×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Book - 1984 - George Orwell, 3. Bölüm - Ek Yenisöylem Kuralları (b)

3. Bölüm - Ek Yenisöylem Kuralları (b)

B sözdağarcığı: B sözdağarcığı, özellikle siyasal amaçlarla oluşturulmuş sözcükleri, yani yalnızca siyasal göndermeler taşımakla kalmayan, aynı zamanda onları kullanan kişiye istenen düşünsel tutumu dayatmayı amaçlayan sözcükleri kapsıyordu. İngsos ilkelerini iyice kavramadan bu sözcükleri doğru olarak kullanmak güçtü. Bunlar kimi durumlarda Eskisöylem'e, hatta A sözdağarcığından alınmış sözcüklere bile çevrilebiliyordu, ama bu genellikle uzun bir açıklamayı gerektiriyor, söylenmek istenen düşüncede belirli bir anlam kaybına yol açıyordu. B dağarcığındaki sözcükler, çoğu zaman bir düşünce akışını birkaç hecede toplayan, aynı zamanda alışılmış dilden daha şaşmaz ve etkili olan bir tür sözel stenoydu.

B dağarcığındaki sözcüklerin hepsi bileşik sözcüklerdi. [[16]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_16_1)Kolay söylenebilecek bir biçimde birleştirilmiş iki ya da daha çok sözcükten ya da sözcük parçalarından oluşuyorlardı. Sonuçta ortaya çıkan karışım, çekimi bildik kurallara göre yapılan bir ad-eylem oluyordu. Tek bir örnek vermek gerekirse: İyidüşünüş sözcüğü kabaca "öğretiye bağlılık" ya da eylem olarak kullanılacaksa "öğretiye bağlı bir biçimde düşünmek" anlamına geliyordu. Bunun çekimleri de şöyle oluyordu: ad-eylem, iyidüşünüş; geçmiş zaman ve geçmiş zaman sıfat eylemi, iyidüşünüldü; şimdiki zaman sıfat eylemi, iyidüşünüyor, sıfat, iyidüşünlü; belirteç, iyidüşünle; eylemsi ad, iyidüşünür.

B dağarcığındaki sözcükler belirli bir kökenden türetilmiyordu. Bu sözcüklerin oluşturulduğu sözcükler söylenen sözün herhangi bir bölümü olabiliyor, herhangi bir sıradüzende kullanılabiliyor ve söylenişlerini kolaylaştıracak herhangi bir biçimde değiştirilip bozulabiliyordu. Örneğin, düşün, suçdüşün (düşüncesuçu) sözcüğünde sona, düşünpol (Düşünce Polisi) sözcüğünde ise başa geliyordu; ikinci sözcük polisi'nin de yalnızca ilk hecesi kalıyordu. Akışmayı, ses uyumunu sağlamak daha güç olduğundan, B sözdağarcığındaki kuralsız oluşumlar A sözdağarcığındakindan daha yaygındı. Örneğin, Gerbak, Barbak ve Sevbak, Gerçek Bakanlığı, Barış Bakanlığı ve Sevgi Bakanlığı'nın söylenişlerini kolaylaştıran kısaltılmış biçimleriydi. B dağarcığındaki tüm sözcüklerin sonekleri ve kökleri aynı biçimde değişebiliyordu.

B dağarcığındaki sözcüklerin anlamları, bu dilde yetkinleşmemiş birinin anlayamayacağı kadar inceltilmişti. Örneğin, Times gazetesinin başyazılarından birindeki bir cümleyi alalım: Eskidüşünürler İngsos ruhduymaz. Bunu Eskisöylem'e kestirmeden şöyle aktarabiliriz: "Düşünceleri Devrim'den önce oluşmuş olanlar, İngiliz Sosyalizminin ilkelerinin ruhunu tam anlamıyla kavrayamazlar." Ama bu yeterli bir çeviri değildir. Bir kere, yukarıda alıntılanan Yenisöylem cümlesini tam anlamıyla kavrayabilmek için, İngsos'un ne demek olduğunu açık seçik bilmek gerekir. Ayrıca, bugün hayal bile edilemeyecek, körü körüne, canı gönülden bir kabulleniş anıştıran ruhduyum sözcüğünün ya da kötücüllük ve çürümüşlük kavramlarıyla bütünleşmiş olan eskidüşün sözcüğünün gerçek gücünü, ancak İngsos'u derinliğine kavramış biri anlayabilir. Ama eskidüşün gibi bazı Yenisöylem sözcüklerinin asıl işlevi, anlamları yansıtmaktan çok, anlamları yok etmekti. Sayıları ister istemez az olan bu sözcüklerin anlamları, tek bir kapsayıcı terimle bir yığın sözcüğü içerecek kadar genişletilmiş, böylece pek çok sözcük geçersiz kılınıp unutulmuştu. Yenisöylem Sözlüğü'nü hazırlayanların karşısına dikilen en büyük güçlük, yeni sözcükler uydurmak değil, yeni uydurulan sözcüklerin ne anlama geldiğini, başka bir deyişle kaç sözcüğü geçersiz kıldığını belirleyebilmekti.

