×

LingQ'yu daha iyi hale getirmek için çerezleri kullanıyoruz. Siteyi ziyaret ederek, bunu kabul edersiniz: çerez politikası.


image

TEDx Turkey, Atomu parçalamak icin ne gerekli? Ilk olarak kendine güven. | Gökhan Ünel | TEDxIstanbul

Atomu parçalamak icin ne gerekli? Ilk olarak kendine güven. | Gökhan Ünel | TEDxIstanbul

Çeviri: Esra Çakmak Gözden geçirme: Figen Ergürbüz

Türkiye buradan bakınca dünyanın merkezinde gibi gözüküyor, değil mi? Oysa birtakım teknik sorunlarımız var, bilimsel sorunlarımız var. Bırakın Amerika'yla Batı Avrupa'yla yarışmayı; nüfusunun %77'si köylerde yaşayan

1 milyar kişi, köylerde yaşayan Hindistan

2014 yılında Mars yörüngesine uydu gönderdi

ve oradan bilimsel veri topluyor.

Bizde bir şeyler eksik.

Bir şeylerimiz eksik.

Ne yapabiliriz? Neyimiz eksik?

Bunu düşündük, düşündüm,

birkaç madde buldum.

Bazen ben, bazen biz diyeceğim;

burada genelde biz dediğimde öğrencilerim ve beni,

meslektaşlarım ve beni kastedeceğim.

Bulduğumuz şeyler bunlardı:

Bilgi eksikliğimiz var,

teknik altyapı eksikliğimiz var,

motivasyon eksikliğimiz var.

Şimdi Türkiye Avrupa'nın bir parçası,

tabii ki kendimize has çözümler üretelim de; parçası olduğumuz Avrupa,

tarihinde ne yaşamış, ne olmuş ona bakalım.

Belki alabileceğimiz dersler vardır.

Aslında Avrupa, İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra benzeri, hatta çok daha kötü bir durumdaymış.

Avrupa yıkılmış,

birbirinin boğazına sarılan ülkeler,

ülkelerin altyapılarını yok ettiği gibi,

bilim adamlarının da Amerika'ya kaçmasına sebep olmuş.

Fakat savaşın hemen ardından insanlar bir araya gelmişler. 1949 yılında Lozan'da bir kültür konferansı düzenlenmiş. Bu kültür konferansında önceden hukukçu sonradan fizikçi olan,

Nobel ödüllü Louis de Broglie bir öneri yapmış, demiş ki,

"Parçalanmış olan Avrupa'yı bilim etrafında birleştirelim."

Bu öneri hem bilim adamları, hem de politikacılar arasında

çok beğeni toplamış.

1953 yılında, bildiğiniz kurumun, CERN'ün kuruluş antlaşması imzalanmış.

1954 yılında da Cenevre'de,

İsviçre-Fransa sınırında kurulacak olan laboratuvarın

ilk temel atma töreni yapılmış.

CERN dört ana esas üzerine kurulmuş.

Bu esasların tabii en önemlisi, bilimin sınırlarını zorlamak.

Çalıştığımız konu nedir:

"Maddenin temel yapı taşları nedir?" Bu soruya cevap arıyoruz.

Buna cevap ararken evrenin ilk anları hakkında fikir sahibi oluyoruz. Madde ve enerji hakkında fikir sahibi oluyoruz.

Bunların etkileşimi hakkında fikir sahibi oluyoruz. Bunu gerçekleştirebilmek için iki tane alete ihtiyacımız var: Hızlandırıcı ve algıç.

Türkçe önemli; "dedektör" değil, "algıç".

Hızlandırıcılar nasıl çalışıyor? Algıçlar nasıl çalışıyor?

Çok çok basit, size söyleyeyim.

Bizim çalışma yöntemimiz 3 yaşındaki çocukla aynı. Şu aletin ne olduğunu merak eden çocuk -oyuncağının- duvara fırlatır kırar, içinde ne var diye bakar. Bizim yapmaya çalıştığımız şey de bu.

Hızlandırıcılarla protonun içinde ne olduğunu merak ediyoruz. Hızlandırıcılarla protonu hızlandırıp ya duvara, bir hedefe

ya da başka bir protona çarptırıyoruz.

Dışarıya saçılan, içinde ne varsa artık,

bakmak için de çok büyük fotoğraf makinaları, algıçlar kullanıyoruz.

Dolayısıyla bu teknolojilerin, bakkaldan alınamayacağına göre,

geliştirilmesi lazım.

Bunun yanı sıra başka şeyler de çıkıyor, bundan ileride bahsedeceğim.

Üçüncü konu: Bütün bunların yapılabilmesi için ihtiyaç duyulan

bilimsel ve mühendislik dallarında yetişmiş insan gücünü hazırlamak.

Bazı bilgiler okuyarak değil de usta-çırak ilişkisiyle elde ediliyor.

Dolayısıyla bu tecrübenin aktarılması çok önemli ve son olarak da,

CERN'ün yine esas amacı,

unutmayalım Louis de Broglie neden önermişti?

Farklı kültür ve ülkelerden insanları bir araya getirmek.

Soğuk Savaş zamanında,

Sovyet ve Amerikan bilim adamlarının birlikte çalıştığı

tek yer CERN.

Bugün de, gençler arasında İsrail-Filistin partileri...

U-huu hiçbir şey söylemiyorum, ama çok çok meşhur.

CERN ilk başladığında proje olarak,

demiş ki bir hızlandırıcı yapayım.

Bununla başlamış; ilk CERN hızlandırıcısı gördüğünüz gibi iki adam boyunda.

Bugünse yaklaşık 12 bin kişinin çalıştığı,

iki tane büyük yerleşkesi olan,

en büyük hızlandırıcıyı size sarı renkle gösterdiğim,

kendi adına Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi diyen,

ama benim bilimin ve bilimsel teknolojinin dünyadaki tek merkezi dediğim yer.

Bütçemiz yaklaşık bir milyar İsviçre Frangı. Bugünlerde bire üç.

Bu hızlandırıcıyı tabii basından biliyorsunuz muhtemelen,

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı Higgs falan

ama bunu bir spor arabanın en son vitesi gibi düşünebilirsiniz.

