×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Açık Bilim, İNSANLIK NASIL “ÖLÜR”?

İNSANLIK NASIL “ÖLÜR”?

Dünya.

Samanyolu galaksisinin dış kollarından birinde öylesine parlayan bir yıldızın üçüncü gezegeni.

Bu mavi gezegene dışarıdan baktığımız zaman zekaca baskın görünen insan türüne ev sahipliği yaptığını görürüz.

Gezegenin kaynakları sınırlı ve nüfusu sürekli artıyor. İçerisindeki zeki ve baskın tür henüz başka diyarlara göç etme ya da başka türlerle ticaret yapma imkanına kavuşamadığı için kaygan bir zeminde duruyor. Gezegene halel gelmesi halinde evrenin değerli türlerinden birisi olan Homo Sapiens Sapiens kainat tarihinin tozlu sayfalarına gömülebilir.

Dünya'nın baskın sahipleri olan bizler bir gün değişen iklim, küresel ısınma, tükenen kaynaklar, savaşlar ve belki de henüz hiç düşünemediğimiz olumsuzluklar sebebiyle yok olacak olsak nasıl yok olurduk?

Temelde yok oluşumuzun kaynağı neye dayanır, ana sebebi ne olurdu? Bizden arta kalan son nüfusun akıbeti neye benzerdi? Kendi gezegeninde kendi tarihini yazan, evrendeki diğer türlere görece değerini hiç bilemeyeceğimiz bu ilginç, histerik, hırslı, karbon temelli, protein yapılı ırk ortadan nasıl kaybolurdu?

Kurgu dünyası ve özellikle de Hollywood, kıyamet senaryolarını çok sever ve bunu çeşitlendirirler.

Bu yok oluşlar davetsiz bir kuyruklu yıldız, uzaylı istilası ya da makinaların gerçekleştirdiği bir isyana dayanabilir. Bunlar yok oluşumuzun fantazileridir; ancak bir de gerçekler var:

Dünya, pek çok yönüyle okyanus ortasındaki bir adaya ya da küçük bir adalar grubuna benzer.

“Dört” bir yanı uzayla kaplıdır. Devingen ama doğal olarak kapalı bir coğrafyaya, iklime ve kırılgan bir dengeye sahiptir. Yakınlarında kendisine benzeyen başka bir yaşam alanı (gezegen) yoktur. Sınırlı sayıdaki limanından sınırlı sayıda kano ya da sandal kalksa da bunlar kendi sistemine pek bir şey katmaz. Hatta adadan denize açılan sandal, ağzına kadar balık dolu bir şekilde dönse de insana kimse “balık tutmayı” öğretmediği gibi, balık verecek birisi de yoktur.

Peki tarihi bilgilerin ve arkeoloji/antropoloji bilimlerinin bize sağladığı imkanlarla türümüzün sonunun nasıl geleceğine dair bir kestirim yapabilir miyiz?

Bu sorumuza okyanusun ortasında izole bir yaşam süren Pitcairn ve Henderson adalarının ve bunların en iyi komşusu olan Mangareva adasının eski sakinlerinin geriye bıraktıkları yanıt vermeye adaylar.

Tanıştırayım: Pitcairn, Henderson ve Mangareva Adaları

Birleşik Krallık'a ait Pitcairn, Henderson adaları ve bunların epeyce bir batısında yer alan Fransız Polinezya'sına ait Mangareva Adası, Güneydoğu Polinezya olarak adlandırılan bölgede yaşamaya ve sürekli ikamete elverişli tek yerlerdir.

Bu adaların Dünya'da yaşam olduğu bilinen diğer yerlere ve anakaraya olan uzaklıkları insanın aklını başından alabilir. Zira Pitcairn adasının en azından dağları, ovaları olan büyük bir adaya, Tahiti'ye uzaklığı 2300 km'den fazla iken en yakın anakaraya uzaklığı 5000 km'den fazladır.

Anlatmaya bu adaların hangisinden başlamak gerektiğine karar vermek kolay değil.

Kronolojik olarak, adaların yerleşim sırasının önce Batı Polinezya'ya daha yakın olan Mangareva, daha sonra Pitcairn ve en sonunda da Henderson adası olduğu düşünülüyor. Ancak ben bu adalardan bahsederken öncelikle 67 nüfuslu Pitcairn ve 0 nüfuslu (evet sıfır) Henderson adalarından bahsetmek istiyorum, zira Mangareva günümüzde hala 1600'den fazla nüfus barındırır ve Mangareva Adası üzerinde bir havaalanı bulunduracak kadar da işlekken Pitcairn ve Henderson vahşi ve ulaşılmaz hallerini korumaktadırlar.

Pitcairn Adası

2011 nüfus sayımıyla nüfusu sadece 67 olarak tespit edilen, Birleşik Krallık'a bağlı olan, Dünya'nın en küçük ülkesi “Pitcairn Adaları” toplamda dört adadan oluşur.

Bu adaların isimleri Pitcairn, Henderson, Ducie ve Oneo Adalarıdır. Ducie ve Oneo Adaları üzerinde nüfus barındıramayacak kadar küçüktürler ve atol adı verilen yapılarıyla üzerinde yaşanılacak toprak barındırmazlar. Bu yüzden bu küçük ülkenin iki ana adadan, 4.6 km2'lik minik bir volkanik ada olan Pitcairn Adası'ndan ve 37.3 km2'lik alanıyla Henderson Adası'ndan oluştuğunu varsayabiliriz. Var olan 67 kişi, tahmin edilenin aksine büyük ve geniş olan Henderson Adası'nda değil küçük bir volkanik ada olan Pitcairn Adası'nda yaşamaktadır [5].

37.3 km2'lik bir alanın ne kadar büyük olduğunu anlatmak için gerçek bir kentle benzetme yapmak çok zor, zira en küçük ilimiz olan Yalova'nın yüzölçümü 850 km2'dir.

Ancak bu benzetmede İstanbul'un ilçelerini kullanmak faydalı olabilir: Sözgelimi Küçükçekmece ilçesinin ya da Beylikdüzü ilçesinin yüzölçümleri hemen hemen Henderson Adası'nınki ile aynıdır ve 37 kilometrekaredir. 8,96 km2'lik Beyoğlu ilçesi ise Pitcairn Adası'nın hemen hemen iki katıdır.

