×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Hayvan Çiftliği - George Orwell, 6 Bölüm

6 Bölüm

Altıncı Bölüm Koca bir yıl köle gibi çalıştılar. Ama böyle çalışmaktan mutluydular; ne yapıyorlarsa, bir avuç aylak ve soyguncu insanın çıkarı için değil, kendi çıkarları uğruna ve gelecek kuşaklar için yaptıklarının bilincinde olduklarından, var güçleriyle çabalıyorlar, her türlü özveriye sessizce katlanıyorlardı.

İlkbahar ve yaz boyunca haftada altmış saat çalışmışlardı. Ağustos geldiğinde, Napoléon, pazarları öğleden sonra da çalışılacağını açıkladı. Bu kesinlikle gönüllü bir çalışma olacak, ama işe gelmeyen her hayvanın tayını yarıya indirilecekti. Böyle olmasına karşın, bazı işlerin yapılmasından vazgeçmek zorunda kalındı. Hasat önceki yıl kadar bereketli değildi; iki tarla, vaktinde sürülemediği için ekilememişti. Yaklaşmakta olan kışın zorlu geçeceğini kestirmek için de kâhin olmak gerekmiyordu.

Yel değirmeni beklenmedik güçlükler çıkarıyordu. Çiftlikte büyük bir kireçtaşı ocağı vardı; küçük binalardan birinde kum ve çimento bulunmuştu; dolayısıyla, her türlü inşaat malzemesi ellerinin altındaydı. Ama hayvanların ilk başta çözemedikleri sorun, taşların uygun boyutta parçalara nasıl ayrılacağıydı. Keski ve balyoz gerekiyordu, oysa hayvanlar arka ayaklarının üzerinde duramadıkları için bu aletleri kullanamıyorlardı. Haftalar boyu düşünüp taşındılar, tam umutlarını yitirmek üzereydiler ki biri, bir çözüm buldu: Yerçekiminden yararlanacaklardı. Taşocağı, kırılmadan kullanılamayacak kadar büyük kaya parçalarıyla doluydu. Bu kaya parçalarını iplerle bağladılar; sonra inekler, atlar, koyunlar, ipi tutabilen tüm hayvanlar –zor durumlarda domuzlar bile– kayaları ağır ağır yokuş yukarı taşocağının tepesine kadar çektiler. Oradan salıverdikleri kayalar aşağıda paramparça oluyordu. Taşları taşımak daha kolaydı. Atların çektiği yük arabaları çok işe yaradı; koyunlar taşları teker teker sürüklediler; Muriel ile Benjamin bile kendilerini eski bir arabaya koşarak katkıda bulundular. Yaz sonuna kadar yeterince taş yığılınca, domuzların gözetimi altında inşaat başladı.

Ne var ki çok vakit alan zorlu bir uğraş vermişlerdi. Tek bir kaya parçasının taşocağının tepesine çıkartılması çoğu zaman bütün bir günlerini alıyor ve olağanüstü bir çaba gerektiriyordu. Bazen de, aşağı yuvarlanan kaya parçalanmıyordu. Gücü, neredeyse geri kalan hayvanların tümünün gücüne eşit olan Boxer olmasaydı, belki de bu işin üstesinden gelemeyeceklerdi. Tepeden aşağıya kayan kaya parçasıyla birlikte sürüklendiklerini gören hayvanlar umarsızca bağırmaya başlayınca, Boxer hemen imdada yetişiyor, ipe olanca gücüyle asılarak kayayı durduruyordu. Hayvanlar, onun kayanın kaymasını önlemek için soluk soluğa didinişini, ayaklarının ucuyla toprağa tutunuşunu, geniş sağrılarının kan ter içinde kalışını hayranlıkla izliyorlardı. Bazen Clover onu kendisini fazla zorlamaması için uyarıyor ama Boxer ona asla kulak asmıyordu. "Daha çok çalışacağım" ve "Napoléon her zaman haklıdır" sloganları, onun gözünde, bütün sorunların ilacıydı. Kendisini yarım saat değil de, kırk beş dakika erken uyandırması için küçük horozla anlaşmıştı. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, artık iyice azalmış olan boş vakitlerinde de tek başına taşocağına gidiyor, kırılmış taşları topluyor, kimseden yardım görmeksizin sürükleyerek yel değirmeninin yapılacağı yere getiriyordu.

İşlerin ağırlığına karşın, hayvanlar o yazı çok da kötü geçirmediler. Tayınları Jones'un zamanındakinden daha çok değildi, ama daha az da sayılmazdı. En azından, artık doymak nedir bilmeyen beş insanı beslemekten kurtulmuşlardı; yalnızca kendilerini besliyor olmalarının keyfi o kadar büyüktü ki, çektikleri güçlüklere seve seve katlanıyorlardı. Ayrıca, hayvanların iş görme yöntemi birçok bakımdan daha verimliydi ve emek savurganlığını önlüyordu. Sözgelimi, yaban otlarının ayıklanması gibi işler, insanların hiçbir zaman erişemeyeceği bir yetkinlikle yapılıyordu. Artık hiçbir hayvan hırsızlığa yeltenmediği için de, otlağı tarlalardan çitlerle ayırmaya gerek kalmamıştı; bu da, çitlerin ve parmaklıkların bakımı ve onarımına harcanan emekten kazanılmasını sağlıyordu. Gene de, yaz ilerledikçe, önceden kestirilemeyen bazı eksiklikler kendini duyurmaya başladı. Gazyağı, çivi, ip ve köpek bisküvisine; atnalı için demire gereksinim vardı; üstelik, bunların hiçbiri çiftlikte üretilebilecek şeyler değildi. Sonradan, tohum ve suni gübreye, çeşitli aletlere ve yel değirmeni için birtakım makine parçalarına da gereksinim duyulacaktı. Bunların nasıl sağlanacağını kimse bilemiyordu.