Siz spor arabayı altıncı vitesle giderken gördünüz, ama bunun öncesi var,

bunun öncesinde bir hızlandırıcı kompleksi var

ve hepsinin başladığı yer,

birinci vitesi de, en altta LINAC sözüyle gördüğünüz,

doğrusal hızlandırıcı, İngilizcesi Linear Accelerator,

doğrusal hızlandırıcılar.

Bu doğrusal hızlandırıcıyı aklınızda tutun lütfen ileride gelmeye çalışacağım tekrar.

Şimdi, dışarıya çıkan çarpışma sonucu parçaları

fotoğraf makinalarıyla görmeye çalışıyoruz dedim.

Bu fotoğraf makinaları neye benziyor diyecek olursanız, bunlar büyük deneyler.

Mesela burada bir tanesini Atlas deneyini, benim çalıştığım deneyi görüyorsunuz.

Önünde bir tane teknisyen var üzgünüm, yeterince belki çekici değil ama

bir teknisyenle boyu konusunda fikir vermeye çalıştım.

Bu bir silindir,

uzunluğu yaklaşık 40 metre, yüksekliği de 22 metre olan bir silindir.

Bunun içindeki farklı algıçlarla dışarıya çıkan parçacıkları inceleyip

evrenin yapı taşları konusunda fikir sahibi olmaya çalışıyoruz.

Bakın burada size bir özet tablo hazırladım.

Solda gördüğünüz kutular,

evreni oluşturan temel yapı taşları.

Sağdaki silindirler de,

onların birbirleri ile etkileşmesini sağlayan parçacıklar.

Liseden hatırladığımız periyodik tabloyu buraya kadar indirebildik,

çünkü periyodik tablodaki her şeyi bunlardan yola çıkarak yapabiliyoruz

ve daha da fazlasını.

Bu kadar bilimsel çalışma nereye getirdi bizi?

Birçok Nobel ödülü kazandı CERN, üç tane.

Bir tanesi W ve Z Bozonlarının keşfiyle Carlo Rubbia

ve bu makinanın çalışma prensibiyle Van der Meer'e verildi.

60'lı yıllarda yaptığı parçacık algıcığı çalışmasıyla Georges Charpak

92 yılında aldı, 30 yıl sonra.

Higgs ve Englert,

yine 60'lı yıllarda Higgs parçacığının kuramsal temellerini atmışlardı,

ancak Nobel ödülü çok çok uzun soluklu bir şey.

Çalışmalar çok çok uzun soluklu, keşfi 2012,

Nobel ödülü 2013.

Hayatta kalmak lazım Nobel ödülünü alabilmek için,

çünkü yaşayanlara veriliyor sadece.

Bütün bunların birtakım teknolojik getirileri de var,

tamam havadan yiyecek yapamıyoruz, Star Trek değil henüz,

ne bileyim mükemmel eşi de bulamıyoruz,

ama birkaç şey yapabiliyoruz.

Bir tanesini tabii çok iyi biliyorsunuz:

World Wide Web,

bugün olmadan olmayan, yaşayamadığımız bir şey.

Tabii bu CERN'de icat edilmiş bir şey,

çünkü birkaç yüz değişik milletten birkaç bin değişik araştırmacının

kolaylıkla birbirleriyle veri alışverişi yapması lazım.

Bu o sayede, o yüzden icat edilmiş bir şey.

Bunun yanında, tabii bu durmadı ilerledi

sadece bilgi değil, hesap gücü de paylaşalım denildi

ve grit, Türkçe'ye örgü diye çevirdik, diye bir kavram ortaya atıldı.

Burada, dediğim gibi, hesap gücü paylaşılıyor

bunun bilimsel getirisinin yanı sıra,

Türkiye'yi çok ilgilendiren bir uygulaması var:

Bir deprem olduktan sonra,

o depremin analizi çok hızlı bir şekide yapılıp

depremin nerede başladığı,

ne cins bir deprem olduğu kolaylıkla tespit edilebiliyor

ve bunun kurtarma çalışmaları üzerinde çok olumlu etkisi var.

Tıp konusunda iki örnek vereceğim:

Bir tanesi tanı, Positron Emission Tomography.

Hızlandırıcılarda hazırlanmış,

çok kısa yarı ömrü olan

yapay radyoaktif elementler insan vücuduna veriliyor, zerk ediliyor

ve bunlar kullanılarak, insan vücudu açılmadan,

organların nasıl çalıştığı görülebiliyor.

Yine hızlandırıcıların bir uygulaması olarak Proton tedavisi var,

bu da söz gelimi vücudun derinliklerindeki bir kanserli tümörün,

vücudun üst kısmına zarar vermeden yok edilmesi anlamına geliyor.

Bütün bunları söylerken hep hızlandırıcı hızlandırıcı dedim,

burayı biliyor musunuz?

Evet, evet, teşekkür ederim, burası Louvre.

Eğer Dan Brown'un kitaplarını okuduysanız,

Cam Piramit'in altında bir mezar bekliyor olabilirsiniz.

(Kahkaha)

Bu var cam piramidin altında, bir hızlandırıcı.

Bu hızlandırıcı ne işe yarıyor, neden orada diyecek olursanız

sebebi basit:

Tarihi eserlerin,

sanat eserlerinin iç yapılarını

onlara zarar vermeden tespit etmekte kullanılıyor.

Eğer bu sunumdan, benim sunumumdan, eve iki şey götürecekseniz;

ikincisi, hızlandırıcıların

21. yüzyılın anahtar teknolojisi olduğu, İsviçre çakısı olduğu olsun, çünkü sadece bilim alanında değil,

şurada göstermeye çalıştım.

Tıpta %40,

telefonlardaki, bilgisayarlardaki yarı iletken malzemenin,

işlemcilerin hazırlanmasında,

"ion implentation" deniyor %40 kullanılıyor.

Bilimsel amaçla, temel bilim için kullanılan hızlandırıcı sayısı %1.

Bu ikinci şeydi.

