هانسل وغريتل 🙋♂️💁♀️ ( Hansel and Gretel ) قصص اطفال KONDOSAN قصة رسوم متحركة فيلم كرتون
Hansel|Gretel||||hikayeler|çocuklar|KONDOSAN|hikaye|çizgi|animasyon|film|çizgi film
Hänsel und Gretel 🙋♂️💁♀️ (Hänsel und Gretel) Kindergeschichten KONDOSAN Zeichentrickfilm
Hansel and Gretel
Hansel y Gretel 🙋♂️💁♀️ (Hansel y Gretel) Cuentos infantiles KONDOSAN Cuento animado Película de dibujos animados
Hansel et Gretel 🙋♂️💁♀️ (Hansel et Gretel) Contes pour enfants KONDOSAN Histoire d'animation Film d'animation
Hansel e Gretel 🙋♂️💁♀️ (Hansel e Gretel) KONDOSAN storie per bambini Storia animata Film di cartoni animati
Hans och Gretel 🙋♂️💁♀️ (Hansel och Gretel) Barnberättelser KONDOSAN Animerad berättelse Tecknad film
Hansel ve Gretel 🙋♂️💁♀️ (Hansel and Gretel) Çocuk Hikayeleri KONDOSAN Animasyon Filmi
كَانَ يَا مَا كَانَ فِي قَدِيمِ الزَّمَانِ
vardı|ey|ne|vardı|içinde|eski|zaman
Bir varmış bir yokmuş, eski zamanlarda.
مُنْذُ زَمَنٍ بَعِيدٍ عَاشَ هُنَاكَ حَطَّابٌ مَعَ وَلَدَيهِ علی طَرَفِ غَابَةٍ بَعِيدَةٍ.
-den beri|zaman|uzak|yaşadı|orada|oduncu|ile|çocukları|-in yanında|kenarında|orman|uzak
Uzun zaman önce, uzak bir ormanın kenarında bir oduncu ve çocukları yaşıyormuş.
كَانَ الابْنُ يُدْعَی هانسل والابْنَةُ تُدْعَی غريتل.
vardı|oğul|denir|Hansel|ve kız|denir|Gretel
Oğlunun adı Hansel, kızının adı ise Gretel'miş.
كَانَتْ زَوجَةُ الحَطَّابِ وَالِدَةُ الطِفْلَينِ قَدْ تُوفِيَتْ لِذَلكَ كَانُوا يَمُرُونَ بِأَوقَاتٍ عَصِيبَةٍ.
o|eş|oduncunun|anne|iki çocuğun|-di|vefat etti|bu yüzden|onlar|geçiyorlardı|zamanlar|zor
Oduncunun eşi, iki çocuğun annesi vefat etmişti, bu yüzden zor zamanlar geçiriyorlardı.
ولِأَنَّهُم كَانُوا أيضَاً عَائِلَةً فَقِيرَةً جِدَّاً،
ve çünkü onlar|-dılar|ayrıca|aile|fakir|çok
Ve çünkü çok fakir bir aileydiler,
كَانُوا يَعِيشُونَ فَقَط علی الأعْشَابِ والفَاكِهَةِ الذِينَ يَجْمَعُونَهُم مِنَ الغَابَةِ.
-dılar|yaşıyorlardı|sadece|üzerinde|otlar|ve meyveler|topladıkları|topluyorlardı|-den|orman
sadece ormandan topladıkları otlar ve meyvelerle yaşıyorlardı.
لَمْ يَتَذَمَّرِ الطِفْلَانِ أَبَدَاً مِنْ هَذَا الوَضْعِ ودَائِمَاً كَانَا يُحَاوِلَان دَعْمَ أبِيهِمَا.
-madı|yakınmadı|çocuklar|asla|-den|bu|durum|ve her zaman|-dılar|deniyorlardı|desteklemeye|babalarını
Çocuklar bu durumdan asla şikayet etmediler ve her zaman babalarına destek olmaya çalışıyorlardı.
فِي أَحَدِ الأيَّامِ كَانَ هُنَاكَ طَرْقٌ علی البَابِ وظَهَرَتْ أمَامَهُم امْرَأَةٌ تَحْمِلُ زُجَاجَةَ حَلِيبٍ كَبِيرَةٍ.
-de|bir|günlerden|vardı|orada|bir knock|-e|kapıya|ve göründü|önlerinde|bir kadın|taşıyor|bir şişe|süt|büyük
Bir gün kapıya bir vurma sesi geldi ve önlerinde büyük bir süt şişesi taşıyan bir kadın belirdi.
لَقَدْ أَتَيْتُ مِنَ الغَابَةِ المُجَاوِرَةِ. احْتَرَقَ مَنْزِلِي بِالكَامِلِ ولَيْسَ لَدَيَّ مَكَانٌ لِلسْكُنَ.
gerçekten|geldim|-den|orman|komşu|yandı|evim|tamamen|ve değil|var|yer|ikamet için
Komşu ormandan geldim. Evim tamamen yandı ve kalacak bir yerim yok.
لَقَدْ أَحْضَرْتُ بَقَرَۃً مَعِي. إِذَا أَعْطَيتُكُم زُجَاجَةَ الحَلِيبِ هَذِهِ والبَقَرَةَ، هَلْ أسْتَطِيعُ السَكَنَ مَعَكُم؟
gerçekten|getirdim|bir inek|yanımda|eğer|size verirsem|şişeyi|süt|bu|ve ineği|mı|yapabilir miyim|kalmak|sizinle
I have brought a cow with me. If I give you this bottle of milk and the cow, can I live with you?
Yanımda bir inek getirdim. Eğer size bu süt şişesini ve ineği verirsem, sizinle kalabilir miyim?
قَبِلَ الأبُ والطِفْلَان بِسَعَادَةٍ هَذَا العَرْضُ. علی الأقَلِ سَيَمْلُكُونَ الآنَ بَقَرَۃً تُعْطِيهُمُ الحَلِيبَ كُلَّ يَومٍ.
kabul etti|baba|ve çocuklar|mutlulukla|bu|teklif|-e|en azından|sahip olacaklar|şimdi|bir inek|onlara verecek|süt|her|gün
Baba ve çocuklar bu teklifi sevinçle kabul ettiler. En azından şimdi her gün onlara süt verecek bir inekleri olacak.
بَعْدَ مُرُورِ بَعْضِ الوَقْتِ، تَزَوَّجَ وَالِدُهُمَا مِنْ هَذِهِ المَرْأَةِ. وَمَعَ ذَلِكَ اسْتَمَرَّتْ حَيَاتُهُمُ الفَقِيرَةُ.
BİR SÜRE GEÇTİKTEN SONRA, BABALARI BU KADINLA EVLENDİ. YİNE DE FAKİR HAYATLARINA DEVAM ETTİLER.
فِي إحْدَى اللَّيَالِي بَعْدَ أنْ خَلَدَ الطِفْلَانِ إلی النَّوْمِ، بَدَأَ الزَوْجُ والزَوجَةُ يَتَجَادَلَان.
ÇOCUKLAR UYKUYA DALDIKTAN SONRA BİR GECE, KOCASI VE EŞİ TARTIŞMAYA BAŞLADILAR.
لَكِنَّ هانسل كَانَ يَسْتَمِعُ إلَيهِم خِفْيَةً.
AMA Hansel, onları gizlice dinliyordu.
انْظُرِي إلی حَالِنَا كَيفَ سَنَسْتَطِيعُ أنْ نُطْعِمَ الطِفْلَيْنِ بِهَذَا الوَضْعِ؟
HALİMİZE BAK, BU DURUMDA ÇOCUKLARI NASIL BESLEYECEĞİZ?
