×

LingQ'yu daha iyi hale getirmek için çerezleri kullanıyoruz. Siteyi ziyaret ederek, bunu kabul edersiniz: cookie policy.


image

Barış Özcan 2018, Kimdi bu Stephen Hawking?

Kimdi bu Stephen Hawking?

Beni duyabiliyor musunuz?

Pek çoğunuzun duyduğu üzere ünlü fizikçi Stephen Hawking geçtiğimiz 14 Mart günü, içinde yaşadığı “ceviz kabuğundaki evren”inden ayrıldı. Ve yine pek çoğunuzun fark ettiği gibi Galile'nin ölümünün 300. Yıldönümünde doğan bu parlak beyin, Albert Einstein'ın doğduğu Pi gününde de ölmüş oldu.

“Kimdi ulan bu Stephen Hawking?” diye bir video yaparsın artık abi diye pek çok mesaj gönderdiniz bana. Sizi duymamak mümkün mü? Yaparım tabi. Ama başlığını böyle atmam. Çünkü kim olursa olsun bizde ölünün arkasından kötü konuşulmaz. Ulan bile denmez. Zaten böyle bir adam hakkında nasıl kötü konuşulabilir ki diye düşünüyorsunuz değil mi? Ah, ah… N'olur, öyle kalın

Tamam konuşalım da, hakkında onu tanıyan tanımayan, bilen bilmeyen herkes bir şeyler söyledi zaten. Söylenecek daha ne kaldı? diye düşünürken kendi kişisel hikayemdeki rolünü aktarmak aklıma geldi. Onunla ilk kez 90'lı yıllarda bir üniversite öğrencisiyken tanışmıştım. Biliyorsunuz özellikle yazarlarla tanışmak çok kolay. Kitabını alıp okuyorsunuz. Ben de öyle yaptım. “Zamanın Kısa Tarihi”ni okudum. Bu popüler bir bilim kitabı. Bilim insanı olmayan kişilerin de okuyup anlayabilmesi için yazılmış. Hatta içinde Einstein'ın E=mc² formülü dışında herhangi bir formül dahi yok. Bazı kısımları beni çok heyecanlandırmıştı bu kitabın ama itiraf etmeliyim ki bazı bölümlerini de anlayamamıştım. Şimdi bu videonun bazı kısımları da size öyle gelebilir, sıkın dişinizi.

“Büyük Patlama – Big Bang”den başlayıp kara deliklere uzanan zamanın “kısa” hikayesi. Big Bang denince akla ilk gelen kişilerden biri olduğu için son yıllarda önce adını sonra da kendisini komedi dizisi “Big Bang Theory”de de duymaya başlamıştık.

Stephen Hawking sadece dizilerde Sheldon'ın hatalarını bulmakla kalmadı, Einstein'ın eksik bıraktığı bazı şeyleri de tamamlamaya çalıştı. Özellikle kara deliklerle ilgili. Kara deliklerin aslında o kadar da kara olmadığını ileri sürdü. Onların parçacık yaydığını ve bu sayede kütle kaybettiğini söyledi. Bu teorik radyasyona artık Hawking ışıması deniyor.

İyi de bu neden önemli? Önemli çünkü “her şeyin teorisi”ni bulmaya çalışırken böyle bir sonuca ulaştı. Neredeyse tüm bilim insanlarının aradığı “her şeyi açıklayacak olan o tek teori.”

“En büyük ve en küçük” adında bir video yayınlamıştım geçenlerde. Hatırlayacaksınız o video kendi boyutlarımızda ve ölçeğimizde başlıyordu. Newton yasalarının geçerli olduğu bir dünyada. Sonra ölçeğimizi gözlemlenebilir evrene kadar büyüttük. Einstein'ın ışık hızı hakkındaki tespitlerinin ve “izafiyet teorisi”nin geçerli olduğu bir dünyayı gördük. Sonra da tam tersi yönde küçüldük ve “kuantum teorisi”nin geçerli olduğu atom altı bir dünyaya gittik.

