Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (1)
4. II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ 1876 Kanun-ı Esasisi'nin ilanı ve 1877'de Osmanlı Meclis-i Umumisi'nin açılmasıyla başlayan anayasalı ve parlamentolu hayat, yani I. Meşrutiyet II. Abdülhamit'in yine mevcut anayasaya dayanarak kısa bir süre sonra siyasal sistemi askıya almasıyla akamete uğramıştır. Bu askıya alış bir süre sonra Osmanlı toprakları dâhilinde siyasi tepki hareketlerini ortaya çıkarmıştır. Anayasalı ve meclisli idari yapıya tekrar dönülmesi yönünde talepte bulunan bu tepki hareketleri, Osmanlı aydınlarının içinde bulunduğu homojen olmayan bir muhalefet hareketi idi. Daha sonra İttihat ve Terakki adını alacak olan bu siyasal muhalif yapı, uzun süren örgütlenme ve mücadelelerin ardından II. Meşrutiyet'in ilanını (23 Temmuz 1908) gerçekleştirmiştir. Ancak meşrutiyetin ilanında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin (İTC) Ahmet Rıza Bey Grubu ile Selanik, Manastır, Üsküp, Edirne gibi vilayetlerde örgütlenen ve daha çok asker kökenlilerin bulunduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti etkin olmuştur. Nitekim Makedonya'da meşrutiyetin ilanı için emri altındaki askerle beraber dağa çıkanlar, milis kuvvetler oluşturanlar ve II. Abdülhamit'in emirlerine ve komutanlarına karşı gelenler Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ne bağlı idiler. 4.1. II. Meşrutiyet'in İlanı ve Tepkiler İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin (İTC) idari ve askerî yapılar içinde yasa dışı örgütlenmeye girişmesine ve II. Abdülhamit'i Kanun-ı Esasiyi (KE) yeniden ilan etmeye zorlamasına ve meşrutiyeti getirme çabasına yönlendiren birçok etken olmuştur. Bunlar arasında özellikle şu hususlar sayılabilir: Osmanlı toprak bütünlüğü üzerindeki tehditlerin II. Abdülhamit devrinde de devam etmesi ve hatta giderek artması, II. Abdülhamit'in serbest bir siyasal hayata ve düşünceye fırsat tanımaması ön sıralardadır. Nitekim Japonya, İran ve Rusya gibi ülkelerde meşrutiyetin ilanı ve uygulamaları Osmanlı aydınlarının kendi ülkelerinde de meşrutiyet, dolayısıyla farklı düşüncelerin mücadele edebileceğine dair arzuları artırmıştır. Rusya ve İngiltere arasında yapılan Reval Görüşmeleri, kimi Osmanlı aydınlarınca Osmanlı toprak bütünlüğü için tehdit olarak algılanmış ve rejim değişikliği için zemin olarak gösterilmiştir. Bu aydınlara göre Reval Görüşmeleri'nde, Osmanlı toprağı olan ve uzun bir dönemdir uluslararası kamuoyunu meşgul eden Makedonya'nın Osmanlı Devleti'nin çıkarlarının aksine çözümlenme kararı alınmıştı. Meşrutiyetin ilanı Osmanlı toplum katmanlarında ise farklı tepkilerle karşılanmıştır. Genel itibarıyla halk, yeni ve farklı bir döneme girildiğini hissetse de meşruti sistemi tam anlamıyla idrak ettiği söylenemez. Nitekim belli bir kesim halk tepkisiz kalırken tepki gösterenler büyük kalabalıklar oluşturmakla beraber meşrutiyeti vergi vermemek, istediğini yapabilmek, mevcut kanunları tanımamak gibi algılamıştı. Bu algı bir süre Osmanlı idari yapısında ve sokaklarda asayişsizliğe, ülkenin yönetilememesine ve otoritesizliğe neden olacaktır. Öyle ki bu durumdan meşrutiyet ihtilalini gerçekleştiren İTC de rahatsızlık duymuştur. Diğer taraftan kimi aydın çevreleri ve halkta meşrutiyetin ilanı memnuniyet ve sevinç meydana getirmiştir. Reval Görüşmeleri'ndeki