Bugün bile tarifeli deniz ve hava araçlarının ticari olarak işletilmesinin mantıksız bulunacağı kadar uzak ve ıssız olan Pitcairn Adaları'na MS 800-1000 yıllarından itibaren yerleşildiği düşünülüyor.

Muhtemelen bu adalara Mangareva'dan geldiler. Mangareva'ya ise daha batıdan, Tahiti ya da Markiz adalarının da yer aldığı Orta ve Batı Polinezya'dan geldiler. Hiçbir teknolojik donanımları bulunmadan, sadece sahip oldukları kanolarla Batı Polinezya'dan yola çıkıp bu adaları bulmak toplamda 2000 yıl almış. Bu adaların öncüllerini belki bir kaç haftalık deniz yolculuğuna karşılık gelen, şans eseri bu adaları bulmak üzere hedefsiz bir yola çıkaran sebeplerin ne olduğunu söylemek zor.

Pitcairn Adası'nın büyük gemilere sahip modern batılı toplumlarca keşfi 1790 yılında İngiliz Kraliçesi'nin Bounty adlı gemisinden kaçan isyancıların buldukları ilk kara parçasına sığınmasına rastlar.

İsyancılar buraya uğradıklarında bir hayalet ada ile karşılaştılar ve adada kimsenin yaşamadığını fark ettiler. İsyancılar bu adada bir zamanlar birilerinin yaşadığını, buldukları tapınak ve alet kalıntılarından anladılar. Görünen o ki buradaki nüfus ya adayı terketmiş, ya da yaşama dirayeti gösterememişti. (Şu talihe bakın ki daha sonra isyancılar da benzer akıbeti paylaştılar ve yok oldular. ) Adanın asıl sahiplerinin yok oluşlarının sebeplerini anlatmadan önce geçmişe dönüp bu adanın bir fotoğrafını çekmekte fayda var. Büyük kısmını Antropolog Marshall Weisler'in [1] gerçekleştirdiği çalışmalara göre Polinezyalılar adaya ilk yerleştiklerinde ada yaşamaya oldukça elverişliydi, çünkü:

Pitcairn Adası volkanin bir dağdan ibarettir.

Pitcairn Adası Güneydoğu Polinezya'nın tek kullanılabilir volkanik camını barındırır. Ayrıca ince damarlı siyah mermer madeni de barındırır ki bu Polinezya'nın en önemli keskin alet kaynağıdır.

30-40 metrelik ağaçların varlığı adalardan avlanmak ya da başka bir adayla ticaret yapmak için gerekli organı, kanoları yapmayı mümkün kılar.

Pitcairn'de az da olsa dereler mevcuttur ve bu sayede hem içilebilir su kaynağına sahiptir, hem de tarıma imkan sağlar.

Fakat toplayıcılığın önemli bir kısmını oluşturan deniz canlıları için iç açıcı bir tablodan bahsedilemez: Kıyılarında resif bulunmaması sebebiyle birden derinleşen Pitcairn kıyıları deniz kabukluları ve balık avı için sağladığı imkan açısından çok fakirdir. (Bu kıyılar o kadar kullanışsızdır ki adaya kanoyla gelen bir ziyaretçi için adanın yanaşmaya uygun sadece tek kıyısı vardır. ) Bu yüzden adanın barındıracağı nüfus büyük ölçüde onların yapabilecekleri tarıma bağlıdır. Kıyılardan kabuklu avlanamadığı gibi, Pitcairn adası Henderson adası ya da Mangareva kadar kuş barındırmaz.

Henderson Adası

Pitcairn'in kuzeydoğusunda bulunan ve daha büyük olan Henderson iki yüz yıl kadar önce 1606 yılında Avrupalılarca keşfedildiğinde orada da manzara farksızdır ve adada kimse yaşamaz, ancak daha önce de yaşam barındırmış gibi değildir.

Pitcairn'e göre biraz daha vahşi bir ortamı bulunan Henderson kullanışsız bir görünüme sahiptir, zira Henderson büyük yüzölçümüne rağmen mercanların yüzeye çıkmasıyla oluşmuş, kaynaklar açısından son derece fakir bir adadır.

Henderson adası mercanların yükselmesi ile oluşmuştur.

Üzerinde tarıma pek müsade etmediği gibi su kaynakları da mevcut değildir. (Fotoğraf: Richard Cuthbert/RSPB/PA) Henderson'da alet yapımına uygun bazalt veya kaya yoktur. Adanın gözenekli kireç yapısı yüzünden dere ya da akarsu oluşması imkanlı değildir. Adanın tarih boyunca tek su kaynağının yağışlardan sonra mağara tavanlarından akarak tabanda biriken su birikintileri olduğu düşünülüyor. Kireç taban arasındaki ceplerde biriken toprağın izin verebildiği en uzun ağaç 15 metre olup bu ağaçlar kano yapımına uygun değildir.

Pitcairn Adası'nın aksine, bu adanın da mercanlarında ve sığ sularında yengeç, istakoz, ahtapot ve bir miktar balık ile kabuklular yaşamaktadır.

Güneydoğu Polinezya'nın bilinen tek kaplumbağa yumurtlama kumsalı da Henderson'dadır. Geçmişte Henderson da 17 çeşit kuş yaşamıştır ve diğer şartlar uygun olsa ve su da bulunursa sadece bu kuşlar yüz kişilik bir nüfusu beslemeye yetecek miktardadır; ancak öyle olmamıştır. Zira bu yazıya kaynaklık eden “Çöküş” kitabının yazarı Jared Diamond'a göre tüm bu özellikler adayı bir yerleşim yeri değil, geçerken uğranan bir mesire yeri haline getiriyor[2].

Yine de yüzeyi sert ve vahşi makilerle dolu olan bu adada elde edilen arkeolojik bulgular iki-üç düzine kadar nüfusun bu adada tüm zorluklara rağmen yaşadığını gösteriyor: Henderson'da bir nüfusun sürekli olarak ikamet ettiğini gösteren delillerden birisi 275 metre uzunluğunda ve 27 metre genişliğindeki çöplüğüdür.