أنَا عَاجِزٌ ولا أَعْرِفُ مَا أفْعَلُ حِيَالَ ذَلِك.
ben|acizim|ve değil|bilmiyorum|ne|yapacağım|karşı|bu
Ben acizim ve bununla ne yapacağımı bilmiyorum.
حَسَنَاً فِي الوَاقِعِ لَدَيَّ فِكْرَةٌ يُمْكِنُهَا أنْ تُفِيدَنَا جَمِيعَاً لَكِنِّي لَا أَعْلَمُ إذَا كُنْتَ سَتُوَافِقُ.
iyi|içinde|gerçek|bende|fikir var|bu mümkün|-mesi|bize fayda sağlayabilir|hepimize|ama ben|değil|bilmiyorum|eğer|sen|onaylayacaksın
Gerçekten hepimize fayda sağlayabilecek bir fikrim var ama senin onaylayıp onaylamayacağını bilmiyorum.
دَعْنَا نَأخُذُ الطِفْلَينِ إلی الغَابَةِ غَدَاً ونُخْبِرُهُمَا أنَّنَا سَنَجْمَعُ الحَطَبَ وسَنُشْعِلُ نَارَاً ونُعْطِي لِكُلِّ وَاحِدٍ رَغِيفَ خُبْزٍ ونَتْرُكُهُم هُنَاك.
hadi|alalım|iki çocuğu|-e|ormana|yarın|ve onlara haber verelim|ki biz|toplayacağız|odun|ve ateş yakacağız|ateş|ve vereceğiz|her|birine|ekmek|ekmek|ve onları bırakacağız|orada
Yarın iki çocuğu ormana götürelim ve onlara odun toplayacağımızı, ateş yakacağımızı ve her birine bir somun ekmek vereceğimizi söyleyelim ve onları orada bırakalım.
لا تَكُونِي سَخِيفَةً،
değil|ol|saçma
Saçma olma,
أَنَا أُحِبُ طِفْلَيَّ. كَيفَ سَأَهْجِرُهُمَا؟
ben|seviyorum|çocuklarımı|nasıl|onları terk edeceğim
Çocuklarımı seviyorum. Onları nasıl terk edebilirim?
لَا تَقْلَق، إنَّهُمَا أَكْبَرُ سِنَّاً الآن.
hayır|endişelenme|çünkü onlar|daha büyük|yaşta|şimdi
Endişelenme, artık daha büyükler.
يَسْتَطِيعَانِ الاعْتِنَاءَ بِنَفْسِهِمَا.
ikisi de yapabilir|bakımını|kendilerine
Kendilerine bakabilirler.
عِندَمَا تَتَحَسَّنُ ظُرُوفُنَا سَنَبْحَثُ عَنْهُمَا.
ne zaman|iyileşirse|koşullarımız|arayacağız|onları
Koşullarımız düzeldiğinde onları arayacağız.
إنْ لَمْ نَفْعَلْ ذَلِكَ سَنَتَضَورُ جُوعَاً نَحْنُ الأَرْبَعَةُ حَتَّی المَوتِ.
eğer|değil|yaparsak|bunu|açlıktan kıvranacağız|açlık|biz|dört|kadar|ölüme
Eğer bunu yapmazsak, biz dört kişi açlıktan öleceğiz.
كَانَ هانسل طِفْلاً ذَكِيَّاً جِدَّاً.
oldu|Hansel|çocuk|zeki|çok
Hansel çok zeki bir çocuktu.
لِذَا عِنْدَما سَمِعَ خُطَطَ زَوجَةِ أبِيهِ، غَادَرَ المَنْزِلَ بِشَكْلٍ سِرِّيٍ لِيَجْمَعَ حَصَی.
bu yüzden|-dığında|duydu|planları|eşinin|babası|ayrıldı|evden|bir şekilde|gizli|toplamak için|taşları
Bu yüzden, babasının eşinin planlarını duyduğunda, gizlice evden ayrıldı ve taş toplamak için yola çıktı.
وَالِدَتُهُ المُتَوَفِيَةُ عَلَّمَتْهُ ذَلِكَ. لَقَدْ أَخْبَرَتْهُ أنَّ الحَصَی اللامِعَةَ فِي اللَّيلِ سَتَدُلُكَ علی الطَّرِيقِ.
annesi|vefat eden|ona öğretti|bunu|gerçekten|ona haber verdi|-dığı|taş|parlak|-de|gecede|sana yol gösterecek|-e|yol
Ölen annesi ona bunu öğretmişti. Ona, geceleri parlayan taşların yolunu göstereceğini söylemişti.
فِي الصَّبَاحِ أيْقَظَتْ زَوجَةُ الأبِ الطِفْلَينِ.
de|sabah|uyandırdı|eş|babanın|çocukları
SABAH, BABA'nın EŞİ İKİ ÇOCUĞU UYANDIRDI.
هانسل وغريتل اسْتَيقِظَا! سَنَذْهَبُ إلی الغَابَةِ. نَحْتَاجُ إلی جَمْعِ الحَطَبِ لنشعل النَار.
Hansel|Gretel|uyanın|gideceğiz|-e|orman|ihtiyacımız var|-e|toplamak|odun|ateş yakmak için|ateş
Hansel ve Gretel UYANDILAR! ORMAN'A GİDECEĞİZ. ATEŞ YAKMAK İÇİN ODUN TOPLAMAYA İHTİYACIMIZ VAR.
أَولُ مَا فَعَلَهُ هانسل عِنْدَ اسْتِيقَاظِهِ هُوَ وَضْعُ الحَصَی فِي جَيبِهِ.
ilk|ne|yaptı|Hansel|-dığında|uyanması|o|koymak|taş|-e|cebine
Hansel'in UYANDIĞINDA YAPTIĞI İLK ŞEY TAŞI CEBİNE KOYMAKTI.
عِنْدَمَا سَارُوا فِي الغَابَةِ ألْقَی الحَصَی علی الأرْضِ خِفْيَّةً.
-dığında|yürüdüler|-de|ormanda|attı|taşı|-e|yere|gizlice
ORMAN'DA YÜRÜRKEN TAŞI GİZLİCE YERE ATTILAR.
تَوَجَّهُوا إلی أَعْمَاقِ الغَابَةِ .
yöneldiler|-e|derinliklerine|ormanın
Ormana derinliklerine doğru yola çıktılar.
عِندَمَا تَوَقَّفُوا لِيَرْتَاحُوا، أَشْعَلَ الأبُ و زَوجَتُه نَارَاً، وَضَعَا بَعْضَ الخُبْزِ بِجَانِبِهِمَا وغَادَرَا.
-dığında|durdular|dinlenmek için|yaktı|baba|ve|eşi|ateş|koydular|biraz|ekmek|yanlarına|ayrıldılar
Dinlenmek için durduklarında, baba ve eşi bir ateş yaktı, yanlarına biraz ekmek koydular ve ayrıldılar.
يا أولاد، ارْتَاحَا قَلِيلاً بِجَانِبِ النَّارِ. سَنَجْمَعُ الحَطَبَ أنَا وأبُوكُم ونَعُودُ.
ey|çocuklar|dinlenin|biraz|yanında|ateşin|toplayacağız|odun|ben||geri döneceğiz
Çocuklar, ateşin yanında biraz dinlenin. Ben ve babanız odun toplayacağız ve geri döneceğiz.
كَانَ وَالِدُهُمَا حَزِينَاً جِدَّاً لَكِنَّهُ تَبِعَ زَوجَتَهُ بِيَأْسٍ بِاتِجَاهِ طَرِيقِ المَنْزِلِ.
