×

LingQ'yu daha iyi hale getirmek için çerezleri kullanıyoruz. Siteyi ziyaret ederek, bunu kabul edersiniz: cookie policy.


image

Book - 1984 - George Orwell, 1. Bölüm - IV (b)

1. Bölüm - IV (b)

Aslına bakılırsa, Arşiv Dairesi de, asıl işi geçmişi yeniden düzenlemek değil, Okyanusya yurttaşlarına gazetelerini, filmlerini, ders kitaplarını, tele-ekran programlarını, oyunlarını, romanlarını –heykelden slogana, lirik bir şiirden biyolojik bir incelemeye, çocuklar için alfabelerden Yenisöylem sözlüğüne, akla gelebilecek her türlü haber, bilgi ve eğlenceyi– sağlamak olan Gerçek Bakanlığı'nın bir bölümüydü yalnızca. Üstelik Bakanlığın, Parti'nin çok çeşitli gereksinimlerini sağlamakla kalmaması, tüm bu işleri proletarya için de daha düşük bir düzeyde gerçekleştirmesi gerekiyordu. Proleterlerin edebiyatı, müziği, tiyatrosu ve eğlencesiyle ilgilenen pek çok daire vardı. Spor, cinayet haberleri ve astrolojiden başka bir şey içermeyen beş para etmez gazeteler, iç gıcıklayıcı ucuz romanlar, seks sahneleriyle dolu filmler, uyakdüşüren diye bilinen özel bir kaleydoskopta tümüyle mekanik bir biçimde bestelenen hisli şarkılar buralarda üretiliyordu. Dahası, mühürlü kutular içinde dağıtılan ve hazırlayanlar dışında hiçbir Parti üyesinin bakmasına izin verilmeyen, en bayağısından pornografik yayınlar üreten koca bir alt bölüm –Yenisöylem'de Pornoböl deniyordu– vardı. Winston çalışırken, basınçlı borudan üç mesaj daha düşmüştü; ama kolay işlerdi, İki Dakika Nefret araya girmeden üçünü de bitirmişti bile. Nefret sona erdikten sonra odacığına döndü, raftan Yenisöylem sözlüğünü aldı, söyleyaz'ı yana itti, gözlüğünün camlarını temizledi ve sabahın asıl işine koyuldu. Winston'ın hayattaki en büyük zevki yaptığı işti. Gerçi büyük bir bölümü sıkıcı ve tekdüzeydi, ama bir matematik problemine dalmışçasına kendinizden geçebileceğiniz zor ve karmaşık işler de yok değildi; size, İngsos ilkeleri konusundaki bilginiz ve Parti'nin ne demenizi istediğine ilişkin sezginiz dışında yol gösteren hiçbir şeyin olmadığı, ince sahtecilik işleriydi bunlar. Winston bu işlerin ustasıydı. Times'ın tümüyle Yenisöylem'le yazılmış başyazılarının düzeltilmesi işinin ona verildiği bile olmuştu. Daha önce bir kenara ayırmış olduğu mesajı açtı. Şöyle diyordu:

times 3.12.83 bb günlükemir haber çiftartıyetersiz yokkişiler gönder yeniyaz tümle öndosya üstyet

Bu mesaj, Eskisöylem'e (ya da Standart İngilizceye) şöyle aktarılabilirdi: Büyük Birader'in Günlük Emrinin, Times'ın 3 Aralık 1983 tarihli sayısındaki haberi son derece yetersiz, üstelik var olmayan kişilere göndermelerde bulunuyor. Tümüyle yeniden yaz ve taslağını dosyalamadan önce bir üst yetkiliye göster.