Weisler ve arkadaşları bölgede 14 bin 751 balık kemiği, 42 bin 213 deniz kuşu kemiği ve binlerce de kara kuşu kemiği bulmuştur (Ada sakinleri nesiller boyu çöplerini bu bölgede bıraktıklarından bu artıklar incelenerek besinler hakkında bilgi sahibi olunabilir. Nitekim bu besin artıkları radyo karbon testi sayesinde adadaki her neslin beslenme alışkanlıkları hakkında fikir elde edilmiştir ve adanın besin kaynaklarının nasıl azaldığının bir yol haritası elde edilmiştir. Ayrıca tüm bu atıklardan nüfusu tahmin etmeye yönelik ilave bir yaklaşım da ortaya çıkar. ) Henderson, Polinezya'da insan yaşamış olan adalar arasında üzerinde hiçbir bina olmayan tek adadır. Adada inşaata dair sadece üç iz vardır: Bunlardan birisi temel seviyesinde kalmış bir ev inşaatı, rüzgarlık amaçlı bir duvar ve mezar kemeri olarak kullanılmış birkaç parça taş. Bunun dışında yaşam izlerine sadece mağaralarda rastlanır. Weisler toplamda 18 adet mağara sığınağı bulmuştur.

Mangareva Adası

Pitcairn Adaları grubunda yer almasa da Pitcairn'in 482 kilometre batısındaki Mangareva adası diğer iki adadan daha farklıdır ve bölgede kilit bir rol oynar.

Fransız Polinezya'sına ait bir ada olan Mangareva günümüzde üzerinde bir havaalanı bulunduracak kadar işlektir.

Her şeyden önce Pitcairn ve Henderson adalarına göre çok büyüktür. Dışı mercan resifleriyle korunaklı 24 kilometre çapında bir körfez, iki sönmüş yanardağ ve toplamda 25 kilometrekareye yayılmış mercan adaları ile oldukça fazla alan sunan bu ada balık ve kabuklu deniz canlıları açısından da oldukça bol zamanlar geçirmiştir.

Bugün siyah incileri borçlu olduğumuz kara dudaklı inci istiridyesi geçmişte bu adada bol miktarda varmış.

Bu istiridye besin kaynağı olarak yenebildiği gibi, kalın kabukları sayesinde balık oltası, rende, soyma bıçağı gibi mutfak ve süs eşyalarının yapımına olanak sağlıyormuş. Adanın sönmüş yanardağlarına borçlu olduğu yüksek kesimleri ise bir zamanlar ormanla kaplıymış ve dereler oluşturup onu besleyecek kadar da yağmur alıyormuş. Taro, patates, muz ve ekmek meyvesi tarımına da olanak veren bu topraklar binlerce kişilik bir Mangareva nüfusu yaratmış.

Fakat… Mangareva'da yüksek kaliteli taş ve kayalar bulunmuyor.

Alet yapımında istiridye kabuğunun önemi buradan doğduğu gibi Mangareva nüfusunu bir süre sonra Pitcairn ve Henderson adalarına yönelten eksiklik de bu olmalı. Zira daha önce de söylediğimiz gibi, komşu(!) Pitcairn Adası Güneydoğu Polinezya'nın tek kullanılabilir volkanik camını barındırır. Ayrıca ince damarlı siyah mermer madeni de barındırır ki bu Polinezya'nın en önemli keskin alet kaynağıdır. Pitcairn Adası'nda kano yapımı için uygun ağaçlar bulunması, az da olsa küçük derelerin yer alması ince damarlı siyah mermer için adayı gözüne kestiren Mangarevalıları orada bir tarım kolonisi kurmaya ikna etmiş olmalı. Zira bir koloni kurmadan, sürekli olarak geçici kamplar kurmak, devamlı olarak da gidip gelmek hem riskli, hem de o kadar kolay değil. Adalar arasındaki mesafe açık okyanusta birkaç günlük kano yolculuğuna tekabül eder. O da hedef kesin olarak bilinirse tabi… (Kanodan bahsedip durduğumuzdan anlaşıldığı üzere Polinezyalılar açık okyanusta ustalıkla kano kullanabiliyorlardı. Hatta ada toplumları olarak onların en önemli uzmanlıklarından birisi budur. ) Bu yüzden Pitcairn yerleşiminin kaynağının Mangarevalılar olduğu düşünülmektedir. Bir ticaret ağı da Buralarda kurulan koloniler sayesinde böylelikle ortaya çıkmıştır. Yaşamın can damarı ticaret Weisler'in araştırmalarına göre ticaret MS 1000 yıllarında, yani adalara yerleşilme kararı alındıktan hemen sonra başlamış.

Ticaretin açık ve kesin kanıtı gelenlerin ilk geldiklerinde yanlarında taşıyabileceklerinden çok daha fazla ve farklı zamanlara ait siyah mermer, volkanik cam ya da kara dudaklı istiridyeden imal edilmiş aletlere rastlanmasıdır.

Keskin alet yapımında kullanılan volkanik cam.

(Kaynak: whoi.edu) Weisler adaların ikisinde ya da üçünde de bulunan malzemelerden inşa edilmiş aletlerin menşeini bulabilmek için yeni bir yöntem geliştirdi. Bu yöntem volkanik lav içerisinde bulunan kurşunun izotoplarının birbirine oranlarının karakteristik olmasına dayanıyor. Zira bu izotopların oranları aletin hangi maden ocağının taşından yapıldığını anlamak adına bir parmak izi niteliği taşıyor. Weisler de bu parmak izlerini doğru okuyarak Henderson'daki tüm volkanik cam parçalarının Pitcairn'deki maden ocağına ait olduğunu ortaya koydu [3]. Mangareva'daki bazı taş aletlerin de Pitcairn'den ithal edildiği de böylelikle ortaya çıktı.

Yine Mangareva'da var olduğu düşünülen domuz hayvanına ait kanıtların daha önce domuz yaşamadığı düşünülen Pitcairn ve Henderson'da da görülmesi yine başka bir ticaret olayına işaret etmektedir.

Bu hayvanların kolonileşme sırasında kanolarla getirilmiş olması ve adada yetiştirilmiş olması da mümkün.

