDxHisarSchool Зміни себе, щоб змінився твій світ | Хале Джанероглу | TEDxHisarSchool Changez-vous, changez votre monde | Hale Caneroğlu | TEDxHisarSchool

(Alkış) تصفيق Applaus аплодисменти applause applaudissements (Applaus) (Applause) (تصفيق) (Аплодисменти) (Applaudissements)

Merhabalar. مرحبًا Hallo привітання hello bonjour Hallo. Hello. مرحباً. Привітання. Bonjour.

Nam-ı diğer "Yaprak". ||الآخر|يابراك ||anderer|Blatt Нам||інше|Япрак ||other|Leaf ||autre|Yaprak Namensänderung "Yaprak". Also known as "Leaf." المعروف أيضًا باسم "يبرق". Відомий також як "Листок". Aussi connu sous le nom de "Yaprak".

Bundan on dört sene önce, sevgili Gülse Birsel ||||||Гюльсе|Гульсе Бирсель من ذلك|عشرة|أربعة|سنوات|مضى|العزيزة|غولسي|بيرسل davon|zehn|vier|Jahre|zuvor|liebe|Gülse|Birsel з цього|десять|чотири|років|тому|дорога|Гюльсе|Бірсель from this|on|four|years|ago|dear|Gülse|Birsel il y a|quatorze||années|auparavant|chère|Gülse|Birsel Vor vierzehn Jahren, als die liebe Gülse Birsel Fourteen years ago, dear Gülse Birsel قبل أربعة عشر عامًا، عندما أعطتني العزيزة غولس بيرسل السيناريو, Чотирнадцять років тому, моя дорога Гюльсе Бірсель Il y a quatorze ans, ma chère Gülse Birsel

Reikici, Рейкицзи(1) رايكي Reiki-Praktizierende Рейкист Reiki practitioner reikiste Reikimaster, Reiki practitioner, رايكي. Рейкист, Reikici,

Galatasaray Üniversitesi son sınıftayım, sinema televizyon bölümü. غلطة سراي|جامعة|السنة|أنا في الصف||| Galatasaray|Universität|letzte|ich bin im Jahrgang|Film|Fernsehen|Fach Гальатасарай|університет|останній|я на курсі|кіно|телебачення|відділ Galatasaray|University|last|I am in the class|cinema|television|department Galatasaray|université|dernière|je suis en classe||| Ich bin im letzten Jahr an der Galatasaray Universität, im Fachbereich Film und Fernsehen. I am in my final year at Galatasaray University, in the cinema and television department. أنا في السنة الأخيرة في جامعة غلطة سراي، قسم السينما والتلفزيون. Я на останньому курсі університету Галатасарая, на факультеті кіномистецтва та телебачення. Je suis en dernière année à l'Université Galatasaray, dans le département de cinéma et de télévision.

Bir yandan yönetmen yardımcılığı yapıyorum, |||assistant director| واحد|جانب|مخرج|مساعدته|أعمل ein|auf der einen Seite|Regisseur|Assistenz|ich mache один|з одного боку|режисер|асистентство|я роблю a|side|director|assistantship|I am doing un|côté|réalisateur|assistant|je fais Einerseits arbeite ich als Regieassistentin, On one hand, I am working as an assistant director, من جهة أخرى، أعمل كمساعد مخرج، З одного боку, я працюю асистентом режисера, D'un côté, je fais de l'assistance à la réalisation,

Kalakaldım. بقيت ich blieb stehen я залишився в замішанні I was left speechless je suis resté là Ich war sprachlos. I was left speechless. توقفت. Я залишився. Je suis resté là.

diğeri belgesel yönetmeni sevgili Enis Rıza Sakızlı. ||||||Сакизлы الآخر|وثائقي|مخرج|العزيز|إنيس|رزا|ساكيزلي der andere|Dokumentar-|Regisseur|lieber|Enis|Rıza|Sakızlı інший|документальний|режисер|дорогий|Еніс|Різа|Сакізлі the other|documentary|director|dear|Enis|Rıza|Sakızlı l'autre|documentaire|réalisateur|cher|Enis|Rıza|Sakızlı Der andere ist der Dokumentarfilmer, mein lieber Enis Rıza Sakızlı. the other is documentary director dear Enis Rıza Sakızlı. الآخر هو مخرج الأفلام الوثائقية العزيز إنيس رزا ساكيزلي. інший документальний режисер, дорогий Еніс Різа Сакізлі. l'autre est le réalisateur de documentaires cher Enis Rıza Sakızlı.

Her ikisine de buradan hürmetlerimi gönderiyorum. ||||с уважением| كل|منهما|أيضا|من هنا|تحياتي|أرسل beide|ihnen|auch|von hier|meine Grüße|ich sende обидва|їм|також|звідси|мої вітання|я відправляю both|to them|also|from here|my respects|I am sending tous|les deux|à|ici|mes respects|j'envoie Ich sende beiden hiermit meine Grüße. I send my respects to both of them from here. أرسل تحياتي لهما من هنا. Обом я відправляю свої вітання. Je leur envoie mes salutations d'ici.

