×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Barış Özcan 2020, Atom çarpıştırıcısına kafanızı sokarsanız ne olur?

Atom çarpıştırıcısına kafanızı sokarsanız ne olur? Bu teorik bir soru değil. Gerçekten birinin başına gelmiş. 1978 yılında… Rusya'da… Yanlışlıkla… Çernobil nükleer reaktör kazasından 8 yıl önce… Olayın detaylarını aktaracağım, hatta bundan çok daha önce yaşanmış ve en az bunun kadar garip bir başka kişinin hikayesini de anlatacağım ama önce “atom çarpıştırıcısı” nedir, onu bir hatırlayalım. Parçacık hızlandırıcısı da deniliyor. Fizikçiler atom altı parçacıkları inceleyebilmek için onları çok güçlü mıknatısların yardımıyla hızlandırıyor ve sonra da çarpıştırıyor.

Yarış arabalarını düşünün. Onların büyük bir hızla hareket edebilmesi için ne yapılır? Dairesel bir pist inşa edilir değil mi? Atomları hızlandırmak için de buna benzer yapılar inşa ediliyor. Tabi atomların yarış arabaları gibi saatte 300 km hızla gitmeleri yeterli değil. Işık hızına yaklaşmaları lazım. Yani saatte 1 milyar km hıza! Atomların bu kadar hızlı gidebilmesi için çok büyük bir makine yapmak gerekiyor.

İnsanların bugüne kadar yaptığı en güçlü, en büyük makine, CERN'ün “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı.” 27 km uzunluğunda devasa bir tünel şeklinde yerin 175 metre altında uzanıyor. Atomaltı parçacıkları ışığa yakın hızlarda çarpıştırmak evrenin en büyük gizemlerini aydınlatmak için son derece önemli. Stephen Hawking atom çarpıştırıcılarını, insanların icat ettiği zaman makinesine en yakın araçlar olarak tanımlıyor. Bazı bilim insanları da bu makinelerin içinde yanlışlıkla küçük kara delikler oluşturulabileceği endişesini taşıyor. “Çünkü bir kara delik oluşursa, ışık bile kendisinden kaçamayacağı için tüm dünyayı yutabilir. Mikroskopik bir kara delik makroskopik bir etki yaratabilir” diyor bazı spekülatif teorisyenler. Bu çalışmaların durdurulması için açılmış davalar bile var fakat bu davalardaki iddialar saçma bulunarak reddedildi. CERN'deki bilim insanları da bu hipotetik kara delikler oluşsa bile Dünya ile etkileşimlerinin çok zayıf kalacağını söylüyorlar. Atom çarpıştırıcıları bilim dünyasında çok popüler olsa da bizim dünyamızda genellikle anlaşılması zor araçlar olarak algılanıyor. Bir roket uzaya gönderildiğinde bunu görebiliyoruz. Onun taşıdığı uydular yörüngeye yerleştiğinde faydalanabiliyoruz. Ama bir roket değil de protonlar fırlatıldığında bizi o kadar heyecanlandırmıyor. Bunlar bir engelle ya da birbirleriyle çarpıştırıldığında ne olup bittiğini tam olarak anlayamıyoruz. Çünkü bunların bir fotoğrafı, videosu yok. Konuyu anlatan fizikçiler kara tahtalara yazılmış denklemlerle kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar. Rus bir fizikçi konuyu bizim yarış arabası benzetmesine yakın bir şekilde açıklıyor. Diyor ki “iki Lada'nın çarpıştığını düşünün ve çarpışma sonucunda ortaya bir otobüs ve Mercedes Benz 600 çıktığını…” İşte parçacık fiziğindeki çarpıştırıcı makineler böyle ilginç sonuçları gözleyebilmemizi sağlıyor. Bu makineleri yeterince merak ettik mi? Anatoli Bugorski kadar merak etmemişizdir herhalde. Çünkü kendisi 1978'de Sovyetler Birliği'nin en büyük parçacık hızlandırıcısının içine kafasını soktu. Sıcak bir Temmuz günü Moskova yakınlarındaki Protvino'da U-70 proton synchrotronunda bir arıza meydana geldi. Arızanın ne olduğunu merak eden Bugorski kafasını makineden içeri soktu. Fakat makine aslında çalışmaya devam ediyordu. Onun çalışmakta olduğunu gösteren güvenlik sistemi devre dışı kalmıştı. Basit bir uyarı ampülü patlamıştı. Dolayısıyla kafasını soktuğu tünelin içinde neredeyse ışık hızında giden proton ışınları kafasının arkasından girdi, beyninden geçerek burnundan çıktı. Bugorski hiç acı hissetmedi. Fakat büyük bir parlama gördü. Kendi ifadesiyle “binlerce güneşten daha parlak bir flaş.”

