×

LingQ'yu daha iyi hale getirmek için çerezleri kullanıyoruz. Siteyi ziyaret ederek, bunu kabul edersiniz: cookie policy.


image

Kaderi Değiştiren, Kime Güvenebiliriz?

Kime Güvenebiliriz?

Antlaşmaların bir bakıma toplumun belkemiğini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ticaret, ilişkiler, hatta dinler, hep antlaşmalar üzerine kuruludur. Günlük olarak bir şeyleri belirli bir fiyattan satın almak, diğer insanlarla sorunlarımızı çözmek ve belli kurallara göre yaşamak üzerine anlaşırız. Ancak insanlar ve ülkeler kimi zaman antlaşmaları bozar. Bozulan bir antlaşma bir dostluğu bitirir, hatta savaş başlatır. Hiç birisiyle bir antlaşma yapıp sonradan onun yalan söylediğini anladığınız oldu mu? Yine de antlaşmaya sadık kalır mıydınız? Ve sizi aldatıp sizden bir şey çalan kişiyi hiç affeder miydiniz? Pek çoğumuz için bu soruların yanıtı kesin bir “HAYIR”dır. Ancak Allah tarafından, yanıtın “EVET” olması şaşırtıcı olmaz. Şimdi insanların bu durumu nasıl değerlendireceğine bakalım. Dünyanın en ünlü şirketlerinden bazıları 80 yıldan uzun süredir Türkiye'de çalışıyorlar. Türklerle iyi iş ilişkileri var ve bu ülkeyle olan ilişkilerine büyük değer veriyorlar. Birkaç yıl önce bir şirket Bursa'daki fabrikaları için fabrika müdürü arıyordu. Kapsamlı bir tanıtım kampanyasından ve pek çok müracaatçı arasından seçim yaptıktan sonra, birkaç adayla görüşmeye karar verdiler. Yedi yöneticiden oluşan kurul, bir hafta boyunca her müracaatçıyla görüştü, notlar aldı ve onlara sorular sordu. Önemli bir konumdaki boşluğu doldurmak isteyen her şirket gibi, yeni elemanın bazı niteliklere sahip olmasını istediler. Listenin en başında yeterlilik, teknik bilgi ve iyi iletişim becerileri vardı. Fakat en önemli nokta, yeni fabrika müdürünün güvenilir olmasıydı. Fabrikaya ziyaretçiler, müfettişler, hükümet temsilcileri ve olası müşteriler geldiğinde, şirketi en iyi şekilde temsil etmek fabrika müdürünün sorumluluğundaydı. Üst yönetim, müdürün tüm bu hususlarda güvenilir olduğundan emin olmak zorundaydı. Komisyon, muhtemel elemanların listesini ikiye indirdi: Ahmet ve Yılmaz. Her iki müracaatçıyı da çok nitelikli buldular ve birini seçmekte çok zorlandılar. Kararlarını yalnızca özgeçmişlere ve görüşmelere dayanarak veremediler, bu nedenle adayların verdiği dört referansla birer birer görüşmeye başladılar. Ancak komisyon bunların yalnızca birkaçıyla görüşebildi. Görüşmelerine göre ve bir hafta içinde birini işe almaları gerektiğinden, kararsız bir şekilde Ahmet'i alma eğilimindeydiler. Onunla temasa geçip haberi vermeye karar verdiler. “Merhaba Ahmet Bey. Nasılsınız?” “Teşekkür ederim, iyiyim. Fabrikada işler nasıl?” “İdare ediyoruz, ancak en kısa zamanda birini almamız gerekiyor. İşlerin bulunduğu noktada sizi dahil etmek istedik. Sizinle yaptığımız görüşmeden çok etkilendik, özgeçmişinizde verdiğiniz bilgiler ise yeterinden daha öteydi. Ne yazık ki referanslarınızın hepsinden geri haber alamadık.” Ahmet “Sizi temin ederim, referanslarımın hepsi iyidir. İş kaydım lekesiz, hiçbir zaman da yanlış davranmadım.” diye beyan etti. “Bunu duyduğuma sevindim. Ahmet Bey, referanslarınızla görüşebilmek için bir hafta daha bekleyeceğiz; fakat bu noktada ilerlememek için bir neden göremiyoruz. Son bir görüşme için önümüzdeki Salı gelmenizi rica ediyoruz. Kısacası, size işi sunacağız ve maaş ile sosyal imkânları görüşeceğiz.” Ahmet haberi duyduğuna memnun oldu ve yeni işe başlayacağı için heyecanlandı. Ne yazık ki, görüşmeden önceki öğlen, Ahmet'in referanslarının ikisi aradı ve iyi bilgi vermediler. Ahmet'in onlarla çalışırken şirketin bazı önemli değişikliklerden geçtiğini ve onun yeni iş ortamına adapte olamadığını anlattılar. Ayrıca, şirketten ayrılmadan bir ay önce “tuhaf bir şey olduğunu” eklediler. Anlaşılan bazı kaynaklar hatalı tahsis edilmişti ve bunun sonucunda şirket önemli bir bağlantısını kaybetmişti. Kapsamlı bir araştırma sonucunda, Ahmet'i suçlamaya yetecek deliller yetersiz kalmıştı. Ancak Ahmet'in, olayda doğrudan ilgisi olmasa bile, durumun örtbas edilmesinde kilit rol oynadığına dair büyük ölçüde şüphe kalmıştı. Komisyon, kuşkulu bir geçmişi olan adamı işe alarak fabrikanın geleceğiyle ve itibarıyla kumar oynamayacaktı. Ayrıca Yılmaz'ın da yüksek seviyede performans gösterme becerisi olduğunu biliyorlardı. Peki bu durumu nasıl idare edeceklerdi? Ahmet'e onu işe alacaklarını söylemişlerdi bile. İşe almazlarsa, sözlü bir anlaşmayı çiğnemiş gibi olacaklardı. Komisyon Ahmet'e olanları açıklamak için bir şans vermeye karar verdi. Ahmet geldiğinde onu en yeni gelişmelerden haberdar ettiler ve ona birkaç soru daha sormak istediklerini söylediler. Görüşme sırasında Ahmet savunmaya geçti ve eski şirketini yerden yere vurmaya başladı. Anlaşılan her şey için bir mazereti vardı ve onun gözünde tüm suç şirketindi. Komisyon, Ahmet'in aradıkları adam olmadığını açıkça anladı. Ona geldiği için teşekkür ettiler ve başka birini işe alacaklarını söylediler. “Fakat iş benim. Maaşı ve sosyal imkânları görüşeceğimizi söylemiştiniz! Siz beni işe almayı kabul ettiniz, ben de sizinle çalışmayı. Anlaşmamızı bozuyor musunuz?” diye ünledi. “Ahmet