×

Wir verwenden Cookies, um LingQ zu verbessern. Mit dem Besuch der Seite erklärst du dich einverstanden mit unseren Cookie-Richtlinien.


image

Baha's Stories, TÜRKİYE'DE MÜZİSYEN OLMAK

TÜRKİYE'DE MÜZİSYEN OLMAK

Yaşayan en meşhur Türk müzisyen Fazıl Say'dır. O, küçük yaşlarda piyano çalmaya başladı. Dünyada sayısız yerde konser verdi.

O, piyano çalarken kendinden geçiyor. Onun babası müzik üzerine birçok kitap yazdı.

Batı müziği, Osmanlı'nın son devirlerinde Osmanlı müziğine etki etmeye başladı.

O dönemlerde müzisyenlerin büyük çoğunluğu gayrimüslimdi. Müslüman müzisyenler de genellikle dini kurumlarda yetişiyorlardı.

Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk, Türkiye'yi çağdaşlaştırma çabaları kapsamında bazı genç müzisyenlerin Avrupa'ya müzik eğitimi almak için gönderilmesini istedi.

Ankara'da opera binası açıldı. Opera eğitimi almak için Avrupa'ya öğrenciler gönderildi. En meşhur Türk opera sanatçısı Leyla Gencer'dir.

80'lerden itibaren Türk müziğinde büyük bir değişim görüldü. O dönemde Türk ekonomisi dünya pazarına uyumlu hâle getirilmeye çalışılıyordu.

İthalat kolaylaştırıldı. Böylece ülkeye yeni müzik aletleri getirmek daha kolay oldu. Hollywood filmlerinden etkilenen gençler Batı müziğine ilgi duymaya başladılar. Birçok rock, caz, blues grupları kuruldu.

Müzik her zaman Türklerin yaşamında olmuştur. Bazı radikal dinciler müziğe karşı çıkarlar. Müziği haram olarak görürler. Ancak onların sayısı çok az.

Anadolu halkı türkü dinlemeyi sever. Türkülerin sözlerinin yazarı belli değildir. Anonimdir. Onlar Anadolu halkının acılarını, sevinçlerini yansıtır.

İbrahim Tatlıses, Ortadoğu'daki en popüler Türk şarkıcıdır. O, milletvekili olmak istiyordu.

Ancak onu eskiden kavga ettiği bir adam, kafasından silahla vurdu. Ölmedi, hâlâ yaşıyor. Ama vücudunun yarısı felç. Artık şarkı söyleyemiyor.

Türküler genellikle saz çalınarak söylenir. Anadolu'da birçok köyde saz çalan âşıklar bulunur. Aleviler için müziğin dinsel bir yönü de vardır.

Onlar ibadetlerini saz eşliğinde yaparlar. O müzik aleti olmadan ibadet yapamazlar. Bu yüzden çocuklarını küçük yaştan itibaren bu aleti iyi çalabilmeleri için eğitirler.

90'lardan itibaren pop müziğin etkisi arttı. Pop şarkılar genellikle kısa bir süre için etki yaratıyorlar. Özellikle genç Türkler pop müzik dinlemeyi seviyorlar.

Lady Gaga, Eminem gibi Amerikan sanatçıları dinlemeyi tercih ediyorlar. En çok sevilen pop şarkıcı olan Tarkan'ı Türkiye dışında Balkanlar'daki pek çok insan da tanır.

Yaşlı ve eğitimli kesim Türk Sanat Müziği dinlemeyi sever. O tarz müziğe Türk klasik müziği diyebiliriz. Sanat müziği piyasasında hiyerarşi vardır.

Yani pop sanatçısı gibi bir anda sahneye çıkamazsınız. İyi ve zorlu bir eğitim almanız gerekir. Maalesef bu müzik artık eskisi kadar popüler değil. Gençler pek dinlemiyorlar.