Winston, suçlanan yazıyı baştan sona okudu. Anlaşılan, Büyük Birader'in Günlük Emri, Yüzen Kaleler'deki denizcilere sigara ve başka nimetler sağlayan ve YKSN diye bilinen örgütün çalışmalarına övgülerle doluydu. Özellikle İç Parti'nin önde gelen üyelerinden Yoldaş Withers diye biri göklere çıkarılmış, ikinci dereceden Yararlık Nişanı'yla ödüllendirilmişti. YKSN'nin varlığına üç ay sonra hiçbir gerekçe gösterilmeden birden son verilmişti. Withers ve çalışma arkadaşlarının gözden düşmüş oldukları geliyordu akla, ama bu konuda basında da, tele-ekranda da hiçbir haber verilmemişti. Siyasal suçlular mahkemeye çıkarılıp yargılanmak şöyle dursun, açıktan açığa bile suçlanmadığı için, buna şaşmamak gerekirdi. Binlerce kişiyi kapsayan büyük temizlikler, suçlarını alçakça itiraf ettikten sonra idam edilen hainler ve düşünce-suçlularının halk önünde yargılanmaları, ancak birkaç yılda bir rastlanan özel gösterilerdi. Genellikle, Parti'nin öfkesini çekmiş kişiler ortadan kayboluverirler, bir daha da onlardan hiçbir haber alınamazdı. Bazıları yaşıyor bile olabilirlerdi. Winston'ın, annesiyle babası dışında, yakından tanıdığı belki otuz kişi değişik zamanlarda ortadan kaybolmuştu. Winston bir ataşla hafif hafif burnunu kaşıdı. Karşıki odacıkta Yoldaş Tillotson hâlâ öne eğilmiş, söyleyaz'a gizli gizli bir şeyler söylüyordu. Bir an başını kaldırdı: Gözlük camlarından yine o düşmanca parıltı yansıdı. Winston, Yoldaş Tillotson'ın kendisiyle aynı işi yapıp yapmadığını merak ediyordu. Pekâlâ mümkündü. Bu denli beceri isteyen, incelikli bir iş tek bir kişiye bırakılamazdı; öte yandan, böyle bir işi bir kurula vermek de işin içinde bir dalavere olduğunu açıkça kabullenmek olurdu. Şu anda büyük olasılıkla on on beş kişi Büyük Birader'in söylemiş olduklarının farklı yorumları üzerinde harıl harıl çalışmaktaydı. Ve çok geçmeden, İç Parti'nin beyin takımından biri o yorumlardan birini seçip yayına hazırlayacak, karmaşık işlemlerden geçirerek gerekli sağlamaları yapacak, böylece seçilmiş yalan kayıtlara geçerek gerçek olacaktı. Winston, Withers'ın neden gözden düştüğünü bilmiyordu. Kim bilir, belki rüşvet almış ya da yetersiz bulunmuştu. Belki de Büyük Birader gereğinden fazla sevilen bir astını başından atıyordu. Belki Withers ya da bir yakınının sapkın eğilimlerinden kuşkulanılmıştı. Ya da temizlikler ve buharlaştırmalar yönetim mekanizmasının ayrılmaz bir parçası olup çıktığı için böyle yapılmıştı belki de; en yakın olasılık buydu. Elle tutulur biricik ipucu, Withers'ın çoktan ölmüş olduğunu gösteren "yokkişiler gönder" sözcüklerindeydi. Tutuklananların ille de ölmüş olduklarını düşünmek her zaman doğru değildi. Bazen salıveriliyorlar ve bir iki yıl özgür yaşamalarına izin verildikten sonra idam ediliyorlardı. Çok sık olmasa da bazen, çoktan ölmüş olduğuna inanılan biri halka açık bir mahkemede hortlayıveriyor, tanıklığıyla yüzlerce kişinin başını belaya sokuyor, sonra da sırra kadem basıyordu. Withers'a gelince, o artık bir yokkişi'ydi. Yoktu: Hiç var olmamıştı. Winston, Büyük Birader'in söylevinin akışını tersine çevirmenin yeterli olmayacağına karar verdi. Asıl konuyla hiçbir bağıntısı olmayan, tümden farklı bir söylev hazırlamak daha iyi olacaktı.