Bey, bozulan tek anlaşma, bu bilgiyi bizden sakladığınız zaman oldu. O zaman bize sözünüzü vermiştiniz ve şirketimizin bütünlüğünü korumayı kabul etmiştiniz. Şu anda kendinizi idare etme tarzınız bize güvence vermiyor. Aynı şeyin tekrar yaşanmayacağını nereden bilelim? Şirketimizin bir itibarı var ve bütünlüğümüz en büyük kıymetli varlığımız. İyi günler!” Bu öyküden, şirketin Ahmet'i işe almak zorunda olmadığı açıkça anlaşılıyor. Aldatıcı davranışlarda bulunmuştu ve kendisine güvenilemezdi. Başka birisiyle çalışmayı seçmeleri anlaşılabilir bir durum. Bu noktada yönetim ekibi için, yeni fabrika müdürünün Yılmaz olacağı netlik kazanmıştı. Önceki öykülerimizde gördüğümüz gibi, İbrahim bir Allah adamıydı. İnançlarından ve ne pahasına olursa olsun Allah'ı izleme isteğinden dolayı seçilmişti. Allah İbrahim'le bir antlaşma, yani bir sözleşme yapmış ve onun soyundan gelenlerin de belirli ilkelere göre yaşamaları halinde bu sözleşmenin onlara da geçeceğine söz vermişti. Tıpkı şirket için olduğu gibi, Allah için de Kendi temsilcisinin doğru ve güvenilir olması önemliydi. Ayrıca, koşulların yerine getirilmemesi halinde antlaşmayı her zaman feshetme hakkına sahipti. İbrahim ve İshak Allah tarafından denenip denemeyi geçtikten sonra, İshak evlilik çağına geldi. Aynı fikirlere ve dinsel görüşlere sahip biriyle evlenmesi son derece önemliydi - Allah'la devam eden antlaşmadaki rolünü yerine getirecek bir kadınla. O kadını, amcası Nahor'un kızı Rebeka'da buldu. Ne yazık ki, tıpkı Sara gibi, Rebeka da çocuk sahibi olamıyordu. Bu nedenle İshak onun için dua etti, ve hem İbrahim'le hem de İshak'la antlaşmasını hatırlayan Allah ona karşılık verdi. Rebeka'nın hamileliği ilerledikçe, kendini büyük sıkıntıda buldu. Bebek çok fazla hareketli gibiydi. Bu yüzden o da duayla Rabb'e gitti. Günümüzde bir sorun olduğunda doktora koşarız. Ancak belki de bazen daha sabırlı olmalı ve İshak ve Rebeka'nın yaptığı gibi, bizi Yaratan'dan yardım istemeliyiz. Öyküye Yaratılış 25. bölüm 23-26 ayetlerinden devam edelim: 23 RAB onu şöyle yanıtladı: “Rahminde iki ulus var, Senden iki ayrı halk doğacak, biri öbüründen güçlü olacak, büyüğü küçüğüne hizmet edecek.” 24 Doğum vakti gelince, Rebeka'nın ikiz oğulları oldu. 25 İlk doğan oğlu kıpkırmızı ve tüylüydü; kırmızı bir cüppeyi andırıyordu. Adını Esav18 koydular. 26 Sonra kardeşi doğdu. Eliyle Esav'ın topuğunu tutuyordu. Bu yüzden İshak ona Yakup19 adını verdi. Rebeka doğum yaptığında İshak altmış yaşındaydı. Rebeka muhtemelen almış olduğu haberi beklemiyordu! Hastalık çekmiyordu, ölecek de değildi. Hatta aslında, iki çocuk doğurmakla bereketlenmişti. Fakat iyi haberle birlikte rahatsız edici bir şey de geldi. Her nedense, iki çocuktan küçük olanı daha önemli olacaktı. Metinden anlaşıldığına göre, çocuklar tek yumurta ikizi değildi, yani benzeşmiyorlardı, birazdan okuyacağımız gibi, karakterleri de benzeşmiyordu! Nasıl adamlar olduklarını 27. ve 28. ayetlerde okuyalım: 27 Çocuklar büyüdü. Esav kırları seven usta bir avcı oldu. Yakup'sa hep çadırda oturan sakin bir adamdı. 28 İshak Esav'ı daha çok severdi, çünkü onun getirdiği av etlerini yerdi. Rebeka ise Yakup'u severdi. Zaman geçtikçe büyük çocuk Esav, kırları seven bir adam, güçlü bir avcı oldu; küçük olan Yakup ise eve yakın durarak sürüleri gütmeyi tercih etti. Ayrıca Yakup'un ruhsal konulara daha çok ilgi duyduğu da anlaşılmıştı. Çiftlik hayvanlarını koruyarak ve besleyerek çok zaman geçiriyordu. Günün sakin saatlerini muhtemelen babası İshak'ın ona öğrettiği dersleri ve dedesi İbrahim'in öykülerini düşünerek geçiriyordu. Ayrıca ailesinin Allah'la olan antlaşmasının önemini biliyordu. Öte yandan Esav ise, avcılığın macerası ve heyecanıyla büyülenmişti. Kendi becerileri ve yeteneklerine dayanmaya alışmıştı. Fiziksel açıdan, Esav'ın avantajlı olduğu açıkça anlaşılıyor. Ancak Esav'ın sabırsızlığı sonunda onu alt edecekti. Neler olduğunu 29-34 ayetlerinde görelim: 29 Bir gün Yakup çorba pişirirken Esav avdan geldi. Aç ve bitkindi. 30 Yakup'a, “Lütfen şu kızıl çorbadan biraz ver de içeyim. Aç ve bitkinim” dedi. Bu nedenle ona Edom20 adı da verildi. 31 Yakup, “Önce sen ilk oğulluk hakkını bana ver” diye karşılık verdi. 32 Esav, “Baksana, açlıktan ölmek üzereyim” dedi, “İlk oğulluk hakkının bana ne yararı var?” 33 Yakup, “Önce ant iç” dedi. Esav ant içerek ilk oğulluk hakkını Yakup'a sattı. 34 Yakup Esav'a ekmekle mercimek çorbası verdi. Esav yiyip içtikten sonra kalkıp gitti. Böylece Esav ilk oğulluk hakkını küçümsemiş oldu. Yakup, küçük kardeşlerin her zaman yaptığı gibi, bir anlık fırsat yakaladı ve bu fırsatı arzuladığı şeyi elde etmek için kullandı. Esav'dan ilk oğulluk hakkını çorba karşılığında satmasını istedi. Midesindeki gurultuya yenik düşen ve ilk oğulluk hakkının önemini göz ardı eden Esav, alışverişe razı oldu. Fakat ilk oğulluk hakkı sıradan bir şey değildi. O günlerde ilk oğulluk hakkının hem ruhsal hem de dünyevî bir önemi olduğunu unutmayalım. Allah İbrahim'le ve onun soyuyla bir antlaşma yapmıştı. Bu antlaşma İshak'la yenilenmişti ve çocuklarından birine geçecekti. Sıradaki kişinin Esav olması mantıklıydı, ancak onun ruhsal konulara ilgisizliği