×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Baha's Stories, NAMUS CİNAYETİ, KADINLARIN PROBLEMLERİ

NAMUS CİNAYETİ, KADINLARIN PROBLEMLERİ

Namus, ahlak ve toplumsal kurallarla ilgili bir kelimedir. Namus cinayeti ve töre cinayeti eş anlamlıdır.

Bir erkeğin akrabası olan bir kadını namusunu "kirlettiği" iddiasıyla öldürmesine namus cinayeti denir.

Namus, yoruma açık bir kavramdır. Yani namus deyince herkesin aklına farklı bir şey gelir. Namus nasıl kirletilir, o konuda da herkes hemfikir değil.

Namus kavramına olan duyarlılık, bölgeden bölgeye değişir. Kırsal kesimde yaşayan muhafazakar vatandaşlar bu konularda daha hassastırlar.

Feodal düşüncenin etkisini sürdürdüğü kimi Kürt illerinde de aynı hassasiyeti görebiliriz.

Ancak Batılı değerlere aşina olan vatandaşlar bu konularda daha rahattırlar.

Namusun sözlük anlamı ile toplumun ona verdiği anlam birbirinden farklıdır.

Türklerin çoğu için namus demek cinsel bütünlük demektir. Yani ailesindeki kadınların cinsel bütünlüğünün evlenene kadar bozulmadan kalmasıdır.

Bu yüzden bazı erkekler, evlenmeden önce cinsel ilişkiye giren kadın akrabalarını cezalandırma hakkına sahip olduklarını düşünürler.

Erkeklerin kadınlara karşı suç işlemesindeki en büyük etkenlerden birisi toplumun baskısıdır. Örneğin bir kız bir erkekten hoşlanıyordur.

Onunla beraber zaman geçirmek istiyordur. Bu durumda o kızın erkek kardeşinin arkadaşları, o erkek kardeşle dalga geçebilirler.

Onu "Namusunu korusana! Kızlar sadece evleneceği erkekle görüşebilir!" gibi saçma sapan sözlerle doldurabilirler.

Bunun üzerine erkek, kız kardeşine baskı yapmaya başlar.

Eğer kız kardeşinin nikahsız olarak bir erkekle cinsel ilişkiye girdiğini duyarsa onu ve sevgilisini öldürebilir.

Veya boşandığı karısının yeni bir sevgili yaptığını görünce çıldırabilir.

Bazı aileler genç kızlarının onların istemediği erkeklerle evlenmesine karşı çıkarlar. Tabii ki bu durum aileden aileye, bölgeden bölgeye değişir.

Namus cinayetleri genellikle doğu ve güneydoğuda yer alan illerde görülüyordu. Son yıllarda orada da bu tür cinayetlerin sayısı azaldı.

Halkın bir bölümü kadınların evleneceği erkeği seçme hakkı olduğunu kabullenmeye başladı. Daha doğrusu kabullenmek zorunda kaldı.

Tabii ki bunun bütün kesimlerce kabullenilebilmesi için epey zamana ihtiyaç var.

Türk toplumu özellikle 1960'tan itibaren büyük bir değişimin içerisine girdi: köyden kente göç başladı.

1980'den itibaren serbest piyasa ekonomisine uyumlu hâle getirilmeye çalışılan ülkenin sosyal hayatı da doğal olarak büyük değişim gösterdi.

Eskiden köylerde, kasabalarda yaşayan kadınların özgürce seyahat etmesi sıcak karşılanmıyordu. Ancak artık öyle değil.

Yani üniversite okumak, çalışmak için kente taşınan binlerce kadın var. Onlar kendi kararlarını kendileri alabiliyorlar.

Aslında birçok alanda olduğu gibi kadın-erkek eşitliğinde de ekonominin etkili olduğunu düşünüyorum.

Ekonomik bağımsızlığını elde eden kadınlar kendilerine baskı yapan erkeklere boyun eğmek istemiyorlar.

