×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.

image

Asım Yıldırım Hikayeler, Bilgisayar ve İman

Bilgisayar ve İman

Cami İmamı Abdullah Hoca bir iş için resmi dairelerden birine gider.

Kendisinden TC kimlik numarası istenince en yakın internet kafenin yolunu tutmak zorunda kalır.

Kafenin kapısından girerken levhada yazılı isim tesubanallahlar estağfurullah çektirir hoca efendiye.

Hem de peş peşe kafenin adı cen.net kafedir.

Kafe işleten delikanlıya evladım TC kimlik numarası istediler benden de yardımcı olabilir misin acaba der.

Tabi amcacım siz buraya oturun şu işimi hemen bitirip sizinle ilgilenirim der.

Abdullah Hoca başlar beklemeye. Böylelikle bulunduğu mekanı incelemeye fırsatı da geçer eline.

Demek ki gençlerin girip bir türlü çıkmak bilmedikleri internet kafe denilen yer burasıdır.

Gözüne takılan her detaydan rahatsız olarak huzursuz bakışlarla etrafını süzer durur.

Evin bodrumunda kurduğu fare tuzakları gelir aklına.

Küçücük bir peynire tutsak olan fareler nasıl kapandan çıkamıyorlarsa ayrı telden ayrı telden oyunlara yakalanan gençlerin de buradan çıkamadıklarını düşünür.

Bir tesubanallah bir tesubanallah daha çeker ve ahir zaman fitneleri işte canım der kendi kendine. Bunlardır.

Hoca efendinin huzursuz olduğunu fark eden delikanlı hemen bir çay söyleyince kendisine ikram edilmesinden memnun olur.

En azından bu da bir hürmet ifadesidir. Aferin derken içinden hayıflanır istemeden.

Yazık oluyor bu gençlere. Hayatlarını heder ediyorlar.

Boş hayıflanmanın vah vah demenin de bir faydası olmayacağını bildiği için karşısına oturan dükkan sahibi olan delikanlıyla hasbihal etmeye karar verir.

Delikanlı der sana bir şey soracağım ama bilmem ne düşünürsün.

Buyurun amca ne soracaktınız der delikanlı.

Sen der Allah'ı bilir misin evlat.

Birbirine girmiş hiçbir şekle benzetemediği jöleli saçları her baktığında bir tesubanallah daha çektiği sakal şekliyle bu delikanlıdan aldığı cevap hoca efendiyi çok şaşırtır.

Kafayı işleten delikanlı gülümseyen gözlerle bakarak kul kendisini yoktan var edip hayat bahçeden düşünecek akıl görecek göz veren Rabbini nasıl bilmez amca.

Hayretle sormaktan alamaz kendisini. Biliyor musun yani?

Peki neyle biliyorsun Allah'ı bana bir anlatır mısın deyince delikanlı eliyle kafedeki bilgisayarları göstererek cevap verir.

Bu bilgisayarlarla biliyorum amca bu bilgisayarlarla. Bunlarla mı? Pek anlayamadım der adam.

Bu bilgisayarların varlığı benim nazarımda Allah'ın varlığının en açık delillerinden biridir amca.

Bilgisayar kullananlar gayet iyi bilirler amca. Böyle bir makine ancak bir mühendis ve üstün bir teknolojiyle var olabilir.

Ateistin en önde gidenine sorsan bu zımbırtının tesadüf eseri oluşmayacağını mutlaka birisi tarafından yapılmış olduğunu söyler sana.

Mesela derbin kalkıp dirilse şu laptopu göstersen desen ki bu alet şu hesap makinesinin tesadüfler zinciriyle evrimleşmiş halidir.

Derbin bile çüş lan deve der.

Abdullah hoca delikanlının anlattıklarına noşanmıştır, keyiflenir.

Bilgisayarın kendiliğinden yapıldığını kabul etmeyen adam onu yapan insanın yaratılmış olduğuna gelince kıvırıverir, kıvırıveriyor değil mi evlat der.

Bak amca der çocuk. Burada 20 tane bilgisayar var. Bunlar bir sistemle birbirine bağlı. Hepsi bir program tarafından idare ediliyor.

Bu sistemi ben kurdum. Burayı ben çekip çeviriyorum. Buradaki düzen benden sorulur. Yani bir anlamda da farz-ı muhal haşa buranın rabbi benim.

Bazen oyun oynayıp interneti kullanıp da para ödemeden sıvışmaya kalkanlar oluyor.

Hemen yakalıyorum onları gel bakalım buraya. Nereye gidiyorsunuz böyle? Buranın nimetlerinden faydalanıp da başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz?

Paramız yok abi derlerse yok öyle yağma deyip cezalandırıyorum. Mesela internet kafeyi falan temizletiyorum.

Paspas yaptırıyorum, camları sildiriyorum, tuvaleti temizlettiriyorum.

Bir saat oyunun, internetin bedeli olur. Bunun hesabı sorulur da sayısız nimetlerle dolu koca bir ömrün hesabını sormazlar mı insana?

Bir kafenin bile işlerini düzenleyen, tertip eden biri varken koca kainatı kusursuz işleyen bu sistemin bir kurucusu olmaz mı amca?

Olmaz yenin ahmaklığını bütün noterler tasdik etmez mi?

Valla evladım pek takdir ettim seni. Peki Allah'ı nasıl bilirsin? Neye benzetirsin?

Amca ben Allah'ı hiçbir şeye benzetmeden bilirim.

Bunun böyle olacağını nasıl bildin evladım deyince delikanlı eliyle yine bilgisayarlar işaret eder.

Yine bunlar sağ olsun. Bu bilgisayarları yapan mühendisler başka, bilgisayarlar başkadır. Birbirlerine benzemezler.

Programı yazan insan başkadır, ortaya konulan programsa bambaşka.

Bilgisayarda yüklenmiş bilgiler vardır fakat benim bilmem yine başkadır.

Kamerası vardır, ses düzeni vardır ama benim gözlerim ve duyup konuşmam farklıdır.

Abdullah amca çocuğun feraset ve anlayışını çok beğenmişti.

Sorduğu soruları aldığı cevaplar gayet de mantıklıydı ve berrak bir imana işaret ediyordu.

Aslında buradaki işi bitmiş, kimlik numarasını da çoktan almıştı ama muhabbete devam etmek istedi.

Peki varlığına inandığın Rabbin için ne yapman gerektiğine dair ne biliyorsun?

Ne yapmam gerektiğini biliyorum amca fakat ne kadarını yapabildiğim hususunda kendimi yeterli görmüyorum.

Ne bildiğini söylersen neler yapabileceğine dair yardımcı olabilirim belki evladım deyince hoca neler yapmam gerektiğine dair şuradan biliyorum amca.

Öncelikle Rabbim bana bir gönül vermiş.

Kendisini bilmeyi nasip edip muhabbetini gönlüme yerleştirmiş.

Ben de gönlümde sadece ona ve sevdiklerine yer vermeliyim.

Onun istemeyeceği şeyleri gönlümden uzak tutmalıyım.

