×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Book - 1984 - George Orwell, 2. Bölüm - IX (e)

2. Bölüm - IX (e)

Elliler ve altmışların devrimci döneminin ardından, toplum, her zaman olduğu gibi, yeniden Yüksek, Orta ve Aşağı kesimlere ayrıldı. Ama yeni Yüksek kesim, öncekilerin tersine, içgüdüleriyle hareket etmiyor, konumunu korumak için neyin gerekli olduğunu biliyordu. Oligarşinin biricik güvenli temelinin kolektivizm olduğu çoktan anlaşılmıştı. Servet ve ayrıcalığı korumanın en kolay yolu, bunlara ortaklaşa sahip olmaktır. Yüzyıl ortalarında meydana gelen "özel mülkiyetin ortadan kaldırılması", gerçekte, mülkiyetin eskisinden çok daha az kişinin elinde toplanması anlamına geliyordu; şu farkla ki, yeni mülkiyet sahipleri bireylerden oluşan bir kitle değil, bir kesimdi. Hiçbir Parti üyesi, ufak tefek özel eşyalar dışında, kendi başına bir şeyin sahibi değildir. Okyanusya'da her şey kolektif olarak Partiye aittir, çünkü her şey Parti'nin denetimi altındadır, üretilen her şeyi Parti uygun gördüğü biçimde değerlendirir. Devrimi izleyen yıllarda Parti bu egemenliği hemen hiçbir karşı koyuşla karşılaşmadan elde edebilmişti, çünkü söz konusu durum tümüyle bir kolektifleştirme olarak sunulmuştu. Eskiden beri, kapitalist sınıfın mülksüzleştirilmesini sosyalizmin izleyeceğine inanılmıştı ve kapitalistler gerçekten de mülksüzleştirilmişlerdi işte. Fabrikalar, madenler, topraklar, evler, ulaşım, her şey ellerinden alınmıştı ve bütün bunlar özel mülk olmaktan çıktığına göre artık hepsinin kamu malı olması gerekirdi. Eski sosyalist hareketin bağrından doğan ve onun terminolojisini olduğu gibi miras edinen İngsos, sosyalist programın ana maddesini gerçekten de yerine getirmiş, böylece önceden beklendiği ve istendiği gibi ekonomik eşitsizlik kalıcı kılınmıştı.

Ne var ki, hiyerarşik toplumu sürekli kılmanın sorunları bundan derindir. Egemen kesimin iktidardan düşebilmesinin yalnızca dört yolu vardır. Ya bir dış güç tarafından alt edilecektir, ya ülkeyi yönetmekte kitlelerin baş kaldırmasına yol açacak kadar yetersiz kalacaktır, ya güçlü ve hoşnutsuz bir Orta kesimin doğmasına engel olamayacaktır ya da kendine olan güvenini ve yönetme isteğini yitirecektir. Bu nedenlerin hiçbiri tek başına işlemez, dördü de şu ya da bu ölçüde bir arada etki eder. Kendini bunların hepsine karşı koruyabilen bir egemen sınıf sürekli iktidarda kalabilir. Önünde sonunda, belirleyici etken, egemen sınıfın zihinsel eğilimidir.

Yüzyılımızın ortalarından sonra, ilk tehlike gerçekten de ortadan kalkmıştı. Bugün dünyayı bölüşmüş olan devletlerin üçü de aslında yenilmezdir; ancak yavaş gerçekleşen demografik değişiklikler sonucunda yenilebilirler, ki güçlü bir yönetim bunu kolayca önleyebilir. İkinci tehlike de yalnızca kuramda kalan bir tehlikedir. Kitleler kendi başlarına asla ayaklanmadıkları gibi, sırf ezildikleri için ayaklandıkları da görülmemiştir. Açıkçası, kıyaslama olanağından yoksun bırakıldıkları sürece, ezildiklerinin farkına bile varmazlar. Bir zamanların sürekli yinelenen ekonomik bunalımları tümden gereksiz olmuştur ve artık meydana gelmelerine izin verilmemektedir. Ama daha başka ve daha büyük çarpıklıklar meydana gelebilir ve gelmektedir de; hem de hiçbir politik sonuca yol açmadan, çünkü insanların hoşnutsuzluklarını açıkça dile getirebilecekleri hiçbir olanak yoktur. Makine teknolojisinin gelişmesinden bu yana toplumumuzda kendini hissettiren üretim fazlası sorunu ise, aynı zamanda halkın moralinin gerekli düzeye yükseltilmesine de yarayan sürekli savaş düzeniyle (bkz. Üçüncü Bölüm) çözülmüştür. O yüzden, bugün bizi yönetenler açısından gerçek tehlike, becerikli, yarı-işsiz, iktidara susamış insanlardan oluşan yeni bir kesimin kopup ortaya çıkması ve kendi saflarında liberalizm ve kuşkuculuğun gelişmesidir. Demek, sorun eğitimle ilgilidir. Hem yönetici kesimin hem de onların hemen altındaki, yürütmeyle görevli daha geniş kesimin bilincinin sürekli olarak biçimlendirilmesi sorunudur. Kitlelerin bilincinin ise yalnızca olumsuz yönde etkilenmesi gerekmektedir.