-di|onların babası|üzgün|çok|ama o|takip etti|eşini|çaresizlikle|yönünde|yol|eve
Onların babası çok üzgündü ama umutsuz bir şekilde eşini evin yoluna doğru takip etti.
أدَارَ رَأسَهُ ونَظَرَ إلی طِفْلَيهِ لِآخِرِ مَرَّۃٍ.
döndürdü|başını|baktı|-e|çocuklarına|son|kez
Başını çevirdi ve çocuklarına son bir kez baktı.
سَأَسْتَرْجِعُ طِفْلَيَّ عِنْدَ أوَّلِ فُرْصَةٍ.
geri alacağım|çocuklarımı|-de|ilk|fırsat
İlk fırsatta çocuklarımı geri alacağım.
رَاقَبَ الطِفْلَانِ أبَاهُم و زَوجَتَهُ حتی اخْتَفَيَا عَنِ الرُؤيَةِ.
izledi|çocukları|babalarını|ve|eşlerini|-e kadar|kayboldular|-den|görüşten
Çocuklar, babalarını ve annelerini izlediler ta ki görüş alanından kaybolana kadar.
بَعْدَ التَأكُّدِ أنَّ أبَاهُم وزَوجَتَهُ لَنْ يَعُودَا، نَامَ الطِفْلانِ المُتْعَبَانِ بِقُرْبِ النَّارِ.
-den sonra|emin olduktan sonra|-dığı|babalarının|eşlerinin|-meyecek|dönmeyecekler|uyudular|çocuklar|yorgun|yakınında|ateşin
Babalarının ve annelerinin geri dönmeyeceklerinden emin olduktan sonra, yorgun çocuklar ateşin yanında uyudular.
عِنْدَمَا اسْتَيقَظَا كَانَ الوَقْتُ مُتَأخِّرَاً جِدَّاً والقَمَرُ سَاطِعَاً مُتَوَهِجَاً.
-dığında|uyandılar|-di|zaman|geç|çok|ve ay|parlıyor|alev alev
Uyandıklarında saat çok geç olmuştu ve ay parlak bir şekilde parlıyordu.
أنَا خَائِفَةٌ جِدَّاً يا أخِي. مَاذَا سَنَفْعَلُ؟ لَا أَعْتَقِدُ أنَّ أحَدَاً سَيَأتِي لِيَجِدَنَا.
ben|korkuyorum|çok|ey|kardeşim|ne|yapacağız|hayır|inanmıyorum|-dığı|hiç kimse|gelecek|bizi bulmak için
Korkuyorum çok, kardeşim. Ne yapacağız? Hiç kimsenin bizi bulacağını sanmıyorum.
لا تَخَافِي يا غريتل، الحَصَی التِي تَرَكْتُهَا تَحْتَ ضَوءِ القَمَرِ تُشِعُّ لَامِعَةً.
hayır|korkma|ey|Gretel|taşlar|-ki|bıraktım|altında|ışık|ayın|parlıyor|parlak
Korkma Gretel, bıraktığım taşlar ay ışığında parlıyor.
يُمْكِنُنَا أنْ نَتَّبِعَ طَرِيقَ الحَصَی لِلوُصُولِ إلی المَنْزِلِ.
yapabiliriz|-mek|takip etmek|yolu|taşların|ulaşmak için|-e|eve
Eve ulaşmak için taşların yolunu takip edebiliriz.
سَارَ الطِفْلَانِ طَوَالَ اللَّيلِ وأخِيرَاً وَصَلَا مَنْزِلَ أبِيهِمَا.
yürüdü|çocuklar|boyunca|gece|ve sonunda|vardılar|eve|babalarına
İki çocuk gece boyunca yürüdü ve sonunda babalarının evine ulaştılar.
دَلَّتْهُمَا الحَصَی علی الطَّرِيقِ.
onlara yol gösterdi|taş|üzerine|yola
Onlara yolun taşları rehberlik etti.
حَدَقَتْ زَوجَةُ أبِيهِمَا بِاسْتِغْرَابٍ عِنْدَمَا فَتَحَتِ البَابَ.
gözlerini dikti|eşi|babalarının|şaşkınlıkla|-dığında|açtığında|kapıyı
Babalarının eşi kapıyı açtığında şaşkınlıkla onlara baktı.
مَاذَا كُنْتُمَا تَفْعَلانِ فِي الغَابَةِ حتی هَذِهِ السَّاعَةِ؟
ne|yapıyordunuz|yapıyordunuz|de|ormanda|kadar|bu|saate
Bu saate kadar ormanda ne yapıyordunuz?
لَقَدْ بَحَثْنَا عَنْكُمَا ولَمْ نَجِدُكُمَا.
gerçekten|araştırdık|ikinizi|ve|bulamadık
SİZİ ARADIK AMA BULAMADIK.
أُرَاهِنُ أنَّكُمَا كُنْتُمَا تَعْبَثَانِ وتَخْتَبِئَانِ فِي مَكَانٍ مَا، ألَيسَ كَذَلِكَ؟
bahse giriyorum|ikinizin|olduğunuzu|oynadığınızı|ve saklandığınızı|içinde|bir yer|herhangi|değil mi|böyle
SİZİN OYUN OYNADIĞINIZ VE BİR YERDE GİZLENDİĞİNİZİ İDDİA EDİYORUM, DEĞİL Mİ?
وَبِهَذَا أيضَاً تَظَاهَرَ الأبُ خَادِعَاً الطِفْلَينِ. واحْتَضَنَهُمَا بِسَعَادَةٍ .
ve bununla|ayrıca|davranmış|baba|kandırıcı|çocuklara|ve onları kucaklamış|mutlulukla
BÖYLECE BABA DA ÇOCUKLARA DOLANDIRICI OLARAK DAVRANDI. ONLARI MUTLULUKLA KUCAKLADI.
شُكْرَاً يا ﷲ، لَقَدْ عُدتُمَا! تَوَرَّمَتْ عَينَايَ مِنَ البُكَاءِ طَوَالَ اللَّيلِ.
teşekkürler|ey|Tanrım|gerçekten|döndünüz|gözlerim sulandı|gözlerim|-den|ağlamaktan|boyunca|gece
TEŞEKKÜRLER TANRI, DÖNDÜNÜZ! GÖZLERİM AĞLAMAKTAN ŞİŞTİ GECE BOYUNCA.
لَكِنَّ زَوْجَةَ أبِيهِمَا لَمْ تَكُنْ تَسْتَسْلِمُ بِسُهُولَةٍ.
ama|eş|onların babası|değil|olmalıydı|teslim olmuyor|kolayca
AMA BABALARININ EŞİ KOLAYCA TESLİM OLMAK İSTEMİYORDU.
كَانَ هَدَفُهَا الوَحِيدُ هُوَ التَخَلُصُ مِنَ الطِفْلَينِ.
oldu|onun hedefi|tek|o|kurtulmak|-den|iki çocuk
TEK HEDEFİ İKİ ÇOCUKTAN KURTULMAKTI.
سَأَلَتْهُمَا كَيفَ وَجَدَا طَرِيقَ العَودَةِ إلی المَنْزِلِ، أخْبَرَتْهَا غريتل كُلَّ شَيءٍ خُطْوَۃً بِخُطْوَةٍ.
onlara sordu|nasıl|buldular|yol|dönüş|-e|eve|ona bildirdi|Gretel|her|şeyi|adım|adım adım
ONLARA EVİNE DÖNME YOLUNU NASIL BULDUKLARINI SORDU, GRETEL HER ŞEYİ ADIM ADIM ANLATTI.