Ancak yiyecek değiş tokuşu kadar önemli bir alışveriş daha var ki bu da adalar arasındaki seyahat sıklığını arttıran ana etkenlerden olabilir:

Yüz kişi dolaylarındaki Pitcairn ve iki-üç düzinelik Henderson'daki nüfusta evlenecek çağdaki kadın ve erkeklerin birbirlerine akraba düşme olasılıkları çok yüksektir.

Üstelik kadın-erkek sayısı eşitliğinin de kolaylıkla sağlanabildiği söylenemez olsa gerek. Bu gibi etmenlerin adalar arasında kız alma / kız verme olayını tetiklediği düşünülüyor.


İNSANLIK NASIL “ÖLÜR”? WIE "STIRBT" DIE MENSCHHEIT? HOW DOES HUMANITY "Die"?

Dünya. World.

Samanyolu galaksisinin dış kollarından birinde öylesine parlayan bir yıldızın üçüncü gezegeni. It is the third planet in a star shining in one of the outer arms of the Milky Way galaxy.

Bu mavi gezegene dışarıdan baktığımız zaman zekaca baskın görünen insan türüne ev sahipliği yaptığını görürüz. When we look at this blue planet from the outside, we see that it is home to the kind of person who looks brilliantly dominant.

Gezegenin kaynakları sınırlı ve nüfusu sürekli artıyor. The planet's resources are limited and its population is constantly growing. İçerisindeki zeki ve baskın tür henüz başka diyarlara göç etme ya da başka türlerle ticaret yapma imkanına kavuşamadığı için kaygan bir zeminde duruyor. The clever and dominant species in it is still on a slippery ground as it has not been able to migrate to other lands or trade with other species. Gezegene halel gelmesi halinde evrenin değerli türlerinden birisi olan Homo Sapiens Sapiens kainat tarihinin tozlu sayfalarına gömülebilir. Homo Sapiens Sapiens, one of the precious species of the universe, can be buried in the dusty pages of the history of the universe, if it prevails to the planet.

Dünya'nın baskın sahipleri olan bizler bir gün değişen iklim, küresel ısınma, tükenen kaynaklar, savaşlar ve belki de henüz hiç düşünemediğimiz olumsuzluklar sebebiyle yok olacak olsak nasıl yok olurduk? How would we, as the dominant owners of the world, disappear one day because of the changing climate, global warming, depleted resources, wars and perhaps the negativities that we have not yet thought of?

Temelde yok oluşumuzun kaynağı neye dayanır, ana sebebi ne olurdu? Basically, what is the source of our extinction, what would be the main reason? Bizden arta kalan son nüfusun akıbeti neye benzerdi? What would be the fate of the last population left over from us? Kendi gezegeninde kendi tarihini yazan, evrendeki diğer türlere görece değerini hiç bilemeyeceğimiz bu ilginç, histerik, hırslı, karbon temelli, protein yapılı ırk ortadan nasıl kaybolurdu? How would this interesting, hysterical, ambitious, carbon-based, protein-structured race, which wrote its own history on its planet, and whose value we would never know relative to other species in the universe, disappear?

Kurgu dünyası ve özellikle de Hollywood, kıyamet senaryolarını çok sever ve bunu çeşitlendirirler. The world of fiction, and especially Hollywood, love and diversify apocalyptic scenarios.

Bu yok oluşlar davetsiz bir kuyruklu yıldız, uzaylı istilası ya da makinaların gerçekleştirdiği bir isyana dayanabilir. These extinctions can be based on an uninvited comet, alien invasion, or a rebellion by machines. Bunlar yok oluşumuzun fantazileridir; ancak bir de gerçekler var: These are the fantasies of our extinction; but there are also facts:

Dünya, pek çok yönüyle okyanus ortasındaki bir adaya ya da küçük bir adalar grubuna benzer. In many ways, the world is like an island in the middle of the ocean or a small group of islands.

“Dört” bir yanı uzayla kaplıdır. “Four” is covered with space on one side. Devingen ama doğal olarak kapalı bir coğrafyaya, iklime ve kırılgan bir dengeye sahiptir. It has a dynamic but naturally closed geography, climate and a fragile balance. Yakınlarında kendisine benzeyen başka bir yaşam alanı (gezegen) yoktur. There is no other living space (planet) similar to it. Sınırlı sayıdaki limanından sınırlı sayıda kano ya da sandal kalksa da bunlar kendi sistemine pek bir şey katmaz. Although a limited number of canoes or boats depart from a limited number of ports, they do not add much to their system. Hatta adadan denize açılan sandal, ağzına kadar balık dolu bir şekilde dönse de insana kimse “balık tutmayı” öğretmediği gibi, balık verecek birisi de yoktur. Even though the boat that sails from the island to the sea returns to the brim with fish, nobody teaches people to “fish,” and there is no one to fish.

Peki tarihi bilgilerin ve arkeoloji/antropoloji bilimlerinin bize sağladığı imkanlarla türümüzün sonunun nasıl geleceğine dair bir kestirim yapabilir miyiz? Well, can we make a prediction on how the end of our species will come with the opportunities provided by historical information and archeology / anthropology sciences?

Bu sorumuza okyanusun ortasında izole bir yaşam süren Pitcairn ve Henderson adalarının ve bunların en iyi komşusu olan Mangareva adasının eski sakinlerinin geriye bıraktıkları yanıt vermeye adaylar. They are candidates to respond to this question, left behind by the isolated inhabitants of the island of Pitcairn and Henderson, who live an isolated life in the middle of the ocean, and their best neighbor, Mangareva.

Tanıştırayım: Pitcairn, Henderson ve Mangareva Adaları Let me introduce: Pitcairn, Henderson and Mangareva Islands

Birleşik Krallık'a ait Pitcairn, Henderson adaları ve bunların epeyce bir batısında yer alan Fransız Polinezya'sına ait Mangareva Adası, Güneydoğu Polinezya olarak adlandırılan bölgede yaşamaya ve sürekli ikamete elverişli tek yerlerdir. The UK's Pitcairn, Henderson islands and Mangareva Island, which belongs to French Polynesia in a fairly west of them, are the only places to live and live in the region called Southeast Polynesia.

