×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Kaderi Değiştiren, İtiraf Et Rahatla

İtiraf Et Rahatla

Hiç adınızın önemini düşündünüz mü? Bazı yerlerde ad yalnızca bir addır ve anlamı yoktur, veya kaybolmuştur. Fakat Türkiye'de pek çok adın bir anlamı var. Kişinin adı, onunla ilgili bir mesaj verir veya özelliklerini bildirir. Ya da anne-babanızın olmanızı istediği tipte bir insanı tanımlar. Sizin adınız ne kadar önemli ve onun anlamının belirttiği standartlara göre yaşamaya çalışıyor musunuz? 21 Haziran 1934'te Türkiye Büyük Millet Meclisi soyadı kanununu kabul etti. Bu kanuna göre her Türk vatandaşının soyadı alması zorunlu hale getirildi. Bu kanundan önce, resmi soyadının olmaması ticarî ve sosyal ilişkileri çok karmaşık hale getiriyordu. İnsanlar soyadı yerine babalarının adını, memleketlerinin adını, mesleklerini veya bir lâkap kullanıyorlardı. Örneğin, Demirci Ali, veya Mehmet Osmanoğlu. Ne kadar çok Osmanoğlu olduğunu ancak hayal edebilirsiniz! O zaman yaşamış olsaydınız hangi soyadını seçerdiniz? Belki şöyle bir konuşma gelişirdi: “İsmail, kendine hangi soyadını seçeceksin?” “Bilmiyorum. Bu konuda düşünüyorum. Daha bir şey bulamadım. Sence benim soyadım ne olmalı?” “Bana kalırsa senin soyadın Çayiçer olmalı, zira bütün yaptığın bu!” İsmail arkadaşı Emin'e bir küp şeker atarak güldü. “Ya, peki sen orada o çay kaşığıyla ne yapıyorsun, odun mu kesiyorsun?” Aslında yasaya göre soyadı komik veya tuhaf olamazdı. Ayrıca, bir kişinin rütbesinin veya devlet hizmetindeki konumunun, yabancı soyadlarının ve yabancı uyruk belirten soyadlarının da kullanımı kabul edilmeyecekti. Soyadı Türkçe olmak zorundaydı. Emin ciddileşerek “İsmail” dedi, “Neden Yılmaz soyadını almıyorsun? Savaşta çok kahramanlık gösterdin. Muharebelerde her zaman cephe hattındaydın. Hiçbir şeyden korkmazdın. Bahçene gelen yaban domuzunun üzerine yürüdüğün zamanı hatırlıyor musun? Senden o kadar korkmuştu ki kaçıp gitmişti. Soyadın Yılmaz olmalı.” Evet, bir ad karakterimiz ve kişiliğimiz hakkında derin bilgiler verebilir. Ayrıca, yapmış olduğumuz bir şeyle ilgili olarak da önem taşıyabilir. 24 Kasım 1934 tarihinde Türkiye'de başka bir yasa çıktı. Bu da soyadıyla ilgiliydi, ancak bu kez onursal bir soyadıydı. Ülkesi için tüm yaptıklarının anısına, Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya Atatürk soyadı verildi. Halkını sömürgeciliğin tehdidinden kurtarmış ve yeni bir ulusun babası olmuştu. Kendisi, en büyük eserinin Cumhuriyet'in kurulması olduğunu söylemişti. Aynı yıl çıkan başka bir yasayla, eski toplumdaki “Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Paşa” ifadelerinin ve unvanlarının kullanılması yasaklandı. Ayrıca, Kurtuluş Savaşı'nda verilen madalyalar haricinde, Osmanlı rütbeleri ve unvanları da artık kullanılmayacaktı. Türk halkı yeni bir döneme girmişti ve eski dönem geride bırakılacaktı. Türkiye, yeni bir yol üzerindeki yeni bir ulustu. Her şey farklı olacaktı ve yeni adlar ile unvanlar, meydana gelen değişikliği gözler önüne seriyordu. Bu da bizi Kutsal Kitap'taki öykümüze getiriyor. İbrahim'in torunu Yakup'un da ilginç bir adı vardı. Önceki dersimizden hatırlarsanız, ikizlerin sonra doğanıydı. Annesinin rahminden gelirken, eliyle büyük kardeşi Esav'ın topuğunu tutuyordu. Emin'in cesaretinden dolayı İsmail'e “Yılmaz” soyadını vermek istemesi gibi, Yakup'a da ağabeyinin “topuğunu tuttuğu” için bu ad verilmişti. Ancak “topuk tutma”nın yanı sıra, adının mecazî bir anlamı da vardı. “Yakup” adı aynı zamanda “hileci”, yani hileyle, güçle, veya taktik kullanarak birinin ayağını kaydırıp onun mevkisini ya da yerini alan kişi anlamına gelir. Ve ne yazık ki Yakup bu mecazî anlama uygun yaşadı. Bir önceki dersimizi hatırlarsanız, Yakup'un nasıl babasını kandırıp ağabeyi yerine kutsamayı kendi üzerine aldığını okumuştuk. Gerçek anlamda bir entrikacı ve gaspçı olmuştu. Yakup, bu aldatma eyleminden sonra ağabeyi Esav'dan kaçarak dayısı Lavan'ın Harran'daki evine gitti. Harran'ın yeri, geleneksel olarak günümüz Türkiye'sinde, Şanlıurfa'nın güneyindedir. Bu haksız hareketlerinden tövbe etmiş olmalı, zira bir gece Rab Yakup'a rüyasında konuşarak onu bir daha hiçbir zaman yalnız bırakılmayacağına dair temin etti. Ancak daha da önemlisi, Allah İbrahim'le ve İshak'la yaptığı