×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

TEDx Turkey, Panik ve Kaygılardan Çıkış Yolu | Aydilge ANDAÇ | TEDxAnkara

Panik ve Kaygılardan Çıkış Yolu | Aydilge ANDAÇ | TEDxAnkara

Çeviri: Nadya Alasad Gözden geçirme: berat güven

Hepimizin bir sürü sıkıntısı, derdi var, öyle değil mi? Dört dörtlük bir insan modeli yok. Olmasın da zaten.

Çünkü bence insan en çok yaralarından tanıyor

kardeşini, yarenini, benzerini, sevdiğini.

O yüzden ben hep dinleyicimle bir yara kardeşliği kuralım istedim.

Böyle korkmadan, sakınmadan, müzik aracılığıyla, şarkılar aracılığıyla

birbirimize yaralarımızı gösterelim istedim.

Fakat son dönemlerde böyle pek hoşuma gitmeyen bir söylem var.

Diyorlar ki "Aman işte sıkıntılı insanların yanında durmayın,

aman üzüntülü insanların yanında durmayın,

sizin enerjinizi düşürürler,

kendilerine benzetirler, uzak durun."

Ben de böyle söyleyen insanlara şunu sormak istiyorum:

Bizden ne istiyorsunuz? Ne yapalım? Mutlu insanlar ırkı mı kurulsun?

Üzüntülü, sıkıntılı insanlar bir yere mi kapatılsın?

Dünyada yeterince ırkçılık yokmuş gibi, birde bu mu çıksın?

O yüzden, ben istiyorum ki bugün inadına yaralarımızdan bahsedelim

ve yara alma endişemizden bahsedelim.

Bize diyorlar ki "Aşkınızdan fazla bahsetmeyin.

İşte sevginizi çok belli etmeyin çünkü nazar değer, göze gelirsiniz."

O noktada da bende böyle bir takım endişeler oluşmaya başlıyor.

Diyorum ki; ya gerçekten de Türk filmlerindeki gibi,

hani böyle her şey güzel giderken birdenbire kötü bir şey olur mu?

Yani o malum atasözündeki gibi; çok gülersek ağlar mıyız?

İşte benim hiç sevmediğim bir söz daha.

Neden çok güldük diye ağlayacağız? Neden bir bedel ödemek zorundayız?

Sanki böyle tepemizde biri var, parmağını sallıyor, diyor ki

"Aaa, sen çok mutlu oldun,

Bir dakika, bu kadar mutlu olma ben seni biraz ağlatacağım.

Ya, böyle olmaz".

Sanki cezalandırmak için bekliyor bizi.

İşte aslında bu bizim genlerimize kodlanmış

çünkü dünyanın hiçbir yerinde böyle bir atasözü, benzeri yok.

Bizim kültürümüzde var.

Ve işte aslında evhamın kaynağı da bu biraz.

Hani dış dünyanın tehlikeli bir yer olduğu,

biraz korkutucu olduğu, her an başımıza kötü bir şey gelebileceği inancı.

Fark ettiyseniz benim de bu konudan bahsettiğimi görüp

biraz böyle kaygılı, endişeli bir yapım var aslında,

çok neşeli görünmeme rağmen. Diyeceksiniz, nasıl başladı bu iş?

Hani psikiyatrlar hep der ya

"Çocukluğunuza dönelim, çocukluğunuza inelim" diye.

Valla çocukluğuma inmeye bırakın, anne karnına ineceğiz,

çünkü benim o dönem başlıyor.

Şimdi benim annem de biraz evhamlı, kaygılı bir insan,

biraz değil, hatta fazlasıyla öyle.

Ve benden önce 5 tane çocuğunu düşürmüş, dolayısıyla korkuyor.

"Aman kızım, düşme!" "Aman kızım, sıkı tutun!"

"Aman kızım, bizi bırakma!"

Hep bunları söylüyor bana hamileyken.

Ve bir şekilde artık doktorlar da, uzmanlar da kabul ediyorlar ki

bebekler anne karnında, annenin sıkıntısını,

depresyonunu, korkularını hissetmeye başlıyor,

o enerjiyi öğrenmeye başlıyorlar, diye.

E' ben de öğreniyorum tabii.

Üstelik bir de erken doğumum, yedi buçuk ayda fırlıyorum, birdenbire.

Bu sefer de "Ay, çocuk erken doğdu, başına bir şey gelir mi?

Aman komplikasyon olur mu? Hastalıklara yakalanır mı?"

endişesi devam ediyor ailede.

Bunları da tabii ki sürekli görüyorum, duyuyorum.

Çocukken, bu arada en sevdiğim şey, hiç umuyorsunuz biliyorum ama

şarkı söylemek. Aynen şimdi olduğu gibi, en sevdiğim şey şarkı söylemek.

Ve 8 yaşında, TRT Ankara Radyosu Çocuk Korosu sınavlarını kazanıyorum.

Yalnız, bir otuz özel ses arasına giriyorum böyle.

Şimdi, o otuz özel ses 8 yaşında olmasına rağmen

özel olduklarının çok fazla farkındalar. İnanılmaz kibirli bir ortam var.

"Benim sesim şöyle, benim kulağım absolute."

Herkes birbiriyle rekabet içinde. Ama 8 yaşındayız, şu kadarız ha!

İnanılmaz bir rekabet var.

Ben valla ne sesimin özel olmasıyla, ne işte kulağımın absolute'luğu ile falan

hiç uğraşacak halim yok, benim başka bir derdim var.

Bende inanılmaz yoğun bir şekilde bronşit ve astım var.

İşte annemin korkuları biraz gerçekleşiyor,

o bir takım komplikasyonlar gerçekten de oluyor.

Fakat bir mucize de oluyor; müzik beni iyileştiriyor, şifalandırıyor.

Yani tıp ilaçlarının da mutlaka etkisi olmuştur, hani...

şey yapmayayım şimdi, haklarını yemeyeyim

ama müzik beni iyileştirdi.

Ben öyle düşünmeye tercih ediyorum, hiçbir şey kalmıyor bende.

Korodan mezun olduğumda, 15 yaşında, ne astım ne bronşit,

bomba gibiyim.

Ama tabii ki fiziksel olarak iyileşsem de o sürekli maruz kaldığım evham, korku,

hastalık düşünceleri bir yerlerde pusu kurmuş bekliyor,

sonrasında ortaya çıkmak için.

Eh, çıkacak tabii yavaş yavaş ama 15-16 yaşlarından sonra

işte bir o ergenliğin de verdiği bir özgüven var ya,

böyle işte cesaretiniz geliyor, evham falan hissetmiyorsunuz

ben bir böyle iyice güçleniyorum.

Üniversiteyi burslu kazanıyorum. Yetmiyor, her sene bölüm birincisi oluyorum.

Yetmiyor, üniversite genelinde birinci oluyorum.

Şimdi o döneme baktığım zaman şunu düşünüyorum;

neden böyle devamlı birincilik, birincilik?

Muhtemelen kaygılarımı, anksiyetemi bir şekilde, hani çok güçlü olursam,

çok mükemmel olursam,

o şekilde bastırabilirim düşüncesi, belki altında yatan.

Sonrasında, Amerika'ya burs kazanıyorum, İstanbul'da yüksek lisansı kazanıyorum.

Hani, şimdi diyeceksiniz "Haydi özgüvenin tavan olmuştur." Vallahi öyle olmuyor!

Amerika bursum, yüksek lisansım karşımda duruyorlar

ve ben şunu fark ediyorum; benim ne Amerika'ya

ne İstanbul'a tek başıma gidebilecek cesaretim var.

Maalesef kendi başıma bunu yapabileceğime inanmıyorum.

Nasıl yaparım? Nasıl kalırım?

Nasıl tek başıma baş ederim bütün bunlarla?

Ve işte o noktada anlıyorum ki ister üniversite birincisi ol,

ister dünya birincisi ol, ister dünya kraliçesi ol,

eğer kendi başına kalmakla,

kendinle başbaşa olmakla ilgili bazı sıkıntıların varsa çözemediğin,

o zaman, o birinciliklerin çok da bir anlamı olmuyor aslında.

Üstelik ben o dönem, bu korkumla yüzleşmek zorunda da kalmıyorum,

çünkü sağ olsunlar annem, babam, beni çok sevdikleri

ve çok düşkün oldukları için hemen benimle beraber İstanbul'a geliyorlar.

Ben tabii oho, yüksek lisansı rahat rahat bitiriyorum ailemle kalarak,

iletişim uzmanı oluyorum, üstünde bir de

edebiyat mezunu olduğum için ilk romanım çıkıyor,

böyle genç yazarlar arasında takdir görüyorum,

iyice egom şişiyor "Ha ha" falan, çok mutluyum.

Zannediyorum ki ne korku kalmıştır, ne bir şey.

Yok, yine öyle değil.

Tam o dönemlerde, annem ile babam tatile gidiyorlar.

Ben de evde yalnızım.

Ve diyorum ki akşam Taksim'de arkadaşlarımla buluşacağım.

Annemi arıyorum, haber veriyorum

"Anne, ben akşam Taksim'e gideceğim."

Annem her zaman ki o evhamlı haliyle diyor ki "Aman kızım, sakın gitme!

Taksim çok tehlikeli yer, orada başına bir şey gelir.

Bak, biz de yokuz... biz de yokuz, sen...işte...bir şey olursa...

nasıl...koşacağız?"

Çok sinirleniyorum, "Anne" diyorum, "Ben 23 yaşındayım.

Hâlâ bana diyorum "Anlatmaya çalışıyorsun,

evhamlarından bahsediyorsun, hiçbir şey olmaz.

Ben kendi başımın çaresine bakarım" diyorum, telefonu kapatıyorum,

gayet cesur bir şekilde Taksim'e gidiyorum,

bir saat sonra panik atak geçiriyorum.