İkinci olarak da bana verdiği dili razı olmayacağı sözlerden korumalıyım.

Her zaman onu söylemeli, onu anlatmalıyım.

Son olarak da bana verdiği bu bedeni onun razı olacağı şekilde kullanmalı, bir gün toprak olacak vücudumu onun yolunda eskitmeliyim.

Benim bildiğim bundan ibaret.

Ee evladım daha ne yapacaksın?

Başka bir şey de kalmadı ki.

Efendim yapmalıyım etmeliyim diyorum ama bal demekle ağız tatlanmıyor ki.

Gidilecek yolu bilmek ayrı, usulüyle yolda yürüyebilmek apayrı bir şey.

Yine bilgisayar tabiriyle söylemek gerekirse şeytan denilen melun hacker benim sistemimdeki nefis virüsünü aktif hale getiriyor.

Üstesinden gelene bilene aşk olsun.

Etkili bir antivirüs programı bulmam lazım belki de hem de en kısa zamanda deyince

Ben biliyorum dedi Abdullah Hoca ve arkasından ekledi.

Namaz.

Aa evet amca namaz.

Namaz antivirüs programlarından birisi.

Hayat sistemine kurup günde 5 kere de bağlanırız böylece sürekli güncelleniriz.

Çok sağol.

Hoşçakalın.

abone ol

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

Bilgisayar ve İman ||Glaube computer|and| کامپیوتر|و|ایمان Computer und Glaube Компьютер и вера 计算机与信仰 電腦與信仰 Computer and Faith کامپیوتر و ایمان

Cami İmamı Abdullah Hoca bir iş için resmi dairelerden birine gider. |Imam|Abdullah|||||||| |Имам||||||||| mosque||Abdullah|teacher|a|job|for|official|offices|one|he goes مسجد|امام|عبدالله|استاد|یک|کار|برای|رسمی|اداره‌ها|به یکی|می‌رود The mosque imam, Abdullah Hoca, goes to an official office for a job. امام مسجد عبدالله حجه برای کاری به یکی از ادارات رسمی می‌رود.

Kendisinden TC kimlik numarası istenince en yakın internet kafenin yolunu tutmak zorunda kalır. von sich|TC|||wenn gefragt|||||||| |номер|||при запросе|||||||| from him|Turkish Republic|identity|number|when asked|the|nearest|internet|cafe's|way|to take|obliged|he stays از او|شماره|شناسایی|شماره|وقتی خواسته شد|نزدیک‌ترین|نزدیک|اینترنت|کافی‌نت|مسیرش|رفتن|مجبور|می‌ماند When he is asked for his Turkish ID number, he has to head to the nearest internet cafe. وقتی از او شماره شناسایی ملی ترکیه خواسته می‌شود، مجبور می‌شود به نزدیک‌ترین کافی‌نت برود.

Kafenin kapısından girerken levhada yazılı isim tesubanallahlar estağfurullah çektirir hoca efendiye. der Kaffee||betreten|Tafel|||tesubanallahlar||zieht||dem Hoca ||||||слава Аллаху||вызывает|| cafe's|from the door|while entering|on the sign|written|name|oh my God|I seek forgiveness|he makes|teacher|to the کافی‌نت|از در|وقتی وارد می‌شود|روی تابلو|نوشته شده|نام|تسبیح‌گویی|استغفار|می‌کشد|استاد|به آقا As he enters the cafe, the name written on the sign makes the esteemed hoca say 'Subhanallah, Astaghfirullah'. هنگام ورود به کافی‌نت، نام نوشته شده بر تابلو باعث می‌شود که استاد حجه بگوید: سبحان‌الله، استغفرالله.

Hem de peş peşe kafenin adı cen.net kafedir. ||auch||||cen|net|ist Kaffee ||||||цен|| also|too|after|another|the cafe's|name|||it is a cafe همچنین|هم|پشت|سر|کافه|نام|||کافه است The name of the cafe is cen.net cafe. نام کافه cen.net کافه است.

Kafe işleten delikanlıya evladım TC kimlik numarası istediler benden de yardımcı olabilir misin acaba der. |betreibenden|Junge|mein Sohn||||||||||| cafe|running|to the young man|my child|Turkish|identity|number|they asked|from me|too|helper|can|you|I wonder|he says کافه|اداره کننده|به جوان|پسرم|شماره|شناسنامه|شماره|خواستند|از من|هم|کمک|می‌تواند|می‌کنی|آیا|می‌گوید They asked the young man running the cafe for my ID number, and he says, can you help me? از جوانی که کافه را اداره می‌کند، خواسته‌اند که شماره شناسایی ملی TC را به من بدهد، آیا می‌توانی کمک کنی؟

Tabi amcacım siz buraya oturun şu işimi hemen bitirip sizinle ilgilenirim der. |Onkel|||||||fertigstellen||kümmere| |дядя мой|||||||||позабочусь о вас| of course|my uncle|you|here|sit|that|my job|immediately|finishing|with you|I will take care of|he says البته|عمویم|شما|به اینجا|بنشینید|این|کارم|فوری|تمام کرده|با شما|رسیدگی می‌کنم|می‌گوید Of course, uncle, you sit here, I will finish this job right away and attend to you. البته، عمو جان، شما اینجا بنشینید، من این کارم را سریع تمام می‌کنم و به شما رسیدگی می‌کنم.

Abdullah Hoca başlar beklemeye. Böylelikle bulunduğu mekanı incelemeye fırsatı da geçer eline. ||||so||||||| Abdullah|teacher|he starts|to wait|thus|he is in|place|to examine|opportunity|also|he passes|into his hands عبدالله|استاد|شروع می‌کند|به انتظار|بدین ترتیب|که در آن|مکان|به بررسی|فرصت|هم|از دست می‌دهد|به دستش Abdullah Hoca starts to wait. Thus, he also gets the chance to examine the place he is in. عبدالله حاجی شروع به انتظار می‌کند. به این ترتیب، فرصتی برای بررسی مکان خود پیدا می‌کند.

Demek ki gençlerin girip bir türlü çıkmak bilmedikleri internet kafe denilen yer burasıdır. ||||||||||genannten||ist so|that|the youth's|entering|a|various|to exit|they don't know|internet|cafe|called|place|this is پس|که|جوانان|وارد شده|یک|نوعی|خارج شدن|نمی‌دانند|اینترنت|کافه|به نام|مکان|اینجا است So this is the place where young people enter and never seem to leave, known as the internet cafe. پس اینجا همان جایی است که جوانان به آن وارد می‌شوند و هرگز نمی‌توانند خارج شوند، به آن کافه اینترنتی می‌گویند.

Gözüne takılan her detaydan rahatsız olarak huzursuz bakışlarla etrafını süzer durur. به چشمش|افتاده|هر|جزئیات|ناراحت|به عنوان|بی‌قرار|با نگاه‌های|دور و برش|نگاه می‌کند|می‌ایستد He scans his surroundings with restless glances, disturbed by every detail that catches his eye. او با نگاهی ناآرام و آشفته به اطرافش خیره می‌شود و از هر جزئیاتی که به چشمش می‌خورد، ناراحت می‌شود.

