×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Barış Özcan 2020, Bu resme bakınca ne görüyorsun?

Bu resme bakınca ne görüyorsun?

Sherlock Holmes'un nasıl bir analiz yeteneğine sahip olduğuna pek çok kez tanık olduk. Başka insanların göremediklerini görme konusunda çok özel bir yeteneği var.

Bir fikrin var mı? Şu ana kadar yedi tane. Yedi mi? Yedi mi? Nasıl oluyor da böyle bir görme yeteneği kazanabiliyor? Gelin biz de bu videoda biraz Sherlock Holmes'cülük oynayalım. 1. Sezonun 3. bölümündeki bu sahnede onun ipuçlarını aradığı hikayeyle hiç ilgisi olmayan bir ayrıntıya dikkatiniz çekmek istiyorum. Arkadaki köprüye…

İzlediğimiz sahnenin hemen başında bu köprünün bir “timelapse görüntüsü”nü, hızlandırılmış çekimini izledik. Bu tür çekimler bize nesneleri algılayışımızın ışıkla ne kadar değişebileceğini hatırlatır. Aynı nesne farklı renklerde algılanabilir.

Nitekim Sherlock'un durduğu bu noktanın tam karşı kıyısına, 1899 yılında Fransız ressam Claude Monet kendi tuvalini yerleştirmişti. Amacı bir “timelapse” yapmaktı. Tabi o zamanlar ne bunu yapacak bir teknoloji ne de böyle bir kavram vardı. Ama o yine de farklı zamanlarda aynı şeyin görüntüsünü yakalamak ve tuvaline yansıtmak istiyordu. 6 yıl boyunca Fransa'dan Londra'ya farklı zamanlarda seyahat ederek Thames nehri üzerindeki bu Waterloo Köprüsü'nün tam 37 tane tablosunu yaptı. Onun bu tablo serisi ışığın, sisin, buğunun ve daha başka atmosferik etkilerin renkleri nasıl oluşturduğunu ve bizim bunları nasıl algıladığımızı gösteren çok önemli bir sanat çalışması haline geldi ve sonra da bilimsel bir araştırmanın konusu oldu.

Geçenlerde bir müzede bu eserlerin 8 tanesi bir araya getirildi ve bu vesileyle bilim insanları da tablolardaki renk pigmentlerini analiz etmeye başladılar. Tıpkı Sherlock benzeri bir dedektif gibi çıkarımlar yapmaya başladılar. Sanatçı son derece sınırlı bir renk paleti kullanmıştı. Ama bunlarla çok farklı ambiyansları yansıtabilmişti. Peki bunu nasıl başarabilmişti?

İşin sırrı ışığın dalga boylarında. Gözümüzdeki retinada renkleri algılamamızı sağlayan üç tip hücre var: “S-cone”lar ışığın kısa dalga boyuna; “M-cone”lar orta dalga boyuna ve “L-cone”lar da uzun dalga boyuna karşı hassas. Algıladığımız tüm renkler bu üç ana rengin tonlarından ve karışımından ortaya çıkıyor. 1990'lı yıllarda bu konudaki ilk bilimsel çalışmaları yapan Profesör David Williams da o müzeyi ziyarete gidenlerden biri. Monet'nin sadece bir köprüyü konu alan bu serisiyle ilgili şunu söylüyor: Neredeyse sanata bilimsel bir yaklaşım diyebiliriz. Bir şeyi sabit tut, ve diğer şeyleri değiştirerek etkilerini anlamaya çalış. Herhangi bir nesneye baktığımızda farklı dalga boylarındaki ışık gözümüze girer. Gözümüz bu ışığı retina tabakasına odaklar. Böylece retinada görselin ters çevrilmiş bir görüntüsü oluşur. Bu sırada ışığa hassas “cone hücreleri” uyarılır. Optik sinirlerle beynin görsel veri işleme merkezine taşınır. Burası sinyali beynin farklı bölgelerine yönlendirir. Sinyal bu bölgeler arasında ileri geri hareket ederken biz nesnenin ne olduğunu algılarız. Mesela bir köprü olduğunu.

Dikkat ederseniz görme işlemi teknik olarak gözde başlasa da orada bitmiyor. Beynin hemen her bölümüyle alakalı. O yüzden de çok karmaşık. Bir şeyi görmeye çalışırken sinyaller beynimizin hafıza bölümünden de geçiyor. Yani geçmiş tecrübelerimiz görme algımızı etkiliyor. Aynı şekilde beklentilerimiz, o andaki dikkat durumumuz, bulunduğumuz ortam gibi görünüşte ilgisiz zannedeceğimiz pek çok şey görüşümüzü etkileyebiliyor.

