ÖNYARGILARININ FARKINDA MISIN? (En Önemli Beyin Etkisi)
”Hızlı ve yavaş düşünme” kitabıyla ilgili 4 video hazırlayarak,
beynimizin pek çok önemli oyununu size anlatmış bulunmaktayım.
Bu videoda yalnızca beynin bir etkisiyle ilgili konuşacağım.
Bunun kitaptaki en önemli etkilerden biri, belki de birincisi olduğunu düşündüğümden,
yalnızca bu etkiye özel ayrı bir video hazırlamaya karar verdim.
İngilizcesi ‘Theory-induced blindness', Türkçeye çevirisi ‘Teoriden kaynaklanan körlük' olan bu etki
beynimde bir devrim yaparak daha geniş düşünmeme sebep olan beynin en önemli iki etkisinden biri.
2012 senesinde eğitim amaçlı olarak 6 aya yakın bir süre ABD'nin San Francisco şehrinde yaşadım.
Bir ülkeye seyahat amaçlı değil, yaşamak için gittiğim ilk tecrübemdi.
Yurtdışında yaşayanlar bir ülkeye turist gibi gitmekle
orada yaşamak arasında ne kadar büyük fark olduğunu biliyorlar.
Böyle durumlarda insan adapte olmak zorunda olduğunu biliyor
ve etrafındaki olayları daha iyi anlamak için her bir detayı daha çok analiz ediyor.
Sözün özü, havaalanında beni karşıladılar ve önceden rezervasyon yaptırdığım öğrenci yurduna götürdüler.
Resepsiyona yaklaştım ve orada 2 kişinin olduğunu gördüm.
Onları görür görmez hemen etrafıma bakındım,
“bunlar resepsiyon görevlisine pek benzemiyorlar, görevliler nerede acaba” diye düşündüm.
Sonra anladım ki resepsiyon görevlileri bunlarmış.
Bu 2 kişiden biri kulaklarında parmak büyüklüğünde delikler olan,
her iki kaşı, burnunun ucu, dudağı ve yanağının birinde piercing olan
ve çok tuhaf saç şekline sahip bir gençti.
Diğeriyse beline kadar gelen saçı olan ve her iki kolu tamamen dövmeyle kaplanmış biriydi.
Tabi ki, öyle tarza sahip oldukları için benim zihnimde “boş gezenin boş kalfası”
ve ciddiye alınmayacak kişiler imajı oluşturdu.
Şimdi düşünün, bu tarz düşünen biri, resepsiyon görevlisi olmak gibi büyük sorumluluk isteyen
ve doğrudan müşterilerle iletişimde olan insanların böyle kişiler olduğunu görüyor.
O anki şaşkınlığımı hayal bile edemezsiniz.
Önce kendi kendime dedim ki ”Ben nereye geldim böyle”. “Galiba burası hiç iyi bir yer değil.
Saçma sapan insanların olduğu bir yer”.
Sonra o insanların görevlerini nasıl iyi bir şekilde yaparak bana ne kadar yardımcı olduklarını gördüğümde,
”bu nasıl olur” diye ikinci defa şaşkınlık yaşadım.
İnternet bulur bulmaz yakınlarımla konuşmaya başladığımdaysa
heyecanla anlattığım ilk şey yaşadığım bu olaydı tabi ki.
Zamanla ben o iki görevliye alıştım.
Bir defasında, yemekhanede o iki kişiden biriyle aynı masada yemek yedik ve uzun bir konuşmamız oldu.
Sohbetimiz esnasında, aslında o görevlinin ne kadar kültürlü ve bilgili olduğunun farkına vardım
ve tabi ki de üçüncü şaşkınlığımı yaşadım.
