083: Cervantes y Don Quijote de la Mancha. Parte 2 083: Cervantes und Don Quijote de la Mancha. Teil 2 083: Cervantes and Don Quixote de la Mancha. Part 2 083 : Cervantès et Don Quichotte de la Manche. Partie 2 083: Cervantes en Don Quichot de la Mancha. Deel 2 083: Cervantes i Don Kichot de la Mancha. Część 2 083: Сервантес и Дон Кихот Ламанчский. Часть 2 083: 拉曼查的塞萬提斯和堂吉訶德。第2部分

¡Tengo que matar a esos gigantes de delante nuestro…! I have to kill those giants in front of us ...! Önümüzdeki o devleri öldürmeliyim...!

¡Hola a todos! Soy Òscar, fundador de unlimitedspanish.com. Ben Òscar, unlimitedspanish.com'un kurucusuyum. Quiero ayudarte a hablar español fluidamente. İspanyolca'yı akıcı bir şekilde konuşmanıza yardımcı olmak istiyorum. ¡Hablar español es más fácil de lo que parece! İspanyolca konuşmak göründüğünden daha kolay! Solo tienes que usar el material y técnicas adecuadas. Sadece doğru malzeme ve teknikleri kullanmanız gerekiyor. Hoy, en este episodio…  Hoy voy a continuar con el tema de la semana pasada: Cervantes y su obra más famosa, Don Quijote de la Mancha. Bugün, bu bölümde...  Bugün geçen haftanın temasına devam edeceğim: Cervantes ve en ünlü eseri Don Kişot de la Mancha.  A continuación, vamos a practicar un poco de gramática con una pequeña lección de punto de vista.  Şimdi, bakış açısı üzerine kısa bir ders ile biraz dilbilgisi pratiği yapalım. Recuerda que puedes conseguir el texto del episodio en www.unlimitedspanish.com Perfecto, ¡empecemos! Bölümün metnine www.unlimitedspanish.com Perfecto adresinden ulaşabileceğinizi unutmayın, hadi başlayalım! Como sabes, en el episodio anterior hablé sobre Cervantes y el Quijote. Bildiğiniz gibi bir önceki bölümde Cervantes ve Don Kişot'tan bahsetmiştim. He recibido algunos mensajes preguntándome algunas cosas sobre el tema. Bana konuyla ilgili bazı sorular soran birkaç mesaj aldım. Voy a hablar un poco más sobre ello, porque creo que vale la pena. I'll talk a little more about it, because I think it's worth it. Bu konu hakkında biraz daha konuşacağım, çünkü bence buna değer. Como ya sabes, el libro de Don Quijote es muy famoso. As you already know, Don Quixote's book is very famous. Bildiğiniz gibi Don Kişot'un kitabı çok ünlüdür. De hecho, después de la Biblia, es la obra que más veces se ha publicado y traducido. Aslında İncil'den sonra en çok basılan ve tercüme edilen eserdir. Dentro del texto, aparte de la historia, también puedes encontrar varias expresiones y frases muy interesantes. Within the text, apart from the story, you can also find several very interesting expressions and phrases. Metinde, hikayenin yanı sıra, çok ilginç ifadeler ve deyimler de bulabilirsiniz. En este episodio me gustaría comentar algunas. In this episode I would like to comment some. Bu bölümde bunlardan bazılarını tartışmak istiyorum. Esta es la primera, la más conocida: En un lugar de la Mancha, de cuyo nombre no quiero acordarme… Bien, esta frase es más que conocida porque es como empieza la obra. This is the first, the best known: In a place in La Mancha, whose name I don't want to remember... Well, this sentence is more than well known because it is how the play begins. Dit is de eerste, de bekendste: op een plaats in La Mancha, wiens naam ik niet wil onthouden... Wel, deze zin is meer dan bekend, want zo begint het werk. Bu ilk ve en iyi bilineni: En un lugar de la Mancha, de cuyo nombre no quiero acordarme... Bu cümle bilinenden daha fazla çünkü oyun böyle başlıyor. Si algún día hablas con un español y mencionas esta frase, seguro que puedes hacer sonreír a quién te escucha. If some day you speak with a Spaniard and you mention this phrase, you can surely make the listener smile. Eğer bir İspanyol ile konuşursanız ve bu ifadeden bahsederseniz, dinleyiciyi kesinlikle gülümsetebilirsiniz. Vamos a ver la siguiente: Let's see the following: Bir sonrakine bakalım: Amor y deseo son dos cosas diferentes; que no todo lo que se ama se desea, ni todo lo que se desea se ama. Love and desire are two different things; that not everything that is loved is desired, nor everything that is desired is loved. Sevgi ve arzu iki farklı şeydir; sevilen her şey arzulanmaz ve arzulanan her şey de sevilmez.

