×

LingQ'yu daha iyi hale getirmek için çerezleri kullanıyoruz. Siteyi ziyaret ederek, bunu kabul edersiniz: çerez politikası.

image

Hayvan Çiftliği - George Orwell, 3 Bölüm

3 Bölüm

Üçüncü Bölüm

Hasadı kaldırana kadar ırgatlar gibi çalıştılar, baştan ayağa tere battılar! Ama emekleri boşa gitmemişti, hasat umduklarından da bereketliydi.

Zaman zaman analarından emdikleri süt burunlarından geldi; aletler hayvanlara göre değil, insanlara göre yapılmıştı; arka ayaklarının üzerine kalkmalarını gerektiren aletleri kullanamamaları çok büyük bir zorluk çıkarıyordu. Ama domuzlar o kadar akıllıydılar ki, her güçlüğün üstesinden gelmenin bir yolunu buluyorlardı. Atlara gelince; onlar tarlayı karış karış biliyorlar, ekinlerin biçilip toplanması işinden Jones ile adamlarından çok daha iyi anlıyorlardı. Domuzlar, doğrudan çalışmıyorlar, öbürlerini yönetiyor ve denetliyorlardı. Üstün bilgileriyle, önderliği üstlenmeleri doğaldı. Boxer ile Clover, kendilerini atla çekilen tarağa koşuyor (kuşkusuz, artık gem ve dizgin kullanılmıyordu), tarlanın çevresinde ağır ağır dönenip duruyorlar; arkalarından gelen domuz da ikide bir, "Deh, yoldaş!" ya da "Çüş, yoldaş!" diye sesleniyordu. Ekinlerin biçilip toplanmasında en irisinden en ufağına bütün hayvanlar çalışıyorlardı. Ördeklerle tavuklar bile, sabahtan akşama kadar güneşin altında oradan oraya koşuşturuyor, gagalarıyla birer tutam da olsa ot taşıyorlardı. Sonunda, hasadı, Jones ile adamlarının kaldırdığından iki gün kadar daha kısa bir sürede kaldırdılar. Dahası, çiftliğin o güne kadar gördüğü en büyük hasattı bu. Üstelik hiçbir şey boşa harcanmamış, keskin gözlü tavuklar ve ördekler en küçük ot saplarına kadar her şeyi toplamışlardı. Çiftlik hayvanlarının bir teki bile hırsızlığa yeltenmemişti.

O yaz çiftlikte işler yolundaydı. Hayvanlar asla hayal edemeyecekleri kadar mutluydular. Artık, pinti sahiplerinin gıdım gıdım verdiği yeme muhtaç değildiler; kendileri tarafından ve kendileri için üretilen, tümüyle kendilerinin olan yiyecekleri yiyorlardı ya, her lokmadan büyük bir tat alıyorlardı. Ciğeri beş para etmez, asalak insanlar yok olup gittikleri için, herkese daha çok yiyecek düşüyordu. Deneyimden yoksun olmalarına karşın, daha çok boş vakit bulabiliyorlardı. Birçok güçlükle karşılaşıyorlardı; örneğin, mevsim ilerleyip de hasat zamanı geldiğinde, çiftlikte harman makinesi bulunmadığından, başakları eski çağlardaki gibi ayaklarıyla ezmek, kabuklarını da üfleyerek havaya savurmak zorunda kalmışlardı; ama domuzların zekâsı ve Boxer'ın güçlü kaslarıyla her türlü zorluğun üstesinden gelebiliyorlardı. Boxer'a herkes hayrandı. Jones'un zamanında da yorulmak nedir bilmeyen bir hayvan olan Boxer, şimdi neredeyse üç beygir gücünde çalışıyordu; öyle günler oluyordu ki, çiftliğin işleri tümden onun güçlü omuzlarına yıkılıyordu. İşin en ağır olduğu yerde her zaman o vardı; sabahtan akşama kadar dur durak bilmeden uğraş veriyordu. Kendisini sabahları ötekilerden yarım saat önce uyandırması için genç horozlardan biriyle anlaşmıştı; gündelik işler başlayana kadar, en çok gerek duyulan yere koşuyor, orada gönüllü olarak çalışıyordu. Çalışmayı kendisine yasa edinmişti sanki: Bir sorun, bir terslik çıkmayagörsün, o saat, "Daha da sıkı çalışacağım!" deyip işe koyuluyordu.

Aslında, herkes kendi gücü ve yeteneğine göre iyi çalışıyordu. Sözgelimi, tavuklar ve ördekler, ortalığa saçılmış tahıl tanelerini toplayarak neredeyse yirmi kile ekini kurtarmışlardı. Hiç kimse çalıp çırpmıyor, hiç kimse kendisine ayrılan tayın konusunda homurdanıp söylenmiyordu; bir zamanlar çiftlikteki hayatın olağan özelliklerinden sayılan kavgalar, ısırmalar, kıskançlıklar neredeyse tümüyle ortadan kalkmıştı. Kimse işten kaçmıyordu, bir kişi dışında. Evet, Mollie'nin sabahları erken kalkamamak gibi bir sorunu vardı; üstelik, ikide bir, toynağına giren bir taşı bahane ederek işi erken bıraktığı da oluyordu. Doğrusu, kedi de bir tuhaftı. Bir süre sonra, yapılacak bir iş çıktığında hiçbir zaman ortalıkta görünmediği anlaşılmıştı. Saatlerce ortadan kayboluyor, ama yemek vakti geldiğinde ya da akşamüstü işler sona erdiğinde hiçbir şey olmamışçasına ortaya çıkıyordu. Ama her seferinde öyle güzel bahaneler uyduruyor, öylesine sevecen mırlıyordu ki, herkesi iyi niyetine inandırmayı başarıyordu. Yaşlı eşek Benjamin, Ayaklanma'dan bu yana hiç değişmemiş gibiydi. Tıpkı Bay Jones'un zamanında olduğu gibi, gene uyuşuk ve dik kafalıydı; ne işten kaytarıyordu, ne de fazla çalışmaya gönül veriyordu. Ayaklanma ve sonuçları konusunda en küçük bir görüş belirtmiyordu. Jones çiftlikten gittikten sonra daha mutlu olup olmadığı sorulduğunda, "Eşekler uzun yaşar. Hiç ölmüş bir eşek gördünüz mü hayatınızda?" demekle yetiniyor, herkesi bu belirsiz yanıtla yetinmek zorunda bırakıyordu.

Pazarları çalışılmıyordu. Her günkünden bir saat geç yapılan kahvaltıdan sonra, her pazar mutlaka göndere bayrak çekilmesiyle başlayan bir tören düzenleniyordu. Snowball, koşum takımlarının durduğu odada, Bayan Jones'un eski bir masa örtüsünü bulmuş, yeşil örtünün üzerine beyaz boyayla bir toynak ve bir de boynuz resmi yapmıştı. Bayrak pazar sabahları çiftlik evinin bahçesindeki göndere çekiliyordu. Snowball'un açıklamasına göre, bayrağın yeşil zemini İngiltere'nin yemyeşil çayırlarını temsil ediyor, toynak ile boynuz ise insan soyu bir daha geri gelmemek üzere ortadan kaldırıldığında doğacak olan, geleceğin Hayvan Cumhuriyeti'ni simgeliyordu. Bayrağın göndere çekilmesinden sonra, tüm hayvanlar büyük samanlığa doluşarak, Toplantı denilen genel kurula katılıyorlardı. Toplantıda, bir sonraki haftanın işleri konuşuluyor, alınacak kararlar tartışılıyordu. Alınması gereken kararlar her zaman domuzlar tarafından ortaya atılıyordu. Öteki hayvanlar nasıl oy verileceğini biliyorlar, ama kendi başlarına bir karara yaramıyorlardı. Toplantıların en ateşli tartışmacıları, Snowball ile Napoléon'du. Ama bu ikisi asla anlaşamıyorlardı: Birinin ak dediğine öbürü mutlaka kara diyordu. Kimsenin karşı çıkamayacağı bir karara varıldığında bile, birbirlerine girmenin bir yolunu buluyorlardı. Örneğin, meyve bahçesinin arka tarafındaki çayırın artık çalışamaz durumda olan hayvanların dinlenme yeri olarak belirlenmesi kararlaştırıldıktan sonra, farklı türden hayvanların emeklilik yaşlarının ne olması gerektiği konusunda kapışmışlardı. Her toplantının sonunda mutlaka İngiltere'nin Hayvanları şarkısı söyleniyor, öğleden sonraları ise eğlenceye ayrılıyordu. Domuzlar, koşum takımlarının durduğu odayı karargâh edinmişlerdi. Akşamları burada, çiftlik evinden getirmiş oldukları kitaplardan nalbantlık, marangozluk gibi gerekli uğraşları okuyup öğreniyorlardı. Snowball, ayrıca, öteki hayvanların Hayvan Kurulları'nda örgütlenmesiyle de uğraşmakta, bu iş için bıkmadan usanmadan çaba harcamaktaydı. Okuma yazma sınıflarının yanı sıra, tavuklar için Yumurta Üretim Kurulu, inekler için Temiz Kuyruklar Birliği, sıçanlar ve tavşanların evcilleştirilmesi 38 için Yabanıl Yoldaşların Yeniden Eğitimi Kurulu'nu kurmuş, koyunlar için de Daha Beyaz Yün Hareketi'ni oluşturmuştu. Bu atılımların çoğu bir sonuca varamadı. Sözgelimi, yabanıl hayvanları evcilleştirme girişimi daha başından başarısızlığa uğradı. Yabanıl hayvanlar eskisi gibi davranmayı sürdürüyorlar, kendilerine gösterilen hoşgörüyü hemen kötüye kullanıyorlardı. Kedi, Yeniden Eğitim Kurulu'na katılmış ve bir süre canla başla çalışmıştı. Bir gün bir de bakmışlardı, damda oturmuş, erişemeyeceği uzaklıktaki serçelerle konuşuyor; onlara, artık bütün hayvanların yoldaş olduğunu, dilerlerse hiç çekinmeden gelip pençesine konabileceklerini anlatıyordu. Ama serçeler, kedinin yanına bile yaklaşmamışlardı.

