Start learning this lesson now

TED x Istanbul, Bana Bakıp Bu Teyze mi Gezmiş Diyorlar? | Gezgin Teyze Ayşe Kurucu | TEDxIstanbul

Bana Bakıp Bu Teyze mi Gezmiş Diyorlar? | Gezgin Teyze Ayşe Kurucu | TEDxIstanbul

Çeviri: Esra Çakmak Gözden geçirme: Suleyman Cengiz

Şimdi hep hayalden konuştuk ya,

benim de çocukluğumdan beri, dünyayı gezme hayallerim vardı.

Ama gerçekleşeceğini hiç tahmin etmiyordum.

Gezdik, bayağı bir güzel yerler gördük.

Ama burada benim tek gayem;

insanları çok seviyorum, yargılamadan, ötekileştirmeden,

değiştirmeye uğraşmadan.

"İnsanlarla nasıl verimli bir diyalog kurabilirim?

İnsanlarla nasıl bir duygu paylaşımı, fikir paylaşımı yapabilirim?"

Bunlar vardı.

Çocuklar evlendikten sonra,

dört duvar arasında oturmak bana çok ters geldi.

Kendimle baş başa kalıp

bazı hatalarımda kendimi yargılama, kendimi suçlama başlıyor.

Baktım, ben kendi kendime en çok zarar veren kendim oluyorum.

Ne yapabilirim?

İnsanlarla bir diyalogda olayım, görüşeyim,

bir şey vereyim, bir şey alayım, bir şeyler paylaşalım.

Çok şeyler paylaştıkça mutlu olduğumu fark ettim.

Bu mutlulukla başka birilerine de mutlu etme ihtiyacını hissettim.

Arkadaşlar sayesinde, işte böyle diyaloglarım, çevrem çok geniş,

onlar seviyorlar, sağ olsunlar, ben de onları çok seviyorum.

Ve böyle diyaloglar giderken, çok yerler gezdim.

Tabii ben kendim normal bir vatandaş olarak, ne yaptığımın farkında değilmişim.

Baktım, bayağı bir şeyler başarmışız.

İnsanlarla, işte diyorum ya, diyalog kurmak ötekileştirmeden

sevmek ve bu sevgiyi de hiçbir çıkar yol gözetmeden kurmak,

değiştirmeye uğraşmadan.

Mutlu olduğumu bir hayat olarak yaşamak değil de,

hayatla dans edebilmeyi öğrenmek çok güzel geldi bana.

(Alkış)

Teşekkürler.

Şimdi bizim Türkiyemizde, ülkemizde bir kalıplaşma var.

Anneanneler, babaanneler torun bakar, evinde oturur, köşesine çekilir.

Bir de geçmiş neslimizin, anne ve babanın ve bir de bizim çocukların

bir kalıplaşmış şeye uymamızın mecburiyeti gibi görüyorlar.

E ben buna uymamışım, asi bir yapım var herhâlde.

(Kahkaha)

(Alkış)

Ya benim bu pozisyonum, insanlara çok değişik geliyor;

çok değişik eleştiriler alıyorum.

Ama bu eleştirilerden kendimi, nasıl yararlandırabilirim onu bir öğrendim.

Barışık yaşamayı öğrendim.

Çünkü eleştirinin bir getirileri var.

Yani tartabiliyorsun, hatalarını görebiliyorsun.

Bazı insanlardan mesela, geliyorlar bana.

Çünkü gezginci bir insanın, sırtında çanta,

yırtık blue jean, saçı uzun, kulağı küpeli, kirli sakallı birisi gezer.

Ya böyle bir teyze gezemez.

Ay geliyorlar bana, böyle suratını da değiştiriyor,

bu teyze mi gezmiş, diyorlar.

(Kahkaha)

Hoşuma gidiyor.

Yani,

(Kahkaha)

(Alkış)

Ya insanlara işte yargılamadan baktığında,

her şey insana tamamlayıcı oluyor.

Bir insanı insan olarak;

dini, dili, fikri, siyasi görüşü ne olduğu hiç önemli değil,

benim için bir insan insansa o yeter.

