×

LingQ'yu daha iyi hale getirmek için çerezleri kullanıyoruz. Siteyi ziyaret ederek, bunu kabul edersiniz: cookie policy.


image

Beyhan Budak, Memuriyetten Neden İstifa Ettim?

Memuriyetten Neden İstifa Ettim?

Merhabalar sevgili dostum. Bugün sana kendi geçmişimden ve deneyimlerimden

bahsetmek istiyorum. Özellikle memuriyete atanma

ve sonrasında memuriyetten istifa etme sürecimi

anlatmak istiyorum. Şu aşamada belki

milyonlara belki bir milyona, iki milyona yakın insanın memur

olmak istediği bir zaman diliminde

benim bu deneyimlerimin sana en azından birazcıkta olsa

fikir verebileceğini, bazı konularda karar vermeni

ya da seni neyin beklediğini anlamanı

kolaylaştıracağını düşünüyorum.

Ben düz lise mezunuyum. 17 yaşında liseden mezun oldum. Hemen ilk senede kazandım.

Dört yıl sonra yani 21 yaşında da üniversiteden mezun oldum.

İlk iş tecrübem dört aylık, kısa süreli

bir özel rehabilitasyon merkeziydi.

Oradan sonrasında bir devlet kurumuna işçi kadrosuyla

yani bir çeşit memurluk kadrosuyla atanmış oldum ve girdiğim yer

müthiş hevesli bir şekilde başladım. Takım elbiseyle

gidiyorduk ve herhalde iş hayatımda tek takım elbise giydiğim

yer orasıydı.

Çok güzel gidiyordu. Dediler ki "Güzel projeler yapacağız."

İlk bir iki hafta bunları konuşuyoruz durmadan "Şunu

yapacağız, şu işleri yapacağız." Oranın sorumlusu durmadan anlatıyor. Ama bir hafta, iki hafta, bir ay derken

ortada hiç iş yok. Beraber bir arkadaşla işe başlamışız.

Aynı oda da iki kişiyiz. İkimize de sıfır bir bilgisayar verdiler.

Çok güzel internet bağlantısı var, inanılmaz hızlı

indiriyor. Biz bu iş sürecini beklerken

durmadan film, dizi indirmeye başladık. O zamanlarda

"LOST" dizisi var. Lost dizisini izliyoruz durmadan.

İlk üç-dört ay bendeki keyfe diyecek yok. Ya diyorum hayat

ne güzelmiş. Vallah.. Ya dedim

"Okumak böyle bir şey herhalde. Bak işe gidiyorsun hiçbir şey yapmıyorsun".

Üç-dört ay böyle geçti. Sonrasında

LOST'ta bitti bu arada, sonu da kötü bitti.

Hayal kırıklığı oldu biraz. Dedim "Hayat böyle geçmez.

Ben bunun için mi okudum?". Sabah gidiyorsun

otur, otur, otur. Yemeğe gidiyorsun, geliyorsun, otur, otur,

otur. Dedim "Benim buradan ayrılmam lazım,

hayat böyle geçmeyecek". Ve zannediyorum ki ben

aslında geçici dönem böyle boşluk içinde o kurum.. Hayır..

Çok uzun zamandır aslında çok az kişinin

yapabileceği işi, çok fazla kişi oyalanarak yapıyor.

İnsanlara ben bundan dert yandığım zaman "Ya manyak mısın?

Otur oturduğun yerde." diyorlardı ama ben

dayanamadım. İçimi buhranlar bastı, dedim "Hayat böyle geçmez.

Benim çalışmam lazım." ve ben o süreçte özel sektörü

hala düşünmüyorum. Güzel bir KPSS puanım vardı.

Sağlık Bakanlığı'na geçiş yaptım. İlk memuriyet

denemem böyle oldu. Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir

hastanede yaklaşık 8 yıl boyunca çalıştım.

Asla nankörlük yapamam. Asla orada öğrendiklerimi,

kazandıklarımı inkar edemem. Bugün mesleğe dair

öğrendiğim birçok şeyi o hastanede öğrendim.

