×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

TEDx Turkey, Düşenin halinden anlamak için illa damdan atlamak mı lazım? | Arif Aygündüz | TEDxIstanbul

Düşenin halinden anlamak için illa damdan atlamak mı lazım? | Arif Aygündüz | TEDxIstanbul

Transcriber: Ezgisu Karakaya Gözden geçirme: Can Boysan

Damdan düşenin halinden, damdan düşen anlar demiş atalarımız.

Hiç katılmadığım bir laf.

Düşenin halinden anlamak için illa damdan atlamak mı lazım? (Alkış)

Elimdeki bastonu görüp de, benim de damdan düştüğümü falan zannetmeyin. Yıllar önce bir hastanenin ıslak zemininde kayıp, bacağımı kırmıştım. 46 yıllık eşimden sonra en uzun birlikteliğimi bastonumla yaşıyorum

ama Allah'tan eşim hiç kıskanmıyor.

1998 yılında ODTÜ Mezunlar Derneği Başkanlığı yaparken,

damdan düşmemiş iki kişi olarak, bir sınıf arkadaşımla birlikte

dünyanın en iyi 85 üniversitesinden biri olan ODTÜ'yü kazanma başarısı göstermiş

ama maalesef ailelerin ekonomik sorunları nedeniyle eğitimlerine devam edememe tehlikesiyle

karşı karşıya gelen gençlerin hayatına dokunmak istemiştik. Bir hareket başlatıyorduk 1998 yılında

ama bu dokunma sadece maddi destek dokunması değildi. Maddi destekle bir öğrenciyi üniversiteden mezun edebilirsiniz ama mezun ettikten sonra onun işsiz kalmasını engelleyemezsiniz. Çünkü artık iş aslanın ağzında.

O çocuklara sosyal ve kültürel destek de vermezseniz, o çocuklar sadece bankamatik bursiyeri olarak karşınıza gelecek ve 18 yıldan beri hiçbir bankamatik bursiyerinden hoşlanmam. Bu çocuklara, bugüne kadar yaklaşık 7 bin öğrenciyle burs mülakatı yaptım.

Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde ve üniversitelerinde. Eğitim sadece bakanlığın tabelasında kalmış. 2000'li yıllarda bir mülakatta öğrenciye "Orhan Pamuk kimdir?" diye sordum.

Aldığım yanıt ''Galatasaray'ın futbolcusu hocam,'' dedi. O tarihte Galatasaray'da Orhan Ak isminde bir futbolcu oynuyordu.

Çocuk ak ile pamuğu beyaza benzedikleri için karıştırdı herhalde. Bir başka gence: Türk sanat müziği dinler misin, bana bir icracı söyler misin, diye sorduğumda,

''Gayet tabii hocam. Her gün yurtta Hakkı Bulut dinliyorum,'' dedi.

İstanbul'da yerleşik üniversitelerin birinde çevre mühendisliği

3. sınıf olan bir gence ''Hayrettin Karaca kimdir?'' dedim. Boş bakışlar saniyeler sürdü.

"Bir ipucu vereyim mi sana?" dedim.

"Evet hocam," dedi.

"Cem Karaca'nın abisi mi, babası mı?" dedim.

"Babası hocam," dedi.

Korkarım Kaptan Cousteau'yu sorsaydım,

Üsküdar-Kabataş arası çalışan

dolmuş motorlarının kaptanlarından biri diyecekti. (Alkış)

İnanın eğitimimiz yerlerde sürünüyor.

Biz ise, bense

araştıran, sorgulayan ve paylaşmasını bilen gençlere destek olmak istiyorduk. Bu tür gençleri yetiştirmek istiyorduk,

hayat kılavuzunda 5N1K'yi kullanan gençleri yetiştirmek, bu bireyleri yetiştirmek istiyorduk.

Bunun için projemiz sosyal, kültürel ve ekonomik destek projesiydi. 1998'de sadece on öğrencinin hayatına dokunmuştuk. 2003'te 553 öğrenciye çıkmıştık.

2003 yılında Mezunlar Derneği Başkanlığından ayrılmıştım

ama proje benim bir çocuğumdu, izlemeye devam ediyordum.

2008'de dünya ekonomik krizle sallandı.

Bizim proje de bu sarsıntıdan nasibini aldı. Bağışçılarımız ya işsiz kaldı ya da gelirleri azaldı.