antlaşmayı yücelterek, Yakup'la da yeniledi. Yakup'un hayatının akrabasının evine vardıktan sonra dertsiz tasasız ve rahat geçtiğini söylemek doğru olmaz. “İnsan ektiğini biçer” diye bir deyim vardır. Yakup aldatma ekmişti ve sonunda bunu biçti. Yakup, Lavan'ın iki kızından genç olanı Rahel'le evlenmek istedi. Ancak onun başlık parası için 7 yıl çalıştıktan sonra, Lavan onu aldatarak büyük kızıyla evlendirdi. Yakup öfkelenmişti, ancak Lavan Yakup'un küçük kızıyla da evlenmesine izin verdi. Ancak onun başlık parası için de 7 yıl çalışması gerekecekti. Yıllar boyunca, Lavan'ın sürekli olarak ticarî ilişkilerinde Yakup'u aldatmaya çalışmasına rağmen, Allah Yakup'u bereketlemeye devam etti. Çocukları oldu ve pek çok büyükbaş ve küçükbaş hayvan sürüleri edindi. Bir gün Allah ona memleketine geri dönmesini söyledi. Ancak Yakup çok korktu, çünkü Esav'ın hâlâ kızgın olup olmadığını bilmiyordu. Ve kendisini hâlâ öldürmek istiyorsa ailesine ne olacaktı? Dedesinin yıllarca önce yaptığı gibi, Rabb'e itaat ederek eve gitmeye başladı. Öyküyü Yaratılış 32. bölüm, 1-5 ayetlerinden okumaya başlayalım: 1 Yakup yoluna devam ederken, Tanrı'nın melekleriyle karşılaştı. 2 Onları görünce, “Tanrı'nın ordugahı bu” diyerek oraya Mahanayim22 adını verdi. 3 Yakup Edom topraklarında, Seir ülkesinde yaşayan ağabeyi Esav'a önceden haberciler gönderdi. 4 Onlara şu buyruğu verdi: “Efendim Esav'a şöyle deyin: Kulun Yakup diyor ki, ‘Şimdiye kadar Lavan'ın yanında konuk olarak kaldım. 5 Öküzlere, eşeklere, davarlara, erkek ve kadın kölelere sahip oldum. Efendimi hoşnut etmek için önceden haber gönderiyorum.' ” Yakup'un ağabeyine mesaj göndererek ona “efendim” demesine dikkat edin. Yakup kavga etmek veya bir numara olmak istemiyordu. Mesajı barış mesajıydı ve Esav'ın da aynı şeyi istediğini umuyordu. Bu ayetler Yakup'un değişmiş olduğunu gösteriyor. Ağabeyine üstün gelmeye çalışan hırslı genç adamın yerini, olgun bir Allah adamı almıştı. Esav'ın verdiği yanıtı görmek için 6-12 ayetlerine bakalım: 6 Haberciler geri dönüp Yakup'a, “Ağabeyin Esav'ın yanına gittik” dediler, “Dört yüz adamla seni karşılamaya geliyor. 7 Yakup çok korktu, sıkıldı. Yanındaki adamları, davarları, sığırları, develeri iki gruba ayırdı. 8 “Esav gelir, bir gruba saldırırsa, hiç değilse öteki grup kurtulur” diye düşündü. 9 Sonra şöyle dua etti: “Ey atam İbrahim'in, babam İshak'ın Tanrısı RAB! Bana,‘Ülkene, akrabalarının yanına dön, seni başarılı kılacağım' diye söz ver- din. 10 Bana gösterdiğin bunca iyiliğe, güvene layık değilim. Şeria Irmağı'nı geçtiğimde değneğimden başka bir şeyim yoktu. Şimdi iki orduyla döndüm. 11 Yalvarırım, beni ağabeyim Esav'dan koru. Gelip bana, çocuklarla annelerine saldırmasından korkuyorum. 12 ‘Seni kesinlikle başarılı kılacağım, soyunu denizin kumu gibi sayılamayacak kadar çoğaltacağım' diye söz vermiştin bana.” Bu kesinlikle mağrur ve kibirli bir adamın duası değil. Bu, aldatmanın ve günahın bedelini anlamış, alçakgönüllü bir adamın duası. Tövbekâr bir adamın duası. 13-24 ayetleriyle devam edelim: 13-15 Yakup geceyi orada geçirdi. Birlikte getirdiği hayvanlardan ağabeyi Esav'a armağan olarak iki yüz keçi, yirmi teke, iki yüz koyun, yirmi koç, yavrularıyla birlikte otuz dişi deve, kırk inek, on boğa, yirmi dişi, on erkek eşek ayırdı. 16 Bunları ayrı sürüler halinde kölelerine teslim ederek, “Önümden gidin, sürüler arasında boşluk bırakın” dedi. 17 Birinci köleye buyruk verdi: “Ağabeyim Esav'la karşılaştığında, ‘Sahibin kim, nereye gidiyorsun? Önündeki bu hayvanlar kimin?' diye sorarsa, 18 ‘Kulun Yakup'un' diyeceksin, ‘Efendisi Esav'a armağan olarak gönderiyor. Kendisi de arkamızdan geliyor.' ” 19 İkinci ve üçüncü köleye, sürülerin peşinden giden herkese aynı buyruğu verdi: “Esav'la karşılaştığınızda aynı şeyleri söyleyeceksiniz. 20 ‘Kulun Yakup arkamızdan geliyor' diyeceksiniz.” “Önden göndereceğim armağanla onu yatıştırır, sonra kendisini görürüm. Belki beni bağışlar” diye düşünüyordu. 21 Böylece armağanı önden gönderip geceyi konakladığı yerde geçirdi. 22 Yakup o gece kalktı; iki karısını, iki cariyesini, on bir oğlunu yanına alıp Yabbuk Irmağı'nın sığ yerinden karşıya geçti. 23 Onları geçirdikten sonra sahip olduğu her şeyi de karşıya geçirdi. 