Burada anlatılanlar temelinde, önceden hiçbir şey bilmeyen biri bile, Okyanusya toplumunun genel yapısını anlayabilir. Piramidin tepesinde Büyük Birader oturmaktadır. Büyük Birader yanılmaz ve her şeye kadirdir. Tüm başarılar, tüm kazanımlar, tüm zaferler, tüm bilimsel buluşlar, tüm bilgiler, tüm bilgelikler, tüm mutluluklar ve tüm erdemler doğrudan onun önderliğinden doğar ve ondan esinlenir. Büyük Birader'i bugüne kadar gören olmamıştır. O, duvarlardaki posterlerde bir yüz, tele-ekranlarda bir sestir. Onun asla ölmeyeceğinden kesinlikle emin olabiliriz, ne zaman doğduğu ise belirsizdir. Büyük Birader, Parti'nin dünyaya görünmek için büründüğü surettir. İşlevi, bir örgütten çok bir bireye karşı daha kolay duyulabilecek sevgi, korku ve saygı gibi duyguları kendisinde odaklandırmaktır. Büyük Birader'den sonra, üye sayısı altı milyonla ya da Okyanusya nüfusunun yüzde ikisinden azıyla sınırlı olan İç Parti gelir. İç Parti'nin altında Dış Parti yer alır; İç Parti devletin beyni ise, Dış Parti de devletin eli kolu sayılabilir. Ondan sonra, nüfusun belki de yüzde seksen beşini oluşturan, genellikle "proleterler" dediğimiz suskun kitleler gelir. Proleterler, daha önceki sınıflandırmamıza göre, Aşağı kesimdir; sürekli olarak bir egemenin elinden bir başka egemenin eline geçen ekvatoral ülkelerin köle halklarına gelince, onlar bu yapının kalıcı ya da gerekli bir parçası değildir.

Bu üç kesime üyelik, ilke olarak, kalıtsal değildir. İç Parti üyesi olan bir ana babanın çocuğu, kuramsal olarak, İç Parti üyesi olarak doğmaz. Parti'nin her iki bölümüne de on altı yaşında yapılan bir sınavla girilir. Herhangi bir ırk ayırımı yapılmadığı gibi, bir eyaletin başka bir eyalete belirgin bir üstünlüğü de söz konusu değildir. Parti'nin en üst kademelerinde Yahudilere, Zencilere ve saf Yerli kanı taşıyan Güney Amerikalılara rastlanabilir; bölge yöneticileri de o bölgenin insanları arasından seçilirler. İnsanlar, Okyanusya'nın hiçbir yöresinde, uzak bir başkentten yönetilen bir sömürge halkı oldukları duygusuna kapılmazlar. Okyanusya'nın başkenti yoktur, resmi başkanı ise yerini kimsenin bilmediği biridir. İngilizce'nin her yerde konuşulan başlıca dil, Yenisöylem'in de resmi dil olması dışında, Okyanusya'da herhangi bir merkezileşme yoktur. Yönetenleri bir arada tutan, kan bağı değil, ortak bir öğretiye bağlılıktır. Toplumumuzun, ilk bakışta kalıtsal temellere dayalı görünen katmanlara, hem de çok katı katmanlara ayrılmış olduğu doğrudur. Farklı kesimler arasında gidiş gelişler, kapitalizmde, hatta sanayi öncesi çağlarda olduğundan çok daha azdır. Parti'nin iki bölümü arasında belirli ölçüde bir değiştokuş olabilir; ama bu, zayıfların İç Parti'den çıkarılması ve Dış Parti'nin hırslı üyelerinin yükselmelerine izin verilerek zararsız kılınmalarıyla sınırlıdır. Ne var ki, uygulamada, proleterlerin Parti'ye girmelerine izin verilmez. Hoşnutsuzluk kaynağı olabilecek en yeteneklileri Düşünce Polisi tarafından belirlenip yok edilir. Ama bu durum bir süreklilik göstermediği gibi, bir kural haline de getirilmemiştir. Parti, sözcüğün eski anlamında bir sınıf değildir. İktidarı ille de kendi çocuklarına aktarmak gibi bir amacı yoktur; en yeteneklileri başta tutmanın başka bir yolu kalmasa, proleterler arasından yepyeni bir kuşağı saflarına katmakta hiç duraksamaz. Parti'nin kalıtsal bir örgüt olmaması, zor yıllarda, muhalefetin tarafsızlaştırmasında hiç de azımsanmayacak bir rol oynamıştı. "Sınıf ayrıcalığı" denen şeye karşı savaşım vermek üzere eğitilmiş eski türden sosyalist, kalıtsal olmayanın sürekli olamayacağı kanısındaydı. Oligarşinin sürekliliğinin fiziksel olmasının gerekmediğini görmediği gibi, kalıtsal aristokrasilerin her zaman kısa ömürlü olduğunu, buna karşılık Katolik Kilisesi gibi edinik örgütlerin kimi zaman yüzlerce, binlerce yıl sürebildiğini durup düşünmemişti bile. Oligarşik yönetimin özü babadan oğula geçmesi değil, ölülerin yaşayanlara dayattığı belirli bir dünya görüşü ve belirli bir yaşam biçiminin sürdürülmesinde diretilmesidir. Yönetici kesim, ardıllarını ortaya koyabildiği sürece yönetici kesimdir. Parti, soyunu değil, kendisini sürdürmekle ilgilenir. İktidarı kimin elinde tuttuğu önemli değildir, yeter ki hiyerarşik yapı hep aynı kalsın.