Bir pazar sabahı, buyruk almak için toplanıldığında, Napoléon yeni bir siyaset belirlediğini açıkladı. Artık Hayvan Çiftliği komşu çiftliklerle alışverişe girecekti. Hiç kuşkusuz, tecimsel amaçlarla değil, yalnızca ivedilikle gerekli olan bazı malzemeleri edinebilmek amacıyla. Napoléon, "Yel değirmeninin gereksinimleri her şeyin üstünde tutulmalıdır," diyordu. Bu yüzden de, büyük bir saman yığınını ve o yılın buğday ürününün bir bölümünü satmak üzere anlaşmalar yapıyordu; sonradan, daha fazla para gerekirse, Willingdon'da her zaman pazarı olan yumurtalar da satılabilirdi. Napoléon'a bakılırsa, tavuklar bunu yel değirmeninin yapımına kendi özel katkıları olarak görmeli, böyle bir özveride bulunmaktan kaçınmamalıydılar. Hayvanlar, bir kez daha, belli belirsiz bir tedirginliğe kapılmışlardı. İnsanlarla asla iş yapılmayacak! Asla ticarete girilmeyecek! Asla para kullanılmayacak! Jones'un çiftlikten kovulmasından sonra düzenlenen Zafer Toplantısı'nda alınmış olan ilk kararlar değil miydi bunlar? Bu kararların onaylandığını bütün hayvanlar anımsıyorlardı ya da en azından anımsadıklarını sanıyorlardı. Napoléon'un toplantıları kaldırmasını protesto etmiş olan dört küçük domuz, seslerini ürkekçe yükseltecek oldularsa da, ansızın köpeklerin ürkünç hırlamaları karşısında susmak zorunda kaldılar. Hemen ardından koyunlar, her zamanki gibi, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" diye melemeye başladılar ve gergin hava geçiştirilmiş oldu. Az sonra, Napoléon ön ayağını kaldırarak herkesi susturdu ve her şeyi çoktan ayarladığını açıkladı. Çiftlikteki hayvanların insanlarla ilişkiye girmesinin son derece sakıncalı olacağını bildiği için, buna gerek kalmayacak koşulları oluşturmaya karar vermişti. Tüm sorumluluğu kendisi üstlenecekti. Willingdon'da oturan Bay Whymper adlı bir avukat, Hayvan Çiftliği ile dış dünya arasındaki işlerde aracılık etmeye razı olmuştu; her pazartesi sabahı çiftliğe gelip Napoléon'dan talimat alacaktı. Napoléon, konuşmasını her zaman olduğu gibi, "Yaşasın Hayvan Çiftliği!" çığlığıyla tamamladıktan sonra, hayvanlar İngiltere'nin Hayvanları şarkısını söyleyip dağıldılar. Çok geçmeden, Squealer, çiftliği dolaşıp hayvanların kafalarında beliren kuşkuları gidermeye koyuldu. İnandırıcı bir dille, aslında ticaret yapılmaması ve para kullanılmamasına ilişkin hiçbir karar alınmadığını, dahası böyle bir kararın önerilmesinin bile söz konusu olmadığını anlattı. Bütün bunlar, büyük bir olasılıkla Snowball'un ilk 66 başlarda yaydığı yalanlardan kaynaklanan bir hayal ürünüydü. Squealer, bazılarının kafalarındaki kuşkuların gene de dağılmadığını fark ederek, kurnazca sordu: "Bu, sakın düşünüzde gördüğünüz bir şey olmasın, yoldaşlar? Böyle bir kararın belgesi var mı? Bir yerde yazılı mı?" Gerçekten de, ortalıkta böyle bir yazılı belge bulunmadığından, hayvanlar yanıldıklarını kabullenmek zorunda kaldılar.

Bay Whymper, önceden kararlaştırıldığı gibi, her pazartesi çiftliğe uğruyordu. Ivır zıvır işlerle uğraşan bir avukat olan Bay Whymper, favorili, ufak tefek, bakışları yaramaz bir adamdı. Ama Hayvan Çiftliği'nin eninde sonunda bir komisyoncuya gereksinim duyacağını ve bu komisyoncunun payının hiç de az olmayacağını çok önceden fark edecek kadar da açıkgözdü. Hayvanlar, onun gelip gidişlerini ürkerek izliyorlar, onunla karşılaşmaktan elden geldiğince kaçınıyorlardı. Ama gene de, dört ayaklı Napoléon'un iki ayaklı Whymper'a buyruklar verdiğini görmek, gururlarını okşuyor, bu yeni durumu bir ölçüde de olsa benimsemelerini sağlıyordu. İnsan soyuyla ilişkileri pek eskisi gibi değildi artık. İnsanların Hayvan Çiftliği'ne duydukları nefret azalmış değildi; tam tersine çiftliğin geliştiğini gördükçe her zamankinden daha çok nefret eder olmuşlardı. Hepsi de, çiftliğin eninde sonunda sıfırı tüketeceğine, daha da önemlisi yel değirmeni tasarısının tam bir fiyaskoyla sonuçlanacağına yürekten inanıyordu. Meyhanelerde bir araya geliyorlar, yel değirmeninin asla yapılamayacağını, yapılsa bile hiçbir zaman işlemeyeceğini birbirlerine çizimlerle anlatıp kanıtlamaya çabalıyorlardı. Öte yandan, hayvanların kendi işlerinin üstesinden beceriyle gelmelerine, istemeye istemeye de olsa hayranlık duyuyorlardı. Çiftliğin adının aslında Beylik Çiftlik olduğunu ileri sürüp durmaktan caymış olmaları ve artık Hayvan Çiftliği adını kullanmaları, bunun bir göstergesiydi. Çiftliğini geri alma umudunu yitirip ülkenin başka bir yöresine gitmiş olan Jones'u savunmaktan da vazgeçmişlerdi. Hayvan Çiftliği ile dış dünya arasında, Whymper dışında hiçbir bağ yoktu, ama Napoléon'un ya Foxwood Çiftliği'nden Bay Pilkington'la ya da Pinchfield Çiftliği'nden Bay Frederick'le somut bir iş anlaşması yapmak üzere olduğu yolunda sürekli söylentiler dolaşıyor, ancak hiçbir zaman ikisiyle birden aynı anda anlaşmayacağı konuşuluyordu. İşte tam o sıralar, domuzlar, çiftlik evine taşındılar, orayı kendilerine mesken edindiler. Hayvanlar bir kez daha böyle bir davranışı yasaklayan bir karar alınmış olduğunu anımsar gibi oldularsa da, Squealer onları bir kez daha durumun hiç de böyle olmadığına inandırmayı başardı. Çiftliğin beyinleri olan domuzların sessiz ve sakin bir yerde çalışmalarının kesinlikle gerekli olduğunu söyledi. Kaldı ki, Önderin (son zamanlarda Napoléon'dan hep "Önder" diye söz eder olmuştu) saygınlığı açısından, basit bir ağıl yerine bir evde yaşaması daha uygundu. Gene de, bazı hayvanlar, domuzların yemeklerini mutfakta yemekle ve oturma odasını eğlence salonu olarak kullanmakla kalmadıklarını, aynı zamanda yataklarda yattıklarını işittiklerinde epeyce rahatsız oldular. Boxer, bu durumu her zamanki gibi, "Napoléon her zaman haklıdır!" diyerek geçiştirdi; ama yatakta yatmayı yasaklayan kesin bir yasa olduğunu anımsar gibi olan Clover, büyük samanlığın duvarının önüne gitti ve orada yazılı olan Yedi Emir'i okumaya çalıştı. Baktı ki, tek tek harflerden başka bir şey sökemiyor, Muriel'i çağırdı. "Muriel," dedi, "Dördüncü Emir'i oku bakayım bana. Yatakta asla yatılmaması konusunda bir şey diyor mu?" Yazıyı güçbela okuyabilen Muriel, "Hiçbir hayvan çarşaf serili yatakta yatmayacak yazıyor," dedi. Biraz tuhaftı; Clover Dördüncü Emir'de çarşaftan söz edildiğini hiç anımsamıyordu; ama madem ki duvarda yazıyordu, o zaman elden bir şey gelmezdi. O sırada yanında iki üç köpekle oradan geçmekte olan Squealer, konuyu yerli yerine oturtmakta gecikmedi.

"Yoldaşlar," dedi. "Anlaşılan, biz domuzların çiftlik evindeki yataklarda yattığımızı duymuşsunuz. Neden yatmayalım ki? Umarım, yatağı yasaklayan bir buyruk olduğunu sanmıyorsunuzdur! Yatak, yatıp uyunan yerdir. Böyle bakıldığında, ağıldaki saman yığını da yatak sayılır. Buyrukta, bir insan buluşu olan çarşaf yasaklanıyordu. Biz de çiftlik evinin yataklarındaki çarşafları kaldırdık, battaniyelerle yatıyoruz. Üstelik yataklar çok rahat! Ama inanın bana, bugünlerde bir sürü konuda kafa patlatmak zorunda kalan bizler için bir yatak çok görülmemeli. Bu rahatlığı bize çok görmezsiniz, değil mi yoldaşlar? Görevlerimizi yerine getiremeyecek kadar yorgun düşmemizi istemezsiniz herhalde. Hiç sanmıyorum ki, içinizde Jones'un geri dönmesini isteyen olsun!" Hayvanlar bu konuda Squealer'a hemen güvence verdiler ve bir daha da domuzların çiftlik evindeki yataklarda yatmaları konusunu açmadılar. Birkaç gün sonra, domuzların artık sabahları öteki hayvanlardan bir saat geç kalkacakları açıklandığında, kimsenin sesi çıkmadı.