Kendi kendime “bu kadar aylak tipli biri nasıl oluyor da bu kadar kültürlü ve bilgili oluyor?”
sorusunu sordum ve yavaş yavaş anlamaya başladım ki,
şimdiye kadar çevremin, yaşadığım ülkenin ve toplumun etkisi altında oluşan
ve doğruluğundan emin olduğum ve hiçbir zaman sorgulamadığım inançlarım ve klişelerim bulunuyordu.
Aslında büyük bir yanlışım vardı.
İnandığım şeyleri sorgulamıyordum ve düşüncemi küçük bir çerçeve içine sokuyor
ve ondan da dışarıya çıkmak istemiyordum.
Şimdiyse ”Teoriden kaynaklanan körlük” etkisinin anlatımına geçelim,
hikâyeye biraz sonra yeniden döneceğim.
Kitaptaki ”Teoriden kaynaklanan körlük” etkisini öğrendiğimde,
o hikâyede yaşadığım duyguları bilimsel yönden anlamış oldum.
Böylece sanki beynimde yeni pencereler açıldı.
Bu etkiye göre; ”Biz insanlar herhangi bir teorinin veya düşüncenin doğru olduğunu artık kabullenmişsek,
o teorinin eksikliklerini ve doğru olmayan yönlerini görmemiz çok zor oluyor.
Yani bu teoriyle çelişen herhangi bir gerçekle karşılaştığımızda, 'büyük ihtimalle,
hatta yüzde yüz bunun bir açıklaması var, ancak ben bilmiyorum.
Benim gözden kaçırdığım bir şeyler var, yoksa benim inandığım şey yanlış olamaz” diye düşünüyoruz.
Mesela, diyelim ki siz Japonya'da meşhur bir din olan Şinto dinindensiniz.
Bilerek Türkiye'de az kişinin mensup olduğu bu inancı örnek gösteriyorum ki,
bunu herhangi bir dini ima olarak düşünmeyelim ve objektif değerlendirelim.
Çünkü burada mesele din değil, konuştuğumuz beyin etkisi.
Farz edelim Şinto dini şöyle diyor, hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz.
Bu sadece konuyu anlatmak için uydurduğum bir şey, aslında o dinde öyle bir iddia yok.
300 seneden çok yaşayan, hatta hiç bir zaman yaşlanarak ölmeyen canlıların var olduğu
bilimsel olarak kanıtlanmış ve inkâr edilemez bir gerçek.
Arkadaşınız size ”Sen nasıl oluyor da Şinto dinine inanıyorsun?
Şinto dinine göre, güya hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz.
Peki, senin Tanrın bu dini yolladığında yarattığı bitkilerin de canlı olduğunu
ve onlardan birçoğunun 300 seneden fazla yaşadığını bilmiyor muydu?
Denizanasının bir çeşidinin hiçbir zaman yaşlanarak ölmediğini de mi bilmiyordu?“ diye soruyor.
Arkadaşınız size bunu söylediği zaman siz muhtemelen arkadaşınıza kızacak,
onun kötü güçlere hizmet eden ve sizi doğru yoldan saptırmaya çalışan bir insan olduğunu söyleyerek
Şinto'nun bu iddiasının onun tarafından yanlış anlaşıldığını düşüneceksiniz.
Ve ”Büyük ihtimalle benim de bilmediğim şeyler var ve Tanrının o mesajını anlayacak kapasitemiz yok,
o yüzden onun dediği cümle 'hiç bir canlı 300 seneden fazla yaşayamaz' gibi anlam verse de,
aslında biz o cümleyi kesinlikle yanlış anlıyoruz
ve kesinlikle bilmediğimiz bir anlamı var” diye düşüneceksiniz.
Bu örnekte beyniniz ‘Teoriden kaynaklanan körlük' etkisinin kurbanı oluyor
ve siz sadece şimdiye kadar doğru olduğunu düşündüğünüz teorinin
doğruluğundan kuşkulanmamak için bir şeyleri gözden kaçırdığınıza inanıyorsunuz.
