×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Barış Özcan 2020, Denizler altında 468 kablo, internetin %99’u

Denizler altında 468 kablo, internetin %99’u

İnternet deyince genelde “bulut”lar akla gelir. Birisine e-posta göndermek için internet tabanlı “bulut bilişim hizmetleri”ni kullanırız. Ya da bir web sitemiz varsa bunu evimizdeki bilgisayarda değil de bu hizmeti veren uzak bir sunucuda barındırırız. İşte o uzaktaki sunucunun yeri bizim bulunduğumuz yer olmadığı için soyut bir kavram olan “bulut”tadır deriz. İşin ironik tarafıysa şu: bir e-posta gönderdiğimizde ya da bir web sitesine girdiğimizde diğerleriyle aramızdaki iletişim yukarılarda değil aşağılarda gerçekleşir. Şu anda izlemekte olduğunuz bu video da dahil olmak üzere 2020 yılı başı itibariyle internetteki tüm uluslararası iletişimin %99'u denizlerin altına döşenmiş 468 tane kablo hattıyla sağlanıyor. Hepsi bu! 468 tane kablo. Tabi bunların bazılarının uzunlukları sadece 131 kilometre, bazılarının uzunluklarıysa 20.000 km. Yine de o kablolardan birini kesseniz koskoca bir kıtanın interneti gidebilir.

Nitekim 2018'de böyle bir olay oldu. Fransa'dan başlayıp ta Güney Afrika'ya kadar ulaşan yaklaşık 17.000 km uzunluğunda bir kablo var. Bu kablo Avrupa ve Afrika'nın batı sahillerindeki 22 ülkeyi birbirine ve internete bağlıyor. Trol avcılığı yapan bir balıkçı teknesi sağolsun kabloyu yanlışlıkla koparınca 10 ülkenin interneti kesilmiş. Adamlar “internet trollüğü” kavramına yeni bir bakış açısı kazandırmışlar resmen!

Kablolarla ilgili tek problemli olay bu değil. Nasıl olsun ki? Toplamda 1.2 milyon km uzunluğundaki kablolardan bahsediyoruz. Her yıl 200 civarında irili ufaklı problemle karşılaşılıyor. Bazen kablonun üstüne gemiler yanlışlıkla demir atıyor, bazen de depremler ya da su altı volkan patlamaları nedeniyle bu kablolar hasar görebiliyor. 2007'de deniz korsanları Tayland, Vietnam ve Hong Kong'u bağlayan bir kablonun 11 kilometrelik kısmını çalıp 100 tonluk hurda olarak satmışlar. Adamlar “internet korsanlığı” kavramına yeni bir bakış açısı kazandırmışlar resmen!

Bir de köpekbalıkları acıkınca internet kablosunun tadına bakmak isteyebiliyor. Bu görüntüler başka bir olaya ait ama köpekbalıklarının kabloları yemek isteyebileceği ilk kez Kanarya Adaları açıklarında keşfedildi. Denizler altındaki iletişim ağlarını inceleyen şu kitaba göre 1985'te o bölgede kablo döşeyen mühendisler bir süre sonra sinyal güçlendiriciye giden elektrik kablosunda bir kısa devre olduğunu fark ettiler. Bunun nasıl suyla temas ettiğini anlamak için inceleme yaptıklarında kablonun üstünde köpek balığı dişi bularak şaşkına döndüler. Karalardaki kablolara sincap gibi kemirgenlerin dadandığı biliniyordu ama köpekbalıklarının kablolarla bir alıp veremediği yoktu. Deniz biyologları daha da şaşkına döndü, çünkü o güne kadar köpekbalıklarının suyun 1 km derinliğine inebileceği bilinmiyordu. Biyologların su tanklarında yaptıkları testler sonucunda kabloların değil, içinden geçen akım nedeniyle oluşan elektrik alanının onları çektiği, kendi avlarını bulma konusunda bu tür alanlardan etkilendikleri ortaya çıktı. Kablocular da bu alanı yok edebilmek ve kablolarını koruyabilmek için yalıtım malzemelerini tekrar gözden geçirmek zorunda kaldılar.