Cierto ¿verdad? True right? Doğru, değil mi? Una persona puede desear algo, pero no necesariamente amarla, y al revés. A person may want something, but not necessarily love it, and vice versa. Bir kişi bir şeyi arzulayabilir ama onu sevmek zorunda değildir ya da tam tersi. Siguiente frase: Dad crédito a las obras y no a las palabras. Next sentence: Give credit to the works and not to the words. Sonraki cümle: Sözlere değil, eylemlere itibar edin. Dar crédito quiere decir creer algo. Giving credit means believing something. Kredi vermek, bir şeye inanmak anlamına gelir. Las obras, en este caso, quiere decir lo que haces. Die Arbeiten bedeuten in diesem Fall, was Sie tun. The works, in this case, means what you do. Bu durumda işler, ne yaptığınız anlamına gelir. Dicho de otra forma: Cree en lo que se hace, no en lo que se dice. In other words: Believe in what is done, not in what is said. Başka bir deyişle: Söylenene değil, yapılana inanın. Hay mucha gente que habla mucho, pero hace poco. Çok konuşan ama az iş yapan pek çok insan vardır. Por tanto, si examinas qué hace una persona en vez de lo que dice, entonces, puedes valorarla mejor. Therefore, if you examine what a person does instead of what he says, then you can evaluate it better. Dolayısıyla, bir kişinin ne söylediğinden ziyade ne yaptığını incelerseniz, onu daha iyi değerlendirebilirsiniz. Siguiente frase: ¡Oh envidia, raíz de infinitos males y carcoma de las virtudes! Nächster Satz: Oh Neid, Wurzel unendlichen Übels und Zerfall der Tugenden! Next sentence: Oh envy, root of infinite evils and decay of the virtues! Следующее предложение: О зависть, корень бесконечных зол и гниль добродетелей! Sonraki cümle: Ey sonsuz kötülüklerin kökü ve erdemlerin çürümüşlüğü olan haset! Cuando envidias a alguien, es que deseas lo que esa persona tiene o es. Wenn Sie jemanden beneiden, möchten Sie, was diese Person hat oder ist. Birini kıskandığınızda, o kişinin sahip olduğu veya olduğu şeyi istersiniz. En general, la envidia es un sentimiento negativo, por tanto, según esta expresión, envidiar a alguien es la raíz de infinitos males. In general, envy is a negative feeling, therefore, according to this expression, envying someone is the root of infinite evils. Genel olarak haset olumsuz bir duygudur, dolayısıyla bu ifadeye göre birini kıskanmak sonsuz kötülüklerin kaynağıdır. Dicho en otras palabras, la envidia es la causante de cosas malas. Başka bir deyişle, kıskançlık kötü şeylerin nedenidir. La expresión continúa con “y carcoma de las virtudes”. The expression continues with "and woodworm of the virtues." İfade "ve erdemlerin çürümüşlüğü" ile devam etmektedir. La carcoma es un insecto que se come poco a poco la madera. The woodworm is an insect that gradually eats wood. Ağaç kurdu, ahşabı yavaşça yiyip bitiren bir böcektir. Por tanto, la envidia, según la expresión, se come poco a poco las virtudes. Yani kıskançlık, deyim yerindeyse, erdemleri yavaş yavaş yiyip bitirir. Una virtud es algo bueno que puede tener alguien. Eine Tugend ist etwas Gutes, das jemand haben kann. A virtue is something good that someone can have. Erdem, bir kişinin sahip olabileceği iyi bir şeydir. Hay una frase en español bastante usada que es: “la envidia es muy mala”. İspanyolca'da sıklıkla kullanılan bir deyim vardır: "la envidia es muy mala" (kıskançlık çok kötüdür). Se dice mucho y creo que es bastante cierta. Bu çok söylenir ve bence oldukça doğrudur. A veces se dice con este tono: “la envidia es muy mala!”