O anda makinenin çalıştığını ve kafasının içinden proton ışınlarının geçtiğini anladı ama kimseye bir şey söylemedi. Onun yerine sakince işini bitirdi, kayıt defterine parçacık hızlandırıcı tüneli ziyaret ettiği notunu düştü ve evine gitti. Uykusuz geçen bir gecenin ardından yüzünün sol tarafı kabarmaya başladı. Bunun üzerine doktora giderek olanları anlattı ve hemen Moskova'da radyasyon zehirlenmesine maruz kalanların tedavi edildiği bir hastaneye gönderildi. Kendisinin 200.000 rad radyasyona maruz kaldığı anlaşıldı. Bugüne kadar yaşayan hiç kimse ışık hızında hareket eden parçacıkların oluşturduğu böylesi bir radyasyonla karşılaşmamıştı. Şöyle bir kıyaslama yapabiliriz: göğüs röntgeni çektirdiğinizde 0.002 rad'a maruz kalıyorsunuz. İşte bunun 100 milyon katı onun kafasından geçmiş. Normalde 500-600 rad bir insanı öldürmeye yetiyor, diye biliyoruz. Kaldırıldığı klinikteki doktorlar en çok iki hafta içerisinde gerçekleşecek ölümünü beklerken bir yandan da kafasını incelemeye başladılar.

Birkaç gün sonra kafasının arkasındaki deri ve sol burnu soyulmaya başladı, sol kulağı sağır oldu ve ışının geçtiği yerler -kafatası, beyin dokuları- görülebilir hale geldi. Bu bölge yanmaya devam etti ama Anatoli Bugorski ölmedi. Sadece iki yıl sonra o bölgedeki sinirler gidince kafasının sol tarafı felç oldu.

Çernobil dizisini izlediyseniz Sovyetler Birliği'nde özellikle nükleer enerjiyle bağlantılı konularda ne kadar büyük bir gizlilikle çalışıldığını görmüşsünüzdür. Eğer Bugorski ilk iki hafta ya da iki yıl içinde ölseydi, bu olayı muhtemelen hiçbirimiz duymayacaktık. Ama o hayatta kalmaya ve bilimsel araştırmalar yapmaya devam etti. 10 yıldan uzun bir süre boyunca başına gelenleri kimseye anlatamadı. 1996'da ücretsiz ilaç alabilmek için yaptığı “engellilik başvurusu” kabul edilmedi. 2007'de yazılmış bir makaleye göre Batı dünyasındaki araştırmacılarla birlikte çalışmak istedi ancak maddi gücü yetmediği için yaşadığı kent Protvino'dan ayrılamadı. 2020 yılı itibariyle hala hayatta ve orada yaşamaya devam ediyor. Yüzünün felç olmuş sol tarafında adeta zaman durmuş gibi, hala genç görünüyor.

Az önce bahsettiğim makale sadece bu olaydan değil aynı zamanda Sovyetler Birliği döneminde ülkenin farklı köşelerinde Protvino benzeri 60 bilim kentinin nasıl oluşturulduğunu ve birlik dağıldıktan sonra bu büyük deneyin nasıl sona erdiğini de anlatıyor. Oldukça uzun bir makale -neredeyse ince bir kitap uzunluğunda- linkini aşağıya bırakacağım, dileyenler okuyabilir.

Anlattığım bu tür konuları ve benzerlerini İngilizce orijinal kaynaklardan öğrenmek ya da İngilizcesini geliştirmek isteyenlere uzun süredir birlikte çalıştığım Cambly'yi tekrar hatırlatmak ve özel bir indirimlerinden bahsetmek isterim. Cambly'yi öneriyorum çünkü, İngilizce öğrenmek için belli bir gün ve saatte belli bir yerde bulunma zorunluluğunu ortadan kaldırıyor; istediğiniz gün ve saatlerde evinizden online eğitim fırsatı veriyor ve yine dilediğiniz yoğunlukta ve uzunlukta bir abonelik oluşturmanıza imkan sağlıyor. Yani size olabildiğince özgürleştirilmiş bir deneyim sunuyor. İlk günden itibaren yine tamamen sizin seçtiğiniz ana dili İngilizce eğitmenlerle bire bir dersler yaparak İngilizce öğrendiğiniz bu uygulamada, ilk defa verilen 1 aylıklar da dahil tüm aboneliklerde geçerli bir indirim var, video açıklamasındaki kodu kullanarak bundan yararlanabilirsiniz.

Az önce anlattığım olaydakine çok benzer bir kaza 170 yıl önce de yaşanmış. Bu kez nükleer bir tesiste değil, demiryolu inşaatında. Phineas Gage adında bir usta, kayaları parçalamak için onların gövdesine bir delik açıp içine barut, fitil ve kum dolduruyormuş. Sonra da bu karışımı uzun bir levye yardımıyla sıkıştırıyormuş. 13 Eylül 1848'de saat 16:30'da yine aynı şeyleri yapmış; deliğin içine barutu, fitili ve kumu yerleştirmiş. İşte tam o sırada bir patlama meydana gelmiş ve bunları sıkıştırmak için kullandığı 3 cm genişliğinde ve 45 cm uzunluğundaki demir boru yüzünün yanından girip, sol gözünün arkasından geçip, kafasının üzerinden çıkmış. Bir başka deyişle bu demir boru 130 yıl sonra Anatoli'nin kafasına giren proton ışınının izlediği yolun aynısını ters yönde geçmiş. Bu inşaat ustası da hemen ölmemiş. Hatta şaşırtıcı bir şekilde birkaç dakika sonra konuşmaya başlamış. Üç hafta boyunca zorlu ve acılı tedavi süreci devam ederken arkadaşları her an gelecek bir ölüm haberini beklemişler. Hatta tabutunu, cenaze giysilerini bile hazırlamışlar. Biz olsak biz de aynı şeyi yapardık herhalde. Beyin hakkında bildiklerimiz yüzünden böyle davranırdık. Fakat o kendi kendine ayağa kalkmayı başarmış ve bir ay sonra da merdivenleri inip çıkabilmeye, sokakta dolaşabilmeye başlamış. Uzun yıllar boyunca yaşamaya ve çalışmaya devam etmiş. Fakat kafasından aldığı bu yara kişiliğinde ve davranışlarında değişikliklere yol açmış.