Söylevi, hainler ve düşünce-suçlularının yerden yere vurulduğu o alışılmış konuşmalardan birine dönüştürebilirdi, ama bu çok kör kör parmağım gözüne olurdu; öte yandan, cephede yeni bir zafer ya da Dokuzuncu Üç Yıllık Plan kapsamında bir üretim fazlası başarısı icat etmek de kayıtları içinden çıkılmaz bir duruma getirebilirdi. Demek, tümüyle hayali bir şey bulmak gerekiyordu. Birden, düşündüğü şeye cuk oturan bir fikir geldi aklına: Kısa bir süre önce bir çarpışmada kahramanca can vermiş bir Yoldaş Ogilvy neden olmasındı? Büyük Birader'in, zaman zaman Günlük Emri, yaşamı ve ölümü örnek alınması gereken, alçakgönüllü, sıradan bir Parti üyesini anmaya ayırdığı olmuştu. Bugün de Yoldaş Ogilvy'yi anabilirdi. Gerçi Yoldaş Ogilvy diye biri yoktu, ama gazetede çıkmış birkaç satır yazıyla birkaç düzmece fotoğraf onu var edebilirdi.

Winston, bir an düşündükten sonra söyleyaz'ı ağzına yaklaştırdı, Büyük Birader'in o bildik üslubuyla söyleyip yazdırmaya başladı; hem askeri hem de bilgiç bir üsluptu bu, soru sorup sonra birden soruyu yanıtlama hilesini kullandığından ("Bütün bunlardan ne ders alıyoruz, yoldaşlar? İşte, İngsos'un da temel ilkelerinden biri olan bu ders..." vb. vb.) taklit edilmesi de kolaydı.

Yoldaş Ogilvy, daha üç yaşındayken, bir davul, bir hafif makineli tüfek ve bir helikopter dışında hiçbir oyuncağa ilgi duymuyordu. Altı yaşına geldiğinde –kuralların özel olarak esnetilmesiyle bir yıl erken– Casuslar'a katılmış, dokuzunda bölük komutanı olmuştu. On bir yaşında, kulak misafiri olduğu bir konuşmada suç işlemeye yönelik eğilimlerden kuşkulanınca, amcasını Düşünce Polisi'ne ihbar etmişti. On yedisinde, Seks Karşıtı Gençlik Birliği'nin bölge yöneticiliğine getirilmişti. On dokuzuna geldiğinde, Barış Bakanlığı'ndan onay alan bir el bombası icat etmiş, el bombası ilk denemede otuz bir Avrasyalı tutsağı havaya uçurmuştu. Bir harekâtta can verdiğinde yirmi üç yaşındaydı. Önemli belgelerle Hint Okyanusu üzerinde uçarken düşman jetleri ardına takılınca, makineli tüfeğini ağırlık yapması için boynuna asarak belgelerle birlikte helikopterden atlamış, okyanusun derin sularında kaybolmuştu; kıskanılası bir son, diyordu Büyük Birader. Yoldaş Ogilvy'nin ne kadar dürüst ve içten bir yaşam sürdüğüne değinmeden de edemiyordu. Her türlü kötü alışkanlıktan uzak duran, hiç sigara içmeyen biriydi Yoldaş Ogilvy, her gün beden eğitimi salonunda geçirdiği bir saat dışında hiçbir eğlencesi yoktu; evlilik ve aile sorunlarının, insanın kendini yirmi dört saat görevine adamasını engelleyeceğine inandığından evlenmeme andı içmişti. Sohbetlerinde İngsos ilkeleri dışında hiçbir konuya yer olmadığı gibi, hayatta Avrasyalı düşmanların bozguna uğratılmasından, casuslar, kundakçılar, düşünce-suçluları ve hainlerin ele geçirilmesinden başkaca bir amacı da yoktu.

Winston, Yoldaş Ogilvy'ye bir de Yararlık Nişanı verilse mi acaba diye düşündüyse de, durup dururken bir sürü kaynak göstermeyi gerektireceği için vazgeçti. Bir kez daha karşı odacıktaki hasmına göz attı. Tillotson'ın da kendisiyle aynı işi yaptığını sezinliyordu. Gerçi sonunda kimin yorumunun kabul göreceğini bilmek olanaksızdı, ama yine de kendi yorumunun benimseneceğinden handiyse emindi. Daha bir saat önceye kadar kimsenin hayalinden bile geçiremeyeceği Yoldaş Ogilvy şimdi bir gerçek olup çıkmıştı. Yaşayanların değil de ölülerin yaratılabilmesinin ne kadar tuhaf olduğunu geçirdi aklından. Yoldaş Ogilvy şimdide hiç yaşamamıştı, ama artık geçmişte yaşıyordu; üstelik, bu sahtecilik unutulduktan sonra, varlığı Charlemagne ya da Julius Caesar kadar gerçek, onlar kadar tanıtlı kanıtlı olacaktı.