24 Böylece Yakup arkada yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti. Yakup'la güreş tutan bu adam kim? Burada ne oluyor? Yakup anlaşılan birisi onu aniden yakaladığında yalnızdı, belki de kendi hayatını düşünüyordu. Baştan bu saldırganın Esav, adamlarından biri, veya bir eşkiya olduğunu düşünmüş olabilir. Ne olursa olsun, hava karanlıktı, Yakup saldırıya uğramıştı ve o gün yaşadığı olayları düşündüğünde, canını kurtarmak için güreşiyordu. Birbirlerini itip çektikçe ve etrafta yuvarlandıkça, toz ve kum terlerine karıştı ve kolları çamurdan kayganlaştı. Fakat Yakup ne kadar uğraştıysa da, kendisine saldıran kişiyi alt edemedi. Yakup nefesi kesilene dek mücadele etti, ciğerleri sanki yanıyordu ve elleri çok fazla direnmekten titremeye başlamıştı. Tam o sırada beklenmedik bir şey oldu. Bunu 25. ve 26. ayetlerde görelim: 25 Yakup'u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup'un uyluk kemiği çıktı. 26 Adam, “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi. Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıtladı. Bu sıradan bir güreş müsabakası değildi. Yakup bir noktada çok özel biriyle güreştiğinin farkına varmıştı. Öylesine özeldi ki, onu kutsama gücü vardı, gökten gelen biriydi. Çıkan uyluk kemiğinin acısını tahmin etmek güç, ancak Yakup buna rağmen bu gizemli kişiye direnmeye devam etti. Bu adam kim olabilirdi ve Yakup'un talep ettiği kutsama neydi? Belki de 27. ayette belirtilen bir sonraki sözler, bu soruyu yanıtlar. 27 Adam, “Adın ne?” diye sordu. “Yakup.” Başka bir deyişle, “ben aldatıcıyım, babamı aldatan ve ağabeyimin hakkını çalan benim”. Belki de Yakup günahından dolayı pişmanlık duyuyor ve af diliyordu. Bu da onun günahını itiraf etme, suçunu açıklama ve Allah'tan affedildiğine dair güvence isteme yöntemiydi. Aksi halde Esav'ın onu ve ailesini öldürmeyeceğine dair ne umudu olabilirdi ki? Kutsal Kitap bunu söylemiyor. Ancak 28. ayette gizemli güreşçinin Yakup'a söylediğini okuyalım: 28 Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrail23 denecek” dedi, “Çünkü Tanrı'yla, insanlarla güreşip yendin.” Bu “göksel güreşçi” Yakup'a yeni bir ad verdi, anlamı “galip gelen” demekti. Yakup'a neden bu ad veriliyordu? Doğrusu, Yakup uzun zamandır sıkıntı çekiyordu. Eski günahlarının suçunun, ailesin- den ayrı olmanın acısının ve dayısının onu aldatmasının sıkıntısını çekiyordu. Fakat tüm bu yıllar boyunca Yakup eylemlerinin sorumluluğunu kabul etmiş ve Allah'a kendisini bağışlaması için yalvarmıştı. Allah'ın yardımıyla Yakup yeni bir adam olmuştu. Yeni bir kimlikle yeni bir hayata başlıyordu ve eski benliğiyle ilgili her şey geride kalıyordu. O artık “aldatıcı” değil, “galip gelen”di. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu'na ilişkin eski adları ve unvanları yasakladığında, onlar da kendilerine ve dünyaya bir değişim gerçekleştiğini ve eskinin yerini yeninin aldığını ilan ediyorlardı. Kim olduklarını ve adlarının neyi ifade ettiğini tasdik ediyorlardı. Pek çoğumuz İsrail adını duyduğunda hemen Ortadoğu'daki modern zaman ülkesini hatırlar. Fakat bu adın arkasındaki orijinal kavram siyasî değil, dinseldi. İman ve tövbe yoluyla günahlarına galip gelmiş bir kişiyi belirtiyordu. Kutsal Kitap'ta “İsrail oğulları”, yani İsrailliler hakkında bazı şeyler okuyacağımız doğru. Ancak her durumda, bu ad “Allah'la iman ve tövbe yoluyla antlaşma ilişkisi içindeki bir kişi”yi ifade eden dinsel bir anlam taşır. Yakup Allah'la antlaşma ilişkisi içindeydi. O tövbe etti ve Allah onu affetti. Zihinlerimizde modern zamanların İsrail'ini burada anlatılan kavramdan ayırmamız zor olabilir. Fakat Allah İsrail adını Yakup'a bir iltifat, bir şeref nişanı olarak verdi. Ve bu nişan onun çocuklarının yanı sıra, günahlarından tövbe ederek af için Allah'la güreşecek olan her ulustan herkese geçti. 32. bölüm, 29-32 ayetlerini okuyarak öyküyü bitirelim: 29 Yakup, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu. Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup'u kutsadı. 30 Yakup,“Tanrı'yla yüzyüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel24 adını verdi. 