paylaşımdan Osmanlı Devleti'nin kurtulduğu, padişahların kaybettikleri yerlerin geri alınacağı havası hâkim olmuştu. Kahraman olarak görülen İTC mensupları merakla beklenmiş, bütün kesimlerin, din adamlarının, Osmanlı ordusuna karşı savaşan çetecilerle Türk subaylarının yakınlaşması meşrutiyet havasına yansımıştı. İlanın ilk döneminde Osmanlı toplumunun bütün kesimleri arasında göreceli bir yakınlık ve kaynaşma doğmuştu. Zihinlerde meşrutiyet rejimi, âdeta geçmiş idarenin kötülüklerini ortadan kaldıracak bir tılsım, sihir olarak görülmüş; açılacak olan meclisin yüzyılların biriktirdiği kötülüklerin, fenalıkların, sorunların önüne geçeceği düşünülmüştür. Meşrutiyetin ilanı dış ilişkileri de etkilemiştir. İlk anda Avrupa'da Osmanlı Devleti'ne karşı oldukça büyük bir sempati doğmuş, İngiliz, Fransız, Alman kamuoyu meşrutiyetin ilanını olumlu karşılamış ve desteklerini ilan etmişlerdir. Rusya'nın tavrı genel anlamda olumlu görünse de Osmanlı Devleti'nin ıslahat yapması gerektiğine dair çağrılarından vazgeçmemişlerdir. Ancak meşrutiyet rejimine karşı duyulan bu memnuniyet ifadelerine, yaklaşımlarına rağmen ilerleyen zaman içinde II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı-Avrupa ilişkilerinde derinden, sarsıcı ve olumsuz gelişmeler meydana gelmiştir. 4.2. II. Meşrutiyet Döneminde Siyasi Yaşam 4.2.1. 1908 Seçimleri ve Seçim Kanunu II. Meşrutiyet dönemi Türk siyasi yaşamı için önemli yeniliklerin ve gelişmelerin başlangıcıdır. Bu dönemde anayasalı ve çok partili siyasal yaşam tecrübelerinin adımları atılmıştır. Bu dönemde önemli siyasi çatışmalar, kavgalar ortaya çıkmış, günümüze kadar süren siyasi akımlar, tavırlar ortaya çıkmıştır. 23 Temmuz 1908'de Meşrutiyetin ilanıyla 1876 KE'si (Anayasası) yeniden yürürlüğe girmiştir. Ardından Meclis-i Mebusan'ın (MM) oluşturulması için seçim hazırlıklarına başlanmıştır. Bu seçimlerde KE'nin yanı sıra 1876 KE'ye kısmen aykırı hükümler içeren ve bir seçim yasası olmaktan daha çok geçici yönetmelik biçiminde hazırlanmış olan İntihabat-ı Mebusan Kanun-ı Muvakkatı dikkate alınmış ve iki turlu seçim esası benimsenmiştir. Bu seçim kanunu 1877-1878 Meclis-i Mebusanı tarafından hazırlanmıştı, 2 Ağustos 1908'de Padişah II. Abdülhamit'in onayıyla ancak yürürlüğe girebilmiştir. Bu seçim kanunuyla kimlerin seçmen ve mebus adayı olabileceği, seçimlerin nasıl yapılacağı kayıt altına alınmıştı. Bu seçim kanunu ırk ve din esasını değil, KE'de ifadesini bulan Osmanlı vatandaşlığı ilkesini benimsemişti. Böylece ortak vatan idealinin gerçekleşmesi için siyasi yapı ve oluşumların ırk, mezhep ve din esasına göre oluşması önlenmeye çalışılmıştır. Ancak bu seçim kanununun seçim bölgesi olarak Osmanlı idari yapılanmasındaki sancakları temel alması, gayrimüslimlerce büyük eleştiriye sebep olmuştur. Bu eleştiri, gayrimüslimlerin seçim programlarının ve propagandalarının önemli bir yönü olarak ortaya çıkmıştır. Zira gayrimüslimler sancakların çoğunda nüfusları yetersiz ve milletvekili sayısı açısından zayıf kalacaklarını iddia etmişlerdi. Gayrimüslimlerin mebus sayısının, hatta kabinedeki nazırların her bir unsurun nüfusuna göre belirlenmesine dair talepleri de yukarıda izah edilen tartışmalar çerçevesinde değerlendirilmelidir. Aslında bu eleştiri Osmanlı vatandaşlarının idarede temsilinin yeterliliği sorununu ortaya çıkarmaktaydı. Ancak diğer yandan gayrimüslimlerin talepleri ırk, mezhep ve din esasının ilke olarak benimsenmesi gibi, Osmanlı vatandaşlığını zedeleyecek durumlara meydan verebilecekti. 