Amerika'ya yeni gittiğim zaman karşılaştığım olay da bunun aynısıydı.
Her zaman inandığım klişelerden dolayı, bazı kombinasyonların mevcudiyeti
ve mümkünlüğü hep bana saçma geliyordu.
Böylece bu olay benim için ilk kırılma noktası oldu.
Amerika'dan sonra İrlanda'ya taşındım ve son 5 seneden uzun bir süre içinde gördüklerim
ve ‘Teoriden kaynaklanan körlük' etkisinden haberdar olmam bana çok çok önemli bir şey öğretti:
Etraftaki insanları onların ilgi alanlarından,
başkalarının haklarını ihlal etmeyen herhangi bir tuhaf hareketlerinden,
giyim tarzlarından, dini inançlarından, cinsel eğilimlerinden, dinlenme tarzlarından,
müzik seçimlerinden ve kendi seçimleriyle ilgili olan herhangi şeyden dolayı, iyi veya kötü, aylak veya akıllı,
bilgili veya cahil, ahlaklı veya ahlaksız, yanlış veya doğru vs. gibi kategorileştirmekle
sadece ben sığ düşünmüş oluyorum.
Böylece beynimi sınırlandırarak, birçok kişinin hakkına giriyorum.
Yani bir insan bütün vücuduna dövme yaptırabilir ve aynı zamanda çok da akıllı ve işbilir bir insan olabilir.
Birisi tuhaf bir saç şekli yaptırıp çok bilgili olabilir.
Birisi aynı zamanda hem rap müzik, hem rock müzik, hem klasik müzik,
hem arabesk müzik dinlemekten hoşlanabilir.
Birisi çok akıllı ve yüksek sosyal statüde de olsa, aynı zamanda yersiz şakalar yapabilir.
Birisi renkli giysiler giymeyi tercih etse de, daha çok siyah renk giymeyi tercih eden insanlarla
aynı karaktere ve dünya görüşüne sahip olabilir.
Birisi yüz defa başarısızlığa uğrayıp 101. defada çevresindekilerden daha başarılı sonuçlar elde edebilir,
birisi de Snapchat şirketinin CEO'sunun söylediği gibi hayatta hiçbir zorluk çekmeden
tek seferde o kadar büyük bir şirket kurabilir.
Birisi çok büyük bir şirketin başındakilerden biri olabilir
ve hafta sonu herkesin avare hayatı olarak gördüğü şeyleri yapabilir,
Pazartesi ise yeniden işine devam edebilir.
Böyle kombinasyonlar ve olasılıkları sonsuza kadar saymak mümkün.
Buradan öğrenebileceğimiz sonuç şu ki, beynimizdeki teoriler, yazılmamış kanunlar
ve klişelerle karar vermek hiç de doğru değil ve kâmil insanların yapacağı bir şey değil.
Herkesin kendi seçimi ve doğruları var.
Herkes kendi hayatını yaşar.
Herkesin kendisiyle ilgili seçimlerine saygı duymalı ve beynimizdeki klişelere göre karar verip
onları herhangi bir kategoriye sokmamalıyız.
Ben size şimdiye kadar dövme yaptıran, farklı giyim tarzı olan, cinsel eğilimi farklı olan,
sigara içen, inancı farklı olan vs. insanların yanlış yaptıklarını düşünüyorsak,
bundan sonra doğru yapıyorlar diye düşmeliyiz demiyorum.
Hayır. Öyle değil.
Benim dediyim şey o ki, biz onlar hakkında hiçbir şey düşünmemeliyiz
ve onları herhangi bir kategoriye sokmamalıyız.
Ne pozitif ne de neqatif.
Yani ne iyi ne de kötü olarak değerlendirmemeliyiz.
Başkalarının hayatlarıyla ilgili olan şeyleri ister kötü, ister iyi olarak kategorileştirdiğinizde,
onların özel hayatına müdahale etmiş olursunuz.