Daha önce özgür sözcüğünde de gördüğümüz gibi, bir zamanlar sapkın anlamlar taşıyan sözcükler bazen kolaylık kaygısıyla korunuyor, ama istenmeyen anlamlarından arındırılıyordu. Onur, adalet, ahlâk, enternasyonalizm, demokrasi, bilim ve din gibi sayısız sözcük yok olup gitmişti. Birkaç kapsayıcı sözcük onları içine almış, içine alırken de ortadan kaldırmıştı. Örneğin, özgürlük ve eşitlik kavramları çevresinde kümelenen tüm sözcükler tek bir suçdüşün sözcüğüyle, nesnellik ve akılcılık kavramları çevresinde kümelenen tüm sözcükler de tek bir eskidüşün sözcüğüyle kapsanıyordu. Sözcüklerin daha açık ve kesin olması tehlikeliydi. Bir Parti üyesinden beklenen, pek fazla bir şey bilmeden kendi kavmi dışındaki tüm kavimlerin "sahte tanrılar"a tapındığına inanan bir ilkçağ İbranisine benzemesiydi. İlkçağ İbranisinin o tanrıların adlarının Baal,[[17]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_17_1) Osiris,[[18]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_18_1)Molek,[[19]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_19_1) ya da Astarte[[20]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_20_1)olduğunu bilmesi gerekmezdi; herhalde onları ne denli az bilirse, bağnazlığı o ölçüde sağlamlaşırdı. O, Yehova'yı[[21]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_21_1)ve Yehova'nın emirlerini bilirdi: dolayısıyla da, başka adları ya da sıfatları olan tüm tanrıların sahte olduğunu. Parti üyesi de, doğru davranışın ne olduğunu bildiği gibi, doğru tutumdan ayrılmanın hangi yollardan mümkün olduğunu da çok genel olarak, belli belirsiz biliyordu. Örneğin, tüm cinsel yaşamı iki Yenisöylem sözcüğüyle, sekssuç (cinsel ahlâksızlık) ve iyiseks (iffet) ile düzenleniyordu. Sekssuç, tüm cinsel ahlâksızlıkları kapsıyordu. Zinayı, eşcinsellik ve öteki sapıklıkları kapsadığı gibi, yalnızca zevk için girilen normal cinsel ilişkiyi de içeriyordu. Bunların hepsi de aynı ölçüde suç sayıldığından, cezası da idam olduğundan, hepsini ayrı ayrı adlandırmaya gerek yoktu. Bilimsel ve teknik sözcüklerden oluşan C sözdağarcığında, bazı cinsel sapkınlıklara özel adlar vermek gerekebilirdi, ama sıradan yurttaşın bunlara gereksinimi yoktu. Sıradan yurttaş, iyiseks'in ne anlama geldiğini biliyordu; iyiseks, karı kocanın sırf çocuk yapmak amacıyla girdiği ve kadının bedensel zevk almasının söz konusu olmadığı normal cinsel ilişkiydi; bunun dışında kalan her türlü cinsel ilişki sekssuç'tu. Yenisöylem'de, sapkın bir düşüncenin, sapkın olduğunu kabullenmenin ötesinde izini sürmek pek mümkün değildi: Bunun için gerekli sözcükler yoktu.

B sözdağarcığında, ideolojik bakımdan yansız olan tek bir sözcük bulunmuyordu. Pek çoğu örtmeceli[[22]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_22_1) sözcüklerdi. Örneğin, keyifkamp (zorunlu çalışma kampı) ya da Barbak (Barış Bakanlığı, yani Savaş Bakanlığı) gibi sözcükler, görünürdeki anlamının nerdeyse tam karşıtı bir anlam taşıyordu. Buna karşılık, kimi sözcükler de Okyanusya toplumunun gerçek yüzünü su götürmez bir biçimde, apaçık ortaya koyuyordu. Örneğin, Parti'nin proleter kitlelere dağıttığı süprüntü yayınlara ve sunduğu asılsız haberlere prolbesi deniyordu. Bir de, Parti için kullanıldığında "iyi"yi, düşmanlar için kullanıldığında "kötü"yü çağrıştıran belirsiz sözcükler vardı. Ayrıca, ilk bakışta yalnızca birer kısaltma gibi görünmekle birlikte, ideolojik niteliklerini anlamlarından değil de yapılarından alan pek çok sözcük bulunuyordu.

