×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.

image

TEDx Turkey, Paylaşmayı Bilmezsen Kazanamazsın | İzzet Pinto | TEDxIstanbul

Paylaşmayı Bilmezsen Kazanamazsın | İzzet Pinto | TEDxIstanbul

Transcriber: Gözde Caymazer Gözden geçirme: Erman Turkmen İzzet Pinto Televizyon Gurusu Ben yaklaşık 10 yıldır televizyon sektöründeyim. Fakat 10 yıl önce ben ayakkabıcıydım.

Evet insanlar bayağı bir şaşırıyor.

Hani ayakkabı ne alaka yani?

Diziyle ayakkabı arasında ne alaka olabilir ki? En çok da buna yabancılar şaşırıyor tabii ki. Bana genelde "What is your background?" diye soruyorlar. İşte geçmişin nedir? Ben de "shoe business" diyorum. "Oo show business mı" diyorlar. "No. Shoe business." Hatta birisi bir keresinde sarhoş musun demişti. O kadar şaşırmışlardı.

Fakat bana göre ayakkabı satmakla dizi satmak arasında hiçbir fark yok. Ne yazık ki yıllarca küçüklüğümden beri herkes bana hayalperest olduğumu söyledi. Başarılı olacağıma hiç inanmadılar.

Bütün düşüncelerime çok saçma gözüyle bakıyorlardı. Ve hiçbir zaman başarılı olamazsın diyorlardı. Ben de buna bir anlam veremiyordum. Çünkü bana göre hayalperest kişi ayağı yere basmayan saçma fikirleri olan insanlardır. En önemlisi adım atmayan insanlardır.

Ben ise evet sürekli hayal kuruyordum ama hep adım atıyordum. Sonunda başarısız olduğum için birçok zaman herkes benim hayalperest olduğumu düşündü. 17 yaşında ticaret hayatına atıldım. Çok genç bir yaşta. 12 yıl boyunca 20 farklı iş denedim.

Hepsinde de başarısız oldum.

Ama yılmadım. Çünkü yılma lüksüm yoktu. Yılsam ne olacaktı ki? Hayal ettiğim bir hayat vardı ve ben o hayata ulaşmak istiyordum. O yüzden yılmadan sürekli bir iş denedim.

Bazen 1 ay, bazen 2 ay, bazen 1 sene.

Olmadığı zaman yeni bir işe geçiyordum.

Ama 20 denemeden sonra benim hayatımı değiştirecek şey oldu. Derler ya "Bir kitap okudum ve hayatım değişti." Aynen bana da öyle bir şey oldu.

Bir gün kuzenim kendi hayatı ile ilgili bir kitap yazdı. Reenkarnasyon ile ilgili. Adı "Ben 44 Yaşındayım, Oğlum 53". Ben de sırf kuzenime ayıp olmasın diye kitabı gittim aldım, okudum. Çünkü büyük ihtimalle bana soracaktı "Nasıl buldun kitabımı?" diye. Ben de o sormadan alayım okuyayım dedim.

Kitabı bitirdiğimde o kadar beğendim ki hemen telefon açtım ona ve dedim ki "Seni bütün dünyaya açacağım. Seni bir dünya starı yapacağım." O da "Deli misin, sen ayakkabıcı değil misin?" dedi. (Gülüşmeler)

Ben de "Merak etme, ben bunu da satarım." dedim. (Alkış)

Sağ olun.

Dedim ki "Sen bana özetini yaz."

Özete de sinopsis denirmiş. Sinopsis dendiğini bile bilmiyordum. İlk defa öğrendim böyle bir kelimeyi.

Hatta onu aradığımda dedim ki

"Bak o kadar ünlü olacaksın ki yurtdışında imza günleri düzenleyecekler." Tam deli olduğumu sandı tabii ki.

Neyse o da beni kırmamak için bir özet yazdı. Hemen internette araştırdım

acaba bu işin bir fuarı var mı, nasıl bunu satabilirim diye. Bir baktım, bir ay sonra New York'da kitap fuarı varmış. Dünya'nın en büyük kitap fuarı.

Benim de biriktirdiğim 1000 dolarım vardı.

Hemen 500 doları ile iki aktarmalı New York bileti aldım. En ucuz biletten. Bir de tek yıldızlı bir otelde yerimi ayırttım. Fuara gittim. Bütün yayınevlerini gezdim. Tayvan'da ki en büyük yayınevini ikna ettim. Kitabı Çince'ye çevirmeye karar verdiler ve kitap Çince basıldı. İşin güzeli basıldıktan bir hafta sonra

kitap en çok satanlar listesinde dört numaraya ulaştı. (Alkış)

Yani düşünün o zaman Orhan Pamuk bile piyasada yok. Ama kuzenim Tayvan'da bir star olmuş.

Yani çok heyecan vericiydi.

Sonra bu gazla Tayland'daki yayınevlerini ikna etmeye çalıştım. Onlar kitabı aldılar. Dedim ki "Niye imza günü yapmıyorsunuz? Bizi getirin." dedim. Ve gerçekten de oldu. Biz imza gününe gittik. Basından 100 kişi, herkes çığlık atıyor, herkes imza istiyor. Orada hatırlıyorum, kuzenim neredeyse bayılacaktı. Fakat ben ilk günden ona söylemiştim. "Baha hatırlıyor musun?" dedim "İlk gün seni aradığımda imza günün olacağını söylemiştim." Çünkü şöyle düşünüyorum. Eğer bir şeye yüzde yüz inanırsanız illa ki olur. İşimi çok sevmiştim. Yazar ajansıydım, çok prestijli bir iş. Ondan sonra yeni kitaplar aramaya başladım. Başka acaba hangi yazarlarla çalışırım diye düşünmeye başladım. Herkes Solmaz Kamuran'ın Kiraze adlı romanından bahsediyordu. Bende bakayım dedim. Kitapçıya bir gittim kitap 350 sayfa. Hayatta okumam dedim. Şimdi bana vermez boşu boşuna okumayayım. Ve randevu aldım görüşmeye gittim. O kadar utandım ki yani kitap hakkında konuşuyoruz ama ben hiçbir şey bilmiyorum yani özetini bile bilmiyorum. "Hangi bölümü en çok beğendin?" diyor. "Hepsi çok güzel." diyorum yani, "Bütün kitabı çok çok beğendim" diyorum ve çaktırmamaya çalışıyorum.

Yani düşünsenize bir edebiyatçının karşısındasınız ve öğrenirse kapıya koyar yani, imkânsız. Rahmetli Çetin Altan yanımdaydı, dedi ki "İzzet bunu kesin satar." dedi.

Sonradan da bana şunu sordu:

"Benim yayınevim beş yıl boyunca satamadı, sen nasıl satacaksın?" "Merak etmeyin. Çok iyi bir kitabınız var." dedim. Yani inanıyordum, herkes öyle olduğunu söylüyordu. Satarım dedim. Ve kitabı aldım ve bir yılda sekiz ülkede yayına girdi. Gerçekten bayağı bir başarılı oldu.

Yani işin kötüsü bu videoyu izleyince öğrenecek o kitabı okumadığımı. (Gülüşmeler)

Sonra Ayşe Kulin'le herkes çalışmamı önerdi. Randevu aldım tabii ki kitabını okumadan gittim ona da. Ama onu da ikna ettim.

Hemen yarım saatte anlaştık. İmzalar atıldı. Onun da kitaplarını satmaya başladım.

İşimi gerçekten çok seviyordum.

Fakat şöyle bir sıkıntı vardı. Çeviri masrafları o kadar çoktu ki. İşte editör, bu kitapların basılıp bütün dünyaya yollanması. Yani bütün masrafa gidiyordu kârım.

O yüzden ne kadar işimi sevsem bile bırakmak zorundaydım. Çünkü bir türlü para kazanamıyordum ve işi bıraktım. Düşündüm acaba başka ne iş yapsam diye.

Tarkan albüm çıkarttı. İngilizce albüm.

Ben müzik işine gireyim dedim.

(Gülüşmeler)

Sonuçta yani yurtdışına bir şeyler satmayı seviyorum. Hemen menajerinden randevu aldım, gittim. Daha önce Uzak Doğu'da yaşadığım için oranın tarzına çok uyacağını düşündüm. Ve bunları açıkladım. Onunla da hemen anlaştık. Fakat sonrasında yüzdede anlaşamadık.

Ben çok daha fazla bir yüzde istedim.

Onlar da Tarkan diye tabii ki vermek istemedi. Ben de o zaman çalışmam dedim ve vazgeçtim. Yani müzik işine de iki günlüğüne girmiş oldum. Ve ne yazık ki dönüp dolaşıp ayakkabı işine geri döndüm. Çok çok mutsuzdum.

Sultanahmet'in orada Gedik Paşa'da dükkânımız vardı. İşte Ruslara İranlılara ayakkabı satıyorduk. Ondan sonra ben Mecidiyeköy'deki dükkânları geziyordum, sipariş almaya çalışıyordum.

Çok çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü yani 20 tane iş denedim ve hiçbirisi olmadı. Ama yapacak bir şey yoktu.

Ama müthiş bir şey oldu.

Yazar kuzenimin kızı bir gün beni aradı.

Dedi ki yurtdışına niye format satmıyorsun? Bende "Format nedir?" diye sordum.

Yarışma programlarına format denirmiş.

Mutlaka satarsın. Annemin kitabını sattıysan kesin format da satarsın dedi. (Gülüşmeler)

Ve tamam dedim bari hani 21. iş olsun. En kötüsü bu da tutmayacak. Ve o zamanlar bir gelin kaynana programı vardı, inanılmaz meşhurdu. Bu Semra kaynana ile ünlenen.

Beni o formatın yazarı ile tanıştırdılar. Murat Üçkardeşler. Sağ olsun o da hemen güvendi, bana formatını verdi. Hemen yine interneti araştırdım.

Google'a girdim yani bu iş nasıl olur diye nasıl satılır diye. Cannes'da bunun fuarı varmış.

Televizyonculuk fuarı varmış.

Hemen aradım fuarı "Stand kiralayabilir miyim?" dedim. Hiç unutmuyorum en küçük stand 10 metrekare stand 10.500 Euro. Ama benim sadece 500 Eurom vardı.

10.000 Euro'ya ihtiyacım vardı.

Şimdi kimseden de borç almak istemiyorum, çünkü her işi batırdım yani, büyük ihtimalle bu iş de batacaktı.

O yüzden farklı işlerden tanıdığım reklam ajansı sahibi arkadaşım vardı Levent Özdemir. Ona gittim.

Projeyi anlattım, çok saçma buldu.

(Gülüşmeler)

Dedim ki ne olur bana 10.000 Euro ver.

Ama tutarsa 3 ay sonra sana 20.000 vereceğim. Ama tutmazsa çöp dedim. Yani bu bir kumar.

O da sağ olsun aslında durumu çok iyi değildi. Sırf destek olmak için bana 10.000 Euro verdi. Çok heyecanlandım. Beş dakikada 10.000 Euro yaptım, "Ne kadar kolaymış para kazanmak." dedim.

Yani yıllarca kazanamadım, beş dakikada 10.000 Eurom oldu. Tam fuara gidecekken babam yanıma geldi dedi ki “Bak oğlum sen çok çalışkansın, çok yaratıcısın ama inanılmaz şanssız bir çocuksun. Bence en iyisi ablana %5 ortaklık ver, sana şans getirsin.” dedi. Ben de tamam bir de bunu deneyeyim, belki de sorun bendedir dedim. Ve ablamla beraber fuara gittik.

Gittik bir baktık fuarın en küçük en çirkin standı bizim. Tuvaletin yanında. Ve Lübnanlı bir müşteri geldi, projeyi almak istediğini söyledi. Fakat adam bana güvenmedi.

Yani ilk defa katılmıştım, söylediği hiçbir şeyi anlamıyordum. Hiçbir sektörle ilgili terimi bilmiyordum. Adam dedi ki ben seni Türkiye'de ziyaret edeceğim o zaman imzalarız dedi. Fakat işin kötüsü Türkiye'de benim ofisim yok, ayakkabı dükkânım var. Yani düşünsenize adamı ayakkabı dükkânına çağırsam adam kamera şakası zannedecek. Kesin imzalamayacak. Levent'i aradım.

Dedim ki yardımına ihtiyacım var yine.

Senin ofisini kullanmam lazım dedim.

O da kabul etti. Hemen kendime bir tabela yaptırdım böyle Global Agency diye. (Gülüşmeler)

Ondan sonra söktüm onun tabelasını, kendi tabelamı taktım. Ekibine gittim dedim ki çaktırmayın bundan sonra benim için çalışıyorsunuz dedim. Sakın çaktırmayın müşterim gelecek.

Ve müşteri geldi. Çok güzel geçti.

Ben uzun süre mecburen Levent'in ofisini kullandım. İşte klasik müşteri gelmeden önce tabelayı çıkartıyordum, kendi tabelamı takıyordum. Ve artık yapımcılar beni öğrenmeye başlamıştı. İşte kanallar beni arıyordu.

Bir gün telefonu bir açtım, karşımdaki şunu sordu. "İzzet beyin sekreteri ile görüşebilir miyim?" Yani şimdi benim sekreterim yok ki şirketimin sekreteri olsun, bir de yani imkânsız.

O yüzden dedim ki sen beş dakika sonra ara dedim. Hemen birisini buldum, dedim ki çaldığı zaman sen aç bana bağlarsın. Yani madem imaj bu kadar önemli.

(Alkış)

İşte bu şekilde gittik. İşlerim iyi gidiyordu. Hayalimdeki arabayı aldım. Böyle üstü açık bir araba. Ağustos'ta bile 40 derece sıcakta hep üstünü açardım. Bayağı bir terlerdim.

Ama hep yani otobüse binmekten sıkılmıştım yani. Ve bir gün bir baktım yanımdan eski bir arkadaşım geçiyor, hep bana hayalperest diyen.

Hemen kornaya bastım, camı indirdim, bir selam verdim. Tabii ki oradaki mesaj şuydu, bak ben hayalperest değilmişim, sen yanılmışsın. Bu format işi çok iyi gitmeye başladı.

Lübnanlı müşterim bir gün aradı.

Dedi ki bana "Türkiye'den dizi bulur musun?" Ben de "Dizi mi? Kim Türk dizisi alır" dedim. Yani çok saçma geldi, ben bile izlemiyordum. Kim izleyecek dedim yani. Çok lokal olduğunu düşünüyordum. Ama sonuçta adam müşterimdi. Mecburen araştırmak zorundaydım. İşte birkaç haftamı verdim hep küfrederek.

Müşterilere gittim böyle DVD topluyorum.

Adama mesaj attım "DVD'lerin elimde." diye. Adam cevap vermiyor. Arıyorum telefonlarımı açmıyor. Ben de masanın üstüne koydum. Üç ay masamın üstünde bu DVD'ler durdu. Bir gün Bulgar müşterim aradı. Dedi ki "Bana Türkiye'den birkaç yapımcının telefonunu verir misin?"

Soracağım yani ellerinde bir şey var mı? Bende var, sana yollayayım dedim.

Masamın üstünde bir sürü DVD vardı. Hepsini yolladım. İçinde de Binbir Gece'nin DVD'si varmış, haberim bile yok hayatta seyretmemişim. Ve bunu almaya karar verdiler.

Bir yayınladılar, kanalın reytinglerini dört katına çıkardı. Ve kanal 4. Kanal dan 1. Kanal oldu.

Vay be dedim elimde elmas varmış haberim yok. Ve bu başarıyı kullanarak 60 ülkeyi ikna ettim ve 60 ülkeye dizi sattım. Ve aslında bu Binbir Gece sayesinde bu Türk dizi ihracatı patladı. Ve gerçekten büyük bir tesadüf yani masamda duruyormuş. Bulgaristan aldı sonra dünyaya satıldı.

Yani düşünün yani Kolombiya'dan tutun Vietnam'a, Güney Amerika, herkes bu işe âşık ve büyük piyango oldu bana. Tam o sıralar Muhteşem Yüzyıl dizisi yayına girdi. Ben de yapımcısını tanıyorum Timur Savcı.

Daha önce filmlerini temsil etmiştim, arkadaş olmuştuk, düğünüme bile gelmişti. Kesin bana verir dedim, zaten arkadaşız.

Gittim kesinlikle vermeyi düşünmüyor.

Ama benim de en büyük hayalim Muhteşem Yüzyıl'ı almak, yani hani takıntı hâline getirdim.

İkinci kere gittim yine vermedi.

Ve en sonunda beşincide verdi.

O kadar mutlu oldum ki heyecandan kendimi kaybettim. Ve dedim ki bütün standımı üç katına çıkaracağım. Cannes'daki bütün billboardları senin için alacağım, her dergiye beş sayfa dergi ilanı vereceğim. Bütün oyuncuları getirip 1000 kişilik parti yapacağım, şarkıcı Amerika'dan getirteceğim.

Yani kendimden geçtim gerçekten.

O kadar heyecanlandım ki bir sürü söz verdim. Ve oradan çıktıktan sonra ne yaptığımın farkına vardım ve yani resmen milyon dolarlık reklam sözü verdim.

Ama bir kere söz vermiştim.

Sonuçta bu diziyi bana vermişti ve yapmak zorundaydım. Ve dediklerimin hepsini yaptım.

İlk defa bir Türk dizisi için dünya lansmanı yapıldı. Bütün oyuncular geldi, Halit Ergenç'ten tutun Meryem Uzerli'ye. Kırmızı halıda yürüdüler ve aylarca herkes bu partiyi konuştu. Bu fuar bittikten sonra yurt dışında çalışan bir elemanım vardı ve bana bir e-mail yolladı.

Dedi ki “Ayın 12'si oldu, galiba maaşımı yollamayı unuttunuz.” İşin kötüsü unutmamıştım, param bitmişti.

Yani resmen banka hesabım sıfırlanmıştı.

Ama bir kere söz vermiştim ve bunu yapmak zorundaydım. Ama iyi ki de yapmışım.

Çünkü bu diziyi 75 ülkeye sattık.

Tam 300 milyon kişi izliyor.

(Alkış)

Yani hayatta risk almazsanız kazanamazsınız. Ben hayatım boyunca risk aldım ve iyi ki de almışım. Çünkü bu sayede bir yerlere geldim.

Ve bu Türk dizileri sayesinde tabii ki Türkiye'nin ihracatı da çok büyüdü. Bizim şirketimizin ihracatı çok büyüdü.

Bir tek Muhteşem Yüzyıl değil, bütün Türk dizileri sayesinde. Ve bu dizilerden çok fazla kişi ekmek yiyor. Yani hiç aklınıza gelmeyecek kişiler ekmek yiyor. Mesela Şili'de bir tane striptizci var.

Bu adam haftada bir evlere gidiyormuş.

Ancak iş buluyormuş. 100 dolara çalışıyormuş. Sonra bir baktı, bir sürü teklif gelmeye başladı. Yani birden kapalı gişe oldu. Bunun nedeni de ülkede Binbir Gece dizisi yayınlanmaya başladı. Ve şansa adam Halit Ergenç'in ikizi çıktı.

(Gülüşmeler)

Yani bu sayede kapalı gişe oldu o adam.

Ve fiyatını 250 dolara çıkartmış bu şeyde. Bütün haberlere falan çıktı. Bir de çok şanslı Muhteşem Yüzyıl dizisi yayına girdi. Ve fiyatını tam 400 dolar yapmış.

(Gülüşmeler)

Çünkü evlere Binbir Gecede'ki Onur karakteri ile giriyor, böyle takım elbiseli, sonra Sultan Süleyman olarak çıkıyor. (Alkış)

Yani ben de hep diyorum yani bize de bir pay verse iyi olur, yani sayemizde çok iyi kazanıyor.

Fakat baktığınız zaman her şey bir proje, 10.000 Euro borçla başlamıştı. Fakat en önemlisi bir büyük hayalle başladı. O da başarma hayali.

Ve ben yıllar önce şunu fark ettim.

Aslında ben babam için başarmak istiyormuşum. Çünkü küçüklüğümden beri beni yetiştirmek için o kadar uğraştı ki. Hiç unutmuyorum bir gün sekiz yaşındaydım.

Yazları Büyük Ada'ya giderdik.

Bir gün eve geldi dedi ki senin artık para kazanma vaktin geldi dedi. Ben de para mı kazanacağım?

Sekiz yaşındayım ben, hani niye para kazanacağım dedim. Yok artık para kazanmayı öğrenmen lazım dedi. O zamanlar saat sektöründeydi, yurtdışından saat ithal ederdi. Dedi ki “Sana bu saatleri vereceğim, Perşembe günleri pazarda satacaksın.” Benim için imkânsız bir şey.

Çünkü biliyorsunuz pazarda satmak için bağırmak lazım 5 lira 10 lira gelin işte saat var diye.

Ben de utangaç bir çocuktum, o yüzden imkânsızdı. Hemen bir arkadaşıma gittim. Dedim ki bak sen bağıracaksın ben satacağım dedim. (Gülüşmeler)

Ve böyle birkaç saatte biz bütün saatleri bitirdik. Daha sonra büyük bir heyecanla parayı aldık eve geldik babamı bekliyoruz. Babam geldiği zaman bakın çocuklar dedi.

İşte diyelim bugünün parası ile 100 lira kazandık. Bu 100 liranın 50 lirası maliyet, 50 lirası kâr. Alın size 25'er lira dedi. Ben çok kızdım. Baba niye ona 25 veriyorsun? Ona 10 lira ver, bana 40 lira ver ben senin oğlunum dedim.

Yok oğlum dedi. Bak dedi eğer hayatta paylaşmayı bilmezsen kazanamazsın. Ve düşünsenize ben bu dersi sekiz yaşımda aldım. Ve hâlâ geçerli.

(Alkış)

Eğer hayatta paylaşmayı bilmezseniz kazanamazsınız. O zamandan sonra ticareti çok sevdim.

Çünkü küçük yaşta beni yetiştirmişti.

Ve 17 yaşında üniversiteyi Amerika'da kazandım. Fakat ticareti o kadar sevmiştim ki gitmek istemedim. Babama dedim ki eğer izin verirsen ben okumak istemiyorum ve ticarete atılmak istiyorum dedim.

19 yaşımda Uzak Doğu'ya yerleşmeye karar verdim ve Uzak Doğu'ya gittim. Onun en büyük hayali benim başardığımı görmekti. Çünkü herkese ispat etmek istiyordu.

Bizim gittiğimiz yol farklı bir yol.

Ama yanlış bir yol değildi, sadece farklı bir yoldu. Ve insanlara bunu ispat etmek istiyordu. Ve ne yazık ki bir gün kötü bir hastalığa yakalandı. Fakat yanıma geldi dedi ki senin başarılı olduğunu görmeden bu hayattan gitmeyeceğim dedi ve bunun için yemin etti. Fakat ben başarısız oldukça o daha da ezildi. Bir gün JCI tarafından, bu işlere yeni girmiştim. Bana Yılın Girişimcisi ödülünü verdiler.