Ama meslekten bağımsız olarak bir kamu kurumunda

çalışmanın benim için ciddi sıkıntıları olduğunu

farkettim. Çalıştıkça, bir şeyler yapmaya çabaladıkça

her zaman bir duvara tosladığını farkediyorsun ve

bu bir süre sonra senin içindeki o heyecanı o

idealisti öldürmeye başlıyor ve 8 yılın

sonunda dedim ki "Arkadaş ben istifa edeceğim. Ben dayanamıyorum

artık burada ve her zaman olduğu gibi etrafımdaki

birçok insan "Ya devlet kurumu bırakılır mı?

Memuriyet bırakılır mı?" dedi ama benim onlara söyleyecek

bir sürü sebebim vardı istifa etmek için.

Hastaneye başladığım ilk zamanlarda önceki kurumun

verdiği sıkılganlıkla beraber çok heyecanlıyım, motiveyim.

Diyorum ki "Ben bir şeyler yapmalıyım, projeler ortaya koymalıyım."

Beni görsen 1 km öteden tanırsın.

"Ya bu adam idealist." dersin. Öyle bir heyecanla

dolanıyorum etrafta. Hep meslektaşlarla

konuşurken "Şunu yapsak, bunu yapsak, böyle çalışma yapsak,

şu terapi yöntemini denesek...". Herkes böyle bir dinliyor.

Ya diyor "Bu bir idealist, yeni daha toy". Neyse.. Birgün

bir toplantıya girdik. Böyle

hastanenin yönetiminden bir-iki kişi var, bizim meslektaşlar var.

Oturuyoruz beraber. Bir konu var bir eğitim konusu. Ben

diyorum ki "Onu da yaparız, bunu da yaparız". Karşıda bizim eskilerden,

eski kulağı kesiklerden bir meslektaş var.

Ben anlattıkça "Şunu da yaparız, bunu da yaparız". Karşımda benim

o idari çalışanlar var.

Şurada da meslektaş var. Onlar birbirlerini görmüyor. Ben anlattıkça

böyle kaptırmışım. Oradaki arkadaş

böyle kaşları kaldırıyor. Ben anlamadım.

Anlatırken bir anda gözüm ona kaydı. Dedim...

Bozuntuya da vermedim yani onları. O durmadan böyle kaşlarını

kaldırıyor. Neyse ben anlattım oradaki idari

personel "Çok güzel olur bu projeler, eğitimler".

Sonrasında..

Toplantı bittikten sonra bizim o eski

tecrübeli arkadaşımız geldi benim dedi ki

"Ya sen manyak mısın? Napıyorsun?

Niye böyle şeyler söylüyorsun?". Ee dedim yaparız.

Ya dedi " Otur oturduğun yerde başına bela mı

açacaksın?". O zaman ben ilk defa duvara tosladığımı

hissettim. Dedim "Güzel bir şeyler yapmak istiyorum ama

neden olmuyor?". Sonrasında bunu anladım aslında.

Devlet kurumunda ortaya yeni bir şey koyduğun

zaman etrafındaki insanlar,

beraber çalıştığın birçok insan

"Başına bela mı açacaksın, otur oturduğun yerde.

Kimse sana karışmıyorsa sen neden yeni bir şeyle ortaya

çıkıyorsun." diye yaklaşmaya başlıyorlardı ve

bu bana hiç uygun değildi. 22-23 yaşındayım.

Üniversite'nin o samimi ortamından yeni gelmişim.

Zannediyorum ki bir kamu kurumunda çalışma

ortamındaki insanlarla da böyle samimi olacaksın.

Bir ablamızla beraber çay içiyoruz. Bende diyorum ki "Onun deneyimlerinden, tecrübelerinden yararlanıyorum." O da bana

hastanedeki bir çalışandan bahsediyor. İsmi Ahmet

diyelim. "Ahmet var ya" diyor "Ahmet kadar

şerefsizi yok. Ahmet yılanın önde gidenidir." .

O sırada biri geçiyor yanımızdan

biz bir yerde çay içerken "Ooo Ahmetciğim naber?".