. Bazen bu tonda söylenir: "kıskançlık çok kötüdür". Otra frase: Confía en el tiempo, que suele dar dulces salidas a muchas amargas dificultades. Ein anderer Satz: Vertrauen in die Zeit, der vielen bitteren Schwierigkeiten gewöhnlich süße Ausgänge gibt. Another phrase: Trust in time, which usually gives sweet exits to many bitter difficulties. Nog een zin: Vertrouw op de tijd, die meestal zoete oplossingen biedt voor veel bittere problemen. Еще одна фраза: Доверьтесь времени, которое часто дает сладкие решения многих горьких трудностей. Bir başka ifade: Birçok acı zorluğa tatlı çözümler sunan zamana güvenin. Esta frase es bastante interesante. This phrase is quite interesting. Bu cümle oldukça ilginç. En esencia, quiere decir que, si eres paciente, el tiempo te puede dar una salida, es decir, una solución a casi cualquier dificultad. In essence, it means that, if you are patient, time can give you a way out, that is, a solution to almost any difficulty. Özünde, eğer sabırlı olursanız, zamanın size bir çıkış yolu, yani neredeyse her zorluğa bir çözüm sunabileceği anlamına gelir. También sugiere que es necesario perseverar. It also suggests that it is necessary to persevere. Aynı zamanda azmin gerekli olduğunu da göstermektedir. Es decir, continuar luchando para conseguir algo. That is, continue fighting to achieve something. Yani, bir şeyi başarmak için mücadele etmeye devam etmek. En español hay una frase bastante usada que es “el tiempo lo cura todo”. İspanyolcada sıklıkla kullanılan bir deyim vardır: "el tiempo lo cura todo" (zaman her şeyi iyileştirir). Esto quiere decir que no importa lo mala que sea tu situación, el tiempo va a mejorarla. This means that no matter how bad your situation is, time will improve it. Bu, durumunuz ne kadar kötü olursa olsun, zamanın onu iyileştireceği anlamına gelir. Siguiente expresión: Cada uno es artífice de su aventura. Next expression: Each one is the architect of his adventure. Sonraki ifade: Herkes kendi macerasının mimarıdır. Esta bella frase quiere decir que somos responsables de lo que nos pasa. This beautiful phrase means that we are responsible for what happens to us. Bu güzel ifade, başımıza gelenlerden bizim sorumlu olduğumuz anlamına gelir. La palabra “artífice” quiere decir autor, el causante de alguna cosa. "Artificer" kelimesi yazar, bir şeyin nedeni anlamına gelir. Vamos a la siguiente: ¿No sabes tú que no es valentía la temeridad? Gehen wir zum nächsten: Wissen Sie nicht, dass Mut nicht Tapferkeit ist? Let's go to the next: Do not you know that bravery is not courage? Laten we naar de volgende gaan: Weet je niet dat roekeloosheid geen moed is? Давайте перейдем к следующему: Разве вы не знаете, что безрассудство - это не храбрость? Bir sonrakine geçelim: Pervasızlığın cesaret olmadığını bilmiyor musunuz? En esta expresión, tenemos dos conceptos: valentía valentía y temeridad. In diesem Ausdruck haben wir zwei Begriffe: Mut, Mut und Rücksichtslosigkeit. Bu ifadede iki kavramımız var: cesaret, yiğitlik ve pervasızlık.