2000'lerden itibaren rap müziğin etkisi artmaya başladı. Özellikle gecekondularda yaşayan gençler bu müziği icra ediyorlar.

Hayatlarındaki dertleri, sıkıntıları, mutsuzlukları bu müzik aracılığıyla diğer insanlara aktarıyorlar. En meşhur rap sanatçıları Ceza, Sagopa Kajmer ve Ezhel'dir.

Eskiden müzisyenlerin ünlü olması zordu. Kaset çıkarmaları gerekiyordu. İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte bu durum değişti.

Türkler kayıtlarını artık youtube'dan, instagram'dan vs. paylaşıyorlar.

TRT, muhalif şarkıcıların şarkılarını yayımlamıyor. Orada da sansür var. Futbolcular gibi bazı şarkıcılar da milletvekili oluyorlar.

Çünkü bazı Türkler sevdikleri şarkıcılara seçimlerde düşünmeden oy verirler.

Learn languages from TV shows, movies, news, articles and more! Try LingQ for FREE

TÜRKİYE'DE MÜZİSYEN OLMAK |Being a musician| أن تكون موسيقيًا في تركيا MUSIKER SEIN IN DER TÜRKEI ΝΑ ΕΊΣΑΙ ΜΟΥΣΙΚΌΣ ΣΤΗΝ ΤΟΥΡΚΊΑ BECOME A MUSICIAN IN TURKEY SER MÚSICO EN TURQUÍA ÊTRE MUSICIEN EN TURQUIE SER MÚSICO NA TURQUIA СТАТЬ МУЗЫКАНТОМ В ТУРЦИИ ATT VARA MUSIKER I TURKIET 在土耳其成为一名音乐家

Yaşayan en meşhur Türk müzisyen Fazıl Say'dır. |||||Fazıl|c'est ||famous||musician|Fazıl Say|is considered |||||Fazıl Say|ist أشهر موسيقي تركي حي هو فاضل ساي. Der berühmteste lebende türkische Musiker ist Fazıl Say. Fazıl Say is the most famous Turkish musician living. Самый известный из ныне живущих турецких музыкантов – Фазиль Сай. O, küçük yaşlarda piyano çalmaya başladı. ||||à jouer| ||at a young|piano|playing| بدأ العزف على البيانو في سن مبكرة. Schon in jungen Jahren begann er mit dem Klavierspiel. He started playing the piano at a young age. Он начал играть на фортепиано в раннем возрасте. Dünyada sayısız yerde konser verdi. |||concert| وقدم حفلات موسيقية في أماكن لا حصر لها حول العالم. Er gab Konzerte an unzähligen Orten auf der ganzen Welt. He gave concerts in numerous places around the world. Он давал концерты в бесчисленных местах по всему миру.

O, piyano çalarken kendinden geçiyor. ||en jouant|elle-même| ||while playing|loses himself| ||beim Klaviers|in sich|verliert sich ينجرف أثناء العزف على البيانو. Er ist ekstatisch, wenn er auf dem Klavier spielt. He gets ecstatic while playing the piano. Onun babası müzik üzerine birçok kitap yazdı. |||on||| كتب والده العديد من الكتب عن الموسيقى. Sein Vater schrieb viele Bücher über Musik. His father wrote many books on music. Его отец написал много книг о музыке.

Batı müziği, Osmanlı'nın son devirlerinde Osmanlı müziğine etki etmeye başladı. ||||époques finales||musique||| West||||final periods||to Ottoman music|influence|| ||||in den letzten Zeiten||der Musik|Einfluss|| بدأت الموسيقى الغربية بالتأثير على الموسيقى العثمانية في الفترات الأخيرة للدولة العثمانية. Die westliche Musik begann die osmanische Musik in den letzten Perioden des Osmanischen Reiches zu beeinflussen. Western music began to influence Ottoman music in the last periods of the Ottoman Empire. Западная музыка начала оказывать влияние на османскую музыку в последние периоды существования Османской империи.