Anatoli Bugorski'nin başına gelenlerin yıllarca gizli tutulduğunu söylemiştim. Gage'in başına gelenler tam tersi büyük bir araştırma konusu olmuş. “Amerika'daki levye vakası” olarak anılan bu olay nöroloji ve psikoloji gibi bilim dallarının eğitim programlarında yer almış. Hala kitaplarda ve akademik makalelerde sıklıkla kendisinden söz edilmeye devam ediyor.

Sizlere aktardığım bu iki olay arasındaki benzerlikler ve zıtlıklar içerisinde ben ortak bir desen bulduğumu düşünüyorum. Gage'in ABD'de yaşadığı kaza 19. Yüzyılda meydana gelmesine rağmen tarihine, saatine kadar tüm ayrıntıları belgelenmiş. Her şey ortada. Bugorski'nin Sovyetler Birliği'nde başına gelenler çok daha yeni yaşanmış olmasına rağmen pek çok noktası gizli kalmış. Bunlar zıtlıklar. Benzerliklere gelince…

Her iki olay da normalde bir laboratuvarda deneyemeyeceğiniz araştırma imkanları sunuyor. Hiçbir denekten kafasının içinden bir proton ışınını ya da demir bir boruyu geçirmesini rica edemezsiniz. Ama birinin başına kazayla gelince de incelemeden duramazsınız.

Gelgelelim biri çok incelenen, diğeri neredeyse hiç incelenemeyen bu iki olay da bizi beynimizin anlaşılması noktasında fazla ileri götüremedi. Hatta çokca incelenen Gage vakası bilimsel bir mite dönüşmeye başladı. Zihinle ilgili karşıt görüşlere sahip teoriler aynı vakayı sahiplenmeye çalıştı. Nihayet 10 yıl önce bulunan portresini inceleyen bir araştırmacı, bu portrenin, Gage'in başına gelen en ciddi zihinsel değişikliklerin kazayı izleyen sınırlı bir zaman dilimi için etkili olduğu ve Gage'in daha sonraki yaşamında aslında oldukça iyi durumda bulunduğunu öne sürdü. Yani her iki olayı da bu videonun başlığında sorduğum sorunun cevabını da hala bilmiyoruz. Çok iyi bildiğimizi zannettiğimiz konularda bile yanılmaya devam ediyoruz. O yüzden büyük konuşmamak lazım. En büyük konuları araştıran bilim insanlarının sahip olduğu alçakgönüllülüğü örnek almak lazım. Bilmiyorsan “bilmiyorum” demeyi öğrenmek. Çünkü bildiğini zannediyorsan asla öğrenemezsin.

Sizlere sorduğum ve iki hikayeyle sorguladığım sorunun bir benzerini dünyanın gelmiş geçmiş en büyük makinesinde CERN'deki “Büyük Hadron Çarpıştırıcı”sında çalışan fizikçilere de sormuşlar. Bakın onlar ne cevap vermiş.

Atom çarpıştırıcısına kafanızı sokarsanız ne olur? What happens if you stick your head in the atom collider? Que se passe-t-il si vous mettez votre tête dans un collisionneur atomique ? Bu teorik bir soru değil. This is not a theoretical question. Gerçekten birinin başına gelmiş. لقد حدث حقا لشخص ما. It really happened to someone. C'est vraiment arrivé à quelqu'un. 1978 yılında… Rusya'da… Yanlışlıkla… Çernobil nükleer reaktör kazasından 8 yıl önce… In 1978... in Russia... by mistake... 8 years before the Chernobyl nuclear reactor accident. En 1978... en Russie... par erreur... 8 ans avant l'accident du réacteur nucléaire de Tchernobyl... Olayın detaylarını aktaracağım, hatta bundan çok daha önce yaşanmış ve en az bunun kadar garip bir başka kişinin hikayesini de anlatacağım ama önce “atom çarpıştırıcısı” nedir, onu bir hatırlayalım. Je vais vous raconter les détails de l'incident, et je vais même vous raconter l'histoire d'une autre personne qui a vécu beaucoup plus tôt que celle-ci et qui est au moins aussi étrange que celle-ci, mais rappelons d'abord ce qu'est un "collisionneur d'atomes". Parçacık hızlandırıcısı da deniliyor. Also called particle accelerator. Fizikçiler atom altı parçacıkları inceleyebilmek için onları çok güçlü mıknatısların yardımıyla hızlandırıyor ve sonra da çarpıştırıyor. To study subatomic particles, physicists accelerate them with the help of very powerful magnets and then collide them.

Yarış arabalarını düşünün. Pensez aux voitures de course. Onların büyük bir hızla hareket edebilmesi için ne yapılır? What is done so that they can move at great speed? Dairesel bir pist inşa edilir değil mi? A circular track is built, right? Une piste circulaire est construite, n'est-ce pas ? Atomları hızlandırmak için de buna benzer yapılar inşa ediliyor. Tabi atomların yarış arabaları gibi saatte 300 km hızla gitmeleri yeterli değil. Işık hızına yaklaşmaları lazım. يجب أن تقترب من سرعة الضوء. They should approach the speed of light. Yani saatte 1 milyar km hıza! That is 1 billion kilometers per hour! Atomların bu kadar hızlı gidebilmesi için çok büyük bir makine yapmak gerekiyor. لكي تسير الذرات بهذه السرعة ، من الضروري بناء آلة كبيرة جدًا.