Birinci şey de, hareket başlatmaktan çekinmeyin olsun,

çünkü Louis de Broglie'nin attığı fikir bizi nereye getirdi.

Avrupa'yı birleştirelim diye yola çıkmıştık;

insan vücudunun içini anlamaktan,

tümör, kanser tedavi, deprem...

Nerelere gideceğini insan kestiremiyor bile önceden.

Şimdi hareket başlatmaktan çekinmeyin de,

ne yapmamız lazım?

Üretmek istiyorsak şayet, elimizi kirletmekten çekinmeyeceğiz.

Öğrenmek istiyorsak, temel bilimlere gitmekten çekinmeyeceğiz.

Öğretmek istiyorsak; bilimsel düşünmekten,

deney yapmaktan,

çevremizi anlatmaktan çekinmeyeceğiz.

Şimdi bu noktada da bana hissediyorum şunu diyeceksiniz:

Öğüt vermek kolay, sen ne yaptın?

Biz de bir şeyler yapmaya çalıştık öğrencilerim ve meslektaşlarımla.

En kolaydan başlayarak, en kolay da şu oluyor:

Eğer bir şeyi biliyorsam, hiç olmazsa etrafımdakilere öğretebilirim.

Dolayısıyla yarının araştırmacıları olan

bugünün yüksek lisans ve doktora öğrencileri için

Türkiye'nin birkaç yerinde, en güzeli bence Kars'tı,

-30 derecede çok iyi fizik yapılıyor.

(Kahkaha)

Kış kampları düzenledik.

Geleceğin araştırmacıları ise

bugün gördüğünüz minik arkadaşlarım, ortaokul, lise öğrencileri.

Onlara doğrudan bir şey anlatmaktansa, bunu yapmanın başka bir yolu var.

Onların öğretmenlerini heyecanlandırmak, bilim ateşini onlara aktarmak

ki biz 1'den 10'a aktarırken onlar da 10'u 10.000 yapsın.

Dolayısıyla üç yıl önce bir program başlattık,

Türk Öğretmen Çalıştayı dedik adına.

Türkiye'den, çeşitli yerlerinden haritada gördüğünüz gibi,

öğretmenleri bir hafta CERN'de misafir ettik,

bizim çalışmalarımızın heyecanını gördüler

ve yazdıkları notlara göre

hayatlarının, bilimsel hayatlarının eğitim, akademik hayatlarının

en heyecanlı, en verimli birer haftasını geçirdiler.

Şimdiye kadar bu çalıştaya katılan öğretmen sayısı yaklaşık 200

ve iki hafta sonra da altıncısını yapmak üzere çalışmaya devam ediyoruz.

Teknik altyapı konusunda da izninizle birkaç şey söyleyeceğim.

CERN'ün hızlandırıcılarını nasıl başladığını,

birinci vitesin ne olduğunu hatırlayın; doğrusal hızlandırıcı.

CERN'ün nasıl başladığını hatırlayın: Bir hızlandırıcı yaparak.

O hâlde dedik ki madem Türkiye için bir şey yapmak istiyoruz,

biz de bir hızlandırıcı yapalım.

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun ev sahipliğinde ve idaresinde

bir hızlandırıcı yapmaya oturduk.

Bu proje Ankara'da gerçekleşiyor ve ana fikir de şu:

Küçük olsun, bizim olsun.

Biz tasarlayalım, biz üretelim, biz öğrenelim.

Bunu yapmaya kalktığımız zaman şunu gördük.

Tamam, proton hızlandırıcısı yapmak için

belli birtakım geliştirilen yazılımlar var.

Bunu satın almaya kalktığımızda,

bu yazılımların hak sahibi olan,

geliştirmiş olan ülkeler Amerika, Fransa,

Türkiye'ye satmayı reddettiler, çünkü Türkiye kara listedeymiş.

"Kuzey Kore, Sudan, İran, Türkiye kara listede, size kesinlikle satmıyoruz."

Tasarımı olmadan, bilgisayar olmadan bu işler yapılmaz.

Ne yapalım derken öğrencilerimle beraber dedik ki:

Ya onlar da yapabilir, yapmış.

Ben de yapabilirim, ben de insanım.

Çekinecek bir şey yok, atıl!

Oturduk, kendi hızlandırıcı tasarım yazılımımızı oluşturduk.

TÜBİTAK bizi destekledi.

Yaklaşık iki yıllık bir projeyle.

Simgemizi gördünüz: Demir döven adam.

Neticede hızlandırıcılar metalden yapılıyor, metal-demir, hmm.

(Kahkaha)

Bu projeyi konferanslarda öğrencilerim sunduğu zaman

bu sefer Amerikalılar geldiler,

"Biz size software'imizi satmaya hazırız, yazılımımızı satmaya hazırız" diye.

Eğer siz bir şey üretirseniz,

tasarım aşamasında dahi elinizde müthiş bir pazarlık payı oluyor.

Neyse, bu proje belli bir yere geldi,

ikinci sunumu, ikinci gösteriyi Çin'de yaptılar.

Bu sefer Çinliler geldi, bunu ticari hâle getirin de biz sizden satın alalım diye.

Bence bu fena olmayan bir başarıydı.

Bir başka şey, hızlandırıcı yaparken bu alet gerekiyor.

Bu alet nedir diyecek olursanız,

elektromanyetik dalgaların işte çarptığı zaman geri geldiğinde

güç kaynağına zarar vermemesini sağlayan bir aygıt.

Biz buna dolaştırıcı dedik Türkçe'sine.

Bunu satın alalım dedik bir Amerikan firmasında.

Bize 250 bin dolar fiyat teklif ettiler.

O kadar bütçemiz yok; ne yapacağız,

kendimiz tasarlayacağız, kendimiz üreteceğiz, peki.

Tasarımı yapıp

bunu üreteceğiz diye bir konferansa gittiğimizde aynı firma geldi,

bizi buldu ve dedi ki

"%10'una sizindir, üretmenize gerek yok".

Ama bu olmaz, çünkü üretirken elde ettiğiniz deneyim,

kazandığınız deneyim paha biçilmez.

Dolayısıyla gördüğünüz gibi ürettik ve oraya koyduk.