Öte yandan, okuma yazma sınıfları çok başarılı olmuştu. Güz geldiğinde, çiftlikteki hemen her hayvan az çok okuma yazma biliyordu.

Domuzların okuma yazması kusursuzdu. Köpekler, okumayı çok iyi öğrenmişlerdi, gel gör ki Yedi Emir den başka bir şey okudukları yoktu. Keçi Muriel'in okuması köpeklerden de iyiydi; bazı akşamlar, çöplükte bulduğu gazete parçalarını getirip öbür hayvanlara okuyordu. Domuzlar kadar iyi okuyabilen Benjamin'in ise, bu yeteneğini kullandığı pek görülmemişti. "Ben okumaya değer bir şey göremiyorum," diyordu. Clover, alfabeyi baştan sona öğrenmişti, ama sözcükleri sökemiyordu. Boxer'a gelince, o D'den ileri gidememişti. Koca ayağıyla toprağın üzerine A, B, C, D harflerini yazıyor, sonra kulaklarını arkaya yatırıp yelesini sallayarak harflere aval aval bakıyor, D'den sonra gelen harfi çıkarmaya çabalıyor, ama bir türlü beceremiyordu. Birkaç kez E, F, G, H'yi de öğrenmiş, ama öğrenir öğrenmez bu kez A, B, C, D yi unuttuğunu fark etmiş, en sonunda alfabenin ilk dört harfiyle yetinmeye karar vermişti; unutmamak için bu dört harfi her gün bir iki kez yazıyordu. Mollie ise, adındaki altı harften başka tek bir harf öğrenmemekte diretiyordu. İnce dalları yan yana getirerek adını yazıyor, dalları birkaç çiçekle süslüyor, sonra da hayran hayran çevresinde dolanıyordu.

Çiftlikteki öteki hayvanların hiçbiri A harfinden öteye geçememiş; koyun, tavuk ve ördek gibi en ahmak hayvanların Yedi Emir'i bir türlü ezberleyemedikleri görülmüştü. Bu sorunun çözümüne epey kafa yoran Snowball, sonunda, Yedi Emir'in aslında tek bir özdeyişe indirgenebileceğini açıkladı. Yedi Emir, bal gibi, "dört ayak iyi, iki ayak kötü" özdeyişine indirgenebilirdi. Snowball'a bakılırsa, bu özdeyiş, hayvancılığın temel ilkesini içeriyordu. Bu temel ilkeyi iyice kavramış olan herkes insanoğlunun zararlı etkilerinden korunabilirdi. Kuşlar, ilk başta, kendilerinin de iki ayaklı oldukları gerekçesiyle bu özdeyişe karşı çıkacak oldular; ama Snowball yanıldıklarını kanıtlamakta gecikmedi.

"Yoldaşlar," dedi. "Kuşun kanadı, iş görmek için değil, devinmek için kullanılan bir organdır. Dolayısıyla, kanat, ayak olarak kabul edilmelidir. İnsanoğlu'nun farklılığı, bütün şeytanlıkları yaptığı alet olan el'dedir." Kuşlar, Snowball'un sözlerinden hiçbir şey anlamamalarına karşın, yaptığı açıklamayı kabullendiler. Tüm hayvancıklar, yeni özdeyişi ezberlemeye koyuldular Ambarın duvarına, Yedi Emir'in yukarısına, üstelik daha büyük harflerle DÖRT AYAK İYİ, İKİ AYAK KÖTÜ yazıldı. Koyunlar, bu sözleri ezberledikten sonra özdeyişi o kadar sevdiler ki, çayırda uzanıp keyif çatarlarken hep birlikte, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü! Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" diye bıkmadan saatler boyu melemeyi alışkanlık haline getirdiler.

Napoléon, Snowball'un kurullarıyla hiç ilgilenmemişti. Gençleri eğitmenin, yetişkinler için yapılabilecek herhangi bir şeyden çok daha önemli olduğu kanısındaydı. Jessie ile Bluebell, hasattan hemen sonra yavrulamışlar, dokuz sağlıklı yavru dünyaya getirmişlerdi. Yavrular sütten kesilir kesilmez, Napoléon, eğitimlerini kendisinin üstleneceğini söyleyerek onları analarından ayırmıştı. Sonra da, yavruları, sadece koşum takımlarının durduğu odadaki bir merdivenden çıkılabilen tavan arasına kapatmış, öylesine gözlerden ırak tutmuştu ki, öteki hayvanlar bir süre sonra varlıklarını bile unutmuşlardı.

Sütlerin nereye gittiği çok geçmeden anlaşıldı. Sütler her gün domuzların lapasına karıştırılıyordu. Elmalar artık olgunlaşmaya yüz tutmuşlardı; meyve bahçesinin çimenleri rüzgârla dökülen elmalarla kaplıydı. Hayvanlar, doğal olarak, elmaların eşit bir biçimde paylaşılacağını umuyorlardı; oysa bir gün ağaçlardan dökülen tüm elmaların toplanması ve koşum takımlarının durduğu odaya getirilerek domuzlara teslim edilmesi buyuruldu. Bazı hayvanlar homurdandıysa da bir yararı olmadı. Bütün domuzlar, Snowball ile Napoléon bile bu konuda aynı düşüncedeydiler.

Öteki hayvanlara gerekli açıklamaları yapmakla görevlendirilen Squealer, "Yoldaşlar!" diye haykırdı. "Umarım, biz domuzların bunu bencilliğimizden, ayrıcalık düşkünlüğümüzden yaptığını sanmıyorsunuzdur. Aslında çoğumuz süt ve elmadan hoşlanmayız. Ben de hoşlanmam. Bu elmalara el koymamızın tek bir amacı var, o da sağlığımızı korumak. Sütte ve elmada domuzların sağlığı açısından kesinlikle gerekli olan bazı maddeler var. Bilim bunu kanıtlamıştır, yoldaşlar. Biz domuzlar düşün emekçisiyiz. Bu çiftliğin tüm yönetim ve düzeninden biz sorumluyuz. Gecemizi gündüzümüze katarak, sizin sağlığınızı koruyoruz. Bu sütleri sizin uğrunuza içiyor, bu elmaları sizin uğrunuza yiyoruz. Biz domuzlar görevimizi gereğince yerine getiremezsek ne olur, biliyor musunuz? Jones geri gelir! Evet, Jones geri gelir! Bundan en küçük bir kuşkunuz olmasın, yoldaşlar." Sonra da, oradan oraya sıçrayıp kuyruğunu oynatarak bağırdı: "Aranızda Jones'un geri gelmesini isteyen tek bir hayvan yoktur sanırım!" Hayvanların en küçük bir kuşku duymadıkları tek bir şey varsa, o da Jones'un geri dönmesini istemedikleriydi. Domuzları sağlıklı tutmanın önemi çok açıktı. Böylece, tartışma büyümeden, bütün sütün ve rüzgârla ağaçlardan dökülen elmaların (doğaldır ki, olgunlaştıkları zaman ağaçlardan toplanan elmaların da) hepsinin domuzlara ayrılması herkesçe kabul edildi.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

3 Bölüm 3 Abschnitt 3 Section Sección 3 3 Section 3 Secção 3 Раздел 3 avsnitt 3 集

Üçüncü Bölüm Third part

Hasadı kaldırana kadar ırgatlar gibi çalıştılar, baştan ayağa tere battılar! |убирать урожай||батраки|||||потому|вымокли в поту Ernte|Ernte|||||||Tee| harvest|the harvest||laborers||worked|from head|head to toe|mustard|they were covered Sie arbeiteten wie Tagelöhner, bis die Ernte eingebracht war und waren von Kopf bis Fuß mit Tere bedeckt! They worked like capstans until they harvested, sweating from head to toe! Ama emekleri boşa gitmemişti, hasat umduklarından da bereketliydi. |||не пропали зря||чем ожидали||урожай был обильным |Arbeiten||war nicht gegangen||||war ertragreich |efforts|in vain|had not gone|the harvest|than they had hoped||it was plentiful Aber ihre Mühen waren nicht umsonst; die Ernte war reicher als sie gehofft hatten. But their labor was not in vain, and the harvest was more fruitful than they had hoped.