İnsanların bugüne kadar yaptığı en güçlü, en büyük makine, CERN'ün “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı.” 27 km uzunluğunda devasa bir tünel şeklinde yerin 175 metre altında uzanıyor. Atomaltı parçacıkları ışığa yakın hızlarda çarpıştırmak evrenin en büyük gizemlerini aydınlatmak için son derece önemli. Colliding subatomic particles at near-light speeds is crucial to unraveling the universe's greatest mysteries. La collision de particules subatomiques à des vitesses proches de celles de la lumière est essentielle pour élucider les plus grands mystères de l'univers. Stephen Hawking atom çarpıştırıcılarını, insanların icat ettiği zaman makinesine en yakın araçlar olarak tanımlıyor. Stephen Hawking describes atomic colliders as the closest tools to a time machine ever invented by humans. Stephen Hawking décrit les collisionneurs d'atomes comme la chose la plus proche d'une machine à remonter le temps que l'homme ait jamais inventée. Bazı bilim insanları da bu makinelerin içinde yanlışlıkla küçük kara delikler oluşturulabileceği endişesini taşıyor. Certains scientifiques craignent également que de petits trous noirs soient accidentellement créés à l'intérieur de ces machines. “Çünkü bir kara delik oluşursa, ışık bile kendisinden kaçamayacağı için tüm dünyayı yutabilir. “Because if a black hole were formed, it could swallow the whole world, since even light cannot escape from it. Mikroskopik bir kara delik makroskopik bir etki yaratabilir” diyor bazı spekülatif teorisyenler. Bu çalışmaların durdurulması için açılmış davalar bile var fakat bu davalardaki iddialar saçma bulunarak reddedildi. Des actions en justice ont même été intentées pour faire cesser ces travaux, mais les demandes formulées dans ces actions ont été rejetées comme étant absurdes. CERN'deki bilim insanları da bu hipotetik kara delikler oluşsa bile Dünya ile etkileşimlerinin çok zayıf kalacağını söylüyorlar. Atom çarpıştırıcıları bilim dünyasında çok popüler olsa da bizim dünyamızda genellikle anlaşılması zor araçlar olarak algılanıyor. Although atomic colliders are very popular in the scientific world, they are often perceived as elusive tools in our world. Les collisionneurs atomiques sont très populaires dans le monde scientifique, mais dans notre monde, ils sont souvent perçus comme des instruments insaisissables. Bir roket uzaya gönderildiğinde bunu görebiliyoruz. On le voit lorsqu'une fusée est envoyée dans l'espace. Onun taşıdığı uydular yörüngeye yerleştiğinde faydalanabiliyoruz. When the satellites it carries are placed in orbit, we can take advantage of it. Une fois que les satellites qu'il transporte seront en orbite, nous pourrons en bénéficier. Ama bir roket değil de protonlar fırlatıldığında bizi o kadar heyecanlandırmıyor. But it doesn't get us all that excited when protons are launched, not a rocket. Mais lorsque des protons sont lancés, pas une fusée, cela ne nous excite pas autant. Bunlar bir engelle ya da birbirleriyle çarpıştırıldığında ne olup bittiğini tam olarak anlayamıyoruz. We do not fully understand what happens when these collide with an obstacle or with each other. Lorsqu'ils entrent en collision avec un obstacle ou entre eux, nous ne comprenons pas exactement ce qui se passe. Çünkü bunların bir fotoğrafı, videosu yok. Konuyu anlatan fizikçiler kara tahtalara yazılmış denklemlerle kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar. Physicists explaining the subject try to express themselves with equations written on chalkboards. Les physiciens qui expliquent le sujet tentent de s'exprimer avec des équations écrites sur des tableaux noirs. Rus bir fizikçi konuyu bizim yarış arabası benzetmesine yakın bir şekilde açıklıyor. A Russian physicist explains the subject closely to our race car analogy. Un physicien russe l'explique d'une manière proche de notre analogie avec les voitures de course. Diyor ki “iki Lada'nın çarpıştığını düşünün ve çarpışma sonucunda ortaya bir otobüs ve Mercedes Benz 600 çıktığını…” İşte parçacık fiziğindeki çarpıştırıcı makineler böyle ilginç sonuçları gözleyebilmemizi sağlıyor. He says, “Imagine that two Ladas collided, and the result of the collision was a bus and a Mercedes Benz 600…” Here collider machines in particle physics allow us to observe such interesting results. Il dit : "Imaginez que deux Lada entrent en collision et que le résultat de la collision soit un bus et une Mercedes Benz 600...". Les collisionneurs utilisés en physique des particules nous permettent d'observer des résultats aussi intéressants. Bu makineleri yeterince merak ettik mi? Have we wondered enough about these machines? S'est-on suffisamment interrogé sur ces machines ? Anatoli Bugorski kadar merak etmemişizdir herhalde. We must not be as curious as Anatoli Bugorski. Je ne pense pas que nous nous soyons jamais posé autant de questions qu'Anatoli Bugorski. Çünkü kendisi 1978'de Sovyetler Birliği'nin en büyük parçacık hızlandırıcısının içine kafasını soktu. Because he stuck his head inside the Soviet Union's largest particle accelerator in 1978. Sıcak bir Temmuz günü Moskova yakınlarındaki Protvino'da U-70 proton synchrotronunda bir arıza meydana geldi. A malfunction occurred in the U-70 proton synchrotron at Protvino near Moscow on a hot July day. Arızanın ne olduğunu merak eden Bugorski kafasını makineden içeri soktu. Se demandant ce qui ne va pas, Bugorski passe la tête dans la machine. Fakat makine aslında çalışmaya devam ediyordu. Mais la machine a continué à fonctionner. Onun çalışmakta olduğunu gösteren güvenlik sistemi devre dışı kalmıştı. The security system that showed it was working was disabled. Le système de sécurité qui le maintenait opérationnel a été désactivé. Basit bir uyarı ampülü patlamıştı. Une simple ampoule d'avertissement avait grillé. Dolayısıyla kafasını soktuğu tünelin içinde neredeyse ışık hızında giden proton ışınları kafasının arkasından girdi, beyninden geçerek burnundan çıktı. Therefore, proton beams that went at almost the speed of light in the tunnel he had put his head in, entered the back of his head, passed through his brain and came out through his nose. Par conséquent, les faisceaux de protons se déplaçant à une vitesse proche de celle de la lumière dans le tunnel où il a mis sa tête sont entrés par l'arrière de sa tête, ont traversé son cerveau et sont ressortis par son nez. Bugorski hiç acı hissetmedi. Fakat büyük bir parlama gördü. But he saw a big flash. Kendi ifadesiyle “binlerce güneşten daha parlak bir flaş.”