Bu adaların Dünya'da yaşam olduğu bilinen diğer yerlere ve anakaraya olan uzaklıkları insanın aklını başından alabilir. The distances of these islands to other known places of life on the Earth and the mainland can blow people's mind. Zira Pitcairn adasının en azından dağları, ovaları olan büyük bir adaya, Tahiti'ye uzaklığı 2300 km'den fazla iken en yakın anakaraya uzaklığı 5000 km'den fazladır. Because the distance of Pitcairn island to a big island with mountains and plains, Tahiti is more than 2300 km, the distance to the nearest mainland is more than 5000 km.

Anlatmaya bu adaların hangisinden başlamak gerektiğine karar vermek kolay değil. It is not easy to decide which of these islands to start telling.

Kronolojik olarak, adaların yerleşim sırasının önce Batı Polinezya'ya daha yakın olan Mangareva, daha sonra Pitcairn ve en sonunda da Henderson adası olduğu düşünülüyor. In chronological order, the settlement order of the islands is thought to be closer to West Polynesia, then Pitcairn and finally Henderson. Ancak ben bu adalardan bahsederken öncelikle 67 nüfuslu Pitcairn ve 0 nüfuslu (evet sıfır) Henderson adalarından bahsetmek istiyorum, zira Mangareva günümüzde hala 1600'den fazla nüfus barındırır ve Mangareva Adası üzerinde bir havaalanı bulunduracak kadar da işlekken Pitcairn ve Henderson vahşi ve ulaşılmaz hallerini korumaktadırlar. However, when I talk about these islands, I would like to talk about Pitcairn with 67 inhabitants and Henderson islands with 0 inhabitants (yes zero), since Mangareva still has more than 1600 inhabitants today and while it is busy enough to have an airport on Mangareva Island, Pitcairn and Henderson remain intact.

Pitcairn Adası

2011 nüfus sayımıyla nüfusu sadece 67 olarak tespit edilen, Birleşik Krallık'a bağlı olan, Dünya'nın en küçük ülkesi “Pitcairn Adaları” toplamda dört adadan oluşur. Die "Pitcairn Islands", das kleinste Land der Welt, das dem Vereinigten Königreich angegliedert ist und bei der Volkszählung 2011 nur 67 Einwohner hatte, bestehen aus insgesamt vier Inseln. “Pitcairn Islands”, the smallest country in the world and connected to the United Kingdom, whose population is only 67 with the 2011 census, consists of four islands in total.

Bu adaların isimleri Pitcairn, Henderson, Ducie ve Oneo Adalarıdır. Die Namen dieser Inseln sind Pitcairn, Henderson, Ducie und Oneo Islands. The names of these islands are Pitcairn, Henderson, Ducie and Oneo Islands. Ducie ve Oneo Adaları üzerinde nüfus barındıramayacak kadar küçüktürler ve atol adı verilen yapılarıyla üzerinde yaşanılacak toprak barındırmazlar. They are too small to accommodate populations on the Ducie and Oneo Islands, and with their structures called atoll, they do not contain any land to live on. Bu yüzden bu küçük ülkenin iki ana adadan, 4.6 km2'lik minik bir volkanik ada olan Pitcairn Adası'ndan ve 37.3 km2'lik alanıyla Henderson Adası'ndan oluştuğunu varsayabiliriz. Therefore, we can assume that this small country consists of two main islands, Pitcairn Island, a tiny 4.6 km2 volcanic island, and Henderson Island with an area of 37.3 km2. Var olan 67 kişi, tahmin edilenin aksine büyük ve geniş olan Henderson Adası'nda değil küçük bir volkanik ada olan Pitcairn Adası'nda yaşamaktadır [5]. Contrary to the estimate, 67 existing people live not on Henderson, which is large and large, but on Pitcairn Island, a small volcanic island [5].

37.3 km2'lik bir alanın ne kadar büyük olduğunu anlatmak için gerçek bir kentle benzetme yapmak çok zor, zira en küçük ilimiz olan Yalova'nın yüzölçümü 850 km2'dir. It is very difficult to make an analogy with a real city to explain how big an area of 37.3 km2 is, since the smallest province of Yalova is 850 square kilometers.

Ancak bu benzetmede İstanbul'un ilçelerini kullanmak faydalı olabilir: Sözgelimi Küçükçekmece ilçesinin ya da Beylikdüzü ilçesinin yüzölçümleri hemen hemen Henderson Adası'nınki ile aynıdır ve 37 kilometrekaredir. However, it can be useful to use the districts of Istanbul in this analogy: For example, the surface area of Küçükçekmece district or Beylikdüzü district is almost the same as that of Henderson Island and it is 37 square kilometers. 8,96 km2'lik Beyoğlu ilçesi ise Pitcairn Adası'nın hemen hemen iki katıdır. The 8.96 km2 Beyoğlu district is almost twice the Pitcairn Island.

Bugün bile tarifeli deniz ve hava araçlarının ticari olarak işletilmesinin mantıksız bulunacağı kadar uzak ve ıssız olan Pitcairn Adaları'na MS 800-1000 yıllarından itibaren yerleşildiği düşünülüyor. Even today, it is thought that the commercial operation of scheduled sea and air vehicles has been settled in Pitcairn Islands, which is so far and deserted, since 800-1000 AD.

Muhtemelen bu adalara Mangareva'dan geldiler. Probably they came to these islands from Mangareva. Mangareva'ya ise daha batıdan, Tahiti ya da Markiz adalarının da yer aldığı Orta ve Batı Polinezya'dan geldiler. They came to Mangareva further west, from Central and Western Polynesia, including Tahiti or the Marquise Islands. Hiçbir teknolojik donanımları bulunmadan, sadece sahip oldukları kanolarla Batı Polinezya'dan yola çıkıp bu adaları bulmak toplamda 2000 yıl almış. It took a total of 2000 years to find these islands, starting from Western Polynesia with the canoes they have, without any technological equipment. Bu adaların öncüllerini belki bir kaç haftalık deniz yolculuğuna karşılık gelen, şans eseri bu adaları bulmak üzere hedefsiz bir yola çıkaran sebeplerin ne olduğunu söylemek zor. It is difficult to say what the precursors of these islands were, perhaps, that corresponded to a few weeks of sea voyage, and that luckily took a targetless way to find these islands.

Pitcairn Adası'nın büyük gemilere sahip modern batılı toplumlarca keşfi 1790 yılında İngiliz Kraliçesi'nin Bounty adlı gemisinden kaçan isyancıların buldukları ilk kara parçasına sığınmasına rastlar. The discovery of Pitcairn Island by modern western societies with large ships coincides in 1790 with the British Queen taking refuge in the first piece of land found by the rebels who fled from Bounty.