Bunun en çarpıcı örneklerinden biri şu tahta üzerindeki kareler. Şimdi şu iki kareye odaklanmanızı istiyorum. Hangisi daha karanlık? Daha soruyu sorarken bile sizi manipüle ettim. Çünkü eminim bu iki kareyi birbirinden farklı renklermiş gibi algılıyorsunuz. Birisi siyaha diğeri de beyaza daha yakınmış gibi. Oysa ikisi de aynı renk. Bunu kanıtlamak için birinden alacağımız renk örneğini diğerinin yanına götürmemiz yeterli. Göz göre göre yanılıyoruz. Çünkü beynimiz “renk sabitliği” denilen bir fenomene sahip. İşte size ne kadar sabit fikirli, ön yargılı olduğumuzun görsel bir kanıtı. Bu iki rengi farklı algılıyoruz çünkü yeşil renkli silindirin üç boyutlu bir cisim olduğunu, sağ üst köşeden ışık aldığını o yüzden tahta üzerine gölgesinin düştüğünü zannediyoruz. Kendimize böyle bir hikaye anlatıyoruz. Çünkü görme işlemi burada bitmiyor, baktıkça algıladığımız sinyaller beynimizin içinde ileri geri hareket ederek böyle bir hikayeye dönüşüyor. Kendimize anlattığımız bir hikayeye. İşte Monet gibi ressamlar beynin bu prensiplerini çalışmışlar. Son derece kısıtlı bir renk paletiyle bize sadece bir köprüyü 37 farklı şekilde gösterip her seferinde 37 farklı duygu durumuna sokmayı bu sayede başarıyorlar.

Sadece ressamlar değil tüm sanatçılar ellerindeki paleti kullanarak bize kendi hikayelerini çok daha güçlü bir biçimde anlatmaya çalışıyorlar. Sinemanın ilk zamanlarında filmler siyah beyazdı. Ne zamanki renkli filmler ortaya çıkmaya başladı o zamandan beri sinemacılar da rengi kullanarak hikaye anlatmaya başladılar. Dünyanın ilk uzun metrajlı renkli filmi Becky Sharp ve Türkiye'nin ilk uzun metrajlı renkli filmi Halıcı Kız rengi de hikayenin bir parçası haline getirdi. Stanley Kubrick ta 1968 yılında kırmızı renkle yapay zeka arasında bir ilişki kurdu. Trafik lambasındaki kırmızı gibi duran bu ışık HAL 9000 adındaki bilgisayarın ışığı. 2001 Uzay Macerası filmindeki bu bilgisayar kendisine verilen emirleri bir noktadan sonra yerine getirmiyor.

Üzgünüm Dave. Korkarım bunu yapamam. Yönetmen kendisini yaratan insanlığa isyan edecek bir yapay zekanın işaretlerini çok önceden görerek biz insanları uyarmak için ona kırmızı rengi iliştirmiş. Neden kırmızı? Çünkü pek çok kültür için kırmızı tehlike anlamına gelir. Neden bu anlama gelir? Çünkü en uzun dalga boyuna sahip olan bu rengi beynimiz çok uzaklardan bile algılayabilir.

İşte Sherlock gibi bir analiz yaparak sanatta bilimin ve kültürün izlerini sürdük ve bir sonuca ulaştık. Bu işlerde ustalaşmak için bir sanatçı olmasak bile sanat eserlerini görmeyi, okumayı öğrenmemiz gerekiyor. Bunun eğitimi de genellikle müzelerde yapılıyor. Monet'nin Waterloo köprüsü serisinden 8 tabloyu bir araya getirip sergileyen bir müze sayesinde sadece kültür-sanat severler değil bilim insanları bile pek çok şey öğrenebildiler. Nereden geldik buraya? Sherlock Holmes'den. Cinayet mahallini incelerken kullandığı akıl yürütmelerden. Peki bunun müzelerle, sanatla, resimle ne alakası var?