İşte Stephen Hawking böylesine farklı gibi görünen bu dünyaları açıklayacak bir teori geliştirmeye çalıştı. En küçüklerin dünyasındaki kuantum teorisiyle en büyüklerin dünyasındaki genel görelilik kuramını birleştirmeye çalıştı. Ve bunu yapmaya çalışırken neyi buldu? Kara deliklerin sadece içine bir şeyler çektikçe büyüyen bir dev gibi olmadığını aynı zamanda bu radyasyonla yani kendi adını verdiği Hawking ışımasıyla kütle kaybettiğini. Hımmm. Einstein'ın “izafiyet teorisine” göre kara delikler küçülemezler, yani olay ufuklarının alanı azalamaz. Bu bilim dünyasını şaşırtan yeni bir teori ve işte bu yüzden Stephen Hawking sadece dizilerde boy gösteren bir imajdan ibaret değil.

Ama biz yine de dizilerden gidelim çünkü bunlardan bir tanesinde, Star Trek'in bir bölümünde ince ince işleniyor bu konular. Biliyorsunuz gelecekte geçen bu dizide Data diye bir karakter var, aklı temsil ediyor. Böyle bir karakterin en büyük fantezisi ne olabilir? Ünlü bilim insanlarıyla takılmak değil mi? İşte o da Stephen Hawking ve Albert Einstein'la poker oynuyor. Bu oyun esnasında Einstein, Hawking'in blöf yaptığını düşünüyor, muhtemelen güçlü bir “poker face”i olduğu için de sonuçta oyunu kazanan Hawking oluyor. Peki masadaki dördüncü kişiyi tahmin edebildiniz mi? Isaac Newton. Oyunun ilk kaybedeni. Göndermeleri anladınız mı? Gerçekten de yaklaşık üç asır önce bilim dünyasının en güçlü çalışmalarını yapmıştı. O zamanın en popüler bilim insanıydı. Ta ki Einstein'a kadar. Einstein geldi ve evreni daha iyi açıklamaya çalışan bir kuram geliştirdi: izafiyet teorisini. Bu kez de o en popüler isim haline geldi. Stephen Hawking fizik dünyasına yaptığı katkılarla bu iki isimden daha büyük bir noktaya ulaştı mı tartışılır ama hem pokerde hem de popülerlikte kazandığı kesin. Asıl kazanansa insanlık oluyor elbette. Newton'un da dediği gibi daha ileriyi görebilmek için bu devlerin omuzlarında yükseliyoruz.

Yükseliyoruz yükselmesine de bütün bu ilham verici kişiliklerden fizik dışında ne öğrenebiliriz? Sonuçta hepimiz fizikçi olmayacağız bu hayatta. Sizi bilmem ama benim Stephen Hawking'den öğrendiğim en önemli şey ondaki bu düşünme, öğrenme ve öğrendiklerini paylaşma azmi oldu. Kendinizi onun yerine bir koyun. 21 yaşındayken bir hastalığınız olduğunu öğreniyorsunuz. Öyle bir hastalık ki konuşmanızı, yürümenizi, yutkunmanızı ve hatta nefes almanızı bile etkiliyor. Buna yakalananlara ortalama 2 yıl yaşayabilir diyorlar. Çünkü kas kontrolü diye bir şey kalmıyor. Kendisine bu haberi veren doktora ne diyor biliyor musunuz? Peki ya beynim? Onu kontrol edebilir miyim?

Hayatını bir tekerlekli sandalye üzerinde geçiriyor. Neredeyse bilim-kurgu hikayelerinde gördüğümüz kavanozdaki bir beyin gibi yaşıyor hayatı. Konuşma yetisini kaybedince bir bilgisayar yardımıyla iletişim kurmaya başlıyor. Hareket edememesine rağmen son anlarına kadar düşünmeye, çalışmaya, üretmeye devam ediyor. Adeta hayatının sonuna doğru sağırlaşmaya başlayan Beethoven'ın kompozisyonlarına devam etmesi gibi o da bilimsel çalışmalarını aksatmıyor.

Öldükten sonra sosyal medyada hakkında yazılanlara baktım da bu konsept bazılarına pek inandırıcı gelmemiş. İşte “aslında o bunların hiçbirini söylemiyor, yazıp çizmiyor, arkasında bir ekip var bu adamın” filan diyenler… Şu hayatta fiziksel bir engeli olmamasına rağmen dişe, tırnağa dokunan bir şey üretemeyen insanlar, engeli olan ama sınırı olmayan bu tür kişilerin üretken olabileceğine nedense pek inanmak istemezler. İlla arkasında bir bityeniği ararlar. Ben size söyleyeyim. O bityeniğini sizin bakış açınızda, hayat algınızda. Tabiki bir ekip olacak böyle bir kişinin arkasında. Hatta ekip de değil, koskoca bir topluluk vardı Hawking'e yardım eden. Biz buna üniversite diyoruz. Latince'den gelen bir kelime. Öğrenci ve öğretmenlerden oluşan bir topluluk anlamına geliyor. Yani işi gücü eğitim olan insanlardan oluşan bir topluluk.