"Hale sen bunu başarırsın. هالة|أنت|هذا|ستنجح Hale|du|das|du wirst es schaffen Хале|ти|це|ти досягнеш Hale|you|this|you will succeed Hale|tu|cela|tu réussiras "Hale, du schaffst das." "Hale, you can achieve this. "هالي، يمكنك أن تنجحي في ذلك. "Хале, ти з цим впораєшся. "Hale, tu peux le faire.

oku oyuncu ol, hayalini gerçekleştir!" ||||осуществи اقرأ|ممثل|كن|حلمك|حقق lies|Schauspieler|werde|deinen Traum|verwirkliche читай|актор|стань|свою мрію|реалізуй study|actor|become|your dream|realize étudie|acteur|deviens|ton rêve|réalise studier, werde Schauspieler, verwirkliche meinen Traum!" study to become an actor, fulfill your dream! ادرس لتصبح ممثلاً، حقق حلمك!" вчися, стань актором, здійсни свою мрію!" étudie pour devenir acteur, réalise ton rêve !

peşine iki saat eskrim yaptık, ölüyorum açlıktan. |||фехтование||| بعد ذلك|ساعتين|ساعة|مبارزة|قمنا|أموت|من الجوع danach|zwei|Stunden|Fechten|wir haben gemacht|ich sterbe|vor Hunger потім|два|години|фехтування|ми займалися|я вмираю|від голоду after that|two|hour|fencing|we did|I am dying|from hunger ensuite|deux|heures|escrime|nous avons fait|je meurs|de faim danach haben wir zwei Stunden Fechten gemacht, ich sterbe vor Hunger. then we did two hours of fencing, I'm dying of hunger. ثم درسنا المبارزة لمدة ساعتين، أنا أموت من الجوع. потім ще дві години займалися фехтуванням, я вмираю з голоду. puis deux heures d'escrime, je meurs de faim.

arkadaşlarımın artıklarını kovaladım öğrenci odasında, ||я догнал|| أصدقائي|بقاياهم|طاردت|غرفة|في meine Freunde|Reste|ich habe verfolgt|Student|in seinem Zimmer моїх друзів|залишки|я гнався|студентській|кімнаті my friends'|leftovers|I chased|student|in the room mes amis|restes|j'ai poursuivi|étudiant|dans la chambre Ich habe die Reste meiner Freunde im Studentenraum verfolgt, I chased the leftovers of my friends in the student room, لقد طاردت بقايا أصدقائي في غرفة الطلاب, Я переслідував залишки своїх друзів у студентській кімнаті, J'ai poursuivi les restes de mes amis dans la salle des étudiants,

Sonra Türkiye'ye döndüm, İstanbul'da mücadele başladı. ثم|إلى تركيا|عدت||النضال|بدأ dann|in die Türkei|ich kehrte zurück||Kampf|es begann потім|до Туреччини|я повернувся||боротьба|почалася then|to Turkey|I returned||struggle|it started ensuite|en Turquie|je suis retourné|à Istanbul|lutte|a commencé Dann bin ich nach Türkei zurückgekehrt, der Kampf begann in Istanbul. Then I returned to Turkey, and the struggle began in Istanbul. ثم عدت إلى تركيا، وبدأت المعركة في إسطنبول. Потім я повернувся до Туреччини, боротьба почалася в Стамбулі. Puis je suis retourné en Turquie, la lutte a commencé à Istanbul.

annem emekli öğretmen Samsun'da yaşıyor ve İstanbul'da evim yok. والدتي|متقاعدة|معلمة|في سامسون|تعيش|و||منزلي|ليس meine Mutter|pensioniert|Lehrerin|in Samsun|sie lebt|und||mein Haus|nicht vorhanden моя мати|пенсіонер|вчитель|в Самсуні|вона живе|і||мій дім|немає my mother|retired|teacher|in Samsun|she lives|and||my house|there is not ma mère|retraitée|enseignante|à Samsun|elle vit|et|à Istanbul|ma maison|n'est pas meine Mutter ist pensionierte Lehrerin und lebt in Samsun, und ich habe kein Zuhause in Istanbul. my mother is a retired teacher living in Samsun and I have no home in Istanbul. تعيش والدتي، المعلمة المتقاعدة، في سامسون وليس لدي منزل في إسطنبول. моя мама - пенсіонерка, живе в Самсуні, а в Стамбулі в мене немає дому. ma mère, une enseignante à la retraite, vit à Samsun et je n'ai pas de maison à Istanbul.

ev sahibinin sıkıldığını hissettiğimde pırr öteki eve! ||что ему скучно|||| منزل|صاحب|ملل|شعرت|بسرعة|الآخر|إلى المنزل Haus|des Vermieters|dass er gelangweilt ist|als ich fühlte|schnell|das andere|Haus будинок|власника|що йому стало нудно|коли я відчув|вмить|інший|будинок house|landlord's|that he was bored|when I felt|zoom|the other|house maison|du propriétaire|qu'il s'ennuyait|quand je l'ai ressenti|hop|l'autre|maison wenn ich das Gefühl hatte, dass der Vermieter gelangweilt ist, bin ich schnell ins nächste Haus! when I felt the landlord was getting bored, off to the other house! عندما شعرت أن صاحب المنزل بدأ يشعر بالملل، كنت أهرب إلى المنزل الآخر! коли відчував, що господару набридло, тік-так до іншої квартири! quand je sentais que le propriétaire s'ennuyait, hop, à l'autre maison!

Altı ay sonra İstanbul Gelişim Orkestrası'na girdim. ستة|أشهر|بعد||تطوير|إلى الأوركسترا|دخلت sechs|Monate|nach||Entwicklung|Orchester|ich trat ein шість|місяць|через||розвиток|до оркестру|я вступив six|months|later||Development|Orchestra|I joined six|mois|après|Istanbul|développement|à l'orchestre|j'ai intégré Sechs Monate später trat ich in das Istanbul Development Orchestra ein. I joined the Istanbul Development Orchestra six months later. بعد ستة أشهر انضممت إلى أوركسترا إسطنبول للتطوير. Через шість місяців я вступив до Стамбульського оркестру розвитку. Six mois plus tard, j'ai rejoint l'Orchestre de Développement d'Istanbul.

Eee? ماذا naja Ну well alors Na und? So? وماذا في ذلك؟ Ну? Et alors?