Evin bodrumunda kurduğu fare tuzakları gelir aklına. خانه|در زیرزمین|که درست کرده|موش|تله‌ها|می‌آید|به ذهنش He thinks of the mouse traps he set up in the basement of his house. تله‌های موش را که در زیرزمین خانه‌اش گذاشته بود، به یاد می‌آورد.

Küçücük bir peynire tutsak olan fareler nasıl kapandan çıkamıyorlarsa ayrı telden ayrı telden oyunlara yakalanan gençlerin de buradan çıkamadıklarını düşünür. خیلی کوچک|یک|به پنیر|اسیر|که هستند|موش‌ها|چگونه|از تله|نمی‌توانند خارج شوند|جدا|از سیم|||به بازی‌ها|که گرفتار شده‌اند|جوانان|هم|از اینجا|نمی‌توانند خارج شوند|فکر می‌کند Just as the mice trapped by a tiny piece of cheese cannot escape, he thinks that the young people caught in different games cannot escape from here either. او فکر می‌کند که جوانانی که در بازی‌های مختلف گرفتار شده‌اند، مانند موش‌هایی که به یک تکه پنیر کوچک گرفتار شده‌اند، نمی‌توانند از اینجا خارج شوند.

Bir tesubanallah bir tesubanallah daha çeker ve ahir zaman fitneleri işte canım der kendi kendine. Bunlardır. |Gott sei Dank||||||ahir||Unruhen||||||das sind |||||||||искушения конца света|||||| a|tesubanallah|a|tesubanallah|more|he/she pulls|and|end|time|trials|here|my dear|he/she says|own|to himself/herself|these are یک|تسوبان الله|یک|تسوبان الله|بیشتر|میکشد|و|آخر|زمان|فتنه ها|اینجا|جانم|میگوید|خود|به خود|اینها هستند One tesubanallah, another tesubanallah is drawn, and the trials of the end times, that's what my dear says to himself. These are. یک تسوبان الله یک تسوبان الله دیگر می‌کشد و فتنه‌های آخر زمان را می‌بیند و می‌گوید جانم به خودم.

Hoca efendinin huzursuz olduğunu fark eden delikanlı hemen bir çay söyleyince kendisine ikram edilmesinden memnun olur. |des Lehrers|||||||||bestellt|||eingeschenkt|| |||||||||||||предложение ему|| the teacher|of the teacher|restless|that he is|notice|who|young man|immediately|a|tea|when he ordered|to him|offering|from being offered|pleased|he becomes استاد|جنابش|نگران|بودنش|متوجه|شونده|جوان|بلافاصله|یک|چای|گفتن|به خود|پذیرایی|شدن|راضی|میشود Noticing that the teacher is uneasy, the young man immediately orders a tea, and he is pleased to be served. جوانی که متوجه می‌شود استاد ناراحت است، بلافاصله یک چای سفارش می‌دهد و از اینکه به او تعارف می‌شود خوشحال می‌شود.

En azından bu da bir hürmet ifadesidir. Aferin derken içinden hayıflanır istemeden. |||||Huldigung|Ausdruck||||bereuen|unabsichtlich ||||||||||сожалеет| at least|least|this|also|a|respect|it is an expression|well done|while saying|from within|he/she regrets|unintentionally حداقل|از|این|هم|یک|احترام|بیان است|آفرین|گفتن|از درون|افسوس میخورد|ناخواسته At least this is a sign of respect. While saying well done, he regrets it unintentionally. حداقل این هم یک نشانه احترام است. در حالی که می‌گوید آفرین، در دلش ناراحت می‌شود.

Yazık oluyor bu gençlere. Hayatlarını heder ediyorlar. ||||ihr Leben|vergeuden| |||||разрушают| it's a pity|it is happening|these|to the young people|their lives|waste|they are doing افسوس|میشود|به این|جوانان|زندگی هایشان|تباه|میکنند It's a pity for these young people. They are wasting their lives. به این جوان‌ها ظلم می‌شود. زندگی‌شان را هدر می‌دهند.

Boş hayıflanmanın vah vah demenin de bir faydası olmayacağını bildiği için karşısına oturan dükkan sahibi olan delikanlıyla hasbihal etmeye karar verir. |hayıflanmanın||weh|sagen|||||||||Laden|||dem jungen Mann|Gespräch||| ||||||||||||||||молодым человеком|беседовать||| empty|lamenting|oh|oh|saying|also|a|benefit|not being|knowing|because|in front of him|sitting|shop|owner|being|with the young man|conversation|to have|decision|he gives بیهوده|افسوس خوردن|وا|وا|گفتن|هم|یک|فایده|نداشتن|دانسته|برای اینکه|روبرویش|نشسته|مغازه|صاحب|که|با جوان|گفتگو|کردن|تصمیم|می‌گیرد Knowing that empty lamenting and saying 'oh dear' would be of no use, he decides to have a chat with the young shopkeeper sitting across from him. او می‌داند که افسوس خوردن و آه و ناله کردن هیچ فایده‌ای ندارد، بنابراین تصمیم می‌گیرد با جوانی که صاحب مغازه است، صحبت کند.

Delikanlı der sana bir şey soracağım ama bilmem ne düşünürsün. the young man|he says|to you|a|thing|I will ask|but|I don't know|what|you think جوان|می‌گوید|به تو|یک|چیز|می‌پرسم|اما|نمی‌دانم|چه|فکر می‌کنی The young man says, 'I will ask you something, but I don't know what you will think.' جوان می‌گوید: می‌خواهم از تو چیزی بپرسم، اما نمی‌دانم نظر تو چیست.

Buyurun amca ne soracaktınız der delikanlı. please|uncle|what|you would ask|he says|the young man بفرمایید|عمو|چه|می‌خواستید بپرسید|می‌گوید|جوان The young man replies, 'Go ahead, uncle, what would you like to ask?' جوان می‌گوید: بفرمایید عمو، چه چیزی می‌خواستید بپرسید؟

Sen der Allah'ı bilir misin evlat. ||Allah|||Sohn you|he says|God|he knows|do you|son تو|می‌گوید|خدا را|می‌دانی|آیا|فرزند He asks, 'Do you know God, my child?' او می‌گوید: آیا تو خدا را می‌شناسی، پسر؟

Birbirine girmiş hiçbir şekle benzetemediği jöleli saçları her baktığında bir tesubanallah daha çektiği sakal şekliyle bu delikanlıdan aldığı cevap hoca efendiyi çok şaşırtır. |verwickelt||Form|benzen konnte|geliertes|||||||||||von dem jungen Mann||||den Lehrer||überraschen ||||||||||||||||молодой человек||||учитель|| to each other|entered|no|form|he couldn't compare|jelly-like|his hair|every|when he looked|a|expression of astonishment|more|he pulled|beard|with the shape|this|from the young man|he received|answer|teacher|the master|very|it surprises به هم|درهم|هیچ|شکلی|نتوانسته به|ژله‌ای|موهایش|هر|وقتی نگاه می‌کند|یک|تسبیح‌الله|بیشتر|کشیده|ریش|با شکل|این|از این جوان|گرفته|جواب|استاد|را|خیلی|شگفت‌زده می‌کند The young man, whose jelly-like hair he could not compare to any shape, surprised the teacher greatly with the answer he received, especially with the shape of his beard that he pulled in disbelief every time he looked. موهای ژله‌ای که هیچ شکلی را نمی‌توانست به هم گره بزند، هر بار که به آن‌ها نگاه می‌کرد، با شکل ریشی که به صورتش داده بود، این جوان پاسخ‌هایی به استاد می‌دهد که او را بسیار شگفت‌زده می‌کند.