O dönemlerde müzisyenlerin büyük çoğunluğu gayrimüslimdi. ||des musiciens|||non-musulman ||the musicians||the majority|non-Muslim ||der Musiker|||nicht-muslimisch في ذلك الوقت، كان غالبية الموسيقيين من غير المسلمين. Zu dieser Zeit waren die meisten Musiker Nicht-Muslime. The vast majority of musicians at that time were non-Muslim. Большинство музыкантов в то время были немусульманами. Müslüman müzisyenler de genellikle dini kurumlarda yetişiyorlardı. ||||||ils se formaient Muslim|Musiker|||||wuchsen auf |Muslim musicians||||institutions|were being trained كما تم تدريب الموسيقيين المسلمين بشكل عام في المؤسسات الدينية. Muslimische Musiker wurden häufig in religiösen Einrichtungen ausgebildet. Muslim musicians were also often raised in religious institutions. Мусульманские музыканты также обучались в религиозных учреждениях.

Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk, Türkiye'yi çağdaşlaştırma çabaları kapsamında bazı genç müzisyenlerin Avrupa'ya müzik eğitimi almak için gönderilmesini istedi. |||||modernisation|efforts|dans le cadre|||||||||l'envoi| |after it was established||||modernization|efforts|within the scope||||||music education|||"to be sent"| |||||Modernisierung|Bemühungen|im Rahmen|||||||||sending| بعد تأسيس الجمهورية، أراد أتاتورك إرسال بعض الموسيقيين الشباب إلى أوروبا لتلقي تعليم الموسيقى كجزء من جهوده لتحديث تركيا. Nach der Gründung der Republik forderte Atatürk im Rahmen seiner Bemühungen um die Modernisierung der Türkei, dass einige junge Musiker zum Musikstudium nach Europa geschickt werden. After Ataturk founded the Republic, some of the young musicians as part of efforts to modernize Turkey asked to be sent to Europe to receive music education. После создания республики Ататюрк потребовал, чтобы несколько молодых музыкантов были отправлены в Европу для изучения музыки в рамках его усилий по модернизации Турции.

Ankara'da opera binası açıldı. |Opernhaus|das Opernhaus| |opera house|opera house| تم افتتاح دار الأوبرا في أنقرة. In Ankara wurde ein Opernhaus eröffnet. The opera house was opened in Ankara. Opera eğitimi almak için Avrupa'ya öğrenciler gönderildi. Opernausbildung|||||| ||||||sent تم إرسال الطلاب إلى أوروبا لدراسة الأوبرا. Studenten wurden zum Opernstudium nach Europa geschickt. Students were sent to Europe to study opera. Студентов отправили в Европу изучать оперу. En meşhur Türk opera sanatçısı Leyla Gencer'dir. ||||artiste||C'est Gencer |||Opernsängerin|||ist ||||opera singer||is Gencer أشهر مغنية الأوبرا التركية هي ليلى جينسر. Die berühmteste türkische Opernsängerin ist Leyla Gencer. The most famous Turkish opera singer is Leyla Gencer. Самая известная турецкая оперная певица - Лейла Генчер.

80'lerden itibaren Türk müziğinde büyük bir değişim görüldü. |||la musique turque|||| |||"in music"|||change|was seen |||in der Musik|||Veränderung|wurde gesehen لقد حدث تغيير كبير في الموسيقى التركية منذ الثمانينات. Ab den 80er Jahren erlebte die türkische Musik einen großen Wandel. A big change has been seen in Turkish music since the 80s. از دهه 80 میلادی تغییر بزرگی در موسیقی ترکیه دیده شده است. С 80-х годов в турецкой музыке произошли большие изменения. O dönemde Türk ekonomisi dünya pazarına uyumlu hâle getirilmeye çalışılıyordu. |||||marché|harmonious||be brought|on travaillait |||economy||world market|compatible with|suitable condition|being adapted|was being attempted |||||Weltmarkt|anpassungsfähig||angepasst|wurde gearbeitet في ذلك الوقت، كان الاقتصاد التركي يحاول التوافق مع السوق العالمية. Zu dieser Zeit wurde die türkische Wirtschaft mit dem Weltmarkt harmonisiert. At that time, the Turkish economy was trying to be compatible with the world market. در آن زمان تلاش می شد اقتصاد ترکیه با بازار جهانی هماهنگ شود. В то время турецкую экономику пытались привести в соответствие с мировым рынком.