Hayır. لا ні non Nein. No. لا. Ні. Non.

Bir: واحد один un Eins: One: واحد: Один: Un :

kara kutumdaki en karanlık kaydı deşifre edeceğim. الأسود|في صندوقي|الأكثر|ظلمة|السجل|فك|سأفعل schwarz|in meiner Box|die|dunkelste|Aufzeichnung|entschlüsseln|ich werde чорний|в моїй коробці|най|темний|запис|розшифровувати|я буду black|in my box|the most|dark|record|to decipher|I will noir|dans ma boîte|||enregistrement|déchiffrer|je vais ich werde die dunkelste Aufzeichnung in meiner Blackbox entschlüsseln. I will decode the darkest record in my black box. سأفكك أغمق سجل في صندوقي الأسود. я розшифрую найтемніший запис у моїй чорній скриньці. je vais déchiffrer l'enregistrement le plus sombre de ma boîte noire.

bir restoranın kapısında şu yazıyı okumuşsunuzdur: |||||вы прочитали لافتة|مطعم|عند باب|هذه|العبارة|قرأتم ein|Restaurant|an der Tür|dieses|Schild|ihr habt gelesen один|ресторану|на дверях|це|напис|ви прочитали a|restaurant's|at the door|this|sign|you must have read un|restaurant|à la porte|ce|écriture|vous avez dû lire haben Sie wahrscheinlich an der Tür eines Restaurants diesen Schriftzug gelesen: you might have read this sign at the door of a restaurant: فقد قرأت هذا النص على باب مطعم: ви, напевно, читали цей напис біля дверей ресторану: vous avez probablement lu cette inscription à la porte d'un restaurant :

oturdum. جلست ich setzte mich я сів I sat down je me suis assis ich habe mich hingesetzt. I sat down. جلست. я сіла. je me suis assis.

Saçlarımı da böyle yaptım görsünler diye, hemen oradan bir kız fark etti sabah. شعري|أيضا|هكذا|فعلت|ليروا|لكي|فورا|من هناك|واحدة|فتاة|||صباحا meine Haare|damit|so|ich machte|sie sollen sehen||sofort|von dort|ein|Mädchen|||morgens моє волосся|також|так|я зробив|щоб вони побачили|щоб|відразу|звідти|одна|дівчина|||вранці my hair|also|like this|I did|so they can see|in order to|immediately|from there|a|girl|||in the morning mes cheveux|aussi|comme ça|j'ai fait|pour qu'ils voient|pour|tout de suite|de là|une|fille|||ce matin Ich habe meine Haare so gemacht, damit sie es sehen, sofort hat ein Mädchen dort drüben am Morgen bemerkt. I styled my hair like this so they would see, a girl noticed me right away in the morning. قمت بعمل شعري بهذه الطريقة ليلاحظوني، وقد لاحظتني فتاة هناك في الصباح. Я також так зробила волосся, щоб вони побачили, відразу там одна дівчина помітила вранці. J'ai aussi fait mes cheveux comme ça pour qu'ils puissent voir, une fille l'a remarqué tout de suite ce matin.

Geldi, "Ay Hale küpelerin ne kadar güzel," dedi. |||серьги|||| جاء|آي|هالة|أقراطك|ما|جداً|جميلة|قالت sie kam|Ay|Hale|Ohrringe|wie|so|schön|sie sagte вона прийшла|о|Хейл|серйозно|як|дуже||вона сказала she came|oh|Hale|your earrings|how|so|beautiful|she said elle est venue|oh|Hale|tes boucles d'oreilles|combien|si|belles|elle a dit Sie kam und sagte: "Ay Hale, wie schön deine Ohrringe sind." She came and said, "Oh Hale, how beautiful your earrings are." جاءت، "آي هالة، كم هي جميلة الأقراط،" قالت. Прийшла, "Ой, Хале, які в тебе гарні серйозки," сказала. Elle est arrivée, "Ay Hale, tes boucles d'oreilles sont si belles," a-t-elle dit.

Sınıf ikiye ayrıldı: la classe|en deux|a été divisée Die Klasse wurde in zwei geteilt: The class was divided into two: انقسم الصف إلى قسمين: Клас поділився на дві частини: La classe a été divisée en deux :

Bir grup onun savunduğu tarafta, bir grup bunun savunduğu tarafta. ||||||||якого| un|groupe|celui qu'il|il défend|côté|un|groupe|celui qu'il|il défend|côté Eine Gruppe auf der Seite, die er verteidigt, eine Gruppe auf der Seite, die sie verteidigt. One group on the side he defended, one group on the side she defended. مجموعة تدافع عن رأيه، ومجموعة تدافع عن رأي آخر. Одна група на його стороні, інша група на стороні цього. Un groupe est du côté qu'il défend, un groupe est du côté qu'elle défend.

Bu diyor ki, cela|il dit|que Das sagt, This one says, هذا يقول: Це говорить, Cela dit,

"Ya doğru söyleme ihtimali var, belki de Türkiye'de altın vardır." soit|vrai|dire|possibilité|il y a|peut-être|que|en Turquie|or|il y a "Es könnte sein, dass es eine Wahrscheinlichkeit gibt, dass es Gold in der Türkei gibt." "There is a possibility that he is telling the truth, maybe there is gold in Turkey." "ربما يكون هناك احتمال أن يكون ما يقوله صحيحًا، ربما يوجد ذهب في تركيا." "Можливо, є ймовірність, що в Туреччині є золото." "Il y a peut-être une chance que ce soit vrai, peut-être qu'il y a de l'or en Turquie."