Kafayı işleten delikanlı gülümseyen gözlerle bakarak kul kendisini yoktan var edip hayat bahçeden düşünecek akıl görecek göz veren Rabbini nasıl bilmez amca. Kopf||||mit den Augen||er||aus dem Nichts||||Garten||||||seinen Herrn||| ||||||||||||||||||Господа своего||| the head|working|young man|smiling|with eyes|looking|servant|himself|from nothing|to exist|having made|life|from the garden|he will think|mind|he will see|eye|giving|your Lord|how|he doesn't know|uncle مغز را|کار می‌کند|جوان|لبخندزننده|با چشمان|نگاه کرده|بنده|خود را|از هیچ|وجود|کرده|زندگی|از باغ|فکر خواهد کرد|عقل|خواهد دید|چشم|دهنده|پروردگارت را|چگونه|نمی‌داند|عمو The young man, who was using his mind, looked with smiling eyes and asked how could the servant not know his Lord, who created him from nothing and gave him the ability to think and see. جوانی که مغز را به کار می‌اندازد، با چشمان خندان به او نگاه می‌کند و می‌گوید: "چطور می‌توانی خداوندی را که از هیچ، تو را آفریده و به تو عقل و چشمی داده که می‌تواند به زندگی فکر کند، نشناسی، عمو؟"

Hayretle sormaktan alamaz kendisini. Biliyor musun yani? |fragen||||| with astonishment|from asking|he can't help|himself|he knows|do you|I mean با تعجب|پرسیدن|نمی‌تواند|خود را|می‌داند|می‌دانی|یعنی He couldn't help but ask in amazement. Do you know? او نمی‌تواند از تعجب بپرسد. آیا می‌دانی؟

Peki neyle biliyorsun Allah'ı bana bir anlatır mısın deyince delikanlı eliyle kafedeki bilgisayarları göstererek cevap verir. |womit||||||||||von den Computern im Café|||| well|with what|you know|God|to me|a|he explains|will you|when he said|young man|with his hand|in the cafe|the computers|showing|answer|he gives خوب|با چه|می‌دانی|خدا را|به من|یک|توضیح می‌دهد|می‌کنی|وقتی می‌گوید|جوان|با دست|در کافه|کامپیوترها را|نشان داده|جواب|می‌دهد Well, how do you know God? Can you explain it to me? The young man answered by pointing to the computers in the café. خب، با چه چیزی خدا را می‌شناسی؟ می‌توانی برای من توضیح بدهی؟" جوان با دستش به کامپیوترهای کافه اشاره کرده و پاسخ می‌دهد.

Bu bilgisayarlarla biliyorum amca bu bilgisayarlarla. Bunlarla mı? Pek anlayamadım der adam. |mit den Computern||||mit den Computern|damit|||verstehe|| |с компьютерами|||||||||| this|with computers|I know|uncle|this|with computers|with these|question particle|not very|I didn't understand|he says|man این|با این کامپیوترها|می‌دانم|عمو|این|با این کامپیوترها|با این‌ها|آیا|خیلی|نفهمیدم|می‌گوید|مرد I know about these computers, uncle, about these computers. With these? The man says he doesn't quite understand. من با این کامپیوترها آشنا هستم، عمو. با این‌ها؟ مرد می‌گوید که خیلی متوجه نشدم.

Bu bilgisayarların varlığı benim nazarımda Allah'ın varlığının en açık delillerinden biridir amca. |der Computer|Existenz||Auge||Existenz||||| |||||||||доказательств|| this|computers'|existence|my|in my view|God's|existence|the most|clear|evidence|one of|uncle این|کامپیوترها|وجود|من|نظر|خدا|وجود|ترین|واضح|دلیل‌های|یکی است|عمو The existence of these computers is one of the clearest proofs of God's existence in my view, uncle. وجود این کامپیوترها در نظر من یکی از واضح‌ترین دلایل وجود خداوند است، عمو.

Bilgisayar kullananlar gayet iyi bilirler amca. Böyle bir makine ancak bir mühendis ve üstün bir teknolojiyle var olabilir. |die Benutzer||||||||||||überlegen|||| computer|those who use|quite|well|they know|uncle|such|a|machine|only|a|engineer|and|superior|a|with technology|exist|it can کامپیوتر|استفاده‌کنندگان|بسیار|خوب|می‌دانند|عمو|چنین|یک|دستگاه|فقط|یک|مهندس|و|برتر|یک|با تکنولوژی|وجود دارد|می‌تواند Those who use computers know very well, uncle. Such a machine can only exist through an engineer and advanced technology. کسانی که از کامپیوتر استفاده می‌کنند به خوبی می‌دانند، عمو. چنین دستگاهی تنها با یک مهندس و فناوری برتر می‌تواند وجود داشته باشد.

Ateistin en önde gidenine sorsan bu zımbırtının tesadüf eseri oluşmayacağını mutlaka birisi tarafından yapılmış olduğunu söyler sana. Ateistin||vorne|gehenen|fragen würdest||Ding|Zufall|Werk|entstehen||||gemacht||| атеист||||||вещью|||не возникнет||||||| of the atheist|the most|front|to the one who goes|if you ask|this|contraption's|coincidence|product|it will not be formed|certainly|someone|by|made|it is|he says|to you بی‌خدا|ترین|پیشرو|به آن که می‌رود|اگر بپرسی|این|این چیز|تصادفی|اثر|نمی‌تواند به وجود بیاید|حتماً|کسی|توسط|ساخته شده|بودنش|می‌گوید|به تو If you ask the most prominent atheist, he will definitely tell you that this contraption could not have come about by chance, it must have been made by someone. اگر از پیشرفته‌ترین آتئیست بپرسی، حتماً به تو می‌گوید که این چیز به طور تصادفی ایجاد نشده و حتماً توسط کسی ساخته شده است.

Mesela derbin kalkıp dirilse şu laptopu göstersen desen ki bu alet şu hesap makinesinin tesadüfler zinciriyle evrimleşmiş halidir. |||aufstehen||Laptop|zeigen würdest|sagen|||Gerät|||der Maschine|Zufälle|Kette|evolutioniert|Zustand |например||||ноутбук|||||||||случайности|цепь случайностей|| for example|if you say|getting up|if he/she/it resurrects|this|laptop|if you show|if you say|that|this|device|that|calculation|of the calculator|coincidences|with the chain|evolved|it is مثلاً|دربی|بلند شده و|زنده شود|این|لپ‌تاپ را|نشان بدهی|بگویی|که|این|دستگاه|این|حساب|ماشین‌حساب|تصادف‌ها|زنجیره‌ای با|تکامل یافته|است For example, if the derby were to rise and you showed this laptop, you would say that this device is the evolved form of that calculator through a chain of coincidences. مثلاً اگر دربی برمی‌خاست و زنده می‌شد و می‌گفتی این لپ‌تاپ را نشان بده، می‌گفتی این دستگاه نسخه‌ای است که از زنجیره تصادف‌های ماشین حساب تکامل یافته است.