Ben anlamadım hiç aslında bahsettiği Ahmet'in,

o biraz önce yılan dediği, şerefsiz dediği,

böyle pislik bir insan olmaz dediği

insan biraz sonra sarılacağı insan.

Ve sonra ben bunu öğrendim yine bir duvara tosladım.

Ya dedim " Bir insan,

tamam birini sevmeye bilirsin, birinin arkasından

atıp tutabilirsin de. Sonrasında peki

neden bu kadar samimiymiş gibi, neden bu kadar

seviyormuş gibi davranırsın?". Bu benim ilk gördüğüm örnekti.

Sonrasında bir kamu kurumunda yüzlerce kez,

binlerce kez bunun türevlerine rastladım.

Bu özel sektörde de var ama özel sektörü de

sonrasında fazlasıyla deneyimlediğim için kamu

kurumunda her zaman çok çok daha fazla.

İnsanlar, samimiyetten daha uzak ve iki yüzlü davranabiliyorlar.

Daha önceki videolarımdan hatırlayacaksın. Akıllı

bıdık olmaktan bahsetmiştim. Akıllı bıdık olmak,

etrafının, çevrenin senden beklediklerini

uygun şekilde davranmak. Öyle davranıyorsun ki onların

sevgisini kaybetmeyesin. Şimdi kamu kurumlarında da

idari anlamda amirin olan

insana uyumlu olmak zorundasın ama bu

uyumlu olma hali öyle bir şey ki yani sen

ortaya çok farklı bir şey koyacaksın, daha fazla kendini

geliştireceksin ki amirin bundan rahatsız oluyorsa

senin önüne her türlü engeli koyacaktır.

Eğer ki senin bu durumunu kıskanıyorsa, senin bu durumundan

rahatsız oluyorsa.. Ne oluyor böyle olunca? Sen şu yol

ayrımına geliyorsun: "Ortaya bir şeyler mi koymalıyım

yoksa amirim ne istiyorsa onu mu yapmalıyım?

Ve birçok insan eğer bu kamu kurumunda ayakta kalmak istiyorsan, bu şekilde devam etmek istiyorsan

amiri üzmeyeceksin. Ne yapacaksın? Kim gelirse gelsin, eğitimli - eğitimsiz, hak eden - hak etmeyen,

normal hakkıyla gelmiş, torpille gelmiş

o ne istiyorsa eğer ki

huzurlu bir şekilde çalışmak istiyorsan

onun istediği gibi davranmak zorundasın. Evet,

bazı istisnalar var ama bu konuda

ben o kadar çok insanla karşılaştım ki sen ne yaparsan

ne kadar iyi olursan ol, onun gözüne

giremediysen ki gözüne girmek yaptığın işten genellikle

bağımsız oluyor. Sen bittin. Ve öyle bir şey ki

o dünya, o çalıştığın kurum başına

zindan olabilir ve eninde sonunda dediğim gibi

burada devam etmek istiyorsan bir şekilde boyun eğeceksin.

Akıllı bıdık olmak zorundasın ve bu bana hiç

uygun gelmedi. Her seferinde beni en çok rahatsız eden

şeylerden birisi uymak zorunda olmaktı.

Şimdi bir devlet dairesinde işler belirli bir düzen

içinde ilerliyor. Sen memuriyete atanırsın, evlenirsin.

Mümkün mertebe eşinde çalışıyorsa on numara.

Ballı kaymak mı derler, kaymaklı kadayıf mı derler,

süper karı koca çalışıyorsun. İlk yapacağın şey

araba almak. Arabanın kredisine girersin

sonrasında ev alırsın kendine. Araba, ev.

Ve sonrasında eğer imkanın varsa bir ev daha

alabilirsin. Ondan sonra makam-mevki kovalarsın.

Ama sen bu sürecin dışında düşünüyorsan,

farklı hayallerin, farklı beklentilerin varsa

birazcık entelektüel olma çabasındaysan herkes sana

yaratık gibi bakıyor.

"Ya, ne yapıyorsun sen? Kitap mı o elindeki?".

Yani böyle bir bakış açısıyla bile karşılaşabiliyorsun.