Şimdi, panik ataktan çok bahsetmeyeceğim çünkü geçirenler bilir,

geçirmeyenleri de gereksiz yere paniğe sevketmeye gerek yok.

Ama panik atağın kendisinden daha kötü bir his var

o da; ya bir daha geçirirsem endişesi.

Buna işte, beklenti anksiyetesi deniliyor ve ben bunu yaşadım.

Hayatımda bir kere panik geçirdim

ama ya bir daha geçirirsem endişesini defalarca yaşadım.

Hâlâ ara ara yaşıyorum. Hani baş etmeyi öğrendiğimi düşünüyorum,

eskisine göre çok daha iyi durumdayım ama o mücadele aslında hâlâ devam ediyor.

Arada böyle kafasına uzatıyor "Ben buradayım.

Kork istersen benden" şeklinde böyle arada kafasına uzatmaya devam ediyor.

Tabii o dönem ben...ay, işte panik atak geçirdim,

eyvah deyip, boynumu eğip hayatıma o şekilde devam etmedim.

Ne yaptım? İşte araştırmaya başladım, psikiyatrlara gittim,

yazılar okumaya başladım ve şunu sordum kendime;

ben neden başıma kötü bir şey geleceğini hissediyorum?

Neden öyle düşünüyorum?

İşte orada bir şey fark ettim. Uzmanlar diyorlar ki;

bizler başımıza kötü bir şey geleceğini düşünüyoruz,

çünkü olay olduğu anda bu şekilde hazırlıklı olacağımızı sanıyoruz.

Yani kötüyü prova ederek o olay olduğu anda

daha kolay atlatabileceğiz durumu gibi hissediyoruz.

Ama bu külliyen yalan.

Çünkü panik atak geçireceğim korkusu yaşayan biri, örnek veriyorum,

bunu sık sık düşünen biri, panik atak geçirdiğinde

hiç düşünmeyen birine oranla daha kolay atlatmıyor olayı.

Aksine, sürekli düşündüğü için, bu duyguyu kendine sürekli yaşattığı için,

olayı olduğu anda, korku geldiği anda, daha yorgun, daha bitikin,

daha dayanıksız hale gelmiş oluyor.

Yani hiç de öyle düşündüğümüz gibi değil.

Panik atağın kendisi zaten 35, maksimum 40 dakika sürecek bir şey

ama genelikle 15-20 dakika arası devam ediyor.

Sonrasında vücut zaten ister istemez, yani mecburen normale dönmek zorunda

çünkü adrenalin deşarjı... devamı olamaz, yani fiziken mümkün değil.

Ama, ya geçirirsem korkusu, o işte bütün bir ömre yayılabiliyor.

Yani üstelik topu topu geçireceğimiz panik atak belki bir kere

dediğim gibi, yani ben de hayatımda bir kere yaşadım.

Belki iki, haydi üç ama ya geçirirsem korkusu,

işte o defalarca yaşamak gibi bir şey.

Şimdi, yapılan iki araştırmadan bahsetmek istiyorum size.

Başlarına kötü bir şey geleceğinden korkan insanlara sormuşlar,

10 sene sonra.

Demişler ki "Başınıza o korktuğunuz kötü şey geldi mi?"

Çok büyük bir kısmı demiş ki "Gelmedi." Diğer bir kısımda demiş ki

"Geldi ama sandığımız kadar kötü olmadı."

Yani belki hiçbir zaman başımıza gelmeyecek

ya da gelse bile sandığımız kadar kötü olmayacak bir şey için

bütün hayatımıza harcayabiliyoruz

ve o noktada sınırlamalar başlıyor, kendimizi sınırlandırıyoruz.

Ne yapıyoruz? Belki uçağa binmiyoruz, belki evde yalnız kalmaktan korkuyoruz,

yolculuğa çıkmıyoruz, bir sürü konuda kendimizi sınırlandırıyoruz.

Ve şunu sormak istiyorum: İşte bütün bu ödediğimiz bedel

ve bunca önlemin bizi ödettiği bedel, gerçekten bütün bu bedele değer mi?

Gerçekten bunca önlemin bize ödettiği bedel ne?

İkinci bir soru:

Bu kadar büyük bir bedel ödememize

sırf belki kötü bir şey olur diye gerek var mı?

Bu bedeli ödemek asıl kötü olan şey değil mi?

Elimizdeki tek hayatı hayali şeylere önlem alarak harcamak ne kadar doğru?

Sırf o duygu gelmesin diye çile çekmek, o duygunun kendisinden

daha sıkıntı verici değil mi?

Size şahsen deneyimlemiş biri olarak söylüyorum.

Yemin ederim! Daha sıkıntı verici.

En kötü olasılığı düşünmek,

bana kendimi önlem alıyormuşum gibi hissettirse de, beni hayata karşı

daha kırılgan yapmıyor mu? Çevremle ilişkimi bozmuyor mu?

Gerçekten bu soruları sorduğumuz zaman, cevaplarını siz de biliyorsunuz,

ben de biliyorum aslında.

Ve bir şekilde o kaygılı hâl hafifliyor.

Çünkü aslında son derece makul düşünen bir tarafımız da var,

bütün o panik anımıza rağmen.

Yapılan bir diğer araştırmadan daha bahsedeceğim.

Stresli insanlara sormuşlar,

bunların bazıları stresin sağlıklarına çok zarar vereceğini düşünüyor,

bazıları ise stresin sağlıklarına o kadar zarar vermeyeceğini düşünüyor

ama hepsi stresli.

Bu stresli insanlardan, bir kısmı sonrasında gerçekten

korktukları rahatsızlıklara, hastalıklara kapılmaya başlamışlar.

Diğer kısmı daha az kapılmış.

Yani, stresin kendisinden çok

stresin sağlıklarına zarar vereceği endişesi ve korkusu onları hasta etmiş.

İşte bu noktada, anlamlar, bizim yüklediğimiz anlamlar çok önemli.

Anksiyeteye yüklediğimız anlam, korkularımıza yüklediğimız anlamlar,

bizim bu korkuları hayatımızın neresine koyduğumuz,

çok ama çok önemli.

O dönem gittiğim psikiyatrım bana demişti ki

"Aydilge, anksiyeteyi öcü gibi görüyorsun, ona öcü anlamı, canavar anlamı veriyorsun.

Yani onu yaramaz, haylaz bir çocuk olarak da düşünebilirsin" demişti.

Şimdi, hani okulda zorbalar vardır böyle, iş yerinde de vardır gerçi.

Hani böyle bizimle dalga geçerler, üstümüze gelirler, ağlatmaya çalışırlar.

Eğer biz onlara cevap verirsek, gerçekten ağlarsak, üzülürsek,

kaçarsak, bastırmaya çalışırsak, atar geçersek, ne olur?

Biraz daha uğraşırlar, daha hoşlarına gider çünkü görmek istedikleri şey ilgidir.

İşte anksiyete, sıkıntı, korku da böyle, ilgi gördükçe kalmaya devam ediyor.

Ama eğer onu hayatımızın merkezine koymaktan vazgeçersek,

onu normalleştirmeye çalışırsak ve ona bir büyüteçle bakmaktan vazgeçersek

aslında büyüteci kaldırdığımıza,

kendi boyutunun o kadar devasa olmadığını görüyoruz.

Ama büyüteci biz tutuyoruz ona ve o canavarlaşıyor.

İşte yüklediğimiz anlam o yüzden çok önemli.

Uçak, uçağı ele alalım. Kimisi için çok korkutucu bir şey,

kimisi için ulaşımını kolaylaştıran bir araç.

E' uçak aynı uçak!

Ama yüklediğimiz anlam farklı.

Bizler farklı anlamlar yüklüyoruz. İşte bu noktada, dediğim gibi

aslında işin çözümü: Biz korkumuzla ne yapıyoruz,

korkumuzu nasıl değerlendiriyoruz?

Uzmanlar diyorlar ki;

bu konuda kontrol sizde ve kontrol sizde değil.

Şimdi diyeceksiniz ki; nasıl yani? Hem bizde hem değil.

Şöyle, olayları önceden engellemeye çalışarak

kontrol etmeye çalışıyoruz ya!

İşte bizi bu kontrol hasta ediyor aslında biraz da.

Fakat diyorlar ki; olayları, kötü şeyleri engelleyemezsiniz,

önceden kontrol edemezsiniz.

Hani bir kısmını kontrol ettiniz diyelim,

hani düşünebildiklerinizi, öngörebildiklerinizi kontrol ettiniz,

ya ön göremedikleriniz ne olacak?

Dünyada bir sürü felaket olabilir, ya hangi birine yetişeceksiniz?

Hangi biri için evham duyacaksınız?

Ama kontrol edebileceğiniz bir şey var diyorlar.

O da, olay olduğu anda, vereceğiniz tepkiler

ve yüklediğiniz anlamlar.

İşte bu çok önemli, biz başımıza gelen kötü olayı

nasıl değerlendiriyoruz?

Yani o olay olmasın diye bir sürü önlem almaya çalışmak yerine

olay olduğu anda, acaba onunla nasıl baş edebileceğimiz

üzerinde kafa yorsak, daha iyi olmaz mı?

Yani düşeceğim diye korkup da koşmaktan vazgeçmek yerine,

düştüğümüzde nasıl kalkacağımızı öğrenmek, nasıl kalkacağımız konusunda

deneyım kazanmak, sanırım daha... daha mantıklı,

daha işe yarar bir çözüm diye düşünüyorum.

O dönem psikiyatrım bana bir şey daha söylemişti, demişti ki

"Aydilge, anksiyeteni sev." Dedim "Niye seveceğim anksiyetemi?

Nefret ediyorum anksiyeteden, hiç de güzel bir şey değil.