ve antlaşmaya karşı kaygısızlığı acele bir karar vermesine neden oldu. Belki de Esav aptallığını fark edebilir, davranışlarını değiştirebilir ve büyük kardeş ve veliaht olarak görevini yerine getirebilirdi. Ancak antlaşmanın başka bir gereğini daha çiğneyerek, kararını kesinleştirdi. İki Hititli kadınla evlendi. Kutsal Kitap bu evliliklerin, Esav'ın ne türden kültürel ve ruhsal sorunlarla karşılaşacağını bildikleri için, İshak ile Rebeka'ya büyük sıkıntı verdiğini bildiriyor. Bu iki eylem Esav'ın, babası İshak'ın ve dedesi İbrahim'in sürdüğü tarzda bir hayatla ilgilenmediğini ortaya koymuştu. Tıpkı Ahmet gibi, Esav antlaşmadaki hakkından, onu sürekli olarak gözardı ederek ve Allah'ın standartlarına uygun olmayan davranışlarda bulunarak, feragat etmişti. Tıpkı şirketin işi nitelikleri uygun olan Yılmaz'a verdiği gibi, Allah'ın da antlaşmayı Yakup'a devretmekten başka bir yolu kalmamıştı. Ancak öykü burada bitmiyor! İshak yaşlanmıştı ve gözleri görmüyordu; ölmeden önce iki çocuğunu kutsamak istedi. Yakup, annesinin teşvikiyle Esav'ın kılığına girdi ve babasına yaklaştı. İki genci birbirinden ayıramayan ve Yakup'un Esav olduğunu sanan İshak, ellerini onun üzerine koyarak onu kutsadı. Esav bunu öğrendiğinde öfkeden deliye döndü ve kardeşi, Yakup'u öldürmek istedi. Rebeka bunu bildiğinden, ona kaçıp dayısı Lavan'ın yanına gitmesini ve kendine bir eş bulmasını söyledi. Şimdi Yakup hem ilk oğulluk hakkını, hem de babasının kutsamasını almıştı, ancak ailesini ikiye bölme pahasına. Yakup tüm bu olaylardan sonra yolculuğuna çıkar. Ancak vicdan azabı, pişmanlık ve utançla doluydu. Allah'ın aldatıcılığı ve ihaneti hoş karşılamadığını biliyordu. Ne var ki, Allah'ın ona hak olarak verebileceklerini, bu iki şeyi uygulayarak almıştı. Yakup muhtemelen umutsuzluğa kapılmıştı ve Allah'ın onu da reddedeceğinden korkuyordu. Kendi kendine sormuş olmalı, “Neden Allah antlaşmayı bir yalancı ve hırsızla yenilemek istesin ki?” Yaratılış 28. bölüm 10-15 ayetlerine geçelim: 10 Yakup Beer-Şeva'dan ayrılarak Harran'a doğru yola çıktı. 11 Bir yere varıp orada geceledi, çünkü güneş batmıştı. Oradaki taşlardan birini alıp başının altına koyarak yattı. 12 Düşte yeryüzüne bir merdiven dikildiğini, başının göklere eriştiğini gördü. Tanrı'nın melekleri merdivenden çıkıp iniyorlardı. 13 RAB yanıbaşında durup, “Atan İbrahim'in, İshak'ın Tanrısı RAB benim” dedi, “Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim. 14 Yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye, güneye doğru yayılacaksınız. Yeryüzündeki bütün halklar sen ve soyun aracılığıyla kutsanacak. 15 Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden ayrılmayacağım.” Allah'ın bizim gibi düşünmemesi ve davranmaması çok iyi! Öyle olsaydı, Yakup muhtemelen cezalandırılır veya öldürülürdü. Yakup'un hilesini açıklayamayız, Allah'ın düşündüğünü de enine boyuna düşünüp taşınamayız. Yalnızca Allah'ın, geleceğin hem Yakup'a hem de Esav'a neler getireceğini bildiğini varsayabiliriz. Ayrıca O'nun, Yakup'un imanının güçlü olduğunu ve yaptığından dolayı pişmanlık duyduğunu da bildiğini. Yakup o anda olması gerektiği gibi bir adam değildi, ancak zamanla ve Allah'ın yardımıyla bir gün olabilirdi. Allah Yakup'a rüyasında konuşarak, onu antlaşmanın devam ettiğine ve hiçbir zaman yalnız başına kalmayacağına dair temin etti. Yattığı toprak kendisinin olacaktı ve soyuna verilecekti. Peki bu rüya neydi, ne anlama geliyordu? Antlaşmaya ilişkin olmalıydı! Ya bu gökle yer arasında yükselen merdiven neyin nesiydi, neyi simgeliyordu? Allah'ın sürekli olarak sözünü ettiği bereketlerin bir simgesi olabilir miydi? Yakup'un geleceği nasıl olacaktı, bir eş bulabilecek miydi, eğer ağabeyiyle bir daha karşılaşırsa ne olacaktı? Bu gizemli soruların yanıtlarının, diğer pek çok benzeri gibi, Kutsal Kitap'taki yolculuğumuz sırasında açığa çıkacağından emin olabiliriz. Şimdi Yaratılış 28. bölüm, 16-22 ayetlerindeki öyküye geri dönelim: 16 Yakup uyanınca, “RAB burada, ama ben farkına varamadım” diye düşündü. 17 Korktu ve, “Ne korkunç bir yer!” dedi, “Bu, Tanrı'nın evinden başka bir yer olamaz. Burası göklerin kapısı.” 18 Ertesi sabah erkenden kalkıp başının altına koyduğu taşı anıt olarak dikti, üzerine zeytinyağı döktü. 19 Oraya Beytel21 adını verdi. Kentin önceki adı Luz'du. 20 Sonra bir adak adayarak şöyle dedi: “Tanrı benimle olur, gittiğim yolda beni korur, bana yiyecek, giyecek sağlarsa, 21 babamın evine esenlik içinde dönersem, RAB benim Tanrım olacak. 