Zamanımızı nitelendiren tüm inançlar, alışkanlıklar, beğeniler, duygular, düşünsel eğilimler gerçekte Parti'nin gizemini korumak ve günümüz toplumunun gerçek doğasının anlaşılmasını önlemek üzere düzenlenmiştir. Şu anda somut bir başkaldırı, hatta bir başkaldırı hazırlığı bile olanaksızdır. Proleterlerin korkulacak bir yanı yoktur. Kaderlerine terk edilmiş olan proleterler, yalnızca başkaldırı dürtüsünden yoksun olarak değil, aynı zamanda dünyanın daha farklı olabileceğini kavrama gücünden de yoksun bir biçimde kuşaklar ve yüzyıllar boyunca çalışacak, üreyecek ve öleceklerdir. Proleterler, ancak sanayi teknolojisinin gelişimi onların daha ileri düzeyde eğitilmelerini gerekli kılsaydı tehlikeli olabilirlerdi; ama askeri ve tecimsel rekabet artık önemini yitirdiği için, halkın eğitiminin düzeyi düşmektedir. Kitlelerin ne düşündükleri ya da ne düşünmedikleri, ilgilenmeye değmez bir sorun olarak görülmektedir. Bir düşünceleri olmadığı için onlara düşünsel özgürlük tanınabilir. Buna karşılık, bir Parti üyesinin en önemsiz konuda bile en küçük bir düşünsel sapma göstermesi hoş görülemez.

Parti üyesi ömrü boyunca Düşünce Polisi'nin denetimi altında yaşar. Yalnızken bile yalnız olduğundan bir türlü emin olamaz. Uykuda ya da uyanık, çalışıyor ya da dinleniyor, banyoda ya da yatağında, nerede ne yapıyor olursa olsun, hiçbir uyarıda bulunulmadan ve denetlendiğini bilmeden denetlenir. Yaptığı her şey ilgilenilmeye değerdir. Dostlukları, dinlenceleri, karısına ve çocuklarına karşı tutumu, bir başınayken yüzünde beliren ifade, uykusunda mırıldandığı sözler, hatta vücudunun kendine özgü hareketleri kılı kırk yararcasına incelenir. Yalnızca açıktan açığa yanlış davranışlarının değil, gösterdiği her türlü tuhaflığın, alışkanlıklarında meydana gelen her türlü değişikliğin, bir iç savaşımın belirtisi olabilecek her türlü öfkelenişin saptanmaması olanaksızdır. Hiçbir konuda seçme özgürlüğü yoktur. Öte yandan, nasıl hareket edeceği herhangi bir yasaya ya da açık seçik belirlenmiş davranış ilkelerine bağlanmış değildir. Okyanusya'da yasa diye bir şey yoktur. Saptandıkları zaman kesin ölüm demek olan düşünceler ve davranışlar resmi olarak yasaklanmamıştır ve ardı arası kesilmeyen temizlikler, tutuklamalar, işkenceler, hapse atmalar ve buharlaştırmalar gerçekten suç işlemiş olan kişileri cezalandırmak için değil, ileride suç işleyebileceği düşünülen kişileri yok etmek amacıyla uygulanır. Bir Parti üyesinin yalnızca düşüncelerinin değil, içgüdülerinin de doğru olması gerekir. Ondan beklenen inançlar ve davranışların pek çoğu hiçbir zaman açık seçik belirtilmez; açık seçik belirtilse, İngsos'un bağrındaki çelişkiler açığa çıkacaktır. Parti üyesi su katılmadık bir bağnazsa (Yenisöylem'de derindüşünür), her koşulda, hangi inancın doğru olduğunu ya da kendisinden hangi duygunun beklendiğini, düşünmeye gerek duymadan, bilecektir. Kaldı ki, çocukluğunda gördüğü ve suçdurdurum, aklakara ve çiftdüşün gibi Yenisöylem sözcükleri çevresinde dönen incelikli zihin eğitimi, onu, neyle ilgili olursa olsun derin düşünme konusunda isteksiz ve yeteneksiz kılar.