Ben süper, böyle güçlü bir insan olmak istiyorum.

Hiçbir sıkıntım, derdim olmasın."

O da demişti ki "Sev, çünkü seni sanatçı kılan,

seni nazik, ince, diğer insanların dertleriyle, sıkıntılarıyla

empati kurma yeteneğini sana sağlayan hep o anksiyete.

Seni gerçekten duyarlı kılan ve yaratıcı kılan özelliklerinden biri bu.

Tabii ki kötü yanlarını törpüleyebilirsin, törpülemen gerekiyor

ama onu tamamıyla yok etmen doğru değil,

asla doğru değil" diyordu bana.

Ben o zaman onun ne dediğini anlamıyordum, hiç anlamıyordum. Sonrasında, Amerikalı bir psikiyatr olan

Abraham Twerski'nin bir tane videosunu izledim.

Videoda Abraham Twerski ıstakozlardan bahsediyor.

Diyor ki "Istakozlar sert kabukları altında

narin, yumuşak hayvanlardır

ve büyümeye başladıkları zaman kabukları onlara sıkıştırır."

Şimdi diyor ki Twerski "Eğer ıstakozlar insan olsalardı

kesinlikle gidip o sıkıntıyı bastırmaya çalışırlardı.

İşte bir takım, bir şekilde kendi sıkıntılarını uyuştururlardı.

Aşırı televizyon izlemek, aşırı alışveriş yapmak

aşırı yemek yemek, sigara içmek, vesaire vesaire.

Ama ıstakoz öyle yapmıyor, ıstakoz gidiyor bir kayanın altına,

kabuğunu kırıyor ve daha yenisi, daha güzeli, daha sağlam bir kabuk

kendi vücuduna uygun olarak gelişiyor.

İşte, ıstakozlar ve insanlar büyüdükçe kabukları onları sıkıştırır.

Aslında, stresli ve sıkıntılı zamanlar büyüme zamanımızın geldiğinin

o konfor alanından çıkma zamanımızın geldiğinin işaretidir.

Bize daha iyisini, daha güzelini, daha yenisini arattıran

içimizdeki huzursuzluktur aslında,

çünkü olduğumuz yerde sayarız, öyle değil mi?

Devamlı hayatımızdan memnun, mesut olursak,

hiç kimse gelişmeye, daha iyisini, daha yenisini arama ihtiyacı duymaz.

İşte o yüzden: Sıkıntılı, stresli, zorlu zamanları

birer canavar olarak, kötücül birer şey olarak düşünmektense

onları, bizi daha iyi bir versiyonumuza dönüştürecek

birer çıkış yolu aracı olarak düşünmeye ne dersiniz?

Çok teşekkür ediyorum.

(Alkış)


Panik ve Kaygılardan Çıkış Yolu | Aydilge ANDAÇ | TEDxAnkara Der Weg aus der Panik und Angst | Aydilge ANDAÇ | TEDxAnkara Way Out of Panic and Anxiety | Aydilge ANDAC | TEDxAnkara Vägen ut ur panik och ångest | Aydilge ANDAÇ | TEDxAnkara 擺脫恐慌和焦慮的出路|艾迪爾格安達奇 | TEDx安卡拉

Çeviri: Nadya Alasad Gözden geçirme: berat güven

Hepimizin bir sürü sıkıntısı, derdi var, öyle değil mi? لدينا جميعا الكثير من المتاعب والمشاكل، أليس كذلك؟ We all have troubles and worries, don't we? Dört dörtlük bir insan modeli yok. Olmasın da zaten. لا يوجد نموذج بشري تام. لا يكن هناك اصلاً. There isn't a perfect human. Let there not be anyways.

Çünkü bence insan en çok yaralarından tanıyor لأنني أعتقد أن كل شخص يعرف أخاه، حبيبه، شبيهه، محبوبه Because I think one knows his brother, friend, soulmate, lover

kardeşini, yarenini, benzerini, sevdiğini. من جروحهم. mostly by their wounds.

O yüzden ben hep dinleyicimle bir yara kardeşliği kuralım istedim. لذلك أردت دائمًا أن يكون لدي أخوة بالجرح مع جمهوري. That's why I have always wanted to create a wound-siblinghood with my audience.

Böyle korkmadan, sakınmadan, müzik aracılığıyla, şarkılar aracılığıyla أردت أن أظهر لبعضنا البعض جروحنا دون خوف I wanted us to show our wounds to each other, without fear and recklessly

birbirimize yaralarımızı gösterelim istedim. أو تجنب أو من خلال الموسيقى أو الأغاني. through music and songs.

Fakat son dönemlerde böyle pek hoşuma gitmeyen bir söylem var. ولكن هناك خطاب لا يعجبني كثيرًا مؤخرًا. However there is a saying recently which I don't like.

Diyorlar ki "Aman işte sıkıntılı insanların yanında durmayın, يقولون "أوه، لا تكن بجانب الأشخاص المضطربين، They say: "Oh, don't be with troubled people,

aman üzüntülü insanların yanında durmayın, ولا تقف مع الناس الحزينة، don't be with sad people,

sizin enerjinizi düşürürler, فهم سيخفضون من طاقتكم they'll lower your energy,

kendilerine benzetirler, uzak durun." يجعلونكم شبه لهم، ابقوا بعيداً. they'll make you resemble them, stay away."

Ben de böyle söyleyen insanlara şunu sormak istiyorum: أريد أن أسأل الناس الذين يقولون كذلك هذا: I want to ask those people who say that the following:

Bizden ne istiyorsunuz? Ne yapalım? Mutlu insanlar ırkı mı kurulsun? ماذا تريد منا؟ ماذا سنفعل؟ هل يجب على الناس السعداء إقامة سباق؟ What do you want from us? What to do? Should happy people build up a race?

Üzüntülü, sıkıntılı insanlar bir yere mi kapatılsın? يجب أن تغلق الناس المضطربة والمحزنة في مكان ما؟ Should distressed and sad people be shut down in a place?

Dünyada yeterince ırkçılık yokmuş gibi, birde bu mu çıksın? كما لو لم يكن هناك ما يكفي من العنصرية في العالم، وهذا سيحصل؟ As if there isn't enough racism in the world, shall this show up, too?

O yüzden, ben istiyorum ki bugün inadına yaralarımızdan bahsedelim لذلك أريد أن أتحدث عمداً عن جروحنا اليوم Therefore I want us to talk purposely about our wounds

ve yara alma endişemizden bahsedelim. ودعونا نتحدث عن قلقنا من الإصابة. and about our fear of getting scarred.

Bize diyorlar ki "Aşkınızdan fazla bahsetmeyin. يقولون لنا "لا تتحدث كثيرا عن حبك. They tell us "Don't talk much about your love.

İşte sevginizi çok belli etmeyin çünkü nazar değer, göze gelirsiniz." لا تظهر حبك كثيراً لأن يمكنك تحمل العين الشريرة." As, don't show your love much because you'll face the evil eye."

O noktada da bende böyle bir takım endişeler oluşmaya başlıyor. عند هذه النقطة، تبدأ عدد من المخاوف أن تحدث لي. At that point, a number of such concerns start to occur to me.

Diyorum ki; ya gerçekten de Türk filmlerindeki gibi, أنا أقول ماذا لو في الواقع كما هو الحال في الأفلام التركية، I say, what if it's like Turkish movies,

hani böyle her şey güzel giderken birdenbire kötü bir şey olur mu? أنت تعرف، عندما تسير الأمور على ما يرام، فجأة يحدث شيء سيىء؟ you know, when everything is going well then suddenly something bad happens?

Yani o malum atasözündeki gibi; çok gülersek ağlar mıyız? أقصد، مثل هذا المثل؛ هل نبكي إذا ضحكنا كثيراً؟ Like in the known proverb, do we cry if we laugh a lot?

İşte benim hiç sevmediğim bir söz daha. إليكم مثل آخر لم أحبه أبدًا. Well, another saying that I don't like at all.

Neden çok güldük diye ağlayacağız? Neden bir bedel ödemek zorundayız? لماذا سنبكي لأننا ضحكنا كثيراً؟ لماذا علينا أن ندفع الثمن؟ Why would we cry if we laugh a lot? Why do we have to pay a price?

Sanki böyle tepemizde biri var, parmağını sallıyor, diyor ki يبدو أن هناك شخص ما فوقنا، يهز إصبعه، كما يقول As if there's someone above us, shaking his finger and saying,

"Aaa, sen çok mutlu oldun, "أوه، أنت سعيد جداً، "You're very happy,

Bir dakika, bu kadar mutlu olma ben seni biraz ağlatacağım. انتظر، لا تكن سعيدًا جدًا، سأجعلك تبكي قليلاً. wait a minute, don't be so happy I will make you cry a bit.

Ya, böyle olmaz". لا يمكن هكذا". It can't be like that".

Sanki cezalandırmak için bekliyor bizi. كأنه ينتظر لمعاقبتنا. Waiting to punish us.

İşte aslında bu bizim genlerimize kodlanmış هذا في الواقع مشفر في جيناتنا That's actually coded into our genes

çünkü dünyanın hiçbir yerinde böyle bir atasözü, benzeri yok. لأنه لا يوجد مكان في العالم مثل هذا المثل، لا مثيل له. because there is no such proverb like that anywhere in the world.

Bizim kültürümüzde var. إنه في ثقافتنا. It's in our culture.

Ve işte aslında evhamın kaynağı da bu biraz. وهذا هو في الواقع مصدر القلق قليلاً. And that's actually source of the worry, a little.

Hani dış dünyanın tehlikeli bir yer olduğu, حيث العالم الخارجي مكان خطير، The belief that the outer world is a dangerous place,

biraz korkutucu olduğu, her an başımıza kötü bir şey gelebileceği inancı. الاعتقاد بأن شيئاً سيئاً يمكن أن يحدث لنا في أي وقت. a little scary and something bad can happen to us anytime.