Anlaşıldığı kadarıyla, herhangi bir siyasal anlamı olan ya da olabilecek her şey B sözdağarcığına alınmıştı. Her örgüt ya da topluluk, öğreti, ülke, kurum ya da kamu yapısının adı, türetildiği kök korunarak, en az heceyle kolayca söylenebilecek tek bir sözcüğe indirgenmişti. Örneğin, Gerçek Bakanlığı'nda Winston Smith'in çalıştığı Arşiv Dairesi'ne Arda, Kurgu Dairesi'ne Kurda, Televizyon Programları Dairesi'ne de Telda deniyordu. Burada amaç, yalnızca zaman kazanmak değildi. Yirminci yüzyılın ilk otuz kırk yılında bile kısaltılmış sözcük ve deyimler siyasal dilin belirleyici özelliklerinden biri olmuş ve bu tür kısaltmaların en çok totaliter ülkeler ve totaliter örgütlerde kullanıldığı görülmüştü. Örnekse, Nazi, Gestapo, Komintern, Inprecor,[[23]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_23_1)Ajitprop[[24]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_24_1) gibi sözcükler. Bu uygulama ilk başlarda içgüdüsel bir biçimde benimsenmişse de, Yenisöylem'de bilinçli bir amaçla kullanılıyordu. Bir adı böyle kısaltmakla, yapabileceği çağrışımların çoğunun önü kesilerek, anlamının daraltılıp ustaca değiştirilebildiğinin farkına varılmıştı. Örneğin, Komünist Enternasyonal sözcükleri, insanlığın evrensel kardeşliği, kızıl bayraklar, barikatlar, Karl Marx ve Paris Komünü'nün iç içe geçtiği bir görünümü çağrıştırır. Oysa Komintern sözcüğü, yalnızca sağlam yapılı bir örgütü ve açık seçik tanımlanmış bir öğreti birliğini akla getirir. Nerdeyse bir iskemle ya da masa kadar tanıması kolay ve amacı sınırlı bir şeye gönderme yapar. Komintern'in nerdeyse fazla düşünülmeden söylenebilecek bir sözcük olmasına karşılık, Komünist Enternasyonal insanı hiç değilse bir an düşündüren bir deyimdir. Gerbak gibi bir sözcüğün çağrıştırdıkları da, Gerçek Bakanlığı'nın çağrıştırdıklarından hem daha az hem de daha denetlenebilirdir. Bu da, yalnızca her fırsatta kısaltmaya gidilmesini değil, her sözcüğün kolayca söylenebilmesine nerdeyse aşırı bir özen gösterilmesini de açıklamaktadır.

Yenisöylem'de, anlam şaşmazlığı dışında en çok söyleniş kolaylığına önem veriliyordu. Gerekli görüldüğünde, dilbilgisi kuralları söyleniş kolaylığına her zaman feda ediliyordu. Doğruydu da, çünkü istenen, her şeyden önce de siyasal kaygılarla istenen, çabucak söyleniveren ve konuşanın zihninde en az yankı uyandıran, yanlış anlaşılmaya yer bırakmayacak kısaltılmış sözcüklerdi. B sözdağarcığındaki sözcükler, hemen hepsinin birbirine çok benzemesinden güç bile alıyordu. Bu sözcüklerin hemen hepsi –iyidüşün, Barbak, prolbesi, sekssuç, keyifkamp, İngsos, ruhduyum, düşünpol ve daha pek çoğu– vurgunun ilk hece ile son hece arasında eşit olarak bölüşüldüğü, iki ya da üç heceli sözcüklerdi. Bu sözcüklerle konuşulduğunda, kısa, kesik, tekdüze seslerle hızlı hızlı konuşulabiliyordu. İstenen de tam olarak buydu. Amaç, konuşmayı, özellikle ideolojik bakımdan yansız olmayan konulardaki konuşmayı elden geldiğince bilinçten bağımsız kılmaktı. Günlük konuşmada, bir şey söylemeden önce düşünmek, her zaman olmasa da bazen, hiç kuşkusuz gerekliydi; ama siyasal ya da ahlâksal bir konuda görüş bildirmesi istenen bir Parti üyesi, doğru düşünceleri kurşun yağdıran bir makineli tüfek gibi yağdırmalıydı. Dil, aslında buna yatkın bir biçimde yetiştirilmiş olan Parti üyesine kusursuz bir araç sağlıyordu; sert seslerden oluşan ve İngsos'un ruhuna uygun olarak bile bile çirkinleştirilmiş sözcüklerin yapısı da bu işi iyice kolaylaştırıyordu.

Seçilebilecek pek az sözcük olması da bir başka kolaylaştırıcı etkendi. Yenisöylem'in sözdağarcığı bizimkinden yoksul olduğu gibi, durmadan daha da yoksullaştırmanın yeni yolları bulunuyordu. Aslında, Yenisöylem, sözdağarcığının her yıl genişleyeceğine gittikçe yoksullaşmasıyla, nerdeyse bütün öteki dillerden ayrılıyordu. Her eksiltme bir kazançtı, çünkü seçim alanı ne kadar daralırsa, insanların düşünmenin ayartısına kapılma olasılığı da o ölçüde azalırdı. Sonuç olarak, söylenen sözün, beynin üst bölgelerini işe karıştırmadan, gırtlaktan çıkması bekleniyordu. Yenisöylem'de, "ördek gibi vaklamak" anlamına gelen ördeksöylem sözcüğü de açıkça bunu gösteriyordu. B sözdağarcığındaki pek çok sözcük gibi ördeksöylem'in de esnek bir anlamı vardı. Ördek gibi vaklayarak dile getirilen görüş öğretiye bağnazca bağlıysa, ördeksöylem övücü bir nitelik taşıyordu; Times gazetesinde Parti'nin hatiplerinden birinden çiftartıiyi ördeksöylemci diye söz edilmesi, yüceltmek, göklere çıkarmak demekti.