İnternet kablosu deyince bizim aklımıza evlerimizde kullandığımız en fazla bir parmak kalınlığındaki kablolar geliyor. Bu bir ethernet kablosu. Veriyi elektrikle iletiyor. Ucuz bir yöntem ama bu tür kablolarda sinyal kaybı çok olduğu için uzun mesafelerde tercih edilmiyor. Bir de kablosuz internet var. Bu yöntemde veriler radyo dalgalarıyla iletiliyor.

Peki çok büyük miktarda veriyi, binlerce kilometre boyunca sinyal kaybı yaşamadan ve en önemlisi çok hızlı göndermek için ne yapılabilir? Bakın çok hızlı diyorum. Elektrikten daha hızlı giden şey nedir? Işık tabiki. Verileri ışık hızında taşıyabilmek için onları ışıkla taşımak gerekiyor ve bunun için de fiberoptik kablolar kullanılıyor. Evlerde özellikle müzik sistemlerini bağlamak için bu tür kablolar olabiliyor. Eğer sizde de varsa bir ucunu bağlayıp diğer ucundan gelen kırmızı lazer ışığı görebilirsiniz. Çünkü bu kabloların içinde bildiğiniz cam var. O camın içine ışığı belli bir açıyla gönderince yansıyarak ilerliyor. Aynı kablonun içine farklı açılarda ışık göndererek aynı anda farklı veriler taşınabiliyor. Yüzlerce terabitlik bilgi. Bir başka deyişle şu anda izlemekte olduğunuz bu video gibi milyonlarca video aynı anda iletilebiliyor. Üstelik bu optik fiberlerin kalınlığı insan saç teli kadar. Tabi bunları çıplak haliyle okyanusun altına döşeyemezsiniz, bırakın köpekbalıklarını hamsiler bile bunları afiyetle yer. (Tabi siz şimdi diyeceksiniz ki okyanusta hamsi yaşar mı? Yaşar tabi Avustralya hamsisi var, Büyük Okyanus'ta yaşayan, Arjantin hamsisi var Atlas okyanusunda). Neyse, işte bu saç teli inceliğindeki kabloların başına bir şey gelmesin diye etrafı jel, plastik, çelik, bakır, polikarbonat, aluminyum, polietilen gibi farklı malzemelerden oluşan 7 ayrı katmanla sarmalanıyor.

Kablolar bu şekilde üretildikten sonra çok uzun oldukları için büyük makaralara sarılıyor. Çok büyük makaralara. Bu makaralar da yaklaşık bir ayda onları denizlerin altına döşeyecek olan gemilere yükleniyor. Çünkü bunlar gerçekten de okyanus tabanına indiriliyor. Eğer taban yumuşaksa kablo bazı noktalarda binlerce metre suyun altındaki zemine gömülüyor. Eğer taban sertse dibe bırakılıyor. Tabi burada onun ne kadar gergin olması gerektiğiyle ilgili çok dikkatli hesaplamalar yapmak gerekiyor. Ayrıca bazı yerlerde mercan resifleri ya da gemi batıkları olduğundan oralarda kablonun dolanmaması için aylar öncesinden planlamalar yapılıyor.

Her gün kullandığımız internet için böylesine zahmetli işlerin yapıldığını öğrenmek insanı gerçekten şaşırtıyor. Bu çalışmalar sayesinde videonun başında verdiğim köpekbalığı örneğinde olduğu gibi yeni keşifler de yapılabiliyor. Birazdan bu sayede yapılan çok önemli bir coğrafi keşiften söz edeceğim. Peki tüm bu zahmetlere, bu maliyetlere niye katlanılıyor? Çünkü internette var olmak büyük şirketlerden küçük kişisel girişimcilere kadar herkese avantajlar sağlıyor.

—–

Eğer siz de bir girişimci ya da küçük işletme sahibiyseniz bu videonun sponsorunun düzenlediği ücretsiz eğitime katılmak isteyebilirsiniz. Dünyanın dört bir yanındaki girişimcilerin online dünyada başarılı olması için gerekli araç ve yardımı sunan GoDaddy, Habitat Derneği iş birliğiyle Türkiye'nin 13 ilinde “Dijital Ben” adı verilen eğitimler düzenliyor. 1 gün süren bu eğitimler, online varlığın tanımıyla başlıyor ve profesyonel e-posta adresinin önemi, bir web sitesini planlama, kurma ve güvenliğini sağlama gibi konulara odaklanıyor. Eğitimde ayrıca “GoDaddy Hazır Web Sitesi” ile web sitesi kurmak üzerine yapılan bir uygulamayla katılımcılar kendi sitelerini oluşturabiliyor. Türkiye'nin dijital dönüşümüne katkı sağlayan bu ücretsiz ve Türkçe eğitimlere katılmak istiyorsanız videonun altındaki linke tıklayarak kayıt yaptırabilirsiniz.