Zaman zaman analarından emdikleri süt burunlarından geldi; aletler hayvanlara göre değil, insanlara göre yapılmıştı; arka ayaklarının üzerine kalkmalarını gerektiren aletleri kullanamamaları çok büyük bir zorluk çıkarıyordu. ||их матерей|сосали у||носом пошёл||||||||||||вставать на задние|||не могли использовать|||||создавало трудности |||das Trinken||||Werkzeuge|||||||||||||ihretti||||| ||from their mothers|they suckled|milk|from their noses||tools||for||to humans|for|was made|back|of their hind legs|on|getting up|requiring|tools|they couldn't use||||difficulty|was taking Gelegentlich kam die Milch, die sie von ihren Müttern gesogen hatten, ihnen aus der Nase; die Werkzeuge waren nicht für die Tiere, sondern für die Menschen gemacht; die Unfähigkeit, Werkzeuge zu benutzen, die ihre Hinterbeine zum Stehen brachten, verursachte große Schwierigkeiten. From time to time the milk they sucked from their mothers came from their noses; tools were made for humans, not animals; Their inability to use tools that required them to stand on their hind legs posed a great challenge. Ama domuzlar o kadar akıllıydılar ki, her güçlüğün üstesinden gelmenin bir yolunu buluyorlardı. ||||были умными|||трудности||преодоления трудностей|||находили способ ||||waren intelligent|||Schwierigkeit||||| |pigs|||they were smart|||difficulty|of|overcoming|a|way|they were finding Aber die Schweine waren so intelligent, dass sie immer einen Weg fanden, jede Schwierigkeit zu überwinden. But the pigs were so clever that they found a way to overcome any difficulty. Atlara gelince; onlar tarlayı karış karış biliyorlar, ekinlerin biçilip toplanması işinden Jones ile adamlarından çok daha iyi anlıyorlardı. |||||||урожай|скошены|||||||||понимали лучше |||||karış||der Felder||||||||||verstehen to the horses|when it comes to||the field|inch|||the crops|harvesting|the gathering|of the work|||his men||||understood better Was die Pferde betrifft; sie kannten das Feld in- und auswendig und verstanden viel besser als Jones und seine Männer, wie man die Ernte einbringt und erntet. As for the horses; they knew every inch of the field, and they understood the harvesting business much better than Jones and his men. Domuzlar, doğrudan çalışmıyorlar, öbürlerini yönetiyor ve denetliyorlardı. ||не работают|остальных|управляют||контролировали |||die anderen|||kontrollierten Pigs|directly|they don't work|the others|managing||they were supervising Die Schweine arbeiteten nicht direkt, sondern leiteten und überwachten die anderen. The pigs did not work directly, but directed and supervised the others. Üstün bilgileriyle, önderliği üstlenmeleri doğaldı. |своими знаниями|лидерство|взять на себя|естественно |mit seinem Wissen|Führung|| Üstün|his knowledge|leadership|taking on|was natural Mit ihrem überlegenen Wissen war es nur natürlich, dass sie die Führung übernahmen. With their superior knowledge, it was natural for them to take the lead. Boxer ile Clover, kendilerini atla çekilen tarağa koşuyor (kuşkusuz, artık gem ve dizgin kullanılmıyordu), tarlanın çevresinde ağır ağır dönenip duruyorlar; arkalarından gelen domuz da ikide bir, "Deh, yoldaş!" ||||напрямик|с натянутым|грабли||без сомнения||уздачное кольцо||уздачка|не использовались|||||вращаются|крутятся вокруг|||||||Но, вперёд, товарищ!| ||||springen||zur Seite||||||Zügel|wurden nicht mehr verwendet|des Feldes||||umherdrehen||||||||Hü!| ||||jumping|pulled|to the side|running|without a doubt||yoke||reins|was not being used|the field|around|||turning|they are stopping|from behind||pig||every now and then||Heave|comrade Boxer und Clover laufen zur gezogenen Seite mit dem Pferd (zweifellos wurden keine Zügel und Zaumzeug mehr verwendet) und drehen sich langsam rund um das Feld; der hinter ihnen herlaufende Eber ruft immer wieder: "He, Genosse!" Boxer and Clover rush themselves to the horse-drawn comb (the bridle and bridle were no longer used, of course), circling slowly around the field; The pig that came after them shouted, "Deh, comrade!" ya da "Çüş, yoldaş!" ||Ого, товарищ!| ||Halt| ||Whoa|buddy oder "Halt, Genosse!" or "Down, comrade!" diye sesleniyordu. |звал |rief |was calling he was calling. Ekinlerin biçilip toplanmasında en irisinden en ufağına bütün hayvanlar çalışıyorlardı. урожай|срезание|в сборе урожая||самого крупного||самого маленького|||работали ||bei der Ernte||von der Iris||||| the crops|harvested|in harvesting||the largest||smallest|all||were working All the animals, from the largest to the smallest, were working in the harvesting of the crops. Ördeklerle tavuklar bile, sabahtan akşama kadar güneşin altında oradan oraya koşuşturuyor, gagalarıyla birer tutam da olsa ot taşıyorlardı. С утками||||||||||бегают туда-сюда|клювами||немного||||они носили Mit den Enten||||||||||rennen|mit ihren Schnäbeln||||||trugen with the ducks|chickens|||||the sun|under|||running around|with their beaks|each|a handful||even|grass|they were carrying Even ducks and chickens were running around in the sun from morning to night, carrying a pinch of grass in their beaks. Sonunda, hasadı, Jones ile adamlarının kaldırdığından iki gün kadar daha kısa bir sürede kaldırdılar. ||||его людей|убрали||||||||убрали |||||||||||||heben |the harvest|||his men|they harvested|||||||time|they lifted In the end, they lifted the harvest in about two days less than Jones and his men did. Dahası, çiftliğin o güne kadar gördüğü en büyük hasattı bu. ||||||||урожай| ||||||||Ernte| moreover|||||seen|||harvest| Moreover, it was the largest harvest the farm had ever seen. Üstelik hiçbir şey boşa harcanmamış, keskin gözlü tavuklar ve ördekler en küçük ot saplarına kadar her şeyi toplamışlardı. ||||не потрачено впустую||остроносые|||||||травинки||||собрали |||||||||||||Stängel||||hatten gesammelt moreover|||in vain|been wasted|sharp|eyed|chickens||ducks||||stems||||they had collected Außerdem war nichts umsonst verschwendet worden, die scharfen Augen der Hühner und Enten hatten alles bis zu den kleinsten Grashalmen gesammelt. Moreover, nothing was wasted, the keen-eyed chickens and ducks scooped up everything down to the tiniest twigs of grass. Çiftlik hayvanlarının bir teki bile hırsızlığa yeltenmemişti. |||||кражу|не пыталось |Tiere|||||hatte gewagt |animals||||to theft|had attempted Nicht ein einziges Tier auf dem Bauernhof hatte sich ans Stehlen gewagt. Not a single farm animal had attempted to steal.