O anda makinenin çalıştığını ve kafasının içinden proton ışınlarının geçtiğini anladı ama kimseye bir şey söylemedi. At that moment he realized that the machine was working and that proton beams were running through his head, but he didn't say anything to anyone. À ce moment-là, il s'est rendu compte que la machine fonctionnait et que des faisceaux de protons lui traversaient la tête, mais il n'a rien dit à personne. Onun yerine sakince işini bitirdi, kayıt defterine parçacık hızlandırıcı tüneli ziyaret ettiği notunu düştü ve evine gitti. Au lieu de cela, il a calmement terminé son travail, a noté dans son carnet de bord qu'il avait visité le tunnel de l'accélérateur de particules et est rentré chez lui. Uykusuz geçen bir gecenin ardından yüzünün sol tarafı kabarmaya başladı. Après une nuit d'insomnie, le côté gauche de son visage a commencé à gonfler. Bunun üzerine doktora giderek olanları anlattı ve hemen Moskova'da radyasyon zehirlenmesine maruz kalanların tedavi edildiği bir hastaneye gönderildi. Thereupon, he went to the doctor and told what had happened, and he was immediately sent to a hospital in Moscow where people who were exposed to radiation poisoning were treated. Il est ensuite allé voir le médecin, lui a raconté ce qui s'était passé et a été immédiatement envoyé dans un hôpital de Moscou où les victimes d'empoisonnement aux radiations étaient traitées. Kendisinin 200.000 rad radyasyona maruz kaldığı anlaşıldı. It turned out that he was exposed to 200,000 rad radiation. On a découvert qu'il avait été exposé à 200 000 rads. Bugüne kadar yaşayan hiç kimse ışık hızında hareket eden parçacıkların oluşturduğu böylesi bir radyasyonla karşılaşmamıştı. No one who has ever lived has ever encountered such radiation from particles traveling at the speed of light. Aucune personne vivante n'avait jamais rencontré un tel rayonnement provenant de particules voyageant à la vitesse de la lumière. Şöyle bir kıyaslama yapabiliriz: göğüs röntgeni çektirdiğinizde 0.002 rad'a maruz kalıyorsunuz. We can make a comparison: when you have a chest X-ray, you are exposed to 0.002 rad. On peut faire la comparaison suivante : lorsque vous passez une radiographie du thorax, vous êtes exposé à 0,002 rad. İşte bunun 100 milyon katı onun kafasından geçmiş. That's 100 million times that went through his head. C'est 100 millions de fois ce qui lui est passé par la tête. Normalde 500-600 rad bir insanı öldürmeye yetiyor, diye biliyoruz. Kaldırıldığı klinikteki doktorlar en çok iki hafta içerisinde gerçekleşecek ölümünü beklerken bir yandan da kafasını incelemeye başladılar. Doctors in the clinic where he was removed began to examine his head while waiting for his death, which would take place within two weeks at the most. Les médecins de la clinique où il a été hospitalisé ont commencé à examiner sa tête en attendant sa mort, qui surviendrait dans une quinzaine de jours au maximum.

Birkaç gün sonra kafasının arkasındaki deri ve sol burnu soyulmaya başladı, sol kulağı sağır oldu ve ışının geçtiği yerler -kafatası, beyin dokuları- görülebilir hale geldi. A few days later, the skin on the back of his head and left nose began to peel off, his left ear became deaf, and the areas where the beam passed—skull, brain tissues—can be seen. Après quelques jours, la peau de l'arrière de sa tête et de son nez gauche a commencé à se détacher, son oreille gauche est devenue sourde et les endroits où le faisceau est passé - le crâne, les tissus cérébraux - sont devenus visibles. Bu bölge yanmaya devam etti ama Anatoli Bugorski ölmedi. La zone a continué à brûler, mais Anatoli Bugorski n'est pas mort. Sadece iki yıl sonra o bölgedeki sinirler gidince kafasının sol tarafı felç oldu. Just two years later, when the nerves in that area were gone, the left side of his head was paralyzed. Seulement deux ans plus tard, les nerfs de cette région avaient disparu et le côté gauche de sa tête était paralysé.