Fark ettiyseniz benim de bu konudan bahsettiğimi görüp إذا لاحظت أنني أتحدث عن هذه المشكلة وأنا قلقة قليلاً If you've noticed that I'm talking about this issue

biraz böyle kaygılı, endişeli bir yapım var aslında, فهناك بالفعل إنتاج قلق، while I have a little worried and tense nature

çok neşeli görünmeme rağmen. Diyeceksiniz, nasıl başladı bu iş? على الرغم من أنني أبدو مبهجة للغاية. أنت تقول، كيف بدأ هذا؟ although I look very cheerful, You'll say, how did it start?

Hani psikiyatrlar hep der ya كما تعلمون، يقول الأطباء النفسيون دائمًا Don't psychiatrists always say

"Çocukluğunuza dönelim, çocukluğunuza inelim" diye. "دعنا نعود إلى طفولتك، دعنا نذهب إلى طفولتك." "Let's go back to your childhood".

Valla çocukluğuma inmeye bırakın, anne karnına ineceğiz, والله اتركوا الذهاب إلى طفولتي، سنذهب إلى بطن الأم Well, let alone going to my childhood, we'll get down to the womb,

çünkü benim o dönem başlıyor. لأن عندي يبدأ بتلك الفترة. because for me it starts there.

Şimdi benim annem de biraz evhamlı, kaygılı bir insan, الآن والدتي مزاجية قليلاً، شخص قلق، Now my mother is a bit of an anxious and worried person,

biraz değil, hatta fazlasıyla öyle. ليس قليلاً، حتى أكثر من ذلك. not a little, she's even more of that.

Ve benden önce 5 tane çocuğunu düşürmüş, dolayısıyla korkuyor. وسقطت 5 من أولادها قبلي، وبالتالي أنها تخاف. And she miscarried 5 kids before me, so she's scared.

"Aman kızım, düşme!" "Aman kızım, sıkı tutun!" "أوه يا ابنتي، لا تسقطي!" "أوه يا ابنتي، امسكي بقوة!" "Oh my daughter, don't fall!" "Oh my daughter, hold tight!"

"Aman kızım, bizi bırakma!" "يا ابنتي، لا تتركينا!" "Oh my daughter, don't leave us!"

Hep bunları söylüyor bana hamileyken. تقول ذلك دائما عندما كانت حامل معي. She keeps saying that while being pregnant with me.

Ve bir şekilde artık doktorlar da, uzmanlar da kabul ediyorlar ki وبطريقة ما الآن يتفق الأطباء والخبراء على ذلك And somehow the doctors and experts now agree that

bebekler anne karnında, annenin sıkıntısını, أن يبدأ الأطفال في الشعور بعجز الأم، واكتئابها، ومخاوفها، babies begin to feel the mother's distress,

depresyonunu, korkularını hissetmeye başlıyor, وهم في رحم الأم depression, fears,

o enerjiyi öğrenmeye başlıyorlar, diye. يبدؤون في تعلم تلك الطاقة. and that they start to learn that energy.

E' ben de öğreniyorum tabii. أنا أتعلم أيضًا. I'm also learning, of course.

Üstelik bir de erken doğumum, yedi buçuk ayda fırlıyorum, birdenbire. علاوة على ذلك، فإن ولادتي قبل الأوان قد خرجت خلال سبعة أشهر ونصف، فجأة. Besides, being a preterm birth, I'm out in 7.5 months, all of a sudden.

Bu sefer de "Ay, çocuk erken doğdu, başına bir şey gelir mi? هذه المرة، "آخ، ولدت الطفلة قبل الأوان، هل سيحدث شيء لها؟ This time worrying continues in the family

Aman komplikasyon olur mu? Hastalıklara yakalanır mı?" أوه، هل من مضاعفات؟ هل تصاب بالأمراض؟" "Ah, the kid was born prematurely will anything happen to her?

endişesi devam ediyor ailede. القلق مستمر في الأسرة. Oh, no complications? Is she infected?"

Bunları da tabii ki sürekli görüyorum, duyuyorum. بالطبع أرى ذلك وأسمعه طوال الوقت. I'm constantly seeing and hearing that, of course.

Çocukken, bu arada en sevdiğim şey, hiç umuyorsunuz biliyorum ama عندما كنت طفلاً، بالمناسبة، الشيء المفضل لدي، أعلم أنكم لم تأملوا As a kid, by the way, my favourite thing, I know you don't expect,

şarkı söylemek. Aynen şimdi olduğu gibi, en sevdiğim şey şarkı söylemek. ولكن هو الغناء. تماما مثل الآن، الشيء المفضل لدي هو الغناء. but it was singing. Just like it is now, my favourite thing is to sing.

Ve 8 yaşında, TRT Ankara Radyosu Çocuk Korosu وفي سن الثامنة، اجتيازت الامتحانات الخاصة And at the age of 8, I pass the exam sınavlarını kazanıyorum. ب TRT Ankara Radyosu Çocuk Korosu for TRT Ankara Radio Children's Choir.

Yalnız, bir otuz özel ses arasına giriyorum böyle. فقط، أنا أدخل بين ثلاثين صوتًا خاصًا كذلك. Just, I'm becoming one of the thirty special voices.

Şimdi, o otuz özel ses 8 yaşında olmasına rağmen الآن، هذا الثلاثين صوتاً خاصاً على الرغم من أنه 8 سنوات من العمر Now, although those thirty special voices are 8 years old, they are very aware

özel olduklarının çok fazla farkındalar. İnanılmaz kibirli bir ortam var. إنهم يدركون تمامًا أنهم مميزون. هناك بيئة متعجرفة بشكل لا يصدق. that they are special. There is an incredibly arrogant environment.

"Benim sesim şöyle, benim kulağım absolute." "صوتي مثل هذا، أذني مطلقة." "My voice is like this, my ear is absolute."

Herkes birbiriyle rekabet içinde. Ama 8 yaşındayız, şu kadarız ha! الجميع يتنافس مع بعضهم البعض. لكننا 8 ونحن كهذا! Everyone competes with each other. But we're 8, that's how little!

İnanılmaz bir rekabet var. هناك منافسة لا تصدق. There is an incredible competition.

Ben valla ne sesimin özel olmasıyla, ne işte kulağımın absolute'luğu ile falan والله أنا لا أستطيع التعامل مع صوتي كونه خاص، I have nothing to deal with my voice being special,

hiç uğraşacak halim yok, benim başka bir derdim var. ولا أذني كونها مطلقة وغير ذلك، لدي مشكلة أخرى. nor with the absoluteity of my ear, I have another problem.

Bende inanılmaz yoğun bir şekilde bronşit ve astım var. لدي التهاب الشعب الهوائية والربو الشديد بشكل لا يصدق. I have incredibly intense bronchitis and asthma.

İşte annemin korkuları biraz gerçekleşiyor, ها هي مخاوف أمي تتحقق قليلاً Here are some of my mother's fears happening,

o bir takım komplikasyonlar gerçekten de oluyor. عدد من المضاعفات تحدث بالفعل. those complications really happen.

Fakat bir mucize de oluyor; müzik beni iyileştiriyor, şifalandırıyor. ولكن هناك أيضا معجزة. الموسيقى تشفيني، تداويني. But there is also a miracle; music heals me, it cures me.

Yani tıp ilaçlarının da mutlaka etkisi olmuştur, hani... أعني، كان للحبوب الطبية تأثي، كما تعلمون... I mean, medical pills have had an effect, you know...

şey yapmayayım şimdi, haklarını yemeyeyim لن نفعل ذلك، لن نأخذ حقهم let's not do that, let's not be unfair to them

ama müzik beni iyileştirdi. ولكن الموسيقى شفتني. but music healed me.

Ben öyle düşünmeye tercih ediyorum, hiçbir şey kalmıyor bende. أفضّل أن أفكر كذلك، لم يتبق لي شيء. I prefer to think so, nothing is left in me.

Korodan mezun olduğumda, 15 yaşında, ne astım ne bronşit, عندما تخرجت من الجوقة، عمري 15 عامًا، لا الربو أو التهاب الشعب الهوائية، When I graduated from the choir, I'm 15, neither asthma nor bronchitis,

bomba gibiyim. أنا مثل القنبلة. I am like a bomb.

Ama tabii ki fiziksel olarak iyileşsem de o sürekli maruz kaldığım evham, korku, لكن بالطبع، على الرغم من أنني شُفيت جسديًا، إلا أنه ينتظر باستمرار But of course, even though I'm physically healed,

hastalık düşünceleri bir yerlerde pusu kurmuş bekliyor, أفكار الكمين والخوف والمرض التي أتعرض لها باستمرار، the doubts, fear, the thoughts of sickness that I am constantly exposed to,

sonrasında ortaya çıkmak için. حتى يظهر لاحقًا. are lying in wait to emerge afterwards.

Eh, çıkacak tabii yavaş yavaş ama 15-16 yaşlarından sonra سوف يخرج ببطء، ولكن بعد سن 15-16 Well, it will come out slowly, but after the age of 15-16

işte bir o ergenliğin de verdiği bir özgüven var ya, هناك ثقة بالنفس تعطى بفترة المراهقة there is a self-esteem of that adolescence

böyle işte cesaretiniz geliyor, evham falan hissetmiyorsunuz تأتي شجاعتك، لا تشعر بالتشرد أو كذلك some kind of courage comes, you don't feel anxiety anymore

ben bir böyle iyice güçleniyorum. أنا أقوى تماماً. I'm getting stronger.