O yaz çiftlikte işler yolundaydı. ||||было в порядке ||||war in Ordnung |summer|on the farm|was doing|on track In diesem Sommer reibungslos Dinge auf der Farm. Things were going well on the farm that summer. Hayvanlar asla hayal edemeyecekleri kadar mutluydular. |||представить себе||были счастливы |||||waren glücklich |never|imagine|they would not be able to||they were happy The animals were happier than they could have ever imagined. Artık, pinti sahiplerinin gıdım gıdım verdiği yeme muhtaç değildiler; kendileri tarafından ve kendileri için üretilen, tümüyle kendilerinin olan yiyecekleri yiyorlardı ya, her lokmadan büyük bir tat alıyorlardı. |скупой|владельцев|крошечный кусочек|по чуть-чуть||пища|нуждающиеся|не были|||||для|производимая||||пища|ели|||кусочка пищи|||удовольствие|наслаждались |||Stück|Stück||||waren sie nicht|||||||||||aßen|||Bissen|||Geschmack|nahmen |stingy|of their owners|tiny bit|||food|in need|they were not||||||produced|entirely|||food|were eating|||each bite|||taste|they were eating They were no longer in need of the food that the stingy owners gave a bite to eat; If they ate food that was entirely theirs, produced by and for them, they enjoyed every bite. Ciğeri beş para etmez, asalak insanlar yok olup gittikleri için, herkese daha çok yiyecek düşüyordu. печень||||паразит||||куда-то уходят||||||доставалось ||||||||||||||fiel ab liver|five||is worth|parasitic|people||perishing|they went|||||food|was falling to There was more food for everyone, as the parasitic people were disappearing. Deneyimden yoksun olmalarına karşın, daha çok boş vakit bulabiliyorlardı. Из-за отсутствия опыта|недостаток опыта|несмотря на отсутствие||||||могли находить von der Erfahrung|entbehrend|sie||||||konnten from experience|deprived|their being|despite|||free||they could find Trotz ihrer mangelnden Erfahrung konnten sie mehr Freizeit finden. Despite their lack of experience, they were able to find more free time. Birçok güçlükle karşılaşıyorlardı; örneğin, mevsim ilerleyip de hasat zamanı geldiğinde, çiftlikte harman makinesi bulunmadığından, başakları eski çağlardaki gibi ayaklarıyla ezmek, kabuklarını da üfleyerek havaya savurmak zorunda kalmışlardı; ama domuzların zekâsı ve Boxer'ın güçlü kaslarıyla her türlü zorluğun üstesinden gelebiliyorlardı. |с трудом|сталкивались с|||продвигаясь||урожай||||молотьба|машина для обмолота|отсутствие|колосья||ancient times||ногами|топтать|шелуху||дуновением воздуха||развеивать в воздухе||вынуждены были|||||||сильные мышцы|||трудностями||справлялись с ними ||sie trafen auf|||||||||||nicht vorhanden war|Ähren|||||zerquetschen|Schalen||blasen||blasen||kalmışlardı|||seine Intelligenz||||mit ihren Beinen|||der Schwierigkeit||gelebiliyorlardı |with difficulty|they were encountering|for example|season|advancing||harvest||when|on the farm|threshing|threshing machine|not available|ears of grain|old|ancient times||with their feet|stomp on|their shells||blowing off||throwing it||they had remained||the pigs|their intelligence|||strong|with their legs||various|the difficulty|overcome|they could come Sie standen vor vielen Schwierigkeiten; zum Beispiel, wenn die Saison fortschritt und die Erntezeit kam, mussten sie die Ähren mit ihren Füßen zertrampeln und die Schalen in die Luft blasen, da auf dem Bauernhof keine Dreschmaschine vorhanden war; aber mit dem Verstand der Schweine und Boxers starken Muskeln konnten sie alle Schwierigkeiten überwinden. They faced many difficulties; for example, when the season progressed and the harvest time came, they had to crush the ears with their feet as in ancient times, and toss the bark into the air, as there was no threshing machine in the farm; but with the wit of the pigs and the strong muscles of the Boxer, they could overcome any challenge. Boxer'a herkes hayrandı. ||was a fan of Alle bewunderten Boxer. Everyone admired Boxer. Jones'un zamanında da yorulmak nedir bilmeyen bir hayvan olan Boxer, şimdi neredeyse üç beygir gücünde çalışıyordu; öyle günler oluyordu ki, çiftliğin işleri tümden onun güçlü omuzlarına yıkılıyordu. |||уставать|||||||||||||||||||целиком|||плечи его|сваливались на |||||||||||||Pferd||||||||||||Schultern|fielen |in the time of||to get tired|what|not knowing|||||||||||such||were||||entirely|||shoulders|were falling Boxer, a tireless animal in Jones' time, now ran at almost three horsepower; There were days when the farm business fell entirely on his strong shoulders. İşin en ağır olduğu yerde her zaman o vardı; sabahtan akşama kadar dur durak bilmeden uğraş veriyordu. |||||||||||||остановка||трудился|работал |||||||||||||||Umgang| work||hard||place||||||||stop|rest|without knowing|effort|was working An der Stelle, wo die Arbeit am härtesten war, war er immer da; von frühmorgens bis abends arbeitete er unermüdlich. He was always where it was the hardest; From morning to evening he was working non-stop. Kendisini sabahları ötekilerden yarım saat önce uyandırması için genç horozlardan biriyle anlaşmıştı; gündelik işler başlayana kadar, en çok gerek duyulan yere koşuyor, orada gönüllü olarak çalışıyordu. ||других||||разбудить его|||молодыми петухами||договорился|ежедневные||начинались дела|||||нужный||||добровольно|| ||von den anderen|||||||Hähnen||hatte sich verabredet|||beginnenen||||||||||| himself|in the mornings|than the others|half|||waking|||young roosters|with one of the young roosters|he had agreed|daily|work|begins|||||needed||runs||voluntarily|| Er hatte sich mit einem der jungen Hähne geeinigt, sich morgens eine halbe Stunde früher als die anderen wecken zu lassen; bis die täglichen Arbeiten begannen, lief er dorthin, wo er am meisten gebraucht wurde, und arbeitete dort freiwillig. He had hired one of the young roosters to wake him up in the morning half an hour before the others; until the day-to-day work began, he ran to where it was needed most, working there as a volunteer. Çalışmayı kendisine yasa edinmişti sanki: Bir sorun, bir terslik çıkmayagörsün, o saat, "Daha da sıkı çalışacağım!" ||закон|приобрел|||||неприятность|появится проблема|||||| |||gemacht||||||sollte nicht auftreten|||||| working|to himself|law|had made|as if||||mishap|let it not arise|||||harder|I will work Es schien, als hätte er das Arbeiten zu seinem Gesetz gemacht: Wenn ein Problem oder ein Missstand auftauchte, sagte er sofort: "Ich werde noch härter arbeiten!" It was as if he had made work his law: as soon as something went wrong, he said, "I will work harder!" deyip işe koyuluyordu. ||приступал к работе ||begann saying||he was starting sagte er und machte sich an die Arbeit. he said and got to work.

Aslında, herkes kendi gücü ve yeteneğine göre iyi çalışıyordu. |||||способностям||| |||power||ability|according to|| Tatsächlich arbeiteten alle gut, je nach ihrer eigenen Kraft und Fähigkeit. In fact, everyone was doing well according to their strength and ability. Sözgelimi, tavuklar ve ördekler, ortalığa saçılmış tahıl tanelerini toplayarak neredeyse yirmi kile ekini kurtarmışlardı. Например|||||разбросанные|Зерно|зерна|собирая их|||двадцать киль|урожая| zum Beispiel|||||||Körner|sammeln|||Kilo|Ernte| for example|||ducks|to the open (space)|scattered|grain|grains|by collecting||twenty|bushels|of grain|they had saved Zum Beispiel hatten die Hühner und Enten fast zwanzig Scheffel Korn gerettet, indem sie die verstreuten Körner auflasen. Chickens and ducks, for example, had saved nearly twenty bushels of crops by collecting scattered grains. Hiç kimse çalıp çırpmıyor, hiç kimse kendisine ayrılan tayın konusunda homurdanıp söylenmiyordu; bir zamanlar çiftlikteki hayatın olağan özelliklerinden sayılan kavgalar, ısırmalar, kıskançlıklar neredeyse tümüyle ortadan kalkmıştı. ||ворует|не ворует||||выделенный|||ворчать|не жаловался|||||обычные|особенностей|считавшиеся|ссоры|укусы|ревности||||исчезли |||stiehlt|||||||||||||||||Bisse|Eifersüchteleien||||war ||stealing|stealing|||to himself|allotted|ration|about|grumbling|wasn't complaining|||on the farm||ordinary|ordinary features|considered|fights|biting|jealousies|almost|entirely|from the middle|had happened Niemand stiehlt oder plündert, niemand beschwerte sich über das zugewiesene Futter; die Kämpfe, Bisse und Eifersüchteleien, die einst zu den gewöhnlichen Merkmalen des Lebens auf der Farm gehörten, waren fast vollständig verschwunden. No one stole, no one grumbled about the ration allocated to him; The quarrels, bitings, and jealousies that were once the usual features of life on the farm had almost completely disappeared. Kimse işten kaçmıyordu, bir kişi dışında. ||не уклонялся||| ||verließ||| ||wasn't escaping||| Niemand schob sich von der Arbeit, außer einer Person. No one was running away from work, except for one person. Evet, Mollie'nin sabahları erken kalkamamak gibi bir sorunu vardı; üstelik, ikide bir, toynağına giren bir taşı bahane ederek işi erken bıraktığı da oluyordu. ||||не вставать рано||||||||копыто||||оправдание||||оставляла|| ||||||||||||Huf|||||||||| ||in the mornings|early|not being able to get up|||||moreover|at two||her hoof|hitting||stone|excuse|using||early|leaving||was happening Ja, Mollie hatte das Problem, morgens nicht früh aufstehen zu können; außerdem kam es häufig vor, dass sie die Arbeit früh beendete, indem sie einen Stein, der in ihren Huf trat, als Ausrede benutzte. Yes, Mollie had a problem with not getting up early in the morning; moreover, he sometimes quit the job early, using a stone that got into his hoof as an excuse. Doğrusu, kedi de bir tuhaftı. ||||странная ||||seltsam to be sure||||strange Die Wahrheit ist, die Katze war auch ein bisschen seltsam. Honestly, the cat was a weirdo, too. Bir süre sonra, yapılacak bir iş çıktığında hiçbir zaman ortalıkta görünmediği anlaşılmıştı. ||||||когда появлялась||||не появлялся|было понятно ||||||||||sichtbar|war klar geworden |||to be done|||when it comes up|||around|wasn't around|it had been understood Nach einer Weile stellte sich heraus, dass sie niemals auftauchte, wenn es etwas zu tun gab. After a while, it became clear that he was never around when there was a job to be done. Saatlerce ortadan kayboluyor, ama yemek vakti geldiğinde ya da akşamüstü işler sona erdiğinde hiçbir şey olmamışçasına ortaya çıkıyordu. ||пропадает|||||||вечером|||наступает|||как ни в чём не бывало|| |||||||||am Abend|||erledigt|||als wäre nichts gewesen|| for hours|in the middle|disappears||||when|||in the evening|work|was over|when it ended|||as if nothing happened|suddenly|was appearing Stundenlang verschwand sie, aber wenn es Essenszeit war oder die Arbeit am Nachmittag beendet war, tauchte sie ohne ein Wort wie aus dem Nichts wieder auf. He would disappear for hours, but reappear as if nothing had happened when it was time for dinner or the afternoon business was over. Ama her seferinde öyle güzel bahaneler uyduruyor, öylesine sevecen mırlıyordu ki, herkesi iyi niyetine inandırmayı başarıyordu. |||||оправдания|придумывает оправдания||доброжелательно|мурлыкал||||намерении|убедить в доброте|удавалось убедить ||||||||freundlich|murrte||||guten Willen|überzeugen|schaffte |||||excuses|making up|so|affectionate|purring||||goodness|to convince|was succeeding But every time he made up such good excuses and purred so affectionately that he managed to convince everyone of his good intentions. Yaşlı eşek Benjamin, Ayaklanma'dan bu yana hiç değişmemiş gibiydi. |||||||не изменился| |||||||hatte sich nicht verändert| |donkey||from the Rebellion||since||changed|seemed The old donkey Benjamin looked like he hadn't changed since the Uprising. Tıpkı Bay Jones'un zamanında olduğu gibi, gene uyuşuk ve dik kafalıydı; ne işten kaytarıyordu, ne de fazla çalışmaya gönül veriyordu. ||||||снова|ленивый|||упрямый|||увиливал от работы|||||душа| ||||||||||sturrköpfig|||schlenderte|||||| Just like||||||again|sluggish||stubborn|stubborn|||slacking off|||||heart|was willing He was also lethargic and headstrong, as in Mr. Jones' time; He was neither slacking off from work, nor was he willing to work too hard. Ayaklanma ve sonuçları konusunda en küçük bir görüş belirtmiyordu. |||||||мнение|не выражал ||||||||äußerte uprising||results|on the subject of||||opinion|was not indicating He did not express the slightest opinion on the uprising and its consequences. Jones çiftlikten gittikten sonra daha mutlu olup olmadığı sorulduğunda, "Eşekler uzun yaşar. |||||||||Осёлы долго живут.|| |||||||||Esel|| |from the farm|after going||||whether|whether|when asked|donkeys|long| When asked if he was happier after Jones left the farm, he replied, "Donkeys live long. Hiç ölmüş bir eşek gördünüz mü hayatınızda?" ||||||в вашей жизни |died||donkey|have you seen||in your life Have you ever seen a dead donkey in your life?" demekle yetiniyor, herkesi bu belirsiz yanıtla yetinmek zorunda bırakıyordu. довольствоваться|удовлетворяется||||ответом|довольствоваться||оставлял sagen||||||sich zufriedengeben||ließte saying|satisfied|||uncertain|answer|to be satisfied||was leaving He was content to say it, forcing everyone to be content with this vague answer.