(Alkış)

Çünkü insanın kendine ait bir, özel fikirleri, değerleri var.

Onu değiştirmeye kalktığında, en yakın ailenden olsun, komşundan olsun,

tanımadığın bir insandan olsun,

çünkü o da benim özelime giriyor, o da beni değiştirmeye uğraşmaya kalkıyor.

Ne oluyor, savaşlar çıkıyor.

Ailede başlayan savaşlar, işte dünyaya da yayılmış.

Hep çıkar savaşları.

İnsanlar, işte diyorum ya,

kendi özelini ve karşının özeline dokunmadan ve dokundurtmadan,

insanlarla diyalog kurmak çok güzel bir şey.

İnsanı sevince her zorluk aşılıyor.

Kendi odak noktanda,

kendi değer yargılarınla boğuşmamayı öğretiyor insana.

İnsan kendi hayatına şeffaf baktıkça, karşıya da bakıyor.

Bu, karşının da şeffaf değer yargılarını önemseyerek baktıysan,

hani diyaloglar da güzelleşiyor,

samimiyetler çoğalıyor,

insanın da değerleri çoğalıyor.

Yani kimseye beklentim olmadan,

bir şey beklemeden ve kendi hayatımın kontrolünün bende olması,

çok güzel bir şey.

Allah herkese nasip etsin.

Teşekkürler.

(Alkış)

Bana Bakıp Bu Teyze mi Gezmiş Diyorlar? to me|looking|this|aunt|question particle|traveled|they say |||おばさん||旅行した|言ってる لي|النظر إلى|هذه|العمة|هل|قد تجولت|يقولون Sie sehen mich an und sagen: Diese Tante ist gereist | Reisetante Ayşe Kurucu | TEDxIstanbul Με κοιτάζουν και λένε ότι αυτή η θεία έχει ταξιδέψει | Ταξιδιώτισσα θεία Ayşe Kurucu | TEDxIstanbul Ils me regardent et disent que cette tante a voyagé | Tante voyageuse Ayşe Kurucu | TEDxIstanbul このおばさんは旅をしてきた」と言われる｜旅人おばさん｜TEDxIstanbul Olham para mim e dizem que esta tia viajou | Traveller Aunt Ayşe Kurucu | TEDxIstanbul Они смотрят на меня и говорят, что эта тетя путешествовала | Traveller Aunt Ayşe Kurucu | TEDxIstanbul De tittar på mig och säger att den här mostern har rest | Traveller Aunt Ayşe Kurucu | TEDxIstanbul هل يقولون هذه العمة قد تجولت؟ They say, 'Look at me, is this Aunt traveling?' | Gezgin Teyze Ayşe Kurucu | TEDxIstanbul traveling|aunt|Ayşe|founder|TEDxIstanbul 旅人|おばさん||創設者|TEDxイスタン المسافرة|العمة|عائشة|المؤسسة|تيد إكس إسطنبول | العمة المسافرة عائشة كوروك | TEDxIstanbul | Traveler Aunt Ayşe Kurucu | TEDxIstanbul

Çeviri: Esra Çakmak Gözden geçirme: Suleyman Cengiz translation|Esra|Çakmak|review|editing|Suleyman|Cengiz |エスラ|チャクマク||レビュー|スレイマン| الترجمة|إسراء|تشاقماك|مراجعة|التمرير|سليمان|جنكيز ترجمة: إسراء تشاكماك مراجعة: سليمان جنجيز Translation: Esra Çakmak Review: Suleyman Cengiz

Şimdi hep hayalden konuştuk ya, now|always|from dream|we talked|you know ||夢の中で|話していた| الآن|دائما|من الخيال|تحدثنا|أليس كذلك الآن لقد تحدثنا عن الأحلام، Now we have talked about dreams,

benim de çocukluğumdan beri, dünyayı gezme hayallerim vardı. my|too|since my childhood|for|the world|traveling|my dreams|I had ||子供の頃から||世界|旅行する|夢| لي|أيضا|من طفولتي|منذ|العالم|السفر|أحلامي|كانت كان لدي أحلام السفر حول العالم منذ طفولتي. I have had dreams of traveling the world since my childhood.