İsyancılar buraya uğradıklarında bir hayalet ada ile karşılaştılar ve adada kimsenin yaşamadığını fark ettiler. When the rebels stopped here, they encountered a ghost island and realized that no one lived on the island. İsyancılar bu adada bir zamanlar birilerinin yaşadığını, buldukları tapınak ve alet kalıntılarından anladılar. The rebels understood that someone once lived on this island from the ruins of the temples and tools they found. Görünen o ki buradaki nüfus ya adayı terketmiş, ya da yaşama dirayeti gösterememişti. It seems that the population here either abandoned the island or failed to survive. (Şu talihe bakın ki daha sonra isyancılar da benzer akıbeti paylaştılar ve yok oldular. (See that fortunately, later the rebels shared the same fate and disappeared. ) Adanın asıl sahiplerinin yok oluşlarının sebeplerini anlatmadan önce geçmişe dönüp bu adanın bir fotoğrafını çekmekte fayda var. Before explaining the reasons for the disappearance of the original owners of the island, it is useful to go back and take a picture of this island. Büyük kısmını Antropolog Marshall Weisler'in [1] gerçekleştirdiği çalışmalara göre Polinezyalılar adaya ilk yerleştiklerinde ada yaşamaya oldukça elverişliydi, çünkü: According to the work of anthropologist Marshall Weisler [1], when Polynesians first settled on the island, it was very convenient to live because:

Pitcairn Adası volkanin bir dağdan ibarettir. Pitcairn Island consists of a volcano mountain.

Pitcairn Adası Güneydoğu Polinezya'nın tek kullanılabilir volkanik camını barındırır. Pitcairn Island accommodates the only usable volcanic glass of Southeast Polynesia. Ayrıca ince damarlı siyah mermer madeni de barındırır ki bu Polinezya'nın en önemli keskin alet kaynağıdır. It also houses a fine-grained black marble mine, which is the most important sharp tool resource in Polynesia.

30-40 metrelik ağaçların varlığı adalardan avlanmak ya da başka bir adayla ticaret yapmak için gerekli organı, kanoları yapmayı mümkün kılar. The presence of trees of 30-40 meters makes it possible to build the necessary organ, canoes, to hunt from the islands or to trade with another island.

Pitcairn'de az da olsa dereler mevcuttur ve bu sayede hem içilebilir su kaynağına sahiptir, hem de tarıma imkan sağlar. There are a few streams in Pitcairn so that it has both a potable water source and agriculture.

Fakat toplayıcılığın önemli bir kısmını oluşturan deniz canlıları için iç açıcı bir tablodan bahsedilemez: Kıyılarında resif bulunmaması sebebiyle birden derinleşen Pitcairn kıyıları deniz kabukluları ve balık avı için sağladığı imkan açısından çok fakirdir. However, it is not possible to talk about a heartwarming picture for sea creatures, which constitute an important part of collecting: Pitcairn shores deepening suddenly due to the absence of a reef on the shores are very poor in terms of shellfish and the opportunity it provides for fishing. (Bu kıyılar o kadar kullanışsızdır ki adaya kanoyla gelen bir ziyaretçi için adanın yanaşmaya uygun sadece tek kıyısı vardır. (These shores are so useless that the island has only one shore suitable for berthing for a canoe visitor. ) Bu yüzden adanın barındıracağı nüfus büyük ölçüde onların yapabilecekleri tarıma bağlıdır. Therefore, the population of the island depends largely on the agriculture they can do. Kıyılardan kabuklu avlanamadığı gibi, Pitcairn adası Henderson adası ya da Mangareva kadar kuş barındırmaz. Just as shellfish cannot be hunted off the coast, Pitcairn Island does not have as many birds as Henderson Island or Mangareva.

Henderson Adası Henderson Island

Pitcairn'in kuzeydoğusunda bulunan ve daha büyük olan Henderson iki yüz yıl kadar önce 1606 yılında Avrupalılarca keşfedildiğinde orada da manzara farksızdır ve adada kimse yaşamaz, ancak daha önce de yaşam barındırmış gibi değildir. The larger Henderson, located in the northeast of Pitcairn, was discovered by Europeans two hundred years ago in 1606, and the landscape is no different there, and no one lives on the island, but it is not as if it had previously lived.

Pitcairn'e göre biraz daha vahşi bir ortamı bulunan Henderson kullanışsız bir görünüme sahiptir, zira Henderson büyük yüzölçümüne rağmen mercanların yüzeye çıkmasıyla oluşmuş, kaynaklar açısından son derece fakir bir adadır. Henderson, which has a somewhat wilder environment than Pitcairn, has an unusable appearance, because Henderson is an extremely poor island in terms of resources, which was formed by the coral surfacing despite its large surface area.

Henderson adası mercanların yükselmesi ile oluşmuştur. The island of Henderson was formed by coral rising.

Üzerinde tarıma pek müsade etmediği gibi su kaynakları da mevcut değildir. As it does not allow farming on it, there are no water resources. (Fotoğraf: Richard Cuthbert/RSPB/PA) Henderson'da alet yapımına uygun bazalt veya kaya yoktur. (Photo: Richard Cuthbert / RSPB / PA) There is no basalt or rock suitable for tool making in Henderson. Adanın gözenekli kireç yapısı yüzünden dere ya da akarsu oluşması imkanlı değildir. Due to the porous lime structure of the island, it is not possible to form a stream or stream. Adanın tarih boyunca tek su kaynağının yağışlardan sonra mağara tavanlarından akarak tabanda biriken su birikintileri olduğu düşünülüyor. Throughout the history of the island, it is thought that the only source of water flowed from the cave ceilings after precipitation was the puddles that accumulated at the bottom. Kireç taban arasındaki ceplerde biriken toprağın izin verebildiği en uzun ağaç 15 metre olup bu ağaçlar kano yapımına uygun değildir. The longest tree allowed by the soil accumulated in the pockets between the lime floor is 15 meters and these trees are not suitable for canoeing.