Pazarları çalışılmıyordu. |не работали |wurde nicht gearbeitet Sundays|was not being worked Sundays were not working. Her günkünden bir saat geç yapılan kahvaltıdan sonra, her pazar mutlaka göndere bayrak çekilmesiyle başlayan bir tören düzenleniyordu. |обычного дня|||||||||обязательно|флагшток||поднятие флага|||церемония|проводилась церемония |||||||||||dem Flaggenmast||das Hissen||||wurde organisiert |of the day|||late||breakfast|||Sunday|surely|flagpole|flag|being raised|starting||ceremony|was being organized After the breakfast, which was one hour later than the usual, every Sunday, a ceremony was held that started with a flag hoisted. Snowball, koşum takımlarının durduğu odada, Bayan Jones'un eski bir masa örtüsünü bulmuş, yeşil örtünün üzerine beyaz boyayla bir toynak ve bir de boynuz resmi yapmıştı. ||||||||||покрывало|||покрывала|||||копыто||||рог|| ||||||||||Tischdecke||||||||Huf||||Horn|| |||stopped|in the room|||||table|tablecloth|found|green|the green cover|on||paint||hoof||||horn||had done Snowball hatte in dem Raum, wo die Geschirre lagen, eine alte Tischdecke von Mrs. Jones gefunden und darauf mit weißer Farbe ein Hufabdruck und ein Horn gemalt. In the room where the harnesses were kept, Snowball had found an old Mrs. Jones tablecloth and painted a hoof and a horn on the green cover with white paint. Bayrak pazar sabahları çiftlik evinin bahçesindeki göndere çekiliyordu. |||||в саду||поднимался |||||||gezogen The flag||||of the house|in the garden|flagpole|was being raised Die Flagge wurde am Sonntagmorgen auf den Mast im Garten des Bauernhauses gehisst. The flag was hoisted in the garden of the farmhouse on Sunday mornings. Snowball'un açıklamasına göre, bayrağın yeşil zemini İngiltere'nin yemyeşil çayırlarını temsil ediyor, toynak ile boynuz ise insan soyu bir daha geri gelmemek üzere ortadan kaldırıldığında doğacak olan, geleceğin Hayvan Cumhuriyeti'ni simgeliyordu. |объяснению С||флага||фон||ярко-зеленый|лугами||||||||человеческий род||||не вернуться|||устранён будет|родится||будущей||Республики|символизировал |Erklärung||||Hintergrund|||Wiesen|repräsentiert|||||||||||nicht zurückkehren|||entfernt||||||sollte symbolisieren |explanation|according to|of the flag|green|green background||vibrant green|meadows|represents||hoof||horn|||human race|||back|not coming back|never|from the middle|eliminated|will be born||the future||the Republic|symbolized Laut Snowballs Erklärung repräsentiert der grüne Hintergrund der Flagge die saftigen Wiesen Englands, während der Hufabdruck und das Horn das zukünftige Tierreich symbolisieren, das entstehen wird, wenn die Menschheit für immer ausgelöscht wird. According to Snowball's explanation, the green background of the flag represented the lush green meadows of England, while the hoof and horn symbolized the future Republic of the Animals, which would be born when the human race was wiped out forever. Bayrağın göndere çekilmesinden sonra, tüm hayvanlar büyük samanlığa doluşarak, Toplantı denilen genel kurula katılıyorlardı. флага||поднятия||||||стекались в||называемое||Общее собрание|участвовали в ||ziehen||||||||||Versammlung|nahmen teil |pole|being pulled down||all|||hayloft|crowding in|Meeting|called|general|assembly|they were attending Nach dem Hissen der Fahne drängten sich alle Tiere in den großen Heuschober und nahmen an der sogenannten Versammlung teil. After the flag was hoisted, all the animals clung to the great barn and attended the general assembly called the Meeting. Toplantıda, bir sonraki haftanın işleri konuşuluyor, alınacak kararlar tartışılıyordu. |||||обсуждаются|||обсуждались ||||||||wurden diskutiert at the meeting|||of the week||are being discussed|the decisions to be made|decisions|were being discussed In der Versammlung wurden die Arbeiten der kommenden Woche besprochen und zu treffende Entscheidungen diskutiert. In the meeting, the works of the next week were discussed and the decisions to be taken were discussed. Alınması gereken kararlar her zaman domuzlar tarafından ortaya atılıyordu. принимаемые||||||||выдвигались to be taken||decisions|||by pigs||out|being proposed Die Entscheidungen, die getroffen werden mussten, wurden immer von den Schweinen vorgeschlagen. The decisions to be made were always made by the pigs. Öteki hayvanlar nasıl oy verileceğini biliyorlar, ama kendi başlarına bir karara yaramıyorlardı. ||||будет голосовать||||||решению|не могли решить ||||vergeben|||||||nützten the other||how|vote|to be voted||||on their own||decision|they weren't helpful Die anderen Tiere wissen, wie man abstimmt, aber sie konnten alleine keine Entscheidung treffen. The other animals knew how to vote, but were of no use to a decision on their own. Toplantıların en ateşli tartışmacıları, Snowball ile Napoléon'du. ||самые горячие|дебатёры|||Наполеон был ||||||Napoleon The meetings||fiery|debaters|||was Napoleon Die heftigsten Diskutierer bei den Versammlungen waren Snowball und Napoléon. The most ardent debaters at the meetings were Snowball and Napoleon. Ama bu ikisi asla anlaşamıyorlardı: Birinin ak dediğine öbürü mutlaka kara diyordu. ||||не ладили||белое|сказанному|другой||| |||||||dediğine|der andere||| But||these two|never|couldn't agree||wise|to what one said|the other|definitely|black|said Aber die beiden konnten sich niemals einigen: Was der eine als weiß betrachtete, nannte der andere unbedingt schwarz. But these two never got along: What one calls white, the other always calls black. Kimsenin karşı çıkamayacağı bir karara varıldığında bile, birbirlerine girmenin bir yolunu buluyorlardı. ||не сможет возразить|||достигнуто|||вступать в конфликт||| |||||entschieden|||eintreten||| no one's||to oppose||decision|when a decision was made|||arguing with each other||way|they were finding Even when a decision was made that no one could oppose, they found a way to get in on each other. Örneğin, meyve bahçesinin arka tarafındaki çayırın artık çalışamaz durumda olan hayvanların dinlenme yeri olarak belirlenmesi kararlaştırıldıktan sonra, farklı türden hayvanların emeklilik yaşlarının ne olması gerektiği konusunda kapışmışlardı. |||||||не может работать||||место отдыха|||определение|было решено|||разных видов||выход на пенсию|возраста выхода на пенсию|||||спорили о |||||||arbeiten||||||||nachdem entschieden wurde||||||Alter|||||kapışmışlardı |||||meadow||unable to work||||resting|||designation|after it was decided|after||of different kinds|of the animals|retirement|ages|||that is necessary|on the subject of|had argued Zum Beispiel hatten sie sich darüber gestritten, welches Rentenalter für verschiedene Tierarten festgelegt werden sollte, nachdem beschlossen wurde, dass die Wiese hinter dem Obstgarten als Ruheplatz für die nicht mehr arbeitsfähigen Tiere dienen sollte. For example, after it was decided to designate the meadow behind the orchard as a resting place for animals that are no longer able to work, they quarreled over what the retirement age of animals of different species should be. Her toplantının sonunda mutlaka İngiltere'nin Hayvanları şarkısı söyleniyor, öğleden sonraları ise eğlenceye ayrılıyordu. |||||||поётся|после обеда|после обеда||развлечениям|посвящались развлечениям ||||||Lied|||||Spaß| |of the meeting||surely|||song|is sung|||then|to entertainment|was leaving Am Ende jedes Treffens wird unbedingt das Lied 'Die Tiere Englands' gesungen, und nachmittags ist dann Freizeit eingeplant. At the end of each meeting, the Beasts of England song was sung, and the afternoon was reserved for entertainment. Domuzlar, koşum takımlarının durduğu odayı karargâh edinmişlerdi. |||||штаб-квартира|облюбовали себе ||||Raum|Hauptquartier|eingenommen The pigs|||stopped|the room|headquarters|had taken over Die Schweine hatten sich das Zimmer, in dem die Geschirre lagen, als Hauptquartier ausgesucht. The pigs had made their headquarters in the room where the harnesses stood. Akşamları burada, çiftlik evinden getirmiş oldukları kitaplardan nalbantlık, marangozluk gibi gerekli uğraşları okuyup öğreniyorlardı. |||из дома|приносили|||Кузнечное дело|столярное дело|||занятия||изучали |||||||Schmiedekunst|Schreinerei|||Beschäftigungen|| |||from the house|they had brought|they had|from the books|blacksmithing|carpentry||necessary|tasks|reading|they were learning In the evenings, they read and learned necessary occupations such as blacksmithing and carpentry from the books they had brought from the farmhouse. Snowball, ayrıca, öteki hayvanların Hayvan Kurulları'nda örgütlenmesiyle de uğraşmakta, bu iş için bıkmadan usanmadan çaba harcamaktaydı. |||||советы животных|организацией||занимается||||неустанно|неустанно||прилагал усилия |||||in den Tiergremien|Organisierung||beschäftigen||||||| |also|the other|||Councils|organizing||was dealing||||without getting tired|without getting tired|effort|"was spending effort" Snowball was also engaged in the organization of other animals into the Animal Councils, and he worked tirelessly for this task. Okuma yazma sınıflarının yanı sıra, tavuklar için Yumurta Üretim Kurulu, inekler için Temiz Kuyruklar Birliği, sıçanlar ve tavşanların evcilleştirilmesi 38 için Yabanıl Yoldaşların Yeniden Eğitimi Kurulu'nu kurmuş, koyunlar için de Daha Beyaz Yün Hareketi'ni oluşturmuştu. ||классов||||||производство|Совет||||Хвосты||крысы||кроликов|одомашнивание||Дикие Товарищи|Диких Товарищей|||Совет по производству|создал||||||белая шерсть|движение белой шерсти|создал |||||||||||||Schwänze|||||Zähmung|||Yoldaşların|||Kurul|Kur||||||Wolle|Hareket|hatte erstellt ||of the classes|||||Egg|Production|Board|cows||Clean|Tails|Union|rats||rabbits|domestication||Wild|Companions|Re|Re-education|Board|established|sheep|||||Wool|its movement|had established Alongside literacy classes, he established the Egg Production Board for chickens, the Clean Tails League for cows, the Wild Companions Reeducation Board for domestication of rats and rabbits, and the Whiter Wool Movement for sheep. Bu atılımların çoğu bir sonuca varamadı. |прорывов|||результату|не привели к |der Initiativen||||kammerte |of the initiatives|||result|reached Many of these breakthroughs did not come to fruition. Sözgelimi, yabanıl hayvanları evcilleştirme girişimi daha başından başarısızlığa uğradı. Например|||одомашнивание|попытка|||неудача|потерпела не |||Zähmung|||||geriet for example|wild|animals|domestication|attempt||from the very beginning|failure|encountered For example, the attempt to domesticate wild animals failed from the start. Yabanıl hayvanlar eskisi gibi davranmayı sürdürüyorlar, kendilerine gösterilen hoşgörüyü hemen kötüye kullanıyorlardı. ||как раньше||вести себя|продолжают вести себя||показанной|терпимость|||злоупотребляли этим ||||verhalten|sind weiterhin|||Toleranz|||missbrauchten ||||behaving|they continue||shown|tolerance||abuse|they were abusing The wild animals continued to behave as before, immediately abusing the tolerance shown to them. Kedi, Yeniden Eğitim Kurulu'na katılmış ve bir süre canla başla çalışmıştı. |||совет по образованию|участвовал||||||работал усердно |||Kommission|teilgenommen|||||| |again||to the Re-Education Board|had attended||||eagerly||had worked The cat had joined the Reeducation Board and had worked hard for a while. Bir gün bir de bakmışlardı, damda oturmuş, erişemeyeceği uzaklıktaki serçelerle konuşuyor; onlara, artık bütün hayvanların yoldaş olduğunu, dilerlerse hiç çekinmeden gelip pençesine konabileceklerini anlatıyordu. ||||увидели|крыше||не достижимой|отдалённый|воробьями||||||||если захотят||без колебаний||на лапу|могут сесть| |||||auf dem Dach||erreichbarem||mit den Spatzen||||||||wenn sie wollen||||auf seiner Pfote|sich setzen könnten| ||||they had looked|on the roof|sitting|he wouldn't be able to reach|in the distance|with the sparrows|was talking|||all||companions||if they want||without hesitation|coming|his claw|could perch|was telling Eines Tages schauten sie plötzlich, und er saß auf dem Dach und sprach mit den Spatzen, die unerreichbar weit entfernt waren; er erzählte ihnen, dass nun alle Tiere Gefährten seien und sie, wenn sie wollten, ohne Zögern zu ihm kommen und sich auf seine Klaue setzen könnten. And one day, they looked, sitting on the roof, talking to the sparrows that were out of their reach; He was telling them that now all animals are comrades and that they can come and land on his paws without hesitation if they wish. Ama serçeler, kedinin yanına bile yaklaşmamışlardı. |воробьи||||не приближались |||||waren nicht näher gekommen |sparrows||||they hadn't approached Aber die Spatzen waren nicht einmal in die Nähe der Katze gekommen. But the sparrows did not even come close to the cat.