Yani diyorsun ki "Ben ev almayacağım, dünyanın

belirli yerlerinde yaşama hayalim var." "Ya Beyhan sende var

ya.. Kaç senedir burada çalışıyorsun, bir adam olamadın gitti."

Şimdi böyle bir tavırla karşılaşıyorsun.

Belirli bir çerçeve var, belirli bir kalıp var. O kalıbın dışına çıktığın zaman bu düşünce

anlamında olabilir, yaşam tarzı anlamında,

hayattan beklentiler anlamında bile olabilir. Öyle bir

durumda etrafındaki insanlar seni yargılıyor, garipsiyor.

Ya diyor "Bizim yaşadığımızdan farklı bir hayat.

Gerek yok, ne yapıyorsun sen?". Amatörmüşsün gibi,

toymuşsun gibi algılanıyorsun. Seni hiçbir zaman

anlamıyorlar. Ben psikoloğum ve yaptığım iş

bana gelen danışanlarla psiko terapi hizmeti vermek ve sonrasında hastanede hizmet alan,

başka hastalıkları olan kişilere mesleği açısından

destek olmak ama yaptığın iş konusunda

ortaya bir şey koyuyorsun, takdir edilmek,

ödüllendirilmek ne kadar çalışırsan çalış böyle bir şey mümkün değil. Sen çok çalışırsın,

çok koşturursun ama bir şekilde amirini memnun eden

çok daha fazla takdir görür. Ve sonrasında

diyorsun ki kendi kendine "Ya arkadaş ben ne için

çalışıyorum?

Koştur, koştur, koştur Ahmet hiç çalışmıyor.

Bütün imkanları, bütün imtiyazları o kullanıyor.

Ee ben niye böyle bir şey için uğraşayım?".

Ve şöyle bir durum: İş senin için tatminden

uzaklaşmaya başlıyor. Ama şunu da biliyorsun "Ya ben iyi

bir yerde bu işi yaparsam

bu iş tatmin edici. Çünkü ben mesleğimi seviyorum.

Ve bu saydığım bütün maddeler

ortaya çıkınca ve ben bir süre sonra dedim ki "Ben buradan

ayrılmalıyım." Evet dışarıya baktım yapabileceğim

bir sürü şey var. Kendime güveniyordum ve ben önceki seferden

farklı olarak bu sefer dedim ki "Ben işimi seviyorum

dışarıda yaparsam bu işi çok daha güzel olur."

Etrafımdaki insanların hepsi "Devletten ayrılınır mı?

Manyak mısın? Şöyle mi, böyle mi?" dedi. Ama ben ilk başta

burada kontrolsüz bir harekette yapmadım, vaktim dolmuştu.

Bir yıl ücretsiz izin aldım ve o ücretsiz izin

zamanında kendimi test ettim. Yapabiliyor muyum,

ilerleyebiliyor muyum?" Ve dedim ki "Dışarıda

dünya varmış ya.

Hayat bambaşkaymış." Ve sonrasında, o bir yılın

sonrasında yazdım istifa dilekçemi,

götürdüm verdim. Dedim ki "Benim işim bitti artık kamuyla."

Kamuya saygım var, çok şey kazandım

ama ben kamuda çalışmak istemiyorum.

Bana uygun değil. Bu herkes için geçerli olmayabilir

ama bana uygun değildi. Bunlar benim

kendi kişisel deneyimlerim ve kişisel mücadelem aslında.

Bu herkes için ya da her kurum için aynı olmayabilir.

Çok yoğun çalışan, çok koşturmacalı memuriyetlerde var.

Hakikaten çok kaliteli insanların çalıştığı yerler de var. Ama ben kendi kişisel deneyimimde bunlarla karşılaştım. Ve şunu da ben kabul ediyorum.

Özel sektörün belirsiz olduğu, ekonominin

inişli-çıkışlı olduğu bir zaman diliminde herkes garanti

bir işi olsun isteyebiliyor. Ama bu benim için

uygun değildi. Belki senin için uygun olacak. Bu bana uygun

olmayan taraflarını anlattım ki sana da bir fikir versin.