1. Bölüm - IV (b)

Aslına bakılırsa, Arşiv Dairesi de, asıl işi geçmişi yeniden düzenlemek değil, Okyanusya yurttaşlarına gazetelerini, filmlerini, ders kitaplarını, tele-ekran programlarını, oyunlarını, romanlarını –heykelden slogana, lirik bir şiirden biyolojik bir incelemeye, çocuklar için alfabelerden Yenisöylem sözlüğüne, akla gelebilecek her türlü haber, bilgi ve eğlenceyi– sağlamak olan Gerçek Bakanlığı'nın bir bölümüydü yalnızca. In fact, the Archives Office's main job is not to rearrange the past, but to provide the citizens of Oceania with their newspapers, films, textbooks, telescreen programs, plays, novels—from sculpture to slogan, from lyric poetry to biological study, from alphabets for children to Newspeak vocabulary, anything imaginable. it was merely a division of the Ministry of Truth, whose mission was to provide all kinds of news, information, and entertainment. Üstelik Bakanlığın, Parti'nin çok çeşitli gereksinimlerini sağlamakla kalmaması, tüm bu işleri proletarya için de daha düşük bir düzeyde gerçekleştirmesi gerekiyordu. Moreover, the Ministry had to not only provide for the most diverse needs of the Party, but also to carry out all these tasks for the proletariat at a lower level. Proleterlerin edebiyatı, müziği, tiyatrosu ve eğlencesiyle ilgilenen pek çok daire vardı. There were many departments dealing with the literature, music, theater and entertainment of the proletarians. Spor, cinayet haberleri ve astrolojiden başka bir şey içermeyen beş para etmez gazeteler, iç gıcıklayıcı ucuz romanlar, seks sahneleriyle dolu filmler, uyakdüşüren diye bilinen özel bir kaleydoskopta tümüyle mekanik bir biçimde bestelenen hisli şarkılar buralarda üretiliyordu. Trash newspapers containing nothing but sports, murder news and astrology, heart-warming pulp novels, movies full of sex scenes, soulful songs composed entirely mechanically in a special kaleidoscope known as the rhyme-maker were produced here. Dahası, mühürlü kutular içinde dağıtılan ve hazırlayanlar dışında hiçbir Parti üyesinin bakmasına izin verilmeyen, en bayağısından pornografik yayınlar üreten koca bir alt bölüm –Yenisöylem'de Pornoböl deniyordu– vardı. Moreover, there was a whole subsection – in Newspeak it was called Pornoböl – that produced the most vulgar pornographic publications, which were distributed in sealed boxes and which no Party member was allowed to look at except those who prepared them. Winston çalışırken, basınçlı borudan üç mesaj daha düşmüştü; ama kolay işlerdi, İki Dakika Nefret araya girmeden üçünü de bitirmişti bile. While Winston was working, three more messages had fallen from the pressure pipe; but they were easy jobs, he had already finished all three of them before the Two Minutes Hate intervened. Nefret sona erdikten sonra odacığına döndü, raftan Yenisöylem sözlüğünü aldı, söyleyaz'ı yana itti, gözlüğünün camlarını temizledi ve sabahın asıl işine koyuldu. After the hate was over, he returned to his cubicle, picked up the Newspeak dictionary from the shelf, pushed the orthography aside, cleaned the lenses of his glasses, and got on with the morning's main work. Winston'ın hayattaki en büyük zevki yaptığı işti. Winston's greatest joy in life was his work. Gerçi büyük bir bölümü sıkıcı ve tekdüzeydi, ama bir matematik problemine dalmışçasına kendinizden geçebileceğiniz zor ve karmaşık işler de yok değildi; size, İngsos ilkeleri konusundaki bilginiz ve Parti'nin ne demenizi istediğine ilişkin sezginiz dışında yol gösteren hiçbir şeyin olmadığı, ince sahtecilik işleriydi bunlar. Although most of it was boring and monotonous, there were also difficult and complex tasks where you could pass out as if you were immersed in a math problem; These were subtle works of forgery, with nothing to guide you except your knowledge of Ingsoc principles and your intuition of what the Party wanted you to say. Winston bu işlerin ustasıydı. Winston was the master of these things. Times'ın tümüyle Yenisöylem'le yazılmış başyazılarının düzeltilmesi işinin ona verildiği bile olmuştu. He had even been given the job of editing the Times' editorials, written entirely in Newspeak. Daha önce bir kenara ayırmış olduğu mesajı açtı. He opened the message he had set aside earlier. Şöyle diyordu: He was saying:

times 3.12.83 bb günlükemir haber çiftartıyetersiz yokkişiler gönder yeniyaz tümle öndosya üstyet times 3.12.83 bb dailyorder news doubleplus insufficient nocontacts send newwrite complete frontfile superyat

Bu mesaj, Eskisöylem'e (ya da Standart İngilizceye) şöyle aktarılabilirdi: This message could be translated into Oldspeak (or Standard English) as follows: Büyük Birader'in Günlük Emrinin, Times'ın 3 Aralık 1983 tarihli sayısındaki haberi son derece yetersiz, üstelik var olmayan kişilere göndermelerde bulunuyor. The report of Big Brother's Daily Order, in the Times of December 3, 1983, is utterly inadequate and makes references to non-existent persons. Tümüyle yeniden yaz ve taslağını dosyalamadan önce bir üst yetkiliye göster. Rewrite it completely and show it to a higher authority before filing the draft.

Winston, suçlanan yazıyı baştan sona okudu. Winston read through the incriminating letter. Anlaşılan, Büyük Birader'in Günlük Emri, Yüzen Kaleler'deki denizcilere sigara ve başka nimetler sağlayan ve YKSN diye bilinen örgütün çalışmalarına övgülerle doluydu. Apparently, Big Brother's Daily Order was full of praise for the work of the organization known as YKSN, which provided cigarettes and other blessings to sailors in the Floating Fortresses. Özellikle İç Parti'nin önde gelen üyelerinden Yoldaş Withers diye biri göklere çıkarılmış, ikinci dereceden Yararlık Nişanı'yla ödüllendirilmişti. In particular, a prominent member of the Inner Party, Comrade Withers, was hailed and awarded the Order of Second Order. YKSN'nin varlığına üç ay sonra hiçbir gerekçe gösterilmeden birden son verilmişti. The existence of YKSN was abruptly terminated three months later without any justification. Withers ve çalışma arkadaşlarının gözden düşmüş oldukları geliyordu akla, ama bu konuda basında da, tele-ekranda da hiçbir haber verilmemişti. Withers and his colleagues seemed to have fallen out of favor, but there was no news about this either in the press or on the telescreen. Siyasal suçlular mahkemeye çıkarılıp yargılanmak şöyle dursun, açıktan açığa bile suçlanmadığı için, buna şaşmamak gerekirdi. This should come as no surprise, since political criminals were not even publicly accused, let alone brought to trial and tried. Binlerce kişiyi kapsayan büyük temizlikler, suçlarını alçakça itiraf ettikten sonra idam edilen hainler ve düşünce-suçlularının halk önünde yargılanmaları, ancak birkaç yılda bir rastlanan özel gösterilerdi. Massive purges involving thousands of people, public trials of traitors and thought-criminals executed after despicable confession, were private demonstrations that only took place every few years. Genellikle, Parti'nin öfkesini çekmiş kişiler ortadan kayboluverirler, bir daha da onlardan hiçbir haber alınamazdı. Often, those who had infuriated the Party disappeared, never to be heard from again. Bazıları yaşıyor bile olabilirlerdi. Some might even be alive. Winston'ın, annesiyle babası dışında, yakından tanıdığı belki otuz kişi değişik zamanlarda ortadan kaybolmuştu. Other than his parents, perhaps thirty people Winston knew well had disappeared at different times. Winston bir ataşla hafif hafif burnunu kaşıdı. Winston scratched his nose lightly with a paper clip. Karşıki odacıkta Yoldaş Tillotson hâlâ öne eğilmiş, söyleyaz'a gizli gizli bir şeyler söylüyordu. In the cubicle opposite, Comrade Tillotson was still leaning forward, saying something secretly to the orb. Bir an başını kaldırdı: Gözlük camlarından yine o düşmanca parıltı yansıdı. He lifted his head for a moment: Again the hostile glare reflected from the lenses