—–

İnternetin %99'unu taşıyan bu kablo ağında bir şey dikkatinizi çekti mi? Haritada bu kabloların en yoğun olduğu yerlerden biri Atlantik Okyanusu. Peki o okyanusun tabanında ne var? Kuzey Kutbu'ndan başlayıp Güney yarımküredeki Bouvet Adası'na kadar uzanan sıradağlar. Evet Atlas Okyanusu'nun ortasında suyun altında tüm taban boyunca uzanan dağlar var. Hatta bunların bazılarının yüksek bölümleri yer yer su yüzeyine çıkarak okyanusta adalar oluşturuyor. İzlanda bu adalardan biri.

Bütün bu coğrafi bilgileri şimdilerde gayet iyi biliyoruz. Hatta okyanusun altına kablo döşerken bu bilgileri kullanarak ne kadar kabloya ihtiyaç duyulacağı ve bunların farklı yüksekliklerdeki deniz altı dağlarının üzerinden nasıl geçirileceği hep bunlara göre hesaplanıyor. Bunları biliyoruz çünkü okyanusun altında uzanan bu sıradağlar 1872 yılında yine bir transatlantik kablo döşeme girişimi sırasında keşfedildi. Ta o zamanlar bile bu çok zorlu iş yapılabiliyormuş.

Suların altına kablo döşeme fikrini ilk kez uygulamaya geçiren kişiyi mutlaka duymuşsunuzdur. Samuel Morse. Hani telgraflarda kullanılan Mors alfabesine ismini veren kişi. İlk kez 1842'de New York'da denizin altına 3 km uzunluğunda bir kablo döşeyerek telgraf mesajının güvenli bir şekilde iletilebileceğini test etmiş. Bundan sadece 16 yıl sonra da binlerce kilometre uzunluğundaki ilk kablo Avrupa'yla Amerika kıtalarını birleştirmiş. 1858'de Atlantik okyanusunu aşan ilk telgraf mesajı Amerika'ya ulaşmış. Mesajın gönderilmesi 17 saat 40 dakikada gerçekleşmiş çünkü bir kelimenin bile yazılıp ulaştırılması birkaç dakika sürüyormuş. Günümüzde saç telinden bile ince kablolardan her saniye trilyonlarca kelimelik bilgi gönderilebiliyor. Örneğin 2018'de döşenen son kablolardan biri olan 6605 km uzunluğundaki MAREA kablosundan saniyede 208 Terabit bilgi taşınabiliyor.

Ama şunu da unutmamak lazım. O ilk kablo döşenmeden önce herhangi bir bilginin Avrupa'dan Amerika'ya ulaşması rüzgarların ve gemilerin hızına bağlı olarak bir ay sürüyordu. O mesaja cevap vermek için bir ay daha. 163 yıl önce insanlar en fazla bu hızda haberleşebiliyordu. İnsanlığın iletişimi hızlandırma çabaları, sadece iki insan ömrü süresinde suların altına milyonlarca kilometre uzunluğunda kablolar döşetti, o kablolar döşenirken okyanusların altında dünyanın yarısını saracak uzunlukta sıradağlar keşfedildi, denizin binlerce metre derinliklerindeki yaşam hakkında bilgi sahibi olundu ve nihayet telgraf kabloları fiberoptik internet kablolarına dönüştü.

Sırada ne var? İnterneti dünya yörüngesindeki uydulara taşımak mı? Eğer bu uyduların hızı bir gün kabloların hızını geçerse işte o gün gerçek anlamda bulutlardaki internetten bahsedebileceğiz. O zamana kadar aklınızda olsun. Girdiğiniz web siteleri ya da gönderilen e-postalar ya da izlediğiniz buna benzer videoalar bulutlardan değil aşağılardan, okyanusların binlerce metre derinliklerinden geliyor.