Ama gerçekleşeceğini hiç tahmin etmiyordum. but|it would come true|never|I guessed|I was not |実現することを|||思っていなかった لكن|ستحقق|أبدا|توقعت|لم أكن لكنني لم أتوقع أبداً أن تتحقق. But I never imagined it would actually happen.

Gezdik, bayağı bir güzel yerler gördük. we traveled|quite|a|beautiful|places|we saw 私たちは旅行した|||||見ました سافرنا|كثيرا|من|جميلة|أماكن|رأينا سافرنا، ورأينا أماكن جميلة جداً. We traveled, and we saw quite a few beautiful places.

Ama burada benim tek gayem; ||mein||Ziel but|here|my|only|goal ||||目標 لكن|هنا|لي|الوحيد|هدف لكن هنا، هدفي الوحيد هو؛ But here, my only goal is;

insanları çok seviyorum, yargılamadan, ötekileştirmeden, people|very|I love|without judging|without othering 人々を|||批判せずに|他者化せず الناس|كثيرًا|أحب|دون الحكم|دون التهميش أحب الناس كثيرًا، دون الحكم عليهم، دون تهميشهم, I love people very much, without judging, without othering,

değiştirmeye uğraşmadan. to change|without trying 変えようと|努力せずに تغيير|دون السعي دون محاولة تغييرهم. without trying to change them.

"İnsanlarla nasıl verimli bir diyalog kurabilirim? with people|how|efficient|a|dialogue|I can establish ||効率的な||対話| مع الناس|كيف|فعال|حوار|حوار|يمكنني أن أقيم "كيف يمكنني إقامة حوار فعال مع الناس؟ "How can I establish an effective dialogue with people?

İnsanlarla nasıl bir duygu paylaşımı, fikir paylaşımı yapabilirim?" with people|how|a|emotion|sharing|idea|sharing|I can do |||感情|||| مع الناس|كيف|مشاركة|شعور|مشاركة|فكرة|مشاركة|يمكنني أن أفعل كيف يمكنني مشاركة المشاعر والأفكار مع الناس؟" How can I share emotions and ideas with people?"

Bunlar vardı. these|there were هؤلاء|كانوا موجودين كانت هذه موجودة. These were there.

dört duvar arasında oturmak bana çok ters geldi. four|wall|between|to sit|to me|very|strange|it came |壁||座ること|||反対| أربعة|جدران|بين|الجلوس|لي|جدا|عكس|جاء شعرت أن الجلوس بين أربعة جدران كان غريبًا جدًا بالنسبة لي. sitting between four walls felt very strange to me.

Kendimle baş başa kalıp with myself|head|to face|to stay 自分と||一緒に|いる مع نفسي|رأس|إلى|البقاء لأكون وحدي مع نفسي Being alone with myself

bazı hatalarımda kendimi yargılama, kendimi suçlama başlıyor. |||Urteilbildung||| some|in my mistakes|myself|don't judge|myself|don't blame|it starts |私の過ちの||裁判||非難| بعض|أخطائي في|نفسي|لا تحكم|نفسي|لا تلوم|يبدأ في بعض أخطائي، يبدأ الحكم على نفسي، وبدء لوم نفسي. I start to judge myself, to blame myself for some of my mistakes.

Baktım, ben kendi kendime en çok zarar veren kendim oluyorum. I looked|I|own|to myself|most|much|harm|giving|myself|I become |||||||与える|| نظرت|أنا|نفسي|لنفسي|أكثر|ضرر||الذي يسبب|أنا| وجدت أنني أكثر من يؤذي نفسي. I realized that I am the one who harms myself the most.

Ne yapabilirim? what|can I do ماذا|يمكنني أن أفعل ماذا يمكنني أن أفعل؟ What can I do?