Böyle durumlarda tasarruf sosyal yardımlardan başlar.

Bağışlarını kesmişlerdi.

Bağışlar kesilince burslar da kesildi

ve yüzlerce öğrenci maalesef çok zor durumda kaldı. Bu sonuç beni ülkemizdeki yardım kurumlarını, hayır kurumlarını incelemeye itti.

İncelemem sonunda gördüm ki,

bu kurumların hemen hepsi topladıkları bağışları fonlara yatırıyorlar. Fonların gelirleri ile destek verecekleri kişilere bu desteği sağlıyorlardı. Bu sektörün lideri, en önde geleni

1967 yılında ilk patronum Vehbi Koç tarafından kurulan ve bugüne kadar 220 bin öğrenciye karşılıksız destek veren Türk Eğitim Vakfı'ydı.

Vakfın o günkü genel müdürü, üniversiteden bir kardeşim, arkadaşım, kendisinden randevu aldım ve kafamdaki projeyi anlattım. Oturduk, bir ODTÜ fonu kuralım

fonun getirisiyle ODTÜ'deki öğrencilere destek verelim kararını çıkardık. Sadece yöntemim farklıydı.

Hayır kurumları ülkemizde felaketlerden sonra veya periyodik olarak bağış kampanyaları düzenlerler. Bu kampanyaları kamu spotlarıyla halka duyururlar, duyarlı insanlarımız gider bağışlarını yaparlar ya da bağış yapmaya karar veren kişi

belirlediği kurumun kapısını çalar,

malını, mülkünü, parasını hibe eder, devreder ama ben çok daha farklı ve meşakkatli bir yöntem gönderiyordum onlara. Potansiyel bağışçıları araştıralım, randevu alalım, projeyi anlatalım,

hayatına dokunacağımız gençleri tanıtalım, bağışlarını toplayalım. Genel müdür, yönetim kuruluna sundu, onayını aldı. O günkü yönetim kurulu başkanımız Ömer Koç, Rektör Ahmet Acar'la birlikte ODTÜ Geleceğimiz Fonu Protokolünü imzaladı. Projeyi anlatmaya gittiğim üniversitenin üst yöneticilerinden biri, bana bağışları nasıl toplayacağımı sormuştu. Ben de; kapı kapı dolaşarak, dedim

Bastonumu göstererek "Bununla mı?" dedi.

"İyi bir profesör mü tanıyorsun bunsuz dolaştıracak?" dedim. "Hayır, onar bin dolar verecek yüz civarında ODTÜ mezunu tanıyorum.

Ziyaret eder bir milyon dolar toplarsın." teklifinde bulundu. Evet, çok kolay bir olay ama projenin geleceği olmaz. Bir daha o insanlara gidemezsiniz, projeniz de bir yerden sonra durur.

Mütevelli heyetindeki bazı arkadaşlarım ise bağış toplama yöntemime dudak bükmüşler,

Türk Eğitim Vakfı'na yakıştıramamışlardı.

1150 fondan biri olarak kurulmuştu fon, TEB'in bünyesinde. Yedi yıl boyunca üç bine yakın ODTÜ mezunu ve ODTÜ dostunu araştırıp, randevu alıp, proje anlatıp %90'ına yakınından bağışları toplayarak

TEB'in bünyesindeki en büyük on fon arasına soktuk. (Alkış)

Gerek bursiyer sayısı açısından, gerek bağışların toplamı olarak

en büyük on fondan biriydi artık.

Geçen iki sene önce bir Soma faciası yaşadık. Soma faciasında Türkiye'nin en önde gelen üç sivil toplum kurumunun

topladığı bağış miktarı neydi, biliyor musunuz?

Sadece üç milyon liraydı.

Tüm Türkiye'den.

Bizim hareketimiz sadece 2500 ODTÜ'lüden bir milyon lira para toplamıştı. (Alkış)

Çünkü ülkemizde, her ortamda olduğu gibi,

bağış toplamada da güvensizlik ortamı var.

Birkaç tane kötü örnek yüzünden, hiç kimse

kime, nereye, hangi projeye destek verdiğini bilmeden bağış yapmak istemiyor. Bağış yapanın bağış alma hakkı vardır prensibinden yola çıkarak ziyaret ettiğim her kişiye Ocak ve Temmuz aylarında iki proje raporu gönderirim. Elektronik postayla gönderirim

ama tek tek kişiye özel yazarak gönderirim.