31 Yakup Peniel'den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu. 32 Bu nedenle İsrailliler bugün bile uyluk kemiğinin üzerindeki siniri yemezler. Çünkü Yakup'un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpılmıştı. Bir zamanlar her zaman gülümseyen bir bebek doğmuştu. Bu yüzden annesiyle babası ona Güler adını verdiler. Küçükken, annesiyle babası ona adını nasıl aldığının öyküsünü anlattılar. O günden sonra ne zaman üzgün olsa ve biri adını söylese, bu ona gülümsemeyi hatırlattı. Şartlar nasıl olursa olsun, her zaman adına uygun yaşamayı seçti. Yakup da yeni bir ad aldıktan sonra muhtemelen benzer bir deneyim geçirmiştir. Ne zaman İsrail adını duysa, ona Allah'ın affediciliğini ve kendisinin yeni kimliğini hatırlatmıştır. Siz de olduğunuz kişiden memnun değilseniz ve yeni bir ad istiyorsanız, Allah'a seslenin! Belki O'nun size vereceği yeni bir ad vardır!


İtiraf Et Rahatla Confess Relax Признайся Расслабься

Hiç adınızın önemini düşündünüz mü? Have you ever thought about the importance of your name? Вы когда-нибудь задумывались о важности своего имени? Bazı yerlerde ad yalnızca bir addır ve anlamı yoktur, veya kaybolmuştur. In some places, the name is only a name and has no meaning, or is lost. Fakat Türkiye'de pek çok adın bir anlamı var. But there is a sense of the many names in Turkey. Kişinin adı, onunla ilgili bir mesaj verir veya özelliklerini bildirir. The name of the contact gives a message about it or reports its properties. Ya da anne-babanızın olmanızı istediği tipte bir insanı tanımlar. Or the kind of person your parents want you to be. Sizin adınız ne kadar önemli ve onun anlamının belirttiği standartlara göre yaşamaya çalışıyor musunuz? How important is your name, and do you try to live up to the standards its meaning dictates? 21 Haziran 1934'te Türkiye Büyük Millet Meclisi soyadı kanununu kabul etti. On June 21, 1934, the Turkish Grand National Assembly adopted the surname law. Bu kanuna göre her Türk vatandaşının soyadı alması zorunlu hale getirildi. According to this law, it was made compulsory for every Turkish citizen to take a surname. Bu kanundan önce, resmi soyadının olmaması ticarî ve sosyal ilişkileri çok karmaşık hale getiriyordu. İnsanlar soyadı yerine babalarının adını, memleketlerinin adını, mesleklerini veya bir lâkap kullanıyorlardı. Örneğin, Demirci Ali, veya Mehmet Osmanoğlu. Ne kadar çok Osmanoğlu olduğunu ancak hayal edebilirsiniz! You can only imagine how many Osmanoğlus there are! O zaman yaşamış olsaydınız hangi soyadını seçerdiniz? Belki şöyle bir konuşma gelişirdi: “İsmail, kendine hangi soyadını seçeceksin?” “Bilmiyorum. Bu konuda düşünüyorum. I think about it. Daha bir şey bulamadım. I couldn't find anything else. Sence benim soyadım ne olmalı?” “Bana kalırsa senin soyadın Çayiçer olmalı, zira bütün yaptığın bu!” İsmail arkadaşı Emin'e bir küp şeker atarak güldü. “Ya, peki sen orada o çay kaşığıyla ne yapıyorsun, odun mu kesiyorsun?” Aslında yasaya göre soyadı komik veya tuhaf olamazdı. "Oh, what are you doing there with that teaspoon, are you chopping wood?" In fact, by law, last name couldn't be funny or weird. Ayrıca, bir kişinin rütbesinin veya devlet hizmetindeki konumunun, yabancı soyadlarının ve yabancı uyruk belirten soyadlarının da kullanımı kabul edilmeyecekti. In addition, the use of a person's rank or position in government service, foreign surnames, and surnames indicating foreign nationality would also not be accepted. Soyadı Türkçe olmak zorundaydı. Emin ciddileşerek “İsmail” dedi, “Neden Yılmaz soyadını almıyorsun? Savaşta çok kahramanlık gösterdin. Muharebelerde her zaman cephe hattındaydın. You were always on the front line in battles. Hiçbir şeyden korkmazdın. Bahçene gelen yaban domuzunun üzerine yürüdüğün zamanı hatırlıyor musun? Do you remember when you walked over the boar that came to your garden? Senden o kadar korkmuştu ki kaçıp gitmişti. He was so afraid of you that he ran away. Soyadın Yılmaz olmalı.” Evet, bir ad karakterimiz ve kişiliğimiz hakkında derin bilgiler verebilir. Your surname should be Yılmaz.” Yes, a name can reveal deep information about our character and personality. Ayrıca, yapmış olduğumuz bir şeyle ilgili olarak da önem taşıyabilir. It can also be important in relation to something we have done. 24 Kasım 1934 tarihinde Türkiye'de başka bir yasa çıktı. Bu da soyadıyla ilgiliydi, ancak bu kez onursal bir soyadıydı. This was also about the surname, but this time it was an