Güz geldiğinde, hayvanlar yorgun, ama mutluydular. Zorlu bir yılı geride bırakmışlardı. Gerçi saman ve ekinlerin bir bölümü satıldıktan sonra kışlık yiyecek stokunun pek bol olduğu söylenemezdi, ama yel değirmeni bu açığı kapatacaktı. İnşaatın yarısına yakını tamamlanmıştı. Hasattan sonra havalar açmıştı, hayvanlar her zamankinden daha sıkı çalışıyorlar, sabahtan akşama kadar taş taşımaya değer diye düşünüyorlardı, yeter ki yel değirmeninin duvarları bir karış daha yükselsin. Boxer, geceleri bile boş geçirmiyor; dolunayın ışığında tek başına bir iki saat çalışıyordu. Hayvanlar, boş vakitlerinde, yarıya kadar yükselmiş yel değirmeninin çevresinde dolanıp duruyor, dimdik yükselen sağlam duvarları hayran hayran seyrediyor, böylesine görkemli bir yapıyı nasıl ortaya çıkarabildiklerine kendileri de şaşıyorlardı. Yel değirmeni konusunda coşkuya kapılmaktan kaçınan tek hayvan, ihtiyar Benjamin'di; her zaman yaptığı gibi, "Eşekler uzun yaşar," gibisinden anlaşılmaz sözler söylemekle yetiniyordu. Kasım ayı, lodostan esen sert rüzgârlarla geldi. İnşaatı durdurmak zorunda kalmışlardı; havalar çok yağışlı gittiğinden çimento karmak mümkün olmuyordu. En sonunda, bir gece öyle şiddetli bir fırtına koptu ki, çiftlik binaları temelinden sarsıldı, samanlığın damından kiremitler uçtu. Tavuklar korkuyla gıdaklayarak uyandılar; hepsi birden aynı anda gördükleri düşte uzaklarda bir yerde silah atıldığını duymuşlardı. Sabahleyin bir de baktılar, bayrak direği yıkılmış, meyve bahçesindeki karaağaçlardan biri turp gibi kökünden sökülmüş. Daha ne olduğunu anlayamadan, bütün hayvanlar dehşete kapılarak çığlıklar atmaya başladılar: Yel değirmeni yıkılmıştı.

Hep birlikte yel değirmeninin oraya koşuştular. Koşar adım yürüdüğü bile görülmemiş olan Napoléon en önde tozu dumana katmıştı. Nice uğraş verip onca emek harcadıkları yel değirmeni yerle bir olmuş, bin bir güçlükle kırıp taşıdıkları taşlar dört bir yana dağılmıştı. Dilleri tutulmuşçasına, orada öyle durmuş, çevreye saçılmış taşlara bakakalmışlardı. Napoléon, ikide bir toprağı koklayarak sessizce volta atıyor, dimdik olmuş kuyruğunu hızlı hızlı iki yana sallamasına bakılırsa beyninde şimşekler çakıyordu. Birden, kararını vermişçesine durdu.

Sesini yükseltmeden, "Yoldaşlar," dedi. "Bu işi kim yaptı biliyor musunuz? Geceleyin buraya gelip yel değirmenimizi yıkan düşmanın kim olduğunu biliyor musunuz?" Sonra birden gürledi: "Snowball! Snowball'un işi bu! Bu hain, sırf kötülük etmek için, planlarımızı bozmak ve aşağılanarak kovuluşunun intikamını almak için, gecenin karanlığına sığınarak buraya kadar geldi ve bir yıllık emeğimizi yok etti. Yoldaşlar, Snowball'u şu anda idam cezasına çarptırmış bulunuyorum. Ona hak ettiği cezayı veren hayvana, 'İkinci Dereceden Kahraman Hayvan' nişanı ve yarım kova elma. Onu sağ getirene bir kova elma!" Snowball'un böyle bir suç işleyebileceğini o güne kadar akıllarının ucundan bile geçirmemiş olan hayvanlar donakalmışlardı. Öfkeyle homurdanıyorlar, bir daha gelecek olursa Snowball'u nasıl yakalayacaklarını hesaplıyorlardı. Az sonra, küçük tepenin biraz ilerisinde otlar arasında bir domuzun ayak izlerine rastlandı. İzler birkaç metre sürüyor, anlaşıldığı kadarıyla çitteki bir deliğe kadar geliyordu. Napoléon uzun uzun kokladıktan sonra izlerin Snowball'a ait olduğunu açıkladı. Snowball'un, Foxwood Çiftliği'nin bulunduğu yönden geldiğini tahmin ediyordu. Napoléon, ayak izlerini inceledikten sonra, "Vakit kaybetmeyelim, yoldaşlar!" diye bağırdı. "Yapılacak çok işimiz var. Bu sabahtan başlayarak yel değirmenini yeniden inşa edeceğiz. Kış boyunca kar çamur demeden çalışacağız. Bu alçak haine, bizi o kadar kolay alt edemeyeceğini göstereceğiz. Aklınızdan çıkarmayın, yoldaşlar, planlarımızda en küçük bir aksama olmamalı, günü gününe uygulanmalı bütün planlar. Haydi, yoldaşlar! Yaşasın yel değirmeni! Yaşasın Hayvan Çiftliği!"


6 Bölüm 6 Section 6 Sección 6 Section 6 Avsnitt

Altıncı Bölüm Koca bir yıl köle gibi çalıştılar. Chapter Six They worked like slaves for a whole year. Chapitre 6 Ils ont travaillé pendant une année entière. Ama böyle çalışmaktan mutluydular; ne yapıyorlarsa, bir avuç aylak ve soyguncu insanın çıkarı için değil, kendi çıkarları uğruna ve gelecek kuşaklar için yaptıklarının bilincinde olduklarından, var güçleriyle çabalıyorlar, her türlü özveriye sessizce katlanıyorlardı. But they were happy to work like this; Conscious of what they were doing, not for the benefit of a handful of idlers and robbers, but for their own interests and for the sake of future generations, they were striving with all their might and silently enduring all kinds of sacrifices. Mais ils étaient heureux de travailler ainsi, ils travaillaient de toutes leurs forces et supportaient toutes sortes d'abnégations en silence, conscients que ce qu'ils faisaient n'était pas au bénéfice d'une poignée de gens oisifs et voleurs, mais à leur propre bénéfice et à celui des générations futures.