Beni dinlediğin için çok teşekkür ediyorum güzel insan. Kendine iyi davran.

Görüşmek üzere...


Memuriyetten Neden İstifa Ettim? Why Did I Resign from Civil Service?

Merhabalar sevgili dostum. Bugün sana kendi geçmişimden ve deneyimlerimden

bahsetmek istiyorum. Özellikle memuriyete atanma

ve sonrasında memuriyetten istifa etme sürecimi

anlatmak istiyorum. Şu aşamada belki

milyonlara belki bir milyona, iki milyona yakın insanın memur

olmak istediği bir zaman diliminde

benim bu deneyimlerimin sana en azından birazcıkta olsa

fikir verebileceğini, bazı konularda karar vermeni

ya da seni neyin beklediğini anlamanı

kolaylaştıracağını düşünüyorum.

Ben düz lise mezunuyum. 17 yaşında liseden mezun oldum. Hemen ilk senede kazandım.

Dört yıl sonra yani 21 yaşında da üniversiteden mezun oldum.

İlk iş tecrübem dört aylık, kısa süreli

bir özel rehabilitasyon merkeziydi.

Oradan sonrasında bir devlet kurumuna işçi kadrosuyla

yani bir çeşit memurluk kadrosuyla atanmış oldum ve girdiğim yer

müthiş hevesli bir şekilde başladım. Takım elbiseyle

gidiyorduk ve herhalde iş hayatımda tek takım elbise giydiğim

yer orasıydı.

Çok güzel gidiyordu. Dediler ki "Güzel projeler yapacağız."

İlk bir iki hafta bunları konuşuyoruz durmadan "Şunu

yapacağız, şu işleri yapacağız." Oranın sorumlusu durmadan anlatıyor. Ama bir hafta, iki hafta, bir ay derken

ortada hiç iş yok. Beraber bir arkadaşla işe başlamışız.

Aynı oda da iki kişiyiz. İkimize de sıfır bir bilgisayar verdiler.

Çok güzel internet bağlantısı var, inanılmaz hızlı

indiriyor. Biz bu iş sürecini beklerken

durmadan film, dizi indirmeye başladık. O zamanlarda

"LOST" dizisi var. Lost dizisini izliyoruz durmadan.

İlk üç-dört ay bendeki keyfe diyecek yok. Ya diyorum hayat

ne güzelmiş. Vallah.. Ya dedim

"Okumak böyle bir şey herhalde. Bak işe gidiyorsun hiçbir şey yapmıyorsun".

Üç-dört ay böyle geçti. Sonrasında

LOST'ta bitti bu arada, sonu da kötü bitti.

Hayal kırıklığı oldu biraz. Dedim "Hayat böyle geçmez.

Ben bunun için mi okudum?". Sabah gidiyorsun

otur, otur, otur. Yemeğe gidiyorsun, geliyorsun, otur, otur,

otur. Dedim "Benim buradan ayrılmam lazım,

hayat böyle geçmeyecek". Ve zannediyorum ki ben

aslında geçici dönem böyle boşluk içinde o kurum.. Hayır..

Çok uzun zamandır aslında çok az kişinin

yapabileceği işi, çok fazla kişi oyalanarak yapıyor.

İnsanlara ben bundan dert yandığım zaman "Ya manyak mısın?

Otur oturduğun yerde." diyorlardı ama ben

dayanamadım. İçimi buhranlar bastı, dedim "Hayat böyle geçmez.

Benim çalışmam lazım." ve ben o süreçte özel sektörü

hala düşünmüyorum. Güzel bir KPSS puanım vardı.

Sağlık Bakanlığı'na geçiş yaptım. İlk memuriyet

denemem böyle oldu. Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir

hastanede yaklaşık 8 yıl boyunca çalıştım.

Asla nankörlük yapamam. Asla orada öğrendiklerimi,

kazandıklarımı inkar edemem. Bugün mesleğe dair

öğrendiğim birçok şeyi o hastanede öğrendim.