İnanılmaz mutlu oldum. Ödül törenine gittim. Babam hastanede olduğu için ödül törenine gelemedi. Ve ödülümü aldıktan sonra koşa koşa hastaneye gittim ve bu ödülü ona verdim. Çünkü onun sayesinde bu ödülü almıştım.

Ve çok yazıktır ki ödülü verdikten birkaç gün sonra vefat etti. Ve şöyle düşünüyorum, sanki bu ödülü bekliyormuş. Yani hayatı boyunca bu ödülü bekledi ve ona hediye edebildim. O hayatta iken bu ödülü ona verebildiğim için inanılmaz mutluyum. Ve eminim bugünde burada olsaydı benimle gurur duyardı. Hikâyemi dinlediğiniz için teşekkür ederim. (Alkış)

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Paylaşmayı Bilmezsen Kazanamazsın | İzzet Pinto | TEDxIstanbul |||İzzet|| sharing|if you don't know|you can't win|İzzet|Pinto|TEDxIstanbul делиться|если не знаешь|не сможешь выиграть||Пинто|TEDxIstanbul le partage|si tu ne sais pas|tu ne peux pas gagner|İzzet|Pinto|TEDxIstanbul Man kann nicht gewinnen, wenn man nicht weiß, wie man teilt | İzzet Pinto | TEDxIstanbul If you don't know how to share, you can't win | İzzet Pinto | TEDxIstanbul 分かち合う方法を知らなければ勝つことはできない|イゼット・ピント|TEDxIstanbul Je kunt niet winnen als je niet weet hoe je moet delen | İzzet Pinto | TEDxIstanbul Если не умеешь делиться, не сможешь выиграть | Иззет Пинто | TEDxIstanbul Si tu ne sais pas partager, tu ne peux pas gagner | İzzet Pinto | TEDxIstanbul

Transcriber: Gözde Caymazer Gözden geçirme: Erman Turkmen transcriber|Gözde|Caymazer|from the eye|review|Erman|Turkmen стенографист|Гёзде|Чаймазер|глазами|проверка|Эрман|Тюркмен ||||перевірка|| transcripteur|Gözde|Caymazer|à travers|révision|Erman|Turkmen Transcriber: Gözde Caymazer Review: Erman Turkmen Транскрибатор: Гёзде Чаймазер Редактирование: Эрман Тюркмен Transcripteur : Gözde Caymazer Relecture : Erman Turkmen İzzet Pinto Televizyon Gurusu İzzet|Pinto|television|guru |Пинто|телевидение|гуру İzzet|Pinto|télévision|gourou İzzet Pinto Television Guru Иззет Пинто Гуру телевидения İzzet Pinto, gourou de la télévision Ben yaklaşık 10 yıldır televizyon sektöründeyim. I|approximately|for years|television|I am in the industry я|примерно|лет|телевидение|я в индустрии je|environ|depuis des années|télévision|je suis dans le secteur I have been in the television industry for about 10 years. Я работаю в телевизионной индустрии уже около 10 лет. Je travaille dans le secteur de la télévision depuis environ 10 ans. Fakat 10 yıl önce ben ayakkabıcıydım. but|year|ago|I|I was a shoemaker но|год|назад|я|был обувщиком mais|an|il y a|je|j'étais cordonnier But 10 years ago I was a shoemaker. Но 10 лет назад я был обувщиком. Mais il y a 10 ans, j'étais cordonnier.

Evet insanlar bayağı bir şaşırıyor. yes|people|quite|a|they are surprised да|люди|довольно|один|удивляются ||дуже|| oui|les gens|assez|un|ils sont surpris Yes, people are quite surprised. Да, люди довольно сильно удивляются. Так, люди справді дуже здивовані. Oui, les gens sont assez surpris.

Hani ayakkabı ne alaka yani? you know|shoe|what|connection|I mean как бы|обувь|что|связь|то есть alors|chaussure|pas|rapport|donc I mean, what does shoes have to do with it? Какое отношение имеет обувь? А яка связь між взуттям? Comment les chaussures peuvent-elles être liées à ça ?

Diziyle ayakkabı arasında ne alaka olabilir ki? with the series|shoe|between|what|connection|it could be|that с сериалом|обувь|между|что|связь|может быть|что avec la série|chaussure|entre|pas|rapport|cela peut être|que What could possibly be the connection between the series and shoes? Какое отношение может быть между сериалом и обувью? Яка може бути зв'язок між серіалом і взуттям? Quel lien pourrait-il y avoir entre la série et les chaussures ? En çok da buna yabancılar şaşırıyor tabii ki. the|most|also|this|foreigners|they are surprised|of course|that наиболее|много|тоже|этому|иностранцы|удивляются|конечно|что le|très|aussi|cela|les étrangers|ils sont surpris|bien sûr|que Насамперед, іноземці, звичайно, дивуються цьому. Foreigners are most surprised by this, of course. Больше всего этому удивляются иностранцы, конечно. Les étrangers sont bien sûr les plus surpris par cela. Bana genelde "What is your background?" diye soruyorlar. to me|generally|ne|dir|senin|geçmiş|that|they ask мне|обычно|что|есть|твой|происхождение|что|спрашивают à moi|généralement|quoi|est|ton|parcours|en disant|ils demandent Зазвичай мені питають: "Яке у вас минуле?" They usually ask me, "What is your background?" Обычно они спрашивают меня: "Какой у вас опыт?" Ils me demandent généralement "Quel est votre parcours ?" İşte geçmişin nedir? Ben de "shoe business" diyorum. |your past|what is|I|also|ayakkabı|işi|I say |твое прошлое|что|я|тоже|обувь|бизнес|говорю voici|ton passé|quel est|je|en|chaussure|entreprise|je dis Ось яке у мене минуле? Я кажу: "взуттєвий бізнес". So, what is your past? I say, "shoe business." Я отвечаю: "Обувной бизнес". Alors je réponds : "le secteur de la chaussure". "Oo show business mı" diyorlar. "No. Shoe business." oh|gösteri|işi|question particle|they say|hayır|ayakkabı|işi о|шоу|бизнес|ли|говорят|нет|обувь|бизнес oh|spectacle|entreprise|particule interrogative|ils disent|non|chaussure|entreprise "О, шоу-бізнес?" - кажуть вони. "Ні. Взуттєвий бізнес." They say, "Oh, show business?" I reply, "No. Shoe business." Они говорят: "О, шоу-бизнес?" Я отвечаю: "Нет. Обувной бизнес." "Oh, le show business ?" disent-ils. "Non. Le secteur de la chaussure." Hatta birisi bir keresinde sarhoş musun demişti. even|someone|a|once|drunk|are you|he/she said даже|кто-то|один|раз|пьяный|ты|сказал |||раза||| même|quelqu'un|une|fois|ivre|es-tu|il avait dit Навіть хтось одного разу запитав, чи я п'яний. In fact, someone once asked me if I was drunk. Однажды кто-то спросил меня, не пьяный ли я. En fait, quelqu'un m'a déjà demandé si j'étais ivre. O kadar şaşırmışlardı. that|so|they were surprised они|настолько|удивились ils|tellement|ils étaient surpris Вони були так здивовані. They were so surprised. Они были так удивлены. Ils étaient tellement surpris.

Fakat bana göre ayakkabı satmakla dizi satmak arasında hiçbir fark yok. but|to me|according to|shoe|selling|series|selling|between|no|difference|there is not но|мне|по мнению|обувь|продавать|сериал|продавать|между|никакой|разница|нет mais|à mon avis|selon|chaussures|vendre|série|vendre|entre|aucune|différence|il n'y en a pas Але, на мій погляд, між продажем взуття та продажем серіалів немає жодної різниці. However, in my opinion, there is no difference between selling shoes and selling a series. Но, по моему мнению, нет никакой разницы между продажей обуви и продажей сериалов. Cependant, à mon avis, il n'y a aucune différence entre vendre des chaussures et vendre une série. Ne yazık ki yıllarca küçüklüğümden beri herkes bana hayalperest olduğumu söyledi. что|жаль|что|годами|с детства|с тех пор как|все|мне|мечтатель|что я|сказал ||||||||Träumer|| ||||з дитинства||||мрійник|| how|pity|that|for years|since my childhood|since|everyone|to me|dreamer|I am|he/she said pas|dommage|que|pendant des années|depuis mon enfance|depuis|tout le monde|à moi|rêveur|que je suis|il a dit На жаль, всі говорили мені, що я мрійник, з тих пір, як я був маленьким. Unfortunately, for years since my childhood, everyone has told me that I am a dreamer. К сожалению, на протяжении многих лет с детства все говорили мне, что я мечтатель. Malheureusement, depuis mon enfance, tout le monde m'a dit que j'étais un rêveur. Başarılı olacağıma hiç inanmadılar. successful|I will be|never|they didn't believe успешный|я буду|никогда|они не верили réussi|je vais être|jamais|ils n'ont pas cru Вони ніколи не вірили, що я буду успішним. They never believed that I would succeed. Они никогда не верили, что я добьюсь успеха. Ils n'ont jamais cru que je réussirais.

Bütün düşüncelerime çok saçma gözüyle bakıyorlardı. all|my thoughts|very|silly|with an eye|they were looking все|мои мысли|очень|глупый|взглядом|они смотрели |моїм думкам||смішні|| toutes|mes pensées|très|stupides|avec des yeux|ils regardaient Вони дуже дивилися на всі мої думки, як на нісенітницю. They looked at all my thoughts as very silly. На все мои мысли они смотрели как на полную чушь. Ils regardaient toutes mes pensées comme très absurdes. Ve hiçbir zaman başarılı olamazsın diyorlardı. and|no|time|successful|you can't be|they were saying и|ни один|время|успешный|ты не сможешь|они говорили et|aucun|temps|réussi|tu ne peux pas être|ils disaient And they were saying that I would never be successful. И они говорили, что ты никогда не добьешься успеха. Et ils disaient que je ne réussirais jamais. Ben de buna bir anlam veremiyordum. Çünkü bana göre hayalperest kişi I|also|this|a|meaning|I couldn't give|because|to me|according to|dreamer|person я|тоже|этому|один|смысл|я не мог дать|потому что|мне|по мнению|мечтатель|человек |||||||||мрійник| je|aussi|cela|un|sens|je ne pouvais pas donner|parce que|à moi|selon|rêveur|personne I couldn't make sense of this. Because to me, a dreamer is Я тоже не мог этому найти объяснение. Потому что, на мой взгляд, мечтатель Je ne pouvais pas comprendre cela. Parce que pour moi, une personne rêveuse ayağı yere basmayan saçma fikirleri olan insanlardır. foot|ground|not touching|silly|ideas|having|they are people нога|на землю|не касающийся|глупый|идеи|имеющий|люди люди|||||| le pied|au sol|qui ne touche pas|absurde|idées|ayant|ce sont des gens They are people with ridiculous ideas that do not stand on the ground. это люди с абсурдными идеями, не стоящими на ногах. це люди з безглуздимими ідеями, що не мають під собою грунту. ce sont des gens qui ont des idées absurdes qui ne touchent pas le sol. En önemlisi adım atmayan insanlardır. the most|important|step|not taking|they are people самый|важный|шаг|не делающий|люди ||крок|не роблять| le plus|important|pas|qui ne fait pas|ce sont des gens Most importantly, they are people who do not take a step. Самое главное - это люди, которые не делают шагов. Найголовніше, це люди, які не роблять кроків. Le plus important, ce sont les gens qui ne font pas le premier pas.

Ben ise evet sürekli hayal kuruyordum ama hep adım atıyordum. I|however|yes|constantly|dream|I was dreaming|but|always|step|I was taking я|же|да|постоянно|мечта|я мечтал|но|всегда|шаг|я делал |||||курив|||| je|quant à|oui|toujours|rêve|je rêvais|mais|toujours|pas|je faisais As for me, yes, I was constantly dreaming, but I was always taking steps. А я, да, постоянно мечтал, но всегда делал шаги. А я, так, постійно мріяв, але завжди робив кроки. Moi, oui, je rêvais constamment, mais je faisais toujours le premier pas. Sonunda başarısız olduğum için birçok zaman finally|unsuccessful|I was|because of|many|times в конце концов|неудачный|я был|потому что|много|времени finalement|échoué|étant|pour|beaucoup de|temps In the end, because I failed many times. В конце концов, из-за того, что я потерпел неудачу, много раз Finalement, à cause de mes échecs, de nombreuses fois herkes benim hayalperest olduğumu düşündü. everyone|my|dreamer|that I am|thought все|мой|мечтатель|что я есть|думали ||мрійник|| tout le monde|mon|rêveur|que je suis|il a pensé Everyone thought I was a dreamer. все думали, что я мечтатель. tout le monde a pensé que j'étais un rêveur. 17 yaşında ticaret hayatına atıldım. Çok genç bir yaşta. |Handel|||||| at age|trade|life|I started|very|young|a|at age в возрасте|торговля|жизнь|я начал|очень|молодой|один|возрасте à l'âge de|commerce|dans la vie|je me suis lancé|très|jeune|un|à l'âge de I entered the business world at the age of 17. Very young. В 17 лет я начал свою торговую жизнь. Очень молодом возрасте. J'ai commencé ma carrière commerciale à 17 ans. Très jeune. 12 yıl boyunca 20 farklı iş denedim. year|throughout|different|job|I tried год|в течение|разных|работа|я пробовал an|pendant|différents|travail|j'ai essayé I tried 20 different jobs over 12 years. В течение 12 лет я пробовал 20 разных работ. J'ai essayé 20 emplois différents pendant 12 ans.

Hepsinde de başarısız oldum. in all of them|also|unsuccessful|I became во всех|тоже|неудачник|я стал dans tous|de|échoué|je suis devenu I failed in all of them. Во всех я потерпел неудачу. Я в усьому зазнав поразки. J'ai échoué dans chacun d'eux.

Ama yılmadım. Çünkü yılma lüksüm yoktu. Yılsam ne olacaktı ki? но|я не сдался|потому что|не сдаваться|моя роскошь|не было|если бы я сдался|что|будет|что |ich gab nicht auf|||||||| |не здався||здаватися|||||| but|I didn't give up|because|giving up|my luxury|there wasn't|if I gave up|what|it would be|that mais|je n'ai pas abandonné|parce que|abandonner|mon luxe|il n'y avait pas|si j'abandonnais|pas|cela aurait été|que But I didn't give up. Because I didn't have the luxury to give up. What would happen if I did? Но я не сдался. Потому что у меня не было роскоши сдаваться. Что бы произошло, если бы я сдался? Але я не здався. Бо я не мав розкошів на відмову. Що б сталося, якби я здався? Mais je n'ai pas abandonné. Parce que je n'avais pas le luxe d'abandonner. Que se passerait-il si j'abandonnais ? Hayal ettiğim bir hayat vardı ve ben o hayata ulaşmak istiyordum. dream|I dreamed|a|life|there was|and|I|that|to that life|to reach|I wanted мечта|которую я представлял|одна|жизнь|была|и|я|ту|жизнь|достичь|я хотел |яка||||||||| rêve|que j'ai imaginé|une|vie|il y avait|et|je|cette|vie|atteindre|je voulais There was a life I dreamed of, and I wanted to reach that life. У меня была жизнь, о которой я мечтал, и я хотел достичь этой жизни. У мене було уявлення про життя, і я хотів досягти цього життя. Il y avait une vie que j'imaginais et je voulais atteindre cette vie. O yüzden yılmadan sürekli bir iş denedim. that|reason|without giving up|constantly|a|job|I tried поэтому|причина|не сдаваясь|постоянно|одну|работу|я пробовал cela|donc|sans abandonner|constamment|un|travail|j'ai essayé That's why I kept trying different jobs without giving up. Поэтому я постоянно пробовал разные работы, не сдаваясь. C'est pourquoi j'ai essayé constamment un travail sans abandonner.

Bazen 1 ay, bazen 2 ay, bazen 1 sene. sometimes|month|sometimes|months|sometimes|year иногда|месяц|иногда|месяца|иногда|год parfois|mois|parfois|mois|parfois|an Sometimes for 1 month, sometimes for 2 months, sometimes for 1 year. Иногда 1 месяц, иногда 2 месяца, иногда 1 год. Parfois 1 mois, parfois 2 mois, parfois 1 an.

Olmadığı zaman yeni bir işe geçiyordum. not being|time|new|a|job|I was switching не было|время|новый|один|работе|я переходил ne pas être|quand|nouveau|un|travail|je passais I was moving on to a new job when it wasn't there. Когда этого не было, я переходил на новую работу. Quand ce n'était pas le cas, je passais à un nouveau travail.

Ama 20 denemeden sonra benim hayatımı değiştirecek şey oldu. but|attempts|after|my|life|will change|thing|it happened но|попыток|после|моя|жизнь|изменяющее|вещь|стало mais|essais|après|ma|vie|qui va changer|chose|c'est arrivé But after 20 attempts, something happened that changed my life. Но после 20 попыток произошло то, что изменило мою жизнь. Mais après 20 essais, quelque chose est arrivé qui a changé ma vie. Derler ya "Bir kitap okudum ve hayatım değişti." they say|you know|a|book|I read|and|my life|it changed говорят|да|один|книга|я прочитал|и|моя жизнь|изменилась ils disent|que|un|livre|j'ai lu|et|ma vie|elle a changé They say, "I read a book and my life changed." Говорят: "Я прочитал книгу, и моя жизнь изменилась." On dit souvent : "J'ai lu un livre et ma vie a changé." Aynen bana da öyle bir şey oldu. exactly|to me|also|such|a|thing|it happened точно|мне|тоже|такое|одно|вещь|стало exactement|à moi|aussi|une telle|une|chose|c'est arrivé Exactly the same thing happened to me. Со мной произошло нечто подобное. Il m'est arrivé exactement la même chose.

Bir gün kuzenim kendi hayatı ile ilgili bir kitap yazdı. a|day|my cousin|own|life|with|related|a|book|he wrote один|день|мой кузен|собственный|жизнь|с|связанный|один|книга|он написал un|jour|mon cousin|sa|vie|avec|concernant|un|livre|il a écrit One day my cousin wrote a book about his life. Однажды мой кузен написал книгу о своей жизни. Un jour, mon cousin a écrit un livre sur sa vie. Reenkarnasyon ile ilgili. Adı "Ben 44 Yaşındayım, Oğlum 53". reincarnation|with|related|its name|I|I am years old|my son реинкарнация|с|связанный|название|я|мне лет|мой сын réincarnation|avec|concernant|son titre|je|j'ai ans|mon fils It's about reincarnation. The title is "I am 44 Years Old, My Son is 53". О реинкарнации. Она называется "Мне 44 года, моему сыну 53". C'était sur la réincarnation. Son titre est "J'ai 44 ans, mon fils en a 53". Ben de sırf kuzenime ayıp olmasın diye kitabı gittim aldım, okudum. I|also|just|to my cousin|shame|it shouldn't be|so that|the book|I went|I bought|I read я|тоже|только|моему кузену|стыд|не было|чтобы|книгу|я пошел|я купил|я прочитал je|juste|juste|à mon cousin|honte|ne soit pas|pour que|le livre|je suis allé|je l'ai pris|je l'ai lu I went and bought the book just so it wouldn't be rude to my cousin, and I read it. Я купил и прочитал книгу только чтобы не обидеть кузена. Je suis allé acheter le livre juste pour ne pas faire de peine à mon cousin, je l'ai lu. Çünkü büyük ihtimalle bana soracaktı "Nasıl buldun kitabımı?" diye. because|big|probably|to me|he would ask|how|you found|my book|so that потому что|большой|вероятно|мне|он спросит|как|ты нашел|мою книгу|чтобы parce que|grand|probablement|à moi|il allait demander|comment|tu as trouvé|mon livre|pour que Because he would probably ask me, "What did you think of my book?" Потому что, скорее всего, он бы спросил меня: "Как тебе моя книга?" Parce qu'il allait probablement me demander "Comment as-tu trouvé mon livre ?". Ben de o sormadan alayım okuyayım dedim. I|also|that|without asking|I will take|I will read|I said я|тоже|он|не спрашивая|я возьму|я прочитаю|я сказал je|aussi|cela|sans demander|je vais prendre|je vais lire|j'ai dit I thought I would read it before he asked. Я тоже решил прочитать, прежде чем он спросит. J'ai aussi décidé de le lire avant qu'il ne demande.

Kitabı bitirdiğimde o kadar beğendim ki hemen telefon açtım ona ve dedim ki the book|when I finished|that|so|I liked|that|immediately|phone|I called|to her|and|I said|that книгу|когда я закончил|он|настолько|мне понравилась|что|сразу|телефон|я позвонил|ему|и|я сказал|что le livre|quand j'ai fini|cela|si|j'ai aimé|que|tout de suite|téléphone|j'ai appelé|à lui|et|j'ai dit|que When I finished the book, I liked it so much that I immediately called him and said, Когда я закончил книгу, мне так понравилось, что я сразу же позвонил ему и сказал, Quand j'ai terminé le livre, je l'ai tellement aimé que j'ai immédiatement appelé et j'ai dit "Seni bütün dünyaya açacağım. Seni bir dünya starı yapacağım." you|all|to the world|I will open|you|a|world|star|I will make тебя|весь|миру|я открою|тебя|один|мир|звезда|я сделаю toi|tout|au monde|je vais te faire connaître|toi|une|monde|star|je vais te faire devenir "I will introduce you to the whole world. I will make you a world star." "Я открою тебя всему миру. Я сделаю из тебя мировую звезду." "Je vais te faire connaître dans le monde entier. Je vais faire de toi une star mondiale." O da "Deli misin, sen ayakkabıcı değil misin?" dedi. she|also|crazy|are you|you|shoemaker|not|are you|she said он|тоже|сумасшедший|ли ты|ты|обувщик|не|ли ты|он сказал cela|aussi|fou|es-tu|tu|cordonnier|pas|es-tu|il a dit He replied, "Are you crazy, aren't you a shoemaker?" Он ответил: "Ты что, с ума сошел? Ты же не обувщик?" Il a répondu : "Es-tu fou, n'es-tu pas cordonnier ?" (Gülüşmeler) Laughter смех rires (Laughter) (Смех) (Rires)

Ben de "Merak etme, ben bunu da satarım." dedim. I|also|worry|don't|I|this|also|I will sell|I said я|тоже|беспокойство|не беспокойся|я|это|тоже|я продам|я сказал je|aussi|inquiétude|ne t'inquiète pas|je|cela|aussi|je vais vendre|j'ai dit I also said, "Don't worry, I'll sell this too." Я тоже сказал: "Не переживай, я это тоже продам." J'ai aussi dit "Ne t'inquiète pas, je vais aussi le vendre." (Alkış) Applause аплодисменты applaudissements (Applause) (Аплодисменты) (Applaudissements)

Sağ olun. healthy|be здорово|будьте merci|vous Thank you. Спасибо. Merci.

