×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Hayvan Çiftliği - George Orwell, 7 Bölüm

7 Bölüm

Yedinci Bölüm

Kış çok sert geçti. Fırtınaların ardından, önce sulusepken, sonra kar geldi, daha sonra da her yer şubat ayına kadar buzla kaplandı. Hayvanlar, tüm dış dünyanın gözlerini Hayvan Çiftliği'ne diktiğini, yel değirmeni zamanında tamamlanmayacak olursa kıskanç insanların sevinçten bayram edeceklerini bildiklerinden var güçleriyle çalışıyorlardı. İnsanlar, sırf inat olsun diye, yel değirmenini Snowball'un yıktığına inanmamış görünüyorlar; yel değirmeninin, duvarları çok ince örüldüğü için çöktüğünü söylüyorlardı. Gerçi hayvanlar bunun doğru olmadığını bilmiyor değildiler, ama daha önce kırk beş santim kalınlığında olan duvarların bu kez doksan santim kalınlığında örülmesi kararlaştırılmıştı; bu da, çok daha fazla taş taşımayı gerektiriyordu. Taşocağı uzun bir süre kar altında kaldığından hiçbir şey yapılamadı. Daha sonra hava ayaza çevirip don yaptığında yeniden çalışmaya koyuldular, ama büyük güçlüklerle karşılaşıyorlardı, eskisi kadar umutlu değildiler. Soğuktan donuyorlar, çoğu zaman aç açına çalışıyorlardı. Yalnızca Boxer ile Clover cesaretlerini yitirmemişlerdi. Squealer halka hizmet etmenin mutluluğu ve emeğin onuru üstüne müthiş söylevler çekiyor, Boxer'ın gücü ve hiç vazgeçmediği "Daha çok çalışacağım!" çığlıkları hayvanları kışkırtıp coşturuyordu.

Ocak ayında yiyecekler tükenmeye yüz tuttu. Tahıl tayınları iyiden iyiye azaltıldı ve açığı gidermek için fazladan patates verileceği açıklandı. Ama çok geçmeden, üstleri yeterince örtülmediği için patateslerin donmuş olduğu anlaşıldı. Yumuşayıp bozulmuş olan patateslerin pek azı yenilebilir durumdaydı. Günlerce, kabuk ve pancardan başka bir şey yemediler. Artık açlıktan ölmenin eşiğine gelmişlerdi.

Bu durumun dış dünyadan kesinlikle gizlenmesi gerekiyordu. Yel değirmeninin yıkılmasından cesaret bulan insanlar, Hayvan Çiftliği'yle ilgili yeni yeni yalanlar uyduruyorlardı. Gene, tüm hayvanların kıtlık ve hastalıktan kırılmakta olduğu, durmadan birbirleriyle dalaştıkları, yamyamlığın alıp yürüdüğü, yeni doğan yavruların boğazlandığı söylentileri yayılmıştı. Napoléon, yiyecek durumuyla ilgili gerçekler öğrenilirse ortaya çıkabilecek kötü sonuçları çok iyi kestirebildiği için, tam tersi bir etki yaratmak üzere Bay Whymper'ı kullanmaya karar verdi. O güne kadar, hayvanlar, her hafta çiftliğe gelen Whymper'la ya pek az karşılaşıyor ya da hiç karşılaşmıyorlardı. Oysa bu kez, koyunların çoğunlukta olduğu bir grup hayvana, Bay Whymper'ın yakınında dolanmaları ve aralarında konuşuyormuş gibi yaparak, ama onun duyabileceği bir sesle tayınların artırıldığından söz etmeleri tembihlendi. Napoléon, ambarda neredeyse bomboş duran kovalara kum doldurulmasını, kumun üzerinin de elde kalan tahıl ve yemlerle örtülmesini buyurdu. Whymper bir bahane bulunarak ambara götürüldü ve ağzına kadar dolu kovaları göz ucuyla da olsa görmesi sağlandı. Napoléon'un numarasını yutan Whymper, her gittiği yerde Hayvan Çiftliği'nde yiyecek sıkıntısı olmadığını anlatmaya başladı. Gene de, ocak ayının sonlarına doğru, bir yerlerden biraz daha tahıl almak kaçınılmaz oldu. O günlerde Napoléon pek ortalıkta görünmüyor, kapısında korkunç köpeklerin beklediği çiftlik evinden dışarı adımını atmıyordu. Dışarı çıktığı zaman da, korumalığını üstlenen altı köpek eşliğinde, kimseye yüz vermeden dolanıp duruyor, fazla yaklaşan olursa köpekler hemen hırlıyorlardı. Artık pazar sabahları yapılan toplantılara da pek katılmayan Napoléon, buyruklarını öteki domuzlardan biriyle, genellikle de Squealer'la iletiyordu. Bir pazar sabahı, Squealer, daha yeni yumurtlayacak olan tavukların yumurtalarını çiftlik yönetimine vermeleri gerektiğini bildirdi. Napoléon, Whymper'ın aracılık ettiği bir sözleşmeyi imzalamıştı; sözleşmeye göre, haftada dört yüz yumurta teslim etmeleri gerekiyordu. Yumurtaların parasıyla, yaz gelip de durumlar düzelinceye kadar çiftliği geçindirecek tahıl ve yemi alacaklardı.

Tavuklar haberi duyar duymaz ortalığı birbirine kattılar. Gerçi daha önce bu tür bir özverinin gerekebileceği konusunda uyarılmışlardı, ama doğrusu bir gün bunun gerçek olabileceğine pek inanmamışlardı. Yumurtaların, tam da ilkbahar kuluçkasına hazırlandıkları sırada alınması cinayet değil de neydi? Jones'un çiftlikten kovuluşundan bu yana ilk kez ayaklanmaya benzer bir şey meydana geldi. Siyah Minorca cinsi üç pilicin önderliğindeki tavuklar, Napoléon'un buyruğuna kararlılıkla karşı koydular. Çatı kirişlerine tüneyip orada yumurtluyorlar, yumurtalar da yere düşüp kırılıveriyordu. Napoléon, hiç kuşkusuz, hızla ve acımasızca önlem almakta gecikmedi. Tavukların tayınlarının kesilmesini emretmekle yetinmedi, tavuklara azıcık da olsa yem vermeye kalkışan bütün hayvanların idam cezasına çarptırılmasını öngören bir kararname de çıkarttı. Buyruklara uyulmasını köpekler sağlayacaktı. Tavuklar, beş gün kadar direndilerse de, sonunda teslim olarak folluklarına döndüler. Bu arada ölen dokuz tavuk meyve bahçesine gömülmüş, tavukların kanlı ishalden öldükleri söylenmişti. Whymper'ın olup bitenlerden haberi bile olmamıştı; yumurtalar vaktinde teslim ediliyor, haftada bir çiftliğe kadar gelen bir yük arabası yumurtaları alıp götürüyordu. Bu arada, Snowball hiç ortalıkta görünmemiş; komşu çiftliklerden birinde, ya Foxwood'da ya da Pinchfield'da saklandığı söylentileri yayılmıştı. Artık Napoléon'un öteki çiftçilerle arası biraz düzelmişti. Avluda, on yıl kadar önce bir akgürgen korusu açılırken kesildikleri için artık iyice kurumuş olan koca bir kereste yığını duruyordu. Whymper, Napoléon'a bunları satmasını salık vermişti; Bay Pilkington da, Bay Frederick de keresteleri almaya can atıyorlardı, ama Napoléon hangisine satacağına bir türlü karar veremiyordu. Frederick'le anlaşır gibi olduğunda Snowball'un Foxwood Çiftliği'nde saklandığı haberi geliyor, Pilkington'a yönelir gibi olduğunda Snowball'un Pinchfield Çiftliğinde gizlendiği söylentisi yayılıyordu. İlkbaharın ilk günleriydi; ansızın duyulan bir haber ortalığı birbirine kattı: Snowball hava karardıktan sonra gizlice çiftliğe geliyordu! Hayvanlar öylesine tedirgin olmuşlardı ki, geceleri gözlerine uyku girmiyordu. Söylenenlere bakılırsa, Snowball her gece karanlıktan yararlanarak çiftliğe giriyor, yapmadığı uğursuzluk kalmıyordu. Tahılları çalıyor, süt kovalarını deviriyor, yumurtaları kırıyor, fidelikleri çiğneyip eziyor, meyve ağaçlarının kabuklarını kemiriyordu. Artık çiftlikte bir iş ters gitmeyegörsün, suç hemen Snowball'a yükleniyordu. Bir cam kırılsa ya da bir oluk tıkansa, Snowball'un gece gene çiftliğe geldiği, bu işi mutlaka onun yaptığı söyleniyordu. Bir gün ambarın anahtarı kaybolunca, bütün çiftlik Snowball'un anahtarı kuyuya attığı söylentisine inandı. İşin garibi, kaybolan anahtar un çuvalının altından çıktığında bile, hayvanlar bu söylentiye inanmaktan vazgeçmediler. İnekler, Snowball'un gizlice ahırlarına girdiğini ve uykularında sütlerini sağdığını bile söylediler. O kış çiftliğe çok zarar vermiş olan sıçanların da Snowball'la işbirliği içinde oldukları söyleniyordu. Snowball'un çevirdiği dolaplarla ilgili sıkı bir soruşturma açılması gerektiğine karar veren Napoléon, köpeklerini yanına alıp çiftlik binalarını dolaşmaya, en kuytu köşelere varıncaya kadar her yeri yoklayıp araştırmaya koyuldu; öteki hayvanlar da saygılı bir uzaklıktan onu izliyorlardı. Snowball'un izini kokusundan bulabileceğini ileri süren Napoléon, birkaç adımda bir durup yeri kokluyordu. Samanlığın, inek ağılının, kümeslerin, bostanın koklamadık köşesini bırakmadı ve hemen her yerde Snowball'un izine rastladı. Uzun burnunu yere dayayıp hızlı hızlı kokluyor, sonra da ürkünç bir sesle, "Snowball! Buradan geçmiş! Bu onun kokusu!" diye bağırıyordu. Napoléon'un her "Snowball!" diye bağırışında, köpekler dişlerini göstererek adamın kanını donduran hırıltılar çıkarıyorlardı.