İthalat kolaylaştırıldı. |facilitated Import|wurde erleichtert import|facilitated أصبحت الواردات أسهل. Die Einfuhren wurden erleichtert. Import is made easy. واردات آسان شد Импорт стал проще. Böylece ülkeye yeni müzik aletleri getirmek daha kolay oldu. ||||instruments|||| ||||musical instruments|||| ||||Instrumente|||| وهكذا أصبح من الأسهل جلب آلات موسيقية جديدة إلى البلاد. So war es einfacher, neue Musikinstrumente ins Land zu bringen. Thus, it was easier to bring new musical instruments to the country. این امر باعث شد تا بتوان آلات موسیقی جدید را به کشور آورد. Это облегчило привоз в страну новых музыкальных инструментов. Hollywood filmlerinden etkilenen gençler Batı müziğine ilgi duymaya başladılar. Hollywood|films|and influenced|||||| Hollywood films|"from the movies"|influenced by|||||be interested in| Hollywood|Filme|beeinflussten|||||| أصبح الشباب المتأثر بأفلام هوليود مهتمين بالموسيقى الغربية. Junge Menschen interessierten sich unter dem Einfluss von Hollywood-Filmen für westliche Musik. Young people influenced by Hollywood movies started to be interested in Western music. جوانان متاثر از فیلم های هالیوودی به موسیقی غربی علاقه مند شدند. Молодые люди под влиянием голливудских фильмов заинтересовались западной музыкой. Birçok rock, caz, blues grupları kuruldu. ||jazz|blues|| |rock|jazz|blues music|groups|was formed |||Blues|| تم إنشاء العديد من فرق الروك والجاز والبلوز. Many rock, jazz, blues bands were formed. بسیاری از گروه های راک، جاز و بلوز تشکیل شد. Было создано множество рок-, джаз- и блюз-групп.

Müzik her zaman Türklerin yaşamında olmuştur. ||||Leben| ||||"in their lives"| كانت الموسيقى دائمًا في حياة الأتراك. Die Musik hat das Leben der Türken schon immer begleitet. Music has always been in the life of the Turks. موسیقی همیشه در زندگی ترک ها بوده است. Музыка всегда была в жизни турок. Bazı radikal dinciler müziğe karşı çıkarlar. ||religieux radicaux|à la musique|| |radikale|die Radikalen|der Musik|| |radical|religious extremists|to music|| بعض المتطرفين الدينيين يعارضون الموسيقى. Einige religiöse Fundamentalisten lehnen Musik ab. Some radical religionists oppose music. Некоторые радикалы выступают против музыки. Müziği haram olarak görürler. |interdit|| |forbidden||consider it |verboten|| يرون الموسيقى حرام. Sie betrachten Musik als haram. They see music as haram. Они считают музыку харамом. Ancak onların sayısı çok az. ||Anzahl|| ||number|| ومع ذلك، فإن عددهم صغير جدا. Aber ihre Zahl ist sehr gering. However, their number is very low. Но их число очень невелико.