Ama bunun resimle ne alakası var? Görmüyorum… Görüyorsun, sadece bakmıyorsun. Waterloo köprüsü yakınlarındaki bu cinayet mahallinden o köprüyü resimleyen Monet'ye geri dönecek olursak… Monet'nin yaptığı şey bizi dünyayı normal yollardan algılama konusunda zorlaması. Dikkatimizi aydınlatmanın etkilerine yönlendirmesi ve nesneyi görmezden gelmeye zorlaması. Bunun için de son derece bilinçli bir şekilde resimlediği sahnedeki karmaşık detayların tonunu azaltması. Monet Waterloo Köprüsü'nü resimledikten tam 100 yıl sonra 2002'de aynı köprü üzerinde bir gece ansızın şöyle bir resim belirdi: Balonlu Kız. Kimliğini gizli tutan grafiti sanatçısı Banksy tarafından oraya bırakılmış olan bu eser daha sonra yine çok ses getirecek ve görünmeyeni görme konusunda bizleri zorlayacaktı, çünkü o da dünyayı normal yollardan algılama konusunda sıkıntılıydı. O da beynimizin zayıflıklarını yine beynimizi uyarmak için kullanmıştı. O da Sherlock'un kullandığı mantığı yürütmüş, Monet'nin yöntemleriyle karmaşık bir dünyayı sadeleştirmiş ve Kubrick gibi tek bir rengi kullanarak bizi uyarmıştı.


Bu resme bakınca ne görüyorsun? Was sehen Sie, wenn Sie dieses Bild betrachten? What do you see when you look at this picture? ¿Qué ves cuando miras esta foto? Que voyez-vous en regardant cette image ? Wat zie je als je naar deze foto kijkt? Что вы видите, глядя на эту картинку? Vad ser du när du tittar på den här bilden?

Sherlock Holmes'un nasıl bir analiz yeteneğine sahip olduğuna pek çok kez tanık olduk. We have witnessed many times what kind of analytical ability Sherlock Holmes has. Başka insanların göremediklerini görme konusunda çok özel bir yeteneği var. He has a very special ability to see what other people cannot see.

Bir fikrin var mı? Do you have an idea? Şu ana kadar yedi tane. Seven so far. Yedi mi? Yedi mi? Nasıl oluyor da böyle bir görme yeteneği kazanabiliyor? How does he gain such a vision? Gelin biz de bu videoda biraz Sherlock Holmes'cülük oynayalım. 1. Sezonun 3. bölümündeki bu sahnede onun ipuçlarını aradığı hikayeyle hiç ilgisi olmayan bir ayrıntıya dikkatiniz çekmek istiyorum. I would like to draw your attention to a detail that has nothing to do with the story in which he seeks clues in this scene in episode 3 of the season. Arkadaki köprüye…

İzlediğimiz sahnenin hemen başında bu köprünün bir “timelapse görüntüsü”nü, hızlandırılmış çekimini izledik. Right at the beginning of the scene we watched, we watched a timelapse image of this bridge, a time-lapse shot. Bu tür çekimler bize nesneleri algılayışımızın ışıkla ne kadar değişebileceğini hatırlatır. Such shots remind us how much our perception of objects can change with light. Aynı nesne farklı renklerde algılanabilir. The same object can be perceived in different colors.

Nitekim Sherlock'un durduğu bu noktanın tam karşı kıyısına, 1899 yılında Fransız ressam Claude Monet kendi tuvalini yerleştirmişti. As a matter of fact, the French painter Claude Monet placed his own canvas on the opposite bank of this point where Sherlock was standing. Amacı bir “timelapse” yapmaktı. His goal was to make a "timelapse". Tabi o zamanlar ne bunu yapacak bir teknoloji ne de böyle bir kavram vardı. Of course, at that time there was neither a technology to do this nor such a concept. Ama o yine de farklı zamanlarda aynı şeyin görüntüsünü yakalamak ve tuvaline yansıtmak istiyordu. But he still wanted to capture the image of the same thing at different times and reflect it on his canvas. 6 yıl boyunca Fransa'dan Londra'ya farklı zamanlarda seyahat ederek Thames nehri üzerindeki bu Waterloo Köprüsü'nün tam 37 tane tablosunu yaptı. Onun bu tablo serisi ışığın, sisin, buğunun ve daha başka atmosferik etkilerin renkleri nasıl oluşturduğunu ve bizim bunları nasıl algıladığımızı gösteren çok önemli bir sanat çalışması haline geldi ve sonra da bilimsel bir araştırmanın konusu oldu. This series of his paintings became a very important work of art, showing how light, fog, mist and other atmospheric effects create colors and how we perceive them, and later became the subject of scientific research.

Geçenlerde bir müzede bu eserlerin 8 tanesi bir araya getirildi ve bu vesileyle bilim insanları da tablolardaki renk pigmentlerini analiz etmeye başladılar. Tıpkı Sherlock benzeri bir dedektif gibi çıkarımlar yapmaya başladılar. They began to make inferences, just like a Sherlock-like detective. Sanatçı son derece sınırlı bir renk paleti kullanmıştı. Ama bunlarla çok farklı ambiyansları yansıtabilmişti. Peki bunu nasıl başarabilmişti?