Stephen Hawking, öğrenme serüvenine Oxford Üniversitesi'nde başladı. “İngilizce konuşan dünya”nın en eski üniversitesidir bu. Kurulduğu tarih tam olarak bilinemiyor ama 1096'dan beri orada sürekli olarak eğitim yapıldığı kesin. Neredeyse 1000 yıldır. Hawking daha sonra Cambridge Üniversitesi'ne geçiyor ve hayatının sonuna kadar orada çalışmalarına devam ediyor. Bu üniversite de 1209 yılından beri faaliyet gösteren bir eğitim kurumu. Hatta öyle ki Isaac Newton da bu okulda profesörmüş. Stephen Hawking, daha önce Newton'un sahip olduğu bir pozisyona gelmiş, bir Lucasian profesörü olmuş. Dünyanın en prestijli akademik ünvanlarından biri bu. İşte yüzyıllardır ısrarla, nesilden nesle devam eden bir öğrenme ve öğretme eylemi, akademik bir geleneğin oluşmasına yol açıyor.

Şu anda artık sadece Oxford ve Cambridge değil İngiltere'deki daha pek çok üniversite, bu akademik geleneği uyguluyor. Bu üniversitelerde sadece ders yapmıyorsunuz. Seminerlere, tartışmalara katılıyorsunuz. Konuşuyorsunuz ve dinliyorsunuz. Tez üretiyorsunuz. Beğenmezseniz antitez geliştiriyorsunuz. Uygulama projeleri üretip, eğitmenlerle aktif bir ilişki içinde yer alıyorsunuz. Bu sayede eleştirel düşünme beceriniz, yaratıcılığınız ve özgüveniniz gelişiyor. Tıpkı nadir yetişen bitkilerin özel ortamlara ihtiyacı olmasına benzer bir şekilde Hawking gibi bilim insanları da ancak böyle ortamlarda yetişebiliyor. Daha 21 yaşında kendisine 2 yıl ömür biçilmesine rağmen kuruyup gitmemesini başka nasıl açıklayabiliriz ki? Emekli olan insanlara bir bakın. Eğer anlamlı bir uğraş bulmazlarsa solup gidiverirler. Oysa nefes almakta bile güçlük çeken bir zihni oksijen dolu böyle bir ortama koyunca yeşerip büyümeye başlıyor. Kısacık zamanı kalmış olmasına rağmen zamanın kısa tarihini yazabilecek zamanı bulabiliyor… Hawking'in neredeyse yarım asır daha yaşayabilmesinin sırrı belki de etrafını çevreleyen öğrenmeye ve öğretmeye açık, oksijen dolu bu zihinlerdir kim bilir?

Onun akıllara kazınan şu imajı için bazı teorilerini birlikte geliştirdiği ünlü matematikçi Roger Penrose “aklın maddeye üstünlüğü”nü sembolize ettiğini yazdı.

“Pek çok insan beni bilimsel çalışmalarımla değil de Simpsonlar çizgi filminden tanıyor” demişti bir keresinde Profesör Hawking. Ama bunu şikayet etmek için söylemiyordu. Hatta böyle bir popüler kültür ikonu olma noktasında neredeyse hevesli biri olduğunu bile söyleyebiliriz. İlerleyen yaşına ve fiziksel durumuna aldırmadan dünyayı dolaşıp konuşmalar yaptı, dizilerde rol aldı. Ama bir “ekib”in yönettiği kukla gibi değil. Tam tersine bazen dizilerde kendisi için yazılan senaryoya bile müdehale edip bir kısmını kendisinin yazdığı söylenir. Az önce gösterdiğim Star Trek'te oynamayı kendisi teklif etmiş. Teknoloji gelişmesine ve daha iyi ses sentezleyicileri çıkmasına rağmen eski ve Amerikan aksanlı sesini kullanmaya devam etti. Telif hakları kendisine ait olan bir ses haline getirdi. Bir keresinde en çok uzaya gitmek istediğini belirtmişti. Bunun üzerine yeryüzünde yerçekimsiz ortamı simüle edebilen Zero-G uçağına davet edildi. Ve o da tabiki kabul etti. Bir çoğumuzun cesaret edemeyeceği böyle bir deneyimi yaşarken ne kadar mutlu olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Ne de olsa bize ayaklarımızın altına değil de yukarıya, yıldızlara bakmayı öğütleyen biriydi. “Benim amacım çok basit. Evreni bütünüyle anlamak. Neden var olduğunu…”