Ama meslekten bağımsız olarak bir kamu kurumunda

çalışmanın benim için ciddi sıkıntıları olduğunu

farkettim. Çalıştıkça, bir şeyler yapmaya çabaladıkça

her zaman bir duvara tosladığını farkediyorsun ve

bu bir süre sonra senin içindeki o heyecanı o

idealisti öldürmeye başlıyor ve 8 yılın

sonunda dedim ki "Arkadaş ben istifa edeceğim. Ben dayanamıyorum

artık burada ve her zaman olduğu gibi etrafımdaki

birçok insan "Ya devlet kurumu bırakılır mı?

Memuriyet bırakılır mı?" dedi ama benim onlara söyleyecek

bir sürü sebebim vardı istifa etmek için.

Hastaneye başladığım ilk zamanlarda önceki kurumun

verdiği sıkılganlıkla beraber çok heyecanlıyım, motiveyim.

Diyorum ki "Ben bir şeyler yapmalıyım, projeler ortaya koymalıyım."

Beni görsen 1 km öteden tanırsın.

"Ya bu adam idealist." dersin. Öyle bir heyecanla

dolanıyorum etrafta. Hep meslektaşlarla

konuşurken "Şunu yapsak, bunu yapsak, böyle çalışma yapsak,

şu terapi yöntemini denesek...". Herkes böyle bir dinliyor.

Ya diyor "Bu bir idealist, yeni daha toy". Neyse.. Birgün

bir toplantıya girdik. Böyle

hastanenin yönetiminden bir-iki kişi var, bizim meslektaşlar var.

Oturuyoruz beraber. Bir konu var bir eğitim konusu. Ben

diyorum ki "Onu da yaparız, bunu da yaparız". Karşıda bizim eskilerden,

eski kulağı kesiklerden bir meslektaş var.

Ben anlattıkça "Şunu da yaparız, bunu da yaparız". Karşımda benim

o idari çalışanlar var.

Şurada da meslektaş var. Onlar birbirlerini görmüyor. Ben anlattıkça

böyle kaptırmışım. Oradaki arkadaş

böyle kaşları kaldırıyor. Ben anlamadım.

Anlatırken bir anda gözüm ona kaydı. Dedim...

Bozuntuya da vermedim yani onları. O durmadan böyle kaşlarını

kaldırıyor. Neyse ben anlattım oradaki idari

personel "Çok güzel olur bu projeler, eğitimler".

Sonrasında..

Toplantı bittikten sonra bizim o eski

tecrübeli arkadaşımız geldi benim dedi ki

"Ya sen manyak mısın? Napıyorsun?

Niye böyle şeyler söylüyorsun?". Ee dedim yaparız.

Ya dedi " Otur oturduğun yerde başına bela mı

açacaksın?". O zaman ben ilk defa duvara tosladığımı

hissettim. Dedim "Güzel bir şeyler yapmak istiyorum ama

neden olmuyor?". Sonrasında bunu anladım aslında.

Devlet kurumunda ortaya yeni bir şey koyduğun

zaman etrafındaki insanlar,

beraber çalıştığın birçok insan

"Başına bela mı açacaksın, otur oturduğun yerde.

Kimse sana karışmıyorsa sen neden yeni bir şeyle ortaya

çıkıyorsun." diye yaklaşmaya başlıyorlardı ve

bu bana hiç uygun değildi. 22-23 yaşındayım.

Üniversite'nin o samimi ortamından yeni gelmişim.

Zannediyorum ki bir kamu kurumunda çalışma

ortamındaki insanlarla da böyle samimi olacaksın.

Bir ablamızla beraber çay içiyoruz. Bende diyorum ki "Onun deneyimlerinden, tecrübelerinden yararlanıyorum." O da bana

hastanedeki bir çalışandan bahsediyor. İsmi Ahmet

diyelim. "Ahmet var ya" diyor "Ahmet kadar

şerefsizi yok. Ahmet yılanın önde gidenidir." .

O sırada biri geçiyor yanımızdan

biz bir yerde çay içerken "Ooo Ahmetciğim naber?".

Ben anlamadım hiç aslında bahsettiği Ahmet'in,

o biraz önce yılan dediği, şerefsiz dediği,

böyle pislik bir insan olmaz dediği

insan biraz sonra sarılacağı insan.