Pitcairn Adası'nın aksine, bu adanın da mercanlarında ve sığ sularında yengeç, istakoz, ahtapot ve bir miktar balık ile kabuklular yaşamaktadır. Unlike Pitcairn Island, crab, lobster, octopus and some fish and crustaceans live in the corals and shallow waters of this island.

Güneydoğu Polinezya'nın bilinen tek kaplumbağa yumurtlama kumsalı da Henderson'dadır. The only known turtle spawning beach in Southeast Polynesia is also in Henderson. Geçmişte Henderson da 17 çeşit kuş yaşamıştır ve diğer şartlar uygun olsa ve su da bulunursa sadece bu kuşlar yüz kişilik bir nüfusu beslemeye yetecek miktardadır; ancak öyle olmamıştır. In the past, Henderson also lived 17 kinds of birds, and if other conditions were appropriate and water was available, these birds were sufficient to feed a hundred-person population; however, it has not been so. Zira bu yazıya kaynaklık eden “Çöküş” kitabının yazarı Jared Diamond'a göre tüm bu özellikler adayı bir yerleşim yeri değil, geçerken uğranan bir mesire yeri haline getiriyor[2]. Because, according to Jared Diamond, the author of the book "Collapse", which is the source of this article, all these features make the island not a settlement, but a promenade that passes by [2].

Yine de yüzeyi sert ve vahşi makilerle dolu olan bu adada elde edilen arkeolojik bulgular iki-üç düzine kadar nüfusun bu adada tüm zorluklara rağmen yaşadığını gösteriyor:  Henderson'da bir nüfusun sürekli olarak ikamet ettiğini gösteren delillerden birisi 275 metre uzunluğunda ve 27 metre genişliğindeki çöplüğüdür. Yet archaeological findings from this island, whose surface is hard and full of wild maquis, show that two to three dozen inhabitants lived on this island despite all difficulties: One of the evidence that a population permanently resides in Henderson is the 275-meter-long and 27-meter-wide garbage dump.

Weisler ve arkadaşları bölgede 14 bin 751 balık kemiği, 42 bin 213 deniz kuşu kemiği ve binlerce de kara kuşu kemiği bulmuştur (Ada sakinleri nesiller boyu çöplerini bu bölgede bıraktıklarından bu artıklar incelenerek besinler hakkında bilgi sahibi olunabilir. Weisler and his friends found 14 thousand 751 fish bones, 42 thousand 213 sea bird bones and thousands of black bird bones in the region (Since residents have left their garbage in this region for generations, these residues can be examined and information about food can be obtained. Nitekim bu besin artıkları radyo karbon testi sayesinde adadaki her neslin beslenme alışkanlıkları hakkında fikir elde edilmiştir ve adanın besin kaynaklarının nasıl azaldığının bir yol haritası elde edilmiştir. As a matter of fact, thanks to the radio carbon test of these food residues, ideas about the feeding habits of every generation on the island were obtained and a road map of how the island's food resources were reduced. Ayrıca tüm bu atıklardan nüfusu tahmin etmeye yönelik ilave bir yaklaşım da ortaya çıkar. There is also an additional approach to estimate the population from all these wastes. ) Henderson, Polinezya'da insan yaşamış olan adalar arasında üzerinde hiçbir bina olmayan tek adadır. Henderson is the only island with no buildings among the islands where people lived in Polynesia. Adada inşaata dair sadece üç iz vardır: Bunlardan birisi temel seviyesinde kalmış bir ev inşaatı, rüzgarlık amaçlı bir duvar ve mezar kemeri olarak kullanılmış birkaç parça taş. There are only three traces of construction on the island: One of them is a house construction that has remained at the basic level, a wall for a windshield and a few pieces of stone used as a grave arch. Bunun dışında yaşam izlerine sadece mağaralarda rastlanır. Apart from that, traces of life are only found in caves. Weisler toplamda 18 adet mağara sığınağı bulmuştur. Weisler has found 18 cave shelters in total.

Mangareva Adası

Pitcairn Adaları grubunda yer almasa da Pitcairn'in 482 kilometre batısındaki Mangareva adası  diğer iki adadan daha farklıdır ve bölgede kilit bir rol oynar. Although not included in the Pitcairn Islands group, Mangareva Island, 482 kilometers west of Pitcairn, is different from the other two islands and plays a key role in the area.

Fransız Polinezya'sına ait bir ada olan Mangareva günümüzde üzerinde bir havaalanı bulunduracak kadar işlektir. Mangareva, an island belonging to French Polynesia, is today busy enough to have an airport on it.

Her şeyden önce Pitcairn ve Henderson adalarına göre çok büyüktür. First of all it is huge compared to Pitcairn and Henderson Islands. Dışı mercan resifleriyle korunaklı 24 kilometre çapında bir körfez, iki sönmüş yanardağ ve toplamda 25 kilometrekareye yayılmış mercan adaları ile oldukça fazla alan sunan bu ada balık ve kabuklu deniz canlıları açısından da oldukça bol zamanlar geçirmiştir. Offering a large area with a 24-kilometer bay, sheltered by external coral reefs, two extinct volcanoes and coral islands spread over 25 square kilometers in total, this island has also had a lot of time in terms of fish and shellfish.

Bugün siyah incileri borçlu olduğumuz kara dudaklı inci istiridyesi geçmişte bu adada bol miktarda varmış. The black-lipped pearl oyster, which we owe black pearls today, was abundant on this island in the past.

Bu istiridye besin kaynağı olarak yenebildiği gibi, kalın kabukları sayesinde balık oltası, rende, soyma bıçağı gibi mutfak ve süs eşyalarının yapımına olanak sağlıyormuş. These oysters can be eaten as a food source, and thanks to their thick shells, they allow the production of kitchen and ornaments such as fish hooks, graters and peeling knives. Adanın sönmüş yanardağlarına borçlu olduğu yüksek kesimleri ise bir zamanlar ormanla kaplıymış ve dereler oluşturup onu besleyecek kadar da yağmur alıyormuş. The high parts of the island, which it owes to its extinct volcanoes, were once covered with forest and it was getting enough rain to form streams and feed it. Taro, patates, muz ve ekmek meyvesi tarımına da olanak veren bu topraklar binlerce kişilik bir Mangareva nüfusu yaratmış. These lands, which also allow taro, potato, banana and bread fruit cultivation, created a population of thousands of Mangareva.