Amacına ulaşamadı ve “Her şeyin formülü”nü de bulamadı. Ama içinde bulunduğu kısıtlayıcı duruma rağmen hayatının sonuna kadar bu basit amaçtan vazgeçmedi. Kendisinin de dediği gibi “hayat ne kadar zor görünürse görünsün, yapabileceğin ve başarabileceğin bir şey mutlaka vardır. Sadece vazgeçmemene bağlı.”

İşte fizik ötesinde bana böyle şeyler öğretti Hawking. Çünkü o konuşamamasına rağmen çok şey söyleyebiliyordu. Sesi olmamasına rağmen sesini duyurabiliyordu. Kaslarının çoğunu hareket ettiremese de gülmeyi ve güldürmeyi becerebiliyordu. İnanmayanlar hemen her konuşmasında olduğu gibi ölmeden önce yaptığı son konuşmasında da yaptığı şu ince espriye kulak verebilir Can you hear me? (Beni duyabiliyor musunuz?)


Kimdi bu Stephen Hawking? Wer war dieser Stephen Hawking? Who was this Stephen Hawking? Quem era este Stephen Hawking? Кем был этот Стивен Хокинг? Vem var denne Stephen Hawking?

Beni duyabiliyor musunuz? Can you hear me

Pek çoğunuzun duyduğu üzere ünlü fizikçi Stephen Hawking geçtiğimiz 14 Mart günü, içinde yaşadığı “ceviz kabuğundaki evren”inden ayrıldı. As many of you have heard, the famous physicist Stephen Hawking left his "nutshell universe" in which he lived, on March 14th. Ve yine pek çoğunuzun fark ettiği gibi Galile'nin ölümünün 300. And again, as many of you have noticed, the 300th anniversary of Galileo's death. Yıldönümünde doğan bu parlak beyin, Albert Einstein'ın doğduğu Pi gününde de ölmüş oldu. This brilliant mind, born on the anniversary, died on the day of Pi, Albert Einstein was born.

“Kimdi ulan bu Stephen Hawking?” diye bir video yaparsın artık abi diye pek çok mesaj gönderdiniz bana. "Who is this Stephen Hawking?" You'll make a video saying, now you've sent me a lot of messages saying bro. Sizi duymamak mümkün mü? Is it possible not to hear you? Yaparım tabi. Ama başlığını böyle atmam. But I don't title it like that. Çünkü kim olursa olsun bizde ölünün arkasından kötü konuşulmaz. Because no matter who it is, we don't talk badly behind the dead. Ulan bile denmez. It's not even worth trying. Zaten böyle bir adam hakkında nasıl kötü konuşulabilir ki diye düşünüyorsunuz değil mi? You're already thinking, how can you talk bad about such a man, right? Ah, ah… N'olur, öyle kalın Ah, ah… Please stay that way

Tamam konuşalım da, hakkında onu tanıyan tanımayan, bilen bilmeyen herkes bir şeyler söyledi zaten. Okay, let's talk, everyone who knows him, who doesn't know him, has already said something about him. Söylenecek daha ne kaldı? diye düşünürken kendi kişisel hikayemdeki rolünü aktarmak aklıma geldi. While I was thinking, it occurred to me to convey your role in my own personal story. Onunla ilk kez 90'lı yıllarda bir üniversite öğrencisiyken tanışmıştım. I first met him when I was a college student in the 90s. Biliyorsunuz özellikle yazarlarla tanışmak çok kolay. You know, it is very easy to meet writers especially. Kitabını alıp okuyorsunuz. Ben de öyle yaptım. “Zamanın Kısa Tarihi”ni okudum. Bu popüler bir bilim kitabı. Bilim insanı olmayan kişilerin de okuyup anlayabilmesi için yazılmış. Hatta içinde Einstein'ın E=mc² formülü dışında herhangi bir formül dahi yok. In fact, it doesn't even contain any formula other than Einstein's E=mc² formula. Bazı kısımları beni çok heyecanlandırmıştı bu kitabın ama itiraf etmeliyim ki bazı bölümlerini de anlayamamıştım. Şimdi bu videonun bazı kısımları da size öyle gelebilir, sıkın dişinizi. Now, some parts of this video may sound like that to you, grind your teeth.