Toplu mesajları hiç okumam,

sizlerden de okumanızı beklemediğim için tek tek yazıp gönderirim. Bursiyerlerimiz, öğrencilerimiz projenin ikinci ayağıdır. Projeden yararlanmak isteyen öğrenciler

gerekli bilgi ve belgeleri vakfa gönderirler. Bunların doğrulukları araştırılıp teyit edildikten sonra mülakatlara geçeriz. Mülakatlardaki kriterlerden en önemlisi

evrensel değerlerle örtüşen ODTÜ ve TEV değerleridir. Atatürk ilke ve devrimleri, Cumhuriyet, demokrasi, insan hakları, kadın erkek eşitliği gibi.

Bu kriterlerden asla taviz vermedim, vermeye de hiçbir niyetim yok. (Alkış)

Bu aşamalardan geçen öğrenciler artık bursiyer olmuşlar, maddi desteğin yanında hepsi gönüllü olan mentor mezunlarla tanıştırırım. Mentorlerimiz öğrencilerimizin kariyer planlamalarından, staj sorunlarına, mezun olduktan sonra iş bulmalarına kadar yardımcı olurlar. Daha da önemlisi birkaç yıl sonra gerçek yaşamla tanışacak olan bu gençleri, evlerinde ve iş yerlerinde misafir ederek

bugünkü gerçek yaşamlarından kesitler sunarlar. Yılda dördü Ankara'da, biri İstanbul'da olmak üzere beş kez bağışçılarla bursiyerleri bir araya getiririm. Maksadım bağışçılarımızın kimin hayatına dokunduklarını öğrenmeleridir. Bu toplantılarda bilgi ve birikimlerini ve deneyimlerini öğrencilerle paylaşırlarken onların sorularına da yanıt verirler. Her toplantıdan sonra bağış miktarı biraz daha artar. İletişim.

Bütün ziyaret ettiğim kişilerle yılda en az üç kere elektronik posta, telefon veya yüz yüze iletişime geçer, ilişkilerimizi sıcak ve taze tutmaya çalışırım. Cenaze, düğün ve doğum gibi acı tatlı anlarında onların yanlarında olmaya çalışırım.

Yedi yılda yüz kırka yakın doğum tebriği yapmışım. Geçen hafta biri İstanbul dışında iki düğündeydim. Yaklaşık ders yılının 20 günü

ODTÜ kampüsünde bursiyerlerimle birlikte yaşarım. Diploma törenlerinde onların yanındayımdır. Kutlamaları birlikte yaparız.

İstanbul'a geldiklerinde eşimle birlikte evimizde ağırlarız. Her türlü sorunlarında yanındayız.

Bağışçılarımız yaşlarına göre abi veya amca diye hitap ederler bana. Bursiyerlerimizle ilişkilerim dede torun ilişkisidir. Geçen yıl ikiz torunlarımdan biri cep telefonumu alıp yanıma gelerek bana, “Dedeciğim, sizin kaç torununuz var?” sorusunu yöneltti. Ben de: “Sen, Zeynep ve Defnesu, üç,” diye cevap verdim. Telefonumdaki mesajlardan bursiyer torunlarımla yazışmalarımı göstererek: “Peki, bunlar kim o zaman?” dedi.

Paylaşamama duygusu ortaya çıkmıştı.

Bu kötü bir duygu.

Hemen bir iki hafta içerisinde torunlarımı alıp Ankara'daki bursiyer torunlarımla tanıştırmaya götürdüm. Şimdi bazılarıyla sosyal medyada arkadaş bile oldular.

Amacım sadece bağış alan, bağış dağıtan bir kişi olarak anımsanmak değil. Amacım geniş bir aile yaratmak.

Aile, aidiyet duygusunu peşinden getirir.

Aidiyet duygusu çok önemli bir duygudur.

Soruyorum sizlere: Türk insanının aidiyet duyduğu birinci olgu nedir? Fenerbahçe, Galatasaraylılık.

Şaşırdınız değil mi?