Çernobil dizisini izlediyseniz Sovyetler Birliği'nde özellikle nükleer enerjiyle bağlantılı konularda ne kadar büyük bir gizlilikle çalışıldığını görmüşsünüzdür. Si vous avez vu la série Tchernobyl, vous avez pu constater à quel point l'Union soviétique était secrète, en particulier dans le domaine de l'énergie nucléaire. Eğer Bugorski ilk iki hafta ya da iki yıl içinde ölseydi, bu olayı muhtemelen hiçbirimiz duymayacaktık. Ama o hayatta kalmaya ve bilimsel araştırmalar yapmaya devam etti. Mais il a continué à survivre et à mener des recherches scientifiques. 10 yıldan uzun bir süre boyunca başına gelenleri kimseye anlatamadı. For more than 10 years he could not tell anyone what had happened to him. Pendant plus de dix ans, il n'a pu dire à personne ce qui lui était arrivé. 1996'da ücretsiz ilaç alabilmek için yaptığı “engellilik başvurusu” kabul edilmedi. His "disability application" in 1996 to get free medicine was not accepted. En 1996, sa "demande d'invalidité" pour des médicaments gratuits a été rejetée. 2007'de yazılmış bir makaleye göre Batı dünyasındaki araştırmacılarla birlikte çalışmak istedi ancak maddi gücü yetmediği için yaşadığı kent Protvino'dan ayrılamadı. According to an article written in 2007, he wanted to work with researchers in the Western world, but could not leave the city of Protvino because he could not afford it. Selon un article écrit en 2007, il souhaitait travailler avec des chercheurs du monde occidental, mais ne pouvait pas quitter sa ville natale de Protvino parce qu'il n'en avait pas les moyens. 2020 yılı itibariyle hala hayatta ve orada yaşamaya devam ediyor. As of 2020, he is still alive and continues to live there. En 2020, il est toujours en vie et continue d'y habiter. Yüzünün felç olmuş sol tarafında adeta zaman durmuş gibi, hala genç görünüyor. He still looks young, as if time stood still on the paralyzed left side of his face. Sur le côté gauche paralysé de son visage, il a encore l'air jeune, comme si le temps s'était arrêté.

Az önce bahsettiğim makale sadece bu olaydan değil aynı zamanda Sovyetler Birliği döneminde ülkenin farklı köşelerinde Protvino benzeri 60 bilim kentinin nasıl oluşturulduğunu ve birlik dağıldıktan sonra bu büyük deneyin nasıl sona erdiğini de anlatıyor. L'article que je viens de citer raconte non seulement cet événement, mais aussi comment 60 villes scientifiques comme Protvino ont été créées dans différents coins du pays à l'époque de l'Union soviétique et comment cette grande expérience a pris fin après l'effondrement de l'Union. Oldukça uzun bir makale -neredeyse ince bir kitap uzunluğunda- linkini aşağıya bırakacağım, dileyenler okuyabilir.

Anlattığım bu tür konuları ve benzerlerini İngilizce orijinal kaynaklardan öğrenmek ya da İngilizcesini geliştirmek isteyenlere uzun süredir birlikte çalıştığım Cambly'yi tekrar hatırlatmak ve özel bir indirimlerinden bahsetmek isterim. I would like to remind Cambly, which I have been working with for a long time, and talk about a special discount for those who want to learn such topics and similar ones from original English sources or improve their English. Je voudrais rappeler à Cambly, avec qui je travaille depuis longtemps, que ceux qui veulent apprendre ces sujets et d'autres sujets similaires à partir de sources originales en anglais ou qui veulent améliorer leur anglais peuvent bénéficier d'une réduction spéciale. Cambly'yi öneriyorum çünkü, İngilizce öğrenmek için belli bir gün ve saatte belli bir yerde bulunma zorunluluğunu ortadan kaldırıyor; istediğiniz gün ve saatlerde evinizden online eğitim fırsatı veriyor ve yine dilediğiniz yoğunlukta ve uzunlukta bir abonelik oluşturmanıza imkan sağlıyor. I recommend Cambly because it eliminates the need to be in a certain place on a certain day and time to learn English; It gives you the opportunity of online training from your home on the days and at the times you want, and it also allows you to create a subscription with the intensity and length you want. Je recommande Cambly parce qu'il élimine la nécessité d'être à un certain endroit, à un certain jour et à une certaine heure pour apprendre l'anglais ; il vous donne la possibilité d'apprendre en ligne depuis votre domicile aux jours et heures que vous voulez, et il vous permet de créer un abonnement de l'intensité et de la durée que vous voulez. Yani size olabildiğince özgürleştirilmiş bir deneyim sunuyor. So it offers you as liberated experience as possible. Cela vous permet de vivre une expérience aussi libérée que possible. İlk günden itibaren yine tamamen sizin seçtiğiniz ana dili İngilizce eğitmenlerle bire bir dersler yaparak İngilizce öğrendiğiniz bu uygulamada, ilk defa verilen 1 aylıklar da dahil tüm aboneliklerde geçerli bir indirim var, video açıklamasındaki kodu kullanarak bundan yararlanabilirsiniz. In this application, where you learn English by doing one-to-one lessons with native English instructors of your choice from the first day, there is a valid discount on all subscriptions, including 1-month subscriptions for the first time, you can take advantage of this by using the code in the video description. Dans cette application, où vous apprenez l'anglais en faisant des cours particuliers avec des professeurs de langue maternelle anglaise de votre choix dès le premier jour, il y a une réduction valable pour tous les abonnements, y compris 1 mois pour la première fois, vous pouvez en profiter en utilisant le code dans la description de la vidéo.