Hayvanlar cin çarpmışa dönmüşlerdi. Snowball sanki görünmez olmuş her an çevrelerinde dolanıyor, ne zaman ne kötülük yapacağı kestirilemiyordu. Squealer, akşamleyin bütün hayvanları bir araya topladı ve kaygılı bir sesle, önemli haberleri olduğunu söyledi.

Tedirginlikle oradan oraya sıçrayarak, "Yoldaşlar!" diye bağırdı.

"Dehşet verici bir haber aldık. Satılmış Snowball, Pinchfield Çiftliğinin sahibi Frederick'le birlik olmuş! Frederick, bize saldırıp çiftliğimizi elimizden almayı planlıyormuş! Saldırı başladığında, Snowball kılavuzluk yapacakmış. Dahası var. Snowball'un burnu büyüklüğü ve açgözlülüğü yüzünden isyan ettiğini sanmıştık. Oysa yanılmışız, yoldaşlar. Gerçek neden neymiş biliyor musunuz? Snowball daha başından Jones'un adamıymış! Başından beri Jones'un gizli ajanıymış. Ardında bıraktığı belgeleri az önce ele geçirdik ve her şey ortaya çıktı. Bana kalırsa, her şey gün gibi açık, yoldaşlar. Ağıl Savaşı'nda bozguna uğrayıp yok olmamız için ne dolaplar çevirdiğini gözlerimizle görmemiş miydik zaten? Neyse ki becerememişti." Hayvanlar apışıp kalmışlardı. Yel değirmenini yıkmaktan çok daha büyük bir ihanetti bu. Ama ilk şaşkınlıkları geçer geçmez, Ağıl Savaşı'nda Snowball'un en ön saflarda nasıl yiğitçe çarpıştığını, geri çekilmeye kalktıklarında kendilerini nasıl toparlayıp yüreklendirdiğini, Jones'un tüfeğinden çıkan saçmalarla sırtından yaralandığı zaman bile nasıl ileri atıldığını anımsadılar ya da anımsar gibi oldular. Snowball'un savaştaki yararlıkları ile Jones'un gizli ajanı olmasını bağdaştırmak biraz zordu doğrusu. Pek az soru soran Boxer'ın bile kafası karışmıştı. Yere uzandı, ön ayaklarını altına aldı; gözlerini yummuş, kafasını toparlamaya çalışıyordu.

"Ben buna inanmıyorum," dedi. "Snowball, Ağıl Savaşı'nda aslanlar gibi çarpıştı. Gözlerimle gördüm. Savaş biter bitmez, ona 'Birinci Dereceden Kahraman Hayvan' nişanı vermedik mi?" Squealer, "Yanılmışız, yoldaş," diye karşılık verdi. "Aslında bizi yıkıma sürüklemeye çalışıyormuş meğer; ele geçirdiğimiz gizli belgeler her şeyi açıklıyor." "Ama yaralanmıştı," dedi Boxer. "Kanlar içinde oradan oraya koştuğunu hepimiz gördük." "Danışıklı dövüşmüş!" diye bağırdı Squealer hoplaya zıplaya. "Saçmalar sıyırıp geçmiş aslında. Okuma bilseydin, kendi yazısını gösterirdim sana; o zaman her şeyi anlardın. Snowball'un tüm kirli çamaşırları ortaya çıktı: Bir punduna getirip geri çekilme emri verecek ve meydanı düşmanı bırakacakmış da haberimiz yokmuş. Az kalsın başarıyormuş da. Aslında, hiç kuşkum yok yoldaşlar, eğer yiğit önderimiz Napoléon Yoldaş olmasaydı, mutlaka yapardı yapacağını. Jones ve adamları avluya daldıklarında, Snowball'un birden dönüp kaçmaya başladığını, birçok hayvanın da onun ardından gittiğini unuttunuz mu? İşte tam o anda, hepimizin paniğe kapıldığı ve savaşı kaybettiğini sandığı sırada, Napoléon Yoldaş'ın 'İnsanlığa Ölüm!' diye haykırarak nasıl ileri atıldığını, dişlerini Jones'un bacağına nasıl geçirdiğini anımsamıyor musunuz? Bunu unutmuş olamazsınız, yoldaşlar!" Squealer sahneyi bu kadar canlı bir biçimde anlatınca, hayvanlar da gerçekten anımsar gibi oldular. En azından, savaşın o can alıcı anında Snowball'un geri dönüp tabanları yağladığını anımsıyorlardı. Ama Boxer'da hâlâ bir tedirginlik seziliyordu. Sonunda baklayı ağzından çıkardı: "Snowball'un daha başından hain olduğuna inanmıyorum. Sonradan yaptıklarına bir diyeceğim yok. Ama Snowball'un Ağıl Savaşı'nda tam bir yoldaş gibi davrandığı inancındayım." Squealer, kısık, ama kararlı bir sesle, "Bak, yoldaş," dedi. "Önderimiz Napoléon Yoldaş, Snowball'un ta başından beri, üstelik ortalıkta daha Ayaklanma'nın lafı bile yokken Jones'un ajanı olduğunu tartışılmaz bir biçimde, evet tartışılmaz bir biçimde açıklamış bulunuyor." Bunun üzerine, "Ha, o zaman başka!" dedi Boxer. "Napoléon Yoldaş öyle dediyse öyledir." Squealer, "İşte, ben yoldaşlık ruhu diye buna derim!" diye bağırdı.

Ama durmadan kırpıştırdığı ufacık gözleriyle, Boxer'a kötü kötü baktığı da gözlerden kaçmadı. Tam dönmüş gidiyordu ki, birden durdu ve etkileyici bir sesle ekledi: "Bu çiftlikteki bütün hayvanları uyarırım, gözünüzü dört açın. Snowball'un ajanlarının şu anda bile ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaştıkları besbelli!" Dört gün sonra, akşama doğru, Napoléon bütün hayvanların avluda toplanmasını emretti. Herkes toplandığında, göğsünde madalyalarıyla (bir süre önce, kendisine hem "Birinci Dereceden Kahraman Hayvan", hem de "İkinci Dereceden Kahraman Hayvan" nişanlarını vermişti) Napoléon belirdi; dokuz iri köpek de çevresinde dolanıyor, ikide bir hırlayarak tüm hayvanların yüreğine korku salıyorlardı. Çok kötü bir şey olacağını sezmişçesine, herkes sessizce yere çöktü.

Napoléon, orada dikilmiş, sert bakışlarla topluluğu süzüyordu; sonra ansızın tiz bir çığlık attı. Köpekler, çığlığı işitir işitmez, fırladıkları gibi domuzlardan dördünü kulaklarından yakaladılar, acıdan ve korkudan ciyak ciyak bağıran hayvancıkları sürüyüp Napoléon'un ayaklarının dibine bıraktılar. Domuzların kulaklarından kanlar akıyordu, kanın tadını almış olan köpekler çılgına dönmüşlerdi. Birden, köpeklerden üçü, herkesin şaşkın bakışları arasında Boxer'ın üstüne atıldı. Boxer, üstüne geldiklerini görür görmez, kocaman ön ayağını kaldırıp köpeklerden birini havada yakaladı ve yere çarptı. Yere yapışan köpek çığlık çığlığa merhamet dilenirken, öteki iki köpek kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp tabanları yağladı. Boxer'ın gözü Napoléon'daydı; köpeği ezip gebertmeli miydi, yoksa salıp koyvermeli miydi? Napoléon'un suratı allak bullak olmuştu; Boxer'a, sert bir sesle, köpeği salıvermesini emretti. Bunun üzerine Boxer ayağını köpeğin üstünden çekti, köpek de acı iniltiler çıkararak sıvıştı oradan.