of his spectacles. Winston, Yoldaş Tillotson'ın kendisiyle aynı işi yapıp yapmadığını merak ediyordu. Winston wondered if Comrade Tillotson was doing the same job as he was. Pekâlâ mümkündü. Well, it was possible. Bu denli beceri isteyen, incelikli bir iş tek bir kişiye bırakılamazdı; öte yandan, böyle bir işi bir kurula vermek de işin içinde bir dalavere olduğunu açıkça kabullenmek olurdu. Such a skillful, sophisticated job could not be left to one person; On the other hand, to delegate such a task to a committee would be to openly admit that there was a ruse involved. Şu anda büyük olasılıkla on on beş kişi Büyük Birader'in söylemiş olduklarının farklı yorumları üzerinde harıl harıl çalışmaktaydı. At this time, probably fifteen or so people were busily working on different interpretations of what Big Brother had said. Ve çok geçmeden, İç Parti'nin beyin takımından biri o yorumlardan birini seçip yayına hazırlayacak, karmaşık işlemlerden geçirerek gerekli sağlamaları yapacak, böylece seçilmiş yalan kayıtlara geçerek gerçek olacaktı. And before long, one of the Inner Party think tanks would select one of those comments, edit it for publication, run it through complex processing, and make the necessary checks, so that the chosen false record would become the truth. Winston, Withers'ın neden gözden düştüğünü bilmiyordu. Winston didn't know why Withers had fallen out of favor. Kim bilir, belki rüşvet almış ya da yetersiz bulunmuştu. Who knows, maybe he was bribed or found unsatisfied. Belki de Büyük Birader gereğinden fazla sevilen bir astını başından atıyordu. Perhaps Big Brother was kicking out an over-loved subordinate. Belki Withers ya da bir yakınının sapkın eğilimlerinden kuşkulanılmıştı. Perhaps Withers, or someone close to him, was suspected of his deviant tendencies. Ya da temizlikler ve buharlaştırmalar yönetim mekanizmasının ayrılmaz bir parçası olup çıktığı için böyle yapılmıştı belki de; en yakın olasılık buydu. Or perhaps it was done this way because cleanings and evaporations became an integral part of the management mechanism; This was the most likely possibility. Elle tutulur biricik ipucu, Withers'ın çoktan ölmüş olduğunu gösteren "yokkişiler gönder" sözcüklerindeydi. The only tangible clue was in the words "send absentee", indicating that Withers was already dead. Tutuklananların ille de ölmüş olduklarını düşünmek her zaman doğru değildi. It was not always true to assume that those arrested were necessarily dead. Bazen salıveriliyorlar ve bir iki yıl özgür yaşamalarına izin verildikten sonra idam ediliyorlardı. Sometimes they were released and then executed after being allowed to live free for a year or two. Çok sık olmasa da bazen, çoktan ölmüş olduğuna inanılan biri halka açık bir mahkemede hortlayıveriyor, tanıklığıyla yüzlerce kişinin başını belaya sokuyor, sonra da sırra kadem basıyordu. Sometimes, though not very often, someone believed to be already dead would resurrect in a public courtroom, get hundreds of people in trouble with his testimony, and then vanish into obscurity. Withers'a gelince, o artık bir yokkişi'ydi. As for Withers, he was no longer a person. Yoktu: Hiç var olmamıştı. It did not exist: it never existed. Winston, Büyük Birader'in söylevinin akışını tersine çevirmenin yeterli olmayacağına karar verdi. Winston decided that it would not be enough to reverse the course of Big Brother's speech. Asıl konuyla hiçbir bağıntısı olmayan, tümden farklı bir söylev hazırlamak daha iyi olacaktı. It would have been better to prepare a completely different speech that had nothing to do with the main topic.