Öte yandan, okuma yazma sınıfları çok başarılı olmuştu. ||||классы||| ||||classes||successful|had been Andererseits waren die Lese- und Schreibklassen sehr erfolgreich gewesen. On the other hand, literacy classes had been very successful. Güz geldiğinde, çiftlikteki hemen her hayvan az çok okuma yazma biliyordu. Осень|||||||||| Herbst|||||||||| autumn|when|on the farm||||||||knew Als der Herbst kam, konnten fast alle Tiere auf der Farm mehr oder weniger lesen und schreiben. By the fall, almost every animal on the farm could read and write more or less.

Domuzların okuma yazması kusursuzdu. ||писать|безупречным |||war perfekt |||was perfect Die Schrift der Schweine war perfekt. The pigs' literacy was impeccable. Köpekler, okumayı çok iyi öğrenmişlerdi, gel gör ki Yedi Emir den başka bir şey okudukları yoktu. ||||||||||||||что они читали| Die Hunde hatten das Lesen sehr gut gelernt, aber sie lasen nichts anderes als die Sieben Gebote. The dogs had learned to read very well, but they hadn't read anything but the Seven Commandments. Keçi Muriel'in okuması köpeklerden de iyiydi; bazı akşamlar, çöplükte bulduğu gazete parçalarını getirip öbür hayvanlara okuyordu. |Мюриэль|||||||свалке|||части|принося|||читал(а) вслух |Muriel|||||||auf dem Müllplatz||||||| |Muriel's|||||||in the dump||||||| Muriel the Goat's reading was better than the dogs; some evenings he would bring scraps of newspaper he found in the garbage and read them to the other animals. Domuzlar kadar iyi okuyabilen Benjamin'in ise, bu yeteneğini kullandığı pek görülmemişti. |||читающий|Бенджамина|||способности|||не замечалось |||lesen|Benjamin||||||war gesehen worden ||||||||||it had been seen Benjamin, who could read as well as a pig, had not been seen using this ability. "Ben okumaya değer bir şey göremiyorum," diyordu. |||||не вижу| "I don't see anything worth reading," he said. Clover, alfabeyi baştan sona öğrenmişti, ama sözcükleri sökemiyordu. |алфавит|||выучила||слова|не понимала |||||||schnellte ||||||the words|she couldn't decipher Clover hatte das Alphabet von Anfang bis Ende gelernt, aber sie konnte die Wörter nicht auseinandernehmen. Clover had learned the whole alphabet, but could not decipher words. Boxer'a gelince, o D'den ileri gidememişti. |||из D|дальше|не смог продвинуться |||von D||konnte nicht gehen Was Boxer betrifft, so war er nicht über das D hinausgekommen. As for Boxer, he couldn't go further than D. Koca ayağıyla toprağın üzerine A, B, C, D harflerini yazıyor, sonra kulaklarını arkaya yatırıp yelesini sallayarak harflere aval aval bakıyor, D'den sonra gelen harfi çıkarmaya çabalıyor, ama bir türlü beceremiyordu. ||||||||буквы||||назад||||буквы|с любопытством|глупо||D|||буквы||пытается написать||||не мог ||||||||Buchstaben||||||||Buchstaben|aval|schaut|||||||versucht||||konnte |||||||||||||||||aval||||||||trying to figure|||| Mit seinem großen Fuß schrieb er die Buchstaben A, B, C, D auf den Boden, dann legte er die Ohren zurück und schüttelte seine Mähne, während er den Buchstaben fasziniert zusah und versuchte, den nach dem D kommenden Buchstaben herauszubekommen, aber er konnte es einfach nicht. He writes the letters A, B, C, D on the ground with his big foot, then tilts his ears back and shakes his mane, gawking at the letters, trying to make out the letter that comes after D, but he just couldn't do it. Birkaç kez E, F, G, H'yi de öğrenmiş, ama öğrenir öğrenmez bu kez A, B, C, D yi unuttuğunu fark etmiş, en sonunda alfabenin ilk dört harfiyle yetinmeye karar vermişti; unutmamak için bu dört harfi her gün bir iki kez yazıyordu. |||||Х|тоже|||учится|не успев выучить|||||||||||||алфавита|||буквами|довольствоваться||||||||||||| |||||H|||||||||||||||||||||Buchstaben|sich mit||||||||||||| ||||||||||||||||||||||||||with letters|||||||||||||| He had also learned E, F, G, H several times, but as soon as he learned it, he realized that he had forgotten A, B, C, D this time, and finally decided to settle for the first four letters of the alphabet; He wrote these four letters once or twice a day, so as not to forget. Mollie ise, adındaki altı harften başka tek bir harf öğrenmemekte diretiyordu. ||содержит||буква||||буква|не учила|настаивала |||||||||lernen| Mollie|||||||||| Mollie jedoch weigerte sich, mehr als den einzigen Buchstaben aus ihren sechs Buchstaben zu lernen. Mollie, on the other hand, insisted on not learning a single letter other than the six letters in her name. İnce dalları yan yana getirerek adını yazıyor, dalları birkaç çiçekle süslüyor, sonra da hayran hayran çevresinde dolanıyordu. |ветви|||собирая|||ветви|||украшает ими||||||Кружился вокруг |Äste|||zusammenbringend|||||Blüten|schmückt||||||drehte sich ||||||||||decorates||||||was wandering Sie bringt die filigranen Zweige zusammen, um ihren Namen zu schreiben, schmückt die Zweige mit einigen Blumen und schwebt dann bewundernd umher. He wrote his name by juxtaposing slender branches, adorned the branches with a few flowers, and then circulated admiringly.