honorary surname. Ülkesi için tüm yaptıklarının anısına, Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya Atatürk soyadı verildi. Halkını sömürgeciliğin tehdidinden kurtarmış ve yeni bir ulusun babası olmuştu. Kendisi, en büyük eserinin Cumhuriyet'in kurulması olduğunu söylemişti. He said that his greatest work was the establishment of the Republic. Aynı yıl çıkan başka bir yasayla, eski toplumdaki “Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Paşa” ifadelerinin ve unvanlarının kullanılması yasaklandı. Ayrıca, Kurtuluş Savaşı'nda verilen madalyalar haricinde, Osmanlı rütbeleri ve unvanları da artık kullanılmayacaktı. In addition, Ottoman ranks and titles would no longer be used, except for the medals awarded in the War of Independence. Türk halkı yeni bir döneme girmişti ve eski dönem geride bırakılacaktı. The Turkish people had entered a new era and the old era was to be left behind. Türkiye, yeni bir yol üzerindeki yeni bir ulustu. Turkey was a new nation on a new path. Her şey farklı olacaktı ve yeni adlar ile unvanlar, meydana gelen değişikliği gözler önüne seriyordu. Everything would be different, and the new names and titles were revealing the change that was taking place. Bu da bizi Kutsal Kitap'taki öykümüze getiriyor. İbrahim'in torunu Yakup'un da ilginç bir adı vardı. Abraham's grandson Jacob also had an interesting name. Önceki dersimizden hatırlarsanız, ikizlerin sonra doğanıydı. If you remember from our previous lesson, he was born after twins. Annesinin rahminden gelirken, eliyle büyük kardeşi Esav'ın topuğunu tutuyordu. Emin'in cesaretinden dolayı İsmail'e “Yılmaz” soyadını vermek istemesi gibi, Yakup'a da ağabeyinin “topuğunu tuttuğu” için bu ad verilmişti. Just as Emin wanted to give İsmail the surname "Yılmaz" for his bravery, Yakup was given this name because his brother "grabs his heel". Ancak “topuk tutma”nın yanı sıra, adının mecazî bir anlamı da vardı. However, besides “holding the heel,” his name also had a figurative meaning. “Yakup” adı aynı zamanda “hileci”, yani hileyle, güçle, veya taktik kullanarak birinin ayağını kaydırıp onun mevkisini ya da yerini alan kişi anlamına gelir. The name “Jacob” also means “deceiver,” that is, someone who supplants someone's position or place by deceit, force, or tactic. Ve ne yazık ki Yakup bu mecazî anlama uygun yaşadı. And unfortunately, Jacob lived up to this metaphorical meaning. Bir önceki dersimizi hatırlarsanız, Yakup'un nasıl babasını kandırıp ağabeyi yerine kutsamayı kendi üzerine aldığını okumuştuk. If you remember our previous lesson, we read about how Jacob deceived his father and took the blessing on himself instead of his brother. Gerçek anlamda bir entrikacı ve gaspçı olmuştu. He had truly become a schemer and usurper. Yakup, bu aldatma eyleminden sonra ağabeyi Esav'dan kaçarak dayısı Lavan'ın Harran'daki evine gitti. Harran'ın yeri, geleneksel olarak günümüz Türkiye'sinde, Şanlıurfa'nın güneyindedir. The location of Harran is traditionally in modern-day Turkey, south of Şanlıurfa. Bu haksız hareketlerinden tövbe etmiş olmalı, zira bir gece Rab Yakup'a rüyasında konuşarak onu bir daha hiçbir zaman yalnız bırakılmayacağına dair temin etti. Ancak daha da önemlisi, Allah İbrahim'le ve İshak'la yaptığı antlaşmayı yücelterek, Yakup'la da yeniledi. But more importantly, God renewed the covenant with Abraham and Isaac, exalting it with Jacob. Yakup'un hayatının akrabasının evine vardıktan sonra dertsiz tasasız ve rahat geçtiğini söylemek doğru olmaz. It would not be correct to say that Yakup's life was carefree and comfortable after arriving at his relative's house. “İnsan ektiğini biçer” diye bir deyim vardır. Yakup aldatma ekmişti ve sonunda bunu biçti. Yakup, Lavan'ın iki kızından genç olanı Rahel'le evlenmek istedi. Ancak onun başlık parası için 7 yıl çalıştıktan sonra, Lavan onu aldatarak büyük kızıyla evlendirdi. Yakup öfkelenmişti, ancak Lavan Yakup'un küçük kızıyla da evlenmesine izin verdi. Ancak onun başlık parası için de 7 yıl çalışması gerekecekti. Yıllar boyunca, Lavan'ın sürekli olarak ticarî ilişkilerinde Yakup'u aldatmaya çalışmasına rağmen, Allah Yakup'u bereketlemeye devam etti. Çocukları oldu ve pek çok büyükbaş ve küçükbaş hayvan sürüleri edindi. Bir gün Allah ona memleketine geri dönmesini söyledi. One day God told him to go back to his hometown. Ancak Yakup çok korktu, çünkü Esav'ın hâlâ kızgın olup olmadığını bilmiyordu. Ve kendisini hâlâ öldürmek istiyorsa ailesine ne olacaktı? Dedesinin yıllarca önce yaptığı gibi, Rabb'e itaat ederek eve gitmeye başladı. Öyküyü Yaratılış 32. bölüm, 1-5 ayetlerinden okumaya başlayalım: 1 Yakup yoluna devam ederken, Tanrı'nın melekleriyle karşılaştı. 