بَعْدَ أنْ عَرَفَتْ كَيفَ عَادَا إلی المَنزِلِ، حَبَسَتْهُمَا تِلكَ اللَّيلَةَ فِي غُرْفَتِهِمَا.
sonra|-dıktan sonra|öğrendi|nasıl|döndüler|-e|eve||o|gece|-de|odalarında
EVİNE NASIL DÖNDÜKLERİNİ ÖĞRENDİKTEN SONRA, O GECEYİ ONLARI ODALARINDA HAPSETTİ.
فِي تِلكَ اللَّيلَةِ لَمْ يَسْتَطِع هانسل الخُرُوجَ لِجَمْعِ الحَصَی.
-de|o|gece|-medi|yapamadı|Hansel|dışarı çıkmak|toplamak için|taşları
O gece Hansel taşları toplamak için dışarı çıkamadı.
فِي اليَومِ التَّالِي ذَهَبُوا مَرَّۃً أُخْرَی إلی الغَابَةِ.
-de|gün|ertesi|gittiler|kez|bir daha|-e|orman
Ertesi gün tekrar ormana gittiler.
هَذِهِ المَرَّۃُ ولِأَنَّهُ لَمْ يَكُنْ لَدَيهِ حَصَی كَانَ يُسْقِطُ فُتَاتَ الخَبزِ مِنْ جَيبِهِ علی الأرضِ وهُوَ يَسِيرُ.
bu|kez|çünkü|-medi|yoktu|onun|taşı|-di|düşürüyordu|parçaları|ekmek|-den|cebinden|-e|yere|ve o|yürüyordu
Bu sefer cebinde taş olmadığı için yürürken ekmek kırıntılarını yere düşürüyordu.
حَصَلَ الشَيءُ ذَاتُهُ وانْتَظَرَ الطِفْلانِ قُرْبَ النَّارِ مَرَّۃً ثَانِية.
oldu|şey|kendisi|ve beklediler|çocuklar|yakınında|ateş|kez|ikinci
Aynı şey oldu ve çocuklar ateşin yanında ikinci kez beklediler.
أنَا خَائِفَةٌ لِلغَايَةِ يا هانسل، إنَّ الظَلَامَ حَالِكٌ. دَعْنَا نَعُودُ لِلمَنْزِلِ!
ben|korkuyorum|çok|ey|Hansel|gerçekten|karanlık|yoğun|hadi|dönelim|eve
Çok korkuyorum Hansel, karanlık çok yoğun. Eve dönelim!
لا تَقْلَقِي. لَمْ أسْتَطِعْ جَمْعَ الحَصَی، لَكِنْ هَذِهِ المَرَّۃَ سَنَتْبَعُ أَثَرَ فُتَاتِ الخُبْزِ الذي أَسْقَطْتُهُ.
değil|endişelenme|-madı|başaramadım|toplamak|taşları|ama|bu|sefer|takip edeceğiz|izini|kırıntı|ekmek|ki|düşürdüm
Endişelenme. Taşları toplayamadım ama bu sefer düşürdüğüm ekmek kırıntılarının peşinden gideceğiz.
لَكِن عندما هَمَّا بِالذَهَابِ لَمْ تَكُنْ هُنَاكَ فُتَاتُ خُبْزٍ. لِأَنَّ الطُّيُورَ أَكَلَتْهُم جَمِيعَاً.
ama|-dığında|ikisi|gitmeye|-madı|yoktu|orada|kırıntılar|ekmek|çünkü|kuşlar|hepsini yedi|
Ama gitmeye karar verdiklerinde ekmek kırıntıları yoktu. Çünkü kuşlar hepsini yemişti.
لَكِن... لَكِن، أينَ الخُبز؟
ama|ama|nerede|ekmek
Ama... ama, ekmek nerede?
ذَهَبَا إلی دَاخِلِ الغَابَةِ وإلی الخَارِجِ، لَكِنَّهُمَا لَمْ يَجِدَا الطَّرِيقَ.
onlar gitti|-e|içine|orman|-e|dışına|ama onlar|-medi|bulamadı|yolu
Ormana ve dışarıya gittiler, ama yolu bulamadılar.
لا لا يمكن! مَاذَا سَنَفْعَلُ الآنَ هانسل؟ فَكِّرْ فِي شَيءٍ مَا.
hayır|hayır|mümkün değil|ne|yapacağız|şimdi|Hansel|düşün|hakkında|bir şey|
Hayır, olamaz! Şimdi ne yapacağız Hansel? Bir şey düşün.
أَشْعُرُ بِالبَرْد!
hissediyorum|
Üşüyorum!
حَسَنَاً يا غريتل، لا تَقْلَقِي.
tamam|ey|Gretel|hayır|endişelenme
Tamam Gretel, endişelenme.
أولاً دَعِينَا نَجِدُ مَكَانَاً لِنُدَفِّئَ أنْفُسَنَا. بِطَرِيقَةٍ أو أُخْرَی سَنَجِدُ طَرِيقَ العَودَةِ إلی المَنْزِلِ.
önce|bırakın|bulalım|bir yer|ısıtmak için|kendimizi|bir şekilde|ya|başka|bulacağız|yol|dönüş|eve|ev
Öncelikle kendimizi ısıtacak bir yer bulalım. Bir şekilde evin yolunu bulacağız.
كانَ كِلاهُمَا خَائِفَيْنِ ومُنْهَكَيْنِ، وَجَدَا شَجَرَةً مُجَوَّفَةً فَدَخَلَا لِيُدَفِئَا نَفْسَيهِمَا.
vardı|ikisi de|korkmuş|bitkin|buldular|bir ağaç|oyuk|girdiler|ısıtmak için|kendilerini
İkisi de korkmuş ve yorgunlardı, içi boş bir ağaç buldular ve içine girip ısınmaya başladılar.
رَاحَا في النَّومِ وهُمَا مُتَعَانِقَان.
gittiler|içinde|uyku|ve ikisi|sarılmış
Birbirlerine sarılmış bir şekilde uykuya daldılar.
فِي الصَّبَاحِ ظَلَّا يَتَجَوَّلانِ فِي الغَابَةِ لا يَعْرِفَانِ أيْنَ يَذْهَبَان.
içinde|sabah|kaldılar|dolaşarak|içinde|orman|değil|bilmiyorlar|nerede|gidiyorlar
Sabah, ormanda nereye gideceklerini bilmeden dolaşmaya devam ettiler.
مَرَّ يَومَان، لَكِن لَمْ يَسْتَطِيعَا إيْجَادَ طَرِيقِ المَنْزِلِ.
geçti|iki gün|ama|-madı|başaramadılar|bulmayı|yolun|eve
İki gün geçti ama eve giden yolu bulamadılar.
لاحِقَاً شَاهَدَا طَائِرَاً علی غُصْنِ شَجَرَةٍ.
daha sonra|gördüler|bir kuş|üzerinde|dalın|ağacın
Sonra bir ağaç dalında bir kuş gördüler.
آه انظُرِي، يَا لَهُ مِنْ طَائِرٍ جَمِيلٍ!
ah|bak|ey|ne|-den|kuş|güzel
Ah bak, ne güzel bir kuş!
كَأَنَّهُ يُرِيدُ أنْ يَقُولَ لَنَا شَيئَاً. هَلْ تَعتَقِدِينَ بِأَنَّهُ سَيُرِينَا الطَرِيقَ الصَحِيحَ؟
sanki|istiyor|-mek|söylemek|bize|bir şey|mi|inanıyor musun|onun|bize göstereceği|yolu|doğru
Sanki bize bir şey söylemek istiyor. Sizce doğru yolu gösterecek mi?
دَعِينَا نَتْبَعُهُ.
bırakın|onu takip edelim
Bırak bizi onu takip edelim.
