Deel 3 Teil 3 Part 3 Parte 3

Het geen den jager zoo zeer begunstigd had, naderde thans echter spoedig zijn einde. Doch das, was dem Jäger so viel gebracht hatte, neigte sich nun dem Ende zu. That which had favored the hunter so much was now, however, nearing its end. O que favoreceu tanto o caçador, no entanto, estava chegando ao fim. Avcıyı o kadar çok tercih etmemişti, ama yakında sona yaklaşıyordu. Op zekeren dag vertoonde de hemel zich met donkere wolken bezet. One day the sky was covered with dark clouds. Um dia o céu estava coberto de nuvens escuras. Bir gün gökyüzü kara bulutlar ile kuruldu. Weldra verhief zich de storm; blaauwe bliksemstralen schoten sissend door de lucht, de donder rolde en ratelde; eindelijk viel een straal op het prachtige slot van den jager neer, en zette het spoedig in lichte laaije vlam. Soon the storm rose; blue lightning hissed through the air, thunder rolled and rattled; at last a ray fell on the hunter's magnificent castle, and soon set it ablaze. Logo a tempestade se dissipou; relâmpagos azuis sibilaram no ar, trovões rolaram e sacudiram; Por fim, uma viga caiu no belo castelo do caçador e logo a incendiou. Yakında fırtına yükseldi; yanan yıldırım hava yoluyla patlatma, gök gürültüsü haddelenmiş ve sarstı; Sonunda bir avcı, avcının güzel kilidine düştü ve kısa bir süre sonra hafif bir alevle yerleştirdi. Slechts met moeite redde hij zijn leven; al, wat hij verder bezat, verbrandde tot asch. Only with difficulty did he save his life; everything else he owned burned to ashes. Sadece güçlükle hayatını kurtardı; sahip olduğu her şey, küllere yakıldı.

Radeloos zwierf hij om de gloeijende puinhoopen rond; van al zijne rijkdommen verlangde hij niets te redden, dan alleen zijne wonderbloem, de bron van zijn geluk, en hij hoopte, dat de geheime kracht der plant aan de magt des vuurs weerstand zou hebben geboden. Verzweifelt wanderte er in den glühenden Ruinen umher; von all seinen Reichtümern wollte er nichts anderes retten als seine Wunderblume, die Quelle seines Glücks, und er hoffte, dass die geheime Kraft der Pflanze der Macht des Feuers widerstanden hätte. Distraught, he wandered around the glowing ruins; of all his riches he longed to save nothing but his miracle flower, the source of his happiness, and he hoped that the secret power of the plant would have resisted the power of the fire. Parlayan moloz etrafında öfkeli dolandı; tüm zenginliklerinden, onun mutluluğunun kaynağı olan mucizevi çiçeğinden bir şey kurtarmak istemedi ve bitkinin gizli gücünün ateş ateşine direnmiş olmasını umdu. Spoedig echter vond hij den gloeijenden pot, maar van de plant zelve geen spoor meer. Soon, however, he found the glowing pot, but no trace of the plant itself. Ancak, yakında, parlayan potu buldu, ancak bitkinin kendisinin izi yok. Diep verslagen verliet hij den bouwval, en zocht hulp en troost bij zijne vrienden. Deeply defeated, he left the construction site, seeking help and comfort from his friends. Derin bir şekilde yenilgiye uğradı, binanın düşüşünü bıraktı ve arkadaşlarından yardım ve rahatlık istedi. Deze wezen hem echter verachtelijk de deur; ook de armen, die hem om zijne hardheid haatten, verblijdden zich over zijn ongeluk, en smaalden hem en jouwden hem uit. These, however, contemptuously turned him away; even the poor, who hated him for his hardness, rejoiced at his misfortune, and smirked and jeered him. Ancak, bunlar ona kapıyı küçümsedi; Aynı zamanda, sertliğinden dolayı ondan nefret eden fakir, talihsizliğe sevindi ve onu şenlendirdi ve onu alkışladı. Toen de gloed in de puinhoopen van zijn slot was uitgedoofd, bouwde hij eene ellendige hut van eenige half verbrande planken en balken, leefde van de vruchten van zijnen tuin, en geleek zoo een kluizenaar, die de menschen ontvlugt. When the glow had died down in the ruins of his castle, he built a wretched hut of some half-burnt planks and beams, lived on the fruit of his garden, and thus seemed like a hermit who flees from men. Kalesinin harabelerindeki parıltı söndüğünde, yarı yanmış tahtalardan ve kirişlerden sefil bir kulübe inşa etti, bahçesinin meyvelerinden kurtuldu ve halkı terk eden bir keşiş gibiydi. Verdriet en spijt over zijn ongeluk, maar nog meer de beschuldigingen van zijn geweten maakten hem diep ongelukkig, en deden hem zijne dagen in treurigheid en moedeloosheid slijten. Sorrow and regret over his misfortune, but even more the accusations of his conscience made him deeply unhappy, and made him spend his days in sadness and despondency. Tristeza e arrependimento por seu infortúnio, mas ainda mais as acusações de sua consciência o deixaram profundamente infeliz e passou seus dias em tristeza e desânimo. Onun talihsizliğinden üzüntü ve pişmanlık, ama daha çok vicdanının suçlamaları onu derinden mutsuz etti ve günlerini üzüntü ve umutsuzluk içinde geçirmesini sağladı.