Ve sonra ben bunu öğrendim yine bir duvara tosladım.

Ya dedim " Bir insan,

tamam birini sevmeye bilirsin, birinin arkasından

atıp tutabilirsin de. Sonrasında peki

neden bu kadar samimiymiş gibi, neden bu kadar

seviyormuş gibi davranırsın?". Bu benim ilk gördüğüm örnekti.

Sonrasında bir kamu kurumunda yüzlerce kez,

binlerce kez bunun türevlerine rastladım.

Bu özel sektörde de var ama özel sektörü de

sonrasında fazlasıyla deneyimlediğim için kamu

kurumunda her zaman çok çok daha fazla.

İnsanlar, samimiyetten daha uzak ve iki yüzlü davranabiliyorlar.

Daha önceki videolarımdan hatırlayacaksın. Akıllı

bıdık olmaktan bahsetmiştim. Akıllı bıdık olmak,

etrafının, çevrenin senden beklediklerini

uygun şekilde davranmak. Öyle davranıyorsun ki onların

sevgisini kaybetmeyesin. Şimdi kamu kurumlarında da

idari anlamda amirin olan

insana uyumlu olmak zorundasın ama bu

uyumlu olma hali öyle bir şey ki yani sen

ortaya çok farklı bir şey koyacaksın, daha fazla kendini

geliştireceksin ki amirin bundan rahatsız oluyorsa

senin önüne her türlü engeli koyacaktır.

Eğer ki senin bu durumunu kıskanıyorsa, senin bu durumundan

rahatsız oluyorsa.. Ne oluyor böyle olunca? Sen şu yol

ayrımına geliyorsun: "Ortaya bir şeyler mi koymalıyım

yoksa amirim ne istiyorsa onu mu yapmalıyım?

Ve birçok insan eğer bu kamu kurumunda ayakta kalmak istiyorsan, bu şekilde devam etmek istiyorsan

amiri üzmeyeceksin. Ne yapacaksın? Kim gelirse gelsin, eğitimli - eğitimsiz, hak eden - hak etmeyen,

normal hakkıyla gelmiş, torpille gelmiş

o ne istiyorsa eğer ki

huzurlu bir şekilde çalışmak istiyorsan

onun istediği gibi davranmak zorundasın. Evet,

bazı istisnalar var ama bu konuda

ben o kadar çok insanla karşılaştım ki sen ne yaparsan

ne kadar iyi olursan ol, onun gözüne

giremediysen ki gözüne girmek yaptığın işten genellikle

bağımsız oluyor. Sen bittin. Ve öyle bir şey ki

o dünya, o çalıştığın kurum başına

zindan olabilir ve eninde sonunda dediğim gibi

burada devam etmek istiyorsan bir şekilde boyun eğeceksin.

Akıllı bıdık olmak zorundasın ve bu bana hiç

uygun gelmedi. Her seferinde beni en çok rahatsız eden

şeylerden birisi uymak zorunda olmaktı.

Şimdi bir devlet dairesinde işler belirli bir düzen

içinde ilerliyor. Sen memuriyete atanırsın, evlenirsin.

Mümkün mertebe eşinde çalışıyorsa on numara.

Ballı kaymak mı derler, kaymaklı kadayıf mı derler,

süper karı koca çalışıyorsun. İlk yapacağın şey

araba almak. Arabanın kredisine girersin

sonrasında ev alırsın kendine. Araba, ev.

Ve sonrasında eğer imkanın varsa bir ev daha

alabilirsin. Ondan sonra makam-mevki kovalarsın.

Ama sen bu sürecin dışında düşünüyorsan,

farklı hayallerin, farklı beklentilerin varsa

birazcık entelektüel olma çabasındaysan herkes sana

yaratık gibi bakıyor.

"Ya, ne yapıyorsun sen? Kitap mı o elindeki?".

Yani böyle bir bakış açısıyla bile karşılaşabiliyorsun.

Yani diyorsun ki "Ben ev almayacağım, dünyanın

belirli yerlerinde yaşama hayalim var." "Ya Beyhan sende var

ya.. Kaç senedir burada çalışıyorsun, bir adam olamadın gitti."