Din, milliyet, hemşehrilik çok gerilerde kalmış. Ama okuduğunuz okul, destek aldığınız kurum akıllarına bile gelmiyor insanların. Çünkü aidiyet duygusunu yerleştirmemişiz.

Aidiyet duygusunu yerleştirmediğimiz hiçbir proje uzun soluklu olmaz. Çünkü bugün destek verdiğimiz, bugün hayatına dokunduğumuz gençler,

yarın birkaç yıl sonra mezun olduktan sonra, kendinden sonra gelen nesillere dokunmayacaklarsa, geçmiş olsun. Bu kadar emek boşa gitti.

Bu aidiyet duygusunu vermek için inanılmaz çaba sarf ediyorum ve karşılığını da alıyorum.

(Alkış)

Bu aktivitelerin hepsini yedi yıldan beri tek başıma gönüllü olarak yürütüyorum. Muhasebe işlemleri ve bursiyer seçimleri dışındaki bütün işlemler ve bütün engellere rağmen.

Bürokrasi, ilişkide olduğunuz kurumların kural ve alışkanlıkları, İstanbul trafiği, bazılarımızın iş yoğunluğu ve benim sağlığım. Bütün bunları aşarak artık dünyada bile ses getiren bir proje haline geldi. Dünyada bilişimin bir numaralı firması Amerika'dan ODTÜ Geleceğimiz Fonu Projesini

dünyada desteklediği sosyal sorumluluk projeleri içine almaya hazırlanıyor. (Alkış)

Evet, bütün bu engelleri aşarak bugünlere geldim. İtimat edin, büyük bir mutluluk duydum.

Büyük keyif aldım.

Eğer aranızda hâlâ bu hazzı tatmayanlar varsa hemen şimdi harekete geçin. Hemen şimdi harekete geçin ve bir kişinin hayatına dokunun. Ama kan bağınız olmayan, soyadı birliğiniz olmayan birisini seçin ki o genç de sizin desteğinizle, sizin dokunuşunuzla ivme kazansın.

Teşekkürlerimle.

(Alkış)


Düşenin halinden anlamak için illa damdan atlamak mı lazım? | Arif Aygündüz | TEDxIstanbul Müssen wir vom Dach springen, um die Situation der Gefallenen zu verstehen? | Arif Aygündüz | TEDxIstanbul Do you have to jump off the roof to understand the fallen? | Arif Aygündüz | TEDxIstanbul Le monde est en train de s'effondrer, il faut sauter du toit pour comprendre ce qui s'est passé... | Arif Aygündüz | TEDxIstanbul Нужно ли прыгать с крыши, чтобы понять, что упало?| Ариф Айгюндюз | TEDxIstanbul

Transcriber: Ezgisu Karakaya Gözden geçirme: Can Boysan

Damdan düşenin halinden, damdan düşen anlar demiş atalarımız.

Hiç katılmadığım bir laf.

Düşenin halinden anlamak için illa damdan atlamak mı lazım? (Alkış)

Elimdeki bastonu görüp de, benim de damdan düştüğümü falan zannetmeyin. Yıllar önce bir hastanenin ıslak zemininde kayıp, bacağımı kırmıştım. 46 yıllık eşimden sonra en uzun birlikteliğimi bastonumla yaşıyorum

ama Allah'tan eşim hiç kıskanmıyor.

1998 yılında ODTÜ Mezunlar Derneği Başkanlığı yaparken,

damdan düşmemiş iki kişi olarak, bir sınıf arkadaşımla birlikte

dünyanın en iyi 85 üniversitesinden biri olan ODTÜ'yü kazanma başarısı göstermiş

ama maalesef ailelerin ekonomik sorunları nedeniyle eğitimlerine devam edememe tehlikesiyle

karşı karşıya gelen gençlerin hayatına dokunmak istemiştik. Bir hareket başlatıyorduk 1998 yılında

ama bu dokunma sadece maddi destek dokunması değildi. Maddi destekle bir öğrenciyi üniversiteden mezun edebilirsiniz ama mezun ettikten sonra onun işsiz kalmasını engelleyemezsiniz. Çünkü artık iş aslanın ağzında.

O çocuklara sosyal ve kültürel destek de vermezseniz, o çocuklar sadece bankamatik bursiyeri olarak karşınıza gelecek ve 18 yıldan beri hiçbir bankamatik bursiyerinden hoşlanmam. Bu çocuklara, bugüne kadar yaklaşık 7 bin öğrenciyle burs mülakatı yaptım.

Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde ve üniversitelerinde. Eğitim sadece bakanlığın tabelasında kalmış. 2000'li yıllarda bir mülakatta öğrenciye "Orhan Pamuk kimdir?" diye sordum.

Aldığım yanıt ''Galatasaray'ın futbolcusu hocam,'' dedi. O tarihte Galatasaray'da Orhan Ak isminde bir futbolcu oynuyordu.

Çocuk ak ile pamuğu beyaza benzedikleri için karıştırdı herhalde. Bir başka gence: Türk sanat müziği dinler misin, bana bir icracı söyler misin, diye sorduğumda,

''Gayet tabii hocam. Her gün yurtta Hakkı Bulut dinliyorum,'' dedi.

İstanbul'da yerleşik üniversitelerin birinde çevre mühendisliği

3\. sınıf olan bir gence ''Hayrettin Karaca kimdir?'' dedim. Boş bakışlar saniyeler sürdü.

"Bir ipucu vereyim mi sana?" dedim.

"Evet hocam," dedi.

"Cem Karaca'nın abisi mi, babası mı?" dedim.

"Babası hocam," dedi.

Korkarım Kaptan Cousteau'yu sorsaydım,

Üsküdar-Kabataş arası çalışan

dolmuş motorlarının kaptanlarından biri diyecekti. (Alkış)

İnanın eğitimimiz yerlerde sürünüyor.

Biz ise, bense

araştıran, sorgulayan ve paylaşmasını bilen gençlere destek olmak istiyorduk. Bu tür gençleri yetiştirmek istiyorduk,

hayat kılavuzunda 5N1K'yi kullanan gençleri yetiştirmek, bu bireyleri yetiştirmek istiyorduk.

Bunun için projemiz sosyal, kültürel ve ekonomik destek projesiydi. 1998'de sadece on öğrencinin hayatına dokunmuştuk. 2003'te 553 öğrenciye çıkmıştık.

2003 yılında Mezunlar Derneği Başkanlığından ayrılmıştım

ama proje benim bir çocuğumdu, izlemeye devam ediyordum.

2008'de dünya ekonomik krizle sallandı.

Bizim proje de bu sarsıntıdan nasibini aldı. Bağışçılarımız ya işsiz kaldı ya da gelirleri azaldı.

Böyle durumlarda tasarruf sosyal yardımlardan başlar.

Bağışlarını kesmişlerdi.

Bağışlar kesilince burslar da kesildi

ve yüzlerce öğrenci maalesef çok zor durumda kaldı. Bu sonuç beni ülkemizdeki yardım kurumlarını, hayır kurumlarını incelemeye itti.

İncelemem sonunda gördüm ki,

bu kurumların hemen hepsi topladıkları bağışları fonlara yatırıyorlar. Fonların gelirleri ile destek verecekleri kişilere bu desteği sağlıyorlardı. Bu sektörün lideri, en önde geleni

1967 yılında ilk patronum Vehbi Koç tarafından kurulan ve bugüne kadar 220 bin öğrenciye karşılıksız destek veren Türk Eğitim Vakfı'ydı.

Vakfın o günkü genel müdürü, üniversiteden bir kardeşim, arkadaşım, kendisinden randevu aldım ve kafamdaki projeyi anlattım. Oturduk, bir ODTÜ fonu kuralım

fonun getirisiyle ODTÜ'deki öğrencilere destek verelim kararını çıkardık. Sadece yöntemim farklıydı.

Hayır kurumları ülkemizde felaketlerden sonra veya periyodik olarak bağış kampanyaları düzenlerler. Bu kampanyaları kamu spotlarıyla halka duyururlar, duyarlı insanlarımız gider bağışlarını yaparlar ya da bağış yapmaya karar veren kişi

belirlediği kurumun kapısını çalar,

malını, mülkünü, parasını hibe eder, devreder ama ben çok daha farklı ve meşakkatli bir yöntem gönderiyordum onlara. Potansiyel bağışçıları araştıralım, randevu alalım, projeyi anlatalım,

hayatına dokunacağımız gençleri tanıtalım, bağışlarını toplayalım. Genel müdür, yönetim kuruluna sundu, onayını aldı. O günkü yönetim kurulu başkanımız Ömer Koç, Rektör Ahmet Acar'la birlikte ODTÜ Geleceğimiz Fonu Protokolünü imzaladı. Projeyi anlatmaya gittiğim üniversitenin üst yöneticilerinden biri, bana bağışları nasıl toplayacağımı sormuştu. Ben de; kapı kapı dolaşarak, dedim

Bastonumu göstererek "Bununla mı?" dedi.