İlkbahar ve yaz boyunca haftada altmış saat çalışmışlardı. They had worked sixty hours a week during the spring and summer. Ağustos geldiğinde, Napoléon, pazarları öğleden sonra da çalışılacağını açıkladı. When August came, Napoléon announced that he would also work on Sunday afternoons. Bu kesinlikle gönüllü bir çalışma olacak, ama işe gelmeyen her hayvanın tayını yarıya indirilecekti. This would certainly be a voluntary effort, but the ration of any non-working animal would be cut in half. Il s'agirait d'un travail strictement volontaire, mais tout animal qui ne se présenterait pas au travail verrait sa ration réduite de moitié. Böyle olmasına karşın, bazı işlerin yapılmasından vazgeçmek zorunda kalındı. Even so, some work had to be abandoned. Malgré cela, certains travaux ont dû être abandonnés. Hasat önceki yıl kadar bereketli değildi; iki tarla, vaktinde sürülemediği için ekilememişti. The harvest was not as fertile as the previous year; Two fields could not be planted because they were not plowed in time. La récolte n'a pas été aussi abondante que l'année précédente ; deux champs n'ont pas pu être ensemencés parce qu'ils n'ont pas été labourés à temps. Yaklaşmakta olan kışın zorlu geçeceğini kestirmek için de kâhin olmak gerekmiyordu. And it didn't take a prophet to predict that the coming winter would be tough. Il n'est pas nécessaire d'être devin pour prédire que l'hiver à venir sera rude.

Yel değirmeni beklenmedik güçlükler çıkarıyordu. The windmill presented unexpected difficulties. Le moulin à vent présentait des difficultés inattendues. Çiftlikte büyük bir kireçtaşı ocağı vardı; küçük binalardan birinde kum ve çimento bulunmuştu; dolayısıyla, her türlü inşaat malzemesi ellerinin altındaydı. The farm had a large limestone quarry; sand and cement were found in one of the small buildings; therefore, all kinds of building materials were at their disposal. Une grande carrière de calcaire se trouvait sur la ferme ; du sable et du ciment ont été trouvés dans l'un des petits bâtiments, de sorte qu'ils disposaient de toutes sortes de matériaux de construction. Ama hayvanların ilk başta çözemedikleri sorun, taşların uygun boyutta parçalara nasıl ayrılacağıydı. But the problem the animals couldn't solve at first was how to break the stones into pieces of the right size. Mais le problème que les animaux n'ont pas pu résoudre au début était de savoir comment couper les pierres en morceaux de la taille appropriée. Keski ve balyoz gerekiyordu, oysa hayvanlar arka ayaklarının üzerinde duramadıkları için bu aletleri kullanamıyorlardı. Chisels and sledgehammer were required, but animals could not use these tools because they could not stand on their hind legs. Des ciseaux et des masses étaient nécessaires, mais les animaux ne pouvaient pas utiliser ces outils car ils ne pouvaient pas se tenir sur leurs pattes arrière. Haftalar boyu düşünüp taşındılar, tam umutlarını yitirmek üzereydiler ki biri, bir çözüm buldu: Yerçekiminden yararlanacaklardı. For weeks they thought about it, just as they were about to lose hope, when someone came up with a solution: They were going to take advantage of gravity. Ils ont réfléchi pendant des semaines et, alors qu'ils étaient sur le point de perdre espoir, quelqu'un a trouvé une solution : Ils allaient exploiter la gravité. Taşocağı, kırılmadan kullanılamayacak kadar büyük kaya parçalarıyla doluydu. The quarry was filled with chunks of rock that were too large to be used without breaking. La carrière était pleine de roches trop grosses pour être utilisées sans les briser. Bu kaya parçalarını iplerle bağladılar; sonra inekler, atlar, koyunlar, ipi tutabilen tüm hayvanlar –zor durumlarda domuzlar bile– kayaları ağır ağır yokuş yukarı taşocağının tepesine kadar çektiler. They tied these boulders with ropes; then the cows, horses, sheep, all the animals that could hold the rope—even pigs in difficult situations—pulled the rocks slowly uphill to the top of the quarry. Ils attachaient les blocs avec des cordes, puis les vaches, les chevaux, les moutons, tous les animaux qui pouvaient tenir les cordes - même les cochons dans les cas difficiles - tiraient les blocs lentement vers le haut de la carrière. Oradan salıverdikleri kayalar aşağıda paramparça oluyordu. The rocks they had unleashed from there were shattering below. Les rochers qu'ils ont libérés de là se sont brisés en bas. Taşları taşımak daha kolaydı. It was easier to move the stones. Il était plus facile de porter les pierres. Atların çektiği yük arabaları çok işe yaradı; koyunlar taşları teker teker sürüklediler; Muriel ile Benjamin bile kendilerini eski bir arabaya koşarak katkıda bulundular. Horse-drawn carts worked very well; the sheep dragged stones one by one; Even Muriel and Benjamin contributed by running themselves into an old car. Les charrettes tirées par des chevaux ont été très utiles ; les moutons ont traîné les pierres une à une ; même Muriel et Benjamin ont contribué en s'accrochant à une vieille charrette. Yaz sonuna kadar yeterince taş yığılınca, domuzların gözetimi altında inşaat başladı. When enough stones had piled up by the end of the summer, construction began under the supervision of the pigs. Lorsque, à la fin de l'été, suffisamment de pierres avaient été empilées, la construction commençait sous la supervision de cochons.

Ne var ki çok vakit alan zorlu bir uğraş vermişlerdi. However, they had put in a difficult task that took a lot of time. Toutefois, il s'agit d'une entreprise ardue qui prend beaucoup de temps. Tek bir kaya parçasının taşocağının tepesine çıkartılması çoğu zaman bütün bir günlerini alıyor ve olağanüstü bir çaba gerektiriyordu. Getting a single piece of rock to the top of the quarry often took an entire day and required tremendous effort. L'extraction d'un seul rocher jusqu'au sommet de la carrière prenait souvent une journée entière et nécessitait des efforts extraordinaires. Bazen de, aşağı yuvarlanan kaya parçalanmıyordu. Sometimes the boulder that rolled down wouldn't crumble. Parfois, le rocher qui a roulé ne s'est pas écroulé. Gücü, neredeyse geri kalan hayvanların tümünün gücüne eşit olan Boxer olmasaydı, belki de bu işin üstesinden gelemeyeceklerdi. Perhaps they would not have been able to handle it had it not been for Boxer, whose strength was almost equal to that of all the rest of the animals. Sans le Boxer, dont la force est presque égale à celle de tous les autres animaux, ils n'auraient probablement pas réussi. Tepeden aşağıya kayan kaya parçasıyla birlikte sürüklendiklerini gören hayvanlar umarsızca bağırmaya başlayınca, Boxer hemen imdada yetişiyor, ipe olanca gücüyle asılarak kayayı durduruyordu. Seeing that they were being dragged along with the boulder sliding down the hill, the animals started to cry desperately, Boxer came to the rescue and stopped the boulder by hanging on the rope with all his might. Lorsque les animaux, voyant qu'ils étaient entraînés vers le bas de la colline par le rocher qui glissait, ont commencé à crier désespérément, Boxer est immédiatement venu à la rescousse et a arrêté le rocher en s'accrochant à la corde de toutes ses forces. Hayvanlar, onun kayanın kaymasını önlemek için soluk soluğa didinişini, ayaklarının ucuyla toprağa tutunuşunu, geniş sağrılarının kan ter içinde kalışını hayranlıkla izliyorlardı. The animals watched in admiration as he gasped to keep the rock from slipping, clinging to the ground with the toes of his feet, and sweating on his broad rumps. Bazen Clover onu kendisini fazla zorlamaması için uyarıyor ama Boxer ona asla kulak asmıyordu. Sometimes Clover warns him not to push himself too hard, but Boxer never listens to him. Parfois, Clover le mettait en garde contre les excès, mais Boxer ne l'écoutait jamais. "Daha çok çalışacağım" ve "Napoléon her zaman haklıdır" sloganları, onun gözünde, bütün sorunların ilacıydı. The slogans "I will work harder" and "Napoléon is always right" were, in his eyes, the cure for all problems. Les slogans "Je travaillerai plus dur" et "Napoléon a toujours raison" sont, à ses yeux, le remède à tous les problèmes. Kendisini yarım saat değil de, kırk beş dakika erken uyandırması için küçük horozla anlaşmıştı. He had hired the little rooster to wake him up forty-five minutes earlier, not half an hour. Il avait passé un accord avec le petit coq pour qu'il le réveille quarante-cinq minutes plus tôt, pas une demi-heure. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, artık iyice azalmış olan boş vakitlerinde de tek başına taşocağına gidiyor, kırılmış taşları topluyor, kimseden yardım görmeksizin sürükleyerek yel değirmeninin yapılacağı yere getiriyordu. As if all of this was not enough, he used to go to the quarry alone in his spare time, which was now quite scarce, collect the broken stones, and drag them to the place where the windmill would be built, without anyone's help. Comme si tout cela ne suffisait pas, pendant son temps libre, qui était désormais très rare, il se rendit seul à la carrière, ramassa des pierres cassées, les traîna jusqu'à l'endroit où le moulin à vent devait être construit, sans l'aide de personne.