“Büyük Patlama – Big Bang”den başlayıp kara deliklere uzanan zamanın “kısa” hikayesi. A "short" story of time from the "Big Bang" to black holes. Big Bang denince akla ilk gelen kişilerden biri olduğu için son yıllarda önce adını sonra da kendisini komedi dizisi “Big Bang Theory”de de duymaya başlamıştık. Since he is one of the first people to come to mind when Big Bang is mentioned, we have started to hear his name and then himself in the comedy series "Big Bang Theory" in recent years.

Stephen Hawking sadece dizilerde Sheldon'ın hatalarını bulmakla kalmadı, Einstein'ın eksik bıraktığı bazı şeyleri de tamamlamaya çalıştı. Özellikle kara deliklerle ilgili. Kara deliklerin aslında o kadar da kara olmadığını ileri sürdü. He suggested that black holes are actually not that black after all. Onların parçacık yaydığını ve bu sayede kütle kaybettiğini söyledi. He said they emitted particles and thus lost mass. Bu teorik radyasyona artık Hawking ışıması deniyor. This theoretical radiation is now called Hawking radiation.

İyi de bu neden önemli? Önemli çünkü “her şeyin teorisi”ni bulmaya çalışırken böyle bir sonuca ulaştı. It's important because he came to such a conclusion while trying to find the "theory of everything." Neredeyse tüm bilim insanlarının aradığı “her şeyi açıklayacak olan o tek teori.”

“En büyük ve en küçük” adında bir video yayınlamıştım geçenlerde. I recently published a video called “The biggest and the smallest”. Hatırlayacaksınız o video kendi boyutlarımızda ve ölçeğimizde başlıyordu. You will remember that video started in our own dimensions and scale. Newton yasalarının geçerli olduğu bir dünyada. In a world where Newton's laws apply. Sonra ölçeğimizi gözlemlenebilir evrene kadar büyüttük. Then we scaled up to the observable universe. Einstein'ın ışık hızı hakkındaki tespitlerinin ve “izafiyet teorisi”nin geçerli olduğu bir dünyayı gördük. We have seen a world where Einstein's determinations about the speed of light and his "theory of relativity" are valid. Sonra da tam tersi yönde küçüldük ve “kuantum teorisi”nin geçerli olduğu atom altı bir dünyaya gittik. Then we shrank in the opposite direction and went to a subatomic world where "quantum theory" was valid.

İşte Stephen Hawking böylesine farklı gibi görünen bu dünyaları açıklayacak bir teori geliştirmeye çalıştı. So Stephen Hawking tried to develop a theory to explain these seemingly different worlds. En küçüklerin dünyasındaki kuantum teorisiyle en büyüklerin dünyasındaki genel görelilik kuramını birleştirmeye çalıştı. He tried to combine the quantum theory in the world of the smallest with the general theory of relativity in the world of the largest. Ve bunu yapmaya çalışırken neyi buldu? Kara deliklerin sadece içine bir şeyler çektikçe büyüyen bir dev gibi olmadığını aynı zamanda bu radyasyonla yani kendi adını verdiği Hawking ışımasıyla kütle kaybettiğini. That black holes are not just like a giant that grows as something is pulled into it, but also lose mass with this radiation, Hawking radiation, which he calls himself. Hımmm. Einstein'ın “izafiyet teorisine” göre kara delikler küçülemezler, yani olay ufuklarının alanı azalamaz. According to Einstein's "theory of relativity", black holes cannot shrink, that is, the area of their event horizons cannot decrease. Bu bilim dünyasını şaşırtan yeni bir teori ve işte bu yüzden Stephen Hawking sadece dizilerde boy gösteren bir imajdan ibaret değil. This is a new theory that has shocked the scientific world, and that's why Stephen Hawking isn't just a TV show.