Denizler altında 468 kablo, internetin %99’u 468 Kabel unter dem Meer, 99 Prozent des Internets 468 cables under the sea, 99% of the internet 468 kablar under havet, 99 procent av internet

İnternet deyince genelde “bulut”lar akla gelir. Birisine e-posta göndermek için internet tabanlı “bulut bilişim hizmetleri”ni kullanırız. We use internet-based "cloud computing services" to send an email to someone. Ya da bir web sitemiz varsa bunu evimizdeki bilgisayarda değil de bu hizmeti veren uzak bir sunucuda barındırırız. Or, if we have a website, we host it not on our home computer but on a remote server that provides this service. İşte o uzaktaki sunucunun yeri bizim bulunduğumuz yer olmadığı için soyut bir kavram olan “bulut”tadır deriz. İşin ironik tarafıysa şu: bir e-posta gönderdiğimizde ya da bir web sitesine girdiğimizde diğerleriyle aramızdaki iletişim yukarılarda değil aşağılarda gerçekleşir. Şu anda izlemekte olduğunuz bu video da dahil olmak üzere 2020 yılı başı itibariyle internetteki tüm uluslararası iletişimin %99'u denizlerin altına döşenmiş 468 tane kablo hattıyla sağlanıyor. Including this video you are watching right now, as of the beginning of 2020, 99% of all international communication on the internet is provided by 468 cable lines laid under the sea. Hepsi bu! 468 tane kablo. Tabi bunların bazılarının uzunlukları sadece 131 kilometre, bazılarının uzunluklarıysa 20.000 km. Of course, some of them are only 131 kilometers long, and some are 20,000 kilometers long. Yine de o kablolardan birini kesseniz koskoca bir kıtanın interneti gidebilir. However, if you cut one of those cables, the internet of a whole continent can go.

Nitekim 2018'de böyle bir olay oldu. Fransa'dan başlayıp ta Güney Afrika'ya kadar ulaşan yaklaşık 17.000 km uzunluğunda bir kablo var. Bu kablo Avrupa ve Afrika'nın batı sahillerindeki 22 ülkeyi birbirine ve internete bağlıyor. This cable connects 22 countries on the west coast of Europe and Africa to each other and to the internet. Trol avcılığı yapan bir balıkçı teknesi sağolsun kabloyu yanlışlıkla koparınca 10 ülkenin interneti kesilmiş. Adamlar “internet trollüğü” kavramına yeni bir bakış açısı kazandırmışlar resmen! The guys have officially given a new perspective to the concept of "internet trolling"!

Kablolarla ilgili tek problemli olay bu değil. That's not the only problem with cables. Nasıl olsun ki? How could it be? Toplamda 1.2 milyon km uzunluğundaki kablolardan bahsediyoruz. We are talking about 1.2 million km of cables in total. Her yıl 200 civarında irili ufaklı problemle karşılaşılıyor. Every year, around 200 large and small problems are encountered. Bazen kablonun üstüne gemiler yanlışlıkla demir atıyor, bazen de depremler ya da su altı volkan patlamaları nedeniyle bu kablolar hasar görebiliyor. 2007'de deniz korsanları Tayland, Vietnam ve Hong Kong'u bağlayan bir kablonun 11 kilometrelik kısmını çalıp 100 tonluk hurda olarak satmışlar. In 2007, sea pirates stole 11 kilometers of a cable connecting Thailand, Vietnam and Hong Kong and sold it as scrap for 100 tons. Adamlar “internet korsanlığı” kavramına yeni bir bakış açısı kazandırmışlar resmen! The guys have officially brought a new perspective to the concept of "internet piracy"!