1908 seçimlerinde mücadele İttihat ve Terakki Cemiyeti, Ahrar Fırkası, Rum, Bulgar ve Ermeniler arasında geçmiştir. Bu seçimlerde gayrimüslimler kendi toplumları üzerinden kısa sürede etkin olmayı başarmışlardır. Bu noktada, Fener Patrikhanesi ve Ermeni Kilisesi ileri gelenleri kendi topluluklarının çıkarlarının gözetecek adayları seçtirebilmek için her türlü çabayı sarf etmişlerdi. Bu çabayı Bulgar, Arnavut ve Araplar arasında da görmek mümkündür. Seçim öncesi siyasi oluşumlar mecliste takip edecekleri siyasi programları yayınlamışlardır. Örneğin Bulgar Kongresi, siyasi programında Osmanlı idari yapısında değişikliği gidilmesi, devlet dairelerine Bulgar dilinde dilekçe verilmesi, seçimlerin doğrudan doğruya ve 20 yaşındaki herkesin katılması gibi hususları öne çıkarmıştır. Rumlar seçim programlarını, seçim kanunun her toplumun nüfusları oranında mebus çıkaracak şekilde değiştirilmesi, Patrikhane ve Rumlara tanınan imtiyazların devamı üzerine kurmuşlardı. Ermeniler de Ermeni Patriği'nin desteğinde seçimlere hazırlanmışlardır. Ancak, Ermeniler özellikle Anadolu'da dağınık olmaları yüzünden istedikleri kadar mebus çıkaramama endişesi içerisinde idiler. Bu yüzden, Rum Patrikhanesi ile görüşerek birlikte seçimlere girip ortak bir cephe oluşturmaya çalışmışlardı. Bununla birlikte, seçimler esnasında, özellikle Ermeni Taşnak Cemiyeti, İTC ile beraber hareket etmiştir. Seçimlerin diğer güçlü yapısı Ahrar Fırkası idi. Bu siyasi yapı ademimerkeziyetçilerin ve Prens Sabahattin'in fırkası olarak görülmüştür. Aslında Prens Sabahattin ve arkadaşları II. Meşrutiyet öncesinde Jön-Türk hareketlerin diğer bir güçlü kolunu oluşturuyordu ve yaşanan bazı siyasi, fikri farklılıklar ve şahsi tartışmalar sonucunda İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden kopmuşlardı. Ahrar Fırkası ileri gelenleri İstanbul'da İTC'ye karşı Rumlarla ittifak yapma kararı alarak Rum Patriği ile görüşmüşlerdir. Bu siyasi tavır, İTC'yi oldukça endişelendirmiş, II. Meşrutiyet'in hemen başında İTC ile Ahrar Fırkası ve Prens Sabahattin arasında ademimerkeziyet ve Fener Patrikhanesi imtiyazları çerçevesinde ateşli bir tartışmaların çıkmasına neden olmuştur. Ancak Ahrar Fırkasının İTC kadar Osmanlı coğrafyasında örgütlendiği söylenemez. Nitekim seçim sonuçları bu durumu teyit etmiştir. İTC ise 1908 seçimlerine giren en güçlü siyasi oluşumdur. İTC, 1908 kongresinde seçimlerle ilgili kendi siyasi programını dair kararlar almış ve 6 Ekim 1908'de Şura-yı Ümmet gazetesinde ilan etmiştir. Bu siyasi programa göre seçmen yaşının düşürülmesi ve seçmen olabilme kriterlerinin Osmanlı vatandaşları lehine değiştirilmesi hususu bulunmaktaydı. Ancak bu siyasi programın en önemli özellikleri millî egemenlik ilkesinin Osmanlı siyasi kurumlarında gerçekleştirilmesiydi. Bu minvalde Meclis-i Mebusan meşruti sistemin merkezine oturtulmaya çalışılacaktı. Şöyle ki Meclis-i Mebusan hem padişah hem de hükümet karşısında anayasal açıdan kuvvetlendirilecekti. Ayrıca padişahın atamasıyla oluşan Meclis-i Ayan'ın temsili özelliğinin halk lehine değiştirilmesi hedeflenmişti. Buna göre Ayan Meclisi üyelerinin önemli bir bölümü millî egemenlik esası çerçevesinde seçilecekti. İTC'nin bu siyasi programı, Ahrar Fırkasının daha önce ilan etmiş olduğu programla paralellik arz etmekteydi. 