Dedim ki "Sen bana özetini yaz." ||||Zusammenfassung| I said|that|you|to me|summary|write я сказал|что|ты|мне|его резюме|напиши j'ai dit|que|tu|à moi|ton résumé|écris I said, "You write the summary for me." Я сказал: "Напиши мне краткое содержание." J'ai dit "Écris-moi le résumé."

Özete de sinopsis denirmiş. Sinopsis dendiğini bile bilmiyordum. to the summary|also|synopsis|it is said|synopsis|that it is said|even|I didn't know резюме|тоже|синопсис|говорят|синопсис|что говорят|даже|я не знал au résumé|à|synopsis|on dit|synopsis|que l'on dit|même|je ne savais pas A summary is also called a synopsis. I didn't even know it was called a synopsis. Краткое содержание также называется синопсисом. Я даже не знал, что это называется синопсисом. On appelle aussi le résumé un synopsis. Je ne savais même pas qu'on l'appelait synopsis. İlk defa öğrendim böyle bir kelimeyi. |time|I learned|such|a|word |раз|я узнал|такой|один|слово première|fois|j'ai appris|un tel|mot|mot I learned such a word for the first time. Я впервые узнал такое слово. C'est la première fois que j'apprends un mot comme ça.

Hatta onu aradığımda dedim ki even|him|when I called|I said|that даже|его|когда я искал|я сказал|что même|lui|quand je l'ai appelé|j'ai dit|que In fact, when I was looking for it, I said, Даже когда я его искал, я сказал, En fait, quand je l'ai cherché, j'ai dit

"Bak o kadar ünlü olacaksın ki yurtdışında imza günleri düzenleyecekler." look|that|so|famous|you will be|that|abroad|signature|days|they will organize смотри|тот|настолько|знаменитый|ты станешь|что|за границей|автограф|дни|они будут организовывать regarde|ça|si|célèbre|tu seras|que|à l'étranger|signature|jours|ils organiseront "You will be so famous that they will organize signing events for you abroad." "Смотри, ты станешь таким известным, что за границей будут проводить дни подписей." "Regarde, tu seras tellement célèbre qu'ils organiseront des séances de dédicaces à l'étranger." Tam deli olduğumu sandı tabii ki. totally|crazy|I am|he thought|of course|that полностью|сумасшедший|что я|он подумал|конечно|что vraiment|fou|que je suis|il a pensé|bien sûr|que Of course, he thought I was completely crazy. Конечно, она подумала, что я совсем сошел с ума. Bien sûr, il a pensé que j'étais complètement folle.

Neyse o da beni kırmamak için bir özet yazdı. anyway|he|also|me|not to hurt|for|a|summary|he wrote ладно|он|тоже|меня|не обидеть|для того чтобы|один|резюме|он написал bon|ça|aussi|moi|ne pas blesser|pour|un|résumé|il a écrit Anyway, he wrote a summary to not hurt my feelings. В любом случае, она написала краткое изложение, чтобы не обидеть меня. Quoi qu'il en soit, il a écrit un résumé pour ne pas me blesser. Hemen internette araştırdım immediately|on the internet|I researched сразу|в интернете|я исследовал tout de suite|sur internet|j'ai cherché I immediately researched it on the internet. Я сразу же начал искать в интернете. J'ai immédiatement fait des recherches sur Internet.

acaba bu işin bir fuarı var mı, nasıl bunu satabilirim diye. I wonder|this|job's|a|fair|there is|question particle|how|this|I can sell|to say интересно ли|этот|работа|один|выставка|есть|ли|как|это|я могу продать|чтобы peut-être|ce|travail|une|foire|il y a|question|comment|cela|je peux vendre|en disant I wonder if there is a fair for this job, how can I sell this? интересно, есть ли выставка по этому делу, как я могу это продать. je me demande s'il y a une foire pour cela, comment puis-je le vendre. Bir baktım, bir ay sonra New York'da kitap fuarı varmış. a|I looked|a|month|later|New|in York|book|fair|there was один|я посмотрел|один|месяц|спустя|Нью-Йорк|в|книга|выставка|было un|j'ai regardé|un|mois|après|New|à New York|livre|foire|il y avait I saw that there is a book fair in New York in a month. Я посмотрел, через месяц в Нью-Йорке будет книжная выставка. Je me suis rendu compte qu'il y avait une foire du livre à New York un mois plus tard. Dünya'nın en büyük kitap fuarı. world's|the most|big|book|fair мира|самый|большой|книга|выставка du monde|plus|grand|livre|foire The largest book fair in the world. Самая большая книжная выставка в мире. La plus grande foire du livre du monde.

Benim de biriktirdiğim 1000 dolarım vardı. my|also|I have saved|my dollars|there was мой|тоже|я накопил|долларов|было mon|aussi|que j'ai économisé|dollars|j'avais I also had 1000 dollars that I had saved. У меня тоже было 1000 долларов, которые я накопил. J'avais aussi 1000 dollars que j'avais économisés.

Hemen 500 doları ile iki aktarmalı New York bileti aldım. En ucuz biletten. ||||transfer||||||cheap|ticket tout de suite|dollars|avec|deux|avec correspondance|New|York|billet|j'ai acheté|le|moins cher|billet I immediately bought a two-transfer ticket to New York for 500 dollars. The cheapest ticket. Я сразу купил билет в Нью-Йорк с двумя пересадками за 500 долларов. Самый дешевый билет. J'ai immédiatement acheté un billet pour New York avec deux correspondances pour 500 dollars. Le billet le moins cher. Bir de tek yıldızlı bir otelde yerimi ayırttım. |||||||I reserved un|de|une|étoilé|un|hôtel|ma place|j'ai réservé I also reserved my place in a one-star hotel. Я также забронировал место в отеле с одной звездой. J'ai aussi réservé ma place dans un hôtel une étoile. Fuara gittim. Bütün yayınevlerini gezdim. ||||I visited foire|je suis allé|tous|maisons d'édition|j'ai visité I went to the fair. I visited all the publishing houses. Я пошел на выставку. Обошел все издательства. Je suis allé à la foire. J'ai visité toutes les maisons d'édition. Tayvan'da ki en büyük yayınevini ikna ettim. ||||publishing house|I convinced| à Taïwan|que|la|plus grande|maison d'édition|convaincre|j'ai fait I convinced the largest publishing house in Taiwan. Я убедил крупнейшее издательство на Тайване. J'ai convaincu la plus grande maison d'édition de Taïwan. Kitabı Çince'ye çevirmeye karar verdiler ve kitap Çince basıldı. the book|to Chinese|to translate|decision|they made|and|the book|in Chinese|it was published книгу|на китайский|переводить|решение|они приняли|и|книга|на китайском|она была напечатана le livre|en chinois|traduire|décision|ils ont pris|et|le livre|en chinois|il a été publié They decided to translate the book into Chinese and the book was published in Chinese. Они решили перевести книгу на китайский язык, и книга была издана на китайском. Ils ont décidé de traduire le livre en chinois et le livre a été publié en chinois. İşin güzeli basıldıktan bir hafta sonra |the good part|after it was published|a|week|later |хорошее|после того как она была напечатана|одна|неделя|спустя la chose|la belle|après avoir été publié|une|semaine|après The good thing is that a week after it was published, Приятно то, что через неделю после издания Le meilleur dans tout ça, c'est qu'une semaine après sa publication,

kitap en çok satanlar listesinde dört numaraya ulaştı. the book|the most|very|bestsellers|in the list|four|number|it reached книга|самый|много|бестселлеров|в списке|четыре|место|она достигла le livre|dans|très|best-sellers|dans la liste|quatre|position|il a atteint the book reached number four on the bestsellers list. книга достигла четвертого места в списке бестселлеров. le livre a atteint la quatrième place des best-sellers. (Alkış) applause (Аплодисменты) applaudissements (Applause) (Аплодисменты) (Applaudissements)

Yani düşünün o zaman Orhan Pamuk bile piyasada yok. so|think|that|time|Orhan|Pamuk|even|in the market|not значит|подумайте|тот|время|Орхан|Памук|даже|на рынке|нет donc|pensez|cela|à l'époque|Orhan|Pamuk|même|sur le marché|n'était pas So think about it, at that time Orhan Pamuk wasn't even in the market. То есть представьте, в то время Орхан Памук даже не был на рынке. Donc, imaginez, à l'époque, Orhan Pamuk n'était même pas sur le marché. Ama kuzenim Tayvan'da bir star olmuş. but|my cousin|in Taiwan|a|star|has become но|мой кузен|на Тайване|один|звезда|стал mais|mon cousin|à Taïwan|une|star|est devenu But my cousin had become a star in Taiwan. Но мой кузен стал звездой на Тайване. Mais mon cousin est devenu une star à Taïwan.

Yani çok heyecan vericiydi. so|very|excitement|it was значит|очень|волнение|было donc|très|excitation|c'était excitant So it was very exciting. То есть это было очень захватывающе. C'était donc très excitant.

Sonra bu gazla Tayland'daki yayınevlerini ikna etmeye çalıştım. then|this|motivation|in Thailand|publishers|convince|to|I tried потом|этот|с этим газом|в тайских|издательства|убеждение|пытаться|я работал ensuite|ce|avec cet élan|en Thaïlande|maisons d'édition|convaincre|à convaincre|j'ai essayé Then I tried to convince the publishing houses in Thailand with this momentum. Потом я пытался убедить издательства в Таиланде с этим энтузиазмом. Ensuite, j'ai essayé de convaincre les maisons d'édition en Thaïlande avec cet élan. Onlar kitabı aldılar. Dedim ki "Niye imza günü yapmıyorsunuz? they|the book|they bought|I said|that|why|signature|day|you are not doing они|книгу|купили|я сказал|что|почему|автограф|день|не делаете ils|le livre|ils ont pris|j'ai dit|que|pourquoi|signature|jour|vous ne faites pas They took the book. I said, "Why aren't you having a signing day?" Они взяли книгу. Я сказал: "Почему вы не проводите день подписей? Ils ont pris le livre. J'ai dit : "Pourquoi ne faites-vous pas un jour de dédicace ?" Bizi getirin." dedim. Ve gerçekten de oldu. нас|приведите|я сказал|и|действительно|тоже|произошло nous|amenez|j'ai dit|et|vraiment|aussi|c'est arrivé I said, "Bring us along." And it really happened. "Приведите нас." - сказал я. И это действительно произошло. "Amenez-nous." ai-je dit. Et c'est vraiment arrivé. Biz imza gününe gittik. Basından 100 kişi, herkes çığlık atıyor, herkes imza istiyor. ||day||from the press|||scream|is shouting||| мы|автограф|дню|мы пошли|из прессы|человек|все|крик|кричат|все|автограф|хотят nous|signature|jour|nous sommes allés|de la presse|personnes|tout le monde|cri|ils crient|tout le monde|signature|ils demandent We went to the signing day. 100 people from the press, everyone is screaming, everyone wants an autograph. Мы пошли на день подписей. 100 человек из прессы, все кричат, все просят автограф. Nous sommes allés au jour de dédicace. 100 personnes de la presse, tout le monde crie, tout le monde veut des dédicaces. Orada hatırlıyorum, kuzenim neredeyse bayılacaktı. |I remember||almost|would faint там|я помню|моя кузина|почти|она собиралась упасть в обморок là|je me souviens|ma cousine|presque|elle allait s'évanouir I remember there, my cousin was almost fainting. Я помню, что моя кузина чуть не упала в обморок. Je me souviens qu'à ce moment-là, ma cousine était sur le point de s'évanouir. Fakat ben ilk günden ona söylemiştim. "Baha hatırlıyor musun?" dedim but|I|first|day|to her|I had told|Baha|remember|you|I said но|я|первый|дня|ему|я сказал|Баха|помнишь|ли|я сказал mais|je|premier|jour|à lui|j'avais dit|Baha|tu te souviens||j'ai dit But I told him from the first day. "Baha, do you remember?" I said. Но я сказал ему это с первого дня. "Баха, ты помнишь?" - сказал я. Mais je lui avais dit dès le premier jour. "Baha, tu te souviens ?" ai-je dit. "İlk gün seni aradığımda imza günün olacağını söylemiştim." |day|you|I called|signature|day|it would be|I had told |день|тебя|когда я звонил|подпись|день|будет|я сказал premier|jour|à toi|quand je t'ai appelé|signature|jour|que tu allais être|j'avais dit "I told you on the first day when I called you that it would be your signing day." "Когда я позвонил тебе в первый день, я сказал, что это будет день подписания." "Je t'avais dit le premier jour que ce serait le jour de la signature." Çünkü şöyle düşünüyorum. Eğer bir şeye yüzde yüz inanırsanız illa ki olur. because|this way|I think|if|a|thing|percent|hundred|you believe|definitely|that|it happens потому что|так|я думаю|если|одно|дело|процент|сто|вы верите|обязательно|что|будет parce que|ainsi|je pense|si|une|chose|pour cent|cent|vous croyez|forcément|que|ça arrive Because I think like this. If you believe in something one hundred percent, it will definitely happen. Потому что я так думаю. Если вы верите в что-то на сто процентов, это обязательно сбудется. Parce que je pense comme ça. Si vous croyez à quelque chose à cent pour cent, cela finit par arriver. İşimi çok sevmiştim. Yazar ajansıydım, çok prestijli bir iş. |very|I had loved|writer|I was an agency|very|prestigious|a|job |очень|я любил|писатель|я был агентом|очень|престижная|работа| mon travail|beaucoup|j'avais aimé|écrivain|j'étais une agence|très|prestigieux|un|travail I loved my job very much. I was a writer's agency, a very prestigious job. Мне очень нравилась моя работа. Я был писательским агентом, это была очень престижная работа. J'aimais beaucoup mon travail. J'étais dans une agence d'écrivains, un travail très prestigieux. Ondan sonra yeni kitaplar aramaya başladım. after that|then|new|books|to search|I started после этого|затем|новые|книги|искать|я начал après lui|ensuite|nouveaux|livres|chercher|j'ai commencé After that, I started looking for new books. После этого я начал искать новые книги. Après cela, j'ai commencé à chercher de nouveaux livres. Başka acaba hangi yazarlarla çalışırım diye düşünmeye başladım. else|I wonder|which|with authors|I will work|to|to think|I started другой|ли|какие|с писателями|я буду работать|чтобы|думать|я начал d'autre|peut-être|quels|avec des auteurs|je travaillerai|pour que|penser|j'ai commencé I began to think about which other authors I might work with. Я начал думать, с какими другими авторами я мог бы поработать. Je me suis demandé avec quels autres auteurs je pourrais travailler. Herkes Solmaz Kamuran'ın Kiraze adlı romanından bahsediyordu. everyone|Solmaz|Kamuran's|Kiraze|titled|from the novel|was talking все|Солмаз|Камурана|Киразе|названный|из романа|он говорил tout le monde|Solmaz|de Kamuran|Kiraze|intitulé|de son roman|il parlait Everyone was talking about Solmaz Kamuran's novel called Kiraze. Все говорили о романе Солмаз Камурана "Киразе". Tout le monde parlait du roman Kiraze de Solmaz Kamuran. Bende bakayım dedim. Kitapçıya bir gittim kitap 350 sayfa. I also|I will look|I said|to the bookstore|a|I went|book|pages я тоже|я посмотрю|я сказал|в книжный магазин|один|я пошел|книга|страниц moi aussi|je vais regarder|j'ai dit|à la librairie|une|je suis allé|livre|pages I thought I would take a look too. I went to the bookstore and the book is 350 pages. Я решил посмотреть. Я пришел в книжный магазин, а книга оказалась на 350 страниц. J'ai décidé de jeter un œil. Je suis allé à la librairie, le livre fait 350 pages. Hayatta okumam dedim. Şimdi bana vermez boşu boşuna okumayayım. in life|I won't read|I said|now|to me|he/she won't give|for nothing|in vain|I shouldn't read в жизни|я не буду читать|я сказал|сейчас|мне|не даст|зря|напрасно|я не буду читать dans la vie|je ne lirai pas|j'ai dit|maintenant|à moi|il ne me donne pas|en vain|en vain|je ne devrais pas lire I said I wouldn't read in life. Now don't give it to me so I won't read it for nothing. Я сказал, что не буду читать в жизни. Теперь не давай мне, чтобы я не читал зря. J'ai dit que je ne lirais pas dans la vie. Maintenant, ne me le donne pas pour que je ne lise pas pour rien. Ve randevu aldım görüşmeye gittim. O kadar utandım ki and|appointment|I got|to the meeting|I went|that|so|I was embarrassed|that и|встречу|я записался|на встречу|я пошел|это|настолько|я стыдился|что et|rendez-vous|j'ai pris|pour la rencontre|je suis allé|cela|tellement|j'ai eu honte|que And I made an appointment and went to the meeting. I was so embarrassed. И я записался на встречу. Я так стеснялся, Et j'ai pris rendez-vous et je suis allé à la rencontre. J'étais tellement gêné. yani kitap hakkında konuşuyoruz ama ben hiçbir şey bilmiyorum yani I mean|book|about|we are talking|but|I|no|thing|I don't know|I mean то есть|книга|о|мы говорим|но|я|никакой|вещь|я не знаю|то есть donc|livre|à propos de|nous parlons|mais|je|rien|chose|je ne sais pas|donc I mean, we're talking about the book but I don't know anything. то есть мы говорим о книге, но я ничего не знаю, Je veux dire, nous parlons du livre mais je ne sais rien, je veux dire. özetini bile bilmiyorum. "Hangi bölümü en çok beğendin?" diyor. the summary|even|I don't know|which|chapter|the most|very|you liked|he/she says ее краткое содержание|даже|я не знаю|какой|раздел|самый|очень|ты понравился|он говорит son résumé|même|je ne sais pas|quel|chapitre|le plus|très|tu as aimé|il dit I don't even know the summary. "Which part did you like the most?" she says. даже не знаю краткое содержание. "Какую часть ты больше всего понравилась?" - спрашивает. Je ne connais même pas le résumé. "Quelle partie as-tu le plus aimée ?" dit-il. "Hepsi çok güzel." diyorum yani, "Bütün kitabı çok çok beğendim" diyorum all|very|beautiful|I say|that is|whole|book|very|very|I liked| все|очень|красивый|я говорю|то есть|весь|книгу|очень|очень|я понравилась| tout|très|beau|je dis|c'est-à-dire|tout|le livre|très|très|j'ai aimé| "They are all very beautiful." I mean, "I really liked the whole book a lot." "Все очень красиво." Я говорю, то есть, "Мне очень-очень понравилась вся книга." "Tout est très beau." je dis donc, "J'ai beaucoup aimé tout le livre" je dis. ve çaktırmamaya çalışıyorum. and|not to let on|I am trying и|не выдавать|я стараюсь et|essayer de ne pas faire remarquer|je travaille and I'm trying not to let it show. и стараюсь не выдать свои чувства. et j'essaie de ne pas le montrer.

Yani düşünsenize bir edebiyatçının karşısındasınız ve öğrenirse so|imagine|a|literary person's|you are in front of|and|if he finds out то есть|представьте себе|один|литератором|вы находитесь|и|если он узнает donc|imaginez|un|écrivain|vous êtes en face de|et|s'il apprend I mean, just think about it, you are in front of a literary figure and if they find out, Представьте, вы находитесь перед литератором, и если он узнает, Imaginez que vous êtes en face d'un littéraire et s'il l'apprend, kapıya koyar yani, imkânsız. Rahmetli Çetin Altan yanımdaydı, to the door|he puts|that is|impossible|late|Çetin|Altan|he was next to me к двери|он выставит|то есть|невозможно|покойный|Четин|Алтан|он был рядом со мной à la porte|il met|c'est-à-dire|impossible|feu|Çetin|Altan|il était à mes côtés they would kick you out, I mean, it's impossible. The late Çetin Altan was next to me, он просто выгонит меня, это невозможно. Раметли Четин Алтан был рядом, il vous met à la porte, c'est impossible. Le regretté Çetin Altan était à mes côtés, dedi ki "İzzet bunu kesin satar." dedi. he said|that|İzzet|this|definitely|he will sell|he said он сказал|что||это|точно|он продаст|он сказал il a dit|que|İzzet|cela|sûrement|il vendra| he said, "Izzet will definitely sell this." сказал: "Иззет это точно продаст." il a dit "Izzet va certainement le vendre."

Sonradan da bana şunu sordu: later|also|to me|this|he asked потом|тоже|мне|это|он спросил ensuite|aussi|à moi|cela|il a demandé Then he asked me this: Потом он спросил меня: Puis il m'a demandé ceci :

"Benim yayınevim beş yıl boyunca satamadı, sen nasıl satacaksın?" my|publishing house|five|year|for|it did not sell|you|how|you will sell мой|издательство|пять|год|в течение|он не продал|ты|как|ты продашь ma|maison d'édition|cinq|ans|pendant|elle n'a pas vendu|tu|comment|tu vas vendre "My publishing house couldn't sell it for five years, how will you sell it?" "Мое издательство не смогло продать это в течение пяти лет, как ты собираешься это продать?" "Ma maison d'édition n'a pas vendu pendant cinq ans, comment vas-tu vendre ?" "Merak etmeyin. Çok iyi bir kitabınız var." dedim. worry|don't|very|good|a|your book|there is|I said беспокойство|не беспокойтесь|очень|хороший|один|ваша книга|есть|я сказал inquiétude|ne vous inquiétez pas|très|bon|un|votre livre|il y a|j'ai dit "Don't worry. You have a very good book." I said. "Не переживайте. У вас очень хорошая книга." - ответил я. "Ne vous inquiétez pas. Vous avez un très bon livre." ai-je dit. Yani inanıyordum, herkes öyle olduğunu söylüyordu. so|I was believing|everyone|that way|it is|he/she was saying значит|я верил|все|так|что это|он говорил donc|je croyais|tout le monde|ainsi|que c'était|il disait So I believed, everyone said it was like that. То есть я верил, все так говорили. Donc je croyais, tout le monde disait que c'était le cas. Satarım dedim. Ve kitabı aldım ve bir yılda sekiz ülkede yayına girdi. I will sell|I said|and|the book|I took|and|a|year|eight|countries|publication|it entered я продам|я сказал|и|книгу|я взял|и|один|за год|восемь|в странах|в печать|он вышел je vais vendre|j'ai dit|et|le livre|j'ai pris|et|une|en an|huit|dans des pays|publication|il est entré I said I would sell it. And I took the book and it was published in eight countries in a year. Я сказал, что продам. И я взял книгу, и она вышла в восьми странах за год. J'ai dit que je le vendrais. Et j'ai pris le livre et il a été publié dans huit pays en un an. Gerçekten bayağı bir başarılı oldu. really|quite|a|successful|it became действительно|довольно|один|успешный|он стал vraiment|assez|un|réussi|il est devenu It really became quite successful. На самом деле она стала довольно успешной. Il a vraiment eu beaucoup de succès.