كَانَ طَائِرَاً أزْرَقَ بَدِيعَاً! نَسِيَ الطِفْلَانِ تَعَبَهُمَا وَبَدَءَا بِاللَّحَاقِ بِالطَّائِرِ.
vardı|kuş|mavi|güzel|unuttular|çocuklar|yorgunluklarını|ve başladılar|peşinden koşmaya|kuşun
Harika bir mavi kuştu! Çocuklar yorgunluklarını unuttular ve kuşu takip etmeye başladılar.
شَاهَدَا الطَائِرَ يَحُطُّ علی حَافَةِ نَافِذَةِ مَنْزِلٍ.
gördüler|kuşu|konuyor|üzerine|kenarına|pencere|evin
Kuşun bir evin penceresinin kenarına konduğunu gördüler.
يَا للرَوعَة! يَا لهُ مِنْ مَنْزِلٍ جَمِيلٍ! كَأنَّ الطَّائِرَ يُنَادِينَا لِنَأتِي.
ah|ne harika|ah|onun|ne|ev|güzel|sanki|kuş|bizi çağırıyor|gelmemiz için
Ne harika! Ne güzel bir ev! Sanki kuş bizi gelmeye çağırıyordu.
هَيَّا مَاذَا نَنْتَظِرُ؟ لِنَذْهَبَ. رُبَمَا نَجِدُ شَيئَاً لِلأَكْلِ.
hadi|ne|bekliyoruz|gidelim|belki|buluruz|bir şey|yemek için
Hadi, neyi bekliyoruz? Gidelim. Belki yiyecek bir şey buluruz.
عِندَمَا اقْتَرَبَا مِنَ المَنْزِلِ، كَانَا مُرْتَبِكَينِ تَمَامَاً.
-dığında|yaklaştılar|-e|eve|ikisi de vardı|endişeli|tamamen
Eve yaklaştıklarında, tamamen endişeliydiler.
كَانَ مَنْزِلَاً جَمِيلاً مَصْنُوعَاً بِالكَامِلِ مِنَ الشُوكُولَا والكَعْكِ والحَلْوَی.
vardı|ev|güzel|yapılmış|tamamen|-den|çikolata||ve tatlı
Ev, tamamen çikolata, kek ve tatlıdan yapılmış güzel bir evdi.
كَانَتِ النَّوَافِذُ مَصْنُوعَةً مِنَ القِشْدَۃِ والسَّقْفُ مُغَطَّی بِالحَلَوِيَاتِ المُلَوَنَة.
vardı|pencereler|yapılmış|-den|krem|ve çatı|kaplanmış|şekerlemelerle|renkli
Pencereler krema ile yapılmıştı ve tavan renkli şekerlemelerle kaplıydı.
بَدَأَا بِالقَضْمِ مِنَ المَنْزِلِ وتَمْزِيقِهِ لِقِطَعٍ.
başladılar|ısırmakla|-den|evden|ve yırtmakla|parçalara
EVE AĞIZ AÇIP YEMEYE BAŞLADILAR VE ONU PARÇALARA AYIRDILAR.
سَأَقُومُ بِتَنَاولِ القَلِيلِ مِنْ طَرَفِ النَافِذَةِ يا غريتل! مممم... لَذِيذ!
yapacağım|almakla|az|-den|kenarından|pencereden|ey|Gretel|mmm|lezzetli
PENCEREDEN BİR AZ ALACAĞIM, GRETEL! Mmm... LEZZETLİ!
أشْعَرُ بِالفُضُولِ حَولَ الحَلْوَی المُعَلَّقَةِ مِنَ السَّقْفِ.
hissediyorum|merakla|etrafında|tatlı|asılı|-den|tavandan
TAVANDAN ASILI ŞEKERLE İLGİLİ MERAK HİSSEDİYORUM.
عَلَيكِ تَذَوقُ جَرَسِ البَابِ أيضَاً!
senin|tatman|kapının|zili|ayrıca
KAPININ ZİLİNİ DE TADMAN GEREK!
بِهَذَا الشَّكْلِ مَلَأا بَطْنَيهِمَا بِالكَعْكِ والحَلَويَاتِ والقِشْدَۃِ والشُوكُولا
bu|şekilde|doldurdular|karınlarını|kekle|ve şekerlemelerle|ve krema ile|ve çikolata ile
Böylece karınlarını kekler, şekerlemeler, krema ve çikolata ile doldurdular.
هَلْ يُوجَدُ أحَدٌ هُنَا؟
mı|var|biri|burada
Burada kimse var mı?
مَرْحَبَاً. نَحْنُ هُنَا!
merhaba|biz|burada
Merhaba. Biz buradayız!
بِيَأْسٍ قَرَرَا أنْ يَجْلِسَا ويَنْتَظِرَا عِنْدَ البَابِ.
kötü bir şekilde|karar verdiler|-meyi|otursunlar|ve beklesinler|-de|kapının önünde
Ümitsizlikle kapının önünde oturmaya ve beklemeye karar verdiler.
بَعْدَ فَتْرَةٍ قَلِيلَةٍ دَخَلَتِ الحَدِيقَةَ امرَأةٌ جَمِيلَةُ الوَجْهِ ولَطِيفَةٌ تَحْمِلُ حَقِيبَةً .
sonra|bir süre|kısa|girdi|bahçeye|bir kadın|güzel|yüzüyle|ve nazik|taşıyor|bir çanta
Kısa bir süre sonra bahçeye güzel yüzlü ve nazik bir kadın girdi, elinde bir çanta taşıyordu.
آه، يَبْدُو أنَّهُ لَدَيَّ ضُيُوفٌ! مَرْحَبَاً! طَائِرِي الأزْرَقُ نَقَلَ لِيَ الأَخْبَارَ مُنْذُ دَقَائِقٍ. لِذَلِكَ أَتَيتُ بِأَسْرَعِ مَا اسْتَطَعْتُ.
ah|görünüyor|onun|bende var|misafirler|merhaba|kuşum|mavi|iletti|bana|haberleri|dan beri|dakikalar|bu yüzden|geldim|en hızlı|kadar|yapabildiğim
Ah, sanırım misafirlerim var! Hoş geldiniz! Mavi kuşum birkaç dakika önce bana haber getirdi. Bu yüzden mümkün olan en hızlı şekilde geldim.
نَحْنُ آسِفَان. لَقَدْ أكَلْنَا بَعْضَ الأَشْيَاءِ مِنْ مَنْزِلِكِ دُونَ إذنٍ، لَكِن أنَا وأُخْتِي كُنَا جَائِعَين جِدَّاً لِمُدَةِ يَومَين.
biz|üzgünüz|gerçekten|yedik|bazı|şeyleri|dan|evinden|sız|izin|ama|ben|ve kız kardeşim|idik|aç|çok|süresince|iki gün
Üzgünüz. İzniniz olmadan evinizden bazı şeyler yedik, ama ben ve kız kardeşim iki gündür çok açtık.
لا بَأس. مَنْزِلِي مُمَيَزٌ جِدَّاً. الأجْزَاءُ التِي تَنَاوَلْتُمَاهَا تَنْمُو مِنْ جَدِيدٍ فَورَاً.
hayır|sorun|evim|özel|çok|kısımlar|ki|yediğiniz|büyüyor|dan|yeniden|hemen
Sorun değil. Evim gerçekten çok özel. Yediğiniz şeyler hemen yeniden büyüyor.