Baskı yapan kocalarından boşanıyorlar. Kendi ayakları üzerinde durmak isteyen kadınların bazıları evlenmek istemiyorlar.

Türkiye'nin nüfus artışı kadınların ekonomik hayata dahil olmalarıyla birlikte neredeyse durdu.

Büyükşehirlerde yaşayan kadınlar genellikle 1-2 çocuk doğuruyorlar. Bazen hiç doğurmuyorlar.

Köylerde eskiden bir kadın ortalama 6-7 çocuk doğururdu. Köylerde de artık kadınlar daha az çocuk doğuruyorlar.

NAMUS CİNAYETİ, KADINLARIN PROBLEMLERİ جريمة الشرف، مشاكل النساء EHRENMORD, PROBLEME DER FRAUEN HONOR homicide, WOMEN'S PROBLEMS CRÍMENES DE HONOR, PROBLEMAS DE LA MUJER Убийство ЧЕСТИ, ЖЕНСКИЕ ПРОБЛЕМЫ HEDERSMORD, KVINNORS PROBLEM ВБИВСТВО ЧЕСТІ, ПРОБЛЕМИ ЖІНОК

Namus, ahlak ve toplumsal kurallarla ilgili bir kelimedir. الشرف كلمة تتعلق بالأخلاق والقواعد الاجتماعية. Ehre ist ein Wort, das mit Moral und sozialen Regeln zu tun hat. Honor is a word about morality and social rules. Честь - это слово, связанное с моралью и социальными правилами. Namus cinayeti ve töre cinayeti eş anlamlıdır. قتل الشرف والقتل العرفي مترادفان. Ehrenmord und Ehrenmord sind gleichbedeutend. Honor killings and honor killings are synonymous. Убийство чести и убийство чести - синонимы.

Bir erkeğin akrabası olan bir kadını namusunu "kirlettiği" iddiasıyla öldürmesine namus cinayeti denir. عندما يقتل رجل امرأة، قريبته، على أساس أنها "لطخت" شرفه، فإن هذا يسمى قتل شرف. Ein Ehrenmord liegt vor, wenn ein Mann eine Frau, die mit ihm verwandt ist, mit der Begründung tötet, sie habe seine Ehre "beschmutzt". The murder of a woman who is a relative of a man with the claim that he "defiled" his honor is called honor killing. Это называется убийством чести, когда мужчина убивает родственницу женщины якобы за «осквернение» ее чести.

Namus, yoruma açık bir kavramdır. الشرف مفهوم مفتوح للتأويل. Ehre ist ein Begriff, der offen für Interpretationen ist. Honor is a concept open to interpretation. Честь — это понятие, открытое для интерпретации. Yani namus deyince herkesin aklına farklı bir şey gelir. لذلك عندما يتعلق الأمر بالشرف، يفكر الجميع في شيء مختلف. In other words, when it comes to honor, everyone comes to something different. Другими словами, когда упоминается слово честь, каждому приходит на ум что-то свое. Namus nasıl kirletilir, o konuda da herkes hemfikir değil. لا يتفق الجميع على كيفية تدنيس الشرف. Nicht alle sind sich darüber einig, wie man die Ehre beschmutzt. How is honor defiled, not everyone agrees on that. Не все согласны с тем, как можно осквернить честь.

Namus kavramına olan duyarlılık, bölgeden bölgeye değişir. وتختلف الحساسية لمفهوم الشرف من منطقة إلى أخرى. Die Sensibilität für den Begriff der Ehre ist von Region zu Region unterschiedlich. Sensitivity to the concept of honor varies from region to region. Чувствительность к понятию чести варьируется от региона к региону. Kırsal kesimde yaşayan muhafazakar vatandaşlar bu konularda daha hassastırlar. المواطنون المحافظون الذين يعيشون في المناطق الريفية أكثر حساسية تجاه هذه القضايا. Konservative Bürger, die in ländlichen Gebieten leben, sind für diese Themen sensibler. Conservative citizens living in rural areas are more sensitive about these issues. Более чувствительны к этим вопросам консервативные граждане, проживающие в сельской местности.