Gelelim işletme kısmına.

(Alkış)

Bir şeyi üretirsiniz, elinizde vardır satın alırsınız,

ama işletme çok önemli,

bakın Kurtuluş Savaşı'nda elimizde tren vardı, ama makinist yoktu.

Bir aleti yapmak yeterli değil,

onu kullanabilecek insanları da yetiştirmek çok önemli.

Bizim Ankara'daki laboratuvarda insanlar

aynı zamanda bu aletleri kullanmayı da öğreniyorlar

ve bizim ekipten ayrılan bir başka genç

mesela bu işi ticari olarak yapabilir miyim diye endüstride çalışmaya başladı,

bu benim çok çok hoşuma giden bir gelişme oldu.

Son olarak motivasyon hakkında bir şey söyleyeceğim.

Motivasyon nedir, başarılı olmamız lazım ki insanları motive edelim.

Bence başarılı olmanın sırrı şu:

Mümkün olduğunca büyük bir lokma ısırmak lazım,

ama yutabileceğiniz kadar da küçük olmalı.

Mümkün olduğunca büyük, yutabileceğiniz kadar küçük.

Bana öyle geliyor ki bizim Ankara'daki hızlandırıcı

Atom Enerjisi Kurumu'nun yaptığı hızlandırıcı böyle bir şey.

Bizim laboratuvarın son hâlini arkada görüyorsunuz.

Sol yukarıda gördüğünüz proton kaynağımız, ışıldamasını görüyorsunuz belki,

sağda gördüğünüzse 2015 yılının sonunda elde ettiğimiz ilk proton demeti.

Henüz hızlandırıcıya girmedi,

çünkü hızlandırıcı kovuk.

Tabii bizim tasarladığımız ürettiğimiz kovuk, ortada duran sarı şey,

henüz test masasında.

Aslında ben de pazartesi günü Ankara'ya bu proje üzerinde çalışmaya gidiyorum.

(Alkış)

Bu ekip İstanbul'dan, Ankara'dan, Eskişehir'den

birkaç tane de Cenevre'den insanların

uzaktan birbirleriyle etkileşerek gerçekleştirdiği bir şey.

Evet, Louis de Broglie'nin başlattığı harekete belki çok yakın değil,

belki birazcık benziyor.

Bakalım 40 yıl sonra biz nerede olacağız?

Ama söyleyeceğim şu, biz çekinmedik atıldık.

Siz de sakın kendinize olan inancınızı yitirmeyin, yapabilirsiniz!

Teşekkürler.

(Alkış)

Atomu parçalamak icin ne gerekli? Ilk olarak kendine güven. | Gökhan Ünel | TEDxIstanbul ||||||||||Gökhan Ünel| What is needed to split the atom? Trust yourself first. | Gokhan Unel | TEDxIstanbul Que faut-il pour diviser l'atome ? D'abord, se faire confiance. | Gökhan Ünel | TEDxIstanbul 原子を割るには何が必要か?まずは自分自身を信頼すること|ギョーカン・ウネル|TEDxIstanbul

Çeviri: Esra Çakmak Gözden geçirme: Figen Ergürbüz Translation: Esra Cakmak Review: Figen Ergurbuz

Türkiye buradan bakınca dünyanın merkezinde gibi gözüküyor, değil mi? From here, Turkey seems to be at the center of the world, doesn't it? Oysa birtakım teknik sorunlarımız var, bilimsel sorunlarımız var. |||our problems|||| However, we have some technical problems, we have scientific problems. Bırakın Amerika'yla Batı Avrupa'yla yarışmayı; |with America||| Let alone competing with America and Western Europe; nüfusunun %77'si köylerde yaşayan 77% of the population live in villages

1 milyar kişi, köylerde yaşayan Hindistan 1 billion people live in villages in India

2014 yılında Mars yörüngesine uydu gönderdi Sent satellite into Mars orbit in 2014

ve oradan bilimsel veri topluyor. and collects scientific data from there.

Bizde bir şeyler eksik.

Bir şeylerimiz eksik. |our things| We're missing something.

Ne yapabiliriz? Neyimiz eksik? ||What do we have?|

Bunu düşündük, düşündüm,

birkaç madde buldum. I found a few items.

Bazen ben, bazen biz diyeceğim; Sometimes I will say, sometimes we;

burada genelde biz dediğimde öğrencilerim ve beni, here usually when I say we my students and me,

meslektaşlarım ve beni kastedeceğim. My colleagues|||I mean I will mean my colleagues and me.

Bulduğumuz şeyler bunlardı: ||these were These were the things we found:

Bilgi eksikliğimiz var, |lack of knowledge| We have a lack of information,

teknik altyapı eksikliğimiz var, we have a lack of technical infrastructure,

motivasyon eksikliğimiz var.

Şimdi Türkiye Avrupa'nın bir parçası,

tabii ki kendimize has çözümler üretelim de; Of course, let's create our own solutions; parçası olduğumuz Avrupa,

tarihinde ne yaşamış, ne olmuş ona bakalım.

Belki alabileceğimiz dersler vardır. |we can take||

Aslında Avrupa, İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra benzeri, In fact, Europe, like just after the Second World War, hatta çok daha kötü bir durumdaymış. |||||was in condition

Avrupa yıkılmış,

birbirinin boğazına sarılan ülkeler, countries at each other's throats,

ülkelerin altyapılarını yok ettiği gibi, |their infrastructures||| as it destroys the infrastructures of countries,

bilim adamlarının da Amerika'ya kaçmasına sebep olmuş.

Fakat savaşın hemen ardından insanlar bir araya gelmişler. But right after the war, people came together. 1949 yılında Lozan'da bir kültür konferansı düzenlenmiş. |in Lausanne|||| Bu kültür konferansında önceden hukukçu sonradan fizikçi olan, ||"at the conference"||||| At this cultural conference, formerly a lawyer and later a physicist,

Nobel ödüllü Louis de Broglie bir öneri yapmış, ||||de Broglie||| Nobel laureate Louis de Broglie made a suggestion, demiş ki,

"Parçalanmış olan Avrupa'yı bilim etrafında birleştirelim." Fragmented||||| "Let's unite the fragmented Europe around science."