Az sonra ortalık sakinleşmişti. Suçlulukları yüzlerinden okunan dört domuz, tir tir titreyerek bekleşiyorlardı. Napoléon, onlara dönerek suçlarını itiraf etmelerini istedi. Bunlar, Napoléon'un pazar toplantılarını kaldırmasına karşı çıkmış olan domuzlardı. Fazla direnmeden her şeyi itiraf ettiler: Çiftlikten kovulduğu günden beri gizlice görüştükleri Snowball ile yel değirmeninin yıkılmasında işbirliği yapmışlar, Hayvan Çiftliği'nin Bay Frederick'e aktarılması konusunda anlaşmaya varmışlardı. Snowball'un, yıllardır Jones'un gizli ajanı olduğunu kendilerine itiraf ettiğini de söylemekten geri kalmadılar. İtirafları tamamlanır tamamlanmaz, köpekler üstlerine atılıp boğazlayıverdiler. Sonra, Napoléon yeniden topluluğa dönerek, korkunç bir sesle, "İtirafta bulunacak başka hayvanlar varsa, ortaya çıksınlar," dedi. Yumurta isyanında başı çekmeye kalkışmış olan üç tavuk öne çıkıp rüyalarında Snowball'un kendilerini Napoléon'un buyruklarını dinlememeye çağırdığını açıkladılar. Ve o saat köpekler tarafından gırtlaklandılar. Ardından, bir kaz çıktı ortaya ve geçen hasatta çalıp gizlediği altı buğday başağını geceleri gizli gizli yediğini itiraf etti. Sonra, koyunlardan biri, Snowball'un isteği üzerine, yalağa işediğini açıkladı. İki koyun da, Napoléon'a bağlılığıyla tanınan yaşlı bir koçu, öksürük nöbetleri tuttuğu bir sırada ateşin çevresinde kovalayarak öldürdüklerini itiraf ettiler. Hepsi de oracıkta boğazlandı. İtiraflar ve idamlar böylece sürüp gitti. Sonunda bir de baktılar, Napoléon'un ayakları dibinde cesetten geçilmiyor. Ortalığı kan kokusu kaplamıştı. Jones'un kovulduğu günden bu yana çiftlikte böyle bir koku duyulmamıştı. Her şey bittikten sonra, domuzlar ve köpekler dışında bütün hayvanlar birbirlerine sokularak oradan uzaklaştılar. Kuyruklarını kısmışlar, tir tir titriyorlardı. Hangisinin daha korkunç olduğunu kestiremiyorlardı: Snowball'la birlik olan hayvanların ihaneti mi, yoksa az önce tanık oldukları acımasız misillemeler mi? Eskiden de böyle kanlı kıyımlara az tanık olmamışlardı, ama hiç değilse birbirlerini boğazlamıyorlardı. Jones kovuldu kovulalı, bir hayvanın başka bir hayvanı öldürdüğü görülmemişti. Bir sıçan bile öldürülmemişti. Yarısı tamamlanmış yel değirmeninin bulunduğu küçük tepenin oraya vardıklarında, sanki ısınmaya çalışıyormuşçasına birbirlerine yanaşarak yere uzandılar. Clover, Muriel, Benjamin, inekler, koyunlar, kazlar, tavuklar, herkes oradaydı. Bir tek, Napoléon'un tüm hayvanların toplanmasını buyurmasından az önce ansızın ortalıktan kaybolmuş olan kedi yoktu aralarında. Bir süre kimse konuşmadı. Yalnız Boxer ayaktaydı. Yerinde duramıyor, uzun siyah kuyruğunu iki yana sallayıp duruyor, şaşkınlık içinde hafif hafif kişniyordu. Sonunda dedi ki:

"Olup bitene akıl sır erdiremiyorum. Kırk yıl düşünsem çiftliğimizde böyle şeyler olacağı aklıma gelmezdi. Bir yanlış yapmış olmalıyız. Bana sorarsanız, tek çıkar yol, daha sıkı çalışmak. Ben kendi payıma, bundan böyle sabahları bir saat daha erken kalkacağım." Olanca hantallığıyla tırısa kalkıp taşocağının yolunu tuttu. Oraya vardığında, arabayla iki posta taş taşıdı yel değirmenine, sonra da gidip yattı.

Hayvanlar Clover'ın çevresine toplaşmışlardı, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Bulundukları tepeden, çepeçevre uzanıp giden kırları görebiliyorlardı. Hayvan Çiftliği'nin büyük bir bölümü görüş alanlarındaydı: anayola kadar uzanan otlak, biçilip kurutulmuş otlar, koru, yalak, sürülmüş tarlalarda filiz vermeye başlamış gür, yeşil ekinler, çiftlik binalarının kırmızı damları ve dumanı tüten bacalar... Pırıl pırıl bir ilkbahar akşamıydı. Güneş ışınlarının vurduğu çimenler ve yaprak fışkıran çitler ışıl ışıldı. Çiftlik gözlerine hiç bu kadar güzel görünmemişti. Birden, burasının kendi çiftlikleri olduğunu hatırladılar; bu toprakların her bir karışı onlarındı. Tepeden aşağılara bakarken, Clover'ın gözleri yaşardı. Düşüncelerini dile getirebilse, yıllar önce insan soyunu alaşağı etmek üzere yola çıktıklarında, hedeflerinin asla bu olmadığını söyleyecekti. Koca Reis'in ilk Ayaklanma çağrısını yaptığı o gece düşledikleri, bu şiddet ve kıyım olabilir miydi? Kendisinin gözünde canlandırdığı gelecekte, hayvanların açlık ve kırbaçtan kurtuldukları, herkesin eşit olduğu, herkesin kendi gücüne göre çalıştığı ve Koca Reis'in konuştuğu gece yolunu şaşırmış ördek yavrularına kucak açtığı gibi güçlülerin zayıfları koruduğu bir toplum vardı. Oysa, nedendir bilinmez, kimsenin düşüncesini açıklamaya cesaret edemediği, her yerde azgın, yabanıl köpeklerin hırlayarak kol gezdiği, yoldaşlarının korkunç suçları itiraf ettirildikten sonra paramparça edilişini seyretmek zorunda kaldıkları bir toplum çıkmıştı ortaya. Ama aklından, ayaklanalım ya da başkaldıralım gibisinden düşünceler geçmiyordu. Şu içinde bulundukları durumun bile Jones'un zamanındakinden çok daha iyi olduğunu ve her şeyden önce insanların çiftliğe geri dönmelerinin önlenmesi gerektiğini biliyordu. Ne olursa olsun yönetime bağlı kalacak, kendisine verilen emirleri harfi harfine yerine getirecek ve Napoléon'un önderliğini kabullenecekti. Ama gene de, onca umudun, onca emeğin karşılığı bu olmamalıydı. Yel değirmenini onca güçlükle inşa etmelerinin, Jones'un tüfeğinden çıkan saçmalara göğüslerini germelerinin karşılığı bu mu olmalıydı? Böyle düşünüyor, ama aklından geçenleri söze döküp dile getiremiyordu.

Sonunda bir bakıma, dile getiremediği sözcüklerin yerini tutacağını düşünerek, İngiltere'nin Hayvanları şarkısını söylemeye başladı Clover. Çevresinde oturmakta olan öteki hayvanlar da şarkıya katıldı. Şarkıyı tam üç kez, üstelik çok güzel okudular; ama hiç bu kadar ağır ve hüzünlü söyledikleri görülmemişti.

Tam bitirmişlerdi ki, yanında iki köpekle Squealer göründü; belli ki, önemli bir şey diyecekti. Yanlarına geldiğinde, Napoléon Yoldaş'ın özel bir kararıyla, İngiltere'nin Hayvanları şarkısının yürürlükten kaldırıldığını açıkladı. Artık İngiltere'nin Hayvanları'nı söylemek yasaktı. Hayvanlar şaşırmışlardı.

Muriel, "Niçin?" diye bağırdı.

Squealer, diklenerek, "Artık gereği kalmadı, yoldaş," dedi." İngiltere'nin Hayvanları, Ayaklanma'nın şarkısıydı. Ayaklanma artık tamamlandı. Bugün öğleden sonra hainlerin idam edilmesi son aşamaydı. Hem içteki, hem de dıştaki düşmanlar yenilgiye uğratıldı. İngiltere'nin Hayvanları şarkısında, gelecekte kurulacak daha güzel bir topluma özlemimizi dile getiriyorduk. O toplum artık kurulmuş olduğuna göre, bu şarkının bir anlamı kalmamıştır." Çok korkmuş olmalarına karşın hayvanlardan bazıları karşı çıkmaya hazırlanıyorlardı ki, koyunların her zamanki gibi, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" diye melemeye başlamaları tartışmayı başlamadan bitirdi.