Üniversiteyi burslu kazanıyorum. Yetmiyor, her sene bölüm birincisi oluyorum. أنا أحصل على منحة دراسية. لا يكفي، كل عام أصبح الأولى في الصف. I get a scholarship. It's not enough, I get the first place every year.

Yetmiyor, üniversite genelinde birinci oluyorum. لا يكفي، أنا أصبح الأولى في الجامعة. Not enough, I am ranked first in the university.

Şimdi o döneme baktığım zaman şunu düşünüyorum; الآن عندما أنظر إلى تلك الفترة، أعتقد؛ Now when I look at that period, I think;

neden böyle devamlı birincilik, birincilik? لماذا هذا المكان الأول الثابت، المقام الأول؟ why is this continuous first place?

Muhtemelen kaygılarımı, anksiyetemi bir şekilde, hani çok güçlü olursam, من المحتمل أن أتمكن من كبح قلقي وخوفي بطريقة أو بأخرى Probably the thought that I might suppress my anxiety,

çok mükemmel olursam, الكامنة وراء ربما my worries somehow if I'm too strong and perfect,

o şekilde bastırabilirim düşüncesi, belki altında yatan. إذا كنت قوية جدًا، إذا كنت مثالية. is perhaps an underlying thing.

Sonrasında, Amerika'ya burs kazanıyorum, İstanbul'da yüksek lisansı kazanıyorum. بعد ذلك، حصلت على منحة دراسية لأمريكا وحصلت على درجة الماجستير في إسطنبول. After that, I get a scholarship to America and I get my master's degree in Istanbul.

Hani, şimdi diyeceksiniz "Haydi özgüvenin tavan olmuştur." ها ستقولون الآن "هيا، ثقتك بنفسك كانت للسقف". Behold, now you'll say, "C'mon, your self-confidence must be to the ceiling." Vallahi öyle olmuyor! والله لم تكن كذلك! Honestly, it wasn't.

Amerika bursum, yüksek lisansım karşımda duruyorlar منحة بلدي الأمريكية، درجة الماجستير يقفون أمامي My scholarship and my master's degree are in front of me,

ve ben şunu fark ediyorum; benim ne Amerika'ya وأنا أدرك ذلك؛ ليس لدي الشجاعة and I realize this: I don't have the courage

ne İstanbul'a tek başıma gidebilecek cesaretim var. للذهاب إلى أمريكا أو اسطنبول وحدي. to go to America or to Istanbul alone.

Maalesef kendi başıma bunu yapabileceğime inanmıyorum. لسوء الحظ، لا أعتقد أنني أستطيع القيام بذلك بمفردي. Unfortunately, I don't believe I can do this on my own.

Nasıl yaparım? Nasıl kalırım? كيف أفعل ذلك؟ كيف يمكنني البقاء؟ How can I do it? How do I stay?

Nasıl tek başıma baş ederim bütün bunlarla? كيف يمكنني التعامل مع كل شيء بنفسي؟ How can I handle it all by myself?

Ve işte o noktada anlıyorum ki ister üniversite birincisi ol, وفي هذه المرحلة، أفهم أنه كن أن تريد الأول في الكلية، And at that point I understand that whether you are first in university,

ister dünya birincisi ol, ister dünya kraliçesi ol, كن أن تريد الأول في العالم، كوني أن تريدي ملكة العالم، the first in the world, or the queen of the world,

eğer kendi başına kalmakla, إذا كانت لديك مشاكل في أن تكون لوحدك، If you have problems with being alone,

kendinle başbaşa olmakla ilgili bazı sıkıntıların varsa çözemediğin, وأن تبقى لوحدك، فلن تكوني قادرة على حلها being on your own, and you can't solve them,

o zaman, o birinciliklerin çok da bir anlamı olmuyor aslında. وقتها هذا المقام الأول ليس له معنى كثيرًا. then the first place doesn't really mean much.

Üstelik ben o dönem, bu korkumla yüzleşmek zorunda da kalmıyorum, علاوة على ذلك، لستُ مضطرة لمواجهة هذا الخوف في ذلك الوقت، Moreover, at that time, I didn't have to face this fear,

çünkü sağ olsunlar annem, babam, beni çok sevdikleri لأن والدي، شكراً لهم، لأنهم يحبونني كثيراً because thanks to my parents, since they love me very much

ve çok düşkün oldukları için hemen benimle beraber İstanbul'a geliyorlar. وهم مغرمون جداً بي يأتون إلى اسطنبول معي. and they are very fond of me, they came to Istanbul with me.

Ben tabii oho, yüksek lisansı rahat rahat bitiriyorum ailemle kalarak, لقد أنهيت درجة الماجستير الخاصة براحة من خلال البقاء مع عائلتي I, of course, am finishing my master's degree easily

iletişim uzmanı oluyorum, üstünde bir de أنا خبير اتصالات، وبما أنني خريج الأدب، by staying with my family, I'm becomming a communication expert,

edebiyat mezunu olduğum için ilk romanım çıkıyor, فإن روايتي الأولى تخرج my first novel comes out because I am a literature graduate,

böyle genç yazarlar arasında takdir görüyorum, أرى التقدير بين الكتاب الشباب، I see appreciation among such young writers,

iyice egom şişiyor "Ha ha" falan, çok mutluyum. الأنا تتضخم تماما وهكذا، أنا سعيدة جداً. My ego is big and stuff, I'm very happy.

Zannediyorum ki ne korku kalmıştır, ne bir şey. أعتقد أنه لا يوجد خوف، لا شيء. I think that no fear or anything is left.

Yok, yine öyle değil. لا، ليس كذلك مرة أخرى. No, it's not it again.

Tam o dönemlerde, annem ile babam tatile gidiyorlar. وذلك عندما تذهب أمي وأبي في إجازة. That's when Mom and Dad go on vacation.

Ben de evde yalnızım. أنا في المنزل وحدي. I'm home alone.

Ve diyorum ki akşam Taksim'de arkadaşlarımla buluşacağım. وأقول أنني سألتقي بأصدقائي في Taksim في المساء. I say that I'll meet my friends tonight in Taksim.

Annemi arıyorum, haber veriyorum أتصل بأمي لأخبرها بذلك I call my mother, I let her know

"Anne, ben akşam Taksim'e gideceğim." "أمي ، أنا ذاهب إلى تقسيم الليلة". "Mom, I'm going to Taksim tonight."

Annem her zaman ki o evhamlı haliyle diyor ki "Aman kızım, sakın gitme! أمي كالمعتاد تقول، "يا ابنتي، لا تذهبي!" Mom in her usual anxietic state says "Oh darlin', don't you go!

Taksim çok tehlikeli yer, orada başına bir şey gelir. تقسيم هو مكان خطير للغاية، سيحدث شيء لك. Taksim is a very dangerous place, something will happen.

Bak, biz de yokuz... biz de yokuz, sen...işte...bir şey olursa... انظري، لقد ذهبنا، لسنا هناك، أنت... تعرفي... إذا حدث أي شيء... Look, we're absent, and... if something happens...

nasıl...koşacağız?" كيف...سنأتي؟" how...will we reach to you?"

Çok sinirleniyorum, "Anne" diyorum, "Ben 23 yaşındayım. أشعر بالغضب الشديد، أقول، "أمي"، "عمري 23 عامًا. I get very angry, "Mom" I say, "I'm 23 years old.

Hâlâ bana diyorum "Anlatmaya çalışıyorsun, أقول "أنت لا تزال تحاول أن تخبرني، You're still trying "To tell me, you talk

evhamlarından bahsediyorsun, hiçbir şey olmaz. أنت تتحدث عن الوساوس المرضية، لا شيء سيحدث. about your fears, nothing will happen.

Ben kendi başımın çaresine bakarım" diyorum, telefonu kapatıyorum, يمكنني الاعتناء بنفسي" أقول واغلق الهاتف، I'll handle it by myself" and I hang up,

gayet cesur bir şekilde Taksim'e gidiyorum, انا ذاهبة الى تقسيم بشجاعة جداً، I go to Taksim so bravely,

bir saat sonra panik atak geçiriyorum. بعد ساعة أواجه نوبة فزع. after an hour I have a panic attack.

Şimdi, panik ataktan çok bahsetmeyeceğim çünkü geçirenler bilir, الآن، لن أتحدث كثيراً عن نوبة الهلع لأن المارّين يعرفون، Now, I'm not going to talk much about panic attacks because those who

geçirmeyenleri de gereksiz yere paniğe sevketmeye gerek yok. ولا داعي أن يحيل الذين لم يواجهوا الذعر. have been through, know, no need to dispense those who don't know.

Ama panik atağın kendisinden daha kötü bir his var ولكن هناك شعور أسوأ من نوبة الهلع نفسها But there is a worse feeling than the panic attack itself;

o da; ya bir daha geçirirsem endişesi. وهو قلق إذا مررت مرة أخرى. it's the worry of getting it again.

Buna işte, beklenti anksiyetesi deniliyor ve ben bunu yaşadım. وهذا ما يسمى قلق التوقع، ولقد واجهت ذلك. This is called expectation anxiety, and I have experienced it.

Hayatımda bir kere panik geçirdim لقد أصبت بالذعر مرة واحدة في حياتي I've had a panic attack once in my life

ama ya bir daha geçirirsem endişesini defalarca yaşadım. ولكن قلق إذا قضيت ذلك مرة أخرى، فقد مررت به مرارًا وتكرارًا. but I've been through the worry of what-if-I-get-it-again many times.

Hâlâ ara ara yaşıyorum. Hani baş etmeyi öğrendiğimi düşünüyorum, ما زلت أعيش من وقت لآخر. أعتقد أنني تعلمت التعامل، I still experience it from time to time. I think I've learned to cope,

eskisine göre çok daha iyi durumdayım ama o mücadele aslında hâlâ devam ediyor. أنا في وضع أفضل بكثير من ذي قبل، لكن النضال ما زال مستمراً. I'm much better than before, but the struggle is still going on.