2. Bölüm - IX (e)

Elliler ve altmışların devrimci döneminin ardından, toplum, her zaman olduğu gibi, yeniden Yüksek, Orta ve Aşağı kesimlere ayrıldı. After the revolutionary period of the fifties and sixties, society, as always, was again divided into High, Middle, and Low. Ama yeni Yüksek kesim, öncekilerin tersine, içgüdüleriyle hareket etmiyor, konumunu korumak için neyin gerekli olduğunu biliyordu. But the new High, unlike its predecessors, did not act on instinct, but knew what was necessary to maintain its position. Oligarşinin biricik güvenli temelinin kolektivizm olduğu çoktan anlaşılmıştı. It was already understood that the only secure foundation of the oligarchy was collectivism. Servet ve ayrıcalığı korumanın en kolay yolu, bunlara ortaklaşa sahip olmaktır. The easiest way to preserve wealth and privilege is to jointly own them. Yüzyıl ortalarında meydana gelen "özel mülkiyetin ortadan kaldırılması", gerçekte, mülkiyetin eskisinden çok daha az kişinin elinde toplanması anlamına geliyordu; şu farkla ki, yeni mülkiyet sahipleri bireylerden oluşan bir kitle değil, bir kesimdi. The 'abolition of private property', which occurred in the mid-century, actually meant the concentration of property in far fewer hands than before; with the difference that the new owners were a segment, not a mass of individuals. Hiçbir Parti üyesi, ufak tefek özel eşyalar dışında, kendi başına bir şeyin sahibi değildir. No Party member owns anything of his own, except for small private items. Okyanusya'da her şey kolektif olarak Partiye aittir, çünkü her şey Parti'nin denetimi altındadır, üretilen her şeyi Parti uygun gördüğü biçimde değerlendirir. In Oceania, everything collectively belongs to the Party, because everything is under the control of the Party, everything produced is evaluated by the Party as it sees fit. Devrimi izleyen yıllarda Parti bu egemenliği hemen hiçbir karşı koyuşla karşılaşmadan elde edebilmişti, çünkü söz konusu durum tümüyle bir kolektifleştirme olarak sunulmuştu. In the years following the Revolution, the Party was able to achieve this dominance almost without opposition, because the situation in question was presented as purely collectivisation. Eskiden beri, kapitalist sınıfın mülksüzleştirilmesini sosyalizmin izleyeceğine inanılmıştı ve kapitalistler gerçekten de mülksüzleştirilmişlerdi işte. It was long believed that socialism would follow the expropriation of the capitalist class, and the capitalists were indeed expropriated. Fabrikalar, madenler, topraklar, evler, ulaşım, her şey ellerinden alınmıştı ve bütün bunlar özel mülk olmaktan çıktığına göre artık hepsinin kamu malı olması gerekirdi. Factories, mines, land, houses, transportation, everything else had been taken away from them, and now that they were no longer private property, they all had to be public property. Eski sosyalist hareketin bağrından doğan ve onun terminolojisini olduğu gibi miras edinen İngsos, sosyalist programın ana maddesini gerçekten de yerine getirmiş, böylece önceden beklendiği ve istendiği gibi ekonomik eşitsizlik kalıcı kılınmıştı. Born from the heart of the old socialist movement and inheriting its terminology as it was, Ingsos did indeed fulfill the main article of the socialist program, thus making economic inequality permanent as expected and desired.

Ne var ki, hiyerarşik toplumu sürekli kılmanın sorunları bundan derindir. However, the problems of perpetuating hierarchical society are deeper than that. Egemen kesimin iktidardan düşebilmesinin yalnızca dört yolu vardır. There are only four ways in which the ruling class can fall from power. Ya bir dış güç tarafından alt edilecektir, ya ülkeyi yönetmekte kitlelerin baş kaldırmasına yol açacak kadar yetersiz kalacaktır, ya güçlü ve hoşnutsuz bir Orta kesimin doğmasına engel olamayacaktır ya da kendine olan güvenini ve yönetme isteğini yitirecektir. It will either be defeated by an outside power, or it will be insufficient to lead the country to the extent that it causes a revolt of the masses, or it will not be able to prevent the emergence of a strong and disgruntled Middle section, or it will lose its self-confidence and will to rule. Bu nedenlerin hiçbiri tek başına işlemez, dördü de şu ya da bu ölçüde bir arada etki eder. None of these causes works alone, all four act together to one degree or another. Kendini bunların hepsine karşı koruyabilen bir egemen sınıf sürekli iktidarda kalabilir. A ruling class that can defend itself against all of these can stay in power forever. Önünde sonunda, belirleyici etken, egemen sınıfın zihinsel eğilimidir. Ultimately, the determining factor is the mental disposition of the ruling class.