İşlerin ağırlığına karşın, hayvanlar o yazı çok da kötü geçirmediler. Despite the weight of things, the animals didn't have a bad summer that summer. Malgré la lourde charge de travail, les animaux ne se sont pas trop mal débrouillés cet été-là. Tayınları Jones'un zamanındakinden daha çok değildi, ama daha az da sayılmazdı. Their rations were no more than they had been in Jones' time, but no less. Leurs rations n'étaient pas plus importantes qu'à l'époque de Jones, mais pas moins. En azından, artık doymak nedir bilmeyen beş insanı beslemekten kurtulmuşlardı; yalnızca kendilerini besliyor olmalarının keyfi o kadar büyüktü ki, çektikleri güçlüklere seve seve katlanıyorlardı. At least they were freed from feeding five people who were no longer insatiable; So great was the joy that they were only feeding themselves that they willingly put up with their hardships. Au moins, ils ne nourrissaient plus cinq personnes insatiables ; la joie de ne nourrir qu'eux-mêmes était si grande qu'ils supportaient volontiers les difficultés. Ayrıca, hayvanların iş görme yöntemi birçok bakımdan daha verimliydi ve emek savurganlığını önlüyordu. Also, the way the animals worked was in many ways more efficient and avoided waste of labor. En outre, le mode de travail des animaux était à bien des égards plus efficace et évitait le gaspillage de main-d'œuvre. Sözgelimi, yaban otlarının ayıklanması gibi işler, insanların hiçbir zaman erişemeyeceği bir yetkinlikle yapılıyordu. Work such as weeding, for example, was done with a skill that humans could never attain. Des tâches telles que le désherbage, par exemple, étaient effectuées avec une compétence que les humains ne pourraient jamais atteindre. Artık hiçbir hayvan hırsızlığa yeltenmediği için de, otlağı tarlalardan çitlerle ayırmaya gerek kalmamıştı; bu da, çitlerin ve parmaklıkların bakımı ve onarımına harcanan emekten kazanılmasını sağlıyordu. And now that no animals were attempting to steal, there was no need to fence off pasture from fields; this saved the effort put into maintaining and repairing fences and railings. Comme aucun animal n'a tenté de voler, il n'a pas été nécessaire de séparer les pâturages des champs par des clôtures, ce qui a permis d'économiser la main-d'œuvre consacrée à l'entretien et à la réparation des clôtures et des barrières. Gene de, yaz ilerledikçe, önceden kestirilemeyen bazı eksiklikler kendini duyurmaya başladı. Still, as the summer progressed, some unforeseen shortcomings began to make themselves heard. Néanmoins, au fur et à mesure que l'été avançait, certaines lacunes imprévues ont commencé à se faire sentir. Gazyağı, çivi, ip ve köpek bisküvisine; atnalı için demire gereksinim vardı; üstelik, bunların hiçbiri çiftlikte üretilebilecek şeyler değildi. Kerosene, nails, string and dog biscuits; iron was needed for the horseshoe; moreover, none of these things could be produced on the farm. Il fallait du kérosène, des clous, de la corde et des biscuits pour chiens, ainsi que du fer pour les fers à cheval, mais rien de tout cela ne pouvait être produit à la ferme. Sonradan, tohum ve suni gübreye, çeşitli aletlere ve yel değirmeni için birtakım makine parçalarına da gereksinim duyulacaktı. Later, seeds and fertilizers, various tools and some machine parts for the windmill would also be needed. Plus tard, des semences et des engrais artificiels, divers outils et des pièces de machines pour le moulin à vent seront également nécessaires. Bunların nasıl sağlanacağını kimse bilemiyordu. No one knew how to achieve these. Personne ne savait comment ces objectifs seraient atteints.