3. Bölüm - Ek Yenisöylem Kuralları (b) Part 3 - Additional Newspeak Rules (b)

**B sözdağarcığı**: B sözdağarcığı, özellikle siyasal amaçlarla oluşturulmuş sözcükleri, yani yalnızca siyasal göndermeler taşımakla kalmayan, aynı zamanda onları kullanan kişiye istenen düşünsel tutumu dayatmayı amaçlayan sözcükleri kapsıyordu. Vocabulary B: Vocabulary B included words formed specifically for political purposes, that is, words that not only carry political references, but also aim to impose the desired intellectual attitude on the person using them. İngsos ilkelerini iyice kavramadan bu sözcükleri doğru olarak kullanmak güçtü. It was difficult to use these words correctly without a good grasp of Ingsoc principles. Bunlar kimi durumlarda Eskisöylem'e, hatta A sözdağarcığından alınmış sözcüklere bile çevrilebiliyordu, ama bu genellikle uzun bir açıklamayı gerektiriyor, söylenmek istenen düşüncede belirli bir anlam kaybına yol açıyordu. In some cases these could be translated into Oldspeak, even words from the A vocabulary, but this often required a long explanation, leading to a certain loss of meaning in the thought meant to be said. B dağarcığındaki sözcükler, çoğu zaman bir düşünce akışını birkaç hecede toplayan, aynı zamanda alışılmış dilden daha şaşmaz ve etkili olan bir tür sözel stenoydu. Words in the B-repertoire were often a kind of verbal shorthand that gathered a stream of thought into a few syllables, but was also more precise and effective than conventional language.

B dağarcığındaki sözcüklerin hepsi bileşik sözcüklerdi. The words in the B vocabulary were all compound words. [[16]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_16_1)Kolay söylenebilecek bir biçimde birleştirilmiş iki ya da daha çok sözcükten ya da sözcük parçalarından oluşuyorlardı. [[16]](https://www.lingq.com/en/learn/en/web/editor?course=632427#_16_1) They consisted of two or more words or parts of words combined in an easy to pronounce manner. Sonuçta ortaya çıkan karışım, çekimi bildik kurallara göre yapılan bir ad-eylem oluyordu. The resulting mixture was a noun-action, the inflection of which was done according to the familiar rules. Tek bir örnek vermek gerekirse: İyidüşünüş sözcüğü kabaca "öğretiye bağlılık" ya da eylem olarak kullanılacaksa "öğretiye bağlı bir biçimde düşünmek" anlamına geliyordu. To cite just one example: The word goodthinking roughly meant "devotion to doctrine" or, if it were to be used as an action, "to think in a doctrinal way." Bunun çekimleri de şöyle oluyordu: ad-eylem, iyidüşünüş; geçmiş zaman ve geçmiş zaman sıfat eylemi, iyidüşünüldü; şimdiki zaman sıfat eylemi, iyidüşünüyor, sıfat, iyidüşünlü; belirteç, iyidüşünle; eylemsi ad, iyidüşünür. The footage of it was like this: name-action, goodthinking; past tense and past tense adjective action, well-thought; present tense adjective action, wellthinking, adjective, wellthinking; token, think well; action name, good thinker.

B dağarcığındaki sözcükler belirli bir kökenden türetilmiyordu. Words in the B vocabulary were not derived from a specific origin. Bu sözcüklerin oluşturulduğu sözcükler söylenen sözün herhangi bir bölümü olabiliyor, herhangi bir sıradüzende kullanılabiliyor ve söylenişlerini kolaylaştıracak herhangi bir biçimde değiştirilip bozulabiliyordu. The words from which these words were formed could be any part of the spoken word, used in any hierarchy, and altered or distorted in any way that would facilitate their pronunciation. Örneğin, düşün, suçdüşün (düşüncesuçu) sözcüğünde sona, düşünpol (Düşünce Polisi) sözcüğünde ise başa geliyordu; ikinci sözcük polisi'nin de yalnızca ilk hecesi kalıyordu. For example, think came to an end in the word thoughtcrime (thoughtcrime) and at the beginning in the word thinkpol (Thought Police); only the first syllable of the second word polis remained. Akışmayı, ses uyumunu sağlamak daha güç olduğundan, B sözdağarcığındaki kuralsız oluşumlar A sözdağarcığındakindan daha yaygındı. Since it is more difficult to achieve cohesion, irregular formations in vocabulary B were more common than in vocabulary A. Örneğin, Gerbak, Barbak ve Sevbak, Gerçek Bakanlığı, Barış Bakanlığı ve Sevgi Bakanlığı'nın söylenişlerini kolaylaştıran kısaltılmış biçimleriydi. For example, Gerbak, Barbak, and Sevbak were shortened forms of Ministry of Truth, Ministry of Peace, and Ministry of Love, which facilitated pronunciation. B dağarcığındaki tüm sözcüklerin sonekleri ve kökleri aynı biçimde değişebiliyordu. The suffixes and roots of all words in the B vocabulary could change in the same way.