Bu öneri hem bilim adamları, hem de politikacılar arasında

çok beğeni toplamış. has received much acclaim.

1953 yılında, bildiğiniz kurumun, CERN'ün kuruluş antlaşması imzalanmış. ||the institution's||||signed

1954 yılında da Cenevre'de, ||in Geneva

İsviçre-Fransa sınırında kurulacak olan laboratuvarın |||||the laboratory's The laboratory to be established on the Swiss-French border

ilk temel atma töreni yapılmış. The first groundbreaking ceremony was held.

CERN dört ana esas üzerine kurulmuş. CERN is based||||| CERN was founded on four main principles.

Bu esasların tabii en önemlisi, bilimin sınırlarını zorlamak. |principles|||||| Of course, the most important of these principles is to push the limits of science.

Çalıştığımız konu nedir: What is the topic we are working on:

"Maddenin temel yapı taşları nedir?" Bu soruya cevap arıyoruz. "What are the basic building blocks of matter?" We are looking for an answer to this question.

Buna cevap ararken evrenin ilk anları hakkında fikir sahibi oluyoruz. While searching for an answer to this, we get an idea about the first moments of the universe. Madde ve enerji hakkında fikir sahibi oluyoruz.

Bunların etkileşimi hakkında fikir sahibi oluyoruz. |interaction|||| Bunu gerçekleştirebilmek için iki tane alete ihtiyacımız var: Hızlandırıcı ve algıç. ||Detector

Türkçe önemli; "dedektör" değil, "algıç".

Hızlandırıcılar nasıl çalışıyor? Algıçlar nasıl çalışıyor? Accelerators|||Detectors|| How do accelerators work? How do sensors work?

Çok çok basit, size söyleyeyim.

Bizim çalışma yöntemimiz 3 yaşındaki çocukla aynı. ||Our method||| Şu aletin ne olduğunu merak eden çocuk -oyuncağının- |||||||of the toy The boy wondering what that tool-toy- duvara fırlatır kırar, içinde ne var diye bakar. throws it at the wall, breaks it, sees what's inside. Bizim yapmaya çalıştığımız şey de bu.

Hızlandırıcılarla protonun içinde ne olduğunu merak ediyoruz. With accelerators|||||| With accelerators, we wonder what's inside the proton. Hızlandırıcılarla protonu hızlandırıp ya duvara, bir hedefe |proton|accelerating||||

ya da başka bir protona çarptırıyoruz. |||||we collide

Dışarıya saçılan, içinde ne varsa artık, |scattered|||| Scattered outside, whatever is inside,

bakmak için de çok büyük fotoğraf makinaları, algıçlar kullanıyoruz. ||||||cameras||

Dolayısıyla bu teknolojilerin, bakkaldan alınamayacağına göre, |||from the grocer|cannot be bought| Therefore, since these technologies cannot be bought at the grocery store,

geliştirilmesi lazım. needs to improve|

Bunun yanı sıra başka şeyler de çıkıyor, bundan ileride bahsedeceğim. There are other things as well, which I will talk about later.

Üçüncü konu: Bütün bunların yapılabilmesi için ihtiyaç duyulan ||||"to be done"||| The third issue: What is needed to do all this

bilimsel ve mühendislik dallarında yetişmiş insan gücünü hazırlamak.

Bazı bilgiler okuyarak değil de usta-çırak ilişkisiyle elde ediliyor. |||||||through apprenticeship|| Some knowledge is obtained not by reading, but by a master-apprentice relationship.

Dolayısıyla bu tecrübenin aktarılması çok önemli ve son olarak da,

CERN'ün yine esas amacı, CERN's main purpose is to

unutmayalım Louis de Broglie neden önermişti? |||||had proposed Let's not forget why did Louis de Broglie suggest it?

Farklı kültür ve ülkelerden insanları bir araya getirmek. Bringing people from different cultures and countries together.

Soğuk Savaş zamanında, During the Cold War,

Sovyet ve Amerikan bilim adamlarının birlikte çalıştığı

tek yer CERN.

Bugün de, gençler arasında İsrail-Filistin partileri... ||||||parties

U-huu hiçbir şey söylemiyorum, ama çok çok meşhur. U-huu I'm not saying anything, but it's very very famous.

CERN ilk başladığında proje olarak,

demiş ki bir hızlandırıcı yapayım.

Bununla başlamış; ilk CERN hızlandırıcısı gördüğünüz gibi iki adam boyunda. It started with this; The first CERN accelerator is as tall as two men, as you can see.

Bugünse yaklaşık 12 bin kişinin çalıştığı,

iki tane büyük yerleşkesi olan,

en büyük hızlandırıcıyı size sarı renkle gösterdiğim, ||the accelerator||||

kendi adına Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi diyen,

ama benim bilimin ve bilimsel teknolojinin dünyadaki tek merkezi dediğim yer.

Bütçemiz yaklaşık bir milyar İsviçre Frangı. Our budget||||| Our budget is about one billion Swiss Francs. Bugünlerde bire üç. Three to one these days.

Bu hızlandırıcıyı tabii basından biliyorsunuz muhtemelen, You probably know this accelerator from the press, of course,

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı Higgs falan |||Higgs boson| Large Hadron Collider Higgs or something

ama bunu bir spor arabanın en son vitesi gibi düşünebilirsiniz. |||||||gear|| but you can think of it like the last gear of a sports car.

Siz spor arabayı altıncı vitesle giderken gördünüz, ama bunun öncesi var, ||||at sixth gear|||||| You've seen the sports car going in sixth gear, but there's before that,

bunun öncesinde bir hızlandırıcı kompleksi var ||||accelerator complex|

ve hepsinin başladığı yer,

birinci vitesi de, en altta LINAC sözüyle gördüğünüz, |||||linear accelerator|| you see first gear with the word LINAC at the bottom,

doğrusal hızlandırıcı, İngilizcesi Linear Accelerator, linear|||Linear Accelerator|Linear accelerator linear accelerator, English Linear Accelerator,

doğrusal hızlandırıcılar.