Bir pazar sabahı, buyruk almak için toplanıldığında, Napoléon yeni bir siyaset belirlediğini açıkladı. One Sunday morning, as they gathered to take orders, Napoleon announced that he had formulated a new policy. Un dimanche matin, lors d'une réunion pour recevoir les ordres, Napoléon annonce une nouvelle politique. Artık Hayvan Çiftliği komşu çiftliklerle alışverişe girecekti. Animal Farm would now trade with neighboring farms. Désormais, la ferme des animaux commercera avec les fermes voisines. Hiç kuşkusuz, tecimsel amaçlarla değil, yalnızca ivedilikle gerekli olan bazı malzemeleri edinebilmek amacıyla. Of course, not for commercial purposes, but only to obtain some materials that are urgently needed. Certainement pas à des fins commerciales, mais uniquement pour obtenir des matériaux dont on a besoin de toute urgence. Napoléon, "Yel değirmeninin gereksinimleri her şeyin üstünde tutulmalıdır," diyordu. "The requirements of the windmill must be put above all else," said Napoleon. "Les besoins du moulin à vent doivent être prioritaires avant tout", a déclaré Napoléon. Bu yüzden de, büyük bir saman yığınını ve o yılın buğday ürününün bir bölümünü satmak üzere anlaşmalar yapıyordu; sonradan, daha fazla para gerekirse, Willingdon'da her zaman pazarı olan yumurtalar da satılabilirdi. So he was making deals to sell a large pile of hay and a portion of that year's wheat crop; later, if more money was needed, eggs could also be sold, which was always a market in Willingdon. Il a donc pris des dispositions pour vendre une grande quantité de foin et une partie de la récolte de blé de cette année-là ; plus tard, si l'on avait besoin de plus d'argent, on pourrait également vendre des œufs, pour lesquels il y a toujours un marché à Willingdon. Napoléon'a bakılırsa, tavuklar bunu yel değirmeninin yapımına kendi özel katkıları olarak görmeli, böyle bir özveride bulunmaktan kaçınmamalıydılar. According to Napoleon, the chickens should see this as their special contribution to the construction of the windmill, and should not hesitate to make such a sacrifice. Du point de vue de Napoléon, les poules auraient dû considérer cela comme leur propre contribution à la construction du moulin à vent et n'auraient pas dû s'abstenir de faire un tel sacrifice. Hayvanlar, bir kez daha, belli belirsiz bir tedirginliğe kapılmışlardı. The animals were once again swayed by a vague uneasiness. Une fois de plus, les animaux sont vaguement agités. İnsanlarla asla iş yapılmayacak! Never do business with people! Ne faites jamais affaire avec des humains ! Asla ticarete girilmeyecek! It will never be traded! Il n'y aura pas d'échanges ! Asla para kullanılmayacak! Money will never be used! Jones'un çiftlikten kovulmasından sonra düzenlenen Zafer Toplantısı'nda alınmış olan ilk kararlar değil miydi bunlar? Weren't these the first resolutions made at the Victory Meeting after Jones was fired from the farm? N'est-ce pas là les premières décisions prises lors de la réunion de la Victoire après l'expulsion de Jones de la ferme ? Bu kararların onaylandığını bütün hayvanlar anımsıyorlardı ya da en azından anımsadıklarını sanıyorlardı. All the animals remembered, or at least thought they did, that these decisions were approved. Tous les animaux se souvenaient, ou du moins croyaient se souvenir, que ces décisions avaient été approuvées. Napoléon'un toplantıları kaldırmasını protesto etmiş olan dört küçük domuz, seslerini ürkekçe yükseltecek oldularsa da, ansızın köpeklerin ürkünç hırlamaları karşısında susmak zorunda kaldılar. The four little pigs, who had protested Napoleon's abolition of the meetings, raised their voices timidly, but were suddenly silenced by the frightening snarling of the dogs. Les quatre petits cochons, qui avaient protesté contre l'abolition des réunions par Napoléon, élèvent timidement la voix, mais sont soudain réduits au silence par le grognement effrayant des chiens. Hemen ardından koyunlar, her zamanki gibi, "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" Immediately afterwards, the sheep said, as usual, "Four legs good, two legs bad!" diye melemeye başladılar ve gergin hava geçiştirilmiş oldu. they began to bleat, and the tense air was gone. Az sonra, Napoléon ön ayağını kaldırarak herkesi susturdu ve her şeyi çoktan ayarladığını açıkladı. A moment later, Napoleon silencing everyone by raising his front foot, explaining that he had already arranged everything. Çiftlikteki hayvanların insanlarla ilişkiye girmesinin son derece sakıncalı olacağını bildiği için, buna gerek kalmayacak koşulları oluşturmaya karar vermişti. Knowing that it would be extremely inconvenient for animals on the farm to interact with humans, he decided to create conditions that would not be necessary. Tüm sorumluluğu kendisi üstlenecekti. He would take all the responsibility himself. Willingdon'da oturan Bay Whymper adlı bir avukat, Hayvan Çiftliği ile dış dünya arasındaki işlerde aracılık etmeye razı olmuştu; her pazartesi sabahı çiftliğe gelip Napoléon'dan talimat alacaktı. A Willingdon lawyer named Mr. Whymper had agreed to mediate between Animal Farm and the outside world; He would come to the farm every Monday morning and take instructions from Napoleon. Napoléon, konuşmasını her zaman olduğu gibi, "Yaşasın Hayvan Çiftliği!" Napoleon delivered his speech, as always, "Long live Animal Farm!" çığlığıyla tamamladıktan sonra, hayvanlar İngiltere'nin Hayvanları şarkısını söyleyip dağıldılar. The beasts sang the Beasts of England song and dispersed. Çok geçmeden, Squealer, çiftliği dolaşıp hayvanların kafalarında beliren kuşkuları gidermeye koyuldu. Before long, Squealer wandered the farm to clear the animals' doubts. İnandırıcı bir dille, aslında ticaret yapılmaması ve para kullanılmamasına ilişkin hiçbir karar alınmadığını, dahası böyle bir kararın önerilmesinin bile söz konusu olmadığını anlattı. Convincingly, he explained that in fact, no decision was made regarding not doing business and not using money, and moreover, such a decision was out of the question. Bütün bunlar, büyük bir olasılıkla Snowball'un ilk 66 başlarda yaydığı yalanlardan kaynaklanan bir hayal ürünüydü. All this was most likely a figment of the lies Snowball spread in the early part of the year. Squealer, bazılarının kafalarındaki kuşkuların gene de dağılmadığını fark ederek, kurnazca sordu: "Bu, sakın düşünüzde gördüğünüz bir şey olmasın, yoldaşlar? Squealer, noticing that the doubts of some were still not dispelled, shrewdly asked: "Isn't this something you've been dreaming about, comrades? Böyle bir kararın belgesi var mı? Is there evidence of such a decision? Bir yerde yazılı mı?" Is it written somewhere?" Gerçekten de, ortalıkta böyle bir yazılı belge bulunmadığından, hayvanlar yanıldıklarını kabullenmek zorunda kaldılar. Indeed, in the absence of such a written document, the animals had to admit that they were wrong.