4.2.2. 1908 Seçim Sonuçları ve 1908-1912 Meclis-i Mebusanı Seçimlere meşrutiyeti ilan eden siyasi güç olmanın avantajıyla giren, halk nezdinde sempati kazanan ve mukaddes cemiyet olarak anılan İTC, hızlı bir şekilde taşrada da örgütlenmiştir. Ayrıca taşrada bölgenin ileri gelenleriyle anlaşmış ve askerî gücü elinde bulundurmanın avantajını kullanmışlardır. Böylece İTC, 1908 seçimlerinden mebusların biri hariç çoğunluğu alarak galip çıkmıştır. Ahrar Fırkası, sadece Ankara'dan bir mebus çıkarabilmiştir. Gayri Müslimler ise İTC'nin de destekleriyle adaylarını Meclis-i Mebusan'a gönderebilmişlerdir. Ancak bu seçim sonuçları üzerinde durulması gereken önemli bir husus vardır. Bu husus İTC saflarından Meclis-i Mebusan'a giren mebusların tamamının İttihat ve Terakkiye bağlı olmamalarıdır. Nitekim II. Meşrutiyet'in ilk parlamenter dönemi olan 1908-1912 yılları içinde İTC'nin sürekli mebus sayısında azalma görülecektir. Hatta Meclis-i Mebusan'da çoğunluğu kaybedecek noktaya geleceklerdir. 1908-1912 dönemi meclisi büyük törenler ve uluslararası diplomatik, siyasi ve basının katılımıyla 17 Aralık 1908'de açılmıştır. Başlangıçta siyasilerin ve halkın önemli görevler beklediği bu meclis, kısa bir süre sonra iç ve dış siyasi çekişme ve müdahalelerin etkisi altında kalmıştır. Önceleri İTC, hükümet işlerini II. Abdülhamit'in paşalarına bırakmıştır. II. Meşrutiyet'in başında kurulan hükümetlerde İTC üyesi ve yandaşı nazırların sayısı çok az olmuştur. Bu durum İTC'yi bir yandan güçsüz gösterirken diğer taraftan ihtilal ile kazanmış olduğu iktidarı kaybetme noktasına getirmiştir. Örneğin önce destek verdiği Sadrazam Kamil Paşa hükümetini, İTC kendisinin sunduğu güven olmamasıyla devirmiştir. Zira Kamil Paşa, İTC'nin dışarından hükümete müdahalesini engellemeye çalışmıştır. Hatta İttihatçıların meşrutiyet ihtilalinin güvencesi olarak gördüğü askerî birlikleri, avcı taburlarını İstanbul dışına çıkarmak istemiştir. Bu tavırlar daima karşı ihtilal korkusuyla ve iktidarı kaybetme endişesiyle yaşayan İttihatçıların hükümet işlerine müdahale etmesinin bir nedeni olmuştur. Nitekim İttihatçıların 1908-1912 parlamenter dönem içinde karşılaşmış olduğu önemli bir tehdit 31 Mart Vakası (İsyanı) idi (13 Nisan 1909). İTC'yi iktidardan uzaklaştırma ve siyasi hayat dışına atma girişimi olan bu isyan, İttihatçı karşıt cephenin içinde olduğu veya desteklediği bir girişimdir. Parlamentonun içinden olmayan ve aynı zaman meşru siyasi güçlerin dışından gelen bu isyan girişimine İstanbul'daki bazı askerî birlikler ve basın, bir kısım medrese öğrencileri ve sokaklarda kalabalıklara iştirak eden halk tabakası katılmıştır. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti yıkan ve Meclisi basan isyancılar, ancak İTC'nin Makedonya'dan getirttiği askerî birlikler sayesinde durdurulabilmişlerdir. Her ne kadar İTC'ye karşı yapılmış ise de isyanın başarıya ulaşamaması İttihatçıların işine yaramıştır. Zira İttihat ve Terakki muhalifleri, özellikle Ahrar Fırkasını suskunluğa sürüklenmiş, II. Abdülhamit yerine Sultan Mehmet Reşat'ı tahta çıkarmıştır. Daha da kuvvetlenen İTC Meclis-i Mebusan'ın açılmasından itibaren gerçekleştirilemeyen yasal düzenlemeleri yapmıştır. Bunların arasında Meclis-i Mebusan'ı meşruti sistemin merkezi gücü hâline getiren 21 Ağustos 1909 Kanun-ı Esasi değişikliği önemlidir. Bu anayasa değişikliği ile İTC, seçimler esnasında ortaya koyduğu amaçlarının önemli bir kısmını gerçekleştirmiştir. 