Kimden bahsediyorlarsa, ben sanki orada yokum. |||||не существую من|يتحدثون|أنا|كأن|هناك|لست von wem|sie sprechen|ich|als ob|dort|ich nicht bin про кого|вони говорять|я|ніби|там|я не існую about whom|they are talking|I|as if|there|I am not de qui|ils parlent|je|comme si|là|je ne suis pas Von wem sie auch sprechen, ich bin sozusagen nicht da. Whoever they are talking about, it's as if I'm not there. من يتحدثون عنه، كأنني غير موجود هناك. Про кого б вони не говорили, я ніби не існую. De qui parlent-ils, j'ai l'impression que je ne suis pas là.

onaylanmak istedi, أن يتم الموافقة|أرادت genehmigt werden|sie wollte бути схваленим|хотіла to be approved|wanted être approuvé|elle a voulu es wollte Zustimmung, she wanted to be approved, أرادت أن تُوافق عليها، хотіла бути схваленою, elle voulait être approuvée,

giydiklerimle ve saçımla tarz yarattım, yeterince dikkat de çektim. тем что я ношу|||||||| بملابسي|و|بشعري|أسلوب|أنشأت|بما فيه الكفاية|انتباه|أيضا|جذبت mit dem|und|mit meinem Haar|Stil|ich habe kreiert|genug|Aufmerksamkeit|auch|ich habe erregt з тим|і|з моїм волоссям|стиль|я створив|достатньо|увага|також|я привернув with what I wore|and|with my hair|style|I created|enough|attention|also|I attracted avec ce que je porte|et|avec mes cheveux|style|j'ai créé|suffisamment|attention|aussi|j'ai attiré Ich habe mit dem, was ich trage, und mit meinen Haaren einen Stil kreiert, ich habe genug Aufmerksamkeit erregt. I created a style with what I wore and my hair, and I attracted enough attention. لقد أنشأت أسلوبًا بملابسي وشعري، وجذبت انتباهًا كافيًا. Я створила стиль своїм одягом і волоссям, і привернула достатньо уваги. J'ai créé un style avec ce que je porte et mes cheveux, j'ai attiré suffisamment d'attention.

Hayır. لا Nein ні no non Nein. No. لا. Ні. Non.

Kimin? من wessen Чий Whose de qui Von wem? Whose? من؟ Кого? De qui ?

Mutluluk arkasından koşarak yakalayacağınız bir hedef değil, السعادة|خلفها|بالركض|ستلحقون|هدف||ليس Glück|hinterher|laufend|Sie erreichen werden|ein|Ziel|nicht щастя|за ним|бігаючи|ви зможете спіймати|одна|мета|не happiness|after|running|you will catch|a|goal|not le bonheur|derrière|en courant|que vous allez attraper|un|objectif|pas Glück ist kein Ziel, das Sie hinterherjagen, Happiness is not a goal that you chase after, السعادة ليست هدفاً ستجري وراءه, Щастя - це не мета, яку ви будете переслідувати, Le bonheur n'est pas un objectif que vous poursuivez,

Birinci neydi: İçi kayıtlarla dolu, الأول|ماذا كان||بسجلات|مليء erste|was war||Aufzeichnungen|voll перше|що було||записями|наповнений the first|what was||with records|full le premier|c'était quoi|intérieur|rempli d'enregistrements|plein Was war das Erste: Wir haben eine schwarze Box, What was the first: We have a black box filled with records, ما كان الأول: لدينا صندوق أسود مليء بالسجلات, Що було першим: у нас є чорна скринька, Le premier était : Nous avons une boîte noire remplie d'enregistrements,

şu anki hayatımızı yaratan bir kara kutumuz var. цей|теперішній|наше життя|що створює|один|чорний|наш ящик|є |||||||il y a die voller Aufzeichnungen ist und unser jetziges Leben erschafft. which creates our current life. وهو ما يخلق حياتنا الحالية. яка наповнена записами і створює наше теперішнє життя. qui crée notre vie actuelle.

Mutluluk arkasından koşularak yakalanacak bir hedef değil. السعادة|من ورائها|بالركض|ستحصل|هدف||ليس Glück|hinterher|laufend|zu fangen|ein|Ziel|nicht щастя|за ним|бігучи|досяжний|один|мета|не happiness|after|running|to be caught|a|target|not le bonheur|derrière|en courant|qui sera atteint|un|objectif|pas Glück ist kein Ziel, das man hinterherlaufen kann. Happiness is not a goal that can be chased after. السعادة ليست هدفًا يمكن اللحاق به بالركض. Щастя не є метою, яку можна досягти, бігаючи за ним. Le bonheur n'est pas un objectif que l'on peut atteindre en courant après.

Geldiniz, başardınız. لقد جئتم|لقد نجحتم Sie haben es geschafft|Sie haben es erreicht ви прийшли|ви досягли you came|you succeeded vous êtes arrivés|vous avez réussi Sie sind gekommen, Sie haben es geschafft. You came, you succeeded. لقد جئتم، لقد نجحتم. Ви прийшли, ви досягли. Vous êtes arrivés, vous avez réussi.