İnsanlarla bir diyalogda olayım, görüşeyim, with people|a|in dialogue|let me be|let me talk ||対話の中で|参加します|会話しよう مع الناس|حوار|في|أكون|ألتقي أريد أن أكون في حوار مع الناس، وأن ألتقي بهم, I want to be in a dialogue with people, to meet with them,

bir şey vereyim, bir şey alayım, bir şeyler paylaşalım. a|thing|let me give|a|thing|let me take|a|things|let’s share ||||||||共有しましょう شيء|شيء|سأعطي|شيء|شيء|سأخذ|شيء|أشياء|لنتشارك دعني أعطي شيئًا، دعني آخذ شيئًا، دعنا نتشارك بعض الأشياء. Let me give something, let me take something, let's share some things.

Çok şeyler paylaştıkça mutlu olduğumu fark ettim. a lot|things|as I shared|happy|that I am|I noticed|I did ||共有するほど|||| كثير|أشياء|كلما شاركت|سعيد|أنني|أدركت|فعلت Jag insåg att jag är lycklig när jag delar med mig av många saker. كلما شاركت أشياء كثيرة، أدركت أنني سعيد. I realized that I am happy as I share many things.

Bu mutlulukla başka birilerine de mutlu etme ihtiyacını hissettim. this|with this happiness|other|to someone|also|happy|to make|need|I felt |幸せに||誰か||||必要性| هذه|بالسعادة|آخر|لأشخاص|أيضا|سعيد|جعل|الحاجة|شعرت Med denna lycka kände jag ett behov av att göra andra lyckliga. مع هذه السعادة، شعرت بحاجة لإسعاد الآخرين أيضًا. With this happiness, I felt the need to make others happy as well.

Arkadaşlar sayesinde, işte böyle diyaloglarım, çevrem çok geniş, friends|thanks to|here|such|my dialogues|my environment|very|wide ||||私の対話|私の周り|| الأصدقاء|بفضل|هنا|هكذا|حواراتي|دائرتي|واسع|واسع Tack vare mina vänner har jag sådana dialoger, min krets är mycket bred, بفضل الأصدقاء، هكذا تكون حواراتي، دائرتي واسعة جدًا, Thanks to my friends, I have such dialogues, my circle is very wide,

onlar seviyorlar, sağ olsunlar, ben de onları çok seviyorum. they|they love|healthy|they are|I|also|them|very|I love |||ありがとう||||| هم|يحبون|طيب|ليكونوا|أنا|أيضا|هم|كثيرا|أحب De älskar dem, tack vare dem, och jag älskar dem väldigt mycket. إنهم يحبون، بارك الله فيهم، وأنا أحبهم كثيراً أيضاً. They love me, thank them, and I love them very much too.

Ve böyle diyaloglar giderken, çok yerler gezdim. and|such|dialogues|while going|many|places|I traveled ||||||旅行した و|مثل هذه|الحوارات|أثناء الذهاب|كثيرا|الأماكن|زرت Medan dessa dialoger pågick besökte jag många platser. وأثناء هذه الحوارات، زرت أماكن كثيرة. And while such dialogues were going on, I traveled to many places.

Tabii ben kendim normal bir vatandaş olarak, ne yaptığımın farkında değilmişim. of course|I|myself|normal|a|citizen|as|what|I did|aware|I wasn't ||||||||私が何を||ではなかった بالطبع|أنا|بنفسي|عادي|مواطن||ك|ماذا|ما فعلته|مدرك|لم أكن Som vanlig medborgare insåg jag naturligtvis inte vad jag gjorde. بالطبع، لم أكن أدرك كفرد عادي ما الذي كنت أفعله. Of course, as a normal citizen, I wasn't aware of what I was doing.

Baktım, bayağı bir şeyler başarmışız. I looked|quite|a|things|we have achieved ||||達成した نظرت|حقا|شيئا|أشياء|لقد حققنا Vi har uppnått en hel del. لكنني نظرت، وقد حققنا أشياء كثيرة. I realized that we have achieved quite a lot.