Yani işin kötüsü bu videoyu izleyince öğrenecek o kitabı okumadığımı. so|the job|the bad part|this|video|when I watch|he/she will learn|that|the book|I did not read значит|дело|плохое|это|видео|когда я посмотрю|он узнает|что|книгу|я не читал donc|le fait|malheur|cette|vidéo|en regardant|il va apprendre|que|le livre|que je ne l'ai pas lu So the bad thing is that when he watches this video, he will learn that I didn't read that book. То есть, плохая новость в том, что, посмотрев это видео, он узнает, что я не читал эту книгу. Donc le pire, c'est qu'en regardant cette vidéo, il va apprendre que je n'ai pas lu ce livre. (Gülüşmeler) Laughter смехи rires (Laughter) (Смех) (Rires)

Sonra Ayşe Kulin'le herkes çalışmamı önerdi. then|Ayşe|with Kulin|everyone|my work|suggested потом|Айше|с Кулин|все|мою работу|предложил ensuite|Ayşe|avec Kulin|tout le monde|mon travail|a proposé Then everyone suggested that I work with Ayşe Kulin. Потом все предложили мне поработать с Айше Кулин. Ensuite, tout le monde a proposé de travailler avec Ayşe Kulin. Randevu aldım tabii ki kitabını okumadan gittim ona da. appointment|I got|of course|that|her book|without reading|I went|to her|also встреча|я записался|конечно|что|его книгу|не прочитав|я пошел|к ней|тоже rendez-vous|j'ai pris|bien sûr|que|son livre|sans lire|je suis allé|à elle|aussi I made an appointment, of course, I went to her without reading her book. Я, конечно, записался на встречу, не прочитав ее книгу. J'ai pris rendez-vous, bien sûr, je suis allé le voir sans avoir lu son livre. Ama onu da ikna ettim. but|her|also|convince|I did но|ее|тоже|убедить|я сделал mais|elle|aussi|convaincre|j'ai fait But I convinced her too. Но я тоже ее убедил. Mais je l'ai aussi convaincu.

Hemen yarım saatte anlaştık. İmzalar atıldı. immediately|half|in an hour|we agreed|signatures|were signed сразу|полчаса|за|мы договорились||были поставлены tout de suite|demi|heure|nous avons convenu|les signatures|ont été signées We reached an agreement in just half an hour. The signatures were signed. Мы сразу же договорились за полчаса. Подписи были поставлены. Nous avons convenu en une demi-heure. Les signatures ont été apposées. Onun da kitaplarını satmaya başladım. his|also|his books|to sell|I started его|тоже|книги|продавать|я начал ses|aussi|ses livres|à vendre|j'ai commencé I also started selling his books. Я тоже начал продавать его книги. J'ai aussi commencé à vendre ses livres.

İşimi gerçekten çok seviyordum. |really|very|I loved |действительно|очень|я любил mon travail|vraiment|beaucoup|j'aimais I really loved my job. Я действительно очень любил свою работу. J'aimais vraiment beaucoup mon travail.

Fakat şöyle bir sıkıntı vardı. Çeviri masrafları o kadar çoktu ki. but|like this|a|problem|there was|translation|expenses|that|so|it was|that но|вот такая|одна|проблема|была|перевод|расходы|они|настолько|было много|что mais|ainsi|un|problème|il y avait|de traduction|les frais|si|tellement|ils étaient nombreux|que But there was a problem. The translation costs were so high. Но была одна проблема. Расходы на перевод были настолько высоки. Mais il y avait un problème. Les frais de traduction étaient si élevés. İşte editör, bu kitapların basılıp bütün dünyaya yollanması. |editor|these|books|printed|all|world|sending |редактор|эти|книги|напечатанные|весь|мир|отправка voilà|l'éditeur|ces|livres|imprimés|dans le monde entier|à travers le monde|expédition Here is the editor, the printing of these books and sending them all over the world. Вот редактор, эти книги печатаются и отправляются по всему миру. Voici l'éditeur, l'impression de ces livres et leur envoi dans le monde entier. Yani bütün masrafa gidiyordu kârım. so|all|expenses|was going|my profit значит|все|расходы|шли|моя прибыль donc|tout|dépense|j'allais|mon profit So all the expenses were going to my profit. То есть все расходы шли на мой доход. C'est-à-dire que tous les frais étaient à ma charge.

O yüzden ne kadar işimi sevsem bile bırakmak zorundaydım. that|reason|how|much|my job|I loved|even|to quit|I had to это|причина|сколько|бы|мою работу|любил|даже|оставить|был вынужден ||pas|autant que|mon travail|j'aime|même|abandonner|je devais That's why no matter how much I loved my job, I had to quit. Поэтому, как бы я ни любил свою работу, мне пришлось уйти. C'est pourquoi, même si j'aimais mon travail, je devais l'abandonner. Çünkü bir türlü para kazanamıyordum ve işi bıraktım. because|a|kind|money|I couldn't earn|and|job|I quit потому что|один|способ|деньги|не мог заработать|и|работу|я оставил parce que|un|quelconque|argent|je ne pouvais pas gagner|et|le travail|j'ai abandonné Because I couldn't earn money anyway, and I quit the job. Потому что я никак не мог заработать деньги, и я уволился. Parce que je n'arrivais pas à gagner d'argent et j'ai quitté mon emploi. Düşündüm acaba başka ne iş yapsam diye. I thought|I wonder|another|what|job|I would do|to я подумал|возможно|другой|что|работа|я бы сделал|чтобы j'ai pensé|peut-être|autre|quoi|travail|je ferais|pour dire I thought about what other job I could do. Я подумал, а что еще я мог бы сделать. J'ai pensé à ce que je pourrais faire d'autre.

Tarkan albüm çıkarttı. İngilizce albüm. Tarkan|album|he released||album Таркан|альбом|он выпустил||альбом Tarkan|album|il a sorti|anglais|album Tarkan released an album. An English album. Таркан выпустил альбом. Англоязычный альбом. Tarkan a sorti un album. Un album en anglais.

Ben müzik işine gireyim dedim. I|music|business|I will enter|I said я|музыка|в дело|я войду|я сказал je|musique|dans le domaine|je vais entrer|j'ai dit I thought I would get into the music business. Я решил заняться музыкой. J'ai décidé de me lancer dans la musique.

(Gülüşmeler) Laughter смех rires (Laughter) (Смех) (Rires)

Sonuçta yani yurtdışına bir şeyler satmayı seviyorum. after all|that is|abroad|a|things|selling|I love в конце концов|то есть|за границу|одно|вещи|продавать|люблю finalement|c'est-à-dire|à l'étranger|une|choses|vendre|j'aime In the end, I mean, I love selling things abroad. В конце концов, мне нравится продавать что-то за границу. En fin de compte, j'aime vendre des choses à l'étranger. Hemen menajerinden randevu aldım, gittim. immediately|from your manager|appointment|I got|I went сразу|от менеджера|встречу|я взял|я пошел tout de suite|de son manager|rendez-vous|j'ai pris|je suis allé I immediately made an appointment with my manager and went. Я сразу же записался на встречу с менеджером и пошел. J'ai immédiatement pris rendez-vous avec son manager, je suis allé. Daha önce Uzak Doğu'da yaşadığım için oranın tarzına çok uyacağını düşündüm. before|earlier|far|in the East|I lived|because|that place's|style|very|it would fit|I thought раньше|до|дальний|на Востоке|я жил|потому что|тамошнему|стилю|очень|он подойдет|я думал plus|avant|lointain|en Orient|ayant vécu|parce que|de là-bas|style|très|je pensais qu'il s'adapterait|j'ai pensé Since I had lived in the Far East before, I thought it would fit their style very well. Поскольку я раньше жил на Дальнем Востоке, я подумал, что это будет очень подходить. Comme j'avais déjà vécu en Extrême-Orient, je pensais que son style lui conviendrait très bien. Ve bunları açıkladım. Onunla da hemen anlaştık. and|these|I explained|with him|also|immediately|we agreed и|это|я объяснил|с ним|тоже|сразу|мы договорились et|cela|j'ai expliqué|avec lui|aussi|tout de suite|nous sommes mis d'accord And I explained these things. We immediately reached an agreement with him. И я это объяснил. Мы сразу же договорились. Et je l'ai expliqué. Nous avons tout de suite trouvé un accord. Fakat sonrasında yüzdede anlaşamadık. but|afterwards|percentage|we did not agree но|затем|проценте|не согласились mais|ensuite|sur le pourcentage|nous ne sommes pas mis d'accord But afterwards we couldn't agree on the percentage. Но потом мы не смогли договориться о проценте. Mais ensuite, nous n'avons pas réussi à nous mettre d'accord sur le pourcentage.

Ben çok daha fazla bir yüzde istedim. |||||Prozentsatz| I|very|more|much|a|percentage|I wanted я|очень|более|много|один|процент|хотел je|beaucoup|plus|grand|un|pourcentage|j'ai voulu I wanted a much higher percentage. Я хотел гораздо больший процент. J'ai demandé un pourcentage beaucoup plus élevé.

Onlar da Tarkan diye tabii ki vermek istemedi. they|also|Tarkan|that|of course|that|to give|they did not want они|тоже|Таркан|говоря|конечно|что|дать|не хотел ils|aussi|Tarkan|donc|bien sûr|que|donner|ils ne voulaient pas Of course, they didn't want to give it to me, as it was Tarkan. Они, конечно, не хотели давать это Таркану. Ils ne voulaient bien sûr pas donner à Tarkan. Ben de o zaman çalışmam dedim ve vazgeçtim. I|also|that|time|I will not work|I said|and|I gave up я|тоже|тот|время|работать|сказал|и|отказался je|aussi|cela|alors|je ne travaillerai pas|j'ai dit|et|j'ai renoncé So I said I wouldn't work then and I gave up. Я тогда сказал, что не буду работать и отказался. Alors j'ai dit que je ne travaillerais pas et j'ai abandonné. Yani müzik işine de iki günlüğüne girmiş oldum. so|music|business|also|two|for a couple of days|I entered|I became значит|музыка|в бизнес|тоже|два|на два дня|вошел|я стал donc|musique|dans le métier|à|deux|pour deux jours|entré|je suis devenu So I got into the music business for two days. То есть я тоже на два дня занялся музыкой. Donc, je me suis aussi lancé dans le métier de la musique pour deux jours. Ve ne yazık ki dönüp dolaşıp ayakkabı işine geri döndüm. and|what|pity|that|turning back|going around|shoe|business|back|I returned и|что|жаль|что|вернувшись|обойдя|обувь|в бизнес|обратно|я вернулся et|pas|dommage|que|en revenant|en tournant|chaussures|dans le métier|de nouveau|je suis retourné And unfortunately, I ended up going back to the shoe business. И, к сожалению, я снова вернулся к обувному делу. Et malheureusement, je suis revenu à l'affaire des chaussures. Çok çok mutsuzdum. very|very|I was unhappy очень|очень|я был несчастен très||j'étais malheureux I was very, very unhappy. Я был очень-очень несчастен. J'étais très très malheureux.

Sultanahmet'in orada Gedik Paşa'da dükkânımız vardı. Sultanahmet's|there|Gedik|in Paşa|our shop|there was Султанахмета|там|Гедик|Паша|наш магазин|был de Sultanahmet|là-bas|Gedik|à Paşa|notre magasin|il y avait We had a shop there in Gedik Paşa near Sultanahmet. У нас был магазин на Гедик Паша в районе Султанахмет. Nous avions un magasin là-bas à Gedik Paşa, près de Sultanahmet. İşte Ruslara İranlılara ayakkabı satıyorduk. |to the Russians|to the Iranians|shoes|we were selling |русским||обувь|продавали voilà|aux Russes|aux Iraniens|chaussures|nous vendions We were selling shoes to the Russians and Iranians. Вот мы продавали обувь русским и иранцам. Nous vendions des chaussures aux Russes et aux Iraniens. Ondan sonra ben Mecidiyeköy'deki dükkânları geziyordum, after that|then|I|in Mecidiyeköy|the shops|I was visiting после этого|затем|я|в Mecidiyeköy|магазины|я обходил après cela|ensuite|je|à Mecidiyeköy|magasins|je visitais After that, I was visiting the shops in Mecidiyeköy, После этого я обходил магазины в Меджидийекёе, Ensuite, je visitais les magasins à Mecidiyeköy, sipariş almaya çalışıyordum. order|to receive|I was trying заказ|получать|я пытался commande|pour prendre|je travaillais trying to take orders. пытался принимать заказы. j'essayais de prendre des commandes.

Çok çok büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. very|very|big|a|dream|disappointment|I experienced очень|очень|большое|одно|мечта|разочарование|я испытал très|très|grande|une|rêve|déception|j'ai vécu I experienced a very big disappointment. Я испытал огромное разочарование. J'ai vécu une très grande déception. Çünkü yani 20 tane iş denedim ve hiçbirisi olmadı. because|that is|pieces|job|I tried|and|none of them|it didn't happen потому что|то есть|штук|работа|я пробовал|и|ни одна|не получилось parce que|donc|pièces|travail|j'ai essayé|et|aucun|ça n'a pas marché Because I tried 20 different jobs and none of them worked. Потому что я попробовал 20 разных работ, и ни одна из них не подошла. Parce que j'ai essayé 20 emplois et aucun n'a fonctionné. Ama yapacak bir şey yoktu. but|to do|a|thing|there was not но|делать|один|дело|не было mais|à faire|une|chose|il n'y en avait pas But there was nothing to be done. Но ничего не поделаешь. Mais il n'y avait rien à faire.

Ama müthiş bir şey oldu. but|amazing|a|thing|it happened но|потрясающее|одно|дело|произошло mais|incroyable|une|chose|ça s'est passé But something amazing happened. Но произошло нечто удивительное. Mais quelque chose d'incroyable s'est produit.

Yazar kuzenimin kızı bir gün beni aradı. writer|my cousin's|daughter|a|day|me|she called писатель|кузена|дочь|один|день|меня|она позвонила l'écrivain|de ma cousine|la fille|un|jour|moi|elle a appelé One day, my writer cousin's daughter called me. Однажды меня позвонила дочь кузена-писателя. La fille de ma cousine écrivain m'a appelé un jour.

Dedi ki yurtdışına niye format satmıyorsun? he said|that|abroad|why|format|you are not selling он сказал|что|за границу|почему|формат|ты не продаешь il a dit|que|à l'étranger|pourquoi|format|tu ne vends pas He said, why aren't you selling formats abroad? Он сказал: "Почему ты не продаешь форматы за границей?" Il a dit : pourquoi ne vends-tu pas de formats à l'étranger ? Bende "Format nedir?" diye sordum. I also|format|what is|that|I asked я тоже|формат|что это|что|я спросил moi aussi|format|qu'est-ce que c'est|en disant|j'ai demandé I asked, "What is a format?" Я спросил: "Что такое формат?" J'ai demandé : "Qu'est-ce qu'un format ?"

Yarışma programlarına format denirmiş. competition|to the programs|format|it is said конкурс|программам|формат|говорят concours|aux programmes|format|on dit que ça s'appelle They say competition programs are called formats. Форматом называют программы конкурсов. On appelle format les programmes de concours.

Mutlaka satarsın. Annemin kitabını sattıysan kesin format da satarsın dedi. ||||||Format||| definitely|you will sell|my mother's|book|if you sold|surely|format|also|you will sell|she said обязательно|ты продашь|моей мамы|книгу|ты продал|точно|формат|тоже|ты продашь|он сказал certainement|tu vendras|de ma mère|son livre|si tu l'as vendu|sûrement|format|aussi|tu vendras|elle a dit You will definitely sell it. If you sold my mother's book, you will definitely sell formats too, he said. Ты обязательно продашь. Если ты продал книгу моей мамы, то ты точно продашь и формат," - сказал он. Tu vas forcément vendre. Si tu as vendu le livre de ma mère, tu peux sûrement vendre des formats aussi. (Gülüşmeler) Laughter смех rires (Laughter) (Смех) (Rires)

Ve tamam dedim bari hani 21. iş olsun. En kötüsü bu da tutmayacak. and|okay|I said|at least|you know|job|let it be|the most|worst|this|also|it won't work и|хорошо|я сказал|хотя бы|ну|работа|пусть будет|самый|худшее|это|тоже|не сработает et|d'accord|j'ai dit|au moins|disons que|travail|que ce soit|le plus|mauvais|cela|aussi|ça ne va pas marcher And I said, well, let it be the 21st job. The worst is that this one won't work either. И я сказал, что пусть будет 21-й работой. Худшее, что и это не сработает. Et j'ai dit, au moins que ce soit le 21ème travail. Le pire, c'est que ça ne va pas marcher non plus. Ve o zamanlar bir gelin kaynana programı vardı, inanılmaz meşhurdu. and|that|times|a|bride|mother-in-law|show|there was|incredibly|it was famous и|тот|времена|одно|невестка|свекровь|программа|была|невероятно|была известной et|ce|temps|une|belle-fille|belle-mère|émission|il y avait|incroyable|c'était très célèbre And at that time, there was a mother-in-law show, it was incredibly famous. А в те времена была программа о невестках, она была невероятно популярна. Et à cette époque, il y avait une émission de belle-mère, c'était incroyablement célèbre. Bu Semra kaynana ile ünlenen. this|Semra|mother-in-law|with|became famous эта|Семра|свекровь|с|ставшая известной cette|Semra|belle-mère|avec|qui est devenue célèbre This is the one that became famous with Semra mother-in-law. Эта свекровь Семра стала известной. C'est avec cette belle-mère Semra que cela a pris de l'ampleur.

Beni o formatın yazarı ile tanıştırdılar. Murat Üçkardeşler. me|that|format's|author|with|they introduced|Murat|Üçkardeşler меня|тот|формата|автора|с|познакомили|Мурат|Уйкардешлер me|ce|format|auteur|avec|ils m'ont présenté|Murat|Üçkardeşler They introduced me to the author of that format. Murat Üçkardeşler. Меня познакомили с автором этого формата. Мурат Учкарадешлер. Ils m'ont présenté l'auteur de ce format. Murat Üçkardeşler. Sağ olsun o da hemen güvendi, bana formatını verdi. well|let it be|he|also|immediately|he trusted|to me|his format|he gave здоров|пусть будет|тот|тоже|сразу|доверил|мне|формат|дал merci|soit|il|aussi|tout de suite|il a fait confiance|à moi|son format|il m'a donné He was kind enough to trust me right away and gave me his format. Слава богу, он сразу мне доверился и отдал свой формат. Il a eu la gentillesse de me faire confiance tout de suite et de me donner son format. Hemen yine interneti araştırdım. immediately|again|the internet|I researched сразу|снова|интернет|я исследовал tout de suite|encore|internet|j'ai recherché I immediately researched the internet again. Я снова начал исследовать интернет. J'ai immédiatement commencé à faire des recherches sur Internet.

Google'a girdim yani bu iş nasıl olur diye nasıl satılır diye. to Google|I entered|I mean|this|job|how|it works|to|how|it sells|to в Google|я зашел|то есть|эта|работа|как|будет|чтобы|как|продается| sur Google|je suis entré|c'est-à-dire|ce|travail|comment|ça devient|pour dire|comment|ça se vend| I went on Google to see how this works and how it is sold. Я зашел в Google, чтобы узнать, как это работает и как это продается. J'ai donc cherché sur Google comment cela fonctionne et comment cela se vend. Cannes'da bunun fuarı varmış. in Cannes||| in Cannes|this|fair|there was в Каннах|этот|выставка|была à Cannes|cela|salon|il y avait There is a fair for this in Cannes. В Каннах проходит выставка. Il y a un salon à Cannes.

Televizyonculuk fuarı varmış. television|fair|there was телевидение|выставка|была télévision|salon|il y avait There is a television fair. Есть выставка телевидения. Il y a un salon de la télévision.

Hemen aradım fuarı "Stand kiralayabilir miyim?" dedim. immediately|I called|fair|stand|I can rent|should I|I said сразу|я позвонил|выставке|стенд|могу арендовать|ли я|я сказал tout de suite|j'ai appelé|salon|stand|je peux louer|je me demande|j'ai dit I immediately called the fair and said, "Can I rent a stand?" Я сразу позвонил на выставку и спросил: "Могу ли я арендовать стенд?" J'ai immédiatement appelé le salon et j'ai demandé : "Puis-je louer un stand ?" Hiç unutmuyorum en küçük stand 10 metrekare stand 10.500 Euro. never|I forget|the most|small|stand|square meters|stand|Euro никогда|я не забываю|самый|маленький|стенд|квадратных метров|стенд|евро jamais|je n'oublie pas|le plus|petit|stand|mètres carrés|stand|euros I never forget, the smallest stand is 10 square meters and costs 10,500 Euros. Я никогда не забуду, что самый маленький стенд 10 квадратных метров стоил 10.500 евро. Je n'oublierai jamais que le plus petit stand de 10 mètres carrés coûtait 10 500 euros. Ama benim sadece 500 Eurom vardı. but|my|only|euros|I had но|у меня|только|евро|было mais|mon|seulement|euros|j'avais But I only had 500 Euros. Но у меня было всего 500 евро. Mais je n'avais que 500 euros.

10.000 Euro'ya ihtiyacım vardı. euros|I needed|I had евро|мне нужно|было euros|j'avais besoin|j'avais I needed 10,000 Euros. Мне нужно было 10.000 евро. J'avais besoin de 10 000 euros.

Şimdi kimseden de borç almak istemiyorum, çünkü her işi batırdım yani, now|from anyone|also|debt|to take|I don't want|because|every|job|I ruined|I mean сейчас|ни у кого|тоже|долг|брать|не хочу|потому что|каждое|дело|я провалил|то есть maintenant|de personne|à|emprunt|prendre|je ne veux pas|parce que|chaque|affaire|j'ai échoué|c'est-à-dire Now I don't want to borrow from anyone, because I messed up every job, Теперь я не хочу занимать деньги ни у кого, потому что я провалил все дела, Maintenant, je ne veux plus emprunter à personne, parce que j'ai échoué dans tout, büyük ihtimalle bu iş de batacaktı. big|probably|this|job|also|it would sink большой|вероятно|это|дело|тоже|оно провалится grand|probablement|ce|travail|à|ça allait échouer this job would probably fail too. скорее всего, и это дело тоже провалилось бы. il y a de fortes chances que ce projet échoue aussi.

O yüzden farklı işlerden tanıdığım reklam ajansı sahibi arkadaşım vardı that|therefore|different|jobs|I know|advertising|agency|owner|my friend|I had этот|поэтому|разные|работ|знакомый|реклама|агентство|владелец|мой друг|был cela|donc|différents|métiers|que je connais|publicité|agence|propriétaire|mon ami|il y avait That's why I had a friend who owned an advertising agency from different jobs. Поэтому у меня был знакомый, владелец рекламного агентства, с которым я познакомился на разных работах. C'est pourquoi j'avais un ami qui était propriétaire d'une agence de publicité que je connaissais par différents métiers. Levent Özdemir. Ona gittim. Levent|Özdemir|to him|I went Левент|Оздемир|к нему|я пошел Levent|Özdemir|à lui|je suis allé Levent Özdemir. I went to him. Левент Оздемир. Я к нему пошел. Levent Özdemir. Je suis allé le voir.