Bir de köpekbalıkları acıkınca internet kablosunun tadına bakmak isteyebiliyor. And when sharks get hungry, they may want to taste the internet cable. Bu görüntüler başka bir olaya ait ama köpekbalıklarının kabloları yemek isteyebileceği ilk kez Kanarya Adaları açıklarında keşfedildi. These images are from another event but were first discovered off the Canary Islands, where sharks might want to eat the cables. Denizler altındaki iletişim ağlarını inceleyen şu kitaba göre 1985'te o bölgede kablo döşeyen mühendisler bir süre sonra sinyal güçlendiriciye giden elektrik kablosunda bir kısa devre olduğunu fark ettiler. According to this book examining communication networks under the sea, engineers laying cables in that area in 1985 soon noticed that there was a short circuit in the electrical cable going to the signal booster. Bunun nasıl suyla temas ettiğini anlamak için inceleme yaptıklarında kablonun üstünde köpek balığı dişi bularak şaşkına döndüler. When they examined it to understand how it came into contact with water, they were surprised to find shark teeth on the cable. Karalardaki kablolara sincap gibi kemirgenlerin dadandığı biliniyordu ama köpekbalıklarının kablolarla bir alıp veremediği yoktu. Rodents such as squirrels were known to haunt the cables on land, but the sharks had nothing to do with the cables. Deniz biyologları daha da şaşkına döndü, çünkü o güne kadar köpekbalıklarının suyun 1 km derinliğine inebileceği bilinmiyordu. Marine biologists were even more baffled, as until then it was unknown that sharks could go 1km deep in water. Biyologların su tanklarında yaptıkları testler sonucunda kabloların değil, içinden geçen akım nedeniyle oluşan elektrik alanının onları çektiği, kendi avlarını bulma konusunda bu tür alanlardan etkilendikleri ortaya çıktı. Kablocular da bu alanı yok edebilmek ve kablolarını koruyabilmek için yalıtım malzemelerini tekrar gözden geçirmek zorunda kaldılar. Cable manufacturers also had to reconsider their insulation materials to be able to destroy this area and protect their cables.

İnternet kablosu deyince bizim aklımıza evlerimizde kullandığımız en fazla bir parmak kalınlığındaki kablolar geliyor. Bu bir ethernet kablosu. Veriyi elektrikle iletiyor. It transmits data electrically. Ucuz bir yöntem ama bu tür kablolarda sinyal kaybı çok olduğu için uzun mesafelerde tercih edilmiyor. Bir de kablosuz internet var. Bu yöntemde veriler radyo dalgalarıyla iletiliyor.

Peki çok büyük miktarda veriyi, binlerce kilometre boyunca sinyal kaybı yaşamadan ve en önemlisi çok hızlı göndermek için ne yapılabilir? So what can be done to send huge amounts of data without losing signal for thousands of kilometers and most importantly very quickly? Bakın çok hızlı diyorum. Elektrikten daha hızlı giden şey nedir? Işık tabiki. Verileri ışık hızında taşıyabilmek için onları ışıkla taşımak gerekiyor ve bunun için de fiberoptik kablolar kullanılıyor. Evlerde özellikle müzik sistemlerini bağlamak için bu tür kablolar olabiliyor. Eğer sizde de varsa bir ucunu bağlayıp diğer ucundan gelen kırmızı lazer ışığı görebilirsiniz. If you have one, you can connect one end and see the red laser light coming from the other end. Çünkü bu kabloların içinde bildiğiniz cam var. Because inside these cables there is glass you know. O camın içine ışığı belli bir açıyla gönderince yansıyarak ilerliyor. Aynı kablonun içine farklı açılarda ışık göndererek aynı anda farklı veriler taşınabiliyor. By sending light at different angles into the same cable, different data can be carried at the same time. Yüzlerce terabitlik bilgi. Bir başka deyişle şu anda izlemekte olduğunuz bu video gibi milyonlarca video aynı anda iletilebiliyor. Üstelik bu optik fiberlerin kalınlığı insan saç teli kadar. Tabi bunları çıplak haliyle okyanusun altına döşeyemezsiniz, bırakın köpekbalıklarını hamsiler bile bunları afiyetle yer. (Tabi siz şimdi diyeceksiniz ki okyanusta hamsi yaşar mı? (Of course, you will say now, do anchovies live in the ocean? Yaşar tabi Avustralya hamsisi var, Büyük Okyanus'ta yaşayan, Arjantin hamsisi var Atlas okyanusunda). Neyse, işte bu saç teli inceliğindeki kabloların başına bir şey gelmesin diye etrafı jel, plastik, çelik, bakır, polikarbonat, aluminyum, polietilen gibi farklı malzemelerden oluşan 7 ayrı katmanla sarmalanıyor.