Anadolu halkı türkü dinlemeyi sever. ||folk song|| |people||| يحب شعب الأناضول الاستماع إلى الأغاني الشعبية. Die Anatolier lieben es, Volkslieder zu hören. Anatolian people like to listen to folk songs. Анатолийцы любят слушать народные песни. Türkülerin sözlerinin yazarı belli değildir. Les chansons|des chansons||| folk songs|of the lyrics|author|is known| der Lieder|der Liedertexte||bekannt| مؤلف كلمات الأغاني الشعبية غير معروف. Der Autor der Texte der Volkslieder ist nicht bekannt. The author of the lyrics of the folk songs is not certain. Автор слов народных песен неизвестен. Anonimdir. anonyme Is anonymous. ist anonym إنه مجهول. By Anonymous. Аноним Onlar Anadolu halkının acılarını, sevinçlerini yansıtır. |||souffrances|joies| ||the people of Anatolia|their sorrows|their joys|reflects |||Schmerzen|Freuden|reflect إنها تعكس ألم وفرح شعب الأناضول. Sie spiegeln die Sorgen und Freuden des anatolischen Volkes wider. They reflect the pain and joy of the Anatolian people. Они отражают боль и радость анатолийского народа.

İbrahim Tatlıses, Ortadoğu'daki en popüler Türk şarkıcıdır. |Tatlıses|||||est chanteur İbrahim|Tatlıses|||||ist Sänger |Tatlıses|in the Middle East||popular||is a singer إبراهيم تاتليسس هو المغني التركي الأكثر شعبية في الشرق الأوسط. Ibrahim Tatlıses ist der beliebteste türkische Sänger im Nahen Osten. İbrahim Tatlıses is the most popular Turkish singer in the Middle East. O, milletvekili olmak istiyordu. |Abgeordneter|| |member of parliament|| كان يريد أن يصبح عضوا في البرلمان. Er wollte Abgeordneter werden. He wanted to be a deputy. Он хотел быть депутатом.

Ancak onu eskiden kavga ettiği bir adam, kafasından silahla vurdu. |||bagarre||||tête|avec une arme| |||fight||||in the head|with a gun|shot |||||||am Kopf||schoss لكن رجلاً تشاجر معه قديماً أطلق عليه النار في رأسه بمسدس. Doch ein Mann, mit dem er früher gekämpft hatte, schoss ihm mit einer Pistole in den Kopf. However, a man who used to quarrel struck him with a gun in his head. Однако мужчина, с которым она дралась, выстрелил ей в голову из пистолета. Ölmedi, hâlâ yaşıyor. Didn't die|| إنه لم يمت، فهو لا يزال على قيد الحياة. Er ist nicht tot, er ist noch am Leben. He's not dead, he's still alive. Он не умер, он еще жив. Ama vücudunun yarısı felç. |de ton corps|half|paralysé |his body|half|paralyzed |||Lähmung لكن نصف جسده مشلول. Aber sein halber Körper ist gelähmt. But half of his body is paralyzed. Но половина его тела парализована. Artık şarkı söyleyemiyor. ||ne peut plus chanter ||can't sing anymore ||nicht mehr singen لا يستطيع الغناء بعد الآن. Sie kann nicht mehr singen. He can't sing anymore. Она больше не может петь.

Türküler genellikle saz çalınarak söylenir. chansons folkloriques||luth|en jouant| Folk songs||musical instrument|by being played|sung Lieder||Saiteninstrument|mit dem Saz spielen| عادة ما يتم غناء الأغاني الشعبية من خلال العزف على الساز. Volkslieder werden in der Regel durch das Spielen der Saz gesungen. The folk songs are usually performed by playing the saz. Народные песни обычно поются под игру на сазе. Anadolu'da birçok köyde saz çalan âşıklar bulunur. |||Laute||Dichter| in Anatolia|||stringed instrument|playing|minstrels| ||||joueurs de saz|troubadours| هناك منشدون يعزفون الساز في العديد من قرى الأناضول. In vielen Dörfern Anatoliens gibt es Minnesänger, die Saz spielen. There are lovers playing instruments in many villages in Anatolia. Во многих деревнях Анатолии есть менестрели, играющие на сазе. Aleviler için müziğin dinsel bir yönü de vardır. |||religieux|||| Alevis||the music|religious|||| |||religiösen|||| بالنسبة للعلويين، للموسيقى أيضًا جانب ديني. Für Aleviten hat die Musik auch einen religiösen Aspekt. For Alevis, music also has a religious aspect. Для алевитов музыка также имеет религиозный аспект.