Birisinin bizim veya başkalarının haklarını ihlal etmeyen hareketini iyi veya kötü olarak yargılamak,
artık bizim bununla ilgili bir adım attığımızı gösteriyor.
Yani en doğrusu bununla ilgili hiçbir şey söylememeyi
ve yargılamada bulunmamayı kendimize öğretmektir.
Bir gün oturduğum şehirde, yani Dublin'de bir taksi şoförü bana ”İrlandalılarla ilgili ne düşünüyorsun?
Şimdiye kadar yabancı olduğun için sana karşı hiç ayrımcılık hissettin mi?“ diye sordu.
Ben de ”evet, üniversitede sınıf arkadaşlarımın neredeyse hepsi İrlandalıydı
ve bana karşı çok ayrımcılık yapıyorlardı” dedim.
Şoförse bana ”bizimkilerin böyle bir şey yaptıklarına inanmam.
Bizim insanların çoğu tam tersi yabancılara karşı çok iyiler
ve ırkçılık yapmaktan çok çekinirler.“ dedi.
Benimse cevabım şöyle oldu ”Evet, benim de söylemek istediğim o.
Benim İrlandalı sınıf arkadaşlarım bana karşı ayrım yaparak yabancı olduğum için,
bana gerektiğinden daha iyi davranıyorlardı ve bu da bana benim yabancı olduğumu
onlardan biri olmadığımı ve beni kendi aralarına tam almadıklarını hissettiriyordu” oldu.
Adam haliyle şaşırdı ve ”Hiç bu açıdan düşünmemiştim,
bundan sonra bu konuda daha dikkatli olmaya çalışacağım” dedi.
Bu hikâyeyi anlatmaktaki amacım, beynimizdeki klişelerimizden dolayı
bir şeyleri kategorileştirerek yargılamamız, ister iyi yönde olsun, ister kötü,
karşımızdaki insanın hayatına müdahale oluyor.
Birini kınamadan önce şöyle düşünmek lazım:
Bir insan, siz de dâhil, herkesin kınayacağı
ve başkalarının yanında kendini rezil edecek şeyi niye yapsın ki?
Kim kınanmak ister ki?' Belki hiç de düşündüğümüz gibi değil.
Belki o insanın o kararı vermesi için çok haklı sebepleri vardır'
Emin olun, bir insan diğer insanın yerinde olmazsa ve tam olarak o insanın yaşadığı tüm olayları yaşamazsa,
hiçbir zaman hiçbir şekilde ‘ben olsaydım, farklı yapardım' diye iddia edemez.
Çünkü bir insanın herhangi bir karar vermesine sadece bir olay değil,
başkalarının görmediği yüzlerce şey etki ediyor.
O insanın şimdiye kadar yaşadığı tüm olaylar, hafızasında kalanlar, çıkardığı sonuçlar,
yaşayıp gördükleri, yeni öğrendikleri, etrafındaki insanlar vs. yüzlerce şey kararlarını etkiliyor.
Bu yüzden hiçbir zaman hiç kimsenin herhangi bir seçimini kınamamalıyız.
Eğer herhangi bir hareket, karar bize yanlış geliyorsa, siz kendiniz için onları yapmayabilir
ve kendiniz için doğru bildiğiniz, hoşlandığınız, kendinizi rahat hissettiğiniz hayatı yaşayabilirsiniz.
Herkesin kendi işine odaklanması en doğrusu.
İnanın birçoğumuz kendi olumsuzluklarımızı adil bir şekilde yargılarsak,
belki de başkalarını yargılamaya, suçlamaya zamanımız bile kalmaz.
Sözün özü, biz kendi yolumuza bakalım.
Eğer bu video sizi olumlu anlamda düşünmeye sevk ettiyse paylaşın ki,
toplumumuzun diğer üyelerinin de bu videoyu izleme şansı olsun.
Dinlediğiniz için teşekkürler.