"Başardım" dediniz, لقد نجحت|قلت Ich habe es geschafft|Sie haben gesagt я досягнув|ви сказали I succeeded|you said j'ai réussi|vous avez dit haben Sie gesagt: "Ich habe es geschafft," you said, "I did it," قلت "لقد نجحت", сказали "Я досягнув успіху",{ vous avez dit "J'ai réussi",{

mutluluk sürekli sizden uzaklaşan щастя|постійно|від вас|що віддаляється le bonheur|constamment|de vous|s'éloignant wird Glück ständig von Ihnen weggehen, happiness will be something that constantly moves away from you ستكون السعادة شيئًا يبتعد عنك باستمرار щастя постійно буде від вас віддалятися le bonheur sera quelque chose qui s'éloigne constamment de vous

Mesela dış faktörlerin yüzde kaçı mutluluğumuzu etkiliyor, biliyor musunuz? على سبيل المثال|الخارجي|العوامل|نسبة|كم|سعادتنا|يؤثر|تعرف|هل zum Beispiel|außen|Faktoren|Prozent|wie viel|unser Glück|beeinflusst|wissen|Sie наприклад|зовнішні|фактори|відсоток|скільки|наше щастя|впливають|знаєте|ви for example|external|factors|percent|how much|our happiness|affects|you know|do you par exemple|extérieur|facteurs|pourcentage|combien|notre bonheur|influence|| Wissen Sie, wie viel Prozent der externen Faktoren unser Glück beeinflussen? For example, do you know what percentage of external factors affects our happiness? على سبيل المثال، ما هي النسبة المئوية للعوامل الخارجية التي تؤثر على سعادتنا، هل تعرف؟ Наприклад, який відсоток зовнішніх факторів впливає на наше щастя, ви знаєте? Par exemple, quel pourcentage des facteurs externes influence notre bonheur, savez-vous ?

Peki başarı ve dış faktörler mutluluğumuzu etkilemiyor ||||||не влияют حسناً|النجاح|و|الخارجي|العوامل|سعادتنا|لا تؤثر also|Erfolg|und|äußere|Faktoren|unser Glück|beeinflusst nicht ну|успіх|і|зовнішні|фактори|наше щастя|не впливають well|success|and|external|factors|our happiness|does not affect alors|succès|et|externes|facteurs|notre bonheur|n'affectent pas Nun, Erfolg und äußere Faktoren beeinflussen unser Glück nicht. So, if success and external factors do not affect our happiness, حسناً، هل النجاح والعوامل الخارجية لا تؤثر على سعادتنا؟ Отже, успіх і зовнішні фактори не впливають на наше щастя? Alors, le succès et les facteurs externes n'affectent pas notre bonheur.

içsel faktörler etkiliyorsa, Hale mutluluk ne demek? ||влияют на|||| الداخلي|العوامل|إذا كانت تؤثر|هالة|السعادة|ماذا|يعني innere|Faktoren|wenn sie beeinflussen|Hale|Glück|was|bedeutet внутрішні|фактори|якщо впливають|Хейл|щастя|що|означає internal|factors|if they affect|Hale|happiness|what|to mean internes|facteurs|s'ils affectent|Hale|bonheur|que|signifier Wenn innere Faktoren Einfluss haben, was bedeutet dann Glück? and internal factors do, then what does happiness mean? إذا كانت العوامل الداخلية تؤثر، فما معنى السعادة إذن؟ Якщо внутрішні фактори впливають, то що таке щастя? Si les facteurs internes influencent, que signifie alors le bonheur?

Mutluluk demek bence her daim "Yehu" deyip enerjik olmak, |||||ура||| السعادة|يعني|برأيي|كل|دائم|يهو|قائلًا|نشيط|أن تكون Glück|bedeutet|ich denke|immer|ständig|Yehu|sagen und|energetisch|sein щастя|означає|на мою думку|кожен|завжди|Єгова|кажучи|енергійним|бути happiness|to mean|I think|every|always|Yehu|saying|energetic|to be bonheur|signifier|à mon avis|chaque|toujours|Yehu|en disant|énergique|être Glück bedeutet für mich, immer "Juhu" zu sagen und energiegeladen zu sein. I think happiness means always saying "Yay" and being energetic, أعتقد أن السعادة تعني دائماً أن تقول "يهو" وأن تكون مليئاً بالطاقة. На мою думку, щастя - це завжди бути енергійним і казати "Єгупець". Pour moi, être heureux, c'est toujours dire "Youhou" et être énergique.

Benim mutluluk anlayışım; ||мое понимание فهمي|السعادة|فهمي mein|Glück|Verständnis моє|щастя|розуміння my|happiness|understanding ma|bonheur|compréhension Mein Verständnis von Glück; My understanding of happiness; فهمي للسعادة؛ Моє розуміння щастя; Ma compréhension du bonheur ;

şükredecek tek bir şey bile bulabiliyor musunuz? أن تشكر|واحد|شيء||حتى|تستطيع أن تجد|هل zu danken|einzige|ein|Ding|sogar|könnt|ihr дякувати|єдину|одну|річ|навіть|можете знайти|ви to be grateful|single|one|thing|even|can find|you à remercier|un|une|chose|même|| kannst du dann auch nur eine einzige Sache finden, für die du dankbar bist? can you find even a single thing to be grateful for? هل يمكنك أن تجد حتى شيئًا واحدًا تشكر عليه؟ чи можете знайти бодай одну річ, за яку варто подякувати? pouvez-vous trouver même une seule chose à laquelle être reconnaissant?

Umut! أمل Hoffnung надія Hope espoir Hoffnung! Hope! الأمل! Надія! Espoir!

tüm deneyimleri nasıl kucaklamaya karar veriyorsunuz, جميع|التجارب|كيف|احتضان|قرار|تتخذون all|experiences|how|to embrace|decision|you are making всі|досвіди|як|обіймати|рішення|ви приймаєте ||comment|accueillir|décision|vous prenez how you decide to embrace all experiences, in all seinen Erfahrungen zu umarmen, які воно вам пропонує,

kendi mutluluğunuzun önündeki en büyük engel sadece ve sadece biziz. الخاصة|سعادتكم|أمام|أكبر|عائق|عقبة|فقط|و||نحن eigene|Ihr Glück|vor|größte|Hindernis|Hindernis|nur|und||wir sind власне|ваше щастя|перед|найбільший|великий|перешкода|тільки|і|тільки|ми own|happiness|in front of|the|biggest|obstacle|only|and||we are votre|bonheur|devant|plus|grand|obstacle|seulement|et||nous sommes dass das größte Hindernis für unser eigenes Glück nur und ausschließlich wir selbst sind. the biggest obstacle in front of your own happiness is only and only us. إن أكبر عائق أمام سعادتنا هو فقط نحن. найбільша перешкода на шляху до нашого щастя — це лише ми самі. le plus grand obstacle à votre propre bonheur, c'est uniquement nous.