Kablolar bu şekilde üretildikten sonra çok uzun oldukları için büyük makaralara sarılıyor. After the cables are produced in this way, they are wound on large reels because they are so long. Çok büyük makaralara. Bu makaralar da yaklaşık bir ayda onları denizlerin altına döşeyecek olan gemilere yükleniyor. These reels are loaded onto ships that will lay them under the sea in about a month. Çünkü bunlar gerçekten de okyanus tabanına indiriliyor. Because they are indeed being lowered to the ocean floor. Eğer taban yumuşaksa kablo bazı noktalarda binlerce metre suyun altındaki zemine gömülüyor. If the base is soft, the cable will sink into the ground thousands of meters underwater at some points. Eğer taban sertse dibe bırakılıyor. If the base is hard, it is left on the bottom. Tabi burada onun ne kadar gergin olması gerektiğiyle ilgili çok dikkatli hesaplamalar yapmak gerekiyor. Of course, it is necessary to make very careful calculations about how nervous he should be. Ayrıca bazı yerlerde mercan resifleri ya da gemi batıkları olduğundan oralarda kablonun dolanmaması için aylar öncesinden planlamalar yapılıyor.

Her gün kullandığımız internet için böylesine zahmetli işlerin yapıldığını öğrenmek insanı gerçekten şaşırtıyor. It is truly astonishing to learn that such hard work is done for the internet we use every day. Bu çalışmalar sayesinde videonun başında verdiğim köpekbalığı örneğinde olduğu gibi yeni keşifler de yapılabiliyor. Birazdan bu sayede yapılan çok önemli bir coğrafi keşiften söz edeceğim. Peki tüm bu zahmetlere, bu maliyetlere niye katlanılıyor? So why all these troubles and costs? Çünkü internette var olmak büyük şirketlerden küçük kişisel girişimcilere kadar herkese avantajlar sağlıyor. Because being on the internet offers advantages to everyone, from large companies to small personal entrepreneurs.

—–

Eğer siz de bir girişimci ya da küçük işletme sahibiyseniz bu videonun sponsorunun düzenlediği ücretsiz eğitime katılmak isteyebilirsiniz. Dünyanın dört bir yanındaki girişimcilerin online dünyada başarılı olması için gerekli araç ve yardımı sunan GoDaddy, Habitat Derneği iş birliğiyle Türkiye'nin 13 ilinde “Dijital Ben” adı verilen eğitimler düzenliyor. GoDaddy, which provides the necessary tools and assistance for entrepreneurs around the world to be successful in the online world, organizes trainings called "Digital Me" in 13 provinces of Turkey in cooperation with Habitat Association. 1 gün süren bu eğitimler, online varlığın tanımıyla başlıyor ve profesyonel e-posta adresinin önemi, bir web sitesini planlama, kurma ve güvenliğini sağlama gibi konulara odaklanıyor. Eğitimde ayrıca “GoDaddy Hazır Web Sitesi” ile web sitesi kurmak üzerine yapılan bir uygulamayla katılımcılar kendi sitelerini oluşturabiliyor. In the training, participants can create their own websites with an application on setting up a website with the “GoDaddy Ready Website”. Türkiye'nin dijital dönüşümüne katkı sağlayan bu ücretsiz ve Türkçe eğitimlere katılmak istiyorsanız videonun altındaki linke tıklayarak kayıt yaptırabilirsiniz.

—–

İnternetin %99'unu taşıyan bu kablo ağında bir şey dikkatinizi çekti mi? Did anything catch your attention in this cable network that carries 99% of the internet? Haritada bu kabloların en yoğun olduğu yerlerden biri Atlantik Okyanusu. Peki o okyanusun tabanında ne var? So what's on the bottom of that ocean? Kuzey Kutbu'ndan başlayıp Güney yarımküredeki Bouvet Adası'na kadar uzanan sıradağlar. Mountain ranges from the North Pole to Bouvet Island in the Southern hemisphere. Evet Atlas Okyanusu'nun ortasında suyun altında tüm taban boyunca uzanan dağlar var. Hatta bunların bazılarının yüksek bölümleri yer yer su yüzeyine çıkarak okyanusta adalar oluşturuyor. In fact, the high parts of some of them rise to the surface of the water in places and form islands in the ocean. İzlanda bu adalardan biri.