B dağarcığındaki sözcüklerin anlamları, bu dilde yetkinleşmemiş birinin anlayamayacağı kadar inceltilmişti. The meanings of words in the B-vocabulary were too subtle to be understood by someone who was not proficient in the language. Örneğin, Times gazetesinin başyazılarından birindeki bir cümleyi alalım: Eskidüşünürler İngsos ruhduymaz. Take, for example, a sentence in one of the Times' editorials: Oldthinkers are Ingsoc. Bunu Eskisöylem'e kestirmeden şöyle aktarabiliriz: "Düşünceleri Devrim'den önce oluşmuş olanlar, İngiliz Sosyalizminin ilkelerinin ruhunu tam anlamıyla kavrayamazlar." We can equate this to Oldspeak as follows: "Those whose ideas were formed before the Revolution cannot fully grasp the spirit of the principles of English Socialism." Ama bu yeterli bir çeviri değildir. But this is not an adequate translation. Bir kere, yukarıda alıntılanan Yenisöylem cümlesini tam anlamıyla kavrayabilmek için, İngsos'un ne demek olduğunu açık seçik bilmek gerekir. For one thing, in order to fully grasp the Newspeak sentence quoted above, it is necessary to know clearly what Ingsoc means. Ayrıca, bugün hayal bile edilemeyecek, körü körüne, canı gönülden bir kabulleniş anıştıran ruhduyum sözcüğünün ya da kötücüllük ve çürümüşlük kavramlarıyla bütünleşmiş olan eskidüşün sözcüğünün gerçek gücünü, ancak İngsos'u derinliğine kavramış biri anlayabilir. Moreover, only a person who has a deep understanding of Ingsos can understand the true power of the word soul-sentiment, which is unimaginable today, suggesting a blind and heartfelt acceptance, or the old-thinking word, which is integrated with the notions of malice and corruption. Ama eskidüşün gibi bazı Yenisöylem sözcüklerinin asıl işlevi, anlamları yansıtmaktan çok, anlamları yok etmekti. But the main function of some Newspeak words, such as Oldthink, was to destroy meanings rather than reflect them. Sayıları ister istemez az olan bu sözcüklerin anlamları, tek bir kapsayıcı terimle bir yığın sözcüğü içerecek kadar genişletilmiş, böylece pek çok sözcük geçersiz kılınıp unutulmuştu. The meanings of these words, which were necessarily few in number, were expanded to include a multitude of words with a single overarching term, so many words were obsolete and forgotten. Yenisöylem Sözlüğü'nü hazırlayanların karşısına dikilen en büyük güçlük, yeni sözcükler uydurmak değil, yeni uydurulan sözcüklerin ne anlama geldiğini, başka bir deyişle kaç sözcüğü geçersiz kıldığını belirleyebilmekti. The biggest challenge facing the authors of the Newspeak Dictionary was not to make up new words, but to determine what the newly invented words meant, in other words, how many words they invalidated.