Derbin bile çüş lan deve der. Derbin||schau||Kamel| if you say|even|stop|dude|camel|he/she says دربی|حتی|بس کن|ای|شتر|می‌گوید Even the derby would say, 'Whoa, man, that's a camel!' حتی دربی هم می‌گوید: «چقدر بزرگ است!».

Abdullah hoca delikanlının anlattıklarına noşanmıştır, keyiflenir. ||des jungen Mannes|Erzählungen|freut sich| ||||согласен| Abdullah|teacher|of the young man|to what he told|he has enjoyed|he enjoys عبدالله|معلم|جوان|به آنچه گفت|خوشحال شده است|لذت می‌برد Abdullah the teacher enjoys what the young man is telling, he feels pleased. عبدالله استاد از داستان‌های جوان خوشش آمده و لذت می‌برد.

Bilgisayarın kendiliğinden yapıldığını kabul etmeyen adam onu yapan insanın yaratılmış olduğuna gelince kıvırıverir, kıvırıveriyor değil mi evlat der. ||gemacht worden ist||akzeptiert|||||geschaffen|sein||wird sich verbiegen|kivriert|||| ||||||||||||извивается|извивается|||| the computer's|spontaneously|that it was made|acceptance|not accepting|man|it|making|the human's|created|that he is|when it comes to|he twists|he is twisting|||son| کامپیوتر|به‌طور خودبه‌خود|ساخته شدنش|قبول|نکردن|مرد|آن را|سازنده|انسان|خلق شده|بودنش|وقتی به|بهانه می‌آورد|بهانه می‌آورد||آیا|پسر| The man who does not accept that the computer was made spontaneously twists when it comes to the fact that the person who made it was created, he says, 'Isn't that right, son?' مردی که قبول ندارد کامپیوتر به‌طور خودبه‌خود ساخته شده، وقتی به این می‌رسد که انسانی آن را ساخته، به راحتی می‌چرخد و می‌گوید: «درست است، پسر.»

Bak amca der çocuk. Burada 20 tane bilgisayar var. Bunlar bir sistemle birbirine bağlı. Hepsi bir program tarafından idare ediliyor. ||||||||||System|||||||| look|uncle|he says|child|here|pieces|computers|there are|these|a|system|to each other|connected|all|a|program|by|management|is being done نگاه کن|عمو|می‌گوید|بچه|اینجا|عدد|کامپیوتر|وجود دارد|این‌ها|یک|با یک سیستم|به هم|متصل|همه|یک|برنامه|توسط|مدیریت|می‌شود Look, uncle, the child says. There are 20 computers here. They are all connected to each other through a system. They are all managed by a program. ببین عمو، بچه می‌گوید. اینجا 20 تا کامپیوتر وجود دارد. این‌ها با یک سیستم به هم متصل هستند. همه آن‌ها توسط یک برنامه مدیریت می‌شوند.

Bu sistemi ben kurdum. Burayı ben çekip çeviriyorum. Buradaki düzen benden sorulur. Yani bir anlamda da farz-ı muhal haşa buranın rabbi benim. |||||||ich drehe||Ordnung||||in|Sinn||verpflichtet||muhal|gottverboten||| ||||||||||||||||предположим|||не дай бог||| this|system|I|I set up|this place|I|pulling|I am managing|the one here|order|from me|is asked|so|a|sense|also|||hypothetical|God forbid|this place's|lord|my این|سیستم|من|راه‌اندازی کردم|اینجا|من|اداره|می‌کنم|در اینجا|نظم|از من|پرسیده می‌شود|یعنی|یک|از نظر|هم|||محال|حاشا|اینجا|پروردگار|من هستم I set up this system. I run this place. The order here is my responsibility. In a sense, let's assume for the sake of argument, I am the lord of this place. این سیستم را من راه‌اندازی کردم. من اینجا را مدیریت می‌کنم. نظم اینجا به من مربوط می‌شود. یعنی به نوعی فرض محال، حاشا که رب اینجا من هستم.

Bazen oyun oynayıp interneti kullanıp da para ödemeden sıvışmaya kalkanlar oluyor. ||spielen|Internet|benutzen|||ohne zu bezahlen|entkommen|Kalken| sometimes|game|playing|the internet|using|also|money|without paying|sneaking away|those who try| گاهی|بازی|بازی کردن|اینترنت|استفاده کردن|هم|پول|بدون پرداخت|فرار کردن|کسانی که می‌خواهند| Sometimes there are those who try to sneak away without paying while playing games and using the internet. گاهی افرادی هستند که می‌خواهند بدون پرداخت پول، بازی کنند و از اینترنت استفاده کنند.

Hemen yakalıyorum onları gel bakalım buraya. Nereye gidiyorsunuz böyle? Buranın nimetlerinden faydalanıp da başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz? |ich fange an|||||||||von den Segnungen|profitieren||verlassen|lassen||zannettet ihr ||||||||||||||вы будете оставлены||вы думали immediately|I catch|them|come|let's see|here|where|you are going|like this|this place's|blessings|benefiting|also|unrestrained|you will be left|question particle|you thought بلافاصله|می‌گیرم|آن‌ها را|بیا|ببینیم|اینجا|کجا|می‌روید|اینطور|اینجا|نعمت‌های|استفاده کردن|هم|بی‌قید و شرط|رها خواهید شد|آیا|فکر کردید I catch them immediately, come here. Where do you think you're going? Did you think you could benefit from the blessings of this place and be left unchecked? فوری آن‌ها را می‌گیرم، بیایید اینجا. کجا می‌روید این‌طور؟ آیا فکر می‌کنید می‌توانید از نعمت‌های اینجا بهره‌مند شوید و رها شوید؟

Paramız yok abi derlerse yok öyle yağma deyip cezalandırıyorum. Mesela internet kafeyi falan temizletiyorum. unser Geld|||wenn sie sagen|||||bestrafe ich|||Café||ich lasse (es) reinigen ||||||||наказываю|||интернет-кафе||я убираю our money|not|bro|if they say|not|that way|looting|saying|I punish|for example|internet|cafe|etc|I have cleaned پول‌مان|نیست|برادر|اگر بگویند|نیست|این‌طور|غارت|گفتن و|مجازات می‌کنم|مثلاً|اینترنت|کافی‌نت را|و غیره|تمیز می‌کنم If they say we have no money, I punish them by saying there's no such thing as free lunch. For example, I make them clean the internet cafe. اگر بگویند که پول نداریم، می‌گویم که نه، اینطور نیست و آنها را مجازات می‌کنم. مثلاً اینترنت کافه را تمیز می‌کنم.