Ama biz yine de dizilerden gidelim çünkü bunlardan bir tanesinde, Star Trek'in bir bölümünde ince ince işleniyor bu konular. But let's go from the TV series anyway, because in one of them, in a part of Star Trek, these issues are elaborated. Biliyorsunuz gelecekte geçen bu dizide Data diye bir karakter var, aklı temsil ediyor. As you know, there is a character named Data in this series that takes place in the future, he represents the mind. Böyle bir karakterin en büyük fantezisi ne olabilir? What could be the biggest fantasy of such a character? Ünlü bilim insanlarıyla takılmak değil mi? Hanging out with famous scientists, right? İşte o da Stephen Hawking ve Albert Einstein'la poker oynuyor. Here he is playing poker with Stephen Hawking and Albert Einstein. Bu oyun esnasında Einstein, Hawking'in blöf yaptığını düşünüyor, muhtemelen güçlü bir “poker face”i olduğu için de sonuçta oyunu kazanan Hawking oluyor. During this game, Einstein thinks Hawking is bluffing, probably because he has a strong “poker face”, Hawking ultimately wins the game. Peki masadaki dördüncü kişiyi tahmin edebildiniz mi? Can you guess the fourth person at the table? Isaac Newton. Oyunun ilk kaybedeni. Göndermeleri anladınız mı? Do you understand the posts? Gerçekten de yaklaşık üç asır önce bilim dünyasının en güçlü çalışmalarını yapmıştı. Indeed, he had done the most powerful work in the scientific world nearly three centuries ago. O zamanın en popüler bilim insanıydı. Ta ki Einstein'a kadar. Until Einstein. Einstein geldi ve evreni daha iyi açıklamaya çalışan bir kuram geliştirdi: izafiyet teorisini. Bu kez de o en popüler isim haline geldi. This time he became the most popular name. Stephen Hawking fizik dünyasına yaptığı katkılarla bu iki isimden daha büyük bir noktaya ulaştı mı tartışılır ama hem pokerde hem de popülerlikte kazandığı kesin. It is debatable whether Stephen Hawking has reached a greater point than these two names with his contributions to the world of physics, but it is certain that he has won both in poker and in popularity. Asıl kazanansa insanlık oluyor elbette. The real winner is humanity, of course. Newton'un da dediği gibi daha ileriyi görebilmek için bu devlerin omuzlarında yükseliyoruz. As Newton said, we rise on the shoulders of these giants to see further.

Yükseliyoruz yükselmesine de bütün bu ilham verici kişiliklerden fizik dışında ne öğrenebiliriz? As we rise, what can we learn from all these inspiring personalities other than physics? Sonuçta hepimiz fizikçi olmayacağız bu hayatta. Sizi bilmem ama benim Stephen Hawking'den öğrendiğim en önemli şey ondaki bu düşünme, öğrenme ve öğrendiklerini paylaşma azmi oldu. I don't know about you, but the most important thing I learned from Stephen Hawking was his determination to think, learn and share what he learned. Kendinizi onun yerine bir koyun. Put yourself in his place. 21 yaşındayken bir hastalığınız olduğunu öğreniyorsunuz. Öyle bir hastalık ki konuşmanızı, yürümenizi, yutkunmanızı ve hatta nefes almanızı bile etkiliyor. Buna yakalananlara ortalama 2 yıl yaşayabilir diyorlar. They say that those who get it can live an average of 2 years. Çünkü kas kontrolü diye bir şey kalmıyor. Because there is no such thing as muscle control. Kendisine bu haberi veren doktora ne diyor biliyor musunuz? Do you know what he says to the doctor who gave him this news? Peki ya beynim? What about my brain? Onu kontrol edebilir miyim?

Hayatını bir tekerlekli sandalye üzerinde geçiriyor. He spends his life in a wheelchair. Neredeyse bilim-kurgu hikayelerinde gördüğümüz kavanozdaki bir beyin gibi yaşıyor hayatı. He lives life almost like a brain in a jar that we see in sci-fi stories. Konuşma yetisini kaybedince bir bilgisayar yardımıyla iletişim kurmaya başlıyor. When he loses his ability to speak, he begins to communicate with the help of a computer. Hareket edememesine rağmen son anlarına kadar düşünmeye, çalışmaya, üretmeye devam ediyor. Adeta hayatının sonuna doğru sağırlaşmaya başlayan Beethoven'ın kompozisyonlarına devam etmesi gibi o da bilimsel çalışmalarını aksatmıyor.