İnsanlarla, işte diyorum ya, diyalog kurmak ötekileştirmeden ||||||ohne Ausgrenzung with people|well|I say|you know|dialogue|to establish|without othering |||||対話する| مع الناس|ها أنا|أقول|يا|حوار|إقامة|دون تهميش Att upprätta en dialog med människor, som jag sa, utan att alienera dem. التواصل مع الناس، كما أقول، دون تهميش. With people, I'm saying, to establish dialogue without othering.

sevmek ve bu sevgiyi de hiçbir çıkar yol gözetmeden kurmak, to love|and|this|love|also|no|interest|path|without considering|to establish |||愛|||||見返りなしに| حب|و|هذه|الحب|أيضا|لا|مصلحة|طريق|دون اعتبار| att älska och att etablera denna kärlek utan någon som helst opportunism, حبهم وبناء هذا الحب دون النظر إلى أي مصلحة. To love and to establish this love without any ulterior motives,

değiştirmeye uğraşmadan. to change|without trying تغيير|دون جهد utan att försöka ändra den. دون محاولة التغيير. without trying to change.

Mutlu olduğumu bir hayat olarak yaşamak değil de, happy|that I am|a|life|as|to live|not|also سعيد|كوني|حياة||ك|عيش|ليس|و Inte för att leva ett liv som jag är nöjd med, ليس العيش كحياة أشعر فيها بالسعادة. Not to live as if I am happy in life,

hayatla dans edebilmeyi öğrenmek çok güzel geldi bana. with life|dance|being able to|to learn|very|beautiful|came|to me 人生と||踊ること|||素晴らしい|| مع الحياة|الرقص|القدرة على الرقص|التعلم|جدا|جميل|جاء|لي It felt so good to learn how to dance with life. Det kändes så bra att lära sig att dansa med livet. تعلم الرقص مع الحياة بدا لي شيئًا جميلًا.

(Alkış) applause 拍手 تصفيق (applause) (تصفيق)

Teşekkürler. thank you شكرا Thank you. شكرًا.

Şimdi bizim Türkiyemizde, ülkemizde bir kalıplaşma var. now|our|in our Turkey|in our country|a|stereotype|there is ||私たちのト|私たちの国||定型化| الآن|لدينا|في تركيا|في بلدنا|نوع من|التصلب|موجود Now in our Turkey, in our country, there is a stereotype. I vårt Turkiet finns det en stereotyp i vårt land. الآن في تركيا، هناك نمطية في بلدنا.

Bir de geçmiş neslimizin, anne ve babanın ve bir de bizim çocukların |||unserer Generation|||||||| one|also|past|of our generation|mother|and|of the father|and|one|also|our|of the children 一つ||過去の|私たちの世|||父母の||||| واحد|أيضا|الماضي|جيلنا|الأم|و|الأب||واحد|أيضا|أطفالنا|الأطفال كما أن جيلنا السابق، والآباء والأمهات، وأيضًا أطفالنا They also see it as an obligation for our past generations, parents, and our children.

bir kalıplaşmış şeye uymamızın mecburiyeti gibi görüyorlar. ||||Verpflichtung|| a|stereotypical|thing|our conforming|necessity|like|they see |型にはまった|物|従うこと|義務|| واحد|نمطي|شيء|التكيف|الإلزام|مثل|يرون يعتبرون أنه من الضروري أن نت conform إلى شيء نمطي. It seems like we have to conform to a stereotypical thing.

E ben buna uymamışım, asi bir yapım var herhâlde. ||||rebellious nature|||| well|I|to this|I haven't conformed|rebellious|a|nature|I have|probably |||合わなかった|反抗的||性格||たぶん إذن|أنا|لذلك|لم أتكيف|متمرد|واحد|طبيعتي|يوجد|على الأرجح لكنني لم ألتزم بذلك، من الواضح أن لدي طبيعة متمردة. Well, I haven't conformed to this, I must have a rebellious nature.

(Kahkaha) laughter 笑い ضحك (ضحك) (Laughter)

(Alkış) applause تصفيق (تصفيق) (Applause)

Ya benim bu pozisyonum, insanlara çok değişik geliyor; well|my|this|position|to people|very|different|it seems |||私のこのポジ|人々に||変わっている| يا|لي|هذا|موقفي|للناس|جدا|مختلف|يبدو إن وضعي هذا يبدو للناس مختلفًا جدًا؛ My position seems very different to people;

çok değişik eleştiriler alıyorum. أتلقى انتقادات مختلفة جدًا. I receive very different criticisms.