Az önce anlattığım olaydakine çok benzer bir kaza 170 yıl önce de yaşanmış. An accident very similar to the one I just described happened 170 years ago. Un accident très similaire à celui que je viens de décrire s'est produit il y a 170 ans. Bu kez nükleer bir tesiste değil, demiryolu inşaatında. Cette fois-ci, il ne s'agit pas d'une installation nucléaire, mais d'un chantier de construction ferroviaire. Phineas Gage adında bir usta, kayaları parçalamak için onların gövdesine bir delik açıp içine barut, fitil ve kum dolduruyormuş. A master named Phineas Gage used to dig a hole in their trunks and fill them with gunpowder, wick and sand to break up the rocks. Un artisan nommé Phineas Gage avait l'habitude de découper un trou dans le corps des rochers et de le remplir de poudre à canon, de fusée et de sable. Sonra da bu karışımı uzun bir levye yardımıyla sıkıştırıyormuş. Then he was pressing this mixture with the help of a long crowbar. Il a ensuite pressé ce mélange à l'aide d'un long pied de biche. 13 Eylül 1848'de saat 16:30'da yine aynı şeyleri yapmış; deliğin içine barutu, fitili ve kumu yerleştirmiş. İşte tam o sırada bir patlama meydana gelmiş ve bunları sıkıştırmak için kullandığı 3 cm genişliğinde ve 45 cm uzunluğundaki demir boru yüzünün yanından girip, sol gözünün arkasından geçip, kafasının üzerinden çıkmış. À ce moment-là, il y a eu une explosion et le tuyau de fer de 3 cm de large et de 45 cm de long qu'il utilisait pour les comprimer est entré dans le côté de son visage, est passé derrière son œil gauche et est ressorti au-dessus de sa tête. Bir başka deyişle bu demir boru 130 yıl sonra Anatoli'nin kafasına giren proton ışınının izlediği yolun aynısını ters yönde geçmiş. In other words, this iron pipe followed the same path as the proton beam that entered Anatoli's head 130 years later, in the opposite direction. En d'autres termes, ce tuyau de fer a parcouru le même chemin dans la direction opposée que le faisceau de protons qui a pénétré dans la tête d'Anatoli 130 ans plus tard. Bu inşaat ustası da hemen ölmemiş. Hatta şaşırtıcı bir şekilde birkaç dakika sonra konuşmaya başlamış. De manière surprenante, il a même commencé à parler au bout de quelques minutes. Üç hafta boyunca zorlu ve acılı tedavi süreci devam ederken arkadaşları her an gelecek bir ölüm haberini beklemişler. While the difficult and painful treatment process continued for three weeks, his friends waited for the news of his death at any moment. Hatta tabutunu, cenaze giysilerini bile hazırlamışlar. Biz olsak biz de aynı şeyi yapardık herhalde. Je pense que nous aurions fait la même chose. Beyin hakkında bildiklerimiz yüzünden böyle davranırdık. We used to act this way because of what we knew about the brain. Nous avions l'habitude de nous comporter ainsi en raison de ce que nous savons du cerveau. Fakat o kendi kendine ayağa kalkmayı başarmış ve bir ay sonra da merdivenleri inip çıkabilmeye, sokakta dolaşabilmeye başlamış. Mais il a réussi à se lever tout seul et, au bout d'un mois, il était capable de monter et descendre les escaliers et de marcher dans la rue. Uzun yıllar boyunca yaşamaya ve çalışmaya devam etmiş. Fakat kafasından aldığı bu yara kişiliğinde ve davranışlarında değişikliklere yol açmış. Mais cette blessure à la tête a entraîné des changements dans sa personnalité et son comportement.

Anatoli Bugorski'nin başına gelenlerin yıllarca gizli tutulduğunu söylemiştim. I said that what happened to Anatoli Bugorski was kept secret for years. Je vous ai dit que ce qui est arrivé à Anatoli Bugorski a été gardé secret pendant des années. Gage'in başına gelenler tam tersi büyük bir araştırma konusu olmuş. What happened to Gage, on the contrary, has been the subject of great research. Ce qui est arrivé à Gage, au contraire, est devenu un sujet de recherche majeur. “Amerika'daki levye vakası” olarak anılan bu olay nöroloji ve psikoloji gibi bilim dallarının eğitim programlarında yer almış. This event, known as the "crowbar case in America", was included in the education programs of disciplines such as neurology and psychology. Hala kitaplarda ve akademik makalelerde sıklıkla kendisinden söz edilmeye devam ediyor.