Çiftlikteki öteki hayvanların hiçbiri A harfinden öteye geçememiş; koyun, tavuk ve ördek gibi en ahmak hayvanların Yedi Emir'i bir türlü ezberleyemedikleri görülmüştü. |||||буквы A|за пределами|не смогли пройти|||||||глупый|||семь заповедей|||не могли запомнить|было замечено |||||||||||||||||Emir|||ezberleyeten|war gesehen worden ||||A||||||||||||||||| Keines der anderen Tiere auf dem Bauernhof konnte über den Buchstaben A hinaus; es wurde festgestellt, dass die törichsten Tiere wie Schafe, Hühner und Enten die Sieben Gebote nicht auswendig lernen konnten. None of the other animals on the farm could go beyond the letter A; It was seen that the stupidest animals such as sheep, chicken and duck could not memorize the Seven Commandments. Bu sorunun çözümüne epey kafa yoran Snowball, sonunda, Yedi Emir'in aslında tek bir özdeyişe indirgenebileceğini açıkladı. |проблемы|решению этой проблемы|||размышлявший над||||||||изречение|можно свести к|объяснил |||||verstand||||||||Sprichwort|indiziert werden kann| Snowball, der diesem Problem viel nachgedacht hat, erklärte schließlich, dass die sieben Gebote tatsächlich in einen einzigen Spruch reduziert werden könnten. After much thought to solve this problem, Snowball finally revealed that the Seven Commandments can actually be reduced to a single maxim. Yedi Emir, bal gibi, "dört ayak iyi, iki ayak kötü" özdeyişine indirgenebilirdi. ||||||||||изречению|можно было свести ||||||||||Sprichwort|reduziert werden Die sieben Gebote könnten einfach in den Spruch "vier Beine gut, zwei Beine schlecht" reduziert werden. The Seven Commandments, like honey, could be reduced to the maxim "four feet good, two feet bad". Snowball'a bakılırsa, bu özdeyiş, hayvancılığın temel ilkesini içeriyordu. |||изречение|||основной принцип|содержал в себе ||||||Prinzip|enthielt |||proverb|||principle|contained Laut Snowball enthielt dieser Spruch das grundlegende Prinzip der Viehzucht. Judging by Snowball, this maxim contained the basic principle of animal husbandry. Bu temel ilkeyi iyice kavramış olan herkes insanoğlunun zararlı etkilerinden korunabilirdi. ||основной принцип||понявший|||человеческого рода|вредные|вредных воздействий|мог бы защититься |||||||der Menschheit|||konnte geschützt werden ||principle||understood|||||effects|could be protected Anyone who had a good grasp of this basic principle could be protected from the harmful effects of humankind. Kuşlar, ilk başta, kendilerinin de iki ayaklı oldukları gerekçesiyle bu özdeyişe karşı çıkacak oldular; ama Snowball yanıldıklarını kanıtlamakta gecikmedi. ||||||двуногие|были|||||||||ошибались|доказать|не замедлил ||||||||||||||||ihre|zu beweisen|verzögerte sich ||at first|||||||||||||||| Die Vögel wollten zunächst diesem Sprichwort widersprechen, da sie selbst auch zweibeinig sind; aber Snowball ließ nicht lange auf sich warten, um zu beweisen, dass sie sich irrten. Birds were initially opposed to this maxim on the grounds that they were also bipedal; but Snowball was quick to prove them wrong.

"Yoldaşlar," dedi. "Genossen," sagte er. "Comrades," he said. "Kuşun kanadı, iş görmek için değil, devinmek için kullanılan bir organdır. |Крыло|||||двигаться||||орган ||||||sich bewegen||||Organ |wing|||||moving||||organ "Der Flügel des Vogels ist ein Organ, das nicht für die Arbeit, sondern für die Bewegung genutzt wird. "The bird's wing is an organ used not for work, but for movement. Dolayısıyla, kanat, ayak olarak kabul edilmelidir. |||||должен быть принят |||||werden sollte therefore|||||should be considered Daher sollte der Flügel als Fuß betrachtet werden. Therefore, the wing should be considered as the foot. İnsanoğlu'nun farklılığı, bütün şeytanlıkları yaptığı alet olan el'dedir." Человеческое существо|различие человека||коварные поступки||инструмент||в руке des Menschen|||||||liegt |||||||in the hand Die Unterschiedlichkeit der Menschheit liegt in der Hand, dem Werkzeug, das allen Teufeleien dient. The difference of Mankind is in the hand, the tool with which he does all his evil deeds." Kuşlar, Snowball'un sözlerinden hiçbir şey anlamamalarına karşın, yaptığı açıklamayı kabullendiler. |||||не понимая|||объяснение|приняли его объяснение |||||||||akzeptierten |||||their not understanding|||explanation| Die Vögel akzeptierten die Erklärung, obwohl sie von Snowballs Worten nichts verstanden. Although the birds understood nothing of Snowball's words, they accepted his explanation. Tüm hayvancıklar, yeni özdeyişi ezberlemeye koyuldular Ambarın duvarına, Yedi Emir'in yukarısına, üstelik daha büyük harflerle DÖRT AYAK İYİ, İKİ AYAK KÖTÜ yazıldı. |животные||девиз|||||||выше||||||||||| |Tierchen||Sprichwort|||||||||||||||||| |little animals||proverb|||||||||||||||||| All the animals began to memorize the new maxim. On the wall of the barn, above the Seven Commandments, was written FOUR FEET GOOD, TWO FEET BAD in larger letters. Koyunlar, bu sözleri ezberledikten sonra özdeyişi o kadar sevdiler ki, çayırda uzanıp keyif çatarlarken hep birlikte, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü! |||выучив||пословицу|||полюбили||на лугу||удовольствие|наслаждались жизнью|||||||| |||ezberledikten||||||||||entspannten|||||||| The sheep, having memorized these words, loved the proverb so much that, as they lay in the meadow and rejoiced, they all said, "Four legs good, two legs bad! Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" Four feet good, two feet bad!” diye bıkmadan saatler boyu melemeyi alışkanlık haline getirdiler. |не уставая|||блеять|привычка|| ||||wiehern||| ||||bleating||| sie haben sich daran gewöhnt, stundenlang mühelos zu mähen. they made a habit of bleating for hours without getting tired of it.

Napoléon, Snowball'un kurullarıyla hiç ilgilenmemişti. ||советами||не интересовался ||||hatte sich nicht gekümmert Napoleon hatte sich überhaupt nicht um die Beschlüsse von Snowball gekümmert. Napoleon had never been interested in Snowball's boards. Gençleri eğitmenin, yetişkinler için yapılabilecek herhangi bir şeyden çok daha önemli olduğu kanısındaydı. |обучение|взрослых||можно сделать||||||||был убежден |ausbilden|Erwachsene||machbar||||||||war der Meinung Er war der Meinung, dass die Erziehung der Jugendlichen viel wichtiger sei als alles, was für Erwachsene getan werden könnte. He was of the opinion that educating young people was far more important than anything else that could be done for adults. Jessie ile Bluebell, hasattan hemen sonra yavrulamışlar, dokuz sağlıklı yavru dünyaya getirmişlerdi. |||урожая|||родили детёнышей|||||принесли на свет ||||||geboren|||||gebracht Jessie and Bluebell had calves soon after harvest, giving birth to nine healthy pups. Yavrular sütten kesilir kesilmez, Napoléon, eğitimlerini kendisinin üstleneceğini söyleyerek onları analarından ayırmıştı. детёныши|молока|отнимаются от груди|как только||обучение||возьмёт на себя|||их матерей|отделил от матерей Die Welpen|||||Ausbildung||||||getrennt Sobald die Jungen von der Milch entwöhnt wurden, hatte Napoleon gesagt, er würde sich um ihre Ausbildung kümmern und sie von ihren Müttern getrennt. As soon as the cubs were weaned, Napoleon separated them from their mothers, saying that he would undertake their training. Sonra da, yavruları, sadece koşum takımlarının durduğu odadaki bir merdivenden çıkılabilen tavan arasına kapatmış, öylesine gözlerden ırak tutmuştu ki, öteki hayvanlar bir süre sonra varlıklarını bile unutmuşlardı. ||детёнышей||упряжь|упряжи||||лестнице|можно подняться|чердак||закрыл||глаз долой|скрыты от||||||||их существование||забыли о них |||||||im Zimmer||von der Treppe|erreichbar|Decke||hatte geschlossen||von den Augen|fern|hatte|||||||ihre||vergessen hatten ||||||||||||||||||||||||their existence||they had forgotten Dann hatte er die Jungen in den Dachboden eingeschlossen, zu dem man nur über eine Treppe im Raum mit dem Geschirr gelangen konnte, und sie so sehr aus den Augen gehalten, dass die anderen Tiere nach einer Weile ihre Existenz sogar vergessen hatten. Then she had locked the cubs in an attic, accessible from a staircase in the room where only the harnesses stood, keeping them so secluded that the other animals soon forgot their existence.