O günden sonra İngiltere'nin Hayvanları şarkısı bir daha hiç duyulmadı. Onun yerine, şair Minimus başka bir şarkı bestelemişti. Şarkı şöyle başlıyordu:

Hayvan Çiftliği, Hayvan Çiftliği, inan, Benden sana zarar gelmez hiçbir zaman!

Yeni şarkı, her pazar bayrak göndere çekildikten sonra söyleniyordu. Ama nedense hayvanlar, bestesini de, güftesini de, İngiltere'nin Hayvanları kadar sevememişlerdi.


7 Bölüm 7 Abschnitt 7 Section Sección 7 7 Раздел

Yedinci Bölüm Chapter Seven

Kış çok sert geçti. The winter has been very harsh. Fırtınaların ardından, önce sulusepken, sonra kar geldi, daha sonra da her yer şubat ayına kadar buzla kaplandı. After the storms, first sleet, then snow came, and then everything was covered with ice until February. Hayvanlar, tüm dış dünyanın gözlerini Hayvan Çiftliği'ne diktiğini, yel değirmeni zamanında tamamlanmayacak olursa kıskanç insanların sevinçten bayram edeceklerini bildiklerinden var güçleriyle çalışıyorlardı. The animals worked with all their might, knowing that the entire outside world was staring at Animal Farm and that if the windmill was not completed on time, the envious people would rejoice. İnsanlar, sırf inat olsun diye, yel değirmenini Snowball'un yıktığına inanmamış görünüyorlar; yel değirmeninin, duvarları çok ince örüldüğü için çöktüğünü söylüyorlardı. People do not seem to believe that Snowball destroyed the windmill out of spite; They said that the windmill collapsed because its walls were too thin. Gerçi hayvanlar bunun doğru olmadığını bilmiyor değildiler, ama daha önce kırk beş santim kalınlığında olan duvarların bu kez doksan santim kalınlığında örülmesi kararlaştırılmıştı; bu da, çok daha fazla taş taşımayı gerektiriyordu. Although the animals did not know that this was not true, it was decided that the walls that were forty-five centimeters thick before would be built ninety centimeters thick this time; this required carrying much more stones. Taşocağı uzun bir süre kar altında kaldığından hiçbir şey yapılamadı. Since the quarry was under snow for a long time, nothing could be done. Daha sonra hava ayaza çevirip don yaptığında yeniden çalışmaya koyuldular, ama büyük güçlüklerle karşılaşıyorlardı, eskisi kadar umutlu değildiler. Later, when the weather turned frosty and frosty, they got back to work, but they were facing great difficulties and were not as hopeful as before. Soğuktan donuyorlar, çoğu zaman aç açına çalışıyorlardı. They were freezing from the cold, and they were often working hungry. Yalnızca Boxer ile Clover cesaretlerini yitirmemişlerdi. Only Boxer and Clover did not lose heart. Squealer halka hizmet etmenin mutluluğu ve emeğin onuru üstüne müthiş söylevler çekiyor, Boxer'ın gücü ve hiç vazgeçmediği "Daha çok çalışacağım!" Squealer gives great speeches on the joy of serving the public and the honor of labor, Boxer's power and his never-ending "I will work harder!" çığlıkları hayvanları kışkırtıp coşturuyordu. their cries agitated and agitated the animals.

Ocak ayında yiyecekler tükenmeye yüz tuttu. Food began to run out in January. Tahıl tayınları iyiden iyiye azaltıldı ve açığı gidermek için fazladan patates verileceği açıklandı. Grain rations were drastically reduced and extra potatoes were announced to fill the gap. Ama çok geçmeden, üstleri yeterince örtülmediği için patateslerin donmuş olduğu anlaşıldı. But it soon became clear that the potatoes were frozen because they had not been adequately covered. Yumuşayıp bozulmuş olan patateslerin pek azı yenilebilir durumdaydı. Few of the softened and spoiled potatoes were edible. Günlerce, kabuk ve pancardan başka bir şey yemediler. For days, they ate nothing but skin and beets. Artık açlıktan ölmenin eşiğine gelmişlerdi. They were now on the verge of starvation.

Bu durumun dış dünyadan kesinlikle gizlenmesi gerekiyordu. This situation had to be strictly hidden from the outside world. Yel değirmeninin yıkılmasından cesaret bulan insanlar, Hayvan Çiftliği'yle ilgili yeni yeni yalanlar uyduruyorlardı. Encouraged by the destruction of the windmill, people were making up new lies about Animal Farm. Gene, tüm hayvanların kıtlık ve hastalıktan kırılmakta olduğu, durmadan birbirleriyle dalaştıkları, yamyamlığın alıp yürüdüğü, yeni doğan yavruların boğazlandığı söylentileri yayılmıştı. Again, rumors circulated that all animals were suffering from famine and disease, that they were constantly fighting with one another, that cannibalism was rampant, that newborn babies were slaughtered. Napoléon, yiyecek durumuyla ilgili gerçekler öğrenilirse ortaya çıkabilecek kötü sonuçları çok iyi kestirebildiği için, tam tersi bir etki yaratmak üzere Bay Whymper'ı kullanmaya karar verdi. Since Napoleon could well predict the dire consequences if the facts about the food situation were known, he decided to use Mr. Whymper to have the opposite effect. O güne kadar, hayvanlar, her hafta çiftliğe gelen Whymper'la ya pek az karşılaşıyor ya da hiç karşılaşmıyorlardı. Until then, the animals had had little or no encounter with Whymper, who came to the farm every week. Oysa bu kez, koyunların çoğunlukta olduğu bir grup hayvana, Bay Whymper'ın yakınında dolanmaları ve aralarında konuşuyormuş gibi yaparak, ama onun duyabileceği bir sesle tayınların artırıldığından söz etmeleri tembihlendi. This time, however, a group of sheep-dominated animals were instructed to hover near Mr. Napoléon, ambarda neredeyse bomboş duran kovalara kum doldurulmasını, kumun üzerinin de elde kalan tahıl ve yemlerle örtülmesini buyurdu. Napoleon ordered the nearly empty buckets in the barn to be filled with sand, and the sand to be covered with leftover grain and fodder. Whymper bir bahane bulunarak ambara götürüldü ve ağzına kadar dolu kovaları göz ucuyla da olsa görmesi sağlandı. With an excuse, Whymper was taken to the barn, where he was allowed to glimpse the full buckets. Napoléon'un numarasını yutan Whymper, her gittiği yerde Hayvan Çiftliği'nde yiyecek sıkıntısı olmadığını anlatmaya başladı. Swallowing Napoleon's trick, Whymper began to explain that wherever he went, there was no shortage of food at Animal Farm. Gene de, ocak ayının sonlarına doğru, bir yerlerden biraz daha tahıl almak kaçınılmaz oldu. However, towards the end of January, it was inevitable to buy some more grain from somewhere. O günlerde Napoléon pek ortalıkta görünmüyor, kapısında korkunç köpeklerin beklediği çiftlik evinden dışarı adımını atmıyordu. In those days Napoléon was hardly seen, never leaving the farmhouse, where terrible dogs were waiting at the door. Dışarı çıktığı zaman da, korumalığını üstlenen altı köpek eşliğinde, kimseye yüz vermeden dolanıp duruyor, fazla yaklaşan olursa köpekler hemen hırlıyorlardı. And when he went out, he was walking around indifferently, accompanied by six dogs as his bodyguard, and if anyone got too close, the dogs would immediately growl. Artık pazar sabahları yapılan toplantılara da pek katılmayan Napoléon, buyruklarını öteki domuzlardan biriyle, genellikle de Squealer'la iletiyordu. Napoléon, who no longer attended Sunday morning meetings, conveyed his orders to one of the other pigs, usually Squealer. Bir pazar sabahı, Squealer, daha yeni yumurtlayacak olan tavukların yumurtalarını çiftlik yönetimine vermeleri gerektiğini bildirdi. One Sunday morning, Squealer reported that hens that were just going to lay should give their eggs to the farm management. Napoléon, Whymper'ın aracılık ettiği bir sözleşmeyi imzalamıştı; sözleşmeye göre, haftada dört yüz yumurta teslim etmeleri gerekiyordu. Napoleon had signed a contract brokered by Whymper; According to the contract, they were supposed to deliver four hundred eggs a week. Yumurtaların parasıyla, yaz gelip de durumlar düzelinceye kadar çiftliği geçindirecek tahıl ve yemi alacaklardı. With the money for the eggs, they would buy grain and fodder to support the farm until summer came and things improved.