Kocaman güzel bir gülümseme istiyorsunuz, çok mutlu ve şık gözüken, كبير|جميل|ابتسامة||تريدون|جدا|سعيد|و|أنيق|يبدو riesig|schön|ein|Lächeln|Sie wollen|sehr|glücklich|und|schick|aussehend величезну|гарну|один|усмішка|ви хочете|дуже|щасливу|і|стильну|що виглядає huge|beautiful|a|smile|you want|very|happy|and|stylish|looking énorme|belle|un|sourire|vous voulez|très|heureux|et|élégant|qui a l'air Sie wollen ein großes, schönes Lächeln, das sehr glücklich und schick aussieht, You want a big beautiful smile, looking very happy and stylish, أنت تريد ابتسامة كبيرة وجميلة، تبدو سعيدة وأنيقة, Ви хочете величезну красиву усмішку, яка виглядає дуже щасливою та стильною, Vous voulez un grand et beau sourire, qui a l'air très heureux et élégant,

ama dişinizde bir sürü böyle lekeler var, siyah siyah, çürük çürük. لكن|في أسنانك|عدد|الكثير|هكذا|بقع|موجود|سوداء|سوداء|متعفنة|متعفنة aber|auf Ihrem Zahn|ein|Menge|solche|Flecken|es gibt|schwarz|schwarz|faul| але|на вашому зубі|один|безліч|таких|плями|є|чорні||гнилі| but|on your tooth|a|bunch|like this|stains|there are|black|black|rotten|rotten mais|sur votre dent|un|tas de|comme ça|taches|il y a|noires|noires|cariées| aber auf Ihren Zähnen sind viele solche Flecken, schwarz und faul. but you have a lot of spots on your teeth, black and decayed. لكن لديك الكثير من البقع مثل هذه على أسنانك، سوداء وسوداء، متعفنة. але у вас на зубах багато таких плям, чорних, гнилих. mais vous avez plein de taches comme ça sur vos dents, noires, cariées.

ve fiziksel olarak panoramik röntgeninizi çekin ya da çektirin. و|جسدي|من الناحية|بانورامية|أشعة|خذوا|أو||اذهبوا لعملها und|körperlich|als|panoramisch|Ihr Röntgen|machen Sie|oder|lassen Sie| і|фізично|як|панорамний|ваш рентген|робіть|або||зробіть and|physical|as|panoramic|your x-ray|take|or|also|have taken et|physique|en tant que|panoramique|votre radiographie|prenez|ou|aussi|faites prendre und physisch machen oder machen lassen sollten. and physically have your panoramic X-ray taken or get it taken. ومن الناحية الجسدية، قم بأخذ الأشعة السينية البانورامية أو اجعلها تؤخذ. і фізично зробіть або зробіть панорамний рентген. et physiquement, faites ou faites faire votre radiographie panoramique.

profesyonel destek alacağınız terapistler var. |||терапевты| محترف|دعم|ستحصلون على|معالجون|يوجد professionelle|Unterstützung|die Sie erhalten werden|Therapeuten|gibt професійної|підтримки|яку ви отримаєте|терапевтів|є professional|support|you will receive|therapists|there are professionnel|soutien|que vous recevrez|thérapeutes|il y a gibt es Therapeuten, bei denen Sie professionelle Unterstützung erhalten können. there are therapists you can get professional support from. فهناك معالجون يمكنك الحصول على دعم مهني منهم. існують терапевти, які можуть надати професійну підтримку. il y a des thérapeutes qui peuvent vous apporter un soutien professionnel.

Ama bir sürü şey var, yeter ki siz aksiyon almaya karar verin. لكن|واحد|الكثير|الأشياء|موجودة|يكفي|أن|أنت|عمل|اتخاذ|قرار|اتخذوا aber|ein|Menge|Dinge|gibt|genug|dass|Sie|Aktion|zu ergreifen|Entscheidung|treffen але|один|безліч|речей|є|достатньо|щоб|ви|дія|взяти|рішення|прийміть but|a|lot|things|there are|enough|that|you|action|to take|decision|make mais|un|tas de|choses|il y en a|||vous|action|de prendre|décision|prenez Aber es gibt viele Dinge, solange Sie sich entscheiden, aktiv zu werden. But there are a lot of things, as long as you decide to take action. لكن هناك الكثير من الأشياء، فقط عليك أن تقرر اتخاذ إجراء. Але є багато речей, головне, щоб ви вирішили діяти. Mais il y a beaucoup de choses, tant que vous décidez de passer à l'action.