تَعَالَا ادْخُلَا لَابُدَ أنَّكُمَا تَشْعُرَانِ بِالبَرْدِ. إذَا لَمْ يَكُنْ لَكُمَا مَنْزِلٌ أيْضَاً بِإمْكَانِكُمَا السَّكَنُ مَعِي.
gelin|girin|zorunlu|sizin|hissedeceksiniz|soğuk|eğer|değil|olursa|sizin|ev|ayrıca|sizin|kalmak|benimle
Gelin, içeri girin. Soğuk hissettiğinize eminim. Eğer bir eviniz yoksa, benimle kalabilirsiniz.
تِلكَ اللَّيلَةُ وَضَعَتْهُمَا فِي سَرِيرَيْنِ جَمِيلَيْنِ
O gece onları iki güzel yatağa koydu.
وَفِي اليَومِ التَّالِي حَضَّرَتْ فَطُورَاً شَهِيَّاً.
Ertesi gün lezzetli bir kahvaltı hazırladı.
فِي الحَقِيقَةِ كَانَتْ هَذِهِ المَرْأَةُ الجَّمِيلَةُ سَاحِرَةً شِرِيرَةً بِخُطَطٍ غَادِرَةٍ.
Aslında bu güzel kadın, hain planlarla kötü bir cadıydı.
عِنْدَمَا ذَهَبَتْ لِإيقَاظِ الطِفْلَينِ، صَرَخَ هانسل وغريتل لَدَی رُؤيَتِهِمَا سَاحِرَةً شِرِيرَةً أمَامَهُمَا وأَرَادَا الهَرَبَ مِنَ الغُرْفَة.
-dığında|gitti|uyandırmak için|çocukları|bağırdı|Hansel|ve Gretel|sahip olduklarında|görülerine|cadı|kötü|önlerinde|ve istediler|kaçmak|-den|odadan
İKİ ÇOCUĞU UYANDIRMAYA GİTTİĞİNDE, Hansel ve Gretel, KARŞILARINDA KÖTÜ BİR CADI GÖRDÜKLERİNDE ÇIĞLIK ATTILAR VE ODADAN KAÇMAK İSTEDİLER.
لَكِنَّ السَاحِرَةَ أَمْسَكَتْ هانسل وألْقَتْهُ فِي قَفَصٍ وأَوْصَدَتْ البَابَ.
ama|cadı|yakaladı|Hansel|ve onu attı|-e|kafese|ve kapattı|kapıyı
AMA CADI, HANS'İ YAKALADI VE ONU BİR KAFESİN İÇİNE ATTI VE KAPISINI KAPATTI.
ثُمَّ رَمَتْ غريتل فِي المَطْبَخِ.
sonra|attı|Gretel|-e|mutfağa
SONRA GRETEL'İ MUTFAĞA ATTILAR.
هاهاها! أيُّهَا الطِفْلَانِ الغَبِيَانِ! لقَدْ وَقَعْتُم فِي فَخِّ مَنْزِلِي المَصْنُوعِ مِنَ الحَلْوَی!
ha ha ha|ey|çocuklar|aptallar|gerçekten|düştünüz|-e|tuzağa|evime|yapılmış|-den|şekerden
HA HA HA! APTAL ÇOCUKLAR! ŞEKERDEN YAPILMIŞ EVİME TUZAĞA DÜŞTÜNÜZ!
هَيَّا إذِاً اطْبُخِي الوَجَبَاتِ التي تُحِبِينَهَا أنْتِ وأخُوكِ.
hadi|o zaman|pişir|yemekleri|ki|seviyorsun|sen|ve kardeşin
O zaman, sen ve kardeşin sevdiğiniz yemekleri pişirin.
اكْتَسِبَا بَعْضَ الوَزْنِ حتی أمْلأَ بَطْنِي أَكْثَرَ عِنْدَمَا آكُلُكُمَا. هَيَّا ابْدَأي.
kazanın|biraz|kilo|ta ki|doyurayım|karnımı|daha fazla|-dığında|sizleri yediğimde|hadi|başla
Biraz kilo alın ki, ben de daha fazla doyayım, ikinizi yediğimde. Hadi başlayın.
بِمَا أنَّ الطِفْلَينِ كَانَا ذَكِيَّينِ جِدَّاً، صَارَا يَأْكُلَانِ مَا يَكْفِي فَقَطْ لِيَبْقَيَانِ علی قَيدِ الحَيَاةِ وبِهَذَا لا يَسْمَنَان.
-den dolayı|ki|çocuklar|idiler|zeki|çok|oldular|yemeye|ne|yeter|sadece|kalmaları için|-de|yaşam|hayat|ve böylece|değil|kilo almazlar
Çocuklar çok zeki oldukları için, sadece hayatta kalmak için yeterli olanı yiyorlar ve bu yüzden kilo almıyorlar.
رَمَتْ غريتل الطَّعَامَ مِنْ علی طَبَقِهَا عِندَمَا كَانَتِ السَّاحِرَةُ لا تَنْظُرُ وأخْفَی هانسل الطَّعَامَ فِي جِيُوبِ سُتْرَتِهِ وبِنْطَالِهِ.
attı|Gretel|yiyeceği|-den|üzerine|tabağından|-dığında|olduğunda|cadı|değil|bakıyordu|sakladı|Hansel|yiyeceği|-de|ceplerinde|ceketinde|ve pantolonunda
Gretel, cadı bakmadığı sırada tabağındaki yiyecekleri fırlattı ve Hansel, yiyecekleri ceketinin ve pantolonunun ceplerine sakladı.
تَعَالِي إلی هُنَا يا غريتل. دَعِينَا نَرَی إنْ اكْتَسَبْتِ وَزْنَاً.
gel|-e|buraya|ey|Gretel|bırak|görelim|eğer|kazandıysan|kilo
Buraya gel, Gretel. Gel bakalım, kilonu ölçelim.
اخْتَارَتِ السَّاحِرَةُ غريتل أَوَلَاً لِتَتَحَقَقَ مِنْ وَزْنِهَا.
seçti|cadı|Gretel|önce|kontrol etmesi için|-den|kilosunu
Cadı önce Gretel'i seçti, onun kilosunu kontrol etmek için.
أيُّتُهَا الفَتَاةُ النَحِيلَةُ! تَعْتَقِدِينَ أنَّكِ إذِا بَقِيتِ هَكَذَا سَتَتَمَكَنِينَ مِنْ تَحْرِيرِ نَفْسَكِ مِنِي؟
ey|kız|zayıf|inanıyorsun|senin|eğer|kalırsan|böyle|başarabileceksin|-den|kurtulmak|kendin|benden
Ey zayıf kız! Böyle kalırsan, benden kurtulabileceğini mi sanıyorsun?
سَحَبَتِ السَاحِرَةُ هانسل مِنْ سُتْرَتِهِ.
çekti|cadı|Hansel|-den|ceketinden
Cadı Hansel'i ceketinden çekti.
وبَينَمَا كَانَتْ تَتَفَقَّدُهُ مِنْ خَارِجِ القُضْبَانِ، سَقَطَ الطَّعَامُ مِنْ سُتْرَتِهِ وبِنْطَالِهِ. أ
ve|o (dişi) idi|onu kontrol ediyordu|-den|dışından|çubukların|düştü|yemek|-den|ceketinin|ve pantolonunun|
Dışarıdan onu kontrol ederken, yiyecek ceketinden ve pantolonundan düştü.
أدْرَكَتِ السَّاحِرَةُ فَورَاً مَا يَجْرِي.
o (dişi) fark etti|cadı|hemen|ne|oluyor
Cadı hemen ne olduğunu anladı.