Tavuklar haberi duyar duymaz ortalığı birbirine kattılar. As soon as the chickens heard the news, they made a mess. Gerçi daha önce bu tür bir özverinin gerekebileceği konusunda uyarılmışlardı, ama doğrusu bir gün bunun gerçek olabileceğine pek inanmamışlardı. Although they had been warned before that this kind of sacrifice might be needed, they were not quite convinced that it could ever come true. Yumurtaların, tam da ilkbahar kuluçkasına hazırlandıkları sırada alınması cinayet değil de neydi? If the eggs were taken just as they were preparing for the spring brood, what was it if not murder? Jones'un çiftlikten kovuluşundan bu yana ilk kez ayaklanmaya benzer bir şey meydana geldi. For the first time since Jones was fired from the farm, something resembling a riot has occurred. Siyah Minorca cinsi üç pilicin önderliğindeki tavuklar, Napoléon'un buyruğuna kararlılıkla karşı koydular. Led by three black Minorca chickens, the hens resolutely defied Napoleon's command. Çatı kirişlerine tüneyip orada yumurtluyorlar, yumurtalar da yere düşüp kırılıveriyordu. They perched on the rafters and lay their eggs there, and the eggs fell to the ground and broke. Napoléon, hiç kuşkusuz, hızla ve acımasızca önlem almakta gecikmedi. Napoleon, of course, was quick to take action quickly and ruthlessly. Tavukların tayınlarının kesilmesini emretmekle yetinmedi, tavuklara azıcık da olsa yem vermeye kalkışan bütün hayvanların idam cezasına çarptırılmasını öngören bir kararname de çıkarttı. Not only did he order the rations of chickens to be slaughtered, he also issued a decree that all animals that tried to feed the chickens, even a little, were sentenced to death. Buyruklara uyulmasını köpekler sağlayacaktı. The dogs would ensure that the orders were obeyed. Tavuklar, beş gün kadar direndilerse de, sonunda teslim olarak folluklarına döndüler. The chickens resisted for about five days, but eventually surrendered and returned to their nests. Bu arada ölen dokuz tavuk meyve bahçesine gömülmüş, tavukların kanlı ishalden öldükleri söylenmişti. Meanwhile, nine dead chickens were buried in the orchard, and they were said to have died of bloody diarrhea. Whymper'ın olup bitenlerden haberi bile olmamıştı; yumurtalar vaktinde teslim ediliyor, haftada bir çiftliğe kadar gelen bir yük arabası yumurtaları alıp götürüyordu. Whymper didn't even know what was going on; The eggs were delivered on time, and a trolley that came to the farm once a week took the eggs away. Bu arada, Snowball hiç ortalıkta görünmemiş; komşu çiftliklerden birinde, ya Foxwood'da ya da Pinchfield'da saklandığı söylentileri yayılmıştı. Meanwhile, Snowball never showed up; Rumors spread that he was hiding on one of the neighboring farms, either at Foxwood or at Pinchfield. Artık Napoléon'un öteki çiftçilerle arası biraz düzelmişti. Now Napoleon's relations with the other farmers had improved somewhat. Avluda, on yıl kadar önce bir akgürgen korusu açılırken kesildikleri için artık iyice kurumuş olan koca bir kereste yığını duruyordu. In the courtyard stood a great pile of lumber, now well-dried because it had been cut down while a hornbeam grove was being opened some ten years ago. Whymper, Napoléon'a bunları satmasını salık vermişti; Bay Pilkington da, Bay Frederick de keresteleri almaya can atıyorlardı, ama Napoléon hangisine satacağına bir türlü karar veremiyordu. Whymper had advised Napoleon to sell them; Both Mr Pilkington and Mr Frederick were eager to buy the timbers, but Napoleon could not decide which to sell to. Frederick'le anlaşır gibi olduğunda Snowball'un Foxwood Çiftliği'nde saklandığı haberi geliyor, Pilkington'a yönelir gibi olduğunda Snowball'un Pinchfield Çiftliğinde gizlendiği söylentisi yayılıyordu. When she seemed to make a deal with Frederick, word came that Snowball was hiding at Foxwood Ranch, and when she seemed to head for Pilkington, rumors spread that Snowball was hiding at Pinchfield Ranch. İlkbaharın ilk günleriydi; ansızın duyulan bir haber ortalığı birbirine kattı: Snowball hava karardıktan sonra gizlice çiftliğe geliyordu! It was the first days of spring; A sudden news broke the ground: Snowball was sneaking into the farm after dark! Hayvanlar öylesine tedirgin olmuşlardı ki, geceleri gözlerine uyku girmiyordu. The animals were so agitated that they could not sleep at night. Söylenenlere bakılırsa, Snowball her gece karanlıktan yararlanarak çiftliğe giriyor, yapmadığı uğursuzluk kalmıyordu. It was said that Snowball would enter the farm every night, taking advantage of the dark, and there was no bad luck he didn't do. Tahılları çalıyor, süt kovalarını deviriyor, yumurtaları kırıyor, fidelikleri çiğneyip eziyor, meyve ağaçlarının kabuklarını kemiriyordu. He stole grain, knocked over milk buckets, cracked eggs, chewed and crushed seedlings, gnawed at the bark of fruit trees. Artık çiftlikte bir iş ters gitmeyegörsün, suç hemen Snowball'a yükleniyordu. Now, whenever something went wrong on the farm, the blame was immediately placed on Snowball. Bir cam kırılsa ya da bir oluk tıkansa, Snowball'un gece gene çiftliğe geldiği, bu işi mutlaka onun yaptığı söyleniyordu. It was said that if a window was broken or a gutter clogged, Snowball would come back to the farm at night, and it was he who did it. Bir gün ambarın anahtarı kaybolunca, bütün çiftlik Snowball'un anahtarı kuyuya attığı söylentisine inandı. One day, when the key to the barn was lost, the entire farm believed the rumor that Snowball had thrown the key into the well. İşin garibi, kaybolan anahtar un çuvalının altından çıktığında bile, hayvanlar bu söylentiye inanmaktan vazgeçmediler. Oddly enough, the animals did not stop believing this rumor, even when the lost key was found under the flour sack. İnekler, Snowball'un gizlice ahırlarına girdiğini ve uykularında sütlerini sağdığını bile söylediler. The cows even said that Snowball sneaked into their barn and milked them in their sleep. O kış çiftliğe çok zarar vermiş olan sıçanların da Snowball'la işbirliği içinde oldukları söyleniyordu. The rats that had done so much damage to the farm that winter were also said to be in league with Snowball. Snowball'un çevirdiği dolaplarla ilgili sıkı bir soruşturma açılması gerektiğine karar veren Napoléon, köpeklerini yanına alıp çiftlik binalarını dolaşmaya, en kuytu köşelere varıncaya kadar her yeri yoklayıp araştırmaya koyuldu; öteki hayvanlar da saygılı bir uzaklıktan onu izliyorlardı. Deciding that a strict investigation should be made about Snowball's plots, Napoléon took his dogs and wandered the farm buildings, probing and searching everywhere, even to the most secluded corners; the other animals were watching him from a respectful distance. Snowball'un izini kokusundan bulabileceğini ileri süren Napoléon, birkaç adımda bir durup yeri kokluyordu. Claiming that he could trace Snowball by his scent, Napoleon stopped every few steps and sniffed the ground. Samanlığın, inek ağılının, kümeslerin, bostanın koklamadık köşesini bırakmadı ve hemen her yerde Snowball'un izine rastladı. He did not leave the smelly corner of the barn, the cow pen, the hens, the orchard, and found the traces of Snowball almost everywhere. Uzun burnunu yere dayayıp hızlı hızlı kokluyor, sonra da ürkünç bir sesle, "Snowball! He puts his long nose on the ground and sniffs quickly, then says in an eerie voice, "Snowball! Buradan geçmiş! It passed through here! Bu onun kokusu!" It's her scent!" diye bağırıyordu. He was shouting. Napoléon'un her "Snowball!" Napoleon's every "Snowball!" diye bağırışında, köpekler dişlerini göstererek adamın kanını donduran hırıltılar çıkarıyorlardı. he shouted, the dogs baring their teeth, giving out growls that made the man's blood freeze.

Hayvanlar cin çarpmışa dönmüşlerdi. The animals had become demon-possessed. Snowball sanki görünmez olmuş her an çevrelerinde dolanıyor, ne zaman ne kötülük yapacağı kestirilemiyordu. It was as if Snowball was invisible, hovering around them at every moment, it was unpredictable when and what evil he would do. Squealer, akşamleyin bütün hayvanları bir araya topladı ve kaygılı bir sesle, önemli haberleri olduğunu söyledi. Squealer gathered all the animals together in the evening and said in a worried voice that he had important news.

Tedirginlikle oradan oraya sıçrayarak, "Yoldaşlar!" "Comrades!" diye bağırdı. he shouted.