Bu doğrusal hızlandırıcıyı aklınızda tutun lütfen ileride gelmeye çalışacağım tekrar.

Şimdi, dışarıya çıkan çarpışma sonucu parçaları

fotoğraf makinalarıyla görmeye çalışıyoruz dedim. |with cameras|||

Bu fotoğraf makinaları neye benziyor diyecek olursanız, bunlar büyük deneyler.

Mesela burada bir tanesini Atlas deneyini, benim çalıştığım deneyi görüyorsunuz.

Önünde bir tane teknisyen var üzgünüm, yeterince belki çekici değil ama |||technician||||||| There's one tech in front of you sorry, maybe not attractive enough but

bir teknisyenle boyu konusunda fikir vermeye çalıştım. |with a technician||||| I tried to give an idea about the size with a technician.

Bu bir silindir,

uzunluğu yaklaşık 40 metre, yüksekliği de 22 metre olan bir silindir. A cylinder with a length of about 40 meters and a height of 22 meters.

Bunun içindeki farklı algıçlarla dışarıya çıkan parçacıkları inceleyip |||with sensors||||

evrenin yapı taşları konusunda fikir sahibi olmaya çalışıyoruz. We are trying to have an idea about the building blocks of the universe.

Bakın burada size bir özet tablo hazırladım. Look, I've prepared a summary table for you here.

Solda gördüğünüz kutular, ||The boxes The boxes you see on the left,

evreni oluşturan temel yapı taşları. the basic building blocks that make up the universe.

Sağdaki silindirler de, The cylinders on the right

onların birbirleri ile etkileşmesini sağlayan parçacıklar. |||interaction||particles

Liseden hatırladığımız periyodik tabloyu buraya kadar indirebildik, ||||||could bring down We were able to download the periodic table that we remember from high school,

çünkü periyodik tablodaki her şeyi bunlardan yola çıkarak yapabiliyoruz ||||||||can make

ve daha da fazlasını.

Bu kadar bilimsel çalışma nereye getirdi bizi? Where did all this scientific work lead us?

Birçok Nobel ödülü kazandı CERN, üç tane.

Bir tanesi W ve Z Bozonlarının keşfiyle Carlo Rubbia |||||bosons|discovery of|Carlo Rubbia|Carlo Rubbia Carlo Rubbia, one with the discovery of W and Z Bosons

ve bu makinanın çalışma prensibiyle Van der Meer'e verildi. ||the machine's|||||Van der Meer| and the working principle of this machine was given to Van der Meer.

60'lı yıllarda yaptığı parçacık algıcığı çalışmasıyla Georges Charpak ||||particle detector||Georges Charpak|Georges Charpak

92 yılında aldı, 30 yıl sonra.

Higgs ve Englert, ||and Englert

yine 60'lı yıllarda Higgs parçacığının kuramsal temellerini atmışlardı, |||||theoretical||

ancak Nobel ödülü çok çok uzun soluklu bir şey. ||||||long-lasting||

Çalışmalar çok çok uzun soluklu, keşfi 2012,

Nobel ödülü 2013.

Hayatta kalmak lazım Nobel ödülünü alabilmek için, You have to survive to get the Nobel Prize.

çünkü yaşayanlara veriliyor sadece. because it is given only to the living.

Bütün bunların birtakım teknolojik getirileri de var,

tamam havadan yiyecek yapamıyoruz, Star Trek değil henüz, |||||Star Trek||

ne bileyim mükemmel eşi de bulamıyoruz,

ama birkaç şey yapabiliyoruz.

Bir tanesini tabii çok iyi biliyorsunuz:

World Wide Web, |Global|

bugün olmadan olmayan, yaşayamadığımız bir şey. |||we couldn't live||

Tabii bu CERN'de icat edilmiş bir şey, ||at CERN||||

çünkü birkaç yüz değişik milletten birkaç bin değişik araştırmacının ||||||||the researcher’s

kolaylıkla birbirleriyle veri alışverişi yapması lazım. They should be able to easily exchange data with each other.

Bu o sayede, o yüzden icat edilmiş bir şey.

Bunun yanında, tabii bu durmadı ilerledi

sadece bilgi değil, hesap gücü de paylaşalım denildi

ve grit, Türkçe'ye örgü diye çevirdik, diye bir kavram ortaya atıldı. |knitting|||||||||

Burada, dediğim gibi, hesap gücü paylaşılıyor Here, as I said, the power of calculation is shared.

bunun bilimsel getirisinin yanı sıra,

Türkiye'yi çok ilgilendiren bir uygulaması var:

Bir deprem olduktan sonra,

o depremin analizi çok hızlı bir şekide yapılıp ||||||manner|

depremin nerede başladığı,

ne cins bir deprem olduğu kolaylıkla tespit edilebiliyor It can be easily determined what kind of earthquake it is.

ve bunun kurtarma çalışmaları üzerinde çok olumlu etkisi var.

Tıp konusunda iki örnek vereceğim:

Bir tanesi tanı, Positron Emission Tomography. |||Positron|Positron Emission Tomography|Positron Emission Tomography One is diagnosis, Positron Emission Tomography.

Hızlandırıcılarda hazırlanmış, In accelerators| Prepared in accelerators,

çok kısa yarı ömrü olan

yapay radyoaktif elementler insan vücuduna veriliyor, zerk ediliyor ||||||injected|

ve bunlar kullanılarak, insan vücudu açılmadan,

organların nasıl çalıştığı görülebiliyor.

Yine hızlandırıcıların bir uygulaması olarak Proton tedavisi var,

bu da söz gelimi vücudun derinliklerindeki bir kanserli tümörün, |||for example||||cancerous|

vücudun üst kısmına zarar vermeden yok edilmesi anlamına geliyor. means to be destroyed without harming the upper part of the body.

Bütün bunları söylerken hep hızlandırıcı hızlandırıcı dedim,

burayı biliyor musunuz?

Evet, evet, teşekkür ederim, burası Louvre.