Yüzyılımızın ortalarından sonra, ilk tehlike gerçekten de ortadan kalkmıştı. After the middle of our century, the original danger had indeed disappeared. Bugün dünyayı bölüşmüş olan devletlerin üçü de aslında yenilmezdir; ancak yavaş gerçekleşen demografik değişiklikler sonucunda yenilebilirler, ki güçlü bir yönetim bunu kolayca önleyebilir. All three of the states that have divided the world today are essentially invincible; they can only be defeated by slow demographic changes, which a strong government can easily prevent. İkinci tehlike de yalnızca kuramda kalan bir tehlikedir. The second danger is one that remains only in theory. Kitleler kendi başlarına asla ayaklanmadıkları gibi, sırf ezildikleri için ayaklandıkları da görülmemiştir. Just as the masses never revolted on their own, they were never seen to revolt simply because they were oppressed. Açıkçası, kıyaslama olanağından yoksun bırakıldıkları sürece, ezildiklerinin farkına bile varmazlar. Frankly, they do not even realize that they are oppressed, so long as they are deprived of the opportunity to compare. Bir zamanların sürekli yinelenen ekonomik bunalımları tümden gereksiz olmuştur ve artık meydana gelmelerine izin verilmemektedir. The once-recurring economic depressions have become completely unnecessary and are no longer allowed to occur. Ama daha başka ve daha büyük çarpıklıklar meydana gelebilir ve gelmektedir de; hem de hiçbir politik sonuca yol açmadan, çünkü insanların hoşnutsuzluklarını açıkça dile getirebilecekleri hiçbir olanak yoktur. But other and greater distortions can and do occur; and without any political consequences, because there is no opportunity for people to openly express their discontent. Makine teknolojisinin gelişmesinden bu yana toplumumuzda kendini hissettiren üretim fazlası sorunu ise, aynı zamanda halkın moralinin gerekli düzeye yükseltilmesine de yarayan sürekli savaş düzeniyle (bkz. The problem of surplus production, which has made itself felt in our society since the development of machine technology, is accompanied by the order of constant warfare, which also serves to raise the morale of the people to the required level (see. Üçüncü Bölüm) çözülmüştür. Third Chapter) has been resolved. O yüzden, bugün bizi yönetenler açısından gerçek tehlike, becerikli, yarı-işsiz, iktidara susamış insanlardan oluşan yeni bir kesimin kopup ortaya çıkması ve kendi saflarında liberalizm ve kuşkuculuğun gelişmesidir. So the real danger for those who govern us today is the emergence of a new section of resourceful, semi-unemployed, power-hungry people and the growth of liberalism and skepticism in their ranks. Demek, sorun eğitimle ilgilidir. So the problem is with education. Hem yönetici kesimin hem de onların hemen altındaki, yürütmeyle görevli daha geniş kesimin bilincinin sürekli olarak biçimlendirilmesi sorunudur. It is a question of the continual shaping of the consciousness of both the ruling class and the broader executive branch just below them. Kitlelerin bilincinin ise yalnızca olumsuz yönde etkilenmesi gerekmektedir. The consciousness of the masses should only be negatively affected.