¿Y cuál es la diferencia? Aradaki fark nedir? Bueno, pues alguien que es valiente tiene miedo pero es capaz de enfrentase a él. Nun, jemand, der mutig ist, hat Angst, kann sich aber ihm stellen. Well, someone who is brave is afraid but is able to confront him. Cesur birinin korkusu vardır ama bununla yüzleşebilir. En cambio, el temerario no es capaz de ver el peligro ni sus consecuencias. Andererseits kann der Draufgänger die Gefahr oder ihre Folgen nicht erkennen. Öte yandan, umursamaz kişi tehlikeyi ve sonuçlarını göremez. Por ejemplo, si quieres aprender el subjuntivo estudiando gramática formal, eso es temerario. Wenn Sie zum Beispiel den Konjunktiv durch Lernen der formalen Grammatik erlernen möchten, ist das rücksichtslos. Örneğin, dilek kipini resmi dilbilgisi çalışarak öğrenmek istiyorsanız, bu aptalca olur. Si lo quieres hacer con alguno de mis cursos, eso es valiente e inteligente. Wenn Sie es mit einem meiner Kurse machen möchten, ist das mutig und intelligent. Bunu benim kurslarımdan biriyle yapmak istiyorsanız, bu cesurca ve akıllıca. Bien…Otro ejemplo más imparcial. Nun, ein weiteres unparteiisches Beispiel. Şey... Daha tarafsız bir başka örnek. Como suele pasar, los jóvenes, que ven menos los peligros, son más temerarios que las personas mayores. Wie oft sind junge Menschen, die weniger von den Gefahren sehen, rücksichtsloser als ältere Menschen. As is often the case, young people, who see danger less, are more reckless than older people. Zoals vaak zijn jongeren, die het gevaar minder zien, roekelozer dan ouderen. Çoğu zaman olduğu gibi, daha az tehlike gören gençler, yaşlılara göre daha dikkatsiz davranmaktadır. Bueno, ahora ya sabes la diferencia entre valiente temerario :) Otra expresión: Donde una puerta se cierra, otra se abre. Nun, du kennst jetzt den Unterschied zwischen furchtlosem Mutigem :) Ein weiterer Ausdruck: Wo sich eine Tür schließt, öffnet sich eine andere. Artık cesur gözüpek arasındaki farkı biliyorsunuz :) Başka bir deyiş: Bir kapının kapandığı yerde, başka bir kapı açılır. Me gusta mucho esta expresión. Bu ifade çok hoşuma gitti. Básicamente se intenta consolar a alguien que ha tenido o tiene un problema. Im Grunde versuchen Sie jemanden zu trösten, der ein Problem hatte oder hat. Basically you try to comfort someone who has had or has a problem. Temel olarak, bir sorun yaşamış ya da yaşamakta olan birini rahatlatma girişimidir. Es una manera de decir que después de un problema, viene una oportunidad. Es ist eine Art zu sagen, dass nach einem Problem eine Chance entsteht. Bu, bir sorunun ardından bir fırsatın geldiğini söylemenin bir yoludur. Otra frase: El que lee mucho y anda mucho, ve mucho y sabe mucho. Noch ein Satz: Wer viel liest und viel geht, sieht viel und weiß viel. Another phrase: He who reads a lot and walks a lot, sees a lot and knows a lot. Başka bir ifade: Çok okuyan ve çok yürüyen, çok görür ve çok bilir. Fantástica expresión. Harika bir ifade. En una sola frase se describen las dos fuentes de conocimiento que tenemos: El conocimiento que proviene de la teoría (los libros), y el que proviene de la experiencia (el que anda). In einem einzigen Satz werden die zwei Quellen des Wissens beschrieben, die wir haben: Das Wissen, das aus der Theorie (den Büchern) stammt, und das Wissen, das aus der Erfahrung (dem Wandern) stammt. In a single sentence the two sources of knowledge that we have are described: The knowledge that comes from the theory (the books), and the knowledge that comes from the experience (the one that walks). Tek bir cümle sahip olduğumuz iki bilgi kaynağını tanımlar: Teoriden gelen bilgi (kitaplar) ve deneyimden gelen bilgi (yürüyüş). Vamos a ver la última expresión de hoy: Amistades que son ciertas nadie las puede turbar. Sehen wir uns den letzten Ausdruck von heute an: Freundschaften, die wahr sind, können sie nicht stören. Let's see the last expression of today: Friendships that are true nobody can disturb them. Давайте посмотрим на