İşin sırrı ışığın dalga boylarında. The secret is in the wavelengths of light. Gözümüzdeki retinada renkleri algılamamızı sağlayan üç tip hücre var: “S-cone”lar ışığın kısa dalga boyuna; “M-cone”lar orta dalga boyuna ve “L-cone”lar da uzun dalga boyuna karşı hassas. Algıladığımız tüm renkler bu üç ana rengin tonlarından ve karışımından ortaya çıkıyor. All the colors we perceive arise from the tones and mixtures of these three primary colors. 1990'lı yıllarda bu konudaki ilk bilimsel çalışmaları yapan Profesör David Williams da o müzeyi ziyarete gidenlerden biri. Professor David Williams, who made the first scientific studies on this subject in the 1990s, is one of those who visit that museum. Monet'nin sadece bir köprüyü konu alan bu serisiyle ilgili şunu söylüyor: Neredeyse sanata bilimsel bir yaklaşım diyebiliriz. We can almost call it a scientific approach to art. Bir şeyi sabit tut, ve diğer şeyleri değiştirerek etkilerini anlamaya çalış. Herhangi bir nesneye baktığımızda farklı dalga boylarındaki ışık gözümüze girer. Gözümüz bu ışığı retina tabakasına odaklar. Böylece retinada görselin ters çevrilmiş bir görüntüsü oluşur. Bu sırada ışığa hassas “cone hücreleri” uyarılır. Optik sinirlerle beynin görsel veri işleme merkezine taşınır. Burası sinyali beynin farklı bölgelerine yönlendirir. Sinyal bu bölgeler arasında ileri geri hareket ederken biz nesnenin ne olduğunu algılarız. Mesela bir köprü olduğunu.

Dikkat ederseniz görme işlemi teknik olarak gözde başlasa da orada bitmiyor. Beynin hemen her bölümüyle alakalı. O yüzden de çok karmaşık. Bir şeyi görmeye çalışırken sinyaller beynimizin hafıza bölümünden de geçiyor. Yani geçmiş tecrübelerimiz görme algımızı etkiliyor. In other words, our past experiences affect our perception of vision. Aynı şekilde beklentilerimiz, o andaki dikkat durumumuz, bulunduğumuz ortam gibi görünüşte ilgisiz zannedeceğimiz pek çok şey görüşümüzü etkileyebiliyor.

Bunun en çarpıcı örneklerinden biri şu tahta üzerindeki kareler. One of the most striking examples of this is the squares on the board. Şimdi şu iki kareye odaklanmanızı istiyorum. Hangisi daha karanlık? Daha soruyu sorarken bile sizi manipüle ettim. I manipulated you even before I asked the question. Çünkü eminim bu iki kareyi birbirinden farklı renklermiş gibi algılıyorsunuz. Birisi siyaha diğeri de beyaza daha yakınmış gibi. Oysa ikisi de aynı renk. Bunu kanıtlamak için birinden alacağımız renk örneğini diğerinin yanına götürmemiz yeterli. To prove this, we just need to take the color sample from one to the other. Göz göre göre yanılıyoruz. We are blindly mistaken. Çünkü beynimiz “renk sabitliği” denilen bir fenomene sahip. İşte size ne kadar sabit fikirli, ön yargılı olduğumuzun görsel bir kanıtı. Bu iki rengi farklı algılıyoruz çünkü yeşil renkli silindirin üç boyutlu bir cisim olduğunu, sağ üst köşeden ışık aldığını o yüzden tahta üzerine gölgesinin düştüğünü zannediyoruz. Kendimize böyle bir hikaye anlatıyoruz. We tell ourselves such a story. Çünkü görme işlemi burada bitmiyor, baktıkça algıladığımız sinyaller beynimizin içinde ileri geri hareket ederek böyle bir hikayeye dönüşüyor. Because the process of seeing does not end here, the signals we perceive as we look turn into such a story by moving back and forth in our brain. Kendimize anlattığımız bir hikayeye. İşte Monet gibi ressamlar beynin bu prensiplerini çalışmışlar. Son derece kısıtlı bir renk paletiyle bize sadece bir köprüyü 37 farklı şekilde gösterip her seferinde 37 farklı duygu durumuna sokmayı bu sayede başarıyorlar.