Burada anlatılanlar temelinde, önceden hiçbir şey bilmeyen biri bile, Okyanusya toplumunun genel yapısını anlayabilir. On the basis of what has been described here, even a person with no prior knowledge can understand the general structure of Oceanian society. Piramidin tepesinde Büyük Birader oturmaktadır. Big Brother sits at the top of the pyramid. Büyük Birader yanılmaz ve her şeye kadirdir. Big Brother is infallible and almighty. Tüm başarılar, tüm kazanımlar, tüm zaferler, tüm bilimsel buluşlar, tüm bilgiler, tüm bilgelikler, tüm mutluluklar ve tüm erdemler doğrudan onun önderliğinden doğar ve ondan esinlenir. All achievements, all achievements, all victories, all scientific discoveries, all knowledge, all wisdom, all happiness and all virtues arise directly from and are inspired by his leadership. Büyük Birader'i bugüne kadar gören olmamıştır. No one has ever seen Big Brother. O, duvarlardaki posterlerde bir yüz, tele-ekranlarda bir sestir. It is a face on posters on the walls, a voice on telescreens. Onun asla ölmeyeceğinden kesinlikle emin olabiliriz, ne zaman doğduğu ise belirsizdir. We can be absolutely sure that he will never die, but when he was born is uncertain. Büyük Birader, Parti'nin dünyaya görünmek için büründüğü surettir. Big Brother is the Party's image to appear to the world. İşlevi, bir örgütten çok bir bireye karşı daha kolay duyulabilecek sevgi, korku ve saygı gibi duyguları kendisinde odaklandırmaktır. Its function is to focus emotions such as love, fear and respect, which can be felt more easily towards an individual rather than an organization. Büyük Birader'den sonra, üye sayısı altı milyonla ya da Okyanusya nüfusunun yüzde ikisinden azıyla sınırlı olan İç Parti gelir. After Big Brother comes the Inner Party, whose membership is limited to six million, or less than two percent of Oceania's population. İç Parti'nin altında Dış Parti yer alır; İç Parti devletin beyni ise, Dış Parti de devletin eli kolu sayılabilir. Below the Inner Party is the Outer Party; If the Inner Party is the brain of the state, the Outer Party can be considered the hand and arm of the state. Ondan sonra, nüfusun belki de yüzde seksen beşini oluşturan, genellikle "proleterler" dediğimiz suskun kitleler gelir. Then come the mute masses, what we usually call the "proletarians," who make up perhaps eighty-five percent of the population. Proleterler, daha önceki sınıflandırmamıza göre, Aşağı kesimdir; sürekli olarak bir egemenin elinden bir başka egemenin eline geçen ekvatoral ülkelerin köle halklarına gelince, onlar bu yapının kalıcı ya da gerekli bir parçası değildir. Proletarians, according to our previous classification, are the Lower; As for the enslaved peoples of the equatorial countries, who are constantly passing from one sovereign to another, they are not a permanent or necessary part of this structure.