Feodal düşüncenin etkisini sürdürdüğü kimi Kürt illerinde de aynı hassasiyeti görebiliriz. يمكننا أن نرى نفس الحساسية في بعض المحافظات الكردية حيث يستمر الفكر الإقطاعي في التأثير. Die gleiche Sensibilität ist in einigen kurdischen Provinzen zu beobachten, in denen noch immer feudales Denken vorherrscht. We can see the same sensitivity in some Kurdish provinces where feudal thought continues. Мы можем видеть такую же чувствительность в некоторых курдских провинциях, где продолжается феодальная мысль.

Ancak Batılı değerlere aşina olan vatandaşlar bu konularda daha rahattırlar. ومع ذلك، فإن المواطنين الذين هم على دراية بالقيم الغربية يشعرون براحة أكبر بشأن هذه القضايا. Bürger, die mit westlichen Werten vertraut sind, sind in diesen Fragen jedoch entspannter. However, citizens who are familiar with Western values are more comfortable on these issues. Однако более комфортно в этих вопросах чувствуют себя граждане, знакомые с западными ценностями.

Namusun sözlük anlamı ile toplumun ona verdiği anlam birbirinden farklıdır. إن معنى الشرف في القاموس والمعنى الذي يعطيه المجتمع يختلفان عن بعضهما البعض. Die Bedeutung des Begriffs "Ehre" im Wörterbuch und die Bedeutung, die er in der Gesellschaft hat, sind unterschiedlich. The dictionary meaning of honor and the meaning given by society is different from each other. Словарное значение чести и значение, которое ему придает общество, отличаются друг от друга.

Türklerin çoğu için namus demek cinsel bütünlük demektir. بالنسبة لمعظم الأتراك، الشرف يعني السلامة الجنسية. Für die meisten Türken bedeutet Ehre sexuelle Integrität. For most Turks, honor means sexual integrity. Для большинства турок честь означает сексуальную неприкосновенность. Yani ailesindeki kadınların cinsel bütünlüğünün evlenene kadar bozulmadan kalmasıdır. بمعنى آخر، تظل السلامة الجنسية للمرأة في الأسرة سليمة حتى الزواج. Das heißt, die sexuelle Integrität der Frauen in seiner Familie bleibt bis zur Heirat unangetastet. In other words, the sexual integrity of the women in the family remains intact until they get married. Другими словами, половая неприкосновенность женщин в семье сохраняется до замужества.

Bu yüzden bazı erkekler, evlenmeden önce cinsel ilişkiye giren kadın akrabalarını cezalandırma hakkına sahip olduklarını düşünürler. ولهذا السبب يعتقد بعض الرجال أن من حقهم معاقبة قريباتهم بسبب ممارسة الجنس قبل الزواج. That is why some men think that they have the right to punish their female relatives who had sexual intercourse before getting married. Вот почему некоторые мужчины считают себя вправе наказывать своих родственниц, которые занимались сексом до брака.

Erkeklerin kadınlara karşı suç işlemesindeki en büyük etkenlerden birisi toplumun baskısıdır. أحد أكبر العوامل التي تجعل الرجال يرتكبون جرائم ضد النساء هو ضغط المجتمع. Einer der wichtigsten Faktoren, warum Männer Straftaten gegen Frauen begehen, ist der Druck der Gesellschaft. One of the biggest factors in men committing crimes against women is the pressure of society. Одним из главных факторов совершения мужчинами преступлений против женщин является давление общества. Örneğin bir kız bir erkekten hoşlanıyordur. على سبيل المثال، فتاة تحب الصبي. For example, a girl likes a boy. Например, девушке нравится парень.