Bay Whymper, önceden kararlaştırıldığı gibi, her pazartesi çiftliğe uğruyordu. Mr. Whymper visited the farm every Monday, as previously agreed. Ivır zıvır işlerle uğraşan bir avukat olan Bay Whymper, favorili, ufak tefek, bakışları yaramaz bir adamdı. Mr. Whymper, a trivial lawyer, was a small, mischievous-looking man with sideburns. Ama Hayvan Çiftliği'nin eninde sonunda bir komisyoncuya gereksinim duyacağını ve bu komisyoncunun payının hiç de az olmayacağını çok önceden fark edecek kadar da açıkgözdü. But he was shrewd enough to realize long beforehand that Animal Farm would eventually need a broker, and that his share would not be small. Hayvanlar, onun gelip gidişlerini ürkerek izliyorlar, onunla karşılaşmaktan elden geldiğince kaçınıyorlardı. The animals watched her coming and going with dread, avoiding encountering her as much as possible. Ama gene de, dört ayaklı Napoléon'un iki ayaklı Whymper'a buyruklar verdiğini görmek, gururlarını okşuyor, bu yeni durumu bir ölçüde de olsa benimsemelerini sağlıyordu. And yet it was flattering to see the four-legged Napoleon giving orders to the bipedal Whymper, and it made them accept the new situation to some extent. İnsan soyuyla ilişkileri pek eskisi gibi değildi artık. Their relationship with the human race was no longer the same as before. İnsanların Hayvan Çiftliği'ne duydukları nefret azalmış değildi; tam tersine çiftliğin geliştiğini gördükçe her zamankinden daha çok nefret eder olmuşlardı. The people's hatred for Animal Farm had not diminished; on the contrary, as they saw the farm flourish, they hated it more than ever. Hepsi de, çiftliğin eninde sonunda sıfırı tüketeceğine, daha da önemlisi yel değirmeni tasarısının tam bir fiyaskoyla sonuçlanacağına yürekten inanıyordu. All of them sincerely believed that the farm would eventually run out of zero, and more importantly, that the windmill project would be a complete failure. Meyhanelerde bir araya geliyorlar, yel değirmeninin asla yapılamayacağını, yapılsa bile hiçbir zaman işlemeyeceğini birbirlerine çizimlerle anlatıp kanıtlamaya çabalıyorlardı. They were getting together in taverns, trying to prove to each other with drawings that the windmill could never be built and would never work even if it was built. Öte yandan, hayvanların kendi işlerinin üstesinden beceriyle gelmelerine, istemeye istemeye de olsa hayranlık duyuyorlardı. On the other hand, they reluctantly admired the ability of animals to handle their own business. Çiftliğin adının aslında Beylik Çiftlik olduğunu ileri sürüp durmaktan caymış olmaları ve artık Hayvan Çiftliği adını kullanmaları, bunun bir göstergesiydi. The fact that they had given up on claiming that the name of the farm was actually Beylik Çiftlik and that they were now using the name Animal Farm was an indication of this. Çiftliğini geri alma umudunu yitirip ülkenin başka bir yöresine gitmiş olan Jones'u savunmaktan da vazgeçmişlerdi. They had also given up defending Jones, who had lost hope of getting his farm back and had gone to another part of the country. Hayvan Çiftliği ile dış dünya arasında, Whymper dışında hiçbir bağ yoktu, ama Napoléon'un ya Foxwood Çiftliği'nden Bay Pilkington'la ya da Pinchfield Çiftliği'nden Bay Frederick'le somut bir iş anlaşması yapmak üzere olduğu yolunda sürekli söylentiler dolaşıyor, ancak hiçbir zaman ikisiyle birden aynı anda anlaşmayacağı konuşuluyordu. There was no connection between Animal Farm and the outside world except for Whymper, but rumors were constantly circulating that Napoleon was about to strike a concrete business deal with either Mr Pilkington of Foxwood Farm or Mr Frederick of Pinchfield Ranch. There was talk of not getting along with both at the same time. İşte tam o sıralar, domuzlar, çiftlik evine taşındılar, orayı kendilerine mesken edindiler. At that time, the pigs moved to the farmhouse and made it their home. Hayvanlar bir kez daha böyle bir davranışı yasaklayan bir karar alınmış olduğunu anımsar gibi oldularsa da, Squealer onları bir kez daha durumun hiç de böyle olmadığına inandırmayı başardı. Once again the animals seemed to remember that a decision had been made prohibiting such behavior, but Squealer once again managed to convince them that this was not the case at all. Çiftliğin beyinleri olan domuzların sessiz ve sakin bir yerde çalışmalarının kesinlikle gerekli olduğunu söyledi. He said it was absolutely necessary for the pigs, the brains of the farm, to work in a quiet and calm place. Kaldı ki, Önderin (son zamanlarda Napoléon'dan hep "Önder" diye söz eder olmuştu) saygınlığı açısından, basit bir ağıl yerine bir evde yaşaması daha uygundu. Moreover, it was more appropriate for Önder (who had lately always referred to Napoleon as the "Leader") to live in a house rather than a simple barn. Gene de, bazı hayvanlar, domuzların yemeklerini mutfakta yemekle ve oturma odasını eğlence salonu olarak kullanmakla kalmadıklarını, aynı zamanda yataklarda yattıklarını işittiklerinde epeyce rahatsız oldular. Still, some animals were quite disturbed when they heard that the pigs were not only eating their meals in the kitchen and using the living room as a recreation room, but also lying in beds. Boxer, bu durumu her zamanki gibi, "Napoléon her zaman haklıdır!" "Napoléon is always right," Boxer said, as usual. diyerek geçiştirdi; ama yatakta yatmayı yasaklayan kesin bir yasa olduğunu anımsar gibi olan Clover, büyük samanlığın duvarının önüne gitti ve orada yazılı olan Yedi Emir'i okumaya çalıştı. he glossed over; but Clover, seeming to remember that there was a strict law forbidding sleeping in bed, went to the wall of the great barn and tried to read the Seven Commandments written there. Baktı ki, tek tek harflerden başka bir şey sökemiyor, Muriel'i çağırdı. Seeing that he couldn't extract anything but letters one by one, he called Muriel. "Muriel," dedi, "Dördüncü Emir'i oku bakayım bana. “Muriel,” he said, “read the Fourth Commandment for me. Yatakta asla yatılmaması konusunda bir şey diyor mu?" Does it say anything about never sleeping in bed?" Yazıyı güçbela okuyabilen Muriel, "Hiçbir hayvan çarşaf serili yatakta yatmayacak yazıyor," dedi. “It says no animal should sleep on a sheet-lined bed,” Muriel said, barely able to read the text. Biraz tuhaftı; Clover Dördüncü Emir'de çarşaftan söz edildiğini hiç anımsamıyordu; ama madem ki duvarda yazıyordu, o zaman elden bir şey gelmezdi. It was a little strange; Clover had no recollection of any mention of the chador in the Fourth Commandment; but since it was written on the wall, then there was nothing you could do. O sırada yanında iki üç köpekle oradan geçmekte olan Squealer, konuyu yerli yerine oturtmakta gecikmedi. Squealer, who was passing by at the time with two or three dogs, was quick to settle the matter.

"Yoldaşlar," dedi. "Comrades," he said. "Anlaşılan, biz domuzların çiftlik evindeki yataklarda yattığımızı duymuşsunuz. "Looks like you've heard that we pigs sleep on farmhouse beds. Neden yatmayalım ki? Why shouldn't we sleep? Umarım, yatağı yasaklayan bir buyruk olduğunu sanmıyorsunuzdur! I hope you don't think there is a commandment that forbids the bed! Yatak, yatıp uyunan yerdir. A bed is a place to sleep. Böyle bakıldığında, ağıldaki saman yığını da yatak sayılır. Seen in this way, the haystack in the barn is also considered a bed. Buyrukta, bir insan buluşu olan çarşaf yasaklanıyordu. The mandate prohibited the chador, which is a human invention. Biz de çiftlik evinin yataklarındaki çarşafları kaldırdık, battaniyelerle yatıyoruz. So we removed the sheets from the farmhouse beds and sleep with blankets. Üstelik yataklar çok rahat! Plus the beds are so comfortable! Ama inanın bana, bugünlerde bir sürü konuda kafa patlatmak zorunda kalan bizler için bir yatak çok görülmemeli. But believe me, for those of us who have to ponder over a lot of things these days, a bed shouldn't look like much. Bu rahatlığı bize çok görmezsiniz, değil mi yoldaşlar? You don't see this comfort very often for us, do you, comrades? Görevlerimizi yerine getiremeyecek kadar yorgun düşmemizi istemezsiniz herhalde. You don't want us to be too tired to carry out our duties. Hiç sanmıyorum ki, içinizde Jones'un geri dönmesini isteyen olsun!" I don't think any of you want Jones to come back!" Hayvanlar bu konuda Squealer'a hemen güvence verdiler ve bir daha da domuzların çiftlik evindeki yataklarda yatmaları konusunu açmadılar. The animals immediately reassured Squealer of this and never again brought up the subject of pigs sleeping on farmhouse beds. Birkaç gün sonra, domuzların artık sabahları öteki hayvanlardan bir saat geç kalkacakları açıklandığında, kimsenin sesi çıkmadı. A few days later, when it was announced that the pigs would now get up an hour later than the other animals in the morning, no one spoke.