22 Anıt olarak diktiğim bu taş Tanrı'nın evi olacak. Bana vereceğin her şeyin ondalığını sana vereceğim.” Allah Yakup'a bir vaatte bulundu ve Yakup bir antla karşılık verdi; antlaşma tesis edilmiş ve bir sözleşme yapılmıştı. Allah Yakup'a kılavuzluk etmeyi, Yakup da onu izlemeyi kabul etti. Yakup ayrıca aldığı tüm bereketlerin onda birini Rabb'e geri vermeyi kabul etti, tıpkı dedesi İbrahim'in Melkisedek'e ondalık verdiği gibi. Belki de bizim kendi hayatımız da, en azından prensipte, Yakup'un öyküsünden çok farklı değildir. Anne-babamızı hayal kırıklığına uğrattığımız, onların beklentilerini yerine getiremediğimiz, hatta onlara yüzkarası olduğumuz zamanlar olmuştur. Fakat onlar her zaman bizim yanımızdalar! Her zaman yiyeceğimiz ve giysilerimizin olmasına ve eğitim almamıza dikkat ederler. Kendilerinin asla sahip olamadıkları şeyi bize sağlayabilmek için çok çalışırlar. Kısacası, sözlerini tutarlar ve biz onların sevgisini “hak etsek” de, edemesek de, bizi sevmeye devam ederler. Allah da aynı şekilde davranır; her zaman yanımızdadır ve hatalarımızdan dolayı pişmanlık gösterdiğimizde bizi bağışlamaya hazırdır. Ve O bir söz verdiğinde, bunu mutlaka tutar! Tehlikeli bir dünyada, Allah tam ihtiyaç duyduğumuz türden bir dosttur. Sizce de öyle değil mi? Ne Yakup, ne de Esav, yalnızca davranışlarına dayanarak antlaşmayı hak etmemişlerdi; ve Allah'ın bunu geçersiz kılma hakkı vardı. Ancak Allah, merhameti ve lütfu ile, antlaşmayı devam ettirdi. Eğer O Yakup gibi bir günahkârı bağışladıysa ve antlaşmayı devam ettirdiyse, Allah'ın bize de aynı lütfu göstereceğini bilebiliriz. Yalnızca istekli bir kalbe ihtiyacımız var


Kime Güvenebiliriz? Who Can We Trust? Em quem podemos confiar?

Antlaşmaların bir bakıma toplumun belkemiğini oluşturduğunu söyleyebiliriz. We can say that treaties form the backbone of society in a way. Ticaret, ilişkiler, hatta dinler, hep antlaşmalar üzerine kuruludur. Trade, relationships, even religions are all based on treaties. Günlük olarak bir şeyleri belirli bir fiyattan satın almak, diğer insanlarla sorunlarımızı çözmek ve belli kurallara göre yaşamak üzerine anlaşırız. Ancak insanlar ve ülkeler kimi zaman antlaşmaları bozar. But people and countries sometimes break treaties. Bozulan bir antlaşma bir dostluğu bitirir, hatta savaş başlatır. A broken treaty ends a friendship or even starts a war. Hiç birisiyle bir antlaşma yapıp sonradan onun yalan söylediğini anladığınız oldu mu? Yine de antlaşmaya sadık kalır mıydınız? Ve sizi aldatıp sizden bir şey çalan kişiyi hiç affeder miydiniz? And would you ever forgive someone who cheated on you and stole something from you? Pek çoğumuz için bu soruların yanıtı kesin bir “HAYIR”dır. For most of us, the answer to these questions is a resounding “NO”. Ancak Allah tarafından, yanıtın “EVET” olması şaşırtıcı olmaz. But from God's side, it would not be surprising if the answer is “YES”. Şimdi insanların bu durumu nasıl değerlendireceğine bakalım. Now let's see how people evaluate this situation. Dünyanın en ünlü şirketlerinden bazıları 80 yıldan uzun süredir Türkiye'de çalışıyorlar. Some of the world's most famous companies have been working in Turkey for more than 80 years. Türklerle iyi iş ilişkileri var ve bu ülkeyle olan ilişkilerine büyük değer veriyorlar. Birkaç yıl önce bir şirket Bursa'daki fabrikaları için fabrika müdürü arıyordu. Kapsamlı bir tanıtım kampanyasından ve pek çok müracaatçı arasından seçim yaptıktan sonra, birkaç adayla görüşmeye karar verdiler. Yedi yöneticiden oluşan kurul, bir hafta boyunca her müracaatçıyla görüştü, notlar aldı ve onlara sorular sordu. Önemli bir konumdaki boşluğu doldurmak isteyen her şirket gibi, yeni elemanın bazı niteliklere sahip olmasını istediler. Listenin en başında yeterlilik, teknik bilgi ve iyi iletişim becerileri vardı. Fakat en önemli nokta, yeni fabrika müdürünün güvenilir olmasıydı. But the most important point was that the new plant manager was reliable. Fabrikaya ziyaretçiler, müfettişler, hükümet temsilcileri ve olası müşteriler geldiğinde, şirketi en iyi şekilde temsil etmek fabrika müdürünün sorumluluğundaydı. When visitors, inspectors, government representatives and potential customers came to the plant, it was the plant manager's responsibility to best represent the company. Üst yönetim, müdürün tüm bu hususlarda güvenilir olduğundan emin olmak zorundaydı. Komisyon, muhtemel elemanların listesini ikiye indirdi: Ahmet ve Yılmaz. The commission reduced the list of possible members to two: Ahmet and Yılmaz. Her iki müracaatçıyı da çok nitelikli buldular ve birini seçmekte çok zorlandılar. They found both clients very qualified and had a hard time choosing one. Kararlarını yalnızca özgeçmişlere ve görüşmelere dayanarak veremediler, bu nedenle adayların verdiği dört referansla birer birer görüşmeye başladılar. They couldn't make their decisions based solely on resumes and interviews, so they started interviewing one by one with the four references given by the candidates. Ancak komisyon bunların yalnızca birkaçıyla görüşebildi. However, the commission was able to negotiate with only a few of them. Görüşmelerine göre ve bir hafta içinde birini işe almaları gerektiğinden, kararsız bir şekilde Ahmet'i alma eğilimindeydiler. According to their interviews, and as they had to hire someone within a week, they tended to pick up on Mike, indecisively. Onunla temasa geçip haberi vermeye karar verdiler. They decided to contact him and tell him the news. “Merhaba Ahmet Bey. Nasılsınız?” “Teşekkür ederim, iyiyim. Fabrikada işler nasıl?” “İdare ediyoruz, ancak en kısa zamanda birini almamız gerekiyor. How are things at the factory?” “We're handling it, but we need to get one asap. İşlerin bulunduğu noktada sizi dahil etmek istedik. Sizinle yaptığımız görüşmeden