Şimdi böyle bir tavırla karşılaşıyorsun.

Belirli bir çerçeve var, belirli bir kalıp var. O kalıbın dışına çıktığın zaman bu düşünce

anlamında olabilir, yaşam tarzı anlamında,

hayattan beklentiler anlamında bile olabilir. Öyle bir

durumda etrafındaki insanlar seni yargılıyor, garipsiyor.

Ya diyor "Bizim yaşadığımızdan farklı bir hayat.

Gerek yok, ne yapıyorsun sen?". Amatörmüşsün gibi,

toymuşsun gibi algılanıyorsun. Seni hiçbir zaman

anlamıyorlar. Ben psikoloğum ve yaptığım iş

bana gelen danışanlarla psiko terapi hizmeti vermek ve sonrasında hastanede hizmet alan,

başka hastalıkları olan kişilere mesleği açısından

destek olmak ama yaptığın iş konusunda

ortaya bir şey koyuyorsun, takdir edilmek,

ödüllendirilmek ne kadar çalışırsan çalış böyle bir şey mümkün değil. Sen çok çalışırsın,

çok koşturursun ama bir şekilde amirini memnun eden

çok daha fazla takdir görür. Ve sonrasında

diyorsun ki kendi kendine "Ya arkadaş ben ne için

çalışıyorum?

Koştur, koştur, koştur Ahmet hiç çalışmıyor.

Bütün imkanları, bütün imtiyazları o kullanıyor.

Ee ben niye böyle bir şey için uğraşayım?".

Ve şöyle bir durum: İş senin için tatminden

uzaklaşmaya başlıyor. Ama şunu da biliyorsun "Ya ben iyi

bir yerde bu işi yaparsam

bu iş tatmin edici. Çünkü ben mesleğimi seviyorum.

Ve bu saydığım bütün maddeler

ortaya çıkınca ve ben bir süre sonra dedim ki "Ben buradan

ayrılmalıyım." Evet dışarıya baktım yapabileceğim

bir sürü şey var. Kendime güveniyordum ve ben önceki seferden

farklı olarak bu sefer dedim ki "Ben işimi seviyorum

dışarıda yaparsam bu işi çok daha güzel olur."

Etrafımdaki insanların hepsi "Devletten ayrılınır mı?

Manyak mısın? Şöyle mi, böyle mi?" dedi. Ama ben ilk başta

burada kontrolsüz bir harekette yapmadım, vaktim dolmuştu.

Bir yıl ücretsiz izin aldım ve o ücretsiz izin

zamanında kendimi test ettim. Yapabiliyor muyum,

ilerleyebiliyor muyum?" Ve dedim ki "Dışarıda

dünya varmış ya.

Hayat bambaşkaymış." Ve sonrasında, o bir yılın

sonrasında yazdım istifa dilekçemi,

götürdüm verdim. Dedim ki "Benim işim bitti artık kamuyla."

Kamuya saygım var, çok şey kazandım

ama ben kamuda çalışmak istemiyorum.

Bana uygun değil. Bu herkes için geçerli olmayabilir

ama bana uygun değildi. Bunlar benim

kendi kişisel deneyimlerim ve kişisel mücadelem aslında.

Bu herkes için ya da her kurum için aynı olmayabilir.

Çok yoğun çalışan, çok koşturmacalı memuriyetlerde var.

Hakikaten çok kaliteli insanların çalıştığı yerler de var. Ama ben kendi kişisel deneyimimde bunlarla karşılaştım. Ve şunu da ben kabul ediyorum.

Özel sektörün belirsiz olduğu, ekonominin

inişli-çıkışlı olduğu bir zaman diliminde herkes garanti

bir işi olsun isteyebiliyor. Ama bu benim için

uygun değildi. Belki senin için uygun olacak. Bu bana uygun

olmayan taraflarını anlattım ki sana da bir fikir versin.

Beni dinlediğin için çok teşekkür ediyorum güzel insan. Kendine iyi davran.

Görüşmek üzere...