2 Onları görünce, “Tanrı'nın ordugahı bu” diyerek oraya Mahanayim22 adını verdi. 3 Yakup Edom topraklarında, Seir ülkesinde yaşayan ağabeyi Esav'a önceden haberciler gönderdi. 4 Onlara şu buyruğu verdi: “Efendim Esav'a şöyle deyin: Kulun Yakup diyor ki, ‘Şimdiye kadar Lavan'ın yanında konuk olarak kaldım. 5 Öküzlere, eşeklere, davarlara, erkek ve kadın kölelere sahip oldum. 5 I have owned oxen, donkeys, flocks, male and female slaves. Efendimi hoşnut etmek için önceden haber gönderiyorum.' ” Yakup'un ağabeyine mesaj göndererek ona “efendim” demesine dikkat edin. Yakup kavga etmek veya bir numara olmak istemiyordu. Jacob didn't want to fight or be number one. Mesajı barış mesajıydı ve Esav'ın da aynı şeyi istediğini umuyordu. Bu ayetler Yakup'un değişmiş olduğunu gösteriyor. Ağabeyine üstün gelmeye çalışan hırslı genç adamın yerini, olgun bir Allah adamı almıştı. Esav'ın verdiği yanıtı görmek için 6-12 ayetlerine bakalım: 6 Haberciler geri dönüp Yakup'a, “Ağabeyin Esav'ın yanına gittik” dediler, “Dört yüz adamla seni karşılamaya geliyor. 7 Yakup çok korktu, sıkıldı. Yanındaki adamları, davarları, sığırları, develeri iki gruba ayırdı. 8 “Esav gelir, bir gruba saldırırsa, hiç değilse öteki grup kurtulur” diye düşündü. 9 Sonra şöyle dua etti: “Ey atam İbrahim'in, babam İshak'ın Tanrısı RAB! 9 Then he prayed, “O LORD God of my father Abraham and my father Isaac! Bana,‘Ülkene, akrabalarının yanına dön, seni başarılı kılacağım' diye söz ver- din. 10 Bana gösterdiğin bunca iyiliğe, güvene layık değilim. Şeria Irmağı'nı geçtiğimde değneğimden başka bir şeyim yoktu. When I crossed the Jordan, I had nothing but my staff. Şimdi iki orduyla döndüm. Now I'm back with two armies. 11 Yalvarırım, beni ağabeyim Esav'dan koru. 11 I beg you, protect me from my brother Esau. Gelip bana, çocuklarla annelerine saldırmasından korkuyorum. I am afraid that he will come and attack me, the children and their mothers. 12 ‘Seni kesinlikle başarılı kılacağım, soyunu denizin kumu gibi sayılamayacak kadar çoğaltacağım' diye söz vermiştin bana.” Bu kesinlikle mağrur ve kibirli bir adamın duası değil. 12 You promised me, 'I will certainly make you successful, that I will multiply your descendants beyond count like the sand of the sea.'” This is certainly not the prayer of a proud and arrogant man. Bu, aldatmanın ve günahın bedelini anlamış, alçakgönüllü bir adamın duası. This is the prayer of a humble man who understands the cost of deception and sin. Tövbekâr bir adamın duası. 13-24 ayetleriyle devam edelim: 13-15 Yakup geceyi orada geçirdi. Birlikte getirdiği hayvanlardan ağabeyi Esav'a armağan olarak iki yüz keçi, yirmi teke, iki yüz koyun, yirmi koç, yavrularıyla birlikte otuz dişi deve, kırk inek, on boğa, yirmi dişi, on erkek eşek ayırdı. 16 Bunları ayrı sürüler halinde kölelerine teslim ederek, “Önümden gidin, sürüler arasında boşluk bırakın” dedi. 16 Handing them over to his slaves in separate herds, he said, "Go ahead of me and leave a gap between the herds." 17 Birinci köleye buyruk verdi: “Ağabeyim Esav'la karşılaştığında, ‘Sahibin kim, nereye gidiyorsun? 17 He commanded the first slave, “When he met my brother Esau, he said, 'Who is your master, where are you going? Önündeki bu hayvanlar kimin?' diye sorarsa, 18 ‘Kulun Yakup'un' diyeceksin, ‘Efendisi Esav'a armağan olarak gönderiyor. 18 'Your servant Jacob,' you will say, 'He is sending a gift to his lord Esau. Kendisi de arkamızdan geliyor.' ” 19 İkinci ve üçüncü köleye, sürülerin peşinden giden herkese aynı buyruğu verdi: “Esav'la karşılaştığınızda aynı şeyleri söyleyeceksiniz. 20 ‘Kulun Yakup arkamızdan geliyor' diyeceksiniz.” “Önden göndereceğim armağanla onu yatıştırır, sonra kendisini görürüm. 20 You will say, 'Your servant Jacob is coming after us.'” “I will appease him with the gift that I will send ahead, and then I will see him. Belki beni bağışlar” diye düşünüyordu. 