Onunla beraber zaman geçirmek istiyordur. يريد قضاء الوقت معها. He wants to spend time with him. Bu durumda o kızın erkek kardeşinin arkadaşları, o erkek kardeşle dalga geçebilirler. وفي هذه الحالة قد يسخر أصدقاء شقيق تلك الفتاة من ذلك الأخ. In diesem Fall könnten sich die Freunde des Bruders des Mädchens über den Bruder lustig machen. In this case, the friends of that girl's brother can make fun of that brother. В этом случае друзья брата этой девушки могут посмеяться над этим братом.

Onu "Namusunu korusana! "حماية شرفك!" "Verteidigen Sie Ihre Ehre! Say "You keep your honor! Он сказал: «Защити свою честь! Kızlar sadece evleneceği erkekle görüşebilir!" لا يمكن للفتيات أن يقابلن إلا الرجل الذي سيتزوجنه! Mädchen können nur den Mann sehen, den sie heiraten werden!" Girls can only meet the man they will marry! " Девушки могут видеть только мужчину, за которого они собираются выйти замуж!» gibi saçma sapan sözlerle doldurabilirler. يمكنهم ملئها بكلمات لا معنى لها مثل. können sie ihn mit solchem Unsinn füllen. they can be filled with nonsense words like.

Bunun üzerine erkek, kız kardeşine baskı yapmaya başlar. عندها يبدأ الأخ بالضغط على أخته. Daraufhin beginnt der Mann, Druck auf seine Schwester auszuüben. The boy then begins to pressure his sister. После этого брат начинает давить на сестру.

Eğer kız kardeşinin nikahsız olarak bir erkekle cinsel ilişkiye girdiğini duyarsa onu ve sevgilisini öldürebilir. وإذا سمع أن أخته مارست الجنس مع رجل خارج نطاق الزواج، يجوز له أن يقتلها هي وعشيقها. Wenn er erfährt, dass seine Schwester mit einem unverheirateten Mann Geschlechtsverkehr hat, kann er sie und ihren Liebhaber töten. If he hears that his sister is having sex with a man without marriage, he can kill him and his girlfriend. Если он узнает, что его сестра занимается сексом с мужчиной без брака, он может убить ее и ее любовника.

Veya boşandığı karısının yeni bir sevgili yaptığını görünce çıldırabilir. أو قد يصاب بالجنون عندما يرى أن زوجته المطلقة لديها عشيق جديد. Oder er flippt aus, wenn er sieht, dass seine geschiedene Frau einen neuen Liebhaber hat. Or he may go mad when he sees that his divorced wife made a new lover. Или он может сойти с ума, когда увидит, что его бывшая жена заводит новую девушку.

Bazı aileler genç kızlarının onların istemediği erkeklerle evlenmesine karşı çıkarlar. وتعترض بعض العائلات على زواج بناتها الصغيرات من رجال لا يريدونه. Einige Familien sind dagegen, dass ihre jungen Töchter Männer heiraten, die sie nicht wollen. Some families oppose their young daughters marrying men they do not want. Некоторые семьи возражают против того, чтобы их маленькие дочери выходили замуж за мужчин, которых они не хотят. Tabii ki bu durum aileden aileye, bölgeden bölgeye değişir. وبالطبع يختلف هذا الوضع من عائلة إلى أخرى ومن منطقة إلى أخرى. Diese Situation ist natürlich von Familie zu Familie und von Region zu Region unterschiedlich. Of course, this situation varies from family to family, from region to region. Конечно, это варьируется от семьи к семье, от региона к региону.