Bu üç kesime üyelik, ilke olarak, kalıtsal değildir. Membership in these three factions, in principle, is not hereditary. İç Parti üyesi olan bir ana babanın çocuğu, kuramsal olarak, İç Parti üyesi olarak doğmaz. The child of parents who are members of the Inner Party, in theory, is not born as a member of the Inner Party. Parti'nin her iki bölümüne de on altı yaşında yapılan bir sınavla girilir. Both divisions of the Party are entered through an exam at the age of sixteen. Herhangi bir ırk ayırımı yapılmadığı gibi, bir eyaletin başka bir eyalete belirgin bir üstünlüğü de söz konusu değildir. There is no racial discrimination, and there is no obvious superiority of one state over another. Parti'nin en üst kademelerinde Yahudilere, Zencilere ve saf Yerli kanı taşıyan Güney Amerikalılara rastlanabilir; bölge yöneticileri de o bölgenin insanları arasından seçilirler. Jews, Negroes, and South Americans of pure Native blood can be found in the highest ranks of the Party; regional managers are chosen from among the people of that region. İnsanlar, Okyanusya'nın hiçbir yöresinde, uzak bir başkentten yönetilen bir sömürge halkı oldukları duygusuna kapılmazlar. In no part of Oceania do people feel that they are a colonial people ruled from a distant capital. Okyanusya'nın başkenti yoktur, resmi başkanı ise yerini kimsenin bilmediği biridir. Oceania has no capital, and its official president is someone whose location no one knows. İngilizce'nin her yerde konuşulan başlıca dil, Yenisöylem'in de resmi dil olması dışında, Okyanusya'da herhangi bir merkezileşme yoktur. There is no centralization in Oceania, except that English is the main ubiquitous language and Newspeak is the official language. Yönetenleri bir arada tutan, kan bağı değil, ortak bir öğretiye bağlılıktır. It is loyalty to a common doctrine, not blood ties, that holds the rulers together. Toplumumuzun, ilk bakışta kalıtsal temellere dayalı görünen katmanlara, hem de çok katı katmanlara ayrılmış olduğu doğrudur. It is true that our society is divided into strata, and very rigid strata, which at first glance seem to be based on hereditary foundations. Farklı kesimler arasında gidiş gelişler, kapitalizmde, hatta sanayi öncesi çağlarda olduğundan çok daha azdır. The commuting between different sectors is much less than under capitalism, even in pre-industrial times. Parti'nin iki bölümü arasında belirli ölçüde bir değiştokuş olabilir; ama bu, zayıfların İç Parti'den çıkarılması ve Dış Parti'nin hırslı üyelerinin yükselmelerine izin verilerek zararsız kılınmalarıyla sınırlıdır. There may be a certain degree of exchange between the two sections of the Party; but this is limited to removing the weak from the Inner Party and rendering ambitious members of the Outer Party harmless by allowing them to rise. Ne var ki, uygulamada, proleterlerin Parti'ye girmelerine izin verilmez. In practice, however, proletarians are not allowed to enter the Party. Hoşnutsuzluk kaynağı olabilecek en yeteneklileri Düşünce Polisi tarafından belirlenip yok edilir. The most gifted who may be a source of discontent are identified and destroyed by the Thought Police. Ama bu durum bir süreklilik göstermediği gibi, bir kural haline de getirilmemiştir. But this situation does not show a continuity, nor has it been made a rule. Parti, sözcüğün eski anlamında bir sınıf değildir. The party is not a class in the old sense of the word. İktidarı ille de kendi çocuklarına aktarmak gibi bir amacı yoktur; en yeteneklileri başta tutmanın başka bir yolu kalmasa, proleterler arasından yepyeni bir kuşağı saflarına katmakta hiç duraksamaz. It does not necessarily aim to transfer power to its own children; If there is no other way to keep the most talented at the top, it will not hesitate to recruit a brand new generation from among the proletarians. Parti'nin kalıtsal bir örgüt olmaması, zor yıllarda, muhalefetin tarafsızlaştırmasında hiç de azımsanmayacak bir rol oynamıştı. The fact that the Party was not a hereditary organization played an insignificant role in neutralizing the opposition during the difficult years. "Sınıf ayrıcalığı" denen şeye karşı savaşım vermek üzere eğitilmiş eski türden sosyalist, kalıtsal olmayanın sürekli olamayacağı kanısındaydı. The old-fashioned socialist, trained to fight against so-called 'class privilege', was of the opinion that what is not hereditary cannot be permanent. Oligarşinin sürekliliğinin fiziksel olmasının gerekmediğini görmediği gibi, kalıtsal aristokrasilerin her zaman kısa ömürlü olduğunu, buna karşılık Katolik Kilisesi gibi edinik örgütlerin kimi zaman yüzlerce, binlerce yıl sürebildiğini durup düşünmemişti bile. He did not even consider that hereditary aristocracies were always short-lived, whereas acquired organizations such as the Catholic Church could sometimes last for hundreds or thousands of years. Oligarşik yönetimin özü babadan oğula geçmesi değil, ölülerin yaşayanlara dayattığı belirli bir dünya görüşü ve belirli bir yaşam biçiminin sürdürülmesinde diretilmesidir. The essence of oligarchic rule is not the inheritance from father to son, but the insistence of the dead on maintaining a certain worldview and a certain way of life imposed on the living. Yönetici kesim, ardıllarını ortaya koyabildiği sürece yönetici kesimdir. The ruling class is the ruling class as long as it can reveal its successors. Parti, soyunu değil, kendisini sürdürmekle ilgilenir. The party is concerned with perpetuating itself, not its lineage. İktidarı kimin elinde tuttuğu önemli değildir, yeter ki hiyerarşik yapı hep aynı kalsın. It does not matter who holds the power, as long as the hierarchical structure remains the same.

Zamanımızı nitelendiren tüm inançlar, alışkanlıklar, beğeniler, duygular, düşünsel eğilimler gerçekte Parti'nin gizemini korumak ve günümüz toplumunun gerçek doğasının anlaşılmasını önlemek üzere düzenlenmiştir. All the beliefs, habits, tastes, feelings, intellectual tendencies that characterize our time are in fact designed to preserve the mystery of the Party and prevent the real nature of today's society from being understood. Şu anda somut bir başkaldırı, hatta bir başkaldırı hazırlığı bile olanaksızdır. A concrete revolt, or even preparation for a revolt, is impossible at the moment. Proleterlerin korkulacak bir yanı yoktur. Proletarians have nothing to fear. Kaderlerine terk edilmiş olan proleterler, yalnızca başkaldırı dürtüsünden yoksun olarak değil, aynı zamanda dünyanın daha farklı olabileceğini kavrama gücünden de yoksun bir biçimde kuşaklar ve yüzyıllar boyunca çalışacak, üreyecek ve öleceklerdir. Abandoned to their fate, proletarians will work, reproduce, and die for generations and centuries, not only lacking the impulse to rebel but also lacking the power to grasp that the world could be different. Proleterler, ancak sanayi teknolojisinin gelişimi onların daha ileri düzeyde eğitilmelerini gerekli kılsaydı tehlikeli olabilirlerdi; ama askeri ve tecimsel rekabet artık önemini yitirdiği için, halkın eğitiminin düzeyi düşmektedir. The proletarians could be dangerous only if the development of industrial technology required their further training; but the level of education of the people is declining as military and commercial competition has lost its importance. Kitlelerin ne düşündükleri ya da ne düşünmedikleri, ilgilenmeye değmez bir sorun olarak görülmektedir. What the masses think, or what they do not think, is seen as a problem not worth paying attention to. Bir düşünceleri olmadığı için onlara düşünsel özgürlük tanınabilir. Intellectual freedom can be given to them because they do not have an opinion. Buna karşılık, bir Parti üyesinin en önemsiz konuda bile en küçük bir düşünsel sapma göstermesi hoş görülemez. On the other hand, the slightest deviation of thought by a Party member, even on the most trivial matter, cannot be tolerated.