21 Böylece armağanı önden gönderip geceyi konakladığı yerde geçirdi. 21 So he sent the gift ahead and spent the night in his camp. 22 Yakup o gece kalktı; iki karısını, iki cariyesini, on bir oğlunu yanına alıp Yabbuk Irmağı'nın sığ yerinden karşıya geçti. 22 Jacob got up that night; He took his two wives, two concubines, and eleven sons with him and crossed the ford of the Yabbuk River. 23 Onları geçirdikten sonra sahip olduğu her şeyi de karşıya geçirdi. 23 After he had passed them, he also crossed all that he had. 24 Böylece Yakup arkada yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti. A man wrestled with her until daybreak. Yakup'la güreş tutan bu adam kim? Burada ne oluyor? What 's going on here? Yakup anlaşılan birisi onu aniden yakaladığında yalnızdı, belki de kendi hayatını düşünüyordu. Jacob was apparently alone when someone suddenly grabbed him, perhaps thinking about his own life. Baştan bu saldırganın Esav, adamlarından biri, veya bir eşkiya olduğunu düşünmüş olabilir. Ne olursa olsun, hava karanlıktı, Yakup saldırıya uğramıştı ve o gün yaşadığı olayları düşündüğünde, canını kurtarmak için güreşiyordu. Birbirlerini itip çektikçe ve etrafta yuvarlandıkça, toz ve kum terlerine karıştı ve kolları çamurdan kayganlaştı. As they pushed and pulled at each other and rolled around, dust and sand mixed with their sweat and their arms were slick with mud. Fakat Yakup ne kadar uğraştıysa da, kendisine saldıran kişiyi alt edemedi. But no matter how hard Jacob tried, he could not defeat his attacker. Yakup nefesi kesilene dek mücadele etti, ciğerleri sanki yanıyordu ve elleri çok fazla direnmekten titremeye başlamıştı. Tam o sırada beklenmedik bir şey oldu. Just then, something unexpected happened. Bunu 25. ve 26. ayetlerde görelim: 25 Yakup'u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Let's see this in verses 25 and 26: 25 When he realized that he could not defeat Jacob, he hit the head of his thigh bone. Öyle ki, güreşirken Yakup'un uyluk kemiği çıktı. So much so that Jacob's thigh bone came off while he was wrestling. 26 Adam, “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi. 26 The man said, "Let me go, it's dawn." Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıtladı. Bu sıradan bir güreş müsabakası değildi. This was no ordinary wrestling match. Yakup bir noktada çok özel biriyle güreştiğinin farkına varmıştı. At some point, Jacob realized he was wrestling with someone very special. Öylesine özeldi ki, onu kutsama gücü vardı, gökten gelen biriydi. He was so special that he had the power to bless him, he was from heaven. Çıkan uyluk kemiğinin acısını tahmin etmek güç, ancak Yakup buna rağmen bu gizemli kişiye direnmeye devam etti. Bu adam kim olabilirdi ve Yakup'un talep ettiği kutsama neydi? Who could this man be, and what was the blessing Jacob was demanding? Belki de 27. ayette belirtilen bir sonraki sözler, bu soruyu yanıtlar. Perhaps the next words mentioned in verse 27 answer this question. 27 Adam, “Adın ne?” diye sordu. “Yakup.” Başka bir deyişle, “ben aldatıcıyım, babamı aldatan ve ağabeyimin hakkını çalan benim”. “Jacob.” In other words, “I am a cheater, I am the one who cheated on my father and stole my brother's rights”. Belki de Yakup günahından dolayı pişmanlık duyuyor ve af diliyordu. Bu da onun günahını itiraf etme, suçunu açıklama ve Allah'tan affedildiğine dair güvence isteme yöntemiydi. This was his way of confessing his sin, explaining his guilt, and asking God for assurance that he was forgiven. Aksi halde Esav'ın onu ve ailesini öldürmeyeceğine dair ne umudu olabilirdi ki? Otherwise, what hope could he have that Esau would not kill him and his family? Kutsal Kitap bunu söylemiyor. Ancak 28. ayette gizemli güreşçinin Yakup'a söylediğini okuyalım: 28 Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrail23 denecek” dedi, “Çünkü Tanrı'yla, insanlarla güreşip yendin.” Bu “göksel güreşçi” Yakup'a yeni bir ad verdi, anlamı “galip gelen” demekti. Yakup'a neden bu ad veriliyordu? Doğrusu, Yakup uzun zamandır sıkıntı çekiyordu. Indeed, Jacob had long suffered. Eski günahlarının suçunun, ailesin- den ayrı olmanın acısının ve dayısının onu aldatmasının sıkıntısını çekiyordu. She suffered the guilt of her past sins, the pain of being separated from her family, and the deception of her uncle. Fakat tüm bu yıllar boyunca Yakup eylemlerinin sorumluluğunu kabul etmiş ve Allah'a kendisini bağışlaması için yalvarmıştı. Allah'ın yardımıyla Yakup yeni bir adam olmuştu. Yeni bir kimlikle yeni bir hayata başlıyordu ve eski benliğiyle ilgili her şey geride kalıyordu. He was starting a new life with a new identity and everything about his old self was being left behind. O artık “aldatıcı” değil, “galip gelen”di. He was no longer the "deceiver" but the "victory". Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu'na ilişkin eski adları ve unvanları yasakladığında, onlar da kendilerine ve dünyaya bir değişim gerçekleştiğini ve eskinin yerini yeninin aldığını ilan ediyorlardı. Kim olduklarını ve adlarının neyi ifade ettiğini tasdik ediyorlardı. They affirmed who they were and what their names meant. Pek çoğumuz İsrail adını duyduğunda hemen Ortadoğu'daki modern zaman ülkesini hatırlar. When most of us hear the name Israel, they immediately remember the modern-day country in the Middle East. Fakat bu adın arkasındaki orijinal kavram siyasî değil, dinseldi. But the original concept behind this name was religious, not political. İman ve tövbe yoluyla günahlarına galip gelmiş bir kişiyi belirtiyordu. Kutsal Kitap'ta “İsrail oğulları”, yani İsrailliler hakkında bazı şeyler okuyacağımız doğru. Ancak her durumda, bu ad “Allah'la iman ve tövbe yoluyla antlaşma ilişkisi içindeki bir kişi”yi ifade eden dinsel bir anlam taşır. In any case, however, the name carries a religious meaning, denoting “a person in a covenant relationship with God through faith and repentance.” Yakup Allah'la antlaşma ilişkisi içindeydi. Jacob was in a covenant relationship with God. O tövbe etti ve Allah onu affetti. Zihinlerimizde modern zamanların İsrail'ini burada anlatılan kavramdan ayırmamız zor olabilir. It may be difficult for us to separate modern-day Israel from the concept described here in our minds. Fakat Allah İsrail adını Yakup'a bir iltifat, bir şeref nişanı olarak verdi. Ve bu nişan onun çocuklarının yanı sıra, günahlarından tövbe ederek af için Allah'la güreşecek olan her ulustan herkese geçti. And this insignia passed along with his children to everyone from every nation who would repent of their sins and wrestle with God for forgiveness. 32\. bölüm, 29-32 ayetlerini okuyarak öyküyü bitirelim: 29 Yakup, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu. Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup'u kutsadı. 30 Yakup,“Tanrı'yla yüzyüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel24 adını verdi. 30 Jacob named the place Peniel24, saying, “I have seen God face to face, but my life has been spared.” 31 Yakup Peniel'den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu. He was limping because of his thigh. 32 Bu nedenle İsrailliler bugün bile uyluk kemiğinin üzerindeki siniri yemezler. 32 Therefore, even today the Israelites do not eat the nerve above the thighbone. Çünkü Yakup'un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpılmıştı. Because the nerve in the head of Jacob's thigh bone had been struck. Bir zamanlar her zaman gülümseyen bir bebek doğmuştu. Once upon a time, a baby was born who was always smiling. Bu yüzden annesiyle babası ona Güler adını verdiler. Küçükken, annesiyle babası ona adını nasıl aldığının öyküsünü anlattılar. O günden sonra ne zaman üzgün olsa ve biri adını söylese, bu ona gülümsemeyi hatırlattı. Şartlar nasıl olursa olsun, her zaman adına uygun yaşamayı seçti. Whatever the circumstances, he always chose to live up to his name. Yakup da yeni bir ad aldıktan sonra muhtemelen benzer bir deneyim geçirmiştir. Jacob probably had a similar experience after taking a new name. Ne zaman İsrail adını duysa, ona Allah'ın affediciliğini ve kendisinin yeni kimliğini hatırlatmıştır. Whenever he heard the name Israel, he reminded him of God's forgiveness and his new identity. Siz de olduğunuz kişiden memnun değilseniz ve yeni bir ad istiyorsanız, Allah'a seslenin! If you are not happy with who you are and want a new name, call out to God! Belki O'nun size vereceği yeni bir ad vardır!