çok etkilendik, özgeçmişinizde verdiğiniz bilgiler ise yeterinden daha öteydi. We were very impressed with the interview we had with you, and the information you provided in your resume was more than enough. Ne yazık ki referanslarınızın hepsinden geri haber alamadık.” Ahmet “Sizi temin ederim, referanslarımın hepsi iyidir. Unfortunately, we haven't heard back from all of your references." Ahmet “I assure you, all of my references are good. İş kaydım lekesiz, hiçbir zaman da yanlış davranmadım.” diye beyan etti. “Bunu duyduğuma sevindim. "I'm glad to hear that. Ahmet Bey, referanslarınızla görüşebilmek için bir hafta daha bekleyeceğiz; fakat bu noktada ilerlememek için bir neden göremiyoruz. Son bir görüşme için önümüzdeki Salı gelmenizi rica ediyoruz. We ask you to come next Tuesday for a final meeting. Kısacası, size işi sunacağız ve maaş ile sosyal imkânları görüşeceğiz.” Ahmet haberi duyduğuna memnun oldu ve yeni işe başlayacağı için heyecanlandı. Ne yazık ki, görüşmeden önceki öğlen, Ahmet'in referanslarının ikisi aradı ve iyi bilgi vermediler. Unfortunately, the afternoon before the interview, two of Mike's references called and did not provide good information. Ahmet'in onlarla çalışırken şirketin bazı önemli değişikliklerden geçtiğini ve onun yeni iş ortamına adapte olamadığını anlattılar. Ayrıca, şirketten ayrılmadan bir ay önce “tuhaf bir şey olduğunu” eklediler. Anlaşılan bazı kaynaklar hatalı tahsis edilmişti ve bunun sonucunda şirket önemli bir bağlantısını kaybetmişti. Apparently, some resources were mis-allocated, and as a result, the company lost an important link. Kapsamlı bir araştırma sonucunda, Ahmet'i suçlamaya yetecek deliller yetersiz kalmıştı. After extensive research, there was insufficient evidence to accuse Ahmet. Ancak Ahmet'in, olayda doğrudan ilgisi olmasa bile, durumun örtbas edilmesinde kilit rol oynadığına dair büyük ölçüde şüphe kalmıştı. Komisyon, kuşkulu bir geçmişi olan adamı işe alarak fabrikanın geleceğiyle ve itibarıyla kumar oynamayacaktı. Ayrıca Yılmaz'ın da yüksek seviyede performans gösterme becerisi olduğunu biliyorlardı. They also knew that Yılmaz had the ability to perform at a high level. Peki bu durumu nasıl idare edeceklerdi? How would they handle this situation? Ahmet'e onu işe alacaklarını söylemişlerdi bile. They had already told Ahmet that they would hire him. İşe almazlarsa, sözlü bir anlaşmayı çiğnemiş gibi olacaklardı. If they didn't get hired, it would be like they broke a verbal agreement. Komisyon Ahmet'e olanları açıklamak için bir şans vermeye karar verdi. Ahmet geldiğinde onu en yeni gelişmelerden haberdar ettiler ve ona birkaç soru daha sormak istediklerini söylediler. Görüşme sırasında Ahmet savunmaya geçti ve eski şirketini yerden yere vurmaya başladı. During the meeting, Ahmet got on the defensive and started hitting his old company from the ground up. Anlaşılan her şey için bir mazereti vardı ve onun gözünde tüm suç şirketindi. Komisyon, Ahmet'in aradıkları adam olmadığını açıkça anladı. The commission clearly realized that Ahmet was not the man they were looking for. Ona geldiği için teşekkür ettiler ve başka birini işe alacaklarını söylediler. They thanked him for coming and said they would hire someone else. “Fakat iş benim. Maaşı ve sosyal imkânları görüşeceğimizi söylemiştiniz! You said we would discuss the salary and benefits! Siz beni işe almayı kabul ettiniz, ben de sizinle çalışmayı. You agreed to hire me and I to work with you. Anlaşmamızı bozuyor musunuz?” diye ünledi. “Ahmet Bey, bozulan tek anlaşma, bu bilgiyi bizden sakladığınız zaman oldu. “Ahmet, the only deal that broke down was when you kept this information from us. O zaman bize sözünüzü vermiştiniz ve şirketimizin bütünlüğünü korumayı kabul etmiştiniz. At that time, you gave us your word and agreed to protect the integrity of our company. Şu anda kendinizi idare etme tarzınız bize güvence vermiyor. The way you are handling yourself right now does not reassure us. Aynı şeyin tekrar yaşanmayacağını nereden bilelim? How do we know that the same thing will not happen again? Şirketimizin bir itibarı var ve bütünlüğümüz en büyük kıymetli varlığımız. Our company has a reputation and our integrity is our greatest asset. İyi günler!” Bu öyküden, şirketin Ahmet'i işe almak zorunda olmadığı açıkça anlaşılıyor. Aldatıcı davranışlarda bulunmuştu ve kendisine güvenilemezdi. He had been deceptive and could not be trusted. Başka birisiyle çalışmayı seçmeleri anlaşılabilir bir durum. It's understandable that they chose to work with someone else. Bu noktada yönetim ekibi için, yeni fabrika müdürünün Yılmaz olacağı netlik kazanmıştı. At this point, it became clear to the management team that the new factory manager would be Yılmaz. Önceki öykülerimizde gördüğümüz gibi, İbrahim bir Allah adamıydı. İnançlarından ve ne pahasına olursa olsun Allah'ı izleme isteğinden dolayı seçilmişti. He was chosen because of his beliefs and his desire to follow God at all costs. Allah İbrahim'le bir antlaşma, yani bir sözleşme yapmış ve onun soyundan gelenlerin de belirli ilkelere göre yaşamaları halinde bu