Onlar ibadetlerini saz eşliğinde yaparlar. |prières||accompagnement musical| |their worship practices||"to the accompaniment of"| |ihre Anbetungen||mit Musikbegleitung| يؤدون عبادتهم برفقة الساز. Sie vollziehen ihre Anbetung in Begleitung der Saz. They perform their worship with reed. Они совершают свои поклонения в сопровождении саза. O müzik aleti olmadan ibadet yapamazlar. ||instrument||| They||musical instrument|without||cannot perform ||Instrument|||können nicht لا يمكنهم العبادة بدون تلك الآلة الموسيقية. Ohne dieses Musikinstrument können sie keinen Gottesdienst feiern. They cannot worship without that musical instrument. Они не могут молиться без этого музыкального инструмента. Bu yüzden çocuklarını küçük yaştan itibaren bu aleti iyi çalabilmeleri için eğitirler. ||||âge|à partir de||||pouvoir jouer||éduquent ||children||young age|||instrument|well|play well||train ||||Alter|||||spielen können||sie trainieren ولهذا السبب يقومون بتدريب أطفالهم على العزف على هذه الآلة بشكل جيد منذ سن مبكرة. Deshalb trainieren sie ihre Kinder von klein auf, dieses Instrument gut zu spielen. That's why they educate their children from a young age so that they can play this tool well. Вот почему они обучают своих детей хорошо играть на этом инструменте с раннего возраста.

90'lardan itibaren pop müziğin etkisi arttı. den||||| from the||pop|||increased زاد تأثير موسيقى البوب منذ التسعينيات. The influence of pop music has increased since the 90s. Влияние поп-музыки усилилось с 90-х годов. Pop şarkılar genellikle kısa bir süre için etki yaratıyorlar. ||||||||ils créent |||||||impact|create ||||||||sie erzeugen عادة ما يكون لأغاني البوب تأثير لفترة قصيرة من الزمن. Popsongs hinterlassen in der Regel nur einen kurzen Eindruck. Pop songs often make an impact for a short time. Поп-песни часто оказывают влияние на короткое время. Özellikle genç Türkler pop müzik dinlemeyi seviyorlar. |young||||| وخاصة الشباب الأتراك يحبون الاستماع إلى موسيقى البوب. Young Turks especially like to listen to pop music. Особенно молодые турки любят слушать поп-музыку.

Lady Gaga, Eminem gibi Amerikan sanatçıları dinlemeyi tercih ediyorlar. dame|Lady Gaga|Eminem|||artistes||| Lady Gaga|Lady Gaga|Eminem|||artists||| Dame|Gaga|Eminem|||Künstler||bevorzugen| إنهم يفضلون الاستماع إلى الفنانين الأمريكيين مثل ليدي غاغا وإيمينيم. Sie hören lieber amerikanische Künstler wie Lady Gaga oder Eminem. American artists such as Lady Gaga and Eminem prefer to listen. En çok sevilen pop şarkıcı olan Tarkan'ı Türkiye dışında Balkanlar'daki pek çok insan da tanır. ||aimé||chanteur||Tarkan|||||||| ||most beloved||pop singer||Tarkan||||||||knows ||beliebtesten||Sänger||Tarkan|||||||| تاركان، مغني البوب الأكثر شعبية، معروف لدى الكثير من الناس في منطقة البلقان خارج تركيا. Tarkan, der populärste Popsänger, ist sowohl auf dem Balkan als auch in der Türkei vielen Menschen bekannt. Most popular pop singer Tarkan, which recognizes many people in the Balkans than Turkey. Таркан, самый популярный поп-певец, известен многим как на Балканах, так и в Турции.