Güz geldiğinde, hayvanlar yorgun, ama mutluydular. When autumn came, the animals were tired but happy. Zorlu bir yılı geride bırakmışlardı. They had a difficult year behind. Gerçi saman ve ekinlerin bir bölümü satıldıktan sonra kışlık yiyecek stokunun pek bol olduğu söylenemezdi, ama yel değirmeni bu açığı kapatacaktı. Although the winter food stock was not very abundant after the straw and some of the crops were sold, the windmill would make up for the shortfall. İnşaatın yarısına yakını tamamlanmıştı. Half of the construction was completed. Hasattan sonra havalar açmıştı, hayvanlar her zamankinden daha sıkı çalışıyorlar, sabahtan akşama kadar taş taşımaya değer diye düşünüyorlardı, yeter ki yel değirmeninin duvarları bir karış daha yükselsin. The weather was clear after the harvest, the animals were working harder than ever, they thought it was worth carrying stones from morning to night, if only the walls of the windmill were raised one inch. Boxer, geceleri bile boş geçirmiyor; dolunayın ışığında tek başına bir iki saat çalışıyordu. The Boxer doesn't even spend the night idle; He was working alone for an hour or two in the light of the full moon. Hayvanlar, boş vakitlerinde, yarıya kadar yükselmiş yel değirmeninin çevresinde dolanıp duruyor, dimdik yükselen sağlam duvarları hayran hayran seyrediyor, böylesine görkemli bir yapıyı nasıl ortaya çıkarabildiklerine kendileri de şaşıyorlardı. The animals, at their leisure, wandered around the half-rise windmill, admiring the steep, solid walls, wondering how they had managed to unearth such a magnificent structure. Yel değirmeni konusunda coşkuya kapılmaktan kaçınan tek hayvan, ihtiyar Benjamin'di; her zaman yaptığı gibi, "Eşekler uzun yaşar," gibisinden anlaşılmaz sözler söylemekle yetiniyordu. The only animal who avoided getting excited about the windmill was old Benjamin; As he always did, he was content to say incomprehensible words such as "Donkeys live long." Kasım ayı, lodostan esen sert rüzgârlarla geldi. November came with strong winds blowing from the southwest. İnşaatı durdurmak zorunda kalmışlardı; havalar çok yağışlı gittiğinden çimento karmak mümkün olmuyordu. They had to stop construction; Since the weather was very rainy, it was not possible to mix cement. En sonunda, bir gece öyle şiddetli bir fırtına koptu ki, çiftlik binaları temelinden sarsıldı, samanlığın damından kiremitler uçtu. Finally, one night, a storm broke out so violently that the farm buildings shook to their foundations, and tiles flew off the barn roof. Tavuklar korkuyla gıdaklayarak uyandılar; hepsi birden aynı anda gördükleri düşte uzaklarda bir yerde silah atıldığını duymuşlardı. The chickens awoke, cackling with fear; they had all heard a gun shot in the distance in the dream they had seen at the same time. Sabahleyin bir de baktılar, bayrak direği yıkılmış, meyve bahçesindeki karaağaçlardan biri turp gibi kökünden sökülmüş. In the morning, they saw that the flagpole had collapsed and one of the elms in the orchard had been uprooted like a radish. Daha ne olduğunu anlayamadan, bütün hayvanlar dehşete kapılarak çığlıklar atmaya başladılar: Yel değirmeni yıkılmıştı. Before he knew what had happened, all the animals began to scream in terror: the windmill had collapsed.

Hep birlikte yel değirmeninin oraya koşuştular. Together they rushed to the windmill. Koşar adım yürüdüğü bile görülmemiş olan Napoléon en önde tozu dumana katmıştı. Napoleon, who had not even been seen to walk, was at the forefront of the dust. Nice uğraş verip onca emek harcadıkları yel değirmeni yerle bir olmuş, bin bir güçlükle kırıp taşıdıkları taşlar dört bir yana dağılmıştı. The windmill, which they had put so much effort into, was destroyed, and the stones that they had been carrying with great difficulty were scattered in all directions. Dilleri tutulmuşçasına, orada öyle durmuş, çevreye saçılmış taşlara bakakalmışlardı. They stood there, speechless, staring at the scattered stones. Napoléon, ikide bir toprağı koklayarak sessizce volta atıyor, dimdik olmuş kuyruğunu hızlı hızlı iki yana sallamasına bakılırsa beyninde şimşekler çakıyordu. Napoléon paced silently, sniffing the earth every now and then, his brain flashing from the quick wagging of his upright tail. Birden, kararını vermişçesine durdu. He stopped suddenly, as if he had made up his mind.

Sesini yükseltmeden, "Yoldaşlar," dedi. “Comrades,” he said without raising his voice. "Bu işi kim yaptı biliyor musunuz? "Do you know who did this job? Geceleyin buraya gelip yel değirmenimizi yıkan düşmanın kim olduğunu biliyor musunuz?" Do you know who the enemy is who came here at night and destroyed our windmill?" Sonra birden gürledi: "Snowball! Then he suddenly roared: "Snowball! Snowball'un işi bu! That's Snowball's job! Bu hain, sırf kötülük etmek için, planlarımızı bozmak ve aşağılanarak kovuluşunun intikamını almak için, gecenin karanlığına sığınarak buraya kadar geldi ve bir yıllık emeğimizi yok etti. This traitor came all the way here in the darkness of night, just to do evil, to spoil our plans and to avenge his humiliation and expulsion, and destroyed a year of our labor. Yoldaşlar, Snowball'u şu anda idam cezasına çarptırmış bulunuyorum. Comrades, I have now sentenced Snowball to death. Ona hak ettiği cezayı veren hayvana, 'İkinci Dereceden Kahraman Hayvan' nişanı ve yarım kova elma. An insignia of 'Hero Pet of the Second Order' and half a bucket of apples to the animal who gave him the punishment he deserved. Onu sağ getirene bir kova elma!" A bucket of apples to the one who brings him alive!” Snowball'un böyle bir suç işleyebileceğini o güne kadar akıllarının ucundan bile geçirmemiş olan hayvanlar donakalmışlardı. The animals, who had never even imagined that Snowball could commit such a crime, were stunned. Öfkeyle homurdanıyorlar, bir daha gelecek olursa Snowball'u nasıl yakalayacaklarını hesaplıyorlardı. They grumbled in anger, calculating how they would catch Snowball if he ever came again. Az sonra, küçük tepenin biraz ilerisinde otlar arasında bir domuzun ayak izlerine rastlandı. A little later, the footprints of a pig were found in the grass just beyond the little hill. İzler birkaç metre sürüyor, anlaşıldığı kadarıyla çitteki bir deliğe kadar geliyordu. The tracks lasted several meters, apparently leading to a hole in the fence. Napoléon uzun uzun kokladıktan sonra izlerin Snowball'a ait olduğunu açıkladı. After a long sniff, Napoleon announced that the tracks belonged to Snowball. Snowball'un, Foxwood Çiftliği'nin bulunduğu yönden geldiğini tahmin ediyordu. He guessed that Snowball was coming from the direction of Foxwood Farm. Napoléon, ayak izlerini inceledikten sonra, "Vakit kaybetmeyelim, yoldaşlar!" "Let's not waste time, comrades," said Napoleon, after examining the footprints. diye bağırdı. he shouted. "Yapılacak çok işimiz var. “We have a lot of work to do. Bu sabahtan başlayarak yel değirmenini yeniden inşa edeceğiz. Starting this morning, we will rebuild the windmill. Kış boyunca kar çamur demeden çalışacağız. We will work throughout the winter without saying snow or mud. Bu alçak haine, bizi o kadar kolay alt edemeyeceğini göstereceğiz. We will show this traitor that he can't defeat us that easily. Aklınızdan çıkarmayın, yoldaşlar, planlarımızda en küçük bir aksama olmamalı, günü gününe uygulanmalı bütün planlar. Keep in mind, comrades, that there must not be the slightest hitch in our plans, all plans must be implemented day by day. Haydi, yoldaşlar! Come on, comrades! Yaşasın yel değirmeni! Long live the windmill! Yaşasın Hayvan Çiftliği!" Long live Animal Farm!"