"Dehşet verici bir haber aldık. "We've had terrible news. Satılmış Snowball, Pinchfield Çiftliğinin sahibi Frederick'le birlik olmuş! Sold Snowball teamed up with Frederick, owner of Pinchfield Farm! Frederick, bize saldırıp çiftliğimizi elimizden almayı planlıyormuş! Frederick was planning to attack us and take our farm away! Saldırı başladığında, Snowball kılavuzluk yapacakmış. When the attack began, Snowball would guide. Dahası var. There's more. Snowball'un burnu büyüklüğü ve açgözlülüğü yüzünden isyan ettiğini sanmıştık. We thought Snowball was rebelling because of his big nose and his greed. Oysa yanılmışız, yoldaşlar. But we were wrong, comrades. Gerçek neden neymiş biliyor musunuz? Do you know what the real reason is? Snowball daha başından Jones'un adamıymış! Snowball was Jones' man from the start! Başından beri Jones'un gizli ajanıymış. He was Jones' secret agent from the start. Ardında bıraktığı belgeleri az önce ele geçirdik ve her şey ortaya çıktı. We just got hold of the documents he left behind, and it's all revealed. Bana kalırsa, her şey gün gibi açık, yoldaşlar. It seems to me that everything is clear as day, comrades. Ağıl Savaşı'nda bozguna uğrayıp yok olmamız için ne dolaplar çevirdiğini gözlerimizle görmemiş miydik zaten? Haven't we seen with our own eyes what plots he was plotting so that we would be defeated and destroyed in the War of the Hollow? Neyse ki becerememişti." Fortunately, he couldn't." Hayvanlar apışıp kalmışlardı. The animals were stuck. Yel değirmenini yıkmaktan çok daha büyük bir ihanetti bu. It was a greater betrayal than destroying the windmill. Ama ilk şaşkınlıkları geçer geçmez, Ağıl Savaşı'nda Snowball'un en ön saflarda nasıl yiğitçe çarpıştığını, geri çekilmeye kalktıklarında kendilerini nasıl toparlayıp yüreklendirdiğini, Jones'un tüfeğinden çıkan saçmalarla sırtından yaralandığı zaman bile nasıl ileri atıldığını anımsadılar ya da anımsar gibi oldular. But as soon as their initial astonishment wore off, they remembered, or seemed to remember, how Snowball had fought valiantly on the front lines in the Battle of the Hallows, how he had gathered and encouraged them when they tried to retreat, and how he had rushed forward even when Jones had been wounded in the back by the pellets from his rifle. Snowball'un savaştaki yararlıkları ile Jones'un gizli ajanı olmasını bağdaştırmak biraz zordu doğrusu. It was a little difficult to reconcile Snowball's usefulness in war with Jones' being a secret agent. Pek az soru soran Boxer'ın bile kafası karışmıştı. Even Boxer, who had asked so few questions, was confused. Yere uzandı, ön ayaklarını altına aldı; gözlerini yummuş, kafasını toparlamaya çalışıyordu. He lay down on the ground, tucked his forefeet under him; He closed his eyes, trying to clear his head.

"Ben buna inanmıyorum," dedi. "I don't believe it," he said. "Snowball, Ağıl Savaşı'nda aslanlar gibi çarpıştı. "Snowball fought like lions in the Battle of the Hallows. Gözlerimle gördüm. I saw it with my own eyes. Savaş biter bitmez, ona 'Birinci Dereceden Kahraman Hayvan' nişanı vermedik mi?" Didn't we give him the 'Hero Pet First-Rank' insignia as soon as the war was over?" Squealer, "Yanılmışız, yoldaş," diye karşılık verdi. "We were wrong, comrade," Squealer replied. "Aslında bizi yıkıma sürüklemeye çalışıyormuş meğer; ele geçirdiğimiz gizli belgeler her şeyi açıklıyor." "Actually, it turns out he was trying to lead us to destruction; the classified documents we've got explain it all." "Ama yaralanmıştı," dedi Boxer. “But he was hurt,” Boxer said. "Kanlar içinde oradan oraya koştuğunu hepimiz gördük." "We've all seen him run around covered in blood." "Danışıklı dövüşmüş!" "It was a collusion!" diye bağırdı Squealer hoplaya zıplaya. shouted Squealer, bouncing off. "Saçmalar sıyırıp geçmiş aslında. "The bullshit has actually gone. Okuma bilseydin, kendi yazısını gösterirdim sana; o zaman her şeyi anlardın. If you could read, I would show you your own writing; then you would understand everything. Snowball'un tüm kirli çamaşırları ortaya çıktı: All of Snowball's dirty laundry revealed: Bir punduna getirip geri çekilme emri verecek ve meydanı düşmanı bırakacakmış da haberimiz yokmuş. We did not know that he would bring a punduna and order a retreat and leave the square to the enemy. Az kalsın başarıyormuş da. He almost succeeded. Aslında, hiç kuşkum yok yoldaşlar, eğer yiğit önderimiz Napoléon Yoldaş olmasaydı, mutlaka yapardı yapacağını. In fact, I have no doubt, comrades, that if it were not for our valiant leader Comrade Napoleon, he would certainly have done it. Jones ve adamları avluya daldıklarında, Snowball'un birden dönüp kaçmaya başladığını, birçok hayvanın da onun ardından gittiğini unuttunuz mu? Have you forgotten that when Jones and his men burst into the courtyard, Snowball suddenly turned and fled, with many animals following him? İşte tam o anda, hepimizin paniğe kapıldığı ve savaşı kaybettiğini sandığı sırada, Napoléon Yoldaş'ın 'İnsanlığa Ölüm!' At that very moment, when we all panicked and thought we had lost the war, Comrade Napoléon's 'Death to Humanity!' diye haykırarak nasıl ileri atıldığını, dişlerini Jones'un bacağına nasıl geçirdiğini anımsamıyor musunuz? Don't you remember how she screamed, leaping forward, her teeth into Jones' leg? Bunu unutmuş olamazsınız, yoldaşlar!" You cannot have forgotten that, comrades!” Squealer sahneyi bu kadar canlı bir biçimde anlatınca, hayvanlar da gerçekten anımsar gibi oldular. When Squealer described the scene so vividly, the animals really seemed to remember. En azından, savaşın o can alıcı anında Snowball'un geri dönüp tabanları yağladığını anımsıyorlardı. At least, they remembered at that crucial moment of the battle, when Snowball came back and oiled the soles. Ama Boxer'da hâlâ bir tedirginlik seziliyordu. But there was still a sense of uneasiness in Boxer. Sonunda baklayı ağzından çıkardı: "Snowball'un daha başından hain olduğuna inanmıyorum. Finally he took the beans out of his mouth: "I don't believe Snowball was a traitor from the start. Sonradan yaptıklarına bir diyeceğim yok. I have nothing to say to what they did afterwards. Ama Snowball'un Ağıl Savaşı'nda tam bir yoldaş gibi davrandığı inancındayım." But I believe Snowball behaved exactly like a comrade in the War of the Hallows." Squealer, kısık, ama kararlı bir sesle, "Bak, yoldaş," dedi. "Look, comrade," Squealer said in a low but firm voice. "Önderimiz Napoléon Yoldaş, Snowball'un ta başından beri, üstelik ortalıkta daha Ayaklanma'nın lafı bile yokken Jones'un ajanı olduğunu tartışılmaz bir biçimde, evet tartışılmaz bir biçimde açıklamış bulunuyor." "Our leader, Comrade Napoleon, has declared indisputably, yes, unequivocally, that Snowball was an agent of Jones from the very beginning, and even before the Insurrection was even mentioned." Bunun üzerine, "Ha, o zaman başka!" On top of that, "Oh, that's another then!" dedi Boxer. said Boxer. "Napoléon Yoldaş öyle dediyse öyledir." "If Comrade Napoleon said so, so it is." Squealer, "İşte, ben yoldaşlık ruhu diye buna derim!" Squealer said, "That's what I call the spirit of comradeship!" diye bağırdı.

Ama durmadan kırpıştırdığı ufacık gözleriyle, Boxer'a kötü kötü baktığı da gözlerden kaçmadı. But it did not go unnoticed that he glared at Boxer with his tiny eyes, which he kept blinking. Tam dönmüş gidiyordu ki, birden durdu ve etkileyici bir sesle ekledi: "Bu çiftlikteki bütün hayvanları uyarırım, gözünüzü dört açın. He was just about to turn around when he suddenly stopped and added in an impressive voice: "I warn all the animals on this farm, keep your eyes peeled. Snowball'un ajanlarının şu anda bile ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaştıkları besbelli!" It's obvious that Snowball's agents are waving among us even now!” Dört gün sonra, akşama doğru, Napoléon bütün hayvanların avluda toplanmasını emretti. Four days later, towards evening, Napoleon ordered all the animals to be gathered in the courtyard. Herkes toplandığında, göğsünde madalyalarıyla (bir süre önce, kendisine hem "Birinci Dereceden Kahraman Hayvan", hem de "İkinci Dereceden Kahraman Hayvan" nişanlarını vermişti) Napoléon belirdi; dokuz iri köpek de çevresinde dolanıyor, ikide bir hırlayarak tüm hayvanların yüreğine korku salıyorlardı. When everyone was assembled, Napoléon appeared with medals on his chest (he had recently given himself both the "Hero of the First Order" and the "Heroic of the Second Order" insignia); And nine large dogs were circling around him, snarling every now and then, instilling fear into the hearts of all the animals. Çok kötü bir şey olacağını sezmişçesine, herkes sessizce yere çöktü. Everyone sank to the ground in silence, as if sensing that something terrible was going to happen.