Arada böyle kafasına uzatıyor "Ben buradayım. بين الحين والآخر يمد رأسه. "أنا هنا. Sometimes it sticks its head out, in the form of

Kork istersen benden" şeklinde böyle arada kafasına uzatmaya devam ediyor. إذا كنت تريد الخوف مني" في شكل مثل هذا الرأس يستمر في التمدد. "I'm here. Fear me if you'd like" continues to extend its head.

Tabii o dönem ben...ay, işte panik atak geçirdim, في هذا الوقت أنا بالطبع مررت بهجوم الذعر، In that time, of course I didn't continue my life

eyvah deyip, boynumu eğip hayatıma o şekilde devam etmedim. لم أقل، للأسف، ثني رقبتي وأواصل حياتي بهذه الطريقة. saying alas, I had a panic attack and by complying with.

Ne yaptım? İşte araştırmaya başladım, psikiyatrlara gittim, ماذا فعلت؟ لذلك بدأت البحث، ذهبت إلى الأطباء النفسيين، What did I do? I started to research, I went to psychiatrists,

yazılar okumaya başladım ve şunu sordum kendime; بدأت في قراءة المقالات وسألت نفسي هذا: I started reading articles and I asked myself:

ben neden başıma kötü bir şey geleceğini hissediyorum? لماذا أشعر أن شيئًا سيئًا سيحدث لي؟ why do I feel like something bad is going to happen to me?

Neden öyle düşünüyorum? لماذا أعتقد ذلك؟ Why do I think this way?

İşte orada bir şey fark ettim. Uzmanlar diyorlar ki; هذا حيث لاحظت شيئًا ما. يقول الخبراء: I noticed something there. Experts say:

bizler başımıza kötü bir şey geleceğini düşünüyoruz, نعتقد أن شيئًا سيئًا سيحدث لنا، we think that something bad is going to happen to us,

çünkü olay olduğu anda bu şekilde hazırlıklı olacağımızı sanıyoruz. لأنه في وقت الحدث نعتقد أننا سنكون مستعدين بهذه الطريقة. because we think we can be prepared for the moment the incident happens.

Yani kötüyü prova ederek o olay olduğu anda لذلك نشعر أننا سنكون قادرين على تجاوز هذا الأمر So we feel like we're going to be able to get through this easier

daha kolay atlatabileceğiz durumu gibi hissediyoruz. عندما يكون الحدث من خلال التدرب على السيئ. by rehearsing the bad.

Ama bu külliyen yalan. لكن هذا المجمع كله كذب. But this is an out-and-out lie.

Çünkü panik atak geçireceğim korkusu yaşayan biri, örnek veriyorum, أعطي مثالاً كشخص يعيش في خوف أن يتعرض لنوبة الهلع I'm exemplifying as someone who's had a panic attack,

bunu sık sık düşünen biri, panik atak geçirdiğinde الشخص الذي يفكر في الأمر في كثير من الأحيان a person who thinks about it more often doesn't get over it easier

hiç düşünmeyen birine oranla daha kolay atlatmıyor olayı. لا يتغلب أكثر من شخص الذي لا يفكر أنه سيتعرض لنوبة الهلع. than someone who doesn't.

Aksine, sürekli düşündüğü için, bu duyguyu kendine sürekli yaşattığı için, على العكس من ذلك، لأنه يفكر دائمًا، لأنه يعيّش هذا الشعور دائمًا لنفسه، On the contrary, because of this constant thinking and feeling

olayı olduğu anda, korku geldiği anda, daha yorgun, daha bitikin, في اللحظة التي يحدث فيها، ويأتي الخوف، يصبح أكثر تعبًا، وأكثر استنفادًا the moment it happens, the moment fear comes,

daha dayanıksız hale gelmiş oluyor. وأكثر عرضة للخطر. one becomes more tired, exhausted, more vulnerable.

Yani hiç de öyle düşündüğümüz gibi değil. أقصد أنه ليس ما نعتقد أنه كذلك. So it's not at all the way we think it is.

Panik atağın kendisi zaten 35, maksimum 40 dakika sürecek bir şey نوبة الهلع بحد ذاتها تستمر 35 دقيقة، أمر سيستمر 40 دقيقة كحد أقصى The panic attack itself is something that will last 35 - 40 minutes maximum

ama genelikle 15-20 dakika arası devam ediyor. لكنها تستغرق عادة ما بين 15-20 دقيقة. but it usually lasts between 15-20 minutes.

Sonrasında vücut zaten ister istemez, yani mecburen normale dönmek zorunda ثم الجسم لا يريد ذلك على أي حال، لذلك يجب أن يعود إلى طبيعته Then the body doesn't want to anyway, so it has to return to normal

çünkü adrenalin deşarjı... devamı olamaz, yani fiziken mümkün değil. لأن إفراز الأدرينالين... لا يمكن أن يستمر، لذلك من المستحيل جسديا. because the discharge of adrenaline... can't be continue, physically impossible.

Ama, ya geçirirsem korkusu, o işte bütün bir ömre yayılabiliyor. لكن، الخوف إذا مررت، يمكن أن تمتد طوال العمر. But the fear of getting it again it can extend to all life.

Yani üstelik topu topu geçireceğimiz panik atak belki bir kere وبعبارة أخرى، نوبة الذعر سننفق الكرة ربما مرة واحدة Besides, we'll maybe go through the panic attack altogether for once

dediğim gibi, yani ben de hayatımda bir kere yaşadım. كما قلت، لذلك عشتها مرة واحدة في حياتي. like I said, I had it once in my life.

Belki iki, haydi üç ama ya geçirirsem korkusu, ربما مرتين، دعنا نقول ثلاثة مرات، ولكن خوف ماذا لو قضيت ذلك، Maybe two times, let's say three but the fear of what-if-I-get-it-again

işte o defalarca yaşamak gibi bir şey. هذا مثل العيش مرارا وتكرارا. is like going through it many times.

Şimdi, yapılan iki araştırmadan bahsetmek istiyorum size. الآن، أريد أن أخبركم عن بحثين. Now, I want to tell you about two researches.

Başlarına kötü bir şey geleceğinden korkan insanlara sormuşlar, سألوا الناس الذين كانوا يخشون حدوث شيء سيء لهم They asked people who were afraid something bad would happen to them,

10 sene sonra. بعد 10 سنوات. 10 years later.

Demişler ki "Başınıza o korktuğunuz kötü şey geldi mi?" قالوا، "هل عانيت من هذا الشيء السيئ الذي كنت تخشاه؟" They said, "Has that bad thing you feared happened to you?"

Çok büyük bir kısmı demiş ki "Gelmedi." Diğer bir kısımda demiş ki وقال جزء كبير جدا، "لم أعاني". في جزء آخر قال Many said "It didn't." Others said

"Geldi ama sandığımız kadar kötü olmadı." "عانينا، لكنه لم يكن سيئًا كما كنا نظن". "It did but it wasn't as bad as we expected."

Yani belki hiçbir zaman başımıza gelmeyecek لذلك ربما يمكننا قضاء كل حياتنا So maybe we can spend all our lives

ya da gelse bile sandığımız kadar kötü olmayacak bir şey için على شيء لن يحدث لنا أبدًا on something that will never happen to us,

bütün hayatımıza harcayabiliyoruz أو لن يكون سيئًا كما كنا نظن or that it won't be as bad as we thought

ve o noktada sınırlamalar başlıyor, kendimizi sınırlandırıyoruz. وعند هذه النقطة، تبدأ القيود، نحد من أنفسنا. and at that point, limitations begin, we limit ourselves.

Ne yapıyoruz? Belki uçağa binmiyoruz, belki evde yalnız kalmaktan korkuyoruz, ماذا نفعل؟ ربما لا نركب الطائرة، ربما نخشى أن نكون وحدنا في المنزل What do we do? Maybe we don't emplane, are afraid of being home alone

yolculuğa çıkmıyoruz, bir sürü konuda kendimizi sınırlandırıyoruz. نحن لا نذهب في رحلة، نحن نقتصر على العديد من القضايا. not going on a journey, we limit ourselves to a lot of things.

Ve şunu sormak istiyorum: İşte bütün bu ödediğimiz bedel وأريد أن أسأل: هل هذا هو الثمن الذي ندفعه And I want to ask this: Is this all the price we pay

ve bunca önlemin bizi ödettiği bedel, gerçekten bütün bu bedele değer mi? والسعر الذي تدفعه لنا جميع هذه التدابير حقًا يستحق كل هذا السعر؟ and the price that all these measures pay us really worth all this price?

Gerçekten bunca önlemin bize ödettiği bedel ne? ما هو الثمن الذي تدفعه لنا هذه التدابير حقًا؟ What is the price that these measures really make us pay?

İkinci bir soru: السؤال الثاني: The second question:

Bu kadar büyük bir bedel ödememize هل من الضروري دفع مثل هذا السعر Is it necessary to pay such a price

sırf belki kötü bir şey olur diye gerek var mı? فقط لأن يمكن أن يحدث شيء سيىء؟ just in case something bad happens?

Bu bedeli ödemek asıl kötü olan şey değil mi? أليس دفع هذا الثمن هو أصلاً الشيء السيىء؟ Isn't paying this price actually the bad thing here?

Elimizdeki tek hayatı hayali şeylere önlem alarak harcamak ne kadar doğru? ما مدى صحة قضاء الحياة الوحيدة التي لدينا عن طريق أخذ الأشياء الاحترازية؟ How right is it to spend the only life we have by taking precautionary things?