ظَنَنْتُمَا أنَّهُ يُمْكِنُكُمَا خِدَاعِي؟ لَقَدْ غَيَّرْتُ رَأيِي! لَنْ أنْتَظِرَ حتی تَكْسَبَا وَزْنَاً.
siz (ikili) düşündünüz|onun|mümkün olduğunu|beni kandırmak|gerçekten|değiştirdim|fikrimi|-meyecek|bekleyeceğim|-ene kadar|kazanana kadar|ağırlık
Beni kandırabileceğinizi mi düşündünüz? Fikrimi değiştirdim! Beklemeyeceğim, ta ki kilonuzu artırana kadar.
سَأَطْهُوَ كِلَيكُمَا في الفُرْنِ اليَوم. سَيَكُونُ هَذَا عِقَابَكُمَا! هاهاها!
pişireceğim|siz (ikili) için|-de|fırında|bugün|olacak|bu|cezanız|hahaha
Bugün ikinizi fırında pişireceğim. Bu sizin cezanız olacak! Ha ha ha!
كَانَتْ غَاضِبَةً جِدَّاً لِدَرَجَةِ أنَّهَا وَاصَلَتِ التَّخَبُطَ في الأشْيَاءِ في المَنْزِلِ مُخْتَنِقَةً.
o|kızgın|çok|derecede|onun|devam etti|karışıklık|içinde|şeyler|içinde|ev|boğulmuş
She was so angry that she continued to fumble around the house, suffocating.
Çok sinirliydi, o kadar ki evdeki eşyalarla çarpışmaya devam ediyordu, boğulmuş gibi.
لِأَنَّ السَّاحِرَةَ فِي الوَاقِعِ كَانَتْ عَمْيَاء. هَذَا ما أَدْرَكَتْه غريتل لَاحِقَاً أنَّ السَّاحِرَةَ لا تَسْتَطِيعُ الرُؤيَةَ.
çünkü|cadı|içinde|aslında|o|kör|bu|ne|anladı|Gretel|daha sonra|ki|cadı|değil|yapamıyor|görmek
Çünkü cadı aslında kördü. Gretel, cadının göremediğini sonradan anladı.
كَانَتْ بِقُرْبِ المَوقِدِ، وكَانَ كِلاهُمَا يَبْكِيَانِ ويُخَطِطَانِ أيضَاً كَيفِيَةَ الهُرُوبِ.
o|yakınında|ocak|ve o|ikisi de|ağlıyorlar|ve plan yapıyorlar|ayrıca|nasıl|kaçmak
Ocak yakınındaydılar ve ikisi de ağlıyor ve kaçmanın yollarını planlıyordu.
تَعَالِي إلی هُنَا بِسُرْعَةٍ يا غريتل. أَلْقِ نَظْرَةً علی الفُرْنِ الكَبِيرِ فِي المَطْبَخِ.
gel|-e|buraya|hızlıca|ey|Gretel|bak|bir bakış|-e|fırın|büyük|içinde|mutfak
Hızla buraya gel, Gretel. Mutfaktaki büyük fırına bir bak.
أخْبِرِينِي هَلْ يُوجَدُ حَطَبٌ كَافٍ فِي الدَّاخِلِ؟
bana haber ver|mi|var|odun|yeterli|içinde|içeri
Bana söyle, içeride yeterince odun var mı?
كَانَتِ النَّارُ مُشْتَعِلَةً لَكِنْ غريتل خَدَعَتِ السَّاحِرَةَ.
o vardı|ateş|yanıyordu|ama|Gretel|o kandırdı|cadıyı
Ateş yanıyordu ama Gretel cadıyı kandırdı.
النَّارُ علی وَشَكِ أنْ تَنْطَفِئَ يا سَيدَتِي.
ateş|üzerine|neredeyse|-ecek|sönmek|ey|hanımefendi
Ateş sönmek üzere, hanımefendi.
إذَاً ارْمِي حَطَبَاً أكْثَرَ! أسْرِعِي!
o zaman|at|odun|daha fazla|acele et
O zaman daha fazla odun at! Acele et!
بَابُ الفُرْنِ عَالِقٌ! لا أَسْتَطِيعُ فَتْحَهُ!
kapı|fırın|sıkışmış|değil|yapamam|açmak
FIRIN KAPISI KİLİTLİ! AÇAMAM!
لا أَسْتَطِيعُ
değil|yapamam
AÇAMAM
يَا لَكِ مِنْ فَتَاۃٍ بِلَا نَفْعٍ. نَحِيلَةٌ وبِلَا نَفْعٍ! هَا هُوَ، بِهَذِهِ السُّهُولَةِ.
ey|senin için|-den|genç kız|-sız|fayda|zayıf|-sız|fayda|işte|o|bu|kolaylıkla
NE KADAR FAYDASIZ BİR KIZSIN! ZAYIF VE FAYDASIZ! İŞTE BU KADAR KOLAY.
عِنْدَمَا فَتَحَتِ السَّاحِرَةُ بَابَ الفُرْنِ، حَرَارَةُ الحَطَبِ المُحْتَرِقِ لَسَعَ وَجْهَهَا.
-dığında|açtığında|cadı|kapıyı|fırının|sıcaklığı|odunun|yanan|yaktı|yüzünü
CADI FIRIN KAPISINI AÇTIĞINDA, YANAN ODUNUN ISISI YÜZÜNE ÇARPTI.
مَاذَا يَجْرِي؟ قُلْتِ أنَّهُ لا يُوجَدُ نَارٌ!
ne|oluyor|söyledin|onun|değil|var|ateş
NE OLUYOR? ATEŞ YOK DEDİN!
مَدَّتِ السَّاحِرَةُ يَدَهَا بِاتِجَاهِ الفُرْنِ لِتَفْهَمَ مَا يَحْدُث. مُنْتَهِزَۃً الفُرْصَةَ، دَفَعَتْ غريتل السَّاحِرَةَ إلی دَاخِلِ الفُرْنِ بِكُلِّ قُوَتِهَا.
uzattı|cadı|elini|yönünde|fırın|anlamak için|ne|oluyor|fırsatı değerlendirerek|fırsatı|itti|Gretel|cadıyı|içine|iç|fırın|tüm|gücüyle
BÜYÜCÜ KADIN FIRINA NE OLDUĞUNU ANLAMAK İÇİN ELİNİ UZATTI. FIRSATI DEĞERLENDİREN GRETEL, BÜYÜCÜYÜ TÜM GÜCÜYLE FIRINA İTTİ.
عِنْدَمَا سَقَطَتِ السَّاحِرَةُ العَجُوزُ فِي الفُرنِ، أغْلَقَتِ البَابَ وأوْصَدَتْهُ.
-dığında|düştü|cadı|yaşlı|içine|fırın|kapattı|kapıyı|ve kapıyı kilitledi
YAŞLI BÜYÜCÜ FIRINA DÜŞTÜĞÜNDE, KAPAYI KAPATTI VE KİLİTLEDİ.
يُمْكِنُ سَمَاعُ صَرَخَاتِ السَّاحِرَةِ بِكُلِّ الأَرْجَاءِ.
mümkün|duymak|çığlıklarını|cadının|her|yerlerde
BÜYÜCÜNÜN ÇIĞLIKLARI HER YERDEN DUYULABİLİYOR.
آاااه... النجدة! النجدة!
ah|yardım|yardım
Ahhh... yardım! yardım!
فَتَحَتِ غريتل قَفَصَ هانسل وأَخْرَجَتْهُ. تَعَانَقَ الشَقِيقَانِ بِقُوَّةٍ. كَانَا سَعِيدَيْنِ لِلغَايَةِ.
açtı|Gretel|kafesi|Hansel|onu çıkardı|||sıkıca|ikisi de|mutluydular|çok
Gretel, Hansel'in kafesini açtı ve onu dışarı çıkardı. Kardeşler sıkı sıkıya sarıldılar. Çok mutlulardı.