Söylevi, hainler ve düşünce-suçlularının yerden yere vurulduğu o alışılmış konuşmalardan birine dönüştürebilirdi, ama bu çok kör kör parmağım gözüne olurdu; öte yandan, cephede yeni bir zafer ya da Dokuzuncu Üç Yıllık Plan kapsamında bir üretim fazlası başarısı icat etmek de kayıtları içinden çıkılmaz bir duruma getirebilirdi. He could have turned the speech into one of those customary speeches in which traitors and thought-criminals are slapped, but it would have been too blind; On the other hand, inventing a new victory on the front or a surplus success under the Ninth Three-Year Plan would also have made the record unstable. Demek, tümüyle hayali bir şey bulmak gerekiyordu. So it was necessary to come up with something completely imaginary. Birden, düşündüğü şeye cuk oturan bir fikir geldi aklına: Kısa bir süre önce bir çarpışmada kahramanca can vermiş bir Yoldaş Ogilvy neden olmasındı? All of a sudden, an idea popped into his mind that fit perfectly: Why not a Comrade Ogilvy, who had died heroically in battle not long ago? Büyük Birader'in, zaman zaman Günlük Emri, yaşamı ve ölümü örnek alınması gereken, alçakgönüllü, sıradan bir Parti üyesini anmaya ayırdığı olmuştu. There were times when Big Brother had set the Daily Order to commemorate a humble, ordinary Party member whose life and death were to be exemplified. Bugün de Yoldaş Ogilvy'yi anabilirdi. He could commemorate Comrade Ogilvy today, too. Gerçi Yoldaş Ogilvy diye biri yoktu, ama gazetede çıkmış birkaç satır yazıyla birkaç düzmece fotoğraf onu var edebilirdi. True, there was no Comrade Ogilvy, but a few lines of newspaper articles and a few fake photographs could have brought him into being.

Winston, bir an düşündükten sonra söyleyaz'ı ağzına yaklaştırdı, Büyük Birader'in o bildik üslubuyla söyleyip yazdırmaya başladı; hem askeri hem de bilgiç bir üsluptu bu, soru sorup sonra birden soruyu yanıtlama hilesini kullandığından ("Bütün bunlardan ne ders alıyoruz, yoldaşlar? After a moment's thought, Winston put the write-write close to his mouth, began to sing and write in the familiar Big Brother style; It was both military and pedantic, as he used the trick of asking questions and then suddenly answering questions ("What lesson do we learn from all this, comrades? İşte, İngsos'un da temel ilkelerinden biri olan bu ders..." vb. Here is this lesson, which is one of the basic principles of Ingsos..." and so on. vb.) taklit edilmesi de kolaydı. It was also easy to imitate.