Sadece ressamlar değil tüm sanatçılar ellerindeki paleti kullanarak bize kendi hikayelerini çok daha güçlü bir biçimde anlatmaya çalışıyorlar. All artists, not just painters, are trying to tell us their stories in a much more powerful way by using the palette in their hands. Sinemanın ilk zamanlarında filmler siyah beyazdı. In the early days of cinema, movies were black and white. Ne zamanki renkli filmler ortaya çıkmaya başladı o zamandan beri sinemacılar da rengi kullanarak hikaye anlatmaya başladılar. Dünyanın ilk uzun metrajlı renkli filmi Becky Sharp ve Türkiye'nin ilk uzun metrajlı renkli filmi Halıcı Kız rengi de hikayenin bir parçası haline getirdi. Stanley Kubrick ta 1968 yılında kırmızı renkle yapay zeka arasında bir ilişki kurdu. Stanley Kubrick also established a relationship between the color red and artificial intelligence in 1968. Trafik lambasındaki kırmızı gibi duran bu ışık HAL 9000 adındaki bilgisayarın ışığı. 2001 Uzay Macerası filmindeki bu bilgisayar kendisine verilen emirleri bir noktadan sonra yerine getirmiyor. This computer in the 2001 Space Adventure movie does not follow the orders given to it after a point.

Üzgünüm Dave. Korkarım bunu yapamam. I'm afraid I can't do that. Yönetmen kendisini yaratan insanlığa isyan edecek bir yapay zekanın işaretlerini çok önceden görerek biz insanları uyarmak için ona kırmızı rengi iliştirmiş. The director saw the signs of an artificial intelligence that will rebel against the humanity that created him, and attached the color red to it to warn us people. Neden kırmızı? Çünkü pek çok kültür için kırmızı tehlike anlamına gelir. Neden bu anlama gelir? Çünkü en uzun dalga boyuna sahip olan bu rengi beynimiz çok uzaklardan bile algılayabilir.

İşte Sherlock gibi bir analiz yaparak sanatta bilimin ve kültürün izlerini sürdük ve bir sonuca ulaştık. Bu işlerde ustalaşmak için bir sanatçı olmasak bile sanat eserlerini görmeyi, okumayı öğrenmemiz gerekiyor. To master these works, we need to learn to see and read works of art, even if we are not an artist. Bunun eğitimi de genellikle müzelerde yapılıyor. Monet'nin Waterloo köprüsü serisinden 8 tabloyu bir araya getirip sergileyen bir müze sayesinde sadece kültür-sanat severler değil bilim insanları bile pek çok şey öğrenebildiler. Nereden geldik buraya? Sherlock Holmes'den. Cinayet mahallini incelerken kullandığı akıl yürütmelerden. From the reasoning he used when examining the murder scene. Peki bunun müzelerle, sanatla, resimle ne alakası var?

Ama bunun resimle ne alakası var? But what does that have to do with the picture? Görmüyorum… Görüyorsun, sadece bakmıyorsun. I don't see… You see, you just don't look. Waterloo köprüsü yakınlarındaki bu cinayet mahallinden o köprüyü resimleyen Monet'ye geri dönecek olursak… Monet'nin yaptığı şey bizi dünyayı normal yollardan algılama konusunda zorlaması. What Monet is doing is forcing us to perceive the world in normal ways. Dikkatimizi aydınlatmanın etkilerine yönlendirmesi ve nesneyi görmezden gelmeye zorlaması. It directs our attention to the effects of lighting and forces us to ignore the object. Bunun için de son derece bilinçli bir şekilde resimlediği sahnedeki karmaşık detayların tonunu azaltması. And for this, he lowers the tone of the complex details in the scene he very consciously paints. Monet Waterloo Köprüsü'nü resimledikten tam 100 yıl sonra 2002'de aynı köprü üzerinde bir gece ansızın şöyle bir resim belirdi: Balonlu Kız. Kimliğini gizli tutan grafiti sanatçısı Banksy tarafından oraya bırakılmış olan bu eser daha sonra yine çok ses getirecek ve görünmeyeni görme konusunda bizleri zorlayacaktı, çünkü o da dünyayı normal yollardan algılama konusunda sıkıntılıydı. This work, which was left there by the graffiti artist Banksy, who kept his identity secret, would later make a lot of noise and force us to see the invisible, because he too had trouble perceiving the world in normal ways. O da beynimizin zayıflıklarını yine beynimizi uyarmak için kullanmıştı. He also used the weaknesses of our brains to stimulate our brain. O da Sherlock'un kullandığı mantığı yürütmüş, Monet'nin yöntemleriyle karmaşık bir dünyayı sadeleştirmiş ve Kubrick gibi tek bir rengi kullanarak bizi uyarmıştı. He also used Sherlock's logic, simplified a complex world with Monet's methods, and warned us by using a single color like Kubrick.