Sırf o duygu gelmesin diye çile çekmek, o duygunun kendisinden أليس الأمر أكثر إثارة للقلق من العاطفة نفسها Isn't it more troublesome to suffer, just so that emotion won't come,

daha sıkıntı verici değil mi? فقط لمنع هذه المشاعر من المجيء؟ than the emotion itself?

Size şahsen deneyimlemiş biri olarak söylüyorum. أنا أقول لكم كشخص قام بتجربته شخصيًا. I'm telling you as someone who has experienced it personally.

Yemin ederim! Daha sıkıntı verici. أقسم أنه مزعج أكثر. I swear! It is more troublesome.

En kötü olasılığı düşünmek, التفكير في أسوأ الاحتمالات، Thinking about the worst possibility,

bana kendimi önlem alıyormuşum gibi hissettirse de, beni hayata karşı على الرغم من أنه يجعلني أشعر أنني أتخذ الاحتياطات، even though it makes me feel like I'm taking precautions, doesn't it

daha kırılgan yapmıyor mu? Çevremle ilişkimi bozmuyor mu? ألا يجعلني أكثر عرضة للحياة؟ ألا يدمر علاقتي بيئتي؟ make me more vulnerable to life? Doesn't it ruin between me and my circle?

Gerçekten bu soruları sorduğumuz zaman, cevaplarını siz de biliyorsunuz, عندما نسأل هذه الأسئلة حقًا، فإنكم تعرفون الإجابات، When we really ask these questions, you know the answers,

ben de biliyorum aslında. أنا أعلم أيضاً، في الواقع. and so do I.

Ve bir şekilde o kaygılı hâl hafifliyor. وبطريقة ما، فإن تلك الحالة القلقية تضيء. And somehow, that anxious state is lightening.

Çünkü aslında son derece makul düşünen bir tarafımız da var, لأنه في الواقع، لدينا جانب معقول للغاية، Because in fact, we have a very reasonable side,

bütün o panik anımıza rağmen. على الرغم من كل ذعرنا. despite all our panic.

Yapılan bir diğer araştırmadan daha bahsedeceğim. سأتحدث عن بحث آخر. I will talk about another research.

Stresli insanlara sormuşlar, سألوا الناس الذين تعرضوا للتوتر، They asked stressed people,

bunların bazıları stresin sağlıklarına çok zarar vereceğini düşünüyor, يعتقد البعض منهم أن الإجهاد سيضر بصحتهم كثيرًا، some of them think that stress will harm their health very much,

bazıları ise stresin sağlıklarına o kadar zarar vermeyeceğini düşünüyor يعتقد آخرون أن التوتر لن يضر بصحتهم كثيرا and some others think that stress won't harm their health that much

ama hepsi stresli. لكنهم جميعهم متوترين. but all of them are stressed.

Bu stresli insanlardan, bir kısmı sonrasında gerçekten من هؤلاء الناس المجهدين، قسم منهم بعد Some of these stressed people begin to really fall in diseases

korktukları rahatsızlıklara, hastalıklara kapılmaya başlamışlar. بدؤوا حقاً يمرضون بالأمراض التي يخشونها. and inconviences they feared.

Diğer kısmı daha az kapılmış. الجزء الآخر هو أقل تضررا. The other part is less stricken.

Yani, stresin kendisinden çok وبعبارة أخرى، فإن القلق In other words, the anxiety and fear

stresin sağlıklarına zarar vereceği endişesi ve korkusu onları hasta etmiş. والخوف من أن الإجهاد سيضر بصحتهم بدلاً من الإجهاد نفسه جعلهم مرضى. that stress would harm their health rather than stress itself made them sick.

İşte bu noktada, anlamlar, bizim yüklediğimiz anlamlar çok önemli. في هذه المرحلة، فإن المعاني التي نحملها مهمة جدًا. At this point, the meanings we have loaded are very important.

Anksiyeteye yüklediğimız anlam, korkularımıza yüklediğimız anlamlar, إن المعنى الذي وضعناه على القلق والمعاني التي نضعها على مخاوفنا The meaning we put on anxiety, on our fears,

bizim bu korkuları hayatımızın neresine koyduğumuz, وحيث نضع هذه المخاوف في حياتنا and where we put these fears in our lives,

çok ama çok önemli. أنها في غاية الأهمية. it's very, very important.

O dönem gittiğim psikiyatrım bana demişti ki ذهبت تلك الفترة إلي الطبيب النفسي وقال لي The psychiatrist that I went at the time told me

"Aydilge, anksiyeteyi öcü gibi görüyorsun, ona öcü anlamı, canavar anlamı veriyorsun. "Aydilge، ترى القلق كالمنتقم، فأنت تعطيه معنى المنتقم، الوحش. "Aydilge, you see anxiety as boogyman you make it boogyman and monster.

Yani onu yaramaz, haylaz bir çocuk olarak da düşünebilirsin" demişti. لذلك يمكنك أن تفكر فيه كطفل شرير مؤذ ". So you can think of him as a naughty, mischievous child."

Şimdi, hani okulda zorbalar vardır böyle, iş yerinde de vardır gerçi. الآن، كما تعلمون، هناك طغاة في المدرسة، على الرغم من وجودهم في العمل أيضاً. Now, you know, there are bullies at school, though there are at work, too.

Hani böyle bizimle dalga geçerler, üstümüze gelirler, ağlatmaya çalışırlar. يسخرون منا، يعذبونا، يحاولون أن يبكونا. Behold, they make fun of us, come at us and try to make us cry.

Eğer biz onlara cevap verirsek, gerçekten ağlarsak, üzülürsek, إذا أجبنا عليهم وبكينا حقًا، وشعرنا بالضيق، If we answer them, we really cry, we get upset, we run,

kaçarsak, bastırmaya çalışırsak, atar geçersek, ne olur? وهربنا وحاولنا قمع وإذا نجحنا، ماذا يحدث؟ we try to suppress, if we pass, what happens?

Biraz daha uğraşırlar, daha hoşlarına gider çünkü görmek istedikleri şey ilgidir. يحاولون أكثر من ذلك بقليل، يعجبهم أكثر لأن ما يريدون رؤيته هو الاهتمام. They try a little more, they like it for what they want to see is attention.

İşte anksiyete, sıkıntı, korku da böyle, ilgi gördükçe kalmaya devam ediyor. لا يزال القلق والاضطراب والخوف على حالما يتلقيان الاهتمام. Anxiety, distress and fear are the same they remain as they receive attention.

Ama eğer onu hayatımızın merkezine koymaktan vazgeçersek, ولكن إذا توقفنا عن وضعها في مركز حياتنا، But if we stop putting it at the center of our lives,

onu normalleştirmeye çalışırsak ve ona bir büyüteçle bakmaktan vazgeçersek إذا حاولنا تطبيعه والتوقف عن النظر إليه باستخدام عدسة مكبرة if we try to normalize it and stop looking at it with a magnifying glass

aslında büyüteci kaldırdığımıza, في الواقع عندما نرفع المكبر and when we lift the magnifier,

kendi boyutunun o kadar devasa olmadığını görüyoruz. نرى أن حجمها ليس عملاقًا جدًا. we see that its size is not so gigantic.

Ama büyüteci biz tutuyoruz ona ve o canavarlaşıyor. لكننا نحمل العدسة المكبرة عليها وتصبح وحشيا. But we're holding the magnifying glass on it and it's becoming monstrous.

İşte yüklediğimiz anlam o yüzden çok önemli. لهذا السبب المعنى الذي نحمله هو في غاية الأهمية. That's why attributing a meaning is so important.

Uçak, uçağı ele alalım. Kimisi için çok korkutucu bir şey, الطائرة مثلاً. شيء مخيف للغاية بالنسبة للبعض، Plane, let's take the plane. For some it's very scary,

kimisi için ulaşımını kolaylaştıran bir araç. سيارة تجعل النقل أسهل بالنسبة للبعض. for others, it's a vehicle that makes transportation easier.

E' uçak aynı uçak! الطائرة هي نفس الطائرة! The plane is the same plane.

Ama yüklediğimiz anlam farklı. لكن المعنى لدينا مختلف. But the meaning we have is different.

Bizler farklı anlamlar yüklüyoruz. İşte bu noktada, dediğim gibi نحن نحمل معاني مختلفة. عند هذه النقطة، كما قلت We're loading different meanings. At that point, like I said

aslında işin çözümü: Biz korkumuzla ne yapıyoruz, الحل هو اصلاً: ماذا نفعل بخوفنا، the solution is actually: What we do with our fear,

korkumuzu nasıl değerlendiriyoruz? كيف نقيم خوفنا؟ how do we evaluate our fear?

Uzmanlar diyorlar ki; يقول الخبراء Experts say;

bu konuda kontrol sizde ve kontrol sizde değil. لديكم السيطرة في هذا الأمر والسيطرة ليس عندكم. in this matter, you have the control and you don't.

Şimdi diyeceksiniz ki; nasıl yani? Hem bizde hem değil. الآن سوف تقولون: ماذا تقصد؟ عندنا وليس عندنا. Now you'll say; how so? We both have it and don't have it.

Şöyle, olayları önceden engellemeye çalışarak كهذا، ألم نحاول السيطرة على الأشياء This way, don't we try to control events

kontrol etmeye çalışıyoruz ya! من خلال محاولة منعها مسبقًا! by trying to prevent them in advance?

İşte bizi bu kontrol hasta ediyor aslında biraz da. هذا يجعلنا مريضين من السيطرة، في الواقع. Actually that control makes us sick a little.

Fakat diyorlar ki; olayları, kötü şeyleri engelleyemezsiniz, لكنهم يقولون: الأحداث والأشياء السيئة لا يمكنك منعها، But they say; you can't prevent events and bad things

önceden kontrol edemezsiniz. لا يمكنك التحكم عليها مقدما. you can't control them beforehand.