последнее выражение сегодняшнего дня: Дружбу, которая верна, никто не может нарушить. Bugünün son ifadesine bakalım: Gerçek olan dostlukları kimse bozamaz. En esta expresión el autor describe la amistad verdadera. Bu ifadede yazar gerçek dostluğu anlatmaktadır. Turbar quiere decir alterar. Turbar bedeutet zu ändern. Turbar means to alter. Bozmak, değiştirmek anlamına gelir. Lo que dice esta expresión es que cuando hay una amistad verdadera entre dos personas, una tercera persona no puede alterarla. Bu ifadenin söylediği şey, iki kişi arasında gerçek bir dostluk olduğunda, üçüncü bir kişinin bunu değiştiremeyeceğidir. ¡Bueno, pues todas estas expresiones las puedes encontrar en la obra del Quijote! İşte tüm bu ifadeleri Don Kişot'un eserinde bulabilirsiniz! ¿Interesante, verdad? İlginç, değil mi? PUNTO DE VISTA (mejora tu gramática) Perfecto, ahora… ¿Qué te parece hacer un nuevo Punto de Vista? POINT OF VIEW (improve your grammar) Perfect, now ... What do you think of making a new Point of View? BAKIŞ AÇISI (dilbilginizi geliştirin) Mükemmel, şimdi... Yeni bir Bakış Açısı oluşturmaya ne dersiniz? Este tipo de lección te ayuda a ver cómo cambia la gramática cuando cambiamos el tiempo verbal. This type of lesson helps you see how the grammar changes when we change the verb tense. Bu tür bir ders, fiil zamanını değiştirdiğimizde dilbilgisinin nasıl değiştiğini görmenize yardımcı olur. Es muy fácil. Bu çok kolay. Yo te cuento una pequeña historia más de una vez. I tell you a little story more than once. Size birden fazla kez küçük bir hikaye anlattım. Cada vez cambio algo de la historia para que puedas comprobar cómo cambia la gramática. Every time I change something in the story so you can check how the grammar changes. Her seferinde hikayedeki bir şeyi değiştiriyorum, böylece dilbilgisinin nasıl değiştiğini görebilirsiniz. All rights reserved 2014-17 www.unlimitedspanish.com 4 Hoy vamos a rescatar la historia del último episodio. Alle rechten voorbehouden 2014-17 www.unlimitedspanish.com 4 Vandaag gaan we het verhaal van de laatste aflevering redden. Tüm hakları saklıdır 2014-17 www.unlimitedspanish.com 4 Bugün son bölümün hikayesini kurtaracağız. ¿Te acuerdas? You remember? Hatırlıyor musun? Los molinos, los gigantes, etc. Yel değirmenleri, devler, vs. Es una buena historia para utilizarla aquí con los Puntos de Vista. Burada Bakış Açıları ile birlikte kullanmak için iyi bir hikaye. Solo tienes que escuchar. Sadece dinlemelisin. Primero voy a contar la historia en tercera persona, pasado: En aquel campo, los dos amigos descubrieron treinta o cuarenta molinos de viento. Önce hikâyeyi üçüncü şahıs ağzından, geçmiş zamanda anlatacağım: O tarlada iki arkadaş otuz kırk tane yel değirmeni keşfetmişler. Cuando Don Quijote los vio, dijo a su escudero que el destino los había guiado hasta allí para luchar contra esos gigantes. Als Don Quijote sie sah, erzählte er seinem Gutsherrn, dass das Schicksal sie dort geführt habe, um gegen diese Giganten zu kämpfen. When Don Quixote saw them, he told his squire that fate had guided them there to fight against those giants. Don Kişot onları gördüğünde, yaverine kaderin onları o devlerle savaşmak için oraya götürdüğünü söyledi. Sancho Panza no entendía por qué su señor hablaba de gigantes. Sancho Panza, efendisinin neden devlerden bahsettiğini anlamamıştı. Don Quijote señaló con su lanza a los molinos de viento y dijo: “Esos gigantes”. Don Kişot mızrağını yel değirmenlerine doğrulttu ve şöyle dedi: "Şu devler". El pobre Sancho Panza intentó convencer a su señor que aquello no eran gigantes, sino simples molinos, pero Don Quijote le contestó: “Parece que no estás acostumbrado a este tipo de aventuras. Der arme Sancho Panza versuchte, seinen Meister davon zu überzeugen, dass es sich nicht um Riesen handelte, sondern um einfache Mühlen, aber Don Quixote antwortete: "Es scheint, dass Sie an diese Art von Abenteuer nicht gewöhnt sind. Poor Sancho Panza tried to convince his