sözleşmenin onlara da geçeceğine söz vermişti. Tıpkı şirket için olduğu gibi, Allah için de Kendi temsilcisinin doğru ve güvenilir olması önemliydi. Just as it was for the company, it was important for God that His representative be accurate and reliable. Ayrıca, koşulların yerine getirilmemesi halinde antlaşmayı her zaman feshetme hakkına sahipti. In addition, he always had the right to terminate the treaty if the conditions were not met. İbrahim ve İshak Allah tarafından denenip denemeyi geçtikten sonra, İshak evlilik çağına geldi. After Abraham and Isaac were tried by God and passed the test, Isaac came of marriageable age. Aynı fikirlere ve dinsel görüşlere sahip biriyle evlenmesi son derece önemliydi - Allah'la devam eden antlaşmadaki rolünü yerine getirecek bir kadınla. O kadını, amcası Nahor'un kızı Rebeka'da buldu. He found that woman in Rebekah, the daughter of his uncle Nahor. Ne yazık ki, tıpkı Sara gibi, Rebeka da çocuk sahibi olamıyordu. Bu nedenle İshak onun için dua etti, ve hem İbrahim'le hem de İshak'la antlaşmasını hatırlayan Allah ona karşılık verdi. Therefore Isaac prayed for him, and God, remembering his covenant with both Abraham and Isaac, answered him. Rebeka'nın hamileliği ilerledikçe, kendini büyük sıkıntıda buldu. As Rebekah's pregnancy progressed, she found herself in great distress. Bebek çok fazla hareketli gibiydi. The baby seemed very active. Bu yüzden o da duayla Rabb'e gitti. So he too went to the Lord in prayer. Günümüzde bir sorun olduğunda doktora koşarız. Ancak belki de bazen daha sabırlı olmalı ve İshak ve Rebeka'nın yaptığı gibi, bizi Yaratan'dan yardım istemeliyiz. Öyküye Yaratılış 25. bölüm 23-26 ayetlerinden devam edelim: 23 RAB onu şöyle yanıtladı: “Rahminde iki ulus var, Senden iki ayrı halk doğacak, biri öbüründen güçlü olacak, büyüğü küçüğüne hizmet edecek.” 24 Doğum vakti gelince, Rebeka'nın ikiz oğulları oldu. 25 İlk doğan oğlu kıpkırmızı ve tüylüydü; kırmızı bir cüppeyi andırıyordu. 25 His firstborn son was crimson and furry; resembling a red robe. Adını Esav18 koydular. 26 Sonra kardeşi doğdu. Eliyle Esav'ın topuğunu tutuyordu. He was holding Esau's heel with his hand. Bu yüzden İshak ona Yakup19 adını verdi. Rebeka doğum yaptığında İshak altmış yaşındaydı. Isaac was sixty years old when Rebekah gave birth. Rebeka muhtemelen almış olduğu haberi beklemiyordu! Rebekah probably didn't expect the news she had just received! Hastalık çekmiyordu, ölecek de değildi. He was not sick, nor was he going to die. Hatta aslında, iki çocuk doğurmakla bereketlenmişti. In fact, she was blessed with having two children. Fakat iyi haberle birlikte rahatsız edici bir şey de geldi. But with the good news came something disturbing. Her nedense, iki çocuktan küçük olanı daha önemli olacaktı. For some reason, the younger of the two children would be more important. Metinden anlaşıldığına göre, çocuklar tek yumurta ikizi değildi, yani benzeşmiyorlardı, birazdan okuyacağımız gibi, karakterleri de benzeşmiyordu! Nasıl adamlar olduklarını 27. ve 28. ayetlerde okuyalım: 27 Çocuklar büyüdü. Let's read what kind of men they are in verses 27 and 28: 27 The children have grown. Esav kırları seven usta bir avcı oldu. Yakup'sa hep çadırda oturan sakin bir adamdı. Jacob was a quiet man who always lived in a tent. 28 İshak Esav'ı daha çok severdi, çünkü onun getirdiği av etlerini yerdi. 28 Isaac loved Esau more because he ate the game that he brought. Rebeka ise Yakup'u severdi. Zaman geçtikçe büyük çocuk Esav, kırları seven bir adam, güçlü bir avcı oldu; küçük olan Yakup ise eve yakın durarak sürüleri gütmeyi tercih etti. Ayrıca Yakup'un ruhsal konulara daha çok ilgi duyduğu da anlaşılmıştı. It was also evident that Jacob was more interested in spiritual matters. Çiftlik hayvanlarını koruyarak ve besleyerek çok zaman geçiriyordu. He spent a lot of time guarding and feeding farm animals. Günün sakin saatlerini muhtemelen babası İshak'ın ona öğrettiği dersleri ve dedesi İbrahim'in öykülerini düşünerek geçiriyordu. He probably spent the quiet hours of the day thinking about the lessons his father Isaac had taught him and the stories of his grandfather Abraham. Ayrıca ailesinin Allah'la olan antlaşmasının önemini biliyordu. He also knew the importance of his family's covenant with God. Öte yandan Esav ise, avcılığın macerası ve heyecanıyla büyülenmişti. Esau, on the other hand, was fascinated by the adventure and excitement of hunting. Kendi becerileri ve yeteneklerine dayanmaya alışmıştı. He was used to relying on his own skills and abilities. Fiziksel açıdan, Esav'ın avantajlı olduğu açıkça anlaşılıyor. Physically, Esau clearly appears to have the advantage. Ancak Esav'ın sabırsızlığı sonunda onu alt edecekti. But Esau's impatience would eventually overpower him. Neler olduğunu 29-34 ayetlerinde görelim: 29 Bir gün Yakup çorba pişirirken Esav avdan geldi. Aç ve bitkindi. 30 Yakup'a, “Lütfen şu kızıl çorbadan biraz ver de içeyim. Aç ve bitkinim” dedi. Bu nedenle ona Edom20 adı da verildi. For this reason it was also called Edom20. 31 Yakup, “Önce sen ilk oğulluk hakkını bana ver” diye karşılık verdi. 