Fakat… Mangareva'da yüksek kaliteli taş ve kayalar bulunmuyor. But… Mangareva does not have high quality stones and rocks.

Alet yapımında istiridye kabuğunun önemi buradan doğduğu gibi Mangareva nüfusunu bir süre sonra Pitcairn ve Henderson adalarına yönelten eksiklik de bu olmalı. The importance of the oyster shell in tool making was born from here, and this should be the shortcoming that led the Mangareva population to the Pitcairn and Henderson islands after a while. Zira daha önce de söylediğimiz gibi, komşu(!) Because as we said before, the neighbor (!) Pitcairn Adası Güneydoğu Polinezya'nın tek kullanılabilir volkanik camını barındırır. Ayrıca ince damarlı siyah mermer madeni de barındırır ki bu Polinezya'nın en önemli keskin alet kaynağıdır. Pitcairn Adası'nda kano yapımı için uygun ağaçlar bulunması, az da olsa küçük derelerin yer alması ince damarlı siyah mermer için adayı gözüne kestiren Mangarevalıları orada bir tarım kolonisi kurmaya ikna etmiş olmalı. Pitcairn Island is home to Southeast Polynesia's only usable volcanic glass. Zira bir koloni kurmadan, sürekli olarak geçici kamplar kurmak, devamlı olarak da gidip gelmek hem riskli, hem de o kadar kolay değil. It also contains a fine-grained black marble mine, which is Polynesian's most important source of sharp tools. Adalar arasındaki mesafe açık okyanusta birkaç günlük kano yolculuğuna tekabül eder. The fact that there are trees suitable for canoe making on Pitcairn Island and the presence of small streams, though, should have persuaded the Mangareva, who predicted the island for fine-grained black marble, to establish an agricultural colony there. O da hedef kesin olarak bilinirse tabi… (Kanodan bahsedip durduğumuzdan anlaşıldığı üzere Polinezyalılar açık okyanusta ustalıkla kano kullanabiliyorlardı. Because it is both risky and not so easy to set up temporary camps and go on and off without establishing a colony. Hatta ada toplumları olarak onların en önemli uzmanlıklarından birisi budur. The distance between the islands corresponds to several days of canoe journey in the open ocean. ) Bu yüzden Pitcairn yerleşiminin kaynağının Mangarevalılar olduğu düşünülmektedir. Of course, if the target is known for sure ... (As we understand from talking about canoe, Polynesians could skillfully use canoe in open ocean. Bir ticaret ağı da Buralarda kurulan koloniler sayesinde böylelikle ortaya çıkmıştır. Yaşamın can damarı ticaret This is even one of their most important specialties as island communities. Weisler'in araştırmalarına göre ticaret MS 1000 yıllarında, yani adalara yerleşilme kararı alındıktan hemen sonra başlamış. Therefore, it is thought that the source of the Pitcairn settlement is the Mangareva people.

Ticaretin açık ve kesin kanıtı gelenlerin ilk geldiklerinde yanlarında taşıyabileceklerinden çok daha fazla ve farklı zamanlara ait siyah mermer, volkanik cam ya da kara dudaklı istiridyeden imal edilmiş aletlere rastlanmasıdır. Thus, a commercial network emerged thanks to the colonies established here.

Keskin alet yapımında kullanılan volkanik cam. The lifeblood of life is trade

(Kaynak: whoi.edu) Weisler adaların ikisinde ya da üçünde de bulunan malzemelerden inşa edilmiş aletlerin menşeini bulabilmek için yeni bir yöntem geliştirdi. According to Weisler's research, trade began in 1000 AD, immediately after the decision to settle on the islands. Bu yöntem volkanik lav içerisinde bulunan kurşunun izotoplarının birbirine oranlarının karakteristik olmasına dayanıyor. The clear and definitive proof of the trade is that when it comes to the first time, there are tools that are made of black marble, volcanic glass or black-lipped oysters than they can carry with them. Zira bu izotopların oranları aletin hangi maden ocağının taşından yapıldığını anlamak adına bir parmak izi niteliği taşıyor. Volcanic glass used to make sharp tools. Weisler de bu parmak izlerini doğru okuyarak Henderson'daki tüm volkanik cam parçalarının Pitcairn'deki maden ocağına ait olduğunu ortaya koydu [3]. (Source: whoi.edu) Weisler has developed a new method to find the origin of tools built from materials found on either or all of the islands. Mangareva'daki bazı taş aletlerin de Pitcairn'den ithal edildiği de böylelikle ortaya çıktı. This method is based on the characteristic ratio of isotopes of lead found in volcanic lava.

Yine Mangareva'da var olduğu düşünülen domuz hayvanına ait kanıtların daha önce domuz yaşamadığı düşünülen Pitcairn ve Henderson'da da görülmesi yine başka bir ticaret olayına işaret etmektedir. Because the ratios of these isotopes are a fingerprint in order to understand which mining stone the tool is made of.

Bu hayvanların kolonileşme sırasında kanolarla getirilmiş olması ve adada yetiştirilmiş olması da mümkün. By reading these fingerprints correctly, Weisler revealed that all the volcanic glass fragments in Henderson belonged to the mine in Pitcairn [3].

Ancak yiyecek değiş tokuşu kadar önemli bir alışveriş daha var ki bu da adalar arasındaki seyahat sıklığını arttıran ana etkenlerden olabilir: It was thus revealed that some stone tools from Mangareva were also imported from Pitcairn.

Yüz kişi dolaylarındaki Pitcairn ve iki-üç düzinelik Henderson'daki nüfusta evlenecek çağdaki kadın ve erkeklerin birbirlerine akraba düşme olasılıkları çok yüksektir. Again, the fact that the evidence of pork, which is thought to exist in Mangareva, was also seen in Pitcairn and Henderson, which was previously thought that pigs did not live, also points to another trade event.

Üstelik kadın-erkek sayısı eşitliğinin de kolaylıkla sağlanabildiği söylenemez olsa gerek. It is also possible that these animals were brought up by canoes during colonization and were raised on the island. Bu gibi etmenlerin adalar arasında kız alma / kız verme olayını tetiklediği düşünülüyor. But there is another exchange as important as food exchange, which may be one of the main factors that increase the frequency of travel between the islands: