9 Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Boxer'ın yarılan toynağının iyileşmesi uzun sürdü. Zafer kutlamaları sona erdikten bir gün sonra yel değirmenini yeniden yapmaya başlamışlardı. Boxer bir gün bile izin almaya yanaşmamıştı; acı çektiğini kimseye belli etmemeyi bir onur sorunu olarak görüyor, toynağının çok ağrıdığını akşamları yalnızca Clover'a itiraf ediyordu. Clover, Boxer'ın yarasını, çeşitli otları çiğneyerek hazırladığı lapalarla iyileştirmeye çalışıyordu. Clover ile Benjamin, kendini fazla yormaması için Boxer'a yalvarıyorlardı. Clover,"Atlar da yorulur," diyor, ama Boxer kulak asmıyordu: Artık tek bir amacı kalmıştı, o da emekliye ayrılmadan yel değirmeninin çalışmaya başladığını görmekti. Başlangıçta, Hayvan Çiftliği'nin yasaları ilk kez hazırlanırken, emeklilik yaşı atlar ve domuzlar için on iki, inekler için on dört, köpekler için dokuz, koyunlar için yedi, tavuklar ve kazlar için de beş olarak belirlenmişti. Emekli aylıklarının yüksek tutulması kararlaştırılmıştı. Gerçi henüz hiçbir hayvan emekliye ayrılmış değildi, ama son zamanlarda bu konu gittikçe daha çok tartışılır olmuştu. Meyve bahçesinin arka tarafındaki küçük çayırın arpa ekimine ayrılmasından sonra, büyük çayırın bir köşesinin çitle çevrileceği ve emekliliği gelen hayvanlar için otlak olarak kullanılacağı yolunda bir söylenti dolaşıyor; emekli atlara günde iki buçuk kilo tahıl, kışın yedi buçuk kilo ot, bayramlarda da bir havuç ya da mümkün olursa bir elma verilmesi gerektiği söyleniyordu. Boxer, gelecek yıl yaz sonuna doğru on iki yaşına basacaktı.
Hayatın zorlukları bitmek bilmiyordu. Bu kış da bir önceki kadar soğuktu, yiyecekler daha da azalmıştı. Domuzlar ve köpeklerin tayınları dışında bütün tayınlarda bir kez kısıntıya gidilmişti. Squealer'ın açıklamasına bakılırsa, tayınlarda çok katı bir eşitlik, Hayvancılığın ilkelerine aykırıydı; yiyecek sıkıntısı varmış gibi görünebilirdi, ama gerçek hiç de öyle değildi. Squealer gönüllere su serpmeyi çok iyi beceriyordu. Kuşkusuz, şimdilik, tayınları yeniden ayarlamak zorunda kalmışlardı (Squealer, hiçbir zaman "kısıntı" sözcüğünü kullanmıyor, '"yeniden ayarlama" demeyi yeğliyordu), ama gene de Jones'un dönemiyle kıyaslandığında çok büyük bir ilerleme söz konusuydu. Rakamları en küçük ayrıntısına kadar, tiz bir sesle hızlı hızlı okuyarak, Jones'un dönemine oranla daha çok yulaf, daha çok ot ve daha çok şalgam yediklerini, çalışma saatlerinin daha aza indirildiğini, içme sularının daha nitelikli olduğunu, daha uzun yaşadıklarını, ölen yavruların sayısında büyük bir azalma görüldüğünü, ahırlarda daha fazla saman bulunduğunu ve eskisi kadar pirelenmediklerini bir bir ortaya koyuyordu. Hayvanlar, ne dese inanıyorlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse Jones'un zamanında olup bitenler, belleklerinden neredeyse bütünüyle silinmişti. Şimdilerde yoksul ve çetin bir hayat yaşadıklarını, çoğu zaman aç kalıp soğuktan donduklarını, uyku uyumak dışında her dakikalarını çalışmakla geçirdiklerini biliyorlardı. Ama eski günlerin daha da beter olduğuna inanıyorlar ve bundan mutluluk duyuyorlardı. Kaldı ki, Squealer'ın da durmadan vurguladığı gibi, eskiden köle olmalarına karşılık şimdi özgürdüler; bütün fark da buradaydı. Beslenecek boğazlar da artmıştı. Sonbaharda dört dişi domuz da aşağı yukarı aynı sıralar toplam otuz bir yavru doğurmuştu. Çiftlikteki tek erkek domuz Napoléon olduğundan, hepsi de alacalı olan yavruların babalarının kim olduğunu kestirmek hiç de güç değildi. İleride, tuğla ve kereste alındığı zaman, çiftlik evinin bahçesinde bir derslik yapılacağı açıklanmıştı. Ama şimdilik küçük domuzlara çiftlik evinin mutfağında Napoléon kendisi ders vermekteydi. Beden eğitimi ve gezinti için bahçeye çıkıyorlardı, ama öteki hayvanların yavrularıyla oynamalarına izin yoktu. Gene o sıralar, yeni kurallar getirilmişti: Bir domuz ile başka bir hayvan yolda karşılaştıklarında öteki hayvan kenara çekilerek domuza yol verecek ve bütün domuzlar pazar günleri kuyruklarına yeşil kurdele takma ayrıcalığına sahip olacaklardı.
O yıl çiftlikte işler yolunda gitmesine karşın, hâlâ para sıkıntısı çekiliyordu. Derslik için tuğla, kum ve kireç almak, yel değirmeninin aygıtları için de para biriktirmek zorundaydılar. Ayrıca, ev için gazyağı ve mum, Napoléon'un sofrası için şeker (şişmanlamasınlar diye şekeri öteki domuzlara yasaklamıştı) almaları gerekiyordu; araç gereç, çivi, ip, kömür, tel, hurda demir ve köpek bisküvisi de cabası. Samanların ve patateslerin bir bölümü satılmıştı; sözleşmedeki yumurta sayısı haftada altı yüze çıkarıldığından, o yıl tavuklar yeterince civciv çıkaramamışlardı. Aralık ayında azaltılmış olan tayınlara şubatta yeniden kısıtlama getirilmiş, fazla gazyağı gitmesin diye ahırlarda fener yakmak yasaklanmıştı. Ama domuzların rahatı yerindeydi; dahası, semirdikleri bile söylenebilirdi. Şubat sonlarına doğru bir akşamüstü, mutfağın arkasında bulunan ve Jones'un zamanında hiç kullanılmayan küçük bira imalathanesinden avluya, hayvanların o güne kadar hiç duymadıkları, ılık, nefis, iştah açıcı bir koku yayıldı. Hayvanlardan biri, bunun pişirilmekte olan arpa kokusu olduğunu söyledi. Kokuyu içlerine çeken aç hayvanlar, yoksa akşam yemeğine sıcak bir lapa mı hazırlanıyor, diye düşünmekten kendilerini alamadılar. Ama sıcak lapa şöyle dursun, ertesi pazar artık tüm arpanın domuzlara ayrılacağı açıklandı. Meyve bahçesinin arkasındaki tarlaya çoktan arpa ekilmişti. Çok geçmeden bir haber yayıldı: Artık her domuza günde yarım litre, Napoléon'a ise dört litre bira veriliyor, Napoléon birasını Crown Derby takımının çorba kâsesinden içiyordu. Gerçi güçlüklerin ardı arası kesilmiyordu, ama hayvanlar artık eskisine göre çok daha onurlu yaşadıklarını düşünerek bir ölçüde avutuyorlardı kendilerini. Daha çok şarkı söyleniyor, daha çok konuşma yapılıyor, daha çok tören düzenleniyordu. Napoléon, haftada bir, Hayvan Çiftliği'nde verilen savaşımları ve kazanılan zaferleri kutlamak amacıyla Kendiliğinden Gösteriler düzenlenmesini buyurmuştu. Hayvanlar, belirlenen saatte işi bırakıyor, çiftliğin çevresinde askeri düzende yürüyüşe geçiyorlardı: en önde domuzlar, onların arkasında atlar, sonra inekler, koyunlar, en arkada da kümes hayvanları... Köpekler geçit alayının iki yanında yürüyor, Napoléon'un siyah horozu da başı çekiyordu. Üzerinde hayvan ayağı ve boynuz resmi bulunan, "Yaşasın Napoléon Yoldaş!" yazılı bir bayrağı her zaman Boxer ile Clover taşıyorlardı. Daha sonra, Napoléon'un onuruna yazılmış şiirler okunuyor, ardından Squealer gıda maddeleri üretimindeki son artışları ayrıntılarıyla açıklayan bir konuşma yapıyor, zaman zaman da bir el silah atılıyordu. Kendiliğinden Gösteriler'in en büyük tutkunu koyunlardı; içlerinden biri vakit kaybettiklerinden ve soğukta dikilip durmaktan başka bir şey yapmadıklarından yakınmaya kalksa (bazı hayvanlar, gerçekten de, domuzlar ve köpekler ortalıkta görünmediği zamanlar yakınıyorlardı), koyunlar o saat bir ağızdan, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" diye avazları çıktığı kadar meleyerek onu susturuyorlardı. Ama hayvanlar bu törenlerden genellikle hoşnuttular. Ne de olsa, kendi kendilerinin efendisi olduklarının ve yalnızca kendi yararları için çalıştıklarının anımsatılması, yüreklerini ferahlatıyordu. Böylece şarkılarla, tören alaylarıyla, Squealer'ın sıraladığı rakamlarla, tüfeğin gümbürtüsüyle, horozun ötüşleriyle ve bayrağın dalgalanışıyla, ara sıra da olsa, açlıklarını unutabiliyorlardı. Nisan ayında Hayvan Çiftliği'nde Cumhuriyet ilan edildi. Bir başkan seçmek gerekiyordu. Tek aday olan Napoléon oybirliğiyle başkan seçildi. Aynı gün, Snowball'un Jones'un suç ortağı olduğuna ilişkin ayrıntılı bilgileri gün ışığına çıkaran yeni belgeler bulunduğu açıklandı. Belgeler, Snowball'un, hayvanların ilk başta sandıkları gibi yalnızca Ağıl Savaşı'nın kaybedilmesi için savaş hilesine başvurmakla kalmadığını, açıktan açığa Jones'un safında dövüştüğünü ortaya koyuyordu. Üstelik, İnsan kuvvetlerinin komutanlığını üstlenmiş ve, "Yaşasın İnsanlık!" diye haykırarak saldırıya geçmişti. Snowball'un sırtındaki yaraları kendi gözleriyle gördüklerini anımsayanlar ise, yepyeni bir şey öğreniyorlardı: Meğer bu yaraları Napoléon dişleriyle açmıştı. Kaç yıldır ortalıkta görünmeyen kuzgun Moses, yaz ortalarına doğru birden çiftliğe geri döndü. Neredeyse hiç değişmemişti; elini sıcak sıcak sudan soğuk suya sokmuyor, eskisi gibi Balbadem Diyarı masalları okuyup duruyordu. Bir kütüğün üstüne tünüyor, kara kanatlarını çırpıyor; dinleyecek birini bulmayagörsün, saatlerce konuşuyordu. Koca gagasıyla gökyüzünü göstererek çok ciddi bir sesle, "İşte orada, yoldaşlar," diyordu. "Balbadem Diyarı, biz zavallı hayvanların tüm sıkıntılarımızdan kurtulup sonsuza dek huzur içinde yaşayacağımız ülke orada, şu gördüğünüz kara bulut var ya, onun hemen ardında!" Dahası, bir gün çok yükseklerden uçarken oradan geçtiğini, alabildiğine uzanıp giden yonca tarlalarını, keten tohumu küspesi ve kesmeşekerlerle kaplı çalılıkları gözleriyle gördüğünü ileri sürüyordu. Hayvanların birçoğu ona inanıyordu. Bu dünyada açlık ve yokluk içinde yaşıyorlardı; başka bir yerlerde daha iyi bir dünyanın bulunmasından daha doğru, daha anlaşılır ne olabilirdi? Asıl anlaşılması zor olan, domuzların Moses'a karşı tutumuydu. Hem onu aşağılayarak Balbadem Diyarı'yla ilgili masallarının palavra olduğunu söylüyorlar, hem de hiç çalışmadan çiftlikte kalmasına ses çıkarmıyorlar, dahası her gün bira içmesine izin veriyorlardı. Boxer, ayağı iyileştikten sonra, her zamankinden daha sıkı çalışmaya başlamıştı. Aslında, o yıl, tüm hayvanlar köle gibi çalışıyorlardı. Çiftliğin gündelik işleri ve yel değirmeninin yeniden yapımının yanı sıra, bir de mart ayında genç domuzlar için bir derslik yapılmaya başlanmıştı. Az yiyip çok çalışmak dayanılır gibi değildi, ama Boxer asla pes etmiyordu. Konuşmalarından da, çalışmasından da, artık eskisi kadar güçlü olmadığını anlamak mümkün değildi. Yalnızca görünüşü biraz değişmişti; tüyleri eskisi kadar parlak değildi, kocaman sağrısı içine göçmüştü. Herkes, "İlkbahar otları bir yeşersin, Boxer kendini toparlar," diyordu. İlkbahar otları yeşerdi, ama Boxer toparlanamadı. Bazen, taşocağına çıkılan yamaçta, iri bir kaya parçasının altında kasları titrediğinde, onu ayakta tutan tek şey kararlılığı oluyordu. Böyle durumlarda, sesini tümden yitirmesine karşın, dudaklarından: "Daha çok çalışacağım," sözcükleri okunabiliyordu. Clover ile Benjamin, sağlığını koruması için onu sürekli uyarıyorlar, ama Boxer kulak asmıyordu. On ikinci yaş günü yaklaşıyordu. Sağlığı umurunda değildi; tek isteği, kendisi emekliye ayrılmadan yel değirmeni için yeterince taş toplanmasıydı.
Bir yaz akşamı, birden çiftlikte bir söylenti yayıldı: Boxer'a bir şey olmuştu. Yel değirmeni için tek başına bir araba taş taşımaya kalkışmıştı. Söylenti hiç kuşkusuz doğruydu. Az sonra, iki güvercin yarışırcasına haberi yetiştirdi: "Boxer yere yıkılmış! Kalkamıyor!" Çiftlikteki hayvanların neredeyse yarısı, yel değirmeninin bulunduğu küçük tepeye koştu. Boxer orada, arabanın okları arasında, boynunu uzatmış yatıyor, başını bile kaldıramıyordu. Gözleri cam gibi olmuş, gövdesi tepeden tırnağa tere batmıştı. Ağzından ince bir kan sızıyordu. Clover, yanı başına diz çöktü.
"Boxer!" diye bağırdı. "Ne oldu sana?" Boxer, duyulur duyulmaz bir sesle, "Ciğerlerim dayanmadı," dedi. "Dert değil. Yel değirmenini bensiz de bitirebilirsiniz. Epeyce taş toplandı. Hem bir ayım kalmıştı. Doğrusu, emekliliğimi dört gözle bekliyordum. Benjamin de yaşlandı artık; belki de onu da emekliye ayırırlar da bana arkadaşlık eder." Clover, "Hemen yardım istemeliyiz," dedi. "Koşun, Squealer'a haber verin." Hayvanlar, olup biteni Squealer'a anlatmak üzere hep birlikte çiftlik evine koştular. Yalnızca Clover'la Benjamin kalmıştı; Benjamin, Boxer'ın yanına uzanmış, uzun kuyruğuyla sinekleri kovuyordu. On beş dakika kadar sonra, Squealer belirdi; üzgün ve kaygılı görünüyordu. Napoléon Yoldaş'ın, çiftliğin en sadık işçilerinden birinin başına geleni çok büyük bir üzüntüyle öğrendiğini, Boxer'ın tedavi için Willingdon'daki hastaneye gönderilmesini sağlamaya çalıştığını söyledi. Hayvanlar biraz tedirgin oldular. O güne kadar Mollie ve Snowball dışında hiçbir hayvan çiftlikten ayrılmamıştı; hasta yoldaşlarının insanların eline bırakılacak olmasından hiç hoşlanmamışlardı. Ama Squealer, onları kolayca yatıştırmakta gecikmedi: Willingdon'daki baytar, Boxer'ı çok daha iyi tedavi edebilirdi. Yarım saat kadar sonra Boxer biraz toparlanıp güçlükle ayağa kalktı; topallayarak ahırına gidip Clover'la Benjamin'in hazırladıkları saman döşeğe uzandı. Boxer, iki gün ahırında kaldı. Domuzlar, banyodaki ilaç dolabında buldukları büyük bir ilaç şişesi göndermişlerdi. Clover, şişenin içindeki pembe ilacı Boxer'a günde iki kez yemeklerden sonra içiriyordu. Akşamları Boxer'ın ahırında kalıp onunla konuşuyor, Benjamin de sinekleri kovuyordu. Boxer, başına gelenlere üzülmediğini söylüyordu. Bir iyileşirse, en azından üç yıl daha yaşayabilir, büyük otlağın bir köşesinde huzurlu günler geçirebilirdi. Belki de hayatında ilk kez okumaya, bir şeyler öğrenmeye vakit ayırabilecekti. Son yıllarını alfabenin tümünü öğrenmeye ayırmayı düşünüyordu.