Namus cinayetleri genellikle doğu ve güneydoğuda yer alan illerde görülüyordu. وشوهدت جرائم الشرف بشكل عام في المقاطعات الواقعة في الشرق والجنوب الشرقي. Ehrenmorde wurden vor allem in den östlichen und südöstlichen Provinzen beobachtet. Honor killings were generally seen in the provinces in the east and southeast. Убийства во имя чести обычно наблюдались в провинциях, расположенных на востоке и юго-востоке. Son yıllarda orada da bu tür cinayetlerin sayısı azaldı. وقد انخفض عدد جرائم القتل هذه هناك في السنوات الأخيرة. In den letzten Jahren ist die Zahl dieser Morde auch dort zurückgegangen. The number of such murders has decreased there in recent years. В последние годы там также уменьшилось количество таких убийств.

Halkın bir bölümü kadınların evleneceği erkeği seçme hakkı olduğunu kabullenmeye başladı. بدأ جزء من الجمهور يتقبل حق المرأة في اختيار الرجل الذي تتزوجه. Ein Teil der Öffentlichkeit begann zu akzeptieren, dass Frauen das Recht haben, den Mann zu wählen, den sie heiraten. Some of the people began to accept that women have the right to choose the man to marry. Часть общества стала признавать, что женщины имеют право выбирать мужчину, за которого они выйдут замуж. Daha doğrusu kabullenmek zorunda kaldı. أو بالأحرى كان عليه أن يقبل ذلك. Oder besser gesagt, er musste es akzeptieren. More precisely, he had to accept it. Другими словами, он должен был принять это.

Tabii ki bunun bütün kesimlerce kabullenilebilmesi için epey zamana ihtiyaç var. وبطبيعة الحال، هناك حاجة إلى الكثير من الوقت حتى يتم قبول ذلك من قبل جميع شرائح المجتمع. Natürlich wird es einige Zeit dauern, bis dies von allen Teilen der Gesellschaft akzeptiert wird. Of course, it takes a lot of time for this to be accepted by all segments. Конечно, потребуется много времени, чтобы это было принято всеми секторами.

Türk toplumu özellikle 1960'tan itibaren büyük bir değişimin içerisine girdi: köyden kente göç başladı. لقد مر المجتمع التركي بتغيير كبير، خاصة بعد عام 1960: حيث بدأت الهجرة من القرى إلى المدن. Die türkische Gesellschaft veränderte sich vor allem ab 1960 grundlegend: Die Abwanderung vom Land in die Städte begann. The Turkish society has undergone a major change especially since 1960: migration from the village to the city has begun. Турецкое общество претерпело большие изменения, особенно с 1960 года: началась миграция из деревни в город.

1980'den itibaren serbest piyasa ekonomisine uyumlu hâle getirilmeye çalışılan ülkenin sosyal hayatı da doğal olarak büyük değişim gösterdi. وبطبيعة الحال، تغيرت الحياة الاجتماعية في البلاد بشكل كبير، والتي تمت محاولة مواءمتها مع اقتصاد السوق الحر منذ عام 1980. Seit 1980 hat sich das soziale Leben des Landes, das sich um eine Harmonisierung mit der freien Marktwirtschaft bemüht, natürlich stark verändert. The social life of the country, which has been trying to harmonize with the free market economy since 1980, has naturally changed. Общественная жизнь страны, которая с 1980 года пытается гармонизировать со свободной рыночной экономикой, естественно, сильно изменилась.

Eskiden köylerde, kasabalarda yaşayan kadınların özgürce seyahat etmesi sıcak karşılanmıyordu. في الماضي، لم يكن من المرحب به أن تسافر النساء اللاتي يعشن في القرى والبلدات بحرية. In der Vergangenheit war es Frauen, die in Dörfern und Städten lebten, nicht gestattet, frei zu reisen. In the past, women living in villages and towns were not welcome to travel freely. В прошлом женщины, живущие в деревнях и городах, не приветствовались, чтобы свободно путешествовать. Ancak artık öyle değil. لكن الأمر لم يعد كذلك بعد الآن. But it's not like that anymore.