Öldükten sonra sosyal medyada hakkında yazılanlara baktım da bu konsept bazılarına pek inandırıcı gelmemiş. After he died, I looked at what was written about him on social media, and this concept did not seem very convincing to some. İşte “aslında o bunların hiçbirini söylemiyor, yazıp çizmiyor, arkasında bir ekip var bu adamın” filan diyenler… Şu hayatta fiziksel bir engeli olmamasına rağmen dişe, tırnağa dokunan bir şey üretemeyen insanlar, engeli olan ama sınırı olmayan bu tür kişilerin üretken olabileceğine nedense pek inanmak istemezler. Here are those who say, "Actually, he doesn't say any of these, he doesn't write or draw, there is a team behind this man"... they don't want. İlla arkasında bir bityeniği ararlar. They always look for something behind it. Ben size söyleyeyim. O bityeniğini sizin bakış açınızda, hayat algınızda. It's all in your perspective, in your perception of life. Tabiki bir ekip olacak böyle bir kişinin arkasında. Hatta ekip de değil, koskoca bir topluluk vardı Hawking'e yardım eden. Biz buna üniversite diyoruz. We call it university. Latince'den gelen bir kelime. Öğrenci ve öğretmenlerden oluşan bir topluluk anlamına geliyor. It means a community of students and teachers. Yani işi gücü eğitim olan insanlardan oluşan bir topluluk. In other words, a community of people whose job is education.

Stephen Hawking, öğrenme serüvenine Oxford Üniversitesi'nde başladı. Stephen Hawking started his learning journey at Oxford University. “İngilizce konuşan dünya”nın en eski üniversitesidir bu. Kurulduğu tarih tam olarak bilinemiyor ama 1096'dan beri orada sürekli olarak eğitim yapıldığı kesin. Neredeyse 1000 yıldır. Hawking daha sonra Cambridge Üniversitesi'ne geçiyor ve hayatının sonuna kadar orada çalışmalarına devam ediyor. Hawking later transferred to Cambridge University and continued his studies there for the rest of his life. Bu üniversite de 1209 yılından beri faaliyet gösteren bir eğitim kurumu. Hatta öyle ki Isaac Newton da bu okulda profesörmüş. Stephen Hawking, daha önce Newton'un sahip olduğu bir pozisyona gelmiş, bir Lucasian profesörü olmuş. Stephen Hawking became a Lucasian professor, a position previously held by Newton. Dünyanın en prestijli akademik ünvanlarından biri bu. It is one of the most prestigious academic titles in the world. İşte yüzyıllardır ısrarla, nesilden nesle devam eden bir öğrenme ve öğretme eylemi, akademik bir geleneğin oluşmasına yol açıyor.

Şu anda artık sadece Oxford ve Cambridge değil İngiltere'deki daha pek çok üniversite, bu akademik geleneği uyguluyor. Currently, not only Oxford and Cambridge but also many universities in the UK are following this academic tradition. Bu üniversitelerde sadece ders yapmıyorsunuz. Seminerlere, tartışmalara katılıyorsunuz. You attend seminars and discussions. Konuşuyorsunuz ve dinliyorsunuz. Tez üretiyorsunuz. You are producing quickly. Beğenmezseniz antitez geliştiriyorsunuz. If you don't like it, you develop the antithesis. Uygulama projeleri üretip, eğitmenlerle aktif bir ilişki içinde yer alıyorsunuz. Bu sayede eleştirel düşünme beceriniz, yaratıcılığınız ve özgüveniniz gelişiyor. Tıpkı nadir yetişen bitkilerin özel ortamlara ihtiyacı olmasına benzer bir şekilde Hawking gibi bilim insanları da ancak böyle ortamlarda yetişebiliyor. Just as rare plants need special environments, scientists like Hawking can only grow in such environments. Daha 21 yaşında kendisine 2 yıl ömür biçilmesine rağmen kuruyup gitmemesini başka nasıl açıklayabiliriz ki? Emekli olan insanlara bir bakın. Eğer anlamlı bir uğraş bulmazlarsa solup gidiverirler. Oysa nefes almakta bile güçlük çeken bir zihni oksijen dolu böyle bir ortama koyunca yeşerip büyümeye başlıyor. However, when a mind that has difficulty even breathing is placed in such an oxygen-filled environment, it begins to sprout and grow. Kısacık zamanı kalmış olmasına rağmen zamanın kısa tarihini yazabilecek zamanı bulabiliyor… Hawking'in neredeyse yarım asır daha yaşayabilmesinin sırrı belki de etrafını çevreleyen öğrenmeye ve öğretmeye açık, oksijen dolu bu zihinlerdir kim bilir?