Projeyi anlattım, çok saçma buldu. the project|I explained|very|silly|he found проект|я объяснил|очень|глупый|он нашел le projet|j'ai expliqué|très|absurde|il a trouvé I explained the project, he found it very silly. Я рассказал о проекте, он посчитал это очень глупым. Je lui ai expliqué le projet, il l'a trouvé très absurde.

(Gülüşmeler) Laughter смех rires (Laughter) (Смех) (Rires)

Dedim ki ne olur bana 10.000 Euro ver. I said|that|what|it happens|to me|Euro|give я сказал|что|что|будет|мне|евро|дай je disais|que|pas|ça arrive|à moi|euros|donne I said, please give me 10,000 Euros. Я сказал: пожалуйста, дай мне 10.000 евро. J'ai dit, s'il te plaît, donne-moi 10 000 euros.

Ama tutarsa 3 ay sonra sana 20.000 vereceğim. but|if it holds|months|later|to you|I will give но|если получится|месяц|потом|тебе|я дам mais|si ça marche|mois|après|à toi|je donnerai But if it works out, I will give you 20,000 in 3 months. Но если повезет, через 3 месяца я дам тебе 20.000. Mais si ça marche, je te donnerai 20 000 dans 3 mois. Ama tutmazsa çöp dedim. Yani bu bir kumar. but|if it doesn't hold|trash|I said|so|this|a|gamble но|если не получится|мусор|я сказал|значит|это|одно|азартная игра mais|si ça ne marche pas|poubelle|j'ai dit|donc|ça|un|pari But if it doesn't work out, it's garbage, I said. So this is a gamble. Но если не повезет, это просто мусор. То есть это азартная игра. Mais si ça ne marche pas, c'est de la poubelle, j'ai dit. Donc c'est un pari.

O da sağ olsun aslında durumu çok iyi değildi. he|also|healthy|let it be|actually|his situation|very|good|it wasn't он|тоже|здоров|пусть будет|на самом деле|его ситуация|очень|хорош|не была lui|aussi|||en fait|sa situation|très|bonne|n'était pas He was actually very kind, but his situation wasn't very good. Он, кстати, был не в очень хорошей ситуации. Il a été très gentil, en fait, sa situation n'était pas très bonne. Sırf destek olmak için bana 10.000 Euro verdi. just|support|to be|for|to me|euros|he gave только|поддержка|быть|для|мне|евро|дал juste|soutien|être|pour|à moi|euros|il m'a donné He gave me 10,000 Euros just to support me. Он дал мне 10.000 евро просто чтобы поддержать. Il m'a donné 10 000 euros juste pour me soutenir. Çok heyecanlandım. Beş dakikada 10.000 Euro yaptım, very|I got excited|five|in minutes|euros|I made очень|я взволновался|пять|за минут|евро|я заработал très|je me suis excité|cinq|en minutes|euros|j'ai gagné I was very excited. I made 10,000 Euros in five minutes, Я был очень взволнован. Я заработал 10.000 евро за пять минут, J'étais très excité. J'ai gagné 10 000 euros en cinq minutes, "Ne kadar kolaymış para kazanmak." dedim. how|much|it was easy|money|to earn|I said что|как|легко|деньги|зарабатывать|я сказал combien|de|c'était facile|argent|gagner|j'ai dit I said, "How easy it is to make money." Я сказал: "Как легко зарабатывать деньги." j'ai dit : "Comme il est facile de gagner de l'argent."

Yani yıllarca kazanamadım, beş dakikada 10.000 Eurom oldu. so|for years|I couldn't earn|five|in minutes|my euros|it became значит|годами|я не зарабатывал|пять|за минут|евро|стало donc|pendant des années|je n'ai pas pu gagner|cinq|en minutes|mon euro|ça a été I mean, I couldn't earn for years, and I had 10,000 Euros in five minutes. То есть я не зарабатывал много лет, а за пять минут у меня стало 10.000 евро. Donc, je n'ai pas gagné pendant des années, et j'ai eu 10 000 euros en cinq minutes. Tam fuara gidecekken babam yanıma geldi dedi ki “Bak oğlum sen çok çalışkansın, just|to the fair|while I was about to go|my father|to me|he came|he said|that|look|my son|you|very|you are hardworking как раз|на выставку|собирался идти|мой отец|ко мне|он пришел|он сказал|что|смотри|сын мой|ты|очень|ты трудолюбивый juste|à la foire|en train d'aller|mon père|à mes côtés|il est venu|il a dit|que|regarde|mon fils|tu|très|tu es travailleur Just as I was about to go to the fair, my dad came to me and said, "Look son, you are very hardworking, Когда я собирался на ярмарку, мой отец подошел ко мне и сказал: "Слушай, сынок, ты очень трудолюбив, Juste au moment où j'allais à la foire, mon père est venu vers moi et a dit : "Regarde, mon fils, tu es très travailleur, çok yaratıcısın ama inanılmaz şanssız bir çocuksun. Bence en iyisi ablana very|you are creative|but|incredibly|unlucky|a|you are a child|I think|the|best|to your sister очень|ты креативный|но|невероятно|неудачливый|один|ты ребенок|я думаю|самый|лучшее|твоей сестре très|tu es créatif|mais|incroyablement|malchanceux|un|tu es un enfant|je pense que|le|meilleur|à ta sœur very creative, but you are an incredibly unlucky child. I think the best thing is to give your sister очень креативен, но ты невероятно несчастливый ребенок. Я думаю, лучше всего будет, если ты très créatif, mais tu es un enfant incroyablement malchanceux. Je pense que le mieux serait de donner à ta sœur %5 ortaklık ver, sana şans getirsin.” dedi. ||||brings|he said партнерство|дай|тебе|удача|пусть принесет|он сказал |||||elle a dit a 5% partnership, let her bring you luck." he said. дашь своей сестре 5% доли, это принесет тебе удачу." сказал он. 5 % de partenariat, cela te portera chance." a-t-il dit. Ben de tamam bir de bunu deneyeyim, belki de sorun bendedir dedim. I|also|okay|a|also|this|I will try|maybe|also|problem|it is with me|I said я|тоже|хорошо|один|тоже|это|я попробую|возможно|тоже|проблема|это во мне|я сказал je|aussi|d'accord|un|aussi|cela|j'essaierai|peut-être|que|problème|c'est moi qui l'ai| So I said, okay, let me try this too, maybe the problem is with me. Я тоже подумал, ладно, попробую это, может быть, проблема во мне. J'ai donc dit d'accord, essayons cela, peut-être que le problème vient de moi. Ve ablamla beraber fuara gittik. and|with my sister|together|to the fair|we went и|с сестрой|вместе|на выставку|мы пошли et|avec ma sœur|ensemble|à la foire|nous sommes allés And I went to the fair with my sister. И я пошла на выставку с сестрой. Et je suis allé au salon avec ma sœur.

Gittik bir baktık fuarın en küçük en çirkin standı bizim. Tuvaletin yanında. we went|a|we looked|the fair's|the|smallest|the|ugliest|stand|ours|the toilet's|next to мы пошли|один|мы посмотрели|выставки|самый|маленький|самый|уродливый|стенд|наш|туалету|рядом nous sommes allés|un|nous avons regardé|du stand de la foire|le|plus petit||plus moche|stand|notre|des toilettes|à côté We went and saw that our stand was the smallest and ugliest at the fair. Next to the toilet. Мы пришли и увидели, что самый маленький и самый уродливый стенд на выставке - наш. Рядом с туалетом. Nous sommes allés et nous avons vu que le plus petit et le plus moche stand du salon était le nôtre. À côté des toilettes. Ve Lübnanlı bir müşteri geldi, projeyi almak istediğini söyledi. |libanesisch||||||| and|Lebanese|a|customer|he came|the project|to take|he wanted|he said и|ливанский|один|клиент|он пришел|проект|получить|он хочет|он сказал et|libanais|un|client|il est venu|le projet|prendre|qu'il voulait|il a dit And a Lebanese customer came, saying he wanted to take the project. И пришел ливанский клиент, он сказал, что хочет взять проект. Et un client libanais est venu, il a dit qu'il voulait prendre le projet. Fakat adam bana güvenmedi. but|the man|to me|he didn't trust но|человек|мне|он не доверял mais|l'homme|à moi|il ne m'a pas fait confiance But the man did not trust me. Но мужчина мне не доверял. Mais l'homme ne me faisait pas confiance.

Yani ilk defa katılmıştım, söylediği hiçbir şeyi anlamıyordum. so|first|time|I had participated|he said|no|thing|I was not understanding значит|первый|раз|я участвовал|он сказал|никакой|вещь|я не понимал donc|première|fois|j'avais participé|ce qu'il a dit|aucun|chose|je ne comprenais pas So it was my first time participating, I didn't understand anything he said. То есть я участвовал в этом в первый раз, и я не понимал ни слова из того, что он говорил. C'était la première fois que je participais, je ne comprenais rien de ce qu'il disait. Hiçbir sektörle ilgili terimi bilmiyordum. no|sector-related|related|term|I did not know никакой|сектором|связанный|термин|я не знал aucun|secteur|relatif à|terme|je ne savais pas I didn't know any terms related to any industry. Я не знал ни одного термина, связанного с какой-либо отраслью. Je ne connaissais aucun terme lié à aucun secteur. Adam dedi ki ben seni Türkiye'de ziyaret edeceğim o zaman imzalarız dedi. the man|he said|that|I|you|in Turkey|visit|I will|that|time|we will sign|he said человек|он сказал|что|я|тебя|в Турции|визит|я посещу|тот|время|мы подпишем|он сказал l'homme|il a dit|que|je|te|en Turquie|visite|je ferai|alors|moment|nous signerons|il a dit The man said, I will visit you in Turkey, then we will sign. Человек сказал, что он посетит меня в Турции, и тогда мы подпишем. L'homme a dit que je te rendrai visite en Turquie, alors nous signerons. Fakat işin kötüsü Türkiye'de benim ofisim yok, ayakkabı dükkânım var. but|the job|the bad part|in Turkey|my|office|there is not|shoe|my store|there is но|дело|плохое|в Турции|мой|офис|нет|обувной|магазин|есть mais|le travail|le pire|en Turquie|mon|bureau|n'est pas|chaussures|magasin|il y a But the bad thing is, I don't have an office in Turkey, I have a shoe store. Но, к сожалению, у меня нет офиса в Турции, у меня есть только обувной магазин. Mais le problème, c'est que je n'ai pas de bureau en Turquie, j'ai un magasin de chaussures. Yani düşünsenize adamı ayakkabı dükkânına çağırsam adam kamera şakası zannedecek. so|think about it|the guy|shoe|to the store|if I call|the guy|camera|prank|he will think то есть|представьте себе|мужчину|обувь|в магазин|если я позову|мужчина|камера|шутка|он подумает donc|imaginez|l'homme|chaussures|dans le magasin|si je l'appelle|l'homme|caméra|blague|il va penser So just imagine, if I called the guy to the shoe store, he would think it's a prank. Так представьте, если я позову человека в обувной магазин, он подумает, что это розыгрыш. Alors imaginez, si j'appelais l'homme dans le magasin de chaussures, il penserait que c'est une caméra cachée. Kesin imzalamayacak. Levent'i aradım. definitely|he will not sign|Levent|I called точно|он не подпишет|Левента|я позвонил certainement|il ne va pas signer|Levent|je l'ai appelé He definitely won't sign it. I called Levent. Он точно не подпишет. Il ne signera certainement pas. J'ai appelé Levent.

Dedim ki yardımına ihtiyacım var yine. I said|that|your help|I need|there is|again я сказал|что|помощь тебе|мне нужно|есть|снова j'ai dit|que|à ton aide|j'ai besoin|il y a|encore I said I need your help again. Я позвонил Левенту. J'ai dit que j'avais encore besoin de son aide.

Senin ofisini kullanmam lazım dedim. your|office|I need to use|necessary|I said твой|офис|мне нужно использовать|нужно|я сказал ton|bureau|j'ai besoin d'utiliser|il est nécessaire|j'ai dit I said I need to use your office. Я сказал, что мне снова нужна твоя помощь. J'ai dit que j'avais besoin d'utiliser ton bureau.

O da kabul etti. Hemen kendime bir tabela yaptırdım böyle Global Agency diye. he|also|accepted|he did|immediately|for myself|a|sign|I had made|like this|Global|Agency| он|тоже|принял|он|сразу|себе|одну|вывеску|я сделал|так|Глобальная|Агентство| il|aussi|accepté|il a fait|tout de suite|pour moi|une|enseigne|je l'ai fait faire|comme ça|Global|Agence| He accepted that too. I immediately had a sign made for myself that said Global Agency. Он тоже согласился. Я сразу же сделал себе вывеску с надписью Global Agency. Il a aussi accepté. Je me suis immédiatement fait faire un panneau comme ça, Global Agency. (Gülüşmeler) Laughter смехи rires (Laughter) (Смех) (Rires)

Ondan sonra söktüm onun tabelasını, kendi tabelamı taktım. after that|then|I took off|his|sign|my own|sign|I put on после этого|затем|я снял|его|вывеску|свою|вывеску|я повесил après cela|ensuite|j'ai enlevé|sa|enseigne|ma|enseigne|j'ai mis After that, I took down his sign and put up my own. После этого я снял его вывеску и повесил свою. Ensuite, j'ai enlevé son panneau et j'ai mis le mien. Ekibine gittim dedim ki çaktırmayın bundan sonra benim için çalışıyorsunuz dedim. to his team|I went|I said|that|don't let him know|from now on|after|my|for|you are working|I said к команде|я пошел|я сказал|что|не замечайте|после этого|затем|для меня|для|вы работаете|я сказал à son équipe|je suis allé|j'ai dit|que|ne faites pas attention|à partir de maintenant|ensuite|pour moi|pour|vous travaillez| I went to his team and said, 'Don't let him know, from now on you are working for me.' Я подошел к его команде и сказал, чтобы они не выдавали, что теперь они работают на меня. Je suis allé voir son équipe et j'ai dit de ne pas le faire remarquer, à partir de maintenant, vous travaillez pour moi. Sakın çaktırmayın müşterim gelecek. don't|let you notice|my customer|will come не|выдавайте|мой клиент|он придет ne pas|ne faites pas savoir|mon client|il va venir Don't let it show, my client will come. Не выдавайте, мой клиент придет. Ne faites pas attention, mon client va arriver.

Ve müşteri geldi. Çok güzel geçti. and|customer|came|very|nice|it went и|клиент|пришел|очень|хорошо|прошло et|le client|il est arrivé|très|bien|ça s'est passé And the client came. It went very well. И клиент пришел. Все прошло очень хорошо. Et le client est arrivé. Ça s'est très bien passé.

Ben uzun süre mecburen Levent'in ofisini kullandım. I|long|time|out of necessity|Levent's|office|I used я|долго|время|вынужденно|Левента|офис|я использовал je|long|temps|par obligation|de Levent|son bureau|j'ai utilisé I had to use Levent's office for a long time. Я долгое время вынужденно пользовался офисом Левента. J'ai dû utiliser le bureau de Levent pendant longtemps. İşte klasik müşteri gelmeden önce tabelayı çıkartıyordum, kendi tabelamı takıyordum. |classic|customer|before coming|before|sign|I was taking out|my own|sign|I was putting on |классический|клиент|перед тем как он пришел|сначала|вывеску|я снимал|собственную|вывеску|я вешал voilà|classique|le client|avant que n'arrive|d'abord|le panneau|j'enlevais|mon|panneau|j'installais You know, I would take out the sign before the client arrived and put up my own sign. Вот классика: я снимал вывеску перед приходом клиента и вешал свою. C'est classique, avant l'arrivée du client, j'enlevais le panneau, je mettais mon propre panneau. Ve artık yapımcılar beni öğrenmeye başlamıştı. and|now|producers|me|to learn|he/she/it had started и|уже|продюсеры|меня|учиться|начал et|maintenant|les producteurs|moi|apprendre à|ils avaient commencé And now the producers had started to learn about me. И теперь продюсеры начали меня узнавать. Et maintenant, les producteurs commençaient à me connaître. İşte kanallar beni arıyordu. |channels|me|he/she/it was calling |каналы|меня|искал voilà|les chaînes|moi|elles cherchaient The channels were calling me. Вот каналы начали мне звонить. C'est alors que les chaînes m'appelaient.

Bir gün telefonu bir açtım, karşımdaki şunu sordu. a|day|the phone|a|I answered|the person in front of me|this|he/she asked один|день|телефон|один|я открыл|тот|это|он спросил un|jour|le téléphone|un|j'ai répondu|la personne en face de moi|cela|elle a demandé One day I picked up the phone, and the person on the other end asked this. Однажды я ответил на телефон, и собеседник спросил. Un jour, j'ai répondu au téléphone, et la personne en face a demandé. "İzzet beyin sekreteri ile görüşebilir miyim?" |brain|secretary|with|can meet|I can |голова|секретарь|с|могу поговорить|ли я İzzet|de monsieur|la secrétaire|avec|je peux parler|est-ce que je peux "May I speak with Mr. İzzet's secretary?" "Могу я поговорить с секретарем господина Иззета?" "Puis-je parler au secrétaire de M. İzzet ?" Yani şimdi benim sekreterim yok ki şirketimin sekreteri olsun, so|now|my|secretary|not|that|my company|secretary|let her be значит|сейчас|мой|секретарь|нет|чтобы|моей компании|секретарь| donc|maintenant|mon|secrétaire|n'est pas|que|de ma société|secrétaire|qu'il soit So now I don't have a secretary, so how can there be a secretary for my company? То есть у меня нет секретаря, чтобы он был секретарем моей компании, Donc maintenant, je n'ai pas de secrétaire, alors comment pourrait-il y avoir un secrétaire pour mon entreprise, bir de yani imkânsız. one|also|so|impossible один|тоже|значит|невозможно un|aussi|donc|impossible And I mean, it's impossible. это невозможно. c'est impossible.

O yüzden dedim ki sen beş dakika sonra ara dedim. that|reason|I said|that|you|five|minute|later|call|I said это|поэтому|я сказал|что|ты|пять|минут|позже|позвони|я сказал ça|raison|j'ai dit|que|tu|cinq|minutes|après|appelle|j'ai dit That's why I said call me back in five minutes. Поэтому я сказал, что ты позвонишь через пять минут. C'est pourquoi j'ai dit que tu devrais rappeler dans cinq minutes. Hemen birisini buldum, dedim ki çaldığı zaman sen aç bana bağlarsın. immediately|someone|I found|I said|that|when it rings|time|you|answer|to me|you will connect сразу|кого-то|я нашел|я сказал|что|когда он позвонит|время|ты|ответь|мне|ты соединяешь tout de suite|quelqu'un|j'ai trouvé|j'ai dit|que|quand ça sonne|moment|tu|décroche|pour moi|tu me mets en ligne I immediately found someone, I said when it rings, you answer and connect me. Я сразу нашел кого-то, сказал, что когда позвонят, ты ответишь и свяжешь меня. J'ai immédiatement trouvé quelqu'un, j'ai dit que quand ça sonne, tu réponds et tu me mets en relation. Yani madem imaj bu kadar önemli. so|since|image|this|as|important значит|раз|имидж|этот|настолько|важный donc|puisque|image|cette|autant|important So since the image is so important. Так что, раз изображение так важно. Donc, puisque l'image est si importante.

(Alkış) (Applause) аплодисменты applaudissements (Applause) (Аплодисменты) (Applaudissements)

İşte bu şekilde gittik. İşlerim iyi gidiyordu. |this|way|we went|my work|good|were going |этот|образом|мы пошли|мои дела|хорошо|шли voilà|cela|manière|nous sommes allés|mes affaires|bien|allaient This is how we went. My business was going well. Вот так мы и пошли. У меня все шло хорошо. C'est comme ça que nous sommes partis. Mes affaires allaient bien. Hayalimdeki arabayı aldım. Böyle üstü açık bir araba. my dream|car|I bought|such|top|open|a|car мечтаемая||я купил|такая|крыша|открытый|один|машина celle de mes rêves|voiture|j'ai acheté|comme ça|toit|ouvert|une|voiture I bought the car of my dreams. A convertible like this. Я купил машину своей мечты. Вот такую, с открытым верхом. J'ai acheté la voiture de mes rêves. Une voiture décapotable comme ça. Ağustos'ta bile 40 derece sıcakta hep üstünü açardım. in August|even|degrees|in the heat|always|his/her top|I would take off в августе|даже|градусов|на жаре|всегда|верхнюю одежду|я открывал en août|même|degrés|par temps chaud|toujours|tes vêtements|je les aurais enlevés Even in August, I would always take off my top in 40-degree heat. Даже в августе я всегда открывал верхнюю часть одежды при 40 градусах тепла. Même en août, je me découvrais toujours sous 40 degrés. Bayağı bir terlerdim. quite|a|I would sweat сильно|один|я потел vraiment|un|je transpirais I would sweat a lot. Я сильно потел. Je transpirais beaucoup.

Ama hep yani otobüse binmekten sıkılmıştım yani. but|always|I mean|to the bus|from riding|I had gotten bored|I mean но|всегда|то есть|в автобус|садиться|я уставал| mais|toujours|donc|en bus|prendre|j'en avais marre| But I was always tired of taking the bus. Но я всегда уставал от того, что мне приходилось садиться в автобус. Mais j'en avais vraiment marre de prendre le bus. Ve bir gün bir baktım yanımdan eski bir arkadaşım geçiyor, and|a|day|a|I looked|past me|old|a|friend|is passing и|один|день|один|я посмотрел|мимо меня|старый|один|друг|он проходит et|un|jour|un|j'ai regardé|à côté de moi|ancien|un|mon ami|il passe And one day, I noticed an old friend passing by me, И однажды я увидел, как мимо проходит мой старый друг, Et un jour, j'ai vu un vieil ami passer à côté de moi, hep bana hayalperest diyen. always|to me|dreamer|saying всегда|мне|мечтатель|говорящий toujours|à moi|rêveur|qui dit always calling me a dreamer. всегда называл меня мечтателем. tu m'as toujours traité de rêveur.