master that these were not giants, but just windmills, but Don Quixote replied: “It seems that you are not used to this type of adventure. Zavallı Sancho Panza efendisini onların dev değil, sadece yel değirmenleri olduğuna ikna etmeye çalıştı, ama Don Kişot şöyle cevap verdi: "Görünüşe göre bu tür maceralara alışık değilsiniz. Ellos son gigantes, y si tienes miedo, quédate aquí y reza por mí. Sie sind Riesen, und wenn Sie Angst haben, bleiben Sie hier und beten Sie für mich. They are giants, and if you are afraid, stay here and pray for me. Onlar devler ve eğer korkuyorsanız, burada kalın ve benim için dua edin. Y diciendo eso, Don Quijote se dirigió con su caballo a toda velocidad a atacar a esos molinos de viento, que en la mente de Don Quijote, eran gigantes, seres extraordinarios. Und Don Quijote sagte, dass er mit seinem Pferd auf Hochtouren ging, um diese Windmühlen anzugreifen, die im Geiste Don Quixotes Riesen waren, außergewöhnliche Wesen. Ve böylece Don Kişot, Don Kişot'un zihninde devler, olağanüstü varlıklar olan yel değirmenlerine saldırmak için atıyla son sürat yola koyuldu. Ahora vamos a verlo desde el punto de vista de Sancho Pancha: En aquel campo, yo y mi señor descubrimos  treinta o cuarenta molinos de viento. Şimdi de Sancho Pancha'nın bakış açısından bakalım: O tarlada ben ve ustam otuz ya da kırk yel değirmeni keşfettik. Cuando mi señor los vio, me dijo que el destino nos había guiado hasta allí para luchar contra unos gigantes. Ustam onları gördüğünde, kaderin bizi oraya devlerle savaşmaya götürdüğünü söyledi. Yo no entendía por qué mi señor me hablaba de gigantes. Ustamın benimle neden devler hakkında konuştuğunu anlamıyordum. Él señaló con su lanza a los molinos de viento y dijo: “Esos gigantes”. Mızrağını yel değirmenlerine doğrulttu ve şöyle dedi: "Şu devler". Creo que mi señor no me paga suficiente para este tipo de locuras, pero continúo mi historia: Yo intenté convencerle que aquello no eran gigantes, sino simples molinos, pero mi señor me dijo que no estaba acostumbrado a ese tipo de aventuras. Ich glaube, mein Herr bezahlt mir nicht genug für diese Art von Wahnsinn, aber ich führe meine Geschichte fort: Ich habe versucht, ihn davon zu überzeugen, dass es sich nicht um Riesen handelt, sondern um einfache Mühlen. I think my lord does not pay me enough for this kind of madness, but I continue my story: I tried to convince him that these were not giants, but simple mills, but my lord told me that he was not used to that type of adventure. Sanırım ustam bu tür bir çılgınlık için bana yeterince ödeme yapmıyor, ama hikayeme devam ediyorum: Onu dev olmadıklarına, basit yel değirmenleri olduklarına ikna etmeye çalıştım, ama ustam bana bu tür maceralara alışık olmadığını söyledi. Me aseguró que los molinos eran gigantes y que si tenía miedo, que me quedara y que rezara por él. He assured me that the mills were gigantic and that if I was afraid, I would stay and pray for him. Bana yel değirmenlerinin dev olduğunu ve korkarsam kalıp onun için dua etmemi söyledi. Y diciendo eso, mi señor se dirigió con su caballo a toda velocidad a atacar a esos molinos de viento, que en su mente, eran gigantes, seres extraordinarios. Ve böyle diyerek lordum, zihninde devler, olağanüstü varlıklar olan yel değirmenlerine saldırmak için atını son sürat sürdü. ¡Pobre señor mío, loco y temerario! Benim zavallı, aptal, umursamaz adamım! Ahora vamos a verlo desde el punto de vista de los molinos. Şimdi olaya değirmenler açısından bakalım. Imagínate que en realidad hay un gigante y que puede ver y escuchar todo. Gerçekten bir dev olduğunu ve onun her şeyi görüp duyabildiğini hayal edin. Voy a cambiar un poco el punto de vista para hacerlo más divertido :) Daha eğlenceli hale getirmek için bakış açısını biraz değiştireceğim :) Estaba en el campo, con mis amigos gigantes, cuando vi a un caballero y a su escudero hablando. Bir şövalye ve yaverini konuşurken gördüğümde, dev arkadaşlarımla birlikte tarladaydım.