Ne var ki Benjamin'le Clover, Boxer'la ancak iş saatlerinden sonra ilgilenebiliyorlardı. Üstü kapalı bir yük arabası Boxer'ı götürmeye geldiğinde, öğle saatleriydi. Bir domuzun gözetiminde, şalgam tarlasındaki ayrıkotlarını ayıklamakta olan hayvanlar, Benjamin'in çiftlik binalarının oradan avazı çıktığı kadar anırarak dörtnala geldiğini görünce çok şaşırdılar. Benjamin'i hayatlarında ilk kez telaşlı görüyorlardı; aslına bakılırsa, o güne değin dörtnala koştuğunu da gören olmamıştı. "Çabuk! Çabuk!" diye bağırdı Benjamin. "Hemen gelin! Boxer'ı götürüyorlar!" Hayvanlar, domuza aldırış etmeden, işi bırakıp çiftlik binalarının oraya koştular. Gerçekten de, avluda, iki atlı, üstü kapalı büyük bir yük arabası duruyordu. Yan tarafında bir yazı bulunan arabanın sürücü yerinde, melon şapkalı, şeytan bakışlı bir adam oturuyordu. Boxer'ın ahırı boştu. Hayvanlar, arabanın çevresini almış, hep birlikte, "Güle güle, Boxer!" diye bağırıyorlardı. "Yolun açık olsun!" Benjamin ise, hayvanların çevresinde hoplayıp zıplıyor, küçük ayaklarını yere vurarak, "Salaklar! Salaklar!" diye bağırıyordu. "Kör müsünüz? Arabanın üstünde ne yazıyor, görmüyor musunuz?" Benjamin'i duyan hayvanlar durakladılar; ortalığı bir suskunluk kapladı. Muriel, yazıyı sökmeye çalışıyordu. Benjamin, onu kenara itti ve ölüm sessizliğinin ortasında yazıyı okudu:
"Alfred Simmonds, At Kasabı ve Tutkal İmalatçısı, Willingdon. Hayvan Derisi ve Kemik Tozu Taciri. Köpek kulübesi temin edilir. Şimdi anladınız mı? Boxer'ı at kasabına götürüyorlar, köpek maması yapacaklar!" Hayvanlar, dehşet içinde bağrıştı. Tam o sırada, sürücü yerinde oturan adam atları kamçıladı, tırısa kalkan atların çektiği araba avludan çıktı. Tüm hayvanlar, yeri göğü çınlatarak arabanın ardına düştüler. Clover var gücüyle en önden gidiyordu. Araba hızlanmaya başladı. Clover, güçlü bacaklarıyla dörtnala kalkmaya çalıştıysa da, ancak eşkine erişebildi. "Boxer!" diye bağırıyordu. "Boxer! Boxer! Boxer! "Tam o sırada, dışarıda kopan gürültüyü duymuşçasına, arabanın arkasındaki küçük pencerede Boxer'ın yüzü belirdi. Clover, "Boxer!" diye haykırdı yürekleri dağlayan bir sesle. "Boxer! Çık oradan! Çabuk çık! Boğazlamaya götürüyorlar seni!" Hayvanlar da, "Çık oradan Boxer! At kendini dışarı!" diye bağırıyorlardı. Ama araba iyiden iyiye hızlanmış, arayı gittikçe açıyordu. Boxer'ın, Clover'ın ne dediğini anlayıp anlamadığı da belli değildi. Ama çok geçmeden yüzü camdan kayboldu ve arabanın içinden korkunç tepinmeler duyuldu. Çifteler atarak kapıyı açmaya çalışıyordu. Eskiden olsa, arabanın kapısını birkaç çiftede paramparça ederdi. Ama ne gezer! O eski gücünün yerinde yeller esiyordu. Biraz sonra, tepinmeler yavaş yavaş hafifledi ve sonunda tümden kesildi. Umarsızlığa kapılan hayvanlar, bu kez, arabayı çekmekte olan atlara seslendiler: "Yoldaşlar! Yoldaşlar! Kardeşinizi ölüme götürmeyin!" Ama olup biteni kavrayamayan aptal beygirler, kulaklarını arkaya yatırıp biraz daha hızlandılar. Boxer'ın yüzü bir daha camda belirmedi. İçlerinden biri, önden koşup çiftliğin