Yoldaş Ogilvy, daha üç yaşındayken, bir davul, bir hafif makineli tüfek ve bir helikopter dışında hiçbir oyuncağa ilgi duymuyordu. Comrade Ogilvy, at the age of three, had no interest in any toys but a drum, a submachine gun, and a helicopter. Altı yaşına geldiğinde –kuralların özel olarak esnetilmesiyle bir yıl erken– Casuslar'a katılmış, dokuzunda bölük komutanı olmuştu. By the age of six he had joined the Spies—a year early with a special bend of the rules—and had become a company commander at nine. On bir yaşında, kulak misafiri olduğu bir konuşmada suç işlemeye yönelik eğilimlerden kuşkulanınca, amcasını Düşünce Polisi'ne ihbar etmişti. At the age of eleven, he had reported his uncle to the Thought Police when he suspected criminal tendencies in a conversation he overheard. On yedisinde, Seks Karşıtı Gençlik Birliği'nin bölge yöneticiliğine getirilmişti. At seventeen, he was made regional director of the Youth Anti-Sex League. On dokuzuna geldiğinde, Barış Bakanlığı'ndan onay alan bir el bombası icat etmiş, el bombası ilk denemede otuz bir Avrasyalı tutsağı havaya uçurmuştu. By the age of nineteen he had invented a grenade approved by the Ministry of Peace, which had blown up thirty-one Eurasian prisoners on the first try. Bir harekâtta can verdiğinde yirmi üç yaşındaydı. He was twenty-three years old when he died in a campaign. Önemli belgelerle Hint Okyanusu üzerinde uçarken düşman jetleri ardına takılınca, makineli tüfeğini ağırlık yapması için boynuna asarak belgelerle birlikte helikopterden atlamış, okyanusun derin sularında kaybolmuştu; kıskanılası bir son, diyordu Büyük Birader. While flying over the Indian Ocean with important documents, caught behind enemy jets, he hung his machine gun around his neck for weight gain, jumped out of the helicopter with the documents and disappeared into the deep waters of the ocean; An enviable end, Big Brother was saying. Yoldaş Ogilvy'nin ne kadar dürüst ve içten bir yaşam sürdüğüne değinmeden de edemiyordu. He could not help but mention how honest and sincere Comrade Ogilvy led a life. Her türlü kötü alışkanlıktan uzak duran, hiç sigara içmeyen biriydi Yoldaş Ogilvy, her gün beden eğitimi salonunda geçirdiği bir saat dışında hiçbir eğlencesi yoktu; evlilik ve aile sorunlarının, insanın kendini yirmi dört saat görevine adamasını engelleyeceğine inandığından evlenmeme andı içmişti. He was a non-smoker, abstaining from all vices. Comrade Ogilvy had no amusement except for an hour every day in the gym; He had sworn not to marry, believing that marital and family problems would prevent one from being devoted to one's around-the-clock duty. Sohbetlerinde İngsos ilkeleri dışında hiçbir konuya yer olmadığı gibi, hayatta Avrasyalı düşmanların bozguna uğratılmasından, casuslar, kundakçılar, düşünce-suçluları ve hainlerin ele geçirilmesinden başkaca bir amacı da yoktu. There was no room in their conversations for anything other than Ingsoc principles, and they had no other purpose in life other than defeating Eurasian enemies, capturing spies, arsonists, thought-criminals, and traitors.

Winston, Yoldaş Ogilvy'ye bir de Yararlık Nişanı verilse mi acaba diye düşündüyse de, durup dururken bir sürü kaynak göstermeyi gerektireceği için vazgeçti. Winston wondered if Comrade Ogilvy should also be awarded the Order of Benevolence, but gave up, as it would require numerous out-of-pocket references. Bir kez daha karşı odacıktaki hasmına göz attı. He glanced once more at his opponent in the opposite chamber. Tillotson'ın da kendisiyle aynı işi yaptığını sezinliyordu. He sensed that Tillotson was doing the same job as him. Gerçi sonunda kimin yorumunun kabul göreceğini bilmek olanaksızdı, ama yine de kendi yorumunun benimseneceğinden handiyse emindi. Although it was impossible to know whose interpretation would eventually be accepted, he was still almost certain that his own interpretation would be accepted. Daha bir saat önceye kadar kimsenin hayalinden bile geçiremeyeceği Yoldaş Ogilvy şimdi bir gerçek olup çıkmıştı. Comrade Ogilvy, which no one had dreamed of until an hour ago, was now a reality. Yaşayanların değil de ölülerin yaratılabilmesinin ne kadar tuhaf olduğunu geçirdi aklından. He thought how strange it was that the dead could be created and not the living. Yoldaş Ogilvy şimdide hiç yaşamamıştı, ama artık geçmişte yaşıyordu; üstelik, bu sahtecilik unutulduktan sonra, varlığı Charlemagne ya da Julius Caesar kadar gerçek, onlar kadar tanıtlı kanıtlı olacaktı. Comrade Ogilvy never lived in the present, but now he lived in the past; moreover, once this forgery was forgotten, its existence would be as real as Charlemagne or Julius Caesar, and with as much proof as they were.