Oí que el caballero decía que el destino los había guiado allí para luchar contra nosotros. Beyefendinin, kaderin onları bizimle savaşmaları için oraya yönlendirdiğini söylediğini duydum. ¡Qué loco! Ne kadar çılgınca! Parecía que su escudero no entendía por qué su señor le hablaba de gigantes. Yaverinin, efendisinin neden devlerden bahsettiğini anlamadığı anlaşılıyordu. Entonces, el caballero me señaló con su lanza y dijo: “Esos gigantes”. Sonra şövalye mızrağını bana doğrulttu ve şöyle dedi: "Şu devler". El escudero de aquel loco caballero puso una cara de asombro. Der Gutsherr dieses verrückten Herrn wirkte erstaunt. O çılgın şövalyenin yaveri şaşkın bir yüz ifadesi takındı. No entendía nada. Hiçbir şey anlamadım. Intentó convencer a su señor que nosotros no eramos gigantes, sino simples molinos. Efendisini bizim dev olmadığımıza, sadece yel değirmeni olduğumuza ikna etmeye çalıştı. El escudero me ofendió porque, aunque parezca un molino, con un poco de imaginación puedo ser un gigante. Der Knappe hat mich beleidigt, denn obwohl es wie eine Mühle aussieht, kann ich mit etwas Phantasie ein Riese sein. Efendi beni gücendirdi çünkü yel değirmenine benzesem de biraz hayal gücüyle bir dev olabilirim. El caballero le dijo a su escudero que no estaba acostumbrado a este tipo de aventuras y que si tenía miedo de nosotros, que se quedara en el lugar y rezara. The knight told his squire that he was not used to this kind of adventure and that if he was afraid of us, to stay where he was and pray. Şövalye yaverine bu tür maceralara alışık olmadığını ve bizden korkuyorsa yerinde kalıp dua etmesi gerektiğini söyledi. Y diciendo eso, el loco caballero se dirigió con su caballo a toda velocidad a atacarnos. Deli şövalye böyle söyleyerek bize saldırmak için atını son sürat sürdü. Ese caballero no sabía que nosotros, los gigantes o molinos, somos pacíficos y no queremos problemas…¡Qué loco y temerario! That gentleman didn't know that we, the giants or windmills, are peaceful and don't want problems… How crazy and reckless! O beyefendi, biz devlerin ya da değirmenlerin barışçıl olduğumuzu ve sorun istemediğimizi bilmiyordu... Ne çılgın ve pervasız bir adam! ¡Muy bien! Çok iyi! Gracias señor gigante por grabar esta parte. Bu bölümü kaydettiğiniz için teşekkürler Bay Giant. Ahora parece más realista. Şimdi daha gerçekçi görünüyor. ¡Un saludo! Saygılarımla! Bien, estamos llegando al final del episodio. Evet, bölümün sonuna geliyoruz. Antes de acabar, me gustaría recomendarte un curso que utiliza este tipo de técnicas. Before finishing, I would like to recommend a course that uses these types of techniques. Sözlerimi bitirmeden önce, bu teknikleri kullanan bir kurs önermek istiyorum. Es el Curso Mágico. Bu Sihir Kursu. Practicarás el subjuntivo y otros muchos tiempos verbales. Dilek kipi ve diğer birçok fiil zamanını uygulayacaksınız. Son más de 8 horas de audio. 8 saatten fazla ses var. Puedes conseguirlo en: www.cursomagico.com Repito: www.cursomagico.com De acuerdo. Şu adresten edinebilirsiniz: www.cursomagico.com Tekrar ediyorum: www.cursomagico.com Tamam. Esto es todo para este episodio. Bu bölümlük bu kadar. Nos vemos la semana que viene, ¿de acuerdo? Haftaya görüşürüz, tamam mı? ¡Un saludo bien grande! Saygılarımla!