Hemen kornaya bastım, camı indirdim, bir selam verdim. immediately|to the horn|I pressed|the window|I rolled down|a|greeting|I gave сразу|на клаксон|я нажал|на окно|я опустил|один|привет|я дал tout de suite|au klaxon|j'ai appuyé|la fenêtre|j'ai baissé|un|salut|j'ai donné I immediately honked the horn, rolled down the window, and waved. Я сразу нажал на клаксон, опустил стекло и поздоровался. J'ai immédiatement appuyé sur le klaxon, baissé la vitre et fait un signe. Tabii ki oradaki mesaj şuydu, bak ben hayalperest değilmişim, sen yanılmışsın. of course|that|the one there|message|was this|look|I|dreamer|I wasn't|you|you were wrong конечно|что|там|сообщение|это было|смотри|я|мечтатель|я не был|ты|ты ошибся bien sûr|que|là-bas|message|c'était ça|regarde|je|rêveur|je ne l'étais pas|tu|tu t'es trompé Of course, the message there was, look, I'm not a dreamer, you were mistaken. Конечно, послание было таково: смотри, я не мечтатель, ты ошибся. Bien sûr, le message là-bas était, regarde, je ne suis pas un rêveur, tu t'es trompé. Bu format işi çok iyi gitmeye başladı. this|format|job|very|well|going|it started это|формат|дело|очень|хорошо|идти|начал ce|format|travail|très|bien|à aller|ça a commencé This format thing started to go very well. Этот формат начал очень хорошо развиваться. Ce format a très bien commencé.

Lübnanlı müşterim bir gün aradı. Lebanese|my customer|a|day|he called ливанский|мой клиент|один|день|он позвонил libanais|mon client|un|jour|il a appelé My Lebanese client called me one day. Мой ливанский клиент однажды позвонил. Mon client libanais a appelé un jour.

Dedi ki bana "Türkiye'den dizi bulur musun?" he said|that|to me|from Turkey|series|you find|will you он сказал|что|мне|из Турции|сериал|найдешь|ты il a dit|que|à moi|de Turquie|série|tu trouveras|veux-tu He said to me, "Can you find a series from Turkey?" Он сказал мне: "Не можешь найти сериал из Турции?" Il m'a dit : "Peux-tu trouver une série de Turquie ?" Ben de "Dizi mi? Kim Türk dizisi alır" dedim. I|also|series|question particle|who|Turkish|series|he/she buys|I said я|тоже|сериал|ли|кто|турецкий|сериал|купит|я сказал je|aussi|série||qui|turc|série|il achète|j'ai dit I replied, "A series? Who buys Turkish series?" Я ответил: "Сериал? Кто будет смотреть турецкие сериалы?" J'ai répondu : "Une série ? Qui achète des séries turques ?" Yani çok saçma geldi, ben bile izlemiyordum. so|very|silly|it seemed|I|even|I wasn't watching значит|очень|глупо|пришло|я|даже|я не смотрел donc|très|absurde|ça m'est venu|je|même|je ne regardais pas I mean, it seemed very silly, I wasn't even watching them. Это показалось мне очень странным, я даже сам их не смотрел. C'était donc très absurde, même moi je ne regardais pas. Kim izleyecek dedim yani. Çok lokal olduğunu düşünüyordum. who|will watch|I said|I mean|very|local|that it is|I was thinking кто|будет смотреть|я сказал|то есть|очень|локальный|что он|я думал qui|va regarder|j'ai dit|c'est-à-dire|très|local|que c'était|je pensais I said, who will watch it? I thought it was very local. Я сказал, кто будет смотреть. Я думал, что это очень локально. J'ai dit qui allait regarder. Je pensais que c'était très local. Ama sonuçta adam müşterimdi. Mecburen araştırmak zorundaydım. but|in the end|man|he was my customer|reluctantly|to research|I had to но|в конце концов|человек|он был моим клиентом|вынужденно|исследовать|я был обязан mais|en fin de compte|l'homme|c'était mon client|de force|devoir chercher|j'étais obligé But in the end, he was a client. I had to research it. Но в конце концов, он был клиентом. Я был вынужден исследовать. Mais au final, c'était un client. J'étais obligé de faire des recherches. İşte birkaç haftamı verdim hep küfrederek. |a few|my weeks|I spent|always|cursing |несколько|моих недель|я потратил|всегда|ругаясь voilà|quelques|mes semaines|j'ai donné|toujours|en insultant I spent a few weeks cursing all the time. Вот несколько недель я потратил, постоянно ругаясь. J'ai passé quelques semaines à le faire en jurant tout le temps.

Müşterilere gittim böyle DVD topluyorum. to the customers|I went|like this|DVD|I am collecting клиентам|я пошел|так|DVD|я собираю aux clients|je suis allé|comme ça|DVD|je collectionne I went to clients like this, collecting DVDs. Я ходил к клиентам, собирая такие DVD. Je suis allé voir des clients en disant que je collectionnais des DVD.

Adama mesaj attım "DVD'lerin elimde." diye. to the man|message|I sent|your DVDs|I have them|saying человеку|сообщение|я отправил|DVD-диски|у меня|сказал à l'homme|message|j'ai envoyé|tes DVD|j'ai en ma possession|en disant I texted the guy saying, "I have the DVDs." Я написал человеку сообщение: "DVD у меня." J'ai envoyé un message à l'homme en disant "J'ai les DVD." Adam cevap vermiyor. Arıyorum telefonlarımı açmıyor. the man|answer|he is not giving|I am calling|my phones|he is not answering человек|ответ|не дает|я звоню|мои телефоны|не открывает l'homme|réponse|il ne répond pas|j'appelle|mes téléphones|il ne répond pas The guy isn't responding. I'm calling, but he isn't picking up. Человек не отвечает. Я звоню, он не берет трубку. L'homme ne répond pas. Je l'appelle, il ne décroche pas. Ben de masanın üstüne koydum. Üç ay masamın üstünde bu DVD'ler durdu. I|also|the table|on top of|I put|three|months|my table|on top of|these|DVDs|they stayed я|тоже|стола|на|я положил|три|месяца|моего стола|на|эти|DVD-диски|они стояли je|aussi|sur la table|dessus|j'ai mis|trois|mois|sur ma table|dessus|ces|DVD|ils sont restés So I put them on the table. These DVDs stayed on my table for three months. Я положил их на стол. Эти DVD пролежали на моем столе три месяца. Je les ai donc posés sur la table. Ces DVD sont restés sur ma table pendant trois mois. Bir gün Bulgar müşterim aradı. Dedi ki "Bana Türkiye'den birkaç a|day|Bulgarian|my customer|he called|he said|that|to me|from Turkey|a few один|день|болгарский|мой клиент|он позвонил|он сказал|что|мне|из Турции|несколько un|jour|bulgare|mon client|il a appelé|il a dit|que|à moi|de la Turquie|quelques One day, my Bulgarian client called. He said, "Send me a few from Turkey. Однажды мой болгарский клиент позвонил. Он сказал: "Привези мне несколько Un jour, mon client bulgare a appelé. Il a dit "Donnez-moi quelques yapımcının telefonunu verir misin?" the producer's|phone|you give|you продюсера|телефон|дашь|ли ты du producteur|son téléphone|tu donnes|tu peux Can you give me the producer's phone number? Можешь дать телефон продюсера? Peux-tu me donner le numéro de téléphone du producteur ?

Soracağım yani ellerinde bir şey var mı? I will ask|so|in their hands|a|thing|there is|question particle я спрошу|то есть|у них|что-то|вещь|есть|ли je vais demander|donc|dans leurs mains|quelque chose||il y a| I mean, do you have anything on hand? Я спрошу, есть ли у них что-то? Je vais demander, donc ils ont quelque chose en main ? Bende var, sana yollayayım dedim. I also|there is|to you|I will send|I said у меня|есть|тебе|я отправлю|я сказал moi aussi|il y a|à toi|je vais envoyer|j'ai dit I have it, I thought I would send it to you. У меня есть, я хотел отправить тебе. J'en ai aussi, je pensais te l'envoyer.

Masamın üstünde bir sürü DVD vardı. Hepsini yolladım. my desk's|on top of|a|bunch|DVDs|there were|all of them|I sent на моем столе|сверху|много|куча|DVD|было|все их|я отправил sur ma table|dessus|un|tas|DVD|il y avait|tous|j'ai envoyé There were a lot of DVDs on my desk. I sent them all. На моем столе было много DVD. Я все отправил. Il y avait plein de DVD sur ma table. Je les ai tous envoyés. İçinde de Binbir Gece'nin DVD'si varmış, haberim bile yok hayatta seyretmemişim. |also|thousand and one|nights|DVD|it was|my news|even|not|in life|I have not watched |тоже|Тысяча|Ночей|DVD|было|моя новость|даже|нет|в жизни|не смотрел à l'intérieur|de|mille et une|nuits de|son DVD|il y en avait|ma connaissance|même|pas|jamais|je ne l'ai pas regardé It turns out there was a DVD of One Thousand and One Nights inside, I didn't even know I had never watched it in my life. Внутри был DVD "Тысячи и одной ночи", я даже не знал, что никогда не смотрел. Il y avait aussi le DVD des Mille et Une Nuits, je n'en avais même pas connaissance, je ne l'ai jamais regardé dans ma vie. Ve bunu almaya karar verdiler. and|this|to buy|decision|they made и|это|покупать|решение|они приняли et|cela|pour acheter|décision|ils ont pris And they decided to take this. И они решили это купить. Et ils ont décidé de l'acheter.

Bir yayınladılar, kanalın reytinglerini dört katına çıkardı. a|they broadcasted|the channel's|ratings|four|times|it raised один|они выпустили|канала|рейтинги|четыре|раз|он увеличил un|ils ont diffusé|de la chaîne|ses audiences|quatre|fois|il a augmenté They published one, it quadrupled the channel's ratings. Они выпустили это, и рейтинги канала увеличились в четыре раза. Ils ont publié un, cela a quadruplé les audiences de la chaîne. Ve kanal 4. Kanal dan 1. Kanal oldu. and|channel|channel|from|channel|it became и|канал|канал|из|канал|он стал et|chaîne|chaîne|de|chaîne|elle est devenue And the channel went from Channel 4 to Channel 1. И канал стал с 4-го канала 1-м каналом. Et la chaîne est passée de la 4ème chaîne à la 1ère chaîne.

Vay be dedim elimde elmas varmış haberim yok. wow|I said|I said|in my hand|diamond|there was|my news|not ого|же|я сказал|у меня в руках|алмаз|оказывается|я не знал|нет oh|donc|j'ai dit|j'ai dans ma main|diamant|il y en avait|ma connaissance|pas Wow, I said I had a diamond in my hand and I didn't even know. Вот это да, сказал я, у меня в руках был алмаз, и я об этом не знал. Eh bien, je me suis dit que j'avais un diamant dans la main sans le savoir. Ve bu başarıyı kullanarak 60 ülkeyi ikna ettim ve 60 ülkeye dizi sattım. and|this|success|using|countries|convince|I did|and|countries|series|I sold и|этот|успех|используя|страну|убеждение|я сделал|и|странам|сериал|я продал et|ce|succès|en utilisant|pays|convaincre|j'ai fait|et|pays|série|j'ai vendu And using this success, I convinced 60 countries and sold the series to 60 countries. И, используя этот успех, я убедил 60 стран и продал сериал в 60 стран. Et en utilisant ce succès, j'ai convaincu 60 pays et vendu la série à 60 pays. Ve aslında bu Binbir Gece sayesinde bu Türk dizi ihracatı patladı. and|actually|this|One Thousand|Nights|thanks to|this|Turkish|series|export|exploded и|на самом деле|это|Тысяча|и одна ночь|благодаря|этому|турецкий|сериал|экспорт|взорвался et|en fait|ce|mille et une|nuits|grâce à|cette|turque|série|exportation|a explosé And actually, thanks to this One Thousand and One Nights, this Turkish series export exploded. И на самом деле благодаря этой "Тысяче и одной ночи" экспорт турецких сериалов взорвался. Et en fait, grâce à ce conte des Mille et Une Nuits, l'exportation de séries turques a explosé. Ve gerçekten büyük bir tesadüf yani masamda duruyormuş. and|really|big|a|coincidence|that is|on my desk|it was sitting и|действительно|большой|один|случай|то есть|на моем столе|оказывается et|vraiment|grand|un|hasard|c'est-à-dire|sur ma table|il était là And it's really a big coincidence, I mean it was just sitting on my desk. И это действительно большое совпадение, то есть он лежал у меня на столе. Et c'est vraiment une grande coïncidence, c'est-à-dire qu'il était sur ma table. Bulgaristan aldı sonra dünyaya satıldı. Bulgaria|it took|then|to the world|it was sold Болгария|она взяла|потом|миру|она была продана Bulgarie|il a pris|ensuite|au monde|il a été vendu Bulgaria was taken and then sold to the world. Болгария была куплена, а затем продана миру. La Bulgarie a été prise puis vendue au monde.

Yani düşünün yani Kolombiya'dan tutun Vietnam'a, Güney Amerika, so|think|so|from Colombia|hold|to Vietnam|South|America то есть|подумайте|то есть|из Колумбии|держитесь|во Вьетнам|южный|Америка donc|pensez|donc|de la Colombie|jusqu'à|au Vietnam|sud|Amérique So think about it, from Colombia to Vietnam, South America, То есть подумайте, от Колумбии до Вьетнама, Южная Америка, Donc pensez-y, de la Colombie au Vietnam, en Amérique du Sud, herkes bu işe âşık ve büyük piyango oldu bana. ||||||Lotto|| everyone|this|job|in love|and|big|lottery|it became|to me все|это|делу|влюбленный|и|большой|лотерея|стало|мне tout le monde|ce|affaire|amoureux|et|grand|loterie|il est devenu|pour moi everyone fell in love with this and it became a big lottery for me. все влюблены в это дело, и это стало для меня большим выигрышем. tout le monde est tombé amoureux de ce projet et cela a été un grand jackpot pour moi. Tam o sıralar Muhteşem Yüzyıl dizisi yayına girdi. exactly|that|time|magnificent|century|series|to broadcast|it entered именно|тот|период|Великолепный|век|сериал|в эфир|он вышел juste|ce|moment|magnifique|siècle|série|à l'antenne|il est entré At that time, the series Magnificent Century was released. Как раз в это время вышел сериал "Великолепный век". C'est à ce moment-là que la série Le Siècle Magnifique a été diffusée. Ben de yapımcısını tanıyorum Timur Savcı. I|also|his producer|I know|Timur|Savcı я|тоже|его продюсера|я знаю|Тимур|Савджи je|aussi|son producteur|je connais|Timur|Savcı I also know the producer Timur Savcı. Я тоже знаю его продюсера Тимура Савджи. Je connais aussi son producteur, Timur Savcı.

Daha önce filmlerini temsil etmiştim, arkadaş olmuştuk, düğünüme bile gelmişti. before|earlier|his films|I represented|I had|friend|we had become|to my wedding|even|he had come раньше|до|его фильмы|я представлял|я представлял|друг|мы стали|на мою свадьбу|даже|он пришел déjà|auparavant|ses films|représentation|j'avais fait|ami|nous étions devenus|à mon mariage|même|il était venu I had represented his films before, we had become friends, he even came to my wedding. Ранее я представлял его фильмы, мы подружились, он даже пришел на мою свадьбу. Je l'avais déjà représenté dans ses films, nous étions devenus amis, il était même venu à mon mariage. Kesin bana verir dedim, zaten arkadaşız. definitely|to me|he gives|I said|already|we are friends точно|мне|он даст|я сказал|уже|мы друзья sûr|à moi|il donnera|j'ai dit|déjà|nous sommes amis I said he would definitely give it to me, after all, we are friends. Я был уверен, что он мне даст, мы же друзья. Je me suis dit qu'il allait sûrement me le donner, après tout nous sommes amis.

Gittim kesinlikle vermeyi düşünmüyor. I went|definitely|to give|he is not thinking я пошел|определенно|дать|он не думает je suis allé|absolument|donner|il ne pense pas I went, he is definitely not thinking of giving it. Я пошел, он определенно не собирается давать. Je suis allé et il ne pense absolument pas à me le donner.

Ama benim de en büyük hayalim Muhteşem Yüzyıl'ı almak, but|my|also|the|biggest|dream|magnificent|century|to get но|мой|тоже|самый|большой|мечта|великолепный|век|получить mais|mon|aussi|plus grand|grand|rêve|magnifique|siècle|obtenir But my biggest dream is to get Magnificent Century, Но моя самая большая мечта - получить "Великолепный век", Mais mon plus grand rêve est d'obtenir Magnificent Siècle, yani hani takıntı hâline getirdim. that is|you know|obsession|state|I made то есть|ну|навязчивая идея|состояние|я довел c'est-à-dire|tu sais|obsession|état|j'ai rendu I mean, I have made it an obsession. то есть, я сделала это своей навязчивой идеей. c'est-à-dire que je l'ai rendu obsessionnel.

İkinci kere gittim yine vermedi. |time|I went|again|he/she/it didn't give |раз|я пошел|снова|он не дал deuxième|fois|je suis allé|encore|il n'a pas donné I went a second time and they still didn't give it. Я пошла во второй раз, но снова не дала. Je suis allé une deuxième fois et il ne l'a pas donné.

Ve en sonunda beşincide verdi. and|the|finally|fifth time|he/she/it gave и|самый|наконец|в пятый раз|он дал et|enfin|dernier|cinquième fois|il a donné And finally, on the fifth time, they gave it. И, наконец, на пятом разе она дала. Et enfin, à la cinquième fois, il l'a donné.

O kadar mutlu oldum ki heyecandan kendimi kaybettim. that|so|happy|I became|that|from excitement|myself|I lost я|настолько|счастлив|стал|что|от волнения|себя|потерял je|tellement|heureux|je suis devenu|que|d'excitation|moi-même|j'ai perdu I was so happy that I lost myself in excitement. Я был так счастлив, что потерял себя от волнения. J'étais tellement heureux que j'ai perdu le contrôle de moi-même par excitation. Ve dedim ki bütün standımı üç katına çıkaracağım. and|I said|that|all|my stand|three|times|I will increase и|я сказал|что|весь|мой стенд|три|раза|я увеличу et|j'ai dit|que|tout|mon stand|trois|fois|je vais augmenter And I said that I would triple my entire stand. И я сказал, что увеличу весь свой стенд в три раза. Et j'ai dit que je triplerais tout mon stand. Cannes'daki bütün billboardları senin için alacağım, in Cannes|all|billboards|your|for|I will buy в Каннах|все|билборды|для тебя|для|я куплю à Cannes|tous|les panneaux d'affichage|pour toi|pour|je vais prendre I will buy all the billboards in Cannes for you, Я куплю все билборды в Каннах для тебя, Je prendrai tous les panneaux d'affichage à Cannes pour toi, her dergiye beş sayfa dergi ilanı vereceğim. every|magazine|five|pages|magazine|ads|I will give каждую|журналу|пять|страниц|журнал|реклама|я дам chaque|magazine|cinq|pages|annonce|je vais donner| I will give five pages of magazine ads in every magazine. дам пять страниц рекламы в каждом журнале. je donnerai cinq pages de publicité dans chaque magazine. Bütün oyuncuları getirip 1000 kişilik parti yapacağım, all|players|bringing|person|party|I will make всех|игроков|привезу|человек|вечеринку|устрою tous|les joueurs|en les amenant|personnes|fête|je vais faire I will bring all the players and throw a party for 1000 people, Я соберу всех игроков и устрою вечеринку на 1000 человек, Je vais rassembler tous les joueurs et organiser une fête de 1000 personnes, şarkıcı Amerika'dan getirteceğim. singer|from America|I will have brought певца|из Америки|привезу chanteur|d'Amérique|je vais faire venir I will bring a singer from America. певца я привезу из Америки. je vais faire venir le chanteur des États-Unis.

Yani kendimden geçtim gerçekten. so|myself|I lost|really значит|от себя|потерял|действительно donc|de moi-même|j'ai perdu le contrôle|vraiment I really lost myself. То есть я действительно потерял голову. C'est-à-dire que j'ai vraiment perdu la tête.

O kadar heyecanlandım ki bir sürü söz verdim. that|so|I got excited|that|a|lot|promise|I gave так|что|я взволновался|что|один|множество|обещаний|я дал cela|si|j'ai été excité|que|une|foule|promesse|j'ai donné I got so excited that I made a lot of promises. Я так взволнован, что дал кучу обещаний. J'étais tellement excité que j'ai fait plein de promesses. Ve oradan çıktıktan sonra ne yaptığımın farkına vardım ve yani resmen and|from there|after I left|then|what|I did|to the realization|I realized|and|I mean|literally и|оттуда|выйдя|потом|что|я сделал|осознание|я пришел|и|то есть|официально et|de là|être sorti|après|ce que|j'ai fait|conscience|j'ai pris|et|donc|vraiment And after I got out of there, I realized what I had done, and I mean literally. И после того, как я вышел оттуда, я осознал, что я на самом деле Et après en être sorti, j'ai réalisé ce que j'avais fait, et donc c'était vraiment milyon dolarlık reklam sözü verdim. million|worth of|advertisement|promise|I gave миллион|долларов|реклама|слово|я дал million|de dollars|publicité|promesse|j'ai donné I promised a million-dollar advertisement. пообещал рекламу на миллион долларов. une promesse de publicité d'un million de dollars.

Ama bir kere söz vermiştim. but|a|time|promise|I had given но|один|раз|слово|я дал mais|une|fois|promesse|j'avais donné But I had already made a promise. Но я уже дал слово. Mais j'avais déjà fait une promesse.

Sonuçta bu diziyi bana vermişti ve yapmak zorundaydım. ultimately|this|series|to me|she had given|and|to do|I had to в конечном итоге|этот|сериал|мне|она дала|и|делать|я был обязан en fin de compte|cette|série|à moi|elle m'avait donné|et|faire|j'étais obligé In the end, he had given me this series, and I had to do it. В конце концов, он дал мне этот сериал, и я должен был его сделать. Après tout, il m'avait donné cette série et je devais le faire. Ve dediklerimin hepsini yaptım. and|what I said|all of them|I did и|сказанное мной|всё|я сделал et|ce que j'ai dit|tout|j'ai fait And I did everything I said. И я сделал все, что сказал. Et j'ai fait tout ce que j'ai dit.

İlk defa bir Türk dizisi için dünya lansmanı yapıldı. |||||||Weltpremiere| |time|a|Turkish|series|for|world|premiere|it was done |раз|один|турецкий|сериал|для|мировой|премьера|была проведена première|fois|une|turque|série|pour|mondiale|lancement|a été fait For the first time, a Turkish series had a world premiere. Впервые для турецкого сериала была проведена мировая премьера. Pour la première fois, un lancement mondial a été réalisé pour une série turque. Bütün oyuncular geldi, Halit Ergenç'ten tutun Meryem Uzerli'ye. all|actors|they came|Halit|from Ergenç|to|Meryem|to Uzerli все|актеры|пришли|Халит|Эргенч|начиная|Мерьем|Узерли tous|acteurs|ils sont venus|Halit|d'Ergenç|jusqu'à|Meryem|à Uzerli All the actors came, from Halit Ergenç to Meryem Uzerli. Все актеры пришли, от Халита Эргенча до Мерьем Узерли. Tous les acteurs étaient présents, de Halit Ergenç à Meryem Uzerli. Kırmızı halıda yürüdüler ve aylarca herkes bu partiyi konuştu. red|carpet|they walked|and|for months|everyone|this|party|they talked красный|ковре|они шли|и|месяцами|все|эту|вечеринку|обсуждали rouge|sur le tapis|ils ont marché|et|pendant des mois|tout le monde|cette|fête|a parlé They walked on the red carpet and for months everyone talked about this party. Они прошли по красной дорожке, и все обсуждали эту вечеринку в течение месяцев. Ils ont marché sur le tapis rouge et pendant des mois, tout le monde a parlé de cette fête. Bu fuar bittikten sonra yurt dışında çalışan bir elemanım vardı this|fair|after it ended|after|abroad|outside|working|a|my employee|I had этот|выставка|закончится|после|заграница|вне|работающий|один|мой сотрудник|был ce|salon|après avoir fini|ensuite|étranger|à l'étranger|travaillant|un|mon employé|j'avais I had an employee working abroad after this fair ended. После окончания этой выставки у меня был сотрудник, работающий за границей. Après cette foire, j'avais un employé qui travaillait à l'étranger. ve bana bir e-mail yolladı. and|to me|a|||he sent и|мне|один|||он отправил et|à moi|un|||il m'a envoyé і надіслав мені електронного листа. And he sent me an email. И он отправил мне электронное письмо. Et il m'a envoyé un e-mail.