Sağlık ve bedenimiz, الصحة|و|أجسادنا Gesundheit|und|unser Körper здоров'я|і|наше тіло health|and|our body santé|et|notre corps Gesundheit und unser Körper, Health and our body, الصحة وجسدنا, Здоров'я та наше тіло, La santé et notre corps,

aile ve ilişkiler, عائلة|و|علاقات Familie|und|Beziehungen сім'я|і|стосунки family|and|relationships famille|et|relations Familie und Beziehungen, family and relationships, العائلة والعلاقات, сім'я та стосунки, famille et relations,

Şimdi, тепер maintenant Jetzt, Now, الآن, Тепер, Maintenant,

şurada mutlu olmadığınız тут||нещасливі ici|| gibt es hier einen Bereich, in dem Sie nicht glücklich sind is there an area here where you are not happy هل هناك مكان هنا لا تشعر فيه بالسعادة чи є тут сфера, в якій ви нещасливі y a-t-il un domaine ici où vous n'êtes pas heureux

ya da daha iyi olabileceğinize inandığınız bir alan mı var? |||||вірите|||| ||mieux|bon|que vous pouvez être|que vous croyez|un|domaine|particule interrogative|il y a oder von dem Sie glauben, dass es besser sein könnte? or that you believe could be better? أو تعتقد أنه يمكن أن يكون أفضل؟ або в якій ви вірите, що могли б бути кращими? ou que vous croyez pouvoir être meilleur ?

Dönüp gideceğiniz yer, |йти| en retournant|que vous allez|endroit Der Ort, zu dem Sie zurückkehren werden, The place you will return to, المكان الذي ستعود إليه, Місце, куди ви повернетеся, L'endroit où vous retournerez,

nur içinde yatsın, ||покойся в мире نور|في|يرقد nur|in|ruhe світло|в|нехай спочиває light|in|may he/she rest lumière|dans|qu'elle repose möge sie in Frieden ruhen, may she rest in peace, رحمها الله, нехай спочиває з миром, qu'elle repose en paix,

ve içine çok sevdiğiniz insanları kiracı olarak yerleştiriyorsunuz. |||||в качестве арендаторов||вы размещаете و|إلى داخله|جدا|الذين تحبهم|الناس|مستأجر|ك|تضع und|hinein|sehr|geliebte|Menschen|Mieter|als|Sie setzen і|всередину|дуже|улюблених|людей|орендар|як|ви розміщуєте and|inside|very|you love|people|tenant|as|you are placing et|à l'intérieur|très|que vous aimez|personnes|locataire|en tant que|vous installez Und Sie setzen die Menschen, die Sie sehr lieben, als Mieter ein. And you are placing the people you love very much as tenants in it. وأنت تستأجره لأشخاص تحبهم كثيرًا. І ви розміщуєте в ньому людей, яких дуже любите, як орендарів. Et vous y placez des personnes que vous aimez beaucoup en tant que locataires.

Bir mesaj gönderiyorsunuz, uyarıyorsunuz. |||предупреждаете واحد|رسالة|ترسلون|تحذرون ein|Nachricht|Sie senden|Sie warnen один|повідомлення|ви надсилаєте|ви попереджаєте a|message|you are sending|you are warning un|message|vous envoyez|vous avertissez Sie senden eine Nachricht, Sie warnen. You are sending a message, you are warning. أنت ترسل رسالة، تحذر. Ви надсилаєте повідомлення, попереджаєте. Vous envoyez un message, vous avertissez.

Kiracıya yallah! Evinizi kurtarırsınız. |давай|| المستأجر|هيا|منزلكم|تنقذون dem Mieter|los|Ihr Haus|Sie retten орендареві|геть|ваш дім|ви врятуєте to the tenant|go|your house|you will save au locataire|allez-y|votre maison|vous sauverez Mieter raus! Sie retten Ihr Zuhause. To the tenant, off you go! You will save your house. أطلق العنان للمستأجر! ستنقذ منزلك. Орендаря геть! Ви врятуєте свій дім. Au locataire ! Vous sauvez votre maison.

O yüzden lütfen dikkat edelim, ذلك|لذلك|من فضلك|انتباه|دعنا نكون ||bitte|Aufmerksamkeit|wir lassen це|тому|будь ласка|увага|давайте звернемо ||please|attention|let's pay ||s'il vous plaît|attention|faisons Deshalb lassen Sie uns bitte vorsichtig sein, So please, let's be careful, لذا، من فضلكم دعونا نكون حذرين, Тому, будь ласка, будьте обережні, C'est pourquoi, s'il vous plaît, faisons attention,

Başarı bir hedef olamaz arkasından koşulacak. النجاح|هدف||لا يمكن أن يكون|خلفه|سيسعى Erfolg|ein|Ziel|kann nicht sein|hinterher|verfolgt werden успіх|один|мета|не може бути|за ним|буде бігти success|a|goal|cannot be|behind it|will be chased succès|un|objectif|ne peut pas être|derrière|qui sera poursuivi Erfolg kann kein Ziel sein, dem man hinterherjagt. Success cannot be a goal to chase after. لا يمكن أن يكون النجاح هدفًا يُركض خلفه. Успіх не може бути метою, за якою слід гнатися. Le succès ne peut pas être un objectif à poursuivre.

Üç: ثلاثة drei три three trois Drei: Three: ثلاثة: Три: Trois :

Hepimizi çok ilginç bir gelecek bekliyor. جميعنا|جدا|مثير|مستقبل||ينتظر uns alle|sehr|interessant|eine|Zukunft|erwartet всіх нас|дуже|цікавий|один|майбутнє|чекає all of us|very|interesting|a|future|is waiting nous tous|très|intéressant|un|avenir|nous attend Eine sehr interessante Zukunft erwartet uns alle. An interesting future awaits all of us. مستقبل مثير ينتظرنا جميعًا. Всіх нас чекає дуже цікаве майбутнє. Un avenir très intéressant nous attend tous.