32 Esav, “Baksana, açlıktan ölmek üzereyim” dedi, “İlk oğulluk hakkının bana ne yararı var?” 33 Yakup, “Önce ant iç” dedi. 32 Esau said, "Look, I'm about to starve," said Esau. "What good is the birthright to me?" 33 “First take an oath,” said Jacob. Esav ant içerek ilk oğulluk hakkını Yakup'a sattı. 34 Yakup Esav'a ekmekle mercimek çorbası verdi. Esav yiyip içtikten sonra kalkıp gitti. Böylece Esav ilk oğulluk hakkını küçümsemiş oldu. Thus Esau belittled his birthright. Yakup, küçük kardeşlerin her zaman yaptığı gibi, bir anlık fırsat yakaladı ve bu fırsatı arzuladığı şeyi elde etmek için kullandı. As younger brothers always do, Jacob seized a momentary opportunity and used it to get what he desired. Esav'dan ilk oğulluk hakkını çorba karşılığında satmasını istedi. He asked Esau to sell his birthright in exchange for soup. Midesindeki gurultuya yenik düşen ve ilk oğulluk hakkının önemini göz ardı eden Esav, alışverişe razı oldu. Succumbing to the rumbling in his stomach and ignoring the importance of birthright, Esau agreed to the trade. Fakat ilk oğulluk hakkı sıradan bir şey değildi. But the birthright was no ordinary thing. O günlerde ilk oğulluk hakkının hem ruhsal hem de dünyevî bir önemi olduğunu unutmayalım. Allah İbrahim'le ve onun soyuyla bir antlaşma yapmıştı. Bu antlaşma İshak'la yenilenmişti ve çocuklarından birine geçecekti. This covenant was renewed with Isaac, and it would pass to one of his children. Sıradaki kişinin Esav olması mantıklıydı, ancak onun ruhsal konulara ilgisizliği ve antlaşmaya karşı kaygısızlığı acele bir karar vermesine neden oldu. Belki de Esav aptallığını fark edebilir, davranışlarını değiştirebilir ve büyük kardeş ve veliaht olarak görevini yerine getirebilirdi. Ancak antlaşmanın başka bir gereğini daha çiğneyerek, kararını kesinleştirdi. However, by violating another requirement of the treaty, he made his decision final. İki Hititli kadınla evlendi. Kutsal Kitap bu evliliklerin, Esav'ın ne türden kültürel ve ruhsal sorunlarla karşılaşacağını bildikleri için, İshak ile Rebeka'ya büyük sıkıntı verdiğini bildiriyor. Bu iki eylem Esav'ın, babası İshak'ın ve dedesi İbrahim'in sürdüğü tarzda bir hayatla ilgilenmediğini ortaya koymuştu. These two actions revealed that Esau was not interested in the kind of life that his father Isaac and grandfather Abraham led. Tıpkı Ahmet gibi, Esav antlaşmadaki hakkından, onu sürekli olarak gözardı ederek ve Allah'ın standartlarına uygun olmayan davranışlarda bulunarak, feragat etmişti. Tıpkı şirketin işi nitelikleri uygun olan Yılmaz'a verdiği gibi, Allah'ın da antlaşmayı Yakup'a devretmekten başka bir yolu kalmamıştı. Ancak öykü burada bitmiyor! But the story doesn't end there! İshak yaşlanmıştı ve gözleri görmüyordu; ölmeden önce iki çocuğunu kutsamak istedi. Isaac was old and blind; He wanted to bless his two children before he died. Yakup, annesinin teşvikiyle Esav'ın kılığına girdi ve babasına yaklaştı. At his mother's encouragement, Jacob disguised as Esau and approached his father. İki genci birbirinden ayıramayan ve Yakup'un Esav olduğunu sanan İshak, ellerini onun üzerine koyarak onu kutsadı. Esav bunu öğrendiğinde öfkeden deliye döndü ve kardeşi, Yakup'u öldürmek istedi. Rebeka bunu bildiğinden, ona kaçıp dayısı Lavan'ın yanına gitmesini ve kendine bir eş bulmasını söyledi. Şimdi Yakup hem ilk oğulluk hakkını, hem de babasının kutsamasını almıştı, ancak ailesini ikiye bölme pahasına. Yakup tüm bu olaylardan sonra yolculuğuna çıkar. After all these events, Yakup goes on his journey. Ancak vicdan azabı, pişmanlık ve utançla doluydu. But he was filled with remorse, regret, and shame. Allah'ın aldatıcılığı ve ihaneti hoş karşılamadığını biliyordu. He knew that God does not welcome deception and betrayal. Ne var ki, Allah'ın ona hak olarak verebileceklerini, bu iki şeyi uygulayarak almıştı. Yakup muhtemelen umutsuzluğa kapılmıştı ve Allah'ın onu da reddedeceğinden korkuyordu. Jacob was probably despondent and feared that God would reject him as well. Kendi kendine sormuş olmalı, “Neden Allah antlaşmayı bir yalancı ve hırsızla yenilemek istesin ki?” Yaratılış 28. bölüm 10-15 ayetlerine geçelim: 10 Yakup Beer-Şeva'dan ayrılarak Harran'a doğru yola çıktı. 11 Bir yere varıp orada geceledi, çünkü güneş batmıştı. 11 He arrived at a place and spent the night there, because the sun had set. Oradaki taşlardan birini alıp başının altına koyarak yattı. He took one of the stones there and put it under his head. 12 Düşte yeryüzüne bir merdiven dikildiğini, başının göklere eriştiğini gördü. 12 He saw in a dream that a ladder was erected on the earth, and his head reached the heavens. Tanrı'nın melekleri merdivenden çıkıp iniyorlardı. Angels of God were coming up and down the stairs. 13 RAB yanıbaşında durup, “Atan İbrahim'in, İshak'ın Tanrısı RAB benim” dedi, “Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim. 14 Yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye, güneye doğru yayılacaksınız. You will spread east, west, north, south. Yeryüzündeki bütün halklar sen ve soyun aracılığıyla kutsanacak. 