Yaşlı ve eğitimli kesim Türk Sanat Müziği dinlemeyi sever. ||éduquée|||Art||| ||educated|group||art music||| ||gebildete|Gruppe||||| يحب كبار السن والمتعلمون الاستماع إلى الموسيقى الكلاسيكية التركية. Ältere und gebildete Menschen hören gerne türkische Kunstmusik. Old and educated people like to listen to Turkish Art Music. Пожилые и образованные люди любят слушать турецкую классическую музыку. O tarz müziğe Türk klasik müziği diyebiliriz. |ce genre|||classique||nous pouvons dire |diese Art von||||| ||||classical||"we can call" يمكننا أن نطلق على هذا النمط من الموسيقى الموسيقى الكلاسيكية التركية. Wir können diese Art von Musik als türkische klassische Musik bezeichnen. We can call that kind of music Turkish classical music. Мы можем назвать этот тип музыки турецкой классической музыкой. Sanat müziği piyasasında hiyerarşi vardır. Art||sur le marché|hierarchy| ||"in the market"|hierarchy| ||auf dem Markt|Hierarchie| هناك تسلسل هرمي في سوق الموسيقى الفنية. Auf dem Kunstmusikmarkt gibt es eine Hierarchie. There is a hierarchy in the art music market. На рынке арт-музыки существует иерархия.

Yani pop sanatçısı gibi bir anda sahneye çıkamazsınız. |||||une instant|sur scène|vous ne pouvez pas sortir ||artist||||on stage|"you can't appear" |||||||können Sie nicht لذلك لا يمكنك أن تظهر فجأة على خشبة المسرح مثل فنان البوب. Ich meine, man kann nicht einfach wie ein Popsänger auf der Bühne erscheinen. So you can't go on the stage just like a pop artist. Так что ты не можешь выйти на сцену, как поп-артист. İyi ve zorlu bir eğitim almanız gerekir. ||difficile|||| ||challenging|||"you need to take"| أنت بحاجة للحصول على تدريب جيد وصعب. You need to have a good and challenging education. Нужно получить хорошее и жесткое образование. Maalesef bu müzik artık eskisi kadar popüler değil. ||||ancien||| ||||the old one||| ولسوء الحظ، لم تعد هذه الموسيقى شعبية كما كانت عليه من قبل. Leider ist diese Musik nicht mehr so populär, wie sie es einmal war. Unfortunately, this music is no longer as popular as before. К сожалению, эта музыка уже не так популярна, как раньше. Gençler pek dinlemiyorlar. ||"are not listening" الشباب لا يستمعون كثيرا. Young people don't listen much. Молодые люди мало что слушают.

2000'lerden itibaren rap müziğin etkisi artmaya başladı. ||rap music|||began to increase| بدءًا من العقد الأول من القرن الحادي والعشرين، بدأ تأثير موسيقى الراب في الازدياد. Since the 2000s, the influence of rap music began to increase. С 2000-х годов влияние рэп-музыки стало возрастать. Özellikle gecekondularda yaşayan gençler bu müziği icra ediyorlar. |dans les bidonvilles|||||exécuter| |in Slums|||||aufführen| |shantytowns|||||performing| وخاصة الشباب الذين يعيشون في الأحياء الفقيرة يؤدون هذه الموسيقى. Vor allem junge Menschen, die in Slums leben, spielen diese Musik. Especially young people living in slums perform this music. Особенно эту музыку исполняют молодые люди, живущие в трущобах.