Paspas yaptırıyorum, camları sildiriyorum, tuvaleti temizlettiriyorum. Ich lasse den Putzlappen machen|lasse ich machen||ich lasse (es) putzen|Toilette|sauber machen lasse |||||чистят mop|I have made|windows|I have cleaned|toilet|I have cleaned تی|می‌زنم|شیشه‌ها را|تمیز می‌کنم|توالت را|تمیز می‌کنم I have them mop the floors, clean the windows, and clean the restroom. زمین را تی می‌زنم، شیشه‌ها را تمیز می‌کنم، توالت را تمیز می‌کنم.

Bir saat oyunun, internetin bedeli olur. Bunun hesabı sorulur da sayısız nimetlerle dolu koca bir ömrün hesabını sormazlar mı insana? |||des Internets||||Rechnung|||unzählige|mit den Segnungen||||Leben|Rechnung|sormazlar||dem Menschen |||||||||||благами|||||||| a|hour|game|internet|cost|it becomes|this|account|it is asked|also|countless|blessings|full|big|a|life|account|they do not ask|question particle|to a person یک|ساعت|بازی‌ات|اینترنت‌ات|هزینه|می‌شود|این|حسابش|پرسیده می‌شود|و|بی‌شمار|نعمت‌ها|پر|بزرگ|یک|عمرت|حسابش|نمی‌پرسند|آیا|به انسان An hour of gaming or internet has a cost. If they can ask for the price of that, wouldn't they also question the value of a whole life filled with countless blessings? یک ساعت بازی یا اینترنت هزینه دارد. آیا کسی از انسان حساب این را می‌خواهد، اما از حساب یک عمر پر از نعمت‌های بی‌شمار نمی‌پرسند؟

Bir kafenin bile işlerini düzenleyen, tertip eden biri varken koca kainatı kusursuz işleyen bu sistemin bir kurucusu olmaz mı amca? |Kaffee||||Ordnung||jemand|während|große|Universum|perfekt|funktioniert||System||Gründer||| ||||||||||вселенная||||||||| a|cafe's|even|its work|organizing|arranging|doing|someone|while|big|universe|perfect|working|this|system's|a|founder|it does not become|question particle|uncle یک|کافی‌نتی|حتی|کارهایش|سامان‌دهنده|ترتیب|دهنده|کسی|در حالی که|بزرگ|جهان را|بی‌نقص|کارکردن|این|سیستم|یک|بنیان‌گذار|نمی‌شود|آیا|عمو If there is someone who organizes and arranges the work of even a cafe, wouldn't there be a creator of this perfectly functioning system of the vast universe, uncle? آیا با وجود کسی که حتی کارهای یک کافه را تنظیم و ترتیب می‌دهد، نمی‌تواند یک بنیان‌گذار برای این سیستم بی‌نقص که کل کائنات را اداره می‌کند وجود داشته باشد، عمو؟

Olmaz yenin ahmaklığını bütün noterler tasdik etmez mi? es wird nicht passieren|dein|Dummheit||Notare|bestätigen|| ||||нотариусы||| it cannot be|your|foolishness|all|notaries|certify|do not|question particle نمی‌شود|توی|احمقیت را|تمام|دفترخانه‌ها|تأیید|نمی‌کنند|آیا Isn't it true that all notaries do not certify your foolishness? آیا احمقانه تو را همه‌ی دفترخانه‌ها تأیید نمی‌کنند؟

Valla evladım pek takdir ettim seni. Peki Allah'ı nasıl bilirsin? Neye benzetirsin? Ehrlich|||geschätzt||||Allah||||vergleichst |||||||||||сравнишь с I swear|my child|very|appreciate|I did|you|well|God|how|you know|to what|you compare قسم|پسرم|خیلی|تحسین|کردم|تو را|خوب|خدا را|چگونه|می‌دانی|به چه چیزی|تشبیه می‌کنی Honestly, my child, I really appreciate you. So how do you perceive God? What do you compare Him to? راستش پسرم، خیلی تو را تحسین کردم. خوب، خدا را چگونه می‌شناسی؟ به چه چیزی تشبیه می‌کنی؟

Amca ben Allah'ı hiçbir şeye benzetmeden bilirim. |||||vergleichen| |||||сравнением| uncle|I|God|no|thing|without comparing|I know عمو|من|خدا را|هیچ|چیزی|بدون تشبیه|می‌دانم Uncle, I know God without comparing Him to anything. عمو، من خدا را بدون تشبیه به هیچ چیزی می‌شناسم.

Bunun böyle olacağını nasıl bildin evladım deyince delikanlı eliyle yine bilgisayarlar işaret eder. ||||||||||Computer|| this|like this|it will be|how|you knew|my child|when I said|young man|with his hand|again|computers|point|he does این|اینگونه|خواهد بود|چگونه|می‌دانستی|پسرم|وقتی می‌گویی|جوان|با دستش|دوباره|کامپیوترها|اشاره|می‌کند When asked how he knew it would be this way, the young man points to the computers again with his hand. وقتی می‌گویی که اینطور خواهد شد، جوان با دستش دوباره به کامپیوترها اشاره می‌کند.

Yine bunlar sağ olsun. Bu bilgisayarları yapan mühendisler başka, bilgisayarlar başkadır. Birbirlerine benzemezler. ||||||||||sind anders||sie gleichen sich nicht again|these|healthy|let them be|this|computers|making|engineers|different|computers|they are different|to each other|they do not resemble دوباره|اینها|سالم|باشد|این|کامپیوترها را|سازنده|مهندسان|دیگر|کامپیوترها|متفاوت است|به یکدیگر|شبیه نیستند Again, thanks to them. The engineers who make these computers are different, and the computers themselves are different. They do not resemble each other. باز هم اینها خوبند. این مهندسانی که این کامپیوترها را ساخته‌اند یک چیزند، و کامپیوترها چیز دیگری هستند. آنها به هم شبیه نیستند.

Programı yazan insan başkadır, ortaya konulan programsa bambaşka. ||||das Ergebnis|eingestellte|| ||||||программа (1)| the program|writing|person|he/she is different|in front of|put|the program|completely different برنامه را|نویسنده|انسان|متفاوت است|در برابر|قرار داده شده|برنامه هم|کاملاً متفاوت است The person who writes the program is different, and the program that is produced is completely different. کسی که برنامه را می‌نویسد یک چیز است، و برنامه‌ای که ارائه می‌شود کاملاً چیز دیگری است.

Bilgisayarda yüklenmiş bilgiler vardır fakat benim bilmem yine başkadır. am Computer|geladen||||mein|wissen|| on the computer|loaded|information|there are|but|my|knowing|again|it is different در کامپیوتر|بارگذاری شده|اطلاعات|وجود دارد|اما|من|دانستن|دوباره|متفاوت است There is information loaded on the computer, but my knowledge is still different. در کامپیوتر اطلاعاتی بارگذاری شده است اما دانستن من یک چیز دیگر است.