Ama bu eleştirilerden kendimi, nasıl yararlandırabilirim onu bir öğrendim. but|this|from criticisms|myself|how|I can benefit|that|a|I learned ||批評から|||活用できる||| لكن|هذه|من الانتقادات|نفسي|كيف|يمكنني الاستفادة|ذلك|واحد|تعلمت لكنني تعلمت كيف يمكنني الاستفادة من هذه الانتقادات. But I learned how to benefit from these criticisms.

Çünkü eleştirinin bir getirileri var. |der Kritik||Folgen| because|of criticism|a|benefits|there are |批評の||利益| لأن|النقد|واحد|فوائد|موجودة För kritik har sina fördelar. لأن للانتقاد فوائد. Because criticism has its benefits.

Çünkü gezginci bir insanın, sırtında çanta, because|traveling|a|person's|on the back|bag |旅行者|||背中に| لأن|رحّالة|إنسان||على ظهره|حقيبة لأن الشخص المسافر، يحمل حقيبة على ظهره, Because a wandering person has a backpack,

yırtık blue jean, saçı uzun, kulağı küpeli, kirli sakallı birisi gezer. torn|blue|jeans|hair|long|ear|with earrings|dirty|bearded|someone|travels 破れた|青い|ジーンズ|髪||耳にピアス|ピアスをした||ひげを生や||歩いている ممزق|جينز|جينز|شعره|طويل|أذنه|مثقوب|متسخ|ملتحٍ|شخص|يتجول يرتدي جينز ممزق، وشعره طويل، وأذنه مثقوبة، ولحيته متسخة. torn blue jeans, long hair, earrings, and a dirty beard.

Ya böyle bir teyze gezemez. or|such|a|aunt|cannot travel |||おばさん|歩けない أو|مثل|إنسان|عمة|لا تستطيع التجول أو لا يمكن لعمة كهذه أن تتجول. But such an aunt cannot wander.

Ay geliyorlar bana, böyle suratını da değiştiriyor, oh|they are coming|to me|like this|his/her face|also|he/she is changing ||||顔||顔を変えて القمر|هم يأتون|إليّ|هكذا|وجهه|أيضا|يغير De kommer till mig, och han ändrar sitt ansikte så här, يأتون إلي، ويغيرون وجههم هكذا, They are coming to me, and they change their faces like this,

bu teyze mi gezmiş, diyorlar. this|aunt|question particle|she has traveled|they are saying |おばさん||旅行した|言っている هذه|العمة|هل|قد تجولت|هم يقولون Det sägs att denna moster har rest. يقولون: هل كانت هذه العمة تتجول؟ they say, 'Has this aunt been out?'

(Kahkaha) laughter 笑い ضحك (ضحك) (Laughter)

Hoşuma gidiyor. it pleases me|it is going 気に入る| يعجبني|يذهب أحب ذلك. I like it.

Yani, so يعني يعني, So,

(Kahkaha) laughter ضحك (ضحك) (Laughter)

(Alkış) applause تصفيق (تصفيق) (Applause)

Ya insanlara işte yargılamadan baktığında, or|to people|just|without judging|when you look |||判断せずに|見ると يا|للناس|ها|بدون حكم|عندما تنظر När du ser på människor utan att döma dem, عندما تنظر إلى الناس دون الحكم عليهم, When you look at people without judgment,

her şey insana tamamlayıcı oluyor. every|thing|to a person|complementary|becomes ||人間に|補完的| كل|شيء|للإنسان|مكمل|يصبح Allt är ett komplement till människan. كل شيء يصبح مكملًا للإنسان. everything becomes complementary to a person.

dini, dili, fikri, siyasi görüşü ne olduğu hiç önemli değil, religion|language|thought|political|opinion|whatever|that it is|not at all|important|not 宗教的|||政治的|意見||||| دينه|لغته|فكره|سياسي|رأيه|ما|كونه|أبداً|مهم|ليس Det spelar ingen roll vilken religion, vilket språk, vilken idé eller vilken politisk åsikt man har, لا يهم ما هو دينه أو لغته أو فكره أو رأيه السياسي, it doesn't matter what their religion, language, ideas, or political views are,

benim için bir insan insansa o yeter. my|for|a|person|if (he/she) is a human|that|is enough ||||人|| لي|من أجل|إنسان||إذا كان إنساناً|ذلك|يكفي För mig räcker det med att en person är mänsklig. بالنسبة لي، إذا كان الإنسان إنسانًا، فهذا يكفي. for me, if a person is a human, that's enough.