Parti üyesi ömrü boyunca Düşünce Polisi'nin denetimi altında yaşar. The Party member lives all his life under the control of the Thought Police. Yalnızken bile yalnız olduğundan bir türlü emin olamaz. Even when he is alone, he can never be sure that he is alone. Uykuda ya da uyanık, çalışıyor ya da dinleniyor, banyoda ya da yatağında, nerede ne yapıyor olursa olsun, hiçbir uyarıda bulunulmadan ve denetlendiğini bilmeden denetlenir. Asleep or awake, working or resting, in the bathroom or in bed, wherever he is, whatever he is doing, he is supervised without warning and without knowing that he is being supervised. Yaptığı her şey ilgilenilmeye değerdir. Everything he does is worthy of attention. Dostlukları, dinlenceleri, karısına ve çocuklarına karşı tutumu, bir başınayken yüzünde beliren ifade, uykusunda mırıldandığı sözler, hatta vücudunun kendine özgü hareketleri kılı kırk yararcasına incelenir. His friendships, his vacations, his attitude towards his wife and children, the expression on his face when he is alone, the words he mutters in his sleep, and even the peculiar movements of his body are meticulously scrutinized. Yalnızca açıktan açığa yanlış davranışlarının değil, gösterdiği her türlü tuhaflığın, alışkanlıklarında meydana gelen her türlü değişikliğin, bir iç savaşımın belirtisi olabilecek her türlü öfkelenişin saptanmaması olanaksızdır. It is impossible not to detect not only his blatant misbehavior, but also any strangeness he displays, any change in his habits, any anger that may be a sign of an internal struggle. Hiçbir konuda seçme özgürlüğü yoktur. There is no freedom of choice in any matter. Öte yandan, nasıl hareket edeceği herhangi bir yasaya ya da açık seçik belirlenmiş davranış ilkelerine bağlanmış değildir. On the other hand, how he will act is not bound by any laws or clearly defined principles of conduct. Okyanusya'da yasa diye bir şey yoktur. There is no such thing as law in Oceania. Saptandıkları zaman kesin ölüm demek olan düşünceler ve davranışlar resmi olarak yasaklanmamıştır ve ardı arası kesilmeyen temizlikler, tutuklamalar, işkenceler, hapse atmalar ve buharlaştırmalar gerçekten suç işlemiş olan kişileri cezalandırmak için değil, ileride suç işleyebileceği düşünülen kişileri yok etmek amacıyla uygulanır. Thoughts and behaviors that, when detected, mean certain death, are not officially prohibited, and the incessant purges, arrests, tortures, imprisonments and vaporizations are used not to punish those who have actually committed crimes, but to destroy those who are thought to commit crimes in the future. Bir Parti üyesinin yalnızca düşüncelerinin değil, içgüdülerinin de doğru olması gerekir. A Party member must be right not only in his thoughts but also in his instincts. Ondan beklenen inançlar ve davranışların pek çoğu hiçbir zaman açık seçik belirtilmez; açık seçik belirtilse, İngsos'un bağrındaki çelişkiler açığa çıkacaktır. Many of the beliefs and behaviors expected of him are never explicitly stated; If it is stated clearly, the contradictions in the bosom of Ingsos will be revealed. Parti üyesi su katılmadık bir bağnazsa (Yenisöylem'de derindüşünür), her koşulda, hangi inancın doğru olduğunu ya da kendisinden hangi duygunun beklendiğini, düşünmeye gerek duymadan, bilecektir. If a party member is an outspoken bigot (he thinks deeply in Newspeak), he will know, without thinking, what belief is true or what feeling is expected of him in any case. Kaldı ki, çocukluğunda gördüğü ve suçdurdurum, aklakara ve çiftdüşün gibi Yenisöylem sözcükleri çevresinde dönen incelikli zihin eğitimi, onu, neyle ilgili olursa olsun derin düşünme konusunda isteksiz ve yeteneksiz kılar. Moreover, the subtle mind training he saw in his childhood, revolving around Newspeak words such as crimestop, whitewash, and doublethink, renders him unwilling and incapable of thinking deeply about whatever it may be.