Sütlerin nereye gittiği çok geçmeden anlaşıldı. молока||куда ушли||вскоре| Es dauerte nicht lange, bis man verstand, wohin die Milch gegangen war. It soon became clear where the milk went. Sütler her gün domuzların lapasına karıştırılıyordu. Молоко||||помои для свиней|смешивалось с Die Milch|||||wurden gemischt the milk||||slop|was being mixed Die Milch wurde jeden Tag mit dem Brei der Schweine vermischt. The milk was mixed into the porridge of the pigs every day. Elmalar artık olgunlaşmaya yüz tutmuşlardı; meyve bahçesinin çimenleri rüzgârla dökülen elmalarla kaplıydı. Яблоки||созревать|стали|начали созревать|||травой|ветром|павшие|яблоками|покрыты были Äpfel||reifen|zugewandt|hatten||||vom Wind||mit Äpfeln|bedeckt ||to ripen|||||||fallen|| Die Äpfel waren schon reif geworden; der Rasen des Obstgartens war mit Äpfeln bedeckt, die vom Wind heruntergeweht wurden. The apples were now ripening; The lawn of the orchard was covered with windblown apples. Hayvanlar, doğal olarak, elmaların eşit bir biçimde paylaşılacağını umuyorlardı; oysa bir gün ağaçlardan dökülen tüm elmaların toplanması ve koşum takımlarının durduğu odaya getirilerek domuzlara teslim edilmesi buyuruldu. |||яблок|равный||образом|будет разделено|надеялись||||деревьев|упавшие||яблок|||||||доставлены в||||было приказано |||||||geteilt werden|sie hofften||||von den Bäumen|||Äpfel|||||||gebracht||übergeben||übergeben ||||||in a way||they were hoping|||||||||||||||||| Die Tiere hofften natürlich, dass die Äpfel gleichmäßig verteilt werden würden; doch eines Tages wurde befohlen, dass alle vom Baum gefallen Äpfel gesammelt und in den Raum gebracht werden sollten, wo die Geschirre standen, um sie den Schweinen zu übergeben. The animals naturally hoped that the apples would be shared equally; However, one day, it was commanded to collect all the apples that fell from the trees and to be brought to the room where the harnesses were kept and delivered to the pigs. Bazı hayvanlar homurdandıysa da bir yararı olmadı. ||ворчали|||| ||gemurrt|||| ||grumbled|||| Some animals grumbled, but to no avail. Bütün domuzlar, Snowball ile Napoléon bile bu konuda aynı düşüncedeydiler. |||||||||были одного мнения |||||||||waren der Meinung |||||||||were of the same opinion All the pigs, even Snowball and Napoleon, agreed on this point.

Öteki hayvanlara gerekli açıklamaları yapmakla görevlendirilen Squealer, "Yoldaşlar!" |||объяснения|сделать|назначенный для объяснений|Визгун| |||||beauftragt|| |||explanations||assigned|| Der für die notwendigen Erklärungen gegenüber den anderen Tieren zuständige Squealer rief: "Genossen!" "Comrades!" Squealer, tasked with making necessary explanations to the other animals, shouted. diye haykırdı. |закричал |rief rief er. she cried. "Umarım, biz domuzların bunu bencilliğimizden, ayrıcalık düşkünlüğümüzden yaptığını sanmıyorsunuzdur. ||||эгоизма нашего|приверженность привилегиям|стремление к привилегиям||не думаете |||||Privileg|Vorliebe||denken ||||our selfishness|privilege|our fondness for privilege||you don't think "Ich hoffe, Sie denken nicht, dass wir Schweine dies aus Egoismus oder Vorzugsbehandlung tun. "I hope you don't think we pigs are doing this out of selfishness, out of our sense of privilege. Aslında çoğumuz süt ve elmadan hoşlanmayız. |большинство из нас|||яблока|не любим ||||Äpfel|mögen In fact, most of us don't like milk and apples. Ben de hoşlanmam. I don't like it either. Bu elmalara el koymamızın tek bir amacı var, o da sağlığımızı korumak. |этим яблокам||наше изъятие|||цель||||наше здоровье| |||unseres Setzens|||||||| There is only one reason why we confiscate these apples, and that is to protect our health. Sütte ve elmada domuzların sağlığı açısından kesinlikle gerekli olan bazı maddeler var. В молоке||в яблоке|||с точки зрения|||||| in der Milch||Äpfeln||||||||| There are certain substances in milk and apples that are absolutely necessary for the health of pigs. Bilim bunu kanıtlamıştır, yoldaşlar. Наука||доказала| ||hat bewiesen| ||has proven| Science has proven it, comrades. Biz domuzlar düşün emekçisiyiz. |||рабочие труда |||von den Arbeitern |||we are workers We pigs are think workers. Bu çiftliğin tüm yönetim ve düzeninden biz sorumluyuz. |||||порядка||ответственны за это |||||Ordnung|| |||||order||are responsible We are responsible for the entire management and organization of this farm. Gecemizi gündüzümüze katarak, sizin sağlığınızı koruyoruz. Нашу ночь|наш день|вкладывая усилия||ваше здоровье|охраняем unsere Nacht||indem wir hinzufügen|||wir schützen ||adding|||we protect Wir kombinieren unsere Nächte mit unseren Tagen, um eure Gesundheit zu schützen. By adding our night to our day, we protect your health. Bu sütleri sizin uğrunuza içiyor, bu elmaları sizin uğrunuza yiyoruz. |||ради вас|||эти яблоки||вашу честь| ||||||||Zweck| ||||||||for your sake| Wir trinken diese Milch für euch, wir essen diese Äpfel für euch. We drink these milks for your sake, we eat these apples for your sake. Biz domuzlar görevimizi gereğince yerine getiremezsek ne olur, biliyor musunuz? ||нашу задачу|должным образом||не сможем выполнить|||| ||Aufgabe|ordnungsgemäß||können|||| |||||if we can't|||| Was passiert, wenn wir Schweine unsere Aufgaben nicht ordnungsgemäß erfüllen, wissen Sie das? Do you know what happens if we pigs fail to do our duty properly? Jones geri gelir! Jones will be back! Evet, Jones geri gelir! Yeah, Jones will be back! Bundan en küçük bir kuşkunuz olmasın, yoldaşlar." ||||сомнение|| ||||Zweifel|| ||||doubt|| Have not the slightest doubt of that, comrades." Sonra da, oradan oraya sıçrayıp kuyruğunu oynatarak bağırdı: "Aranızda Jones'un geri gelmesini isteyen tek bir hayvan yoktur sanırım!" ||||прыгая||виляя хвост||между вами||||||||| ||||||bewegend||||||||||| ||||jumping||wagging||||||||||| Then he jumped around and wagged his tail, shouting: "I don't think there's a single animal among you who wants Jones to come back!" Hayvanların en küçük bir kuşku duymadıkları tek bir şey varsa, o da Jones'un geri dönmesini istemedikleriydi. ||||сомнение|не сомневались|||||||||возвращения Джонса|они не хотели |||||duymadıkları|||||||||Rückkehr|war es, dass sie nicht wollten ||||doubt|they did not have||||||||||they didn't want If there was one thing the animals didn't have the slightest doubt about, it was that they didn't want Jones to come back. Domuzları sağlıklı tutmanın önemi çok açıktı. ||удержания|||очевидна |||||war klar |||importance||was clear The importance of keeping the pigs healthy was clear. Böylece, tartışma büyümeden, bütün sütün ve rüzgârla ağaçlardan dökülen elmaların (doğaldır ki, olgunlaştıkları zaman ağaçlardan toplanan elmaların da) hepsinin domuzlara ayrılması herkesçe kabul edildi. ||не разрастаясь||молоко||||||естественно||созревшие||||||||разделение на|всеми принято|| ||||Säule||||||es ist natürlich||||||||||Trennung||| ||||the column||||||it is natural||they are ripe|||gathered|||||separation|by everyone|| Thus, before the debate escalated, it was universally agreed that all the milk and the apples falling from the trees by the wind (and, of course, the apples picked from the trees when they were ripe) should all be reserved for pigs.