"İyi bir profesör mü tanıyorsun bunsuz dolaştıracak?" dedim. "Hayır, onar bin dolar verecek yüz civarında ODTÜ mezunu tanıyorum.

Ziyaret eder bir milyon dolar toplarsın." teklifinde bulundu. Evet, çok kolay bir olay ama projenin geleceği olmaz. Bir daha o insanlara gidemezsiniz, projeniz de bir yerden sonra durur.

Mütevelli heyetindeki bazı arkadaşlarım ise bağış toplama yöntemime dudak bükmüşler,

Türk Eğitim Vakfı'na yakıştıramamışlardı.

1150 fondan biri olarak kurulmuştu fon, TEB'in bünyesinde. Yedi yıl boyunca üç bine yakın ODTÜ mezunu ve ODTÜ dostunu araştırıp, randevu alıp, proje anlatıp %90'ına yakınından bağışları toplayarak

TEB'in bünyesindeki en büyük on fon arasına soktuk. (Alkış)

Gerek bursiyer sayısı açısından, gerek bağışların toplamı olarak

en büyük on fondan biriydi artık.

Geçen iki sene önce bir Soma faciası yaşadık. Soma faciasında Türkiye'nin en önde gelen üç sivil toplum kurumunun

topladığı bağış miktarı neydi, biliyor musunuz?

Sadece üç milyon liraydı.

Tüm Türkiye'den.

Bizim hareketimiz sadece 2500 ODTÜ'lüden bir milyon lira para toplamıştı. (Alkış)

Çünkü ülkemizde, her ortamda olduğu gibi,

bağış toplamada da güvensizlik ortamı var.

Birkaç tane kötü örnek yüzünden, hiç kimse

kime, nereye, hangi projeye destek verdiğini bilmeden bağış yapmak istemiyor. Bağış yapanın bağış alma hakkı vardır prensibinden yola çıkarak ziyaret ettiğim her kişiye Ocak ve Temmuz aylarında iki proje raporu gönderirim. Elektronik postayla gönderirim

ama tek tek kişiye özel yazarak gönderirim.

Toplu mesajları hiç okumam,

sizlerden de okumanızı beklemediğim için tek tek yazıp gönderirim. Bursiyerlerimiz, öğrencilerimiz projenin ikinci ayağıdır. Projeden yararlanmak isteyen öğrenciler

gerekli bilgi ve belgeleri vakfa gönderirler. Bunların doğrulukları araştırılıp teyit edildikten sonra mülakatlara geçeriz. Mülakatlardaki kriterlerden en önemlisi

evrensel değerlerle örtüşen ODTÜ ve TEV değerleridir. Atatürk ilke ve devrimleri, Cumhuriyet, demokrasi, insan hakları, kadın erkek eşitliği gibi.

Bu kriterlerden asla taviz vermedim, vermeye de hiçbir niyetim yok. (Alkış)

Bu aşamalardan geçen öğrenciler artık bursiyer olmuşlar, maddi desteğin yanında hepsi gönüllü olan mentor mezunlarla tanıştırırım. Mentorlerimiz öğrencilerimizin kariyer planlamalarından, staj sorunlarına, mezun olduktan sonra iş bulmalarına kadar yardımcı olurlar. Daha da önemlisi birkaç yıl sonra gerçek yaşamla tanışacak olan bu gençleri, evlerinde ve iş yerlerinde misafir ederek

bugünkü gerçek yaşamlarından kesitler sunarlar. Yılda dördü Ankara'da, biri İstanbul'da olmak üzere beş kez bağışçılarla bursiyerleri bir araya getiririm. Maksadım bağışçılarımızın kimin hayatına dokunduklarını öğrenmeleridir. Bu toplantılarda bilgi ve birikimlerini ve deneyimlerini öğrencilerle paylaşırlarken onların sorularına da yanıt verirler. Her toplantıdan sonra bağış miktarı biraz daha artar. İletişim.