Eğer Dan Brown'un kitaplarını okuduysanız, ||Dan Brown's||"if you read"

Cam Piramit'in altında bir mezar bekliyor olabilirsiniz. |the Pyramid's|||||

(Kahkaha)

Bu var cam piramidin altında, bir hızlandırıcı. |||glass pyramid|||

Bu hızlandırıcı ne işe yarıyor, neden orada diyecek olursanız

sebebi basit:

Tarihi eserlerin,

sanat eserlerinin iç yapılarını

onlara zarar vermeden tespit etmekte kullanılıyor. It is used to detect them without damaging them.

Eğer bu sunumdan, benim sunumumdan, eve iki şey götürecekseniz; ||||my presentation||||take away

ikincisi, hızlandırıcıların

21\. yüzyılın anahtar teknolojisi olduğu, İsviçre çakısı olduğu olsun, 21\\. Let it be the key technology of the century, the Swiss army knife, çünkü sadece bilim alanında değil,

şurada göstermeye çalıştım.

Tıpta %40, In medicine

telefonlardaki, bilgisayarlardaki yarı iletken malzemenin, on the phones|||semiconductor material|semiconductor material

işlemcilerin hazırlanmasında, processors' preparation|"in preparation of" in the preparation of processors,

"ion implentation" deniyor %40 kullanılıyor. ion implantation|ion implantation||

Bilimsel amaçla, temel bilim için kullanılan hızlandırıcı sayısı %1. For scientific purposes, the number of accelerators used for basic science is 1%.

Bu ikinci şeydi.

Birinci şey de, hareket başlatmaktan çekinmeyin olsun, ||||initiate|| The first thing is, feel free to start a movement,

çünkü Louis de Broglie'nin attığı fikir bizi nereye getirdi. |Louis de Broglie||de Broglie's|||||

Avrupa'yı birleştirelim diye yola çıkmıştık;

insan vücudunun içini anlamaktan,

tümör, kanser tedavi, deprem...

Nerelere gideceğini insan kestiremiyor bile önceden. |||can't predict||

Şimdi hareket başlatmaktan çekinmeyin de,

ne yapmamız lazım?

Üretmek istiyorsak şayet, elimizi kirletmekten çekinmeyeceğiz. ||||get dirty|won't hesitate If we want to produce, we will not hesitate to get our hands dirty.

Öğrenmek istiyorsak, temel bilimlere gitmekten çekinmeyeceğiz. |||sciences||

Öğretmek istiyorsak; bilimsel düşünmekten,

deney yapmaktan,

çevremizi anlatmaktan çekinmeyeceğiz. our surroundings||

Şimdi bu noktada da bana hissediyorum şunu diyeceksiniz:

Öğüt vermek kolay, sen ne yaptın?

Biz de bir şeyler yapmaya çalıştık öğrencilerim ve meslektaşlarımla. ||||||||with my colleagues

En kolaydan başlayarak, en kolay da şu oluyor: |from the easiest||||||

Eğer bir şeyi biliyorsam, hiç olmazsa etrafımdakilere öğretebilirim. ||||||those around me|"I can teach" If I know something, at least I can teach it to those around me.

Dolayısıyla yarının araştırmacıları olan |tomorrow's|future researchers| Therefore, future researchers

bugünün yüksek lisans ve doktora öğrencileri için

Türkiye'nin birkaç yerinde, en güzeli bence Kars'tı, ||||||was Kars

-30 derecede çok iyi fizik yapılıyor.

(Kahkaha)

Kış kampları düzenledik. |winter camps|organized We organized winter camps.

Geleceğin araştırmacıları ise

bugün gördüğünüz minik arkadaşlarım, ortaokul, lise öğrencileri.

Onlara doğrudan bir şey anlatmaktansa, bunu yapmanın başka bir yolu var. ||||rather than explaining||||||

Onların öğretmenlerini heyecanlandırmak, bilim ateşini onlara aktarmak |their teachers|inspire||fire of science||

ki biz 1'den 10'a aktarırken onlar da 10'u 10.000 yapsın.

Dolayısıyla üç yıl önce bir program başlattık, So we started a program three years ago,

Türk Öğretmen Çalıştayı dedik adına. ||Workshop|| We called it the Turkish Teacher Workshop.

Türkiye'den, çeşitli yerlerinden haritada gördüğünüz gibi,

öğretmenleri bir hafta CERN'de misafir ettik,

bizim çalışmalarımızın heyecanını gördüler |our efforts'||

ve yazdıkları notlara göre |their writings||

hayatlarının, bilimsel hayatlarının eğitim, akademik hayatlarının their lives, their scientific lives, their educational, academic lives.

en heyecanlı, en verimli birer haftasını geçirdiler. |||||week| they had the most exciting and productive week.

Şimdiye kadar bu çalıştaya katılan öğretmen sayısı yaklaşık 200 |||workshop|||| The number of teachers who have participated in this workshop so far is approximately 200.

ve iki hafta sonra da altıncısını yapmak üzere çalışmaya devam ediyoruz. |||||the sixth one|||||

Teknik altyapı konusunda da izninizle birkaç şey söyleyeceğim. ||||with your permission|||

CERN'ün hızlandırıcılarını nasıl başladığını, |its accelerators||

birinci vitesin ne olduğunu hatırlayın; doğrusal hızlandırıcı. |first gear||||| remember what first gear is; linear accelerator.

CERN'ün nasıl başladığını hatırlayın: Bir hızlandırıcı yaparak.

O hâlde dedik ki madem Türkiye için bir şey yapmak istiyoruz,

biz de bir hızlandırıcı yapalım.

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun ev sahipliğinde ve idaresinde |||institution's||under the auspices||

bir hızlandırıcı yapmaya oturduk.

Bu proje Ankara'da gerçekleşiyor ve ana fikir de şu:

Küçük olsun, bizim olsun.

Biz tasarlayalım, biz üretelim, biz öğrenelim.

Bunu yapmaya kalktığımız zaman şunu gördük. ||we attempted|||

Tamam, proton hızlandırıcısı yapmak için

belli birtakım geliştirilen yazılımlar var. |||developed software|

Bunu satın almaya kalktığımızda,

bu yazılımların hak sahibi olan, |the software's|||

geliştirmiş olan ülkeler Amerika, Fransa,

Türkiye'ye satmayı reddettiler, çünkü Türkiye kara listedeymiş. ||refused to sell||||was blacklisted

"Kuzey Kore, Sudan, İran, Türkiye kara listede, size kesinlikle satmıyoruz."