kapısını kapatmayı düşündü, ama artık çok geçti; araba kapıdan çıkarak yola daldı ve hızla gözden kayboldu. Boxer'ı bir daha hiç görmediler. Üç gün sonra Boxer'ın, gösterilen her türlü özene karşın Willingdon'daki hastanede öldüğü haberi geldi. Haberi açıklayan Squealer, son anlarında Boxer'ın yanında bulunduğunu söylüyordu. Squealer, ön ayağını kaldırıp gözyaşlarını silerek, "Böylesine dokunaklı bir sahne görmemiştim!" dedi. "Son ana kadar başucundaydım. Konuşacak gücü kalmamıştı. Son nefesinde, kulağıma, tek üzüntüsünün yel değirmeninin bittiğini görememek olduğunu fısıldadı. 'İleri, yoldaşlar!' dedi güçlükle. 'Ayaklanma adına ileri! Yaşasın Hayvan Çiftliği! Yaşasın Napoléon Yoldaş! Napoléon her zaman haklıdır!' Son sözleri bunlar oldu, yoldaşlar." Derken, Squealer'ın tavrı ansızın değişiverdi. Bir an durdu, ufacık gözleriyle çevresine kuşkulu bakışlar fırlattıktan sonra başladı anlatmaya.
Boxer götürüldükten sonra çiftlikte saçma ve aşağılık bir söylenti yayıldığını duymuştu. Söylentiye bakılırsa, bazı hayvanlar Boxer'ı götüren arabanın üzerinde "At Kasabı" yazdığını görmüşler ve hemen Boxer'ın kesilmeye gönderildiği sonucuna varmışlardı. Bir hayvanın bu kadar salak olması inanılır gibi değildi. Ter ter tepiniyor, öfkeyle bağırıyordu. Sevgili Önderleri Napoléon Yoldaş'ı hiç mi tanımıyorlardı? Napoléon Yoldaş, hiç böyle bir şeye göz yumar mıydı? Oysa işin aslı çok basitti. Eskiden bir at kasabının kullandığı araba, kısa bir süre önce baytar tarafından satın alınmış ama baytar arabanın üstündeki yazıyı silmeye vakit bulamamıştı. Sorun buradan kaynaklanıyordu.
Hayvanlar, işin aslını öğrenince, yüreklerindeki sıkıntıyı biraz olsun atmışlardı. Hele Squealer, Boxer'a ölüm döşeğinde ne kadar büyük özen gösterildiğini, Napoléon'un o pahalı ilaçları en küçük bir duraksama göstermeden hemen aldırttığını ayrıntılarıyla anlatınca, kafalarındaki son kuşkular da dağıldı; Boxer'ın hiç değilse mutlu öldüğü düşüncesi, yoldaşlarının ölümüyle içlerine çöken acıyı dindirdi. Ertesi pazar, sabahleyin düzenlenen toplantıya Napoléon da katıldı ve Boxer'ı göklere çıkaran kısa bir söylev çekti. Acısını yüreklerinde duydukları yoldaşlarının cenazesini gömülmek üzere çiftliğe getirtmek mümkün olmamıştı. Ama Boxer'ın cenazesine, çiftlik evinin bahçesindeki defne dallarından yaptırttığı kocaman bir çelenk göndermişti. Domuzlar, birkaç güne kadar Boxer için bir anma şöleni düzenleyeceklerdi. Napoléon, söylevini, Boxer'ın en sevdiği iki özdeyişle bitirdi: "Daha çok çalışacağım" ve "Napoléon Yoldaş her zaman haklıdır". Bu özdeyişleri her hayvan kafasına iyice kazımalıydı.
Şölenin verileceği gün Willingdon'dan gelen bir bakkal arabası, çiftlik evine kocaman bir sandık bıraktı. O gece büyük bir şamatayla şarkılar söylendiği duyuldu, ardından tepişme ve boğuşma sesleri geldi, en sonunda on bire doğru bir şangırtı koptu. Ertesi gün öğleye kadar, çiftlik evinde kalanların hiçbirinden ses çıkmadı. Çiftlikte bir söylenti dolaşıyordu: Domuzlar, parayı nereden bulmuşlarsa bulmuşlar, bir kasa viski daha almışlardı