Hani bir kısmını kontrol ettiniz diyelim, دعنا نقول أنك سيطرت على قسم منه، Let's say you could control a part,

hani düşünebildiklerinizi, öngörebildiklerinizi kontrol ettiniz, لقد تحكمت على ما تمكنت من تفكيره وما يمكنك توقعه، you controlled what you thought about and foresaw,

ya ön göremedikleriniz ne olacak? ماذا عن ما لا يمكنك رؤيته؟ what about what you can't foresee?

Dünyada bir sürü felaket olabilir, ya hangi birine yetişeceksiniz? قد يكون هناك الكثير من الكوارث في العالم ما هي التي ستلحق بها؟ There could be many disasters in the world, which will you catch up?

Hangi biri için evham duyacaksınız? لأي واحد سوف تستمع قلقه؟ For which one will you fear?

Ama kontrol edebileceğiniz bir şey var diyorlar. لكنهم يقولون أن هناك شيء يمكنك التحكم فيه. But there's something you can control, they say.

O da, olay olduğu anda, vereceğiniz tepkiler وذلك ردود الفعل التي تعطيها عند حدوث ذلك، And that's, the reactions you give when the event happens

ve yüklediğiniz anlamlar. والمعاني التي تحملها. and the meanings you attribute.

İşte bu çok önemli, biz başımıza gelen kötü olayı هذا مهم للغاية، كيف يمكننا تقييم That's very important, how do we evaluate

nasıl değerlendiriyoruz? الحدث السيىء الذي حدث لنا؟ the bad event that happens to us?

Yani o olay olmasın diye bir sürü önlem almaya çalışmak yerine لذا بدلاً من محاولة اتخاذ الكثير من الاحتياطات حتى لا يحدث ذلك I mean, wouldn't it be better if we think about how we can deal with it

olay olduğu anda, acaba onunla nasıl baş edebileceğimiz ألن يكون من الأفضل لو فكرنا في كيفية التعامل معها at the moment when it's happening instead of trying to take

üzerinde kafa yorsak, daha iyi olmaz mı? في اللحظة التي يحدث فيها؟ a lot of precautions so that it doesn't happen?

Yani düşeceğim diye korkup da koşmaktan vazgeçmek yerine, لذا بدلاً من الخوف من أن أسقط والتوقف عن الجري So instead of giving up running because fearing that I'm going to fall,

düştüğümüzde nasıl kalkacağımızı öğrenmek, nasıl kalkacağımız konusunda أتعلم كيف نقوم عندما نسقط، ونكتسب خبرة في كيفية النهوض to learn how to get up when we fall, gaining experience on how to get up,

deneyım kazanmak, sanırım daha... daha mantıklı, أعتقد أكثر... أكثر عقلانية I think it is more rational

daha işe yarar bir çözüm diye düşünüyorum. أعتقد أنه حل أكثر فائدة. and more useful solution.

O dönem psikiyatrım bana bir şey daha söylemişti, demişti ki قال لي الطبيب النفسي شيئًا آخر في ذلك الوقت، In that time my psychiatrist told me something more, she said

"Aydilge, anksiyeteni sev." Dedim "Niye seveceğim anksiyetemi? "ايديلجي، أحب قلقك." قلت، "لماذا سأحب قلقي؟ "Aydilge, love your anxiety." I said "Why would I love it?

Nefret ediyorum anksiyeteden, hiç de güzel bir şey değil. اكره القلق، وأنه ليس شيء جميل. I hate the anxiety, it's not nice at all.

Ben süper, böyle güçlü bir insan olmak istiyorum. أريد أن أكون شخصًا قويًا. I want to become a superpowered human.

Hiçbir sıkıntım, derdim olmasın." لا يكن لدي أي قلق ومشاكل." That I have no problem or worry."

O da demişti ki "Sev, çünkü seni sanatçı kılan, وهي قالت: "حبيه قال لأن القلق دائماً And she said, "Love it, because it was always

seni nazik, ince, diğer insanların dertleriyle, sıkıntılarıyla هو الذي جعلك فناناً، لطيفاً، منحك القدرة the anxiety that made you an artist, it made you gentle, subtle and gave you

empati kurma yeteneğini sana sağlayan hep o anksiyete. على التعاطف مع مشاكل الآخرين. the ability to empathize with someone else's troubles.

Seni gerçekten duyarlı kılan ve yaratıcı kılan özelliklerinden biri bu. هذه هي واحدة من الميزات التي تجعلك حساسة وخلاقة حقا. This is one of the features that makes you really sensitive and creative.

Tabii ki kötü yanlarını törpüleyebilirsin, törpülemen gerekiyor بالطبع يمكنك عرموش جوانبه السيئة، تحتاج إلى عرموش Of course you can file its bad sides, you need to file it,

ama onu tamamıyla yok etmen doğru değil, لكن ليس من الصواب تدميره بالكامل، but it's not right to destroy it completely,

asla doğru değil" diyordu bana. لن يكن صحيحا ابدا". it's never right".

Ben o zaman onun ne dediğini anlamıyordum, hiç anlamıyordum. لم أفهم ما كانت تقوله وقتها، لم أفهم ابداً. I didn't understand at all what she was telling me back then. Sonrasında, Amerikalı bir psikiyatr olan ثم شاهدت فيديو لأبراهام تويرسكي، Then, I watched a video of Abraham Twerski,

Abraham Twerski'nin bir tane videosunu izledim. طبيب نفسي أمريكي. an American psychiatrist.

Videoda Abraham Twerski ıstakozlardan bahsediyor. في الفيديو، يتحدث إبراهيم تويرسكي عن الكركند. In the video, Abraham Twerski talks about lobsters.

Diyor ki "Istakozlar sert kabukları altında يقول "الكركند حيوانات حساسة وناعمة He says "Lobsters are delicate,

narin, yumuşak hayvanlardır تحت قشرة صلبة soft animals under their hard shells

ve büyümeye başladıkları zaman kabukları onlara sıkıştırır." وعندما تبدأ في النمو القذائف تضغط عليها." and when they begin to grow, the shells compress them."

Şimdi diyor ki Twerski "Eğer ıstakozlar insan olsalardı الآن يقول تويرسكي، "إذا كان الكركند بشرًا، Now Twerski says "If lobsters were humans

kesinlikle gidip o sıkıntıyı bastırmaya çalışırlardı. فسيذهبون بالتأكيد ويحاولون قمع هذا الضيق. they would definitely go and try to suppress that distress.

İşte bir takım, bir şekilde kendi sıkıntılarını uyuştururlardı. هنا، بطريقة ما، كانوا يعالجون مشاكلهم. You know, a couple of, somehow they'd drugg their own troubles.

Aşırı televizyon izlemek, aşırı alışveriş yapmak مشاهدة التلفزيون المفرط، التسوق بشكل مفرط، Watching excessive television, shopping and eating

aşırı yemek yemek, sigara içmek, vesaire vesaire. التناول الطعام بشكل مفرط، التدخين، وما إلى ذلك. excessively, smoking, and so on.

Ama ıstakoz öyle yapmıyor, ıstakoz gidiyor bir kayanın altına, لكن جراد البحر لا يفعل ذلك، جراد البحر يمر تحت صخرة، But lobsters don't do that, the lobster goes under a rock,

kabuğunu kırıyor ve daha yenisi, daha güzeli, daha sağlam bir kabuk ويحطم قشرته، وقذيفة جديدة أكثر جمالا breaks its shell and develops in a new, more beautiful, more robust shell

kendi vücuduna uygun olarak gelişiyor. وأكثر قوة تتطور وفقا لجسمها. in accordance with its body.

İşte, ıstakozlar ve insanlar büyüdükçe kabukları onları sıkıştırır. عندما ينمو الكركند والناس قذائف تقوم بالضغط عليهم. So, as lobsters and people grow shells compress them.

Aslında, stresli ve sıkıntılı zamanlar büyüme zamanımızın geldiğinin في الواقع، تشير الأوقات العصيبة والمضطربة In fact, stressful and troubled times indicate that it is time

o konfor alanından çıkma zamanımızın geldiğinin işaretidir. إلى أن الوقت قد حان لنمونا من منطقة الراحة هذه. for our growth, to come out from that comfort zone.

Bize daha iyisini, daha güzelini, daha yenisini arattıran ما يجعلنا نبحث عن أفضل وأكثر جمالا، What makes us look for better, more beautiful

içimizdeki huzursuzluktur aslında, وأكثر من ذلك هو الاضطرابات داخلنا، and newer is the unrest within us,

çünkü olduğumuz yerde sayarız, öyle değil mi? لأننا نعول على ما نحن فيه، أليس كذلك؟ because we'd go around cirles, wouldn't we?

Devamlı hayatımızdan memnun, mesut olursak, إذا كنا سعداء وراضيين بحياتنا بشكل مستمر If we are happy and content with our lives continuously,

hiç kimse gelişmeye, daha iyisini, daha yenisini arama ihtiyacı duymaz. فلن يحتاج أحد للبحث عن أفضل وأجدد. no one needs to search for better and newer.

İşte o yüzden: Sıkıntılı, stresli, zorlu zamanları لهذا السبب: مضطربة، مرهقة، That's why: Instead of thinking of troubled,

birer canavar olarak, kötücül birer şey olarak düşünmektense أوقات صعبة كالوحوش، ما رأيك بهم stressful and challenging times as monsters and evil things,

onları, bizi daha iyi bir versiyonumuza dönüştürecek كوسيلة للخروج من شأنها أن تحولنا إلى نسخة أفضل what do you think of them as a way out

birer çıkış yolu aracı olarak düşünmeye ne dersiniz? بدلا من شيء سيىء؟ a way that will turn us into a better version?

Çok teşekkür ediyorum. شكراً جزيلاً. Thank you very much.

(Alkış) (تصفيق) (Applause)