Hayatlarındaki dertleri, sıkıntıları, mutsuzlukları bu müzik aracılığıyla diğer insanlara aktarıyorlar. leurs vies|leurs problèmes||tristesses|||à travers|||ils transmettent Their lives'|troubles|troubles|unhappiness|||through|||"convey" ihren Leben|Probleme||Unglücklichkeits|||durch|||übertragen إنهم ينقلون المشاكل والمتاعب والتعاسة في حياتهم إلى أشخاص آخرين من خلال هذه الموسيقى. Durch diese Musik vermitteln sie anderen Menschen die Sorgen, Probleme und das Unglück in ihrem Leben. They convey their troubles, troubles and unhappiness in their lives to other people through this music. Через эту музыку они передают свои беды, беды и несчастья другим людям. En meşhur rap sanatçıları Ceza, Sagopa Kajmer ve Ezhel'dir. |||||Sagopa Kajmer|Kajmer||est Ezhel |||||Sagopa Kajmer|Sagopa Kajmer||is Ezhel ||||||Sagopa Kajmer|| أشهر فناني الراب هم سيزا، ساجوبا كاجمر وإيزيل. The most famous rap artists are Ceza, Sagopa Kajmer and Ezhel. Самые известные рэп-исполнители - Сеза, Сагопа Кажмер и Эжель.

Eskiden müzisyenlerin ünlü olması zordu. |der Musiker||| |||being famous| في الماضي، كان من الصعب على الموسيقيين أن يصبحوا مشهورين. It used to be difficult for musicians to be famous. Раньше музыкантам было сложно стать знаменитыми. Kaset çıkarmaları gerekiyordu. |sorties| Kassette|sie herausnehmen| tape|release| كان عليهم أن يضعوا الشريط. They had to pull out cassettes. Пришлось снимать ленту. İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte bu durum değişti. |Verbreitung|||| |with its spread|||| لقد تغير هذا الوضع مع الاستخدام الواسع النطاق للإنترنت. With the spread of the Internet, this has changed. С появлением Интернета это изменилось.

Türkler kayıtlarını artık youtube'dan, instagram'dan vs. paylaşıyorlar. |enregistrements|||Instagram||ils partagent |their recordings||from YouTube|from Instagram||are sharing |ihre Aufzeichnungen|||Instagram||teilen يمكن للأتراك الآن مشاهدة تسجيلاتهم على YouTube وInstagram وما إلى ذلك. يتشاركون. Die Türken teilen ihre Aufnahmen jetzt auf Youtube, Instagram usw. Turks record their recordings from youtube, instagram etc. they share. Турки теперь могут скачивать свои записи с ютуба, инстаграма и т.д. они делят.

TRT, muhalif şarkıcıların şarkılarını yayımlamıyor. |opposants|chanteurs opposants|chansons|ne publie pas TRT|opposition|opposition singers'|their songs|does not broadcast ||der oppositionellen Sänger|Lieder|veröffentlicht ولا تبث قناة TRT أغاني المطربين المعارضين. TRT sendet keine Lieder von Oppositionssängern. TRT does not broadcast the songs of opposition singers. ТРТ не транслирует песни оппозиционных певцов. Orada da sansür var. ||censorship| هناك رقابة هناك أيضا. There is censorship there. Есть и цензура. Futbolcular gibi bazı şarkıcılar da milletvekili oluyorlar. |||||Abgeordnete| |||singers||| مثل لاعبي كرة القدم، يصبح بعض المطربين أيضًا أعضاء في البرلمان. Wie Fußballer werden auch einige Sänger Abgeordnete. Some singers, like football players, become deputies. Как и футболисты, некоторые певцы также становятся членами парламента.

Çünkü bazı Türkler sevdikleri şarkıcılara seçimlerde düşünmeden oy verirler. |||qu'ils aiment|chanteurs|aux élections||| |||they love|singers|elections|without thinking|vote| ||||den Sängerinnen|Wahlen||| لأن بعض الأتراك يصوتون لمطربينهم المفضلين في الانتخابات دون تفكير. Denn manche Türken wählen bei Wahlen ohne nachzudenken ihre Lieblingssänger. Because some Turks vote for their favorite singers in the elections without thinking. Потому что некоторые турки, не задумываясь, голосуют на выборах за своих любимых певцов.