Daha önce özgür sözcüğünde de gördüğümüz gibi, bir zamanlar sapkın anlamlar taşıyan sözcükler bazen kolaylık kaygısıyla korunuyor, ama istenmeyen anlamlarından arındırılıyordu. As we saw earlier in the word free, words that once had deviant meanings were sometimes protected for convenience, but stripped of their unwanted meanings. Onur, adalet, ahlâk, enternasyonalizm, demokrasi, bilim ve din gibi sayısız sözcük yok olup gitmişti. Countless words such as honor, justice, morality, internationalism, democracy, science and religion had disappeared. Birkaç kapsayıcı sözcük onları içine almış, içine alırken de ortadan kaldırmıştı. A few inclusive words had engulfed them and, in encompassing them, eliminated them. Örneğin, özgürlük ve eşitlik kavramları çevresinde kümelenen tüm sözcükler tek bir suçdüşün sözcüğüyle, nesnellik ve akılcılık kavramları çevresinde kümelenen tüm sözcükler de tek bir eskidüşün sözcüğüyle kapsanıyordu. For example, all words clustered around the concepts of freedom and equality were covered by a single word think crime, and all words clustered around the concepts of objectivity and rationality were covered by a single word think old. Sözcüklerin daha açık ve kesin olması tehlikeliydi. It was dangerous if the words were clearer and more precise. Bir Parti üyesinden beklenen, pek fazla bir şey bilmeden kendi kavmi dışındaki tüm kavimlerin "sahte tanrılar"a tapındığına inanan bir ilkçağ İbranisine benzemesiydi. What was expected of a Party member was to resemble an ancient Hebrew who unknowingly believed that all tribes but his own people worshiped "false gods." İlkçağ İbranisinin o tanrıların adlarının Baal,[[17]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_17_1) Osiris,[[18]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_18_1)Molek,[[19]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_19_1) ya da Astarte[[20]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_20_1)olduğunu bilmesi gerekmezdi; herhalde onları ne denli az bilirse, bağnazlığı o ölçüde sağlamlaşırdı. Ancient Hebrew called those gods Baal,[[17]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_17_1) Osiris,[[18]](https:/ /www.lingq.com/en/learn/en/web/editor?course=632427#_18_1)Molek,[[19]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor He didn't need to know it was ?course=632427#_19_1) or Astarte[[20]](https://www.lingq.com/en/learn/en/web/editor?course=632427#_20_1); probably the less he knew about them, the more solidified his bigotry would be. O, Yehova'yı[[21]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_21_1)ve Yehova'nın emirlerini bilirdi: dolayısıyla da, başka adları ya da sıfatları olan tüm tanrıların sahte olduğunu. He knew Jehovah[[21]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_21_1) and Jehovah's commandments: hence, other names either that all gods with attributes are false. Parti üyesi de, doğru davranışın ne olduğunu bildiği gibi, doğru tutumdan ayrılmanın hangi yollardan mümkün olduğunu da çok genel olarak, belli belirsiz biliyordu. The member of the party knew very generally, vaguely, as well as knowing what the right conduct was, and by what ways it was possible to depart from the right attitude. Örneğin, tüm cinsel yaşamı iki Yenisöylem sözcüğüyle, sekssuç (cinsel ahlâksızlık) ve iyiseks (iffet) ile düzenleniyordu. For example, his entire sexual life was regulated by two Newspeak words, sexcrime (sexual immorality) and goodsex (chastity). Sekssuç, tüm cinsel ahlâksızlıkları kapsıyordu. Sexcrime covered all sexual immorality. Zinayı, eşcinsellik ve öteki sapıklıkları kapsadığı gibi, yalnızca zevk için girilen normal cinsel ilişkiyi de içeriyordu. It included adultery, homosexuality and other perversions, as well as normal sexual intercourse for pure pleasure. Bunların hepsi de aynı ölçüde suç sayıldığından, cezası da idam olduğundan, hepsini ayrı ayrı adlandırmaya gerek yoktu. Since all of these were considered crimes to the same extent and the penalty was death penalty, there was no need to name them all separately. Bilimsel ve teknik sözcüklerden oluşan C sözdağarcığında, bazı cinsel sapkınlıklara özel adlar vermek gerekebilirdi, ama sıradan yurttaşın bunlara gereksinimi yoktu. In the C vocabulary of scientific and technical words, some sexual perversions might have needed proper names, but the ordinary citizen didn't need them. Sıradan yurttaş, iyiseks'in ne anlama geldiğini biliyordu; iyiseks, karı kocanın sırf çocuk yapmak amacıyla girdiği ve kadının bedensel zevk almasının söz konusu olmadığı normal cinsel ilişkiydi; bunun dışında kalan her türlü cinsel ilişki sekssuç'tu. The ordinary citizen knew what goodsex meant; goodsex was the normal sexual intercourse between the husband and wife for the sole purpose of having children and where the woman did not enjoy bodily pleasure; Any other sexual intercourse other than this was sexcrime. Yenisöylem'de, sapkın bir düşüncenin, sapkın olduğunu kabullenmenin ötesinde izini sürmek pek mümkün değildi: Bunun için gerekli sözcükler yoktu. In Newspeak it was hardly possible to trace a deviant thought beyond admitting it to be deviant: there were no words for it.

B sözdağarcığında, ideolojik bakımdan yansız olan tek bir sözcük bulunmuyordu. Vocabulary B did not contain a single ideologically neutral word. Pek çoğu örtmeceli[[22]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_22_1) sözcüklerdi. Many of them were euphemistic[[22]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_22_1). Örneğin, keyifkamp (zorunlu çalışma kampı) ya da Barbak (Barış Bakanlığı, yani Savaş Bakanlığı) gibi sözcükler, görünürdeki anlamının nerdeyse tam karşıtı bir anlam taşıyordu. For example, words like joykamp (forced labor camp) or Barbak (Ministry of Peace, i.e. Ministry of War) meant almost the opposite of their apparent meaning. Buna karşılık, kimi sözcükler de Okyanusya toplumunun gerçek yüzünü su götürmez bir biçimde, apaçık ortaya koyuyordu. Conversely, some words unequivocally revealed the true face of Oceanian society. Örneğin, Parti'nin proleter kitlelere dağıttığı süprüntü yayınlara ve sunduğu asılsız haberlere prolbesi deniyordu. For example, the rubbish publications that the Party distributed to the proletarian masses and the false news it presented were called prolbesi. Bir de, Parti için kullanıldığında "iyi"yi, düşmanlar için kullanıldığında "kötü"yü çağrıştıran belirsiz sözcükler vardı. There were also vague words that connoted "good" when used for the Party, and "bad" when used for enemies. Ayrıca, ilk bakışta yalnızca birer kısaltma gibi görünmekle birlikte, ideolojik niteliklerini anlamlarından değil de yapılarından alan pek çok sözcük bulunuyordu. Also, there were many words that, although at first glance seemed like mere abbreviations, took their ideological character from their structure rather than their meaning.