31 Mart Vakası sonrası İTC karşıtı muhalif siyasi oluşumlar, Meclis-i Mebusan içinde Ahali Fırkası, Mutedil Hürriyet-perveran Fırkası, Rum, Ermeni, Bulgar ve Arnavutların ayrı ayrı oluşturdukları mebus grupları altında faaliyet göstermişlerdir. Ancak beklenen etkiyi bu oluşumlar gösterememişlerdir. Bunun farkına varan ve yeni arayışlar içine giren İTC karşıtları, meclisteki muhalifleri büyük oranda aynı çatı altında toplamayı başarmışlardır. Bu yeni çatı 21 Kasım 1911'de resmen kurularak Hürriyet ve İtilaf Fırkası (HİF) adını almış ve çok kısa bir süre sonra İstanbul ara seçimlerine girmiştir. 11 Aralık 1911'de yapılan İstanbul ara seçimlerini Rum ve Ermeni ikinci seçmenlerin desteğini alarak bir oy farkla kazanan HİF, İttihatçıları korkutmuştur. HİF, seçim sonucunu İTC'ye karşı bir zafer olarak değerlendirilmiş ve muhalif cephenin kuvvet bulması adına propaganda için kullanmıştır. Gerçekten de HİF'in kısa bir sürede seçim kazanması İttihatçıları endişelendirmiştir. Zira muhalifler birleşerek önemli bir siyasi oluşum ortaya çıkardıkları gibi, Meclis-i Mebusan'da İTC'yi azınlık durumuna düşürebileceklerdi. Nitekim meclisteki bazı oylamalarda İTC hükümetinin düşürülmesine neden olacak kadar sayıya ulaşmışlardır. Bu tehlikenin farkına varan İTC ileri gelenleri, mecliste tekrar çoğunluğu elde etmek için erken seçime gidilmesini uygun bulmuşlardır. Muhaliflerin hazırlıksız yakalanacakları bir erken seçimle meclisin yenilenmesini amaçlayan İTC, hükümet imkânlarını kullanarak yeni meclisin kendi üyelerinden oluşmasını, 1908 seçimlerindeki hatalarından kurtulmayı düşünmüşlerdir. İttihatçıların desteğini alan Sadrazam Sait Paşa, 1909 anayasa değişikliğinden geri adım atarak Meclis-i Mebusan'ı feshetme yolu takip etmiştir. Muhalefetin bütün çabalarına rağmen Padişah Mehmet Reşat ve Meclis-i Ayan'ın desteğini alan Sadrazam Sait Paşa meclisin feshini ve erken seçimlere gidilmesini sağlamıştır (18 Ocak 1912). Bu gelişme muhalefet için büyük başarısızlık olmuştur. 4.2.3. 1912 Seçimleri ve 1912 Meclis-i Mebusanı Ocak-Mart 1912'de yapılan seçimlere fırka olarak İTF ve HİF katılmıştır. Bu seçimlere İTC, desteklemiş olduğu Sait Paşa hükümeti ve bu hükümetteki üyeleri olan Posta Nazırı Talat Paşa, Nafia Nazırı Cavit Bey ve Dahiliye Nazırı Adil Bey ile avantajlı girmiştir. İdari ve askerî bürokrasisinin imkânlarını kullanan İTC, seçimden kesin bir zaferle çıkmıştır. Öyle ki İTC, seçim öncesinde valilik, mutasarrıflık gibi seçim faaliyetlerini etkileyecek devlet kademelerinde değişikliklere gitmiştir. Yine muhalefetin, HİF mebus adaylarının faaliyetlerini, seçim çalışmalarını engellemiştir. Muhalif mebus adayları şiddet, darp ve tutuklanma dâhil birçok baskıya maruz kalmışlardır. Bu yüzden 1912 seçimleri Türk demokrasisinde Sopalı Seçim şeklinde adlandırılmıştır. Ayrıca İttihatçılar, HİF'in rejim karşıtlarının yuvası hâline geldiği ve HİF'in iktidara gelmesiyle anarşi başlayacağı, Osmanlı Devleti bölüneceği propagandasını yapmışlardır. Seçimlerde HİF ise, propagandalarını özellikle İTC'nin hükümet imkânlarıyla muhalefete baskı uyguladığı, İttihatçıların din aleyhtarı olduğu üzerine kurmuşlardır.