Bütün ziyaret ettiğim kişilerle yılda en az üç kere elektronik posta, telefon veya yüz yüze iletişime geçer, ilişkilerimizi sıcak ve taze tutmaya çalışırım. Cenaze, düğün ve doğum gibi acı tatlı anlarında onların yanlarında olmaya çalışırım.

Yedi yılda yüz kırka yakın doğum tebriği yapmışım. Geçen hafta biri İstanbul dışında iki düğündeydim. Yaklaşık ders yılının 20 günü

ODTÜ kampüsünde bursiyerlerimle birlikte yaşarım. Diploma törenlerinde onların yanındayımdır. Kutlamaları birlikte yaparız.

İstanbul'a geldiklerinde eşimle birlikte evimizde ağırlarız. Her türlü sorunlarında yanındayız.

Bağışçılarımız yaşlarına göre abi veya amca diye hitap ederler bana. Bursiyerlerimizle ilişkilerim dede torun ilişkisidir. Geçen yıl ikiz torunlarımdan biri cep telefonumu alıp yanıma gelerek bana, “Dedeciğim, sizin kaç torununuz var?” sorusunu yöneltti. Ben de: “Sen, Zeynep ve Defnesu, üç,” diye cevap verdim. Telefonumdaki mesajlardan bursiyer torunlarımla yazışmalarımı göstererek: “Peki, bunlar kim o zaman?” dedi.

Paylaşamama duygusu ortaya çıkmıştı.

Bu kötü bir duygu.

Hemen bir iki hafta içerisinde torunlarımı alıp Ankara'daki bursiyer torunlarımla tanıştırmaya götürdüm. Şimdi bazılarıyla sosyal medyada arkadaş bile oldular.

Amacım sadece bağış alan, bağış dağıtan bir kişi olarak anımsanmak değil. Amacım geniş bir aile yaratmak.

Aile, aidiyet duygusunu peşinden getirir.

Aidiyet duygusu çok önemli bir duygudur.

Soruyorum sizlere: Türk insanının aidiyet duyduğu birinci olgu nedir? Fenerbahçe, Galatasaraylılık.

Şaşırdınız değil mi?

Din, milliyet, hemşehrilik çok gerilerde kalmış. Ama okuduğunuz okul, destek aldığınız kurum akıllarına bile gelmiyor insanların. Çünkü aidiyet duygusunu yerleştirmemişiz.

Aidiyet duygusunu yerleştirmediğimiz hiçbir proje uzun soluklu olmaz. Çünkü bugün destek verdiğimiz, bugün hayatına dokunduğumuz gençler,

yarın birkaç yıl sonra mezun olduktan sonra, kendinden sonra gelen nesillere dokunmayacaklarsa, geçmiş olsun. Bu kadar emek boşa gitti.

Bu aidiyet duygusunu vermek için inanılmaz çaba sarf ediyorum ve karşılığını da alıyorum.

(Alkış)

Bu aktivitelerin hepsini yedi yıldan beri tek başıma gönüllü olarak yürütüyorum. Muhasebe işlemleri ve bursiyer seçimleri dışındaki bütün işlemler ve bütün engellere rağmen.

Bürokrasi, ilişkide olduğunuz kurumların kural ve alışkanlıkları, İstanbul trafiği, bazılarımızın iş yoğunluğu ve benim sağlığım. Bütün bunları aşarak artık dünyada bile ses getiren bir proje haline geldi. Dünyada bilişimin bir numaralı firması Amerika'dan ODTÜ Geleceğimiz Fonu Projesini

dünyada desteklediği sosyal sorumluluk projeleri içine almaya hazırlanıyor. (Alkış)

Evet, bütün bu engelleri aşarak bugünlere geldim. İtimat edin, büyük bir mutluluk duydum.

Büyük keyif aldım.

Eğer aranızda hâlâ bu hazzı tatmayanlar varsa hemen şimdi harekete geçin. Hemen şimdi harekete geçin ve bir kişinin hayatına dokunun. Ama kan bağınız olmayan, soyadı birliğiniz olmayan birisini seçin ki o genç de sizin desteğinizle, sizin dokunuşunuzla ivme kazansın.

Teşekkürlerimle.

(Alkış)