Kamerası vardır, ses düzeni vardır ama benim gözlerim ve duyup konuşmam farklıdır. sie hat eine Kamera|||||||||hörend||anders camera|there is|sound|system|there is|but|my|eyes|and|hearing|speaking|it is different دوربینش|وجود دارد|صدا|سیستم|وجود دارد|اما|من|چشمانم|و|شنیدن و|صحبت کردن|متفاوت است It has a camera, it has a sound system, but my eyes and my ability to hear and speak are different. دوربینی دارد، سیستم صوتی دارد اما چشم‌های من و شنیدن و صحبت کردن من متفاوت است.

Abdullah amca çocuğun feraset ve anlayışını çok beğenmişti. |||Klugheit||Verständnis|| |||умение рассуждать|||| Abdullah|uncle|the child's|insight|and|understanding|very|he had liked عبدالله|عمو|بچه|بصیرت|و|درکش|خیلی|پسندیده بود Uncle Abdullah was very impressed by the child's insight and understanding. عمو عبدالله از درک و فهم کودک بسیار خوشش آمده بود.

Sorduğu soruları aldığı cevaplar gayet de mantıklıydı ve berrak bir imana işaret ediyordu. die er stellte||||||war vernünftig||klares||Glauben|| ||||||||||вере|| the questions he asked|questions|the answers he received|answers|quite|also|it was logical|and|clear|a|faith|sign|it was indicating سوالاتی که پرسیده|سوالات|پاسخ‌هایی که گرفته|پاسخ‌ها|کاملاً|هم|منطقی بود|و|روشن|یک|ایمان|نشانه|می‌کرد The questions he asked and the answers he received were quite logical and indicated a clear faith. سوالاتی که می‌پرسید، پاسخ‌هایی که می‌گرفت کاملاً منطقی بود و نشان‌دهنده‌ی ایمانی روشن بود.

Aslında buradaki işi bitmiş, kimlik numarasını da çoktan almıştı ama muhabbete devam etmek istedi. ||||||||||Gespräch||| actually|here|work|he had finished|identity|number|also|long ago|he had received|but|conversation|continuation|to want|he wanted در واقع|در اینجا|کار|تمام شده|شناسنامه|شماره|هم|خیلی وقت پیش|گرفته بود|اما|گپ زدن|ادامه|دادن|خواست In fact, he had finished his work here and had already received his identification number, but he wanted to continue the conversation. در واقع کارش در اینجا تمام شده بود و شماره شناسایی‌اش را هم قبلاً گرفته بود، اما می‌خواست به گفتگو ادامه دهد.

Peki varlığına inandığın Rabbin için ne yapman gerektiğine dair ne biliyorsun? |||dein Herr|||||über|| |||Твой Господь||||||| well|to his existence|you believe|your Lord|for|what|you should do|that you need|regarding|what|you know خوب|به وجودش|به آن ایمان داری|پروردگارت|برای|چه|باید انجام دهی|به اینکه لازم است|در مورد|چه|می‌دانی So, what do you know about what you need to do for the God you believe in? خب، درباره‌ی اینکه برای خدایی که به وجودش ایمان داری چه کارهایی باید انجام دهی، چه می‌دانی؟

Ne yapmam gerektiğini biliyorum amca fakat ne kadarını yapabildiğim hususunda kendimi yeterli görmüyorum. |||||||||in Bezug auf||| |||||||||по этому поводу||| what|I should do|that I need to|I know|uncle|but|how much|that much|I could do|regarding|myself|sufficient|I don't see چه|انجام دادن|gerektiğini|می‌دانم|عمو|اما|چه|به اندازه‌ای که|توانسته‌ام انجام دهم|در مورد|خودم را|کافی|نمی‌بینم I know what I need to do, uncle, but I don't see myself as capable of doing it. من می‌دانم چه کار باید بکنم، عمو، اما در مورد اینکه چقدر می‌توانم انجام دهم، خودم را کافی نمی‌بینم.

Ne bildiğini söylersen neler yapabileceğine dair yardımcı olabilirim belki evladım deyince hoca neler yapmam gerektiğine dair şuradan biliyorum amca. |du weißt|||tun kann||||||||||||von hier|| ||||что сможешь сделать|||||||||||||| what|that you know|if you say|what|that you can do|regarding|helpful|I can be|maybe|my child|when you say|teacher|what|I should do|that I need to|regarding|from here|I know|uncle چه|آنچه می‌دانی|بگویی|چه چیزهایی|می‌توانی انجام دهی|در مورد|کمک|می‌توانم|شاید|پسرم|وقتی بگویی|استاد|چه چیزهایی|انجام دادن|باید انجام دهم|در مورد|از اینجا|می‌دانم|عمو If you tell me what you know, I might be able to help you with what you can do, my child, the teacher said, I know what I need to do from here, uncle. اگر بگویی چه می‌دانی، شاید بتوانم در مورد اینکه چه کارهایی می‌توانی انجام دهی، کمک کنم، فرزندم، وقتی معلم می‌گوید من از اینجا می‌دانم چه کارهایی باید بکنم، عمو.

Öncelikle Rabbim bana bir gönül vermiş. first of all|my Lord|to me|a|heart|He has given ابتدا|پروردگارم|به من|یک|دل|داده است First of all, my Lord has given me a heart. اول از همه، پروردگارم به من یک دل داده است.

Kendisini bilmeyi nasip edip muhabbetini gönlüme yerleştirmiş. |||||in mein Herz|eingepflanzt Himself|to know|destiny|making|His love|to my heart|He has placed خود را|دانستن|نصیب|کرده و|محبتش|به دلم|قرار داده است He has granted me the knowledge of Himself and placed His love in my heart. او را شناختن را نصیبم کرده و محبتش را در دلم جای داده است.

Ben de gönlümde sadece ona ve sevdiklerine yer vermeliyim. ||in meinem Herzen||||denjenigen, die er liebt||geben ||в сердце|||||| I|also|in my heart|only|to him|and|to his loved ones|place|I must give من|هم|در قلبم|فقط|به او|و|به عزیزانش|جا|باید بدهم I should only make room in my heart for him and his loved ones. من نیز باید در قلبم فقط به او و عزیزانش جا بدهم.

Onun istemeyeceği şeyleri gönlümden uzak tutmalıyım. |nicht wollen||von meinem Herzen||halten |||||должен держать his|he will not want|things|from my heart|far|I must keep او|نخواهد خواست|چیزها|از قلبم|دور|باید نگه دارم I should keep away from my heart the things he wouldn't want. باید چیزهایی را که او نمی‌خواهد از قلبم دور نگه‌دارم.

İkinci olarak da bana verdiği dili razı olmayacağı sözlerden korumalıyım. |||||||nicht sein wird||ich sollte schützen |||||||||защищать себя |as|also|to me|he gave|language|willing|he will not be|words|I must protect دوم|به عنوان|هم|به من|داده شده|زبان|راضی|نخواهد بود|از کلمات|باید محافظت کنم Secondly, I should protect the language he gave me from words he wouldn't approve of. دوم اینکه باید زبانی که به من داده را از کلمات ناپسند محافظت کنم.