Anlaşıldığı kadarıyla, herhangi bir siyasal anlamı olan ya da olabilecek her şey B sözdağarcığına alınmıştı. As it turned out, anything that had or could have any political significance was included in the B vocabulary. Her örgüt ya da topluluk, öğreti, ülke, kurum ya da kamu yapısının adı, türetildiği kök korunarak, en az heceyle kolayca söylenebilecek tek bir sözcüğe indirgenmişti. The name of every organization or community, creed, country, institution or public body was reduced to a single word that could easily be said in a minimum of syllables, preserving the root from which it was derived. Örneğin, Gerçek Bakanlığı'nda Winston Smith'in çalıştığı Arşiv Dairesi'ne Arda, Kurgu Dairesi'ne Kurda, Televizyon Programları Dairesi'ne de Telda deniyordu. For example, the Department of Archives where Winston Smith worked at the Ministry of Truth was called Arda, the Department of Editing was called Kurda, and the Department of Television Programs was called Telda. Burada amaç, yalnızca zaman kazanmak değildi. The goal here was not just to save time. Yirminci yüzyılın ilk otuz kırk yılında bile kısaltılmış sözcük ve deyimler siyasal dilin belirleyici özelliklerinden biri olmuş ve bu tür kısaltmaların en çok totaliter ülkeler ve totaliter örgütlerde kullanıldığı görülmüştü. Even in the first thirty or forty years of the twentieth century, abbreviated words and phrases became one of the defining features of political language, and it was seen that such abbreviations were mostly used in totalitarian countries and totalitarian organizations. Örnekse, Nazi, Gestapo, Komintern, Inprecor,[[23]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_23_1)Ajitprop[[24]](https://www.lingq.com/en/learn/tr/web/editor?course=632427#_24_1) gibi sözcükler. For example, Nazi, Gestapo, Comintern, Inprecor,[[23]](https://www.lingq.com/en/learn/en/web/editor?course=632427#_23_1)Ajitprop[[24]](https Words like ://www.lingq.com/en/learn/en/web/editor?course=632427#_24_1). Bu uygulama ilk başlarda içgüdüsel bir biçimde benimsenmişse de, Yenisöylem'de bilinçli bir amaçla kullanılıyordu. Although this practice was instinctively adopted at first, it was used with a conscious purpose in Newspeak. Bir adı böyle kısaltmakla, yapabileceği çağrışımların çoğunun önü kesilerek, anlamının daraltılıp ustaca değiştirilebildiğinin farkına varılmıştı. It was realized that by shortening a name like this, most of its connotations could be cut off, and its meaning could be narrowed down and subtly changed. Örneğin, Komünist Enternasyonal sözcükleri, insanlığın evrensel kardeşliği, kızıl bayraklar, barikatlar, Karl Marx ve Paris Komünü'nün iç içe geçtiği bir görünümü çağrıştırır. For example, the words Communist International evoke a view of the universal brotherhood of humanity, red flags, barricades, Karl Marx and the Paris Commune. Oysa Komintern sözcüğü, yalnızca sağlam yapılı bir örgütü ve açık seçik tanımlanmış bir öğreti birliğini akla getirir. The word Comintern, however, connotes only a well-structured organization and a clearly defined unity of doctrine. Nerdeyse bir iskemle ya da masa kadar tanıması kolay ve amacı sınırlı bir şeye gönderme yapar. It refers to something that is almost as easy to recognize as a chair or table and has a limited purpose. Komintern'in nerdeyse fazla düşünülmeden söylenebilecek bir sözcük olmasına karşılık, Komünist Enternasyonal insanı hiç değilse bir an düşündüren bir deyimdir. While Comintern is a word that can be said almost without much thought, the Communist International is a phrase that makes one think, at least for a moment. Gerbak gibi bir sözcüğün çağrıştırdıkları da, Gerçek Bakanlığı'nın çağrıştırdıklarından hem daha az hem de daha denetlenebilirdir. The connotations of a word like Gerbak are also less and more controllable than those of the Ministry of Truth. Bu da, yalnızca her fırsatta kısaltmaya gidilmesini değil, her sözcüğün kolayca söylenebilmesine nerdeyse aşırı bir özen gösterilmesini de açıklamaktadır. This explains not only the use of abbreviations at every opportunity, but also the almost extreme care being taken to easily pronounce every word.