15 Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden ayrılmayacağım.” Allah'ın bizim gibi düşünmemesi ve davranmaması çok iyi! I will not leave you until I fulfill my promise.” It's good that God doesn't think and act like us! Öyle olsaydı, Yakup muhtemelen cezalandırılır veya öldürülürdü. Had it been so, Jacob would likely have been punished or killed. Yakup'un hilesini açıklayamayız, Allah'ın düşündüğünü de enine boyuna düşünüp taşınamayız. We cannot explain Jacob's deception, nor can we ponder over what God thinks. Yalnızca Allah'ın, geleceğin hem Yakup'a hem de Esav'a neler getireceğini bildiğini varsayabiliriz. We can only assume that God knew what the future would bring for both Jacob and Esau. Ayrıca O'nun, Yakup'un imanının güçlü olduğunu ve yaptığından dolayı pişmanlık duyduğunu da bildiğini. He also knew that Jacob's faith was strong and that he regretted what he had done. Yakup o anda olması gerektiği gibi bir adam değildi, ancak zamanla ve Allah'ın yardımıyla bir gün olabilirdi. Allah Yakup'a rüyasında konuşarak, onu antlaşmanın devam ettiğine ve hiçbir zaman yalnız başına kalmayacağına dair temin etti. God spoke to Jacob in his dream, assuring him that the covenant remained and he would never be alone. Yattığı toprak kendisinin olacaktı ve soyuna verilecekti. Peki bu rüya neydi, ne anlama geliyordu? Antlaşmaya ilişkin olmalıydı! It had to be about the treaty! Ya bu gökle yer arasında yükselen merdiven neyin nesiydi, neyi simgeliyordu? Allah'ın sürekli olarak sözünü ettiği bereketlerin bir simgesi olabilir miydi? Could it be a symbol of the blessings that Allah constantly speaks of? Yakup'un geleceği nasıl olacaktı, bir eş bulabilecek miydi, eğer ağabeyiyle bir daha karşılaşırsa ne olacaktı? Bu gizemli soruların yanıtlarının, diğer pek çok benzeri gibi, Kutsal Kitap'taki yolculuğumuz sırasında açığa çıkacağından emin olabiliriz. We can be sure that the answers to these mysterious questions, like many others, will be revealed during our journey through the Bible. Şimdi Yaratılış 28. bölüm, 16-22 ayetlerindeki öyküye geri dönelim: 16 Yakup uyanınca, “RAB burada, ama ben farkına varamadım” diye düşündü. 17 Korktu ve, “Ne korkunç bir yer!” dedi, “Bu, Tanrı'nın evinden başka bir yer olamaz. Burası göklerin kapısı.” 18 Ertesi sabah erkenden kalkıp başının altına koyduğu taşı anıt olarak dikti, üzerine zeytinyağı döktü. 19 Oraya Beytel21 adını verdi. Kentin önceki adı Luz'du. 20 Sonra bir adak adayarak şöyle dedi: “Tanrı benimle olur, gittiğim yolda beni korur, bana yiyecek, giyecek sağlarsa, 21 babamın evine esenlik içinde dönersem, RAB benim Tanrım olacak. 22 Anıt olarak diktiğim bu taş Tanrı'nın evi olacak. 22 This stone that I have set up as a monument will be the house of God. Bana vereceğin her şeyin ondalığını sana vereceğim.” Allah Yakup'a bir vaatte bulundu ve Yakup bir antla karşılık verdi; antlaşma tesis edilmiş ve bir sözleşme yapılmıştı. Allah Yakup'a kılavuzluk etmeyi, Yakup da onu izlemeyi kabul etti. Yakup ayrıca aldığı tüm bereketlerin onda birini Rabb'e geri vermeyi kabul etti, tıpkı dedesi İbrahim'in Melkisedek'e ondalık verdiği gibi. Jacob also agreed to return a tenth of all the blessings he had received to the Lord, just as his grandfather Abraham gave a tithe to Melchizedek. Belki de bizim kendi hayatımız da, en azından prensipte, Yakup'un öyküsünden çok farklı değildir. Perhaps our own life is not so different from the story of Jacob, at least in principle. Quizás nuestra propia vida no sea tan diferente de la historia de Jacob, al menos en principio. Anne-babamızı hayal kırıklığına uğrattığımız, onların beklentilerini yerine getiremediğimiz, hatta onlara yüzkarası olduğumuz zamanlar olmuştur. There have been times when we disappointed our parents, did not live up to their expectations, or even disgraced them. Fakat onlar her zaman bizim yanımızdalar! Her zaman yiyeceğimiz ve giysilerimizin olmasına ve eğitim almamıza dikkat ederler. They always make sure that we have food and clothes and that we get an education. Kendilerinin asla sahip olamadıkları şeyi bize sağlayabilmek için çok çalışırlar. They work hard to provide us with what they never had. Kısacası, sözlerini tutarlar ve biz onların sevgisini “hak etsek” de, edemesek de, bizi sevmeye devam ederler. In short, they keep their word and continue to love us whether we “deserve” their love or not. Allah da aynı şekilde davranır; her zaman yanımızdadır ve hatalarımızdan dolayı pişmanlık gösterdiğimizde bizi bağışlamaya hazırdır. Ve O bir söz verdiğinde, bunu mutlaka tutar! Tehlikeli bir dünyada, Allah tam ihtiyaç duyduğumuz türden bir dosttur. Sizce de öyle değil mi? You do not think so? Ne Yakup, ne de Esav, yalnızca davranışlarına dayanarak antlaşmayı hak etmemişlerdi; ve Allah'ın bunu geçersiz kılma hakkı vardı. Neither Jacob nor Esau deserved the covenant solely on the basis of their conduct; and God had the right to overrule it. Ancak Allah, merhameti ve lütfu ile, antlaşmayı devam ettirdi. Eğer O Yakup gibi bir günahkârı bağışladıysa ve antlaşmayı devam ettirdiyse, Allah'ın bize de aynı lütfu göstereceğini bilebiliriz. Yalnızca istekli bir kalbe ihtiyacımız var