Tasarımı olmadan, bilgisayar olmadan bu işler yapılmaz.

Ne yapalım derken öğrencilerimle beraber dedik ki: |||with my students|||

Ya onlar da yapabilir, yapmış.

Ben de yapabilirim, ben de insanım.

Çekinecek bir şey yok, atıl! Nothing to fear||||go for it

Oturduk, kendi hızlandırıcı tasarım yazılımımızı oluşturduk. ||||our software| We sat down and created our own accelerator design software.

TÜBİTAK bizi destekledi.

Yaklaşık iki yıllık bir projeyle. ||||with a project

Simgemizi gördünüz: Demir döven adam. our symbol|||| You've seen our symbol: the man forging iron.

Neticede hızlandırıcılar metalden yapılıyor, metal-demir, hmm. ||metal|||| After all, accelerators are made of metal, metal-iron, hmm.

(Kahkaha)

Bu projeyi konferanslarda öğrencilerim sunduğu zaman

bu sefer Amerikalılar geldiler, this time the americans came,

"Biz size software'imizi satmaya hazırız, yazılımımızı satmaya hazırız" diye. ||our software||||||

Eğer siz bir şey üretirseniz, ||||if you produce

tasarım aşamasında dahi elinizde müthiş bir pazarlık payı oluyor.

Neyse, bu proje belli bir yere geldi,

ikinci sunumu, ikinci gösteriyi Çin'de yaptılar. |||show||

Bu sefer Çinliler geldi, bunu ticari hâle getirin de biz sizden satın alalım diye.

Bence bu fena olmayan bir başarıydı.

Bir başka şey, hızlandırıcı yaparken bu alet gerekiyor.

Bu alet nedir diyecek olursanız,

elektromanyetik dalgaların işte çarptığı zaman geri geldiğinde electromagnetic|||hits||| back when the electromagnetic waves crashed at work

güç kaynağına zarar vermemesini sağlayan bir aygıt. |to the source||preventing damage|||device

Biz buna dolaştırıcı dedik Türkçe'sine. ||We called it circulator.||to Turkish

Bunu satın alalım dedik bir Amerikan firmasında.

Bize 250 bin dolar fiyat teklif ettiler.

O kadar bütçemiz yok; ne yapacağız,

kendimiz tasarlayacağız, kendimiz üreteceğiz, peki. |we will design|||

Tasarımı yapıp

bunu üreteceğiz diye bir konferansa gittiğimizde aynı firma geldi,

bizi buldu ve dedi ki

"%10'una sizindir, üretmenize gerek yok". ||produce it|| "10% is yours, you don't need to produce".

Ama bu olmaz, çünkü üretirken elde ettiğiniz deneyim, ||||while producing|||

kazandığınız deneyim paha biçilmez. |||priceless

Dolayısıyla gördüğünüz gibi ürettik ve oraya koyduk. |||we produced|||

Gelelim işletme kısmına.

(Alkış)

Bir şeyi üretirsiniz, elinizde vardır satın alırsınız, ||You produce||||

ama işletme çok önemli,

bakın Kurtuluş Savaşı'nda elimizde tren vardı, ama makinist yoktu. |||||||train engineer|

Bir aleti yapmak yeterli değil,

onu kullanabilecek insanları da yetiştirmek çok önemli. It is very important to train people who can use it.

Bizim Ankara'daki laboratuvarda insanlar |in Ankara||

aynı zamanda bu aletleri kullanmayı da öğreniyorlar

ve bizim ekipten ayrılan bir başka genç ||from our team||||

mesela bu işi ticari olarak yapabilir miyim diye endüstride çalışmaya başladı, ||||||||industry||

bu benim çok çok hoşuma giden bir gelişme oldu.

Son olarak motivasyon hakkında bir şey söyleyeceğim.

Motivasyon nedir, başarılı olmamız lazım ki insanları motive edelim.

Bence başarılı olmanın sırrı şu:

Mümkün olduğunca büyük bir lokma ısırmak lazım, |||||bite off| It is necessary to bite as big a bite as possible,

ama yutabileceğiniz kadar da küçük olmalı. |"you can swallow"|||| but it should be small enough for you to swallow.

Mümkün olduğunca büyük, yutabileceğiniz kadar küçük. |||you can swallow||

Bana öyle geliyor ki bizim Ankara'daki hızlandırıcı

Atom Enerjisi Kurumu'nun yaptığı hızlandırıcı böyle bir şey.

Bizim laboratuvarın son hâlini arkada görüyorsunuz.

Sol yukarıda gördüğünüz proton kaynağımız, ışıldamasını görüyorsunuz belki, ||||our source|its shining||

sağda gördüğünüzse 2015 yılının sonunda elde ettiğimiz ilk proton demeti. |you see|||||||

Henüz hızlandırıcıya girmedi, |to the accelerator|

çünkü hızlandırıcı kovuk. ||accelerator cavity

Tabii bizim tasarladığımız ürettiğimiz kovuk, ortada duran sarı şey, ||"we designed"||||||

henüz test masasında.

Aslında ben de pazartesi günü Ankara'ya bu proje üzerinde çalışmaya gidiyorum.

(Alkış)

Bu ekip İstanbul'dan, Ankara'dan, Eskişehir'den ||||from Eskişehir

birkaç tane de Cenevre'den insanların |||from Geneva|

uzaktan birbirleriyle etkileşerek gerçekleştirdiği bir şey. ||interacting with each other|||

Evet, Louis de Broglie'nin başlattığı harekete belki çok yakın değil,

belki birazcık benziyor.

Bakalım 40 yıl sonra biz nerede olacağız?

Ama söyleyeceğim şu, biz çekinmedik atıldık. ||||did not hesitate|we jumped in

Siz de sakın kendinize olan inancınızı yitirmeyin, |||||your faith|lose yapabilirsiniz!

Teşekkürler.

(Alkış)