Yenisöylem'de, anlam şaşmazlığı dışında en çok söyleniş kolaylığına önem veriliyordu. In Newspeak, apart from the infallibility of meaning, the most importance was given to the ease of pronunciation. Gerekli görüldüğünde, dilbilgisi kuralları söyleniş kolaylığına her zaman feda ediliyordu. Grammar rules were always sacrificed to ease of pronunciation when deemed necessary. Doğruydu da, çünkü istenen, her şeyden önce de siyasal kaygılarla istenen, çabucak söyleniveren ve konuşanın zihninde en az yankı uyandıran, yanlış anlaşılmaya yer bırakmayacak kısaltılmış sözcüklerdi. It was also true, because what was desired, above all, for political reasons, was abbreviated words that were said quickly and had the least repercussions in the mind of the speaker, leaving no room for misunderstanding. B sözdağarcığındaki sözcükler, hemen hepsinin birbirine çok benzemesinden güç bile alıyordu. The words in the B vocabulary were even powered by the fact that almost all of them were very similar. Bu sözcüklerin hemen hepsi –iyidüşün, Barbak, prolbesi, sekssuç, keyifkamp, İngsos, ruhduyum, düşünpol ve daha pek çoğu– vurgunun ilk hece ile son hece arasında eşit olarak bölüşüldüğü, iki ya da üç heceli sözcüklerdi. Almost all of these words—goodthink, Barbak, prolbesi, sexcrime, pleasure camp, Ingsos, soul-sensation, thoughtpole, and many more—were two or three syllable words, with the stress equally divided between the first and last syllables. Bu sözcüklerle konuşulduğunda, kısa, kesik, tekdüze seslerle hızlı hızlı konuşulabiliyordu. When spoken in these words, it was possible to speak quickly in short, choppy, monotonous sounds. İstenen de tam olarak buydu. This was exactly what was wanted. Amaç, konuşmayı, özellikle ideolojik bakımdan yansız olmayan konulardaki konuşmayı elden geldiğince bilinçten bağımsız kılmaktı. The aim was to make speech as independent as possible from consciousness, especially on topics that were not ideologically neutral. Günlük konuşmada, bir şey söylemeden önce düşünmek, her zaman olmasa da bazen, hiç kuşkusuz gerekliydi; ama siyasal ya da ahlâksal bir konuda görüş bildirmesi istenen bir Parti üyesi, doğru düşünceleri kurşun yağdıran bir makineli tüfek gibi yağdırmalıydı. In everyday conversation it was undoubtedly necessary, sometimes, but not always, to think before saying something; but a Party member who was asked to give an opinion on a political or moral issue had to rain righteous thoughts like a machine gun that rains bullets. Dil, aslında buna yatkın bir biçimde yetiştirilmiş olan Parti üyesine kusursuz bir araç sağlıyordu; sert seslerden oluşan ve İngsos'un ruhuna uygun olarak bile bile çirkinleştirilmiş sözcüklerin yapısı da bu işi iyice kolaylaştırıyordu. Language provided an excellent tool to the Party member, who was actually trained for it; The structure of words made of harsh sounds and deliberately uglier in accordance with the spirit of Ingsos made this task much easier.

Seçilebilecek pek az sözcük olması da bir başka kolaylaştırıcı etkendi. The few words to choose from was another facilitating factor. Yenisöylem'in sözdağarcığı bizimkinden yoksul olduğu gibi, durmadan daha da yoksullaştırmanın yeni yolları bulunuyordu. Just as the vocabulary of Newspeak was poorer than ours, there were constantly new ways to impoverish it. Aslında, Yenisöylem, sözdağarcığının her yıl genişleyeceğine gittikçe yoksullaşmasıyla, nerdeyse bütün öteki dillerden ayrılıyordu. In fact, Newspeak differed from nearly all other languages in that its vocabulary became increasingly impoverished rather than enlarged each year. Her eksiltme bir kazançtı, çünkü seçim alanı ne kadar daralırsa, insanların düşünmenin ayartısına kapılma olasılığı da o ölçüde azalırdı. Every reduction was a gain, because the narrower the field of choice, the less likely people were to be tempted to think. Sonuç olarak, söylenen sözün, beynin üst bölgelerini işe karıştırmadan, gırtlaktan çıkması bekleniyordu. As a result, the spoken word was expected to come out of the throat without involving the upper parts of the brain. Yenisöylem'de, "ördek gibi vaklamak" anlamına gelen ördeksöylem sözcüğü de açıkça bunu gösteriyordu. The word duckspeak, meaning "to quack like a duck", clearly indicated this. B sözdağarcığındaki pek çok sözcük gibi ördeksöylem'in de esnek bir anlamı vardı. Like many words in vocabulary B, duckspeak had a flexible meaning. Ördek gibi vaklayarak dile getirilen görüş öğretiye bağnazca bağlıysa, ördeksöylem övücü bir nitelik taşıyordu; Times gazetesinde Parti'nin hatiplerinden birinden çiftartıiyi ördeksöylemci diye söz edilmesi, yüceltmek, göklere çıkarmak demekti. If the duck-quacked opinion was fanatically devoted to the doctrine, duckspeak was laudatory; To be referred to in the Times as a double-plus-good duckspeaker of one of the Party's orators was to exalt, to glorify.