Yani üniversite okumak, çalışmak için kente taşınan binlerce kadın var. بمعنى آخر، هناك الآلاف من النساء ينتقلن إلى المدينة للدراسة في الجامعة والعمل. In other words, there are thousands of women who moved to the city to study and study at universities. Другими словами, тысячи женщин переезжают в город, чтобы учиться и работать в университете. Onlar kendi kararlarını kendileri alabiliyorlar. يمكنهم اتخاذ قراراتهم الخاصة. Sie können ihre eigenen Entscheidungen treffen. They can make their own decisions. Они могут принимать собственные решения.

Aslında birçok alanda olduğu gibi kadın-erkek eşitliğinde de ekonominin etkili olduğunu düşünüyorum. في الواقع، أعتقد أن الاقتصاد فعال في المساواة بين الرجل والمرأة، كما هو الحال في العديد من المجالات. Ich bin der Meinung, dass die Wirtschaft die Gleichstellung von Frauen und Männern, wie in vielen anderen Bereichen auch, wirksam unterstützt. In fact, I think the economy is effective in equality between men and women, as in many other fields. На самом деле, как и во многих других областях, я думаю, что экономика также эффективна в обеспечении гендерного равенства.

Ekonomik bağımsızlığını elde eden kadınlar kendilerine baskı yapan erkeklere boyun eğmek istemiyorlar. النساء اللاتي حققن الاستقلال الاقتصادي لا يرغبن في الخضوع للرجال الذين يضطهدونهن. Frauen, die wirtschaftliche Unabhängigkeit erlangt haben, wollen sich nicht den Männern unterwerfen, die sie unterdrücken. Women who achieve economic independence do not want to submit to men who oppress them. Женщины, добившиеся экономической независимости, не хотят подчиняться мужчинам, которые их угнетают.

Baskı yapan kocalarından boşanıyorlar. يطلقون أزواجهن الظالمين. They divorce their oppressing husbands. Они разводятся со своими вынужденными мужьями. Kendi ayakları üzerinde durmak isteyen kadınların bazıları evlenmek istemiyorlar. بعض النساء اللاتي يرغبن في الوقوف على أقدامهن لا يرغبن في الزواج. Manche Frauen, die auf eigenen Füßen stehen wollen, wollen nicht heiraten. Some of the women who want to stand on their own feet do not want to get married. Некоторые женщины, которые хотят стоять на собственных ногах, не хотят выходить замуж.

Türkiye'nin nüfus artışı kadınların ekonomik hayata dahil olmalarıyla birlikte neredeyse durdu. وكاد النمو السكاني في تركيا أن يتوقف مع إشراك المرأة في الحياة الاقتصادية. Mit der Einbeziehung der Frauen in das Wirtschaftsleben ist das Bevölkerungswachstum in der Türkei fast zum Stillstand gekommen. The women of Turkey's population growth almost stopped with involvement in economic life. Рост населения Турции почти остановился с включением женщин в экономическую жизнь.

Büyükşehirlerde yaşayan kadınlar genellikle 1-2 çocuk doğuruyorlar. تلد النساء اللاتي يعشن في المدن الكبرى عمومًا طفلًا أو طفلين. Women living in metropolitan cities usually give birth to 1-2 children. Bazen hiç doğurmuyorlar. في بعض الأحيان لا يلدون على الإطلاق. Manchmal gebären sie überhaupt nicht. Sometimes they never give birth.

Köylerde eskiden bir kadın ortalama 6-7 çocuk doğururdu. في الماضي، كانت المرأة في القرى تلد في المتوسط 6-7 أطفال. In den Dörfern brachte eine Frau im Durchschnitt 6-7 Kinder zur Welt. In the villages, a woman used to give birth to an average of 6-7 children. Köylerde de artık kadınlar daha az çocuk doğuruyorlar. وفي القرى، تلد النساء الآن عددًا أقل من الأطفال. Women in the villages are also giving birth to fewer children.