أحْسَنْتِ يا أُخْتِيَ العَزِيزَةَ! لَقَدْ نَجَوْنَا الآنَ بِفَضْلِكِ!
iyi yaptın|ey|benim kardeşim|değerli|gerçekten|kurtulduk|şimdi|senin sayende
Aferin sana, sevgili kardeşim! Artık senin sayende kurtulduk!
ها ها ها ها
ha|ha|ha|ha
Ha ha ha ha
هَيَّا يا غريتل دَعِينَا نَرَی إنْ كُنَّا نَسْتَطِيعُ إيْجَادَ شَيءٍ نَسْتَخْدِمُهُ فِي المَنْزِلِ قَبْلَ مُغَادَرَتِنَا.
hadi|ey|Gretel|bırak|görelim|eğer|biz|yapabiliyorsak|bulmak|bir şey|onu kullanmak|de|evde|önce|ayrılmadan
Hadi, Gretel, evden ayrılmadan önce kullanabileceğimiz bir şey bulup bulamayacağımıza bakalım.
تَجَوَلَا مَعَاً فِي المَنْزِلِ.
dolaşalım|birlikte|de|evde
Evin içinde birlikte dolaştılar.
كَانَ هُنَاكَ بَابٌ لِغُرْفَةٍ لَمْ تَسْمَحِ السَاحِرَةُ لَهُمَا قَبْلاً أنْ يَفْتَحَاهُ.
vardı|orada|kapı|bir odaya|-madı|izin vermedi|cadı|onlara|daha önce|-mesi için|açmalarına
Daha önce cadının onlara açmalarına izin vermediği bir oda kapısı vardı.
عِنْدمَا فَتَحَاهُ وَجَدَا صُنْدُوقَاً مَلِيئَاً بِالمُجَوهَرَاتِ.
-dığında|açtıklarında|buldular|bir sandık|dolu|mücevherlerle
Kapıyı açtıklarında, mücevherlerle dolu bir sandık buldular.
هاهاها... دَعِينَا نَمْلَأُ جُيُوبَنَا فَورَاً، سَيَكُونُ لَدَينَا مُجَوهَرَاتٍ الآنَ بَدَلَ الطَّعَامِ هَذِهِ المَرَّۃِ!
haha|bırak|dolduralım|ceplerimizi|hemen|olacak|bizim olacak|mücevherler|şimdi|yerine|yiyecek|bu|sefer
Ha ha ha... Hadi ceplerimizi hemen dolduralım, bu sefer yiyecek yerine mücevherlerimiz olacak!
خَرَجَا مِنَ المَنْزِلِ بِسُرعَةٍ ودَخَلَا الغَابَةَ، كَانَتِ الطُّرُقُ وكَأنَّهَا جَمِيعَاً مَألُوفَةً. أخِيرَاً شَاهَدَا مَنْزِلَهُمَا مِنْ بَعِيدٍ.
çıktılar|den|ev|hızla|girdiler|orman|dı|yollar|sanki|hepsi|tanıdık|sonunda|gördüler|evlerini|den|uzaktan
Hızla evden çıktılar ve ormana daldılar, yollar sanki hepsi tanıdık gibiydi. Nihayet evlerini uzaktan gördüler.
أخِيرَاً شَاهَدَا مَنْزِلَهُمَا مِنْ بَعِيدٍ.
sonunda|gördüler|evlerini|den|uzaktan
Nihayet evlerini uzaktan gördüler.
أبِي!
babam
Baba!
نَحْنُ هُنَا!
biz|burada
BURADAYIZ!
عَانَقَ الأبُ الذي فَتَحَ البَابَ وَلَدَيهِ بِفَرَحٍ. كَانَ سَعِيدَاً جِدَّاً.
kucakladı|baba|ki|açtı|kapıyı|çocuklarıyla|sevinçle|oldu|mutlu|çok
Kapıyı açan baba, çocuklarını sevinçle kucakladı. Çok mutluydu.
يا أولاد، لَدَيَّ بَعْضُ الأَخْبَارِ. زَوجَةُ أبِيكُمَا مَرِضَتْ وتُوفِيَت.
ey|çocuklar|bende var|bazı|haberler|eş|babanızın|hastalandı|ve vefat etti
Çocuklar, sizlere bazı haberlerim var. Babanızın eşi hastalandı ve vefat etti.
لَقَدْ اقْتَرَفْتُ خَطَئَاً كَبِيرَاً لِاسْتِمَاعِي لَهَا، أرْجُوكُمَا سَامِحَانِي. لَقَدْ اشْتَقْتُ لَكُمَا جَزِيلاً. أنَا نَادِمٌ علی كُلِّ شَيءٍ.
gerçekten|işledim|hata|büyük|dinlemem nedeniyle|ona|sizden rica ediyorum|affedin|gerçekten|özledim|sizleri|çok|ben|pişmanım|üzerine|her|şey
Onu dinleyerek büyük bir hata yaptım, lütfen beni affedin. Sizi çok özledim. Her şey için pişmanım.
لَقَدْ اشْتَقْنَا لَكَ أيضَاً يا أبِي. اشْتَقْنَا لِمَنْزِلِنَا وأُسِرَتِنَا أيضَاً. الآنَ نَسْتَطِيعُ نِسْيَانَ كُلِّ شَيءٍ ونَكُونُ مَعَاً.
Seni de özledik baba. Evimizi ve ailemizi de özledik. Artık her şeyi unutabiliriz ve birlikte olabiliriz.
أَخْرَجَا الجَوَاهِرَ مِنْ جُيُوبِهِمَا وأعْطَيَاهُمَا لِوَالِدِهِمَا. حَدَّقَ الأبُ بِدَهْشَةٍ.
Cevherleri ceplerinden çıkardılar ve onları ebeveynlerine verdiler. Baba şaşkınlıkla baktı.
مَا هَذِهِ؟!؟
Bu ne?!?
لَمْ نَعُدْ فُقَرَاءً! نَحْنُ أَثْرِيَاءٌ!
Artık fakir değiliz! Biz zenginiz!
لَدَينَا الكَثِيرُ لِنُخْبِرَكَ بِهِ يا أبِي! لَيسَ لَدَيكَ فِكْرَةٌ عَنِ الذي مَرَرْنَا بِهِ.
bizde var|çok|sana haber vermek için|onun hakkında|ey|babam|değil|senin var|fikir|hakkında|ne|geçtik|ondan
Sana söyleyecek çok şeyimiz var baba! Nelerden geçtiğimiz hakkında hiçbir fikrin yok.
فِي تِلكَ اللَّيلَةِ جَلَسُوا قُرْبَ النَّارِ وتَحَدَّثُوا حتی الصَّبَاحِ.
de|o|gece|oturdular|yakınında|ateşin|konuştular|kadar|sabaha
O gece ateşin etrafında oturdular ve sabaha kadar konuştular.
بَقِيَتِ الأَيَّامُ السَّيِّئَةُ خَلْفَهُم. لِذَلكَ عَاشُوا جَمِيعَاً حَيَاةً سَعِيدَةً وهَادِئَةً.
kaldı|günler|kötü|arkalarında|bu yüzden|yaşadılar|hep birlikte|hayat|mutlu|ve huzurlu
Kötü günler geride kaldı. Bu yüzden hep birlikte mutlu ve huzurlu bir hayat sürdüler.
ai_request(all=78 err=2.56%) translation(all=155 err=0.00%) cwt(all=1448 err=7.53%)
tr:B7ebVoGS:250501
openai.2025-02-07
PAR_TRANS:gpt-4o-mini=4.7 PAR_CWT:B7ebVoGS=16.01