Bütün bu coğrafi bilgileri şimdilerde gayet iyi biliyoruz. Hatta okyanusun altına kablo döşerken bu bilgileri kullanarak ne kadar kabloya ihtiyaç duyulacağı ve bunların farklı yüksekliklerdeki deniz altı dağlarının üzerinden nasıl geçirileceği hep bunlara göre hesaplanıyor. Bunları biliyoruz çünkü okyanusun altında uzanan bu sıradağlar 1872 yılında yine bir transatlantik kablo döşeme girişimi sırasında keşfedildi. We know this because these sub-ocean mountain ranges were discovered in 1872, again during a transatlantic cable-laying attempt. Ta o zamanlar bile bu çok zorlu iş yapılabiliyormuş. Even back then, this very difficult job could be done.

Suların altına kablo döşeme fikrini ilk kez uygulamaya geçiren kişiyi mutlaka duymuşsunuzdur. You must have heard of the person who first implemented the idea of laying cables under water. Samuel Morse. Hani telgraflarda kullanılan Mors alfabesine ismini veren kişi. The person who gave his name to the Morse code used in telegrams. İlk kez 1842'de New York'da denizin altına 3 km uzunluğunda bir kablo döşeyerek telgraf mesajının güvenli bir şekilde iletilebileceğini test etmiş. Bundan sadece 16 yıl sonra da binlerce kilometre uzunluğundaki ilk kablo Avrupa'yla Amerika kıtalarını birleştirmiş. 1858'de Atlantik okyanusunu aşan ilk telgraf mesajı Amerika'ya ulaşmış. In 1858, the first telegraph message to cross the Atlantic Ocean reached America. Mesajın gönderilmesi 17 saat 40 dakikada gerçekleşmiş çünkü bir kelimenin bile yazılıp ulaştırılması birkaç dakika sürüyormuş. The message was sent in 17 hours and 40 minutes because even a word took a few minutes to be written and delivered. Günümüzde saç telinden bile ince kablolardan her saniye trilyonlarca kelimelik bilgi gönderilebiliyor. Today, trillions of words of information can be sent every second through cables that are even thinner than a hair. Örneğin 2018'de döşenen son kablolardan biri olan 6605 km uzunluğundaki MAREA kablosundan saniyede 208 Terabit bilgi taşınabiliyor. For example, 208 Terabits of information per second can be carried through the 6605 km long MAREA cable, one of the last cables laid in 2018.

Ama şunu da unutmamak lazım. But we should not forget this. O ilk kablo döşenmeden önce herhangi bir bilginin Avrupa'dan Amerika'ya ulaşması rüzgarların ve gemilerin hızına bağlı olarak bir ay sürüyordu. O mesaja cevap vermek için bir ay daha. 163 yıl önce insanlar en fazla bu hızda haberleşebiliyordu. 163 years ago, people could only communicate at this speed. İnsanlığın iletişimi hızlandırma çabaları, sadece iki insan ömrü süresinde suların altına milyonlarca kilometre uzunluğunda kablolar döşetti, o kablolar döşenirken okyanusların altında dünyanın yarısını saracak uzunlukta sıradağlar keşfedildi, denizin binlerce metre derinliklerindeki yaşam hakkında bilgi sahibi olundu ve nihayet telgraf kabloları fiberoptik internet kablolarına dönüştü. Humanity's efforts to speed up communication have laid millions of kilometers of cables under the waters in just two human lifetimes, while those cables were being laid, mountain ranges long enough to envelop half the world were discovered under the oceans, information was gained about life thousands of meters deep in the sea, and finally telegraph cables turned into fiber optic internet cables.

Sırada ne var? İnterneti dünya yörüngesindeki uydulara taşımak mı? Bringing the internet to earth-orbiting satellites? Eğer bu uyduların hızı bir gün kabloların hızını geçerse işte o gün gerçek anlamda bulutlardaki internetten bahsedebileceğiz. O zamana kadar aklınızda olsun. Until then, keep it in mind. Girdiğiniz web siteleri ya da gönderilen e-postalar ya da izlediğiniz buna benzer videoalar bulutlardan değil aşağılardan, okyanusların binlerce metre derinliklerinden geliyor.