Napoléon, orada dikilmiş, sert bakışlarla topluluğu süzüyordu; sonra ansızın tiz bir çığlık attı. Napoleon stood there, staring hard at the crowd; then suddenly he let out a shrill cry. Köpekler, çığlığı işitir işitmez, fırladıkları gibi domuzlardan dördünü kulaklarından yakaladılar, acıdan ve korkudan ciyak ciyak bağıran hayvancıkları sürüyüp Napoléon'un ayaklarının dibine bıraktılar. As soon as the dogs heard the cry, they jumped up and grabbed four of the pigs by the ears, and drove the beasts screeching with pain and fear and dropped them at Napoleon's feet. Domuzların kulaklarından kanlar akıyordu, kanın tadını almış olan köpekler çılgına dönmüşlerdi. Blood was pouring from the pigs' ears, the dogs that had tasted the blood went wild. Birden, köpeklerden üçü, herkesin şaşkın bakışları arasında Boxer'ın üstüne atıldı. Suddenly, three of the dogs pounced on Boxer, to everyone's astonishment. Boxer, üstüne geldiklerini görür görmez, kocaman ön ayağını kaldırıp köpeklerden birini havada yakaladı ve yere çarptı. As soon as Boxer saw them land on him, he lifted his huge forefoot and caught one of the dogs in midair and crashed into the ground. Yere yapışan köpek çığlık çığlığa merhamet dilenirken, öteki iki köpek kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp tabanları yağladı. The dog, clinging to the ground, screamed for mercy, while the other two dogs tucked their tails between their legs and oiled their soles. Boxer'ın gözü Napoléon'daydı; köpeği ezip gebertmeli miydi, yoksa salıp koyvermeli miydi? Boxer's eye was on Napoleon; Should he crush the dog or should he let it go? Napoléon'un suratı allak bullak olmuştu; Boxer'a, sert bir sesle, köpeği salıvermesini emretti. Napoleon's face was confused; He ordered Boxer in a stern voice to let the dog go. Bunun üzerine Boxer ayağını köpeğin üstünden çekti, köpek de acı iniltiler çıkararak sıvıştı oradan. At that, Boxer took his foot off the dog, and the dog, groaning bitterly, slipped away.

Az sonra ortalık sakinleşmişti. Suçlulukları yüzlerinden okunan dört domuz, tir tir titreyerek bekleşiyorlardı. The four pigs, their guilt evident on their faces, waited, trembling. Napoléon, onlara dönerek suçlarını itiraf etmelerini istedi. Napoleon turned to them and asked them to confess their guilt. Bunlar, Napoléon'un pazar toplantılarını kaldırmasına karşı çıkmış olan domuzlardı. These were the pigs who had opposed Napoleon's abolition of Sunday meetings. Fazla direnmeden her şeyi itiraf ettiler: Çiftlikten kovulduğu günden beri gizlice görüştükleri Snowball ile yel değirmeninin yıkılmasında işbirliği yapmışlar, Hayvan Çiftliği'nin Bay Frederick'e aktarılması konusunda anlaşmaya varmışlardı. They admitted everything without much resistance: they had collaborated with Snowball in the demolition of the windmill, with whom they had secretly met since the day he had been expelled from the farm, and had agreed that Animal Farm would be transferred to Mr. Frederick. Snowball'un, yıllardır Jones'un gizli ajanı olduğunu kendilerine itiraf ettiğini de söylemekten geri kalmadılar. They did not hesitate to say that Snowball had admitted to them that he had been Jones' secret agent for years. İtirafları tamamlanır tamamlanmaz, köpekler üstlerine atılıp boğazlayıverdiler. As soon as their confession was complete, the dogs pounced on them and strangled them. Sonra, Napoléon yeniden topluluğa dönerek, korkunç bir sesle, "İtirafta bulunacak başka hayvanlar varsa, ortaya çıksınlar," dedi. Then, turning back to the crowd, Napoleon said in a terrible voice, "If there are other animals to confess, let them come forth." Yumurta isyanında başı çekmeye kalkışmış olan üç tavuk öne çıkıp rüyalarında Snowball'un kendilerini Napoléon'un buyruklarını dinlememeye çağırdığını açıkladılar. The three chickens who had taken the lead in the egg revolt came forward and announced in their dreams that Snowball had urged them not to obey Napoleon's orders. Ve o saat köpekler tarafından gırtlaklandılar. And that hour they were strangled by dogs. Ardından, bir kaz çıktı ortaya ve geçen hasatta çalıp gizlediği altı buğday başağını geceleri gizli gizli yediğini itiraf etti. Then a goose appeared and confessed that he had been eating six wheat ears secretly at night, which he had stolen and hidden at the last harvest. Sonra, koyunlardan biri, Snowball'un isteği üzerine, yalağa işediğini açıkladı. Then, at Snowball's request, one of the sheep announced that he had peed in the trough. İki koyun da, Napoléon'a bağlılığıyla tanınan yaşlı bir koçu, öksürük nöbetleri tuttuğu bir sırada ateşin çevresinde kovalayarak öldürdüklerini itiraf ettiler. Both sheep confessed to killing an old ram, known for his devotion to Napoleon, by chasing him around the fire while he was having coughing fits. Hepsi de oracıkta boğazlandı. They were all strangled on the spot. İtiraflar ve idamlar böylece sürüp gitti. Confessions and executions thus went on. Sonunda bir de baktılar, Napoléon'un ayakları dibinde cesetten geçilmiyor. Finally, they looked at the corpse at Napoleon's feet. Ortalığı kan kokusu kaplamıştı. There was the smell of blood all over the place. Jones'un kovulduğu günden bu yana çiftlikte böyle bir koku duyulmamıştı. There hadn't been a smell like this on the farm since Jones was fired. Her şey bittikten sonra, domuzlar ve köpekler dışında bütün hayvanlar birbirlerine sokularak oradan uzaklaştılar. After it was all over, all the animals, except the pigs and the dogs, huddled and walked away. Kuyruklarını kısmışlar, tir tir titriyorlardı. Their tails parted, they were trembling. Hangisinin daha korkunç olduğunu kestiremiyorlardı: Snowball'la birlik olan hayvanların ihaneti mi, yoksa az önce tanık oldukları acımasız misillemeler mi? They couldn't tell which was more gruesome: the betrayal of the animals who had teamed up with Snowball, or the brutal reprisals they had just witnessed. Eskiden de böyle kanlı kıyımlara az tanık olmamışlardı, ama hiç değilse birbirlerini boğazlamıyorlardı. They had not seen such bloody massacres before, but at least they did not slaughter each other. Jones kovuldu kovulalı, bir hayvanın başka bir hayvanı öldürdüğü görülmemişti. Since Jones has been fired, no animal has ever been seen killing another animal. Bir sıçan bile öldürülmemişti. Not even a rat was killed. Yarısı tamamlanmış yel değirmeninin bulunduğu küçük tepenin oraya vardıklarında, sanki ısınmaya çalışıyormuşçasına birbirlerine yanaşarak yere uzandılar. When they got to the little hill where the half-completed windmill was located, they lay down on the ground, side by side as if trying to warm up. Clover, Muriel, Benjamin, inekler, koyunlar, kazlar, tavuklar, herkes oradaydı. Clover, Muriel, Benjamin, the cows, the sheep, the geese, the chickens, everyone was there. Bir tek, Napoléon'un tüm hayvanların toplanmasını buyurmasından az önce ansızın ortalıktan kaybolmuş olan kedi yoktu aralarında. Not only was the cat missing, who had suddenly disappeared just before Napoleon ordered all the animals to be assembled. Bir süre kimse konuşmadı. For a while no one spoke. Yalnız Boxer ayaktaydı. Only Boxer was standing. Yerinde duramıyor, uzun siyah kuyruğunu iki yana sallayıp duruyor, şaşkınlık içinde hafif hafif kişniyordu. He couldn't sit still, waving his long black tail from side to side, neighing slightly in surprise. Sonunda dedi ki: Finally he said:

"Olup bitene akıl sır erdiremiyorum. "I can't fathom what's going on. Kırk yıl düşünsem çiftliğimizde böyle şeyler olacağı aklıma gelmezdi. If I thought for forty years, I would not have thought that such things would happen on our farm. Bir yanlış yapmış olmalıyız. We must have made a mistake. Bana sorarsanız, tek çıkar yol, daha sıkı çalışmak. If you ask me, the only way out is to work harder. Ben kendi payıma, bundan böyle sabahları bir saat daha erken kalkacağım." For my part, I'll be up an hour earlier in the morning from now on." Olanca hantallığıyla tırısa kalkıp taşocağının yolunu tuttu. With all his clumsiness, he trotted to the quarry. Oraya vardığında, arabayla iki posta taş taşıdı yel değirmenine, sonra da gidip yattı. When he got there, he carried two pieces of stone to the windmill, and then went to bed.