Sizlere aktardığım bu iki olay arasındaki benzerlikler ve zıtlıklar içerisinde ben ortak bir desen bulduğumu düşünüyorum. I think I have found a common pattern among the similarities and contrasts between these two events that I have conveyed to you. Je pense avoir trouvé un modèle commun dans les similitudes et les contrastes entre ces deux événements que je vous ai transmis. Gage'in ABD'de yaşadığı kaza 19. Gage's accident in the USA is 19. Accident de Gage aux États-Unis, 19. Yüzyılda meydana gelmesine rağmen tarihine, saatine kadar tüm ayrıntıları belgelenmiş. Although it took place in the 16th century, all its details have been documented, down to its date and time. Bien qu'il se soit déroulé au siècle dernier, tous les détails sont documentés jusqu'à la date et l'heure. Her şey ortada. Everything is out there. Tout se passe au grand jour. Bugorski'nin Sovyetler Birliği'nde başına gelenler çok daha yeni yaşanmış olmasına rağmen pek çok noktası gizli kalmış. Bien que le calvaire de Bugorski en Union soviétique soit beaucoup plus récent, de nombreux aspects restent cachés. Bunlar zıtlıklar. Il s'agit de contrastes. Benzerliklere gelince… En ce qui concerne les similitudes.

Her iki olay da normalde bir laboratuvarda deneyemeyeceğiniz araştırma imkanları sunuyor. Both events offer research opportunities that you wouldn't normally be able to try in a lab. Ces deux événements offrent des possibilités de recherche que l'on ne peut normalement pas expérimenter dans un laboratoire. Hiçbir denekten kafasının içinden bir proton ışınını ya da demir bir boruyu geçirmesini rica edemezsiniz. You cannot ask any subject to pass a proton beam or an iron pipe through their head. On ne peut pas demander à un sujet de faire passer un faisceau de protons ou un tube de fer dans sa tête. Ama birinin başına kazayla gelince de incelemeden duramazsınız. But when it happens to someone by accident, you can't stop scrutinizing. Mais lorsque cela arrive à quelqu'un par accident, on ne peut s'empêcher d'enquêter.

Gelgelelim biri çok incelenen, diğeri neredeyse hiç incelenemeyen bu iki olay da bizi beynimizin anlaşılması noktasında fazla ileri götüremedi. However, these two events, one of which is very studied and the other almost never, have not taken us very far in understanding our brain. Cependant, ces deux événements, dont l'un a été beaucoup étudié et l'autre presque jamais, ne nous ont pas permis d'aller très loin dans la compréhension de notre cerveau. Hatta çokca incelenen Gage vakası bilimsel bir mite dönüşmeye başladı. In fact, the Gage case, which was widely studied, started to turn into a scientific myth. En fait, l'affaire Gage, qui a fait l'objet de nombreuses études, a commencé à se transformer en un mythe scientifique. Zihinle ilgili karşıt görüşlere sahip teoriler aynı vakayı sahiplenmeye çalıştı. Contrasting theories of the mind tried to claim the same case. Des théories aux conceptions opposées de l'esprit ont tenté de revendiquer le même cas. Nihayet 10 yıl önce bulunan portresini inceleyen bir araştırmacı, bu portrenin, Gage'in başına gelen en ciddi zihinsel değişikliklerin kazayı izleyen sınırlı bir zaman dilimi için etkili olduğu ve Gage'in daha sonraki yaşamında aslında oldukça iyi durumda bulunduğunu öne sürdü. A researcher who examined his portrait, which was finally found 10 years ago, suggested that the most serious mental changes that had happened to Gage were effective for the limited period of time following the accident, and that Gage was actually in fairly good shape later in life. Un chercheur qui a finalement analysé son portrait, découvert il y a 10 ans, a suggéré que les changements mentaux les plus graves qui ont frappé Gage n'ont été effectifs que pendant une période limitée après l'accident, et que Gage s'est en fait très bien porté par la suite. Yani her iki olayı da bu videonun başlığında sorduğum sorunun cevabını da hala bilmiyoruz. In other words, we still do not know the answer to the question I asked in the title of this video about both events. Nous ne connaissons donc toujours pas la réponse à la question que j'ai posée dans le titre de cette vidéo. Çok iyi bildiğimizi zannettiğimiz konularda bile yanılmaya devam ediyoruz. Nous continuons à nous tromper, même dans des domaines que nous pensons connaître parfaitement. O yüzden büyük konuşmamak lazım. That's why you shouldn't talk big. En büyük konuları araştıran bilim insanlarının sahip olduğu alçakgönüllülüğü örnek almak lazım. To imitate the humility of scientists who study the biggest issues. Nous devrions imiter l'humilité des scientifiques qui étudient les plus grands sujets. Bilmiyorsan “bilmiyorum” demeyi öğrenmek. Apprendre à dire "je ne sais pas" si vous ne savez pas. Çünkü bildiğini zannediyorsan asla öğrenemezsin. Because if you think you know, you will never learn.

Sizlere sorduğum ve iki hikayeyle sorguladığım sorunun bir benzerini dünyanın gelmiş geçmiş en büyük makinesinde CERN'deki “Büyük Hadron Çarpıştırıcı”sında çalışan fizikçilere de sormuşlar. The physicists working at the "Large Hadron Collider" at CERN in the world's largest machine ever asked the same question that I asked you and questioned in two stories. Les physiciens travaillant au "Grand collisionneur de hadrons" du CERN, la plus grande machine que le monde ait jamais connue, se sont vu poser une question similaire à celle que je vous ai posée et ont répondu par deux histoires. Bakın onlar ne cevap vermiş. Regardez ce qu'ils ont répondu.