Her zaman onu söylemeli, onu anlatmalıyım. |||sagen||an einem Beispiel erklären every|time|it|I must say|it|I must explain هر|زمان|او را|باید بگویم|او را|باید توضیح دهم I should always speak of him, I should always tell about him. باید همیشه او را بگویم و او را توصیف کنم.

Son olarak da bana verdiği bu bedeni onun razı olacağı şekilde kullanmalı, bir gün toprak olacak vücudumu onun yolunda eskitmeliyim. ||||||Körper|||||||||||||abnutzen |||||||||||||||||||износить тело last|as for|also|to me|he gave|this|body|his|pleased|he will be|way|I must use|a|day|soil|will be|my body|his|path|I must wear out آخر|به عنوان|هم|به من|که به من داده|این|بدن|او|راضی|که خواهد بود|به شیوه|باید استفاده کنم|یک|روز|خاک|خواهد شد|بدنم|او|در راه|باید فرسوده کنم Finally, I must use this body he has given me in a way that he would be pleased with, and I should wear out this body, which will one day turn to dust, in his path. در نهایت باید از این بدنی که به من داده به گونه‌ای استفاده کنم که او راضی باشد، یک روز باید بدنم را در راه او فرسوده کنم.

Benim bildiğim bundan ibaret. |||besteht my|I know|this|only من|آنچه می‌دانم|از این|فقط است This is all I know. آنچه من می‌دانم همین است.

Ee evladım daha ne yapacaksın? well|my child|more|what|you will do خوب|پسرم|بیشتر|چه|خواهی کرد Well, my child, what else will you do? خب پسرم، دیگر چه کار می‌خواهی بکنی؟

Başka bir şey de kalmadı ki. another|a|thing|also|it remains not|that دیگر|یک|چیز|هم|نمانده است|که There is nothing else left. که دیگر چیزی باقی نمانده است.

Efendim yapmalıyım etmeliyim diyorum ama bal demekle ağız tatlanmıyor ki. ||||||sagen||süß wird| ||||||||не сладит| sir|I must do|I must do|I say|but|honey|by saying|mouth|it doesn't get sweet|that جناب|باید انجام دهم|باید بگویم|می‌گویم|اما|عسل|گفتن|دهان|شیرین نمی‌شود|که Sir, I say I must do it, but just saying honey doesn't sweeten the mouth. جناب، باید انجام دهم، می‌گویم اما گفتن عسل که طعم دهان را شیرین نمی‌کند.

Gidilecek yolu bilmek ayrı, usulüyle yolda yürüyebilmek apayrı bir şey. zu gehen||||ordnungsgemäß||gehen|völlig anders|| ||||по правилам||уметь идти||| to be gone|road|to know|separate|in a proper way|on the road|to be able to walk|completely separate|a|thing رفتنی|راه|دانستن|جدا|به روش|در راه|توانستن راه برود|کاملاً جدا|یک|چیز Knowing the way to go is one thing, being able to walk the path properly is another. دانستن راهی که باید رفت یک چیز است، و توانایی راه رفتن در آن با روش خاص یک چیز دیگر.

Yine bilgisayar tabiriyle söylemek gerekirse şeytan denilen melun hacker benim sistemimdeki nefis virüsünü aktif hale getiriyor. |||||||verfluchter|Hacker||in meinem System||Virus||Zustand| ||||||||||в моей системе||вирус||| again|computer|in terms of|to say|if necessary|devil|called|accursed|hacker|my|in my system|delicious|virus|active|state|he brings دوباره|کامپیوتر|به اصطلاح|گفتن|لازم باشد|شیطان|به نام|ملعون|هکر|||عالی|ویروسش|فعال|حالت|می‌آورد Again, to put it in computer terms, the cursed hacker known as the devil is activating the delicious virus in my system. باز هم اگر بخواهیم به زبان کامپیوتر بگوییم، آن هکر ملعون که به شیطان معروف است، ویروس نفس در سیستم من را فعال می‌کند.

Üstesinden gelene bilene aşk olsun. Überwinder|der es schafft|wissen|| over it|to the one who overcomes|to the one who knows|love|may it be از عهده|کسی که می‌تواند|کسی که می‌داند|عشق|باشد May love be with those who can overcome it. به کسی که از پس آن برمی‌آید و می‌داند، عشق می‌ورزم.

Etkili bir antivirüs programı bulmam lazım belki de hem de en kısa zamanda deyince ||Antivirus||||||||||| ||антивирусная программа||||||||||| effective|a|antivirus|program|I need to find|necessary|maybe|also|both|also|the|short|time|when I said موثر|یک|آنتی ویروس|برنامه|پیدا کردنم|لازم است|شاید|هم|همچنین|هم|در|کوتاه|زمان|گفتن I need to find an effective antivirus program, maybe even as soon as possible. من باید یک برنامه آنتی ویروس مؤثر پیدا کنم، شاید هم در کوتاه‌ترین زمان ممکن.

Ben biliyorum dedi Abdullah Hoca ve arkasından ekledi. I|I know|he said|Abdullah|teacher|and|after that|he added من|می‌دانم|گفت|عبدالله|استاد|و|بعد از آن|اضافه کرد I know, said Abdullah Hoca, and then added. عبدالله‌حاجی گفت: "من می‌دانم" و بعد اضافه کرد.

Namaz. prayer نماز Prayer. نماز.

Aa evet amca namaz. oh|yes|uncle|prayer آره|بله|عمو|نماز Oh yes, uncle, prayer. آه بله، عمو، نماز.

Namaz antivirüs programlarından birisi. prayer|antivirus|one of the programs|one نماز|آنتی ویروس|برنامه‌های|یکی از Prayer is one of the antivirus programs. نماز یکی از برنامه‌های ضد ویروس است.

Hayat sistemine kurup günde 5 kere de bağlanırız böylece sürekli güncelleniriz. ||||||подключаемся|||обновляемся постоянно life|system|setting up|daily|times|also|we connect|thus|constantly|we are updated زندگی|سیستم|راه‌اندازی کردن|روزانه|بار|هم|متصل می‌شویم|بدین ترتیب|به طور مداوم|به‌روز می‌شویم By establishing it in our life system and connecting 5 times a day, we are constantly updated. ما آن را در سیستم زندگی‌مان قرار می‌دهیم و روزی 5 بار به آن وصل می‌شویم و به این ترتیب به‌طور مداوم به‌روز می‌شویم.

Çok sağol. very|thank you خیلی|متشکرم Thank you very much. خیلی ممنون.

Hoşçakalın. goodbye خداحافظی کنید Goodbye. خداحافظ.

abone ol subscribe|be عضو|شو subscribe مشترک شوید

PAR_TRANS:gpt-4o-mini=3.96 PAR_CWT:AvJ9dfk5=8.65 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.0 PAR_CWT:B7ebVoGS=8.65 en:AvJ9dfk5 fa:B7ebVoGS openai.2025-02-07 ai_request(all=40 err=0.00%) translation(all=77 err=0.00%) cwt(all=862 err=1.28%)