Dedi ki “Ayın 12'si oldu, galiba maaşımı yollamayı unuttunuz.” he said|that|the month|12th|it became|probably|my salary|to send|you forgot он сказал|что|месяца|12|стало|вероятно|мою зарплату|отправить|вы забыли il a dit|que|du mois|12|c'est devenu|apparemment|mon salaire|l'envoi|vous avez oublié Сказав: «Стало 12-те число, мабуть, ви забули надіслати мені зарплату.» He said, "It's the 12th, I think you forgot to send my salary." Он сказал: "12-е число, похоже, вы забыли отправить мне зарплату." Il a dit : « Nous sommes le 12, je pense que vous avez oublié de m'envoyer mon salaire. » İşin kötüsü unutmamıştım, param bitmişti. |the bad part|I hadn't forgotten|my money|it had run out |плохое|я не забыл|мои деньги|закончились le fait que|le pire|je n'avais pas oublié|mon argent|il était épuisé Гірше те, що я не забував, у мене просто закінчилися гроші. The worst part was that I hadn't forgotten, I had run out of money. Худшее в том, что я не забыл, у меня просто закончились деньги. Le pire, c'est que je n'avais pas oublié, j'étais à court d'argent.

Yani resmen banka hesabım sıfırlanmıştı. so|officially|bank|my account|had been reset значит|официально|банк|мой счет|был обнулен donc|officiellement|banque|mon compte|avait été vidé So my bank account was officially zeroed out. То есть, мой банковский счет был полностью обнулен. Donc, mon compte bancaire était complètement à zéro.

Ama bir kere söz vermiştim ve bunu yapmak zorundaydım. but|a|time|promise|I had given|and|this|to do|I had to но|один|раз|слово|я дал|и|это|делать|я был обязан mais|une|fois|promesse|j'avais donné|et|cela|faire|j'étais obligé But I had promised once and I had to do it. Но я однажды пообещал и должен был это сделать. Mais j'avais promis une fois et je devais le faire. Ama iyi ki de yapmışım. but|good|that|also|I have done но|хорошо|что|тоже|я сделал mais|bien|que|de|j'ai fait But I'm glad I did. Но хорошо, что я это сделал. Mais heureusement que je l'ai fait.

Çünkü bu diziyi 75 ülkeye sattık. because|this|series|countries|we sold потому что|этот|сериал|странам|мы продали parce que|cette|série|pays|nous avons vendu Because we sold this series to 75 countries. Потому что мы продали этот сериал в 75 стран. Parce que nous avons vendu cette série à 75 pays.

Tam 300 milyon kişi izliyor. exactly|million|people|watching ровно|миллионов|человек|смотрит exactement|millions|personnes|regardent Exactly 300 million people are watching. Целых 300 миллионов человек смотрят. Exactement 300 millions de personnes regardent.

(Alkış) applause аплодисменты applaudissements (Applause) (Аплодисменты) (Applaudissements)

Yani hayatta risk almazsanız kazanamazsınız. so|in life|risk|if you don't take|you can't win значит|в жизни|риск|если не возьмете|не сможете выиграть donc|dans la vie|risque|si vous ne prenez pas|vous ne pouvez pas gagner So if you don't take risks in life, you can't win. То есть, если вы не рискуете в жизни, вы не можете выиграть. Donc, si vous ne prenez pas de risques dans la vie, vous ne pouvez pas gagner. Ben hayatım boyunca risk aldım ve iyi ki de almışım. I|my life|throughout|risk|I took|and|good|that|also|I have taken я|моя жизнь|на протяжении|риск|я взял|и|хорошо|что|тоже|я взял je|ma vie|tout au long de|risque|j'ai pris|et|bien|que|de|j'ai pris I have taken risks throughout my life and I'm glad I did. Я рисковал всю свою жизнь, и хорошо, что рискнул. J'ai pris des risques toute ma vie et je suis content de l'avoir fait. Çünkü bu sayede bir yerlere geldim. because|this|thanks to|a|places|I arrived потому что|это|благодаря|один|места|я пришел parce que|cela|grâce à|un|endroit|je suis arrivé Because of this, I have come to a certain point. Потому что благодаря этому я добился успеха. Parce que grâce à cela, je suis arrivé quelque part.

Ve bu Türk dizileri sayesinde tabii ki Türkiye'nin ihracatı da çok büyüdü. and|this|Turkish|series|thanks to|of course|that|Turkey's|export|also|very|it grew и|эти|турецкие|сериалы|благодаря|конечно|что|Турции|экспорт|тоже|очень|вырос et|ces|turcs|séries|grâce à|bien sûr|que|de la Turquie|exportation|aussi|très|a augmenté And of course, thanks to these Turkish series, Turkey's exports have also grown significantly. И, конечно, благодаря этим турецким сериалам экспорт Турции также значительно увеличился. Et grâce à ces séries turques, bien sûr, les exportations de la Turquie ont également beaucoup augmenté. Bizim şirketimizin ihracatı çok büyüdü. our|company's|export|very|it grew наш|компании|экспорт|очень|вырос notre|entreprise|exportation|très|a augmenté Our company's exports have grown significantly. Экспорт нашей компании значительно увеличился. Les exportations de notre entreprise ont beaucoup augmenté.

Bir tek Muhteşem Yüzyıl değil, bütün Türk dizileri sayesinde. a|only|Magnificent|Century|not|all|Turkish|series|thanks to один|единственный|Великолепный|век|не|все|турецкие|сериалы|благодаря un|seul|magnifique|siècle|pas|toutes|turques|séries|grâce à Not just with Magnificent Century, but thanks to all Turkish series. Не только благодаря «Великолепному веку», но и благодаря всем турецким сериалам. Ce n'est pas seulement grâce à Muhteşem Yüzyıl, mais grâce à toutes les séries turques. Ve bu dizilerden çok fazla kişi ekmek yiyor. and|this|from these series|very|many|people|bread|eating и|эти|сериалы|очень|много|человек|хлеб|ест et|ces|séries|beaucoup|trop|personnes|pain|ils mangent And many people are making a living from these series. И многие люди зарабатывают на жизнь с помощью этих сериалов. Et beaucoup de gens gagnent leur vie grâce à ces séries. Yani hiç aklınıza gelmeyecek kişiler ekmek yiyor. so|never|to your mind|will not come|people|bread|eating то есть|никогда|вам в голову|не придут|люди|хлеб|ест donc|jamais|à votre esprit|ne viendra|personnes|pain|ils mangent I mean, people you would never think of are making a living. То есть, люди, о которых вы никогда не подумали бы, зарабатывают на жизнь. C'est-à-dire que des personnes auxquelles vous ne penseriez jamais gagnent leur vie. Mesela Şili'de bir tane striptizci var. ||||Stripper| for example|in Chile|a|one|stripper|there is например|в Чили|один|экземпляр|стриптизер|есть par exemple|au Chili|un|type|strip-teaseur|il y a For example, there is a stripper in Chile. Например, в Чили есть один стриптизёр. Par exemple, il y a un strip-teaseur au Chili.

Bu adam haftada bir evlere gidiyormuş. this|man|per week|one|to homes|he was going этот|человек|раз в неделю|один|по домам|он ходил cet|homme|par semaine|une|à des maisons|il allait This guy goes to homes once a week. Этот человек ходит по домам раз в неделю. Cet homme se rendrait chez des gens une fois par semaine.

Ancak iş buluyormuş. 100 dolara çalışıyormuş. but|job|he was finding|for dollars|he was working но|работа|он|долларов|он mais|travail|il disait qu'il trouvait|dollars|il disait qu'il travaillait But he was finding a job. He was working for 100 dollars. Но он нашел работу. Он работал за 100 долларов. Cependant, il trouvait du travail. Il travaillait pour 100 dollars. Sonra bir baktı, bir sürü teklif gelmeye başladı. Yani birden kapalı gişe oldu. then|a|he looked|a|bunch|offers|to come|he started|so|suddenly|closed|box office|it became потом|один|он|один|множество|предложение|приходить|он|то есть|вдруг|закрытый|касса|он ||||||||||закрите|касa| ensuite|un|il regarda|un|tas|offre|commencer à venir|il commença|donc|soudainement|complet|salle| Потім він подивився, і почали надходити безліч пропозицій. Тобто раптом сталась закрита вистава. Then he noticed that a lot of offers started to come in. So suddenly it was a full house. Потом он заметил, что ему начали поступать множество предложений. То есть, он вдруг стал очень востребованным. Puis il a réalisé qu'il recevait de nombreuses offres. C'est-à-dire qu'il est devenu soudainement très demandé. Bunun nedeni de ülkede Binbir Gece dizisi yayınlanmaya başladı. this|reason|also|in the country|One Thousand|Nights|series|to be broadcast|it started это|причина|тоже|в стране|Тысяча|Ночей|сериал|транслировать|он cela|raison|que|dans le pays|mille et une|nuits|série|commencer à être diffusée|il commença Причиною цього стало те, що в країні почали транслювати серіал 'Тисяча і одна ніч'. The reason for this was that the One Thousand and One Nights series started airing in the country. Причиной этого стало то, что в стране начали транслировать сериал Тысяча и одна ночь. La raison en est que la série Les Mille et Une Nuits a commencé à être diffusée dans le pays. Ve şansa adam Halit Ergenç'in ikizi çıktı. and|by chance|man|Halit|Ergenç's|twin|he turned out и|к счастью|человек|Халит|Эргенч|близнец|он ||||Ергенч|| et|par chance|homme|Halit|d'Ergenç|jumeau|il s'est avéré І на щастя, чоловік виявився близнюком Халіта Ергенча. And by chance, the man turned out to be the twin of Halit Ergenç. И, к счастью, этот человек оказался двойником Халита Эргенча. Et par chance, l'homme s'est avéré être le jumeau de Halit Ergenç.

(Gülüşmeler) Laughter смех rires (Сміх) (Laughter) (Смех) (Rires)

Yani bu sayede kapalı gişe oldu o adam. So|this|thanks to|closed|box office|became|that|man значит|это|благодаря|закрытый|касса|стал|тот|человек ||завдяки|закритий|каса||| donc|cela|grâce à|complet|box-office|est devenu|cet|homme Отже, завдяки цьому той чоловік став знаменитим. So thanks to this, that guy sold out. Так что благодаря этому тот человек собрал полный зал. Donc grâce à cela, cet homme a fait salle comble.

Ve fiyatını 250 dolara çıkartmış bu şeyde. Bütün haberlere falan çıktı. And|its price|dollars|raised|this|thing|all|news|etc|appeared и|его цену|долларов|поднял|это|в этом|все|новости|и так далее|вышел ||||||||щось| et|son prix|dollars|il a augmenté|cette|chose|toutes|nouvelles|etc|il est apparu І він підняв ціну на це до 250 доларів. Це було в усіх новинах. And he raised the price to 250 dollars for this thing. It was all over the news. И цена на это поднялась до 250 долларов. Это попало во все новости. Et il a augmenté le prix à 250 dollars pour cette chose. Cela a fait le tour de toutes les nouvelles. Bir de çok şanslı Muhteşem Yüzyıl dizisi yayına girdi. a|also|very|lucky|Magnificent|Century|series|on air|entered один|также|очень|удачливый|великолепный|век|сериал|в эфир|вышел un|aussi|très|chanceux|Magnifique|Siècle|série|à l'antenne|elle est entrée А ще дуже пощастило, що серіал 'Величне століття' вийшов в ефір. And also, the very lucky series Magnificent Century started airing. И к тому же очень повезло, что сериал "Великолепный век" вышел в эфир. Et en plus, la série Magnificent Century a été diffusée. Ve fiyatını tam 400 dolar yapmış. and|its price|exactly|dollars|he/she/it has made и|его цену|ровно|долларов|сделал et|son prix|exactement|dollars|il a fait And he has set the price to exactly 400 dollars. И он сделал цену ровно 400 долларов. Et il a fixé le prix à 400 dollars.

(Gülüşmeler) Laughter Смехи rires (Laughter) (Смех) (Rires)

Çünkü evlere Binbir Gecede'ki Onur karakteri ile giriyor, because|to the houses|One Thousand|from One Thousand and One Nights|Honor|character|with|he/she/it enters потому что|в дома|Тысяча|Ночью|Онур|персонаж|с|входит |||в Ночі|Онуру||| parce que|dans les maisons|mille et une|nuits de|Onur|personnage|avec|il entre Бо це входить до будинків як персонаж Онур з 'Тисячі і однієї ночі', Because he enters homes as the character Onur from One Thousand and One Nights, Потому что он входит в дома как персонаж Онур из "Тысячи и одной ночи", Parce qu'il entre dans les maisons comme le personnage Onur de "Les Mille et Une Nuits", böyle takım elbiseli, sonra Sultan Süleyman olarak çıkıyor. such|suit|wearing|then|Sultan|Suleiman|as|he/she/it exits такой|костюм|в|затем|султан|Сулейман|как|выходит ||в костюмі||||| ainsi|costume|habillé|puis|sultan|Süleyman|en tant que|il sort в такому костюмі, а потім виходить як султан Сулейман. dressed in a suit, and then comes out as Sultan Suleiman. в таком костюме, а потом выходит как султан Сулейман. en costume, puis il sort en tant que Sultan Suleiman. (Alkış) applause аплодисменты applaudissement (Аплодисменти) (Applause) (Аплодисменты) (Applaudissements)

Yani ben de hep diyorum yani bize de bir pay verse iyi olur, so|I|also|always|I say|so|to us|also|a|share|if he/she gives|good|it would be значит|я|тоже|всегда|говорю|значит|нам|тоже|один|доля|даст|хорошо|будет |||||||||частка|дасть|| donc|je|aussi|toujours|je dis|donc|à nous|aussi|une|part|il donne|bon|ça serait Тобто я також завжди кажу, що було б добре, якби нам теж давали частку, I always say that it would be good if we also got a share, То есть я тоже всегда говорю, что было бы хорошо, если бы нам тоже дали долю, Donc, je dis toujours qu'il serait bon qu'on ait aussi une part, yani sayemizde çok iyi kazanıyor. so|thanks to us|very|well|he/she earns значит|благодаря нам|очень|хорошо|зарабатывает |завдяки нам||| donc|grâce à nous|très|bien|il gagne тобто завдяки нам він дуже добре заробляє. because they are earning very well thanks to us. то есть благодаря нам они зарабатывают очень хорошо. car grâce à nous, ils gagnent très bien.

Fakat baktığınız zaman her şey bir proje, 10.000 Euro borçla başlamıştı. but|you look|time|every|thing|a|project|Euro|with debt|it had started но|смотрите|время|все|вещи|один|проект|евро|с долгом|начиналось ||||||||з боргом| mais|quand vous regardez|temps|tout|chose|un|projet|euros|avec une dette|ça avait commencé Але якщо подивитися, все це був проект, що почався з боргом у 10.000 євро. However, when you look at it, everything started as a project, with a debt of 10,000 Euros. Но если посмотреть, то все это был проект, который начался с долга в 10.000 евро. Mais quand on y pense, tout a commencé par un projet, avec 10.000 euros de dettes. Fakat en önemlisi bir büyük hayalle başladı. but|the|most important|a|big|dream|started но|самый|важный|одно|большое|мечтой|начал mais|le|plus important|un|grand|rêve|a commencé Але найголовніше почалося з великої мрії. But most importantly, it started with a big dream. Но самое главное, это началось с одной большой мечты. Mais le plus important, c'est qu'il a commencé avec un grand rêve. O da başarma hayali. that|also|achieving|dream это|тоже|достижения|мечта |||мрія cela|aussi|de réussir|rêve Це була мрія про досягнення. That is the dream of success. Это мечта о достижении. C'était le rêve de réussir.

Ve ben yıllar önce şunu fark ettim. and|I|years|ago|this|noticed|I did и|я|годы|назад|это|понял|я et|je|années|auparavant|cela|| І я багато років тому помітив це. And I realized this years ago. И много лет назад я заметил одну вещь. Et j'ai réalisé il y a des années.

Aslında ben babam için başarmak istiyormuşum. actually|I|my father|for|to succeed|I had wanted на самом деле|я|мой отец|для|добиться|я хотел |||||хотів en fait|je|mon père|pour|réussir|j'aurais voulu Насправді я хотів досягти успіху для свого батька. Actually, I wanted to succeed for my father. На самом деле, я хотел добиться успеха для своего отца. En fait, je voulais réussir pour mon père. Çünkü küçüklüğümden beri beni yetiştirmek için o kadar uğraştı ki. because|since my childhood|for|me|to raise|for|that|so|he/she worked hard|that потому что|с моего детства|с тех пор как|меня|воспитывать|для|он|настолько|он старался|что ||||виховувати||||у努力ував| parce que|depuis ma petite enfance|depuis|me|élever|pour|il|tellement|il a travaillé|que Бо з дитинства він так сильно старався виховувати мене. Because she worked so hard to raise me since my childhood. Потому что с детства она так старалась воспитать меня. Parce qu'elle a tant travaillé pour m'élever depuis mon enfance. Hiç unutmuyorum bir gün sekiz yaşındaydım. never|I forget|a|day|eight|I was old никогда|не забываю|один|день|восемь|мне было восемь jamais|je n'oublie pas|un|jour|huit|j'avais ans Ніколи не забуду, одного дня мені було вісім років. I never forget, one day I was eight years old. Я никогда не забуду, в один день мне было восемь лет. Je n'oublierai jamais qu'un jour j'avais huit ans.

Yazları Büyük Ada'ya giderdik. in summers|big|to the island|we used to go летом|большой|на остров|мы ездили ||на острів Великий Ада| en été|grande|à l'île|nous allions Літом ми їздили на Велику Острів. We used to go to Büyük Ada in the summers. Летом мы ездили на Большой Остров. Nous allions à Büyük Ada pendant l'été.

Bir gün eve geldi dedi ki senin artık para kazanma vaktin geldi dedi. a|day|home|he/she came|he/she said|that|your|now|money|earning|your time|it has come|he/she said один|день|домой|он пришел|он сказал|что|твой|уже|деньги|зарабатывать|время|пришло| ||||||||||час|| un|jour|à la maison|il est venu|il a dit|que|ton|maintenant|argent|gagner|temps|il est venu| Одного дня він прийшов додому і сказав: "Твій час заробляти гроші настав." One day she came home and said it was time for you to start earning money. Однажды она пришла домой и сказала: "Теперь пришло время зарабатывать деньги". Un jour, elle est rentrée à la maison et a dit que le moment était venu pour toi de gagner de l'argent. Ben de para mı kazanacağım? I|too|money|question particle|I will earn я|тоже|деньги|ли|я буду зарабатывать ||||зароблю je|aussi|argent|particule interrogative|je vais gagner А я справді буду заробляти гроші? Am I going to earn money too? Я тоже буду зарабатывать деньги? Vais-je aussi gagner de l'argent ?

Sekiz yaşındayım ben, hani niye para kazanacağım dedim. eight|I am years old|I|well|why|money|I will earn|I said восемь|мне лет|я|ну|почему|деньги|я буду зарабатывать|я сказал ||||||зароблю| huit|j'ai ans|je|alors|pourquoi|argent|je vais gagner|j'ai dit Мені вісім років, я ж казав, чому я маю заробляти гроші. I am eight years old, I said why would I earn money. Мне восемь лет, почему я должен зарабатывать деньги? J'ai huit ans, pourquoi devrais-je gagner de l'argent ? Yok artık para kazanmayı öğrenmen lazım dedi. no|anymore|money|earning|you must learn|necessary|he said нет|больше|деньги|зарабатывать|тебе нужно учиться|нужно|он сказал |||заробляти||| non|maintenant|argent|apprendre à gagner|tu dois apprendre|il est nécessaire|il a dit Ти вже не можеш, тобі потрібно навчитися заробляти гроші, - сказав він. He said you need to learn how to earn money. Нет, ты должен научиться зарабатывать деньги, сказал он. Non, tu dois apprendre à gagner de l'argent, a-t-il dit. O zamanlar saat sektöründeydi, yurtdışından saat ithal ederdi. он|времена|часы|он был в секторе|из-за границы|часы|импортировал|он бы делал ||||||importierte| ||||з-за кордону||| that|times|watch|he was in the industry|from abroad|watch|import|he used to import cela|temps|horlogerie|il était dans le secteur|de l'étranger|montres|importait|il faisait Тоді він працював у галузі годинників, він імпортував годинники з-за кордону. At that time, he was in the watch industry, he used to import watches from abroad. В то время он работал в часовом бизнесе, импортировал часы из-за границы. À l'époque, il travaillait dans le secteur des montres, il importait des montres de l'étranger. Dedi ki “Sana bu saatleri vereceğim, Perşembe günleri pazarda satacaksın.” he said|that|to you|these|watches|I will give|Thursday|days|in the market|you will sell он сказал|что|тебе|эти|часы|я дам|четверг|дни|на рынке|ты будешь продавать il a dit|que|à toi|ces|montres|je te donnerai|jeudi|jours|au marché|tu vendras Сказав: «Я дам тобі ці години, ти будеш продавати їх на ринку в четвер.» He said, "I will give you these watches, you will sell them at the market on Thursdays." Он сказал: "Я дам тебе эти часы, ты будешь продавать их на рынке по четвергам." Il a dit : "Je te donnerai ces montres, tu les vendras au marché le jeudi." Benim için imkânsız bir şey. my|for|impossible|a|thing для меня|для|невозможное|одно|дело mon|pour|impossible|une|chose Для мене це неможливо. It's an impossible thing for me. Для меня это невозможно. C'est quelque chose d'impossible pour moi.

Çünkü biliyorsunuz pazarda satmak için bağırmak lazım because|you know|in the market|to sell|to|to shout|necessary потому что|вы знаете|на рынке|продавать|для|кричать|нужно |||||кричати| parce que|vous savez|au marché|vendre|pour|crier|nécessaire Бо ви знаєте, на ринку потрібно кричати, щоб продавати. Because you know, you have to shout to sell at the market. Потому что, как вы знаете, чтобы продавать на рынке, нужно кричать. Parce que vous savez qu'il faut crier pour vendre au marché. 5 lira 10 lira gelin işte saat var diye. lira|lira|come|here|watch|there is|that лир|лир|приходите|вот|часы|есть|чтобы livres|livres|venez|voilà|montre|il y en a|en disant 5 лір 10 лір, дивіться, бо є години. "5 lira, 10 lira, come here, there are watches!" "5 лир, 10 лир, приходите, вот часы!" "5 euros, 10 euros, venez voir, il y a des montres."

Ben de utangaç bir çocuktum, o yüzden imkânsızdı. I|also|shy|a|I was|that|therefore|it was impossible я|тоже|стеснительный|один|я был ребенком|тот|поэтому|это было невозможно ||||дитиною||| je|aussi|timide|un|j'étais|donc|raison|c'était impossible Я теж був сором'язливим дитиною, тому це було неможливо. I was a shy child too, so it was impossible. Я тоже был застенчивым ребенком, поэтому это было невозможно. J'étais aussi un enfant timide, donc c'était impossible. Hemen bir arkadaşıma gittim. Dedim ki bak sen bağıracaksın ben satacağım dedim. immediately|a|to my friend|I went|I said|that|look|you|you will shout|I|I will sell|I said сразу|одному|другу|я пошел|я сказал|что|смотри|ты|ты будешь кричать|я|я буду продавать|я сказал ||||||||||продам| tout de suite|un|à mon ami|je suis allé|j'ai dit|que|regarde|tu|tu vas crier|je|je vais vendre|j'ai dit Я негайно пішов до одного друга. Я сказав, що ти будеш кричати, а я продаватиму. I immediately went to a friend of mine. I said, look, you will shout and I will sell. Я сразу пошел к своему другу. Я сказал: смотри, ты будешь кричать, а я буду продавать. Je suis immédiatement allé voir un ami. J'ai dit, regarde, tu vas crier et moi je vais vendre. (Gülüşmeler) laughter смехи rires (Laughter) (Смех) (Rires)

Ve böyle birkaç saatte biz bütün saatleri bitirdik. and|like this|a few|in hours|we|all|watches|we finished и|так|несколько|часов|мы|все|часы|мы закончили |||||||закінчили et|ainsi|quelques|heures|nous|toutes|montres|nous avons fini І так, за кілька годин ми закінчили всі годинники. And in just a few hours, we sold all the watches. И так, за несколько часов мы продали все часы. Et en quelques heures, nous avons vendu toutes les montres. Daha sonra büyük bir heyecanla parayı aldık eve geldik babamı bekliyoruz. later|then|big|a|with excitement|the money|we took|home|we came|my father|we are waiting позже|затем|большой|один|с волнением|деньги|мы получили|домой|мы пришли|моего отца|мы ждем plus|tard|grand|un|avec excitation|l'argent|nous avons pris|à la maison|nous sommes arrivés|mon père|nous attendons Потім з великим хвилюванням ми отримали гроші і прийшли додому, чекаємо на тата. Later, we excitedly took the money and came home, waiting for my father. Позже мы с большим волнением получили деньги и пришли домой, ждем папу. Plus tard, nous avons pris l'argent avec une grande excitation et nous sommes rentrés à la maison en attendant mon père. Babam geldiği zaman bakın çocuklar dedi. my father|when he came|time|look|children|he said мой отец|когда он пришел|время|смотрите|дети|он сказал mon père|quand il est arrivé|temps|regardez|les enfants|il a dit Коли прийшов тато, ви подивіться, діти, - сказав він. When my father arrived, he said, "Look children." Когда пришел папа, он сказал: "Смотрите, дети." Quand mon père est arrivé, il a dit : Regardez les enfants.

İşte diyelim bugünün parası ile 100 lira kazandık. |let's say|today's|money|with|lira|we earned |скажем|сегодняшнего|деньги|с|лир|мы заработали voilà|disons|d'aujourd'hui|l'argent|avec|lira|nous avons gagné Ось скажімо, ми заробили 100 лір сьогоднішніми грошима. Let's say we earned 100 lira with today's money. Вот, скажем, мы заработали 100 лир с сегодняшними деньгами. Eh bien, disons que nous avons gagné 100 lires avec l'argent d'aujourd'hui. Bu 100 liranın 50 lirası maliyet, 50 lirası kâr. эти|лир|лир|стоимость|лир|прибыль |||Kosten|| |ліра|||| this|of the lira|lira|cost|lira|profit ce|de l'argent|lira|coût|lira|profit Ці 100 лір діляться на 50 лір витрат і 50 лір прибутку. Out of this 100 lira, 50 lira is cost, and 50 lira is profit. Из этих 100 лир 50 лир - это затраты, 50 лир - это прибыль. Sur ces 100 lires, 50 lires sont le coût, 50 lires sont le bénéfice. Alın size 25'er lira dedi. Ben çok kızdım. take|to you|25 each|lira|he said|I|very|I got angry возьмите|вам|по 25|лир|он сказал|я|очень|я разозлился prenez|vous|25 chacun|livres|il a dit|je|très|j'ai été en colère Ось вам по 25 лір, - сказав він. Я дуже розлютився. Here, take 25 lira, he said. I got very angry. Вот вам по 25 лир, сказал он. Я очень рассердился. Voici 25 lires, dit-il. J'étais très en colère. Baba niye ona 25 veriyorsun? Ona 10 lira ver, dad|why|to him|you are giving|to him|lira|give папа|почему|ему|ты даешь|ей|лир|дай papa|pourquoi|à lui|tu donnes|à lui|livres|donne Тату, чому ти йому даєш 25? Дай йому 10 лір, Dad, why are you giving him 25? Give him 10 lira, Папа, почему ты ему даешь 25? Дай ему 10 лир, Papa, pourquoi lui donnes-tu 25 ? Donne-lui 10 lires, bana 40 lira ver ben senin oğlunum dedim. to me|lira|give|I|your|I am your son|I said мне|лир|дай|я|твоим|сыном|я сказал |||||сином| à moi|livres|donne|je|ton|je suis ton fils|j'ai dit дай мені 40 лір, я сказав, я твій син. give me 40 lira, I said, I am your son. а мне дай 40 лир, я же твой сын, сказал я. donne-moi 40 lires, je suis ton fils, ai-je dit.

Yok oğlum dedi. Bak dedi eğer hayatta paylaşmayı bilmezsen kazanamazsın. no|my son|he said|look|he said|if|in life|sharing|you don't know|you can't win нет|сын|он сказал|смотри|он сказал|если|в жизни|делиться|ты не знаешь|ты не сможешь выиграть non|mon fils|il a dit|regarde||si|dans la vie|partager|tu ne sais pas|tu ne peux pas gagner Ні, синку, - сказав він. - Дивись, якщо ти не навчишся ділитися в житті, ти нічого не заробиш. No, my son, he said. Look, if you don't know how to share in life, you can't win. Нет, сынок, сказал он. Слушай, если ты не научишься делиться в жизни, ты не сможешь ничего заработать. Non, mon fils, dit-il. Regarde, si tu ne sais pas partager dans la vie, tu ne peux pas gagner. Ve düşünsenize ben bu dersi sekiz yaşımda aldım. and|imagine|I|this|lesson|eight|at my age|I took и|представьте себе|я|этот|урок|восемь|лет|я получил et|imaginez|je|ce|cours|huit|à l'âge de|j'ai pris І уявіть собі, я отримав цей урок у віці восьми років. And just think, I took this lesson when I was eight years old. И представьте, я получил этот урок в восемь лет. Et imaginez, j'ai pris cette leçon à l'âge de huit ans. Ve hâlâ geçerli. and|still|valid и|все еще|действительный et|encore|valable І все ще дійсний. And it is still valid. И он все еще актуален. Et c'est toujours valable.

(Alkış) applause аплодисменты applaudissements (Аплодисменти) (Applause) (Аплодисменты) (Applaudissements)

Eğer hayatta paylaşmayı bilmezseniz kazanamazsınız. if|in life|sharing|you don't know|you can't win если|в жизни|делиться|вы не знаете|вы не сможете выиграть |||не знаєте| si|dans la vie|partager|vous ne savez pas|vous ne pouvez pas gagner Якщо ви не вмієте ділитися в житті, ви не зможете виграти. If you don't know how to share in life, you cannot win. Если вы не умеете делиться в жизни, вы не сможете выиграть. Si vous ne savez pas partager dans la vie, vous ne pouvez pas gagner. O zamandan sonra ticareti çok sevdim. |||den Handel|| that|time|after|the trade|very|I loved тот|времени|после|торговлю|очень|я полюбил ce|depuis le temps|après|le commerce|beaucoup|j'ai aimé З того часу я дуже полюбив торгівлю. Since then, I loved trade very much. С тех пор я очень полюбил торговлю. Depuis ce temps-là, j'ai beaucoup aimé le commerce.

Çünkü küçük yaşta beni yetiştirmişti. because|small|age|me|he/she had raised потому что|маленьком|возрасте|меня|он вырастил ||||виростив parce que|jeune|à l'âge|moi|il m'avait élevé Тому що в малому віці вона мене виховувала. Because it had raised me at a young age. Потому что в детстве он меня воспитал. Parce qu'il m'avait élevé à un jeune âge.

Ve 17 yaşında üniversiteyi Amerika'da kazandım. and|at age|the university|in America|I won/admitted и|лет|университет|в Америке|я поступил et|à l'âge|l'université|en Amérique|j'ai réussi І в 17 років я отримав місце в університеті в Америці. And I won a university in America at the age of 17. И в 17 лет я поступил в университет в Америке. Et à 17 ans, j'ai réussi à entrer à l'université aux États-Unis. Fakat ticareti o kadar sevmiştim ki gitmek istemedim. but|the trade|that|so|I had loved|that|to go|I didn't want но|торговлю|тот|настолько|я полюбил|что|идти|я не хотел mais|le commerce|cela|si|j'avais aimé|que|partir|je n'ai pas voulu Але я так полюбив торгівлю, що не хотів їхати. But I loved trade so much that I didn't want to go. Но я так любил торговлю, что не хотел уезжать. Mais j'aimais tellement le commerce que je ne voulais pas y aller. Babama dedim ki eğer izin verirsen ben okumak istemiyorum to my father|I said|that|if|permission|you give|I|to study|I don't want моему отцу|я сказал|что|если|разрешение|ты дашь|я|учиться|не хочу à mon père|j'ai dit|que|si|permission|tu me donnes|je|étudier|je ne veux pas Я сказав батькові, що якщо ти дозволиш, я не хочу вчитися. I told my father that if he allows me, I don't want to study. Я сказал своему отцу, что если он позволит, я не хочу учиться. J'ai dit à mon père que si tu me le permets, je ne veux pas étudier. ve ticarete atılmak istiyorum dedim. and|to business|to venture|I want|I said и|в бизнес|начинать|я хочу|я сказал ||вступити|| et|dans le commerce|se lancer|je veux|j'ai dit і я сказав, що хочу зайнятися торгівлею. And I said I want to venture into business. И я сказал, что хочу заняться бизнесом. Et j'ai dit que je voulais me lancer dans le commerce.

19 yaşımda Uzak Doğu'ya yerleşmeye karar verdim ve Uzak Doğu'ya gittim. at the age of|Far|to the East|to settle|decision|I made|and|Far|to the East|I went в возрасте|Дальний|Восток|поселиться|решение|я принял|и|Дальний|Восток|я поехал à l'âge de|lointain|en Extrême-Orient|s'installer|décision|j'ai pris|et|lointain|en Extrême-Orient|je suis allé У 19 років я вирішив оселитися на Далекому Сході і поїхав туди. At the age of 19, I decided to settle in the Far East and I went to the Far East. В 19 лет я решил переехать на Дальний Восток и уехал на Дальний Восток. À 19 ans, j'ai décidé de m'installer en Extrême-Orient et je suis allé en Extrême-Orient. Onun en büyük hayali benim başardığımı görmekti. his|the most|big|dream|my|I succeeded|it was to see его|самый|большой|мечта|моей|что я добился|это было увидеть ||||||було бачити son|plus|grand|rêve|que je|que j'ai réussi|c'était de voir Його найбільша мрія була побачити, як я досяг успіху. His biggest dream was to see me succeed. Его самой большой мечтой было увидеть, как я добьюсь успеха. Son plus grand rêve était de voir que j'avais réussi. Çünkü herkese ispat etmek istiyordu. because|to everyone|proof|to make|he wanted потому что|всем|доказать|делать|он хотел ||доказувати|| parce que|à tout le monde|prouver|faire|il voulait Because he wanted to prove it to everyone. Потому что он хотел доказать это всем. Parce qu'il voulait le prouver à tout le monde.

Bizim gittiğimiz yol farklı bir yol. our|we went|road|different|a|road наш|путь|дорога|другой|один|путь notre|chemin que nous avons pris|chemin|différent|un|chemin The path we took is a different path. Наш путь был другим. Le chemin que nous avons pris est un chemin différent.

Ama yanlış bir yol değildi, sadece farklı bir yoldu. but|wrong|a|road|it wasn't|only|different|a|it was но|неправильный|один|путь|не было|только|другой|один|это был ||||||||було mais|faux|un|chemin|ce n'était pas|juste|différent|un|c'était un chemin But it wasn't the wrong path, it was just a different path. Но это не был неправильный путь, просто другой. Mais ce n'était pas un mauvais chemin, c'était juste un chemin différent. Ve insanlara bunu ispat etmek istiyordu. and|to people|this|proof|to make|he wanted и|людям|это|доказать|делать|он хотел et|aux gens|cela|prouver|faire|il voulait And he wanted to prove this to people. И он хотел доказать это людям. Et il voulait prouver cela aux gens. Ve ne yazık ki bir gün kötü bir hastalığa yakalandı. and|not|pity|that|a|day|bad|a|disease|he/she got sick и|не|жаль|что|один|день|плохой|один|болезни|он заболел |||||||||захворів et|ne|dommage|que|un|jour|mauvaise|une|maladie|il est tombé malade І, на жаль, одного дня вона захворіла на тяжку хворобу. And unfortunately, one day he fell ill with a serious disease. И, к сожалению, однажды он заболел тяжелой болезнью. Et malheureusement, un jour, il est tombé malade. Fakat yanıma geldi dedi ki senin başarılı olduğunu görmeden but|to me|he/she came|he/she said|that|your|successful|you being|without seeing но|ко мне|он пришел|он сказал|что|твой|успешный|ты|не увидев mais|près de moi|il est venu|il a dit|que|ton|réussi|que tu es|sans voir Але підійшла до мене і сказала, що не піде з цього життя, поки не побачить, що ти досяг успіху. But he came to me and said, 'I will not leave this life without seeing you succeed.' Но он подошел ко мне и сказал, что не уйдет из этой жизни, не увидев, что ты успешен. Mais il est venu vers moi et a dit que je ne partirai pas de cette vie sans voir ton succès. bu hayattan gitmeyeceğim dedi ve bunun için yemin etti. this|life|I will not go|he/she said|and|this|for|oath|he/she swore эта|жизнь|я не уйду|он сказал|и|этого|для|клятва|он поклялся ||піти|||||| cette|vie|je ne partirai pas|il a dit|et|cela|pour|serment|il a fait Вона поклялася в цьому. He swore to this. И он поклялся в этом. Il a juré cela. Fakat ben başarısız oldukça o daha da ezildi. but|I|unsuccessful|as|he/she|more|also|he/she was crushed но|я|неуспешный|пока|он|еще|также|он подавлялся |||||||пригнічувався mais|je|échoué|tant que|elle|encore|aussi|elle a été écrasée Але я ставав все більш невдалим, тоді як він все більше піддавався тиску. But as I continued to fail, he became even more crushed. Но чем больше я терпел неудачи, тем больше он угнетался. Mais plus je échouais, plus il s'écrasait. Bir gün JCI tarafından, bu işlere yeni girmiştim. a|day|JCI|by|this|jobs|new|I had entered один|день|JCI|от|эти|дела|новые|я вошел |||||||вступив un|jour|JCI|par|ce|affaires|nouveau|j'étais entré Одного дня мені запропонували, я тільки-но почав цю справу. One day, I had just started in this business, thanks to JCI. Однажды я только начал заниматься этим, когда мне вручили награду JCI. Un jour, j'ai commencé à travailler dans ce domaine grâce à JCI. Bana Yılın Girişimcisi ödülünü verdiler. to me|Year’s|Entrepreneur|award|they gave мне|года|предпринимателя|награду|они дали ||підприємець|| à moi|de l'année|entrepreneur|prix|ils m'ont donné Мені вручили нагороду Підприємець року. They awarded me the Entrepreneur of the Year award. Мне вручили награду Предприниматель года. Ils m'ont décerné le prix de l'Entrepreneur de l'Année.

İnanılmaz mutlu oldum. Ödül törenine gittim. I was incredibly|happy|I became|award|ceremony|I went |счастлив|я стал|награда|на церемонию|я пошел ||||церемонії| incroyablement|heureux|je suis devenu|prix|cérémonie|je suis allé I was incredibly happy. I went to the award ceremony. Я был невероятно счастлив. Я пошел на церемонию награждения. J'étais incroyablement heureux. Je suis allé à la cérémonie de remise des prix. Babam hastanede olduğu için ödül törenine gelemedi. my father|in the hospital|being|because|award|ceremony|he could not come мой отец|в больнице|он был|потому что|награда|на церемонию|он не смог прийти ||||||не зміг прийти mon père|à l'hôpital|étant|pour|prix|cérémonie|il n'a pas pu venir My father couldn't come to the award ceremony because he was in the hospital. Мой отец не смог прийти на церемонию награждения, потому что он был в больнице. Mon père n'a pas pu venir à la cérémonie car il était à l'hôpital. Ve ödülümü aldıktan sonra koşa koşa hastaneye gittim ve bu ödülü ona verdim. and|my award|after receiving|then|running|running|to the hospital|I went|and|this|award|to him|I gave и|мою награду|получив|потом|бегом|бегом|в больницу|я пошел|и|эту|награду|ему|я дал |нагороду||||||||||| et|mon prix|après avoir reçu|ensuite|en courant|en courant|à l'hôpital|je suis allé|et|ce|prix|à lui|je l'ai donné І після того, як я отримав свою нагороду, я побіг до лікарні і вручив цю нагороду йому. And after receiving my award, I rushed to the hospital and gave this award to him. И после того, как я получил свою награду, я побежал в больницу и вручил эту награду ему. Et après avoir reçu mon prix, je suis allé en courant à l'hôpital et je lui ai remis ce prix. Çünkü onun sayesinde bu ödülü almıştım. because|his|thanks to|this|award|I had received потому что|его|благодаря|эту|награду|я получил parce que|grâce à lui|grâce à|ce|prix|j'avais reçu Бо завдяки йому я отримав цю нагороду. Because I had received this award thanks to him. Потому что благодаря ему я получил эту награду. Parce que c'est grâce à lui que j'avais reçu ce prix.

Ve çok yazıktır ki ödülü verdikten birkaç gün sonra vefat etti. and|very|it's a pity|that|the award|after giving|a few|days|later|death|he died и|очень|жаль|что|награду|дав|несколько|дней|спустя|смерть|он умер ||шкода|||||||| et|très|c'est dommage|que|prix|après avoir donné|quelques|jours|après|décès|il est mort І дуже шкода, що через кілька днів після вручення нагороди він помер. And it is very unfortunate that he passed away a few days after I gave him the award. И очень жаль, что через несколько дней после вручения награды он скончался. Et il est très triste qu'il soit décédé quelques jours après que je lui ai remis le prix. Ve şöyle düşünüyorum, sanki bu ödülü bekliyormuş. and|like this|I think|as if|this|award|he was waiting и|так|я думаю|будто|эту|награду|он ждал ||||||чекав et|ainsi|je pense|comme si|ce|prix|il l'attendait And I think, as if he was waiting for this award. И я думаю, как будто он ждал эту награду. Et je pense que c'était comme s'il attendait ce prix. Yani hayatı boyunca bu ödülü bekledi ve ona hediye edebildim. so|life|throughout|this|award|he waited|and|to him|gift|I was able to give значит|жизнь|на протяжении|этот|награду|ждал|и|ему|подарок|смог подарить |||||||||зміг donc|sa vie|pendant|ce|prix|il a attendu|et|à lui|cadeau|j'ai pu donner Отже, протягом всього життя він чекав на цю нагороду, і я зміг подарувати її йому. So he waited for this award all his life and I was able to gift it to him. То есть он ждал этой награды всю свою жизнь, и я смог подарить ее ему. Donc, il a attendu ce prix toute sa vie et je peux le lui offrir. O hayatta iken bu ödülü ona verebildiğim için inanılmaz mutluyum. he|alive|while|this|award|to him|I was able to give|for|incredible|I am happy он|в жизни|когда|этот|награду|ему|смог дать|за|невероятно|я счастлив ||||||зміг||| lui|en vie|alors que|ce|prix|à lui|j'ai pu donner|pour|incroyablement|je suis heureux Я неймовірно щасливий, що зміг дати цю нагороду, коли він був живий. I am incredibly happy that I was able to give him this award while he was alive. Я невероятно счастлив, что смог вручить ему эту награду, пока он был жив. Je suis incroyablement heureux d'avoir pu lui remettre ce prix de son vivant. Ve eminim bugünde burada olsaydı benimle gurur duyardı. and|I am sure|today|here|if he were|with me|pride|he would feel и||сегодня|здесь|если бы он был|со мной|гордость|он бы чувствовал et|je suis sûr||ici|s'il avait été|avec moi|fierté|il aurait eu І я впевнений, що якби він сьогодні тут був, він пишався б мною. And I am sure that if he were here today, he would be proud of me. И я уверен, что если бы он был здесь сегодня, он гордился бы мной. Et je suis sûr que s'il était ici aujourd'hui, il serait fier de moi. Hikâyemi dinlediğiniz için teşekkür ederim. my story|you listened|for|thanks|I do мою историю|вы слушали|за|спасибо|я говорю mon histoire|vous avez écouté|pour|merci|je fais Thank you for listening to my story. Спасибо, что выслушали мою историю. Merci d'avoir écouté mon histoire. (Alkış) applause аплодисменты applaudissement (Applause) (Аплодисменты) (Applaudissements)

PAR_TRANS:gpt-4o-mini=3.68 PAR_CWT:AvJ9dfk5=12.42 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.0 PAR_CWT:AvJ9dfk5=9.52 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.83 PAR_CWT:B7ebVoGS=45.69 en:AvJ9dfk5 ru:AvJ9dfk5 fr:B7ebVoGS openai.2025-02-07 ai_request(all=182 err=0.00%) translation(all=361 err=0.00%) cwt(all=2544 err=1.10%)