Hayvanlar Clover'ın çevresine toplaşmışlardı, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. The animals were huddled around Clover, no one spitting a knife. Bulundukları tepeden, çepeçevre uzanıp giden kırları görebiliyorlardı. From the hill they were standing on, they could see the countryside stretching out all around. Hayvan Çiftliği'nin büyük bir bölümü görüş alanlarındaydı: anayola kadar uzanan otlak, biçilip kurutulmuş otlar, koru, yalak, sürülmüş tarlalarda filiz vermeye başlamış gür, yeşil ekinler, çiftlik binalarının kırmızı damları ve dumanı tüten bacalar... Pırıl pırıl bir ilkbahar akşamıydı. Most of Animal Farm was within sight: the grassland that extended to the main road, the mown grass, the grove, the trough, the lush green crops sprouting in the plowed fields, the red roofs of the farm buildings and the smoking chimneys. It was a sparkling spring evening. Güneş ışınlarının vurduğu çimenler ve yaprak fışkıran çitler ışıl ışıldı. The sun-drenched grass and leaf-sprinkling hedges gleamed. Çiftlik gözlerine hiç bu kadar güzel görünmemişti. The farm has never looked so good to her eyes. Birden, burasının kendi çiftlikleri olduğunu hatırladılar; bu toprakların her bir karışı onlarındı. They suddenly remembered that this was their farm; Every inch of this land was theirs. Tepeden aşağılara bakarken, Clover'ın gözleri yaşardı. Clover's eyes filled with tears as he looked down the hill. Düşüncelerini dile getirebilse, yıllar önce insan soyunu alaşağı etmek üzere yola çıktıklarında, hedeflerinin asla bu olmadığını söyleyecekti. If he could voice his thoughts, he would say that this was never their goal when they set out to overthrow the human race years ago. Koca Reis'in ilk Ayaklanma çağrısını yaptığı o gece düşledikleri, bu şiddet ve kıyım olabilir miydi? Could this violence and carnage be what they dreamed of that night when Big Chief made his first call for the Uprising? Kendisinin gözünde canlandırdığı gelecekte, hayvanların açlık ve kırbaçtan kurtuldukları, herkesin eşit olduğu, herkesin kendi gücüne göre çalıştığı ve Koca Reis'in konuştuğu gece yolunu şaşırmış ördek yavrularına kucak açtığı gibi güçlülerin zayıfları koruduğu bir toplum vardı. In the future he envisioned, there was a society where animals were spared hunger and whipping, where everyone was equal, everyone worked according to their own strength, and the strong protected the weak, just as they embraced the stray ducklings at night when the Big Chief spoke. Oysa, nedendir bilinmez, kimsenin düşüncesini açıklamaya cesaret edemediği, her yerde azgın, yabanıl köpeklerin hırlayarak kol gezdiği, yoldaşlarının korkunç suçları itiraf ettirildikten sonra paramparça edilişini seyretmek zorunda kaldıkları bir toplum çıkmıştı ortaya. Yet, for some unknown reason, a society had emerged where no one dared to express their opinion, where fierce, wild dogs roamed everywhere, and where they had to watch their comrades smashed to pieces after being confessed to their dreadful crimes. Ama aklından, ayaklanalım ya da başkaldıralım gibisinden düşünceler geçmiyordu. But he was not thinking of whether we should revolt or rebel. Şu içinde bulundukları durumun bile Jones'un zamanındakinden çok daha iyi olduğunu ve her şeyden önce insanların çiftliğe geri dönmelerinin önlenmesi gerektiğini biliyordu. He knew that even the current situation they were in was much better than in Jones' time, and that above all people should be prevented from returning to the farm. Ne olursa olsun yönetime bağlı kalacak, kendisine verilen emirleri harfi harfine yerine getirecek ve Napoléon'un önderliğini kabullenecekti. No matter what, he would stick to the government, follow the orders given to him to the letter, and accept Napoleon's leadership. Ama gene de, onca umudun, onca emeğin karşılığı bu olmamalıydı. But still, this should not have been the reward for all that hope and effort. Yel değirmenini onca güçlükle inşa etmelerinin, Jones'un tüfeğinden çıkan saçmalara göğüslerini germelerinin karşılığı bu mu olmalıydı? Was this to be the reward for building the windmill with so much difficulty, for putting their breasts on the pellets from Jones' rifle? Böyle düşünüyor, ama aklından geçenleri söze döküp dile getiremiyordu. He thought so, but he could not put into words what was on his mind.

Sonunda bir bakıma, dile getiremediği sözcüklerin yerini tutacağını düşünerek, İngiltere'nin Hayvanları şarkısını söylemeye başladı Clover. Finally, Clover began to sing Beasts of England, thinking that it would somehow replace the words he could not express. Çevresinde oturmakta olan öteki hayvanlar da şarkıya katıldı. Other animals sitting around him joined in the song. Şarkıyı tam üç kez, üstelik çok güzel okudular; ama hiç bu kadar ağır ve hüzünlü söyledikleri görülmemişti. They sang the song three times, and very well; but they had never seen such heavy and sad words.

Tam bitirmişlerdi ki, yanında iki köpekle Squealer göründü; belli ki, önemli bir şey diyecekti. Just when they had finished, Squealer appeared with two dogs by his side; obviously he was going to say something important. Yanlarına geldiğinde, Napoléon Yoldaş'ın özel bir kararıyla, İngiltere'nin Hayvanları şarkısının yürürlükten kaldırıldığını açıkladı. Arriving at them, he announced that, by special decision of Comrade Napoléon, the song Beasts of England had been repealed. Artık İngiltere'nin Hayvanları'nı söylemek yasaktı. It was forbidden to sing Beasts of England any longer. Hayvanlar şaşırmışlardı. The animals were surprised.

Muriel, "Niçin?" Muriel: "Why?" diye bağırdı.

Squealer, diklenerek, "Artık gereği kalmadı, yoldaş," dedi." "No more need, comrade," said Squealer, standing up. İngiltere'nin Hayvanları, Ayaklanma'nın şarkısıydı. Beasts of England was the song of the Uprising. Ayaklanma artık tamamlandı. The uprising is now complete. Bugün öğleden sonra hainlerin idam edilmesi son aşamaydı. The execution of the traitors this afternoon was the final stage. Hem içteki, hem de dıştaki düşmanlar yenilgiye uğratıldı. Enemies, both internal and external, were defeated. İngiltere'nin Hayvanları şarkısında, gelecekte kurulacak daha güzel bir topluma özlemimizi dile getiriyorduk. In the song "Beasts of England" we expressed our longing for a better society in the future. O toplum artık kurulmuş olduğuna göre, bu şarkının bir anlamı kalmamıştır." Now that that society has been established, this song has no meaning." Çok korkmuş olmalarına karşın hayvanlardan bazıları karşı çıkmaya hazırlanıyorlardı ki, koyunların her zamanki gibi, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" Although they were terrified, some of the animals were getting ready to protest when the sheep said as usual, "Four legs good, two legs bad!" diye melemeye başlamaları tartışmayı başlamadan bitirdi. they started bleating, ending the discussion before it even started.

O günden sonra İngiltere'nin Hayvanları şarkısı bir daha hiç duyulmadı. From that day on, the Beasts of England song was never heard again. Onun yerine, şair Minimus başka bir şarkı bestelemişti. Instead, the poet Minimus had composed another song. Şarkı şöyle başlıyordu: The song began like this:

Hayvan Çiftliği, Hayvan Çiftliği, inan,  Benden sana zarar gelmez hiçbir zaman! Animal Farm, Animal Farm, believe me, you will never be harmed by me!

Yeni şarkı, her pazar bayrak göndere çekildikten sonra söyleniyordu. The new song was sung every Sunday after the flag was hoisted. Ama nedense hayvanlar, bestesini de, güftesini de, İngiltere'nin Hayvanları kadar sevememişlerdi. But for some reason the animals did not like the composition or the lyrics as much as the Animals of England.