Özgüven, özdeğer, özsaygı, özsevgi. ||самоуважение| الثقة بالنفس|القيمة الذاتية|احترام الذات|حب الذات Selbstvertrauen|Selbstwert|Selbstachtung|Selbstliebe самооцінка|власна цінність|самоповага|самолюбов self-confidence|self-worth|self-respect|self-love confiance en soi|valeur personnelle|estime de soi|amour de soi Selbstvertrauen, Selbstwert, Selbstachtung, Selbstliebe. Self-confidence, self-worth, self-respect, self-love. الثقة بالنفس، القيمة الذاتية، الاحترام الذاتي، حب الذات. Самовпевненість, самоцінність, самоповага, самолюбство. Confiance en soi, valeur personnelle, estime de soi, amour de soi.

Gerçekten tanımadığınız, حقاً|لا تعرف wirklich|den Sie nicht kennen дійсно|ви не знаєте really|you do not know vraiment|que vous ne connaissez pas Wie sehr vertrauen Sie wirklich einer Person, How much do you really trust someone you don't know, إلى أي مدى تثق بشخص لا تعرفه, Насправді, наскільки ви довіряєте людині, À quel point faites-vous confiance à une personne que vous ne connaissez pas,

gerçekliğini bilmediğiniz bir kişiye ne kadar güvenirsiniz? die Sie nicht kennen und deren Realität Sie nicht wissen? whose reality you are unaware of? ولا تعرف حقيقته؟ яку ви не знаєте, dont vous ne connaissez pas la réalité ?

bence o gömleklerden bir bir sıyrılıp gerçek seni keşfetmek demek. أعتقد|تلك|من القمصان|واحد||أن تتخلص|الحقيقي|أنت|أن تكتشف| I think|those|from the shirts|one|a|by shedding|true|you|to discover|to mean я вважаю|ті|з тих сорочок|один||вирвавшись|справжній|тебе|відкрити| je pense que|ces|chemises|une|en|en se débarrassant|vrai|toi|découvrir| ich denke, es bedeutet, sich von diesen Hemden zu befreien und das wahre Ich zu entdecken. I think it means shedding one by one those shirts and discovering the real you. أعتقد أن ذلك يعني أن تتخلص من تلك القمصان واحدة تلو الأخرى لاكتشاف نفسك الحقيقية. на мою думку, це означає зняти одну з тих сорочок і відкрити справжнього себе. je pense que c'est se débarrasser de ces chemises pour découvrir le vrai soi.

Zaten dünya da bizden bunu bekliyor. déjà|le monde|aussi|de nous|cela|il attend Die Welt erwartet das bereits von uns. The world is already expecting this from us. العالم بالفعل يتوقع منا ذلك. Світ вже чекає цього від нас. Le monde attend déjà cela de nous.

Eğer dünya danışanım olarak ||радник| si|le monde|mon client|en tant que Wenn die Welt als mein Klient If the world came to my office as my client إذا جاء العالم كعميل لي Якщо б світ прийшов до мене як мій клієнт, Si le monde venait à mon bureau en tant que consultant,

ofisime gelip karşıma otursaydı ve deseydi ki, |||||сказав би| à mon bureau|en venant|en face de moi|s'il s'était assis|et|s'il avait dit|que in mein Büro kommen und mir gegenüber sitzen würde und sagen würde, and sat across from me and said, وجلس أمامي وقال, сів би навпроти мене і сказав, s'asseyait devant moi et disait,

dünya deyince geri çekilme hissi hissettim saygıdan, ||||||від поваги le monde|en disant|en arrière|recul|sentiment|j'ai ressenti|par respect als ich von der Welt sprach, fühlte ich aus Respekt ein Gefühl des Zurückziehens, I felt a sense of retreat out of respect when you said the world, عندما أقول العالم شعرت بإحساس التراجع من الاحترام, коли я чую слово світ, я відчуваю повагу і бажання відступити, quand je pense au monde, j'ai ressenti un sentiment de recul par respect,

Anlatırdı. كان يروي er/sie würde erzählen він би розповідав he/she would tell il raconterait Er erzählte. He/She would tell. كان يروي. Він би розповідав. Il racontait.

Çözüm insanoğlunda. الحل|في الإنسان Lösung|in der Menschheit рішення|в людстві solution|in humanity solution|dans l'humanité Die Lösung liegt im Menschen. The solution is in humanity. الحل في الإنسان. Рішення в людстві. La solution est dans l'humanité.

"Ben kimim ki dünyayı ya da insanlığı kurtaracağım?" أنا|من أنا|أن|العالم|أو||الإنسانية|سأخلص ich|wer bin ich|dass|die Welt|||die Menschheit|ich werde retten я|хто я|що|світ|або|також|людство|я врятую I|who am I|that|the world|or|also|humanity|I will save je|qui je suis|que|le monde|||l'humanité|je sauverai "Wer bin ich, um die Welt oder die Menschheit zu retten?" "Who am I to save the world or humanity?" "من أنا حتى أنقذ العالم أو الإنسانية؟" "Хто я, щоб рятувати світ чи людство?" "Qui suis-je pour sauver le monde ou l'humanité ?"

Teşekkür ederim. شكر|أقدم thank|I do дякую|я роблю merci|je vous remercie Danke. Thank you. شكراً لك. Дякую. Merci.

(Alkış) تصفيق applause аплодисменти applaudissements (Applaus) (Applause) (تصفيق) (Оплески) (Applaudissements)

PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.92 PAR_CWT:AvJ9dfk5=6.85 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=3.97 PAR_CWT:AvJ9dfk5=8.65 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=3.99 PAR_CWT:AvJ9dfk5=9.9 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.4 PAR_CWT:AvJ9dfk5=4.24 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.69 PAR_CWT:B7ebVoGS=5.48 de:AvJ9dfk5 en:AvJ9dfk5 ar:AvJ9dfk5 uk:AvJ9dfk5 fr:B7ebVoGS openai.2025-02-07 ai_request(all=182 err=0.00%) translation(all=364 err=0.55%) cwt(all=2089 err=2.15%)