Onun akıllara kazınan şu imajı için bazı teorilerini birlikte geliştirdiği ünlü matematikçi Roger Penrose “aklın maddeye üstünlüğü”nü sembolize ettiğini yazdı.

“Pek çok insan beni bilimsel çalışmalarımla değil de Simpsonlar çizgi filminden tanıyor” demişti bir keresinde Profesör Hawking. “Many people know me from the Simpsons cartoons, not from my scientific work,” Professor Hawking once said. Ama bunu şikayet etmek için söylemiyordu. Hatta böyle bir popüler kültür ikonu olma noktasında neredeyse hevesli biri olduğunu bile söyleyebiliriz. We can even say that he is almost as enthusiastic about being such a pop culture icon. İlerleyen yaşına ve fiziksel durumuna aldırmadan dünyayı dolaşıp konuşmalar yaptı, dizilerde rol aldı. Regardless of his advancing age and physical condition, he traveled the world and gave speeches and took part in TV series. Ama bir “ekib”in yönettiği kukla gibi değil. But not like a puppet led by a "team". Tam tersine bazen dizilerde kendisi için yazılan senaryoya bile müdehale edip bir kısmını kendisinin yazdığı söylenir. Az önce gösterdiğim Star Trek'te oynamayı kendisi teklif etmiş. He offered to act in Star Trek, which I just showed him. Teknoloji gelişmesine ve daha iyi ses sentezleyicileri çıkmasına rağmen eski ve Amerikan aksanlı sesini kullanmaya devam etti. He continued to use his old, American-accented voice, despite the advancement of technology and better voice synthesizers. Telif hakları kendisine ait olan bir ses haline getirdi. He made it into a sound whose copyrights belong to him. Bir keresinde en çok uzaya gitmek istediğini belirtmişti. He once stated that he most wanted to go to space. Bunun üzerine yeryüzünde yerçekimsiz ortamı simüle edebilen Zero-G uçağına davet edildi. Thereupon, he was invited to the Zero-G aircraft, which can simulate the zero-gravity environment on earth. Ve o da tabiki kabul etti. Bir çoğumuzun cesaret edemeyeceği böyle bir deneyimi yaşarken ne kadar mutlu olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Can you imagine how happy he was when he had such an experience that many of us would not dare? Ne de olsa bize ayaklarımızın altına değil de yukarıya, yıldızlara bakmayı öğütleyen biriydi. After all, he was the one who advised us to look up at the stars, not under our feet. “Benim amacım çok basit. “My aim is very simple. Evreni bütünüyle anlamak. To fully understand the universe. Neden var olduğunu…” Why is there…”

Amacına ulaşamadı ve “Her şeyin formülü”nü de bulamadı. Ama içinde bulunduğu kısıtlayıcı duruma rağmen hayatının sonuna kadar bu basit amaçtan vazgeçmedi. Kendisinin de dediği gibi “hayat ne kadar zor görünürse görünsün, yapabileceğin ve başarabileceğin bir şey mutlaka vardır. Sadece vazgeçmemene bağlı.” It just depends on you not giving up.”

İşte fizik ötesinde bana böyle şeyler öğretti Hawking. Çünkü o konuşamamasına rağmen çok şey söyleyebiliyordu. Sesi olmamasına rağmen sesini duyurabiliyordu. Although he had no voice, he could hear his voice. Kaslarının çoğunu hareket ettiremese de gülmeyi ve güldürmeyi becerebiliyordu. İnanmayanlar hemen her konuşmasında olduğu gibi ölmeden önce yaptığı son konuşmasında da yaptığı şu ince espriye kulak verebilir   Can you hear me? Those who do not believe can listen to this witty joke he made in his last speech before he died, as in almost every other speech. Can you hear me? (Beni duyabiliyor musunuz?)