(Alkış) applause التصفيق (تصفيق) (Applause)

Çünkü insanın kendine ait bir, özel fikirleri, değerleri var. because|a person's|to oneself|belonging|a|private|ideas|values|there are ||||||考え|価値| لأن|الإنسان|لنفسه|ملك|واحد|خاص|أفكاره|قيمه|موجودة Människor har sina egna idéer och värderingar. لأن للإنسان أفكار وقيم خاصة به. Because a person has their own special ideas and values.

Onu değiştirmeye kalktığında, en yakın ailenden olsun, komşundan olsun, it|to change|when you try|the|closest|from your family|be it|from your neighbor|be it |||||家族||隣人| إياه|لتغييره|عندما تحاول|أقرب|قريب|من عائلتك|سواء كان|من جارك| När du försöker förändra honom, oavsett om det är din närmaste familj eller din granne, عندما تحاول تغييرها، سواء كانت من أقرب عائلتك، أو من جارك, When you try to change that, whether it's from your closest family, your neighbor,

tanımadığın bir insandan olsun, that you don't know|a|from a person|be it 知らない||人| من لا تعرفه|إنسانًا|من إنسان| från någon du inte känner, أو من شخص لا تعرفه, or from a stranger,

çünkü o da benim özelime giriyor, o da beni değiştirmeye uğraşmaya kalkıyor. because|that|also|my|private space|it is entering|that|also|me|to change|to try|it is attempting ||||私の特別な|入る|||||干渉しよう|試みる لأن|هو|أيضا|لي|خصوصيتي|يدخل|هو|أيضا|لي|تغيير|محاولة|يبدأ eftersom han inkräktar på mitt privatliv och försöker förändra mig. لأن ذلك يدخل في خصوصياتي، وهو يحاول تغييرني أيضاً. because it also intrudes into my privacy, it also tries to change me.

Ne oluyor, savaşlar çıkıyor. what|is happening|wars|are breaking out ||戦争| ماذا|يحدث|الحروب|تخرج Vad som händer är att krig bryter ut. ماذا يحدث، تندلع الحروب. What's happening, wars are breaking out.

Ailede başlayan savaşlar, işte dünyaya da yayılmış. in the family|starting|wars|well|to the world|also|have spread 家族の中で||||||広がった في العائلة|التي بدأت|الحروب|إذن|إلى العالم|أيضا|انتشرت De krig som började i familjen har spridit sig till hela världen. الحروب التي تبدأ في الأسرة، قد انتشرت إلى العالم. Wars that start in the family have spread to the world.

Hep çıkar savaşları. always|arise|wars ||戦争 دائما|تخرج|الحروب Det är alltid ett intressekrig. دائماً ما تكون حروب المصالح. It's always about power struggles.

kendi özelini ve karşının özeline dokunmadan ve dokundurtmadan, own|private|and|the other person's|private|without touching|and|without letting touch |プライベート||相手の|プライベート|||触れさせず الخاص|خصوصيته|و|الآخر|خصوصيته|دون المساس|و|دون السماح بالمساس utan att röra din egen integritet och utan att röra den andra personens integritet, يجب أن نتجنب المساس بالخصوصيات الخاصة للآخرين، to communicate with others without touching their privacy and without letting them touch yours,

İnsanı sevince her zorluk aşılıyor. a person|when you love|every|difficulty|is overcome |人を愛すると||困難|克服される الإنسان|عندما تحب|كل|صعوبة|يتم التغلب عليها När man älskar människor kan man övervinna alla svårigheter. عندما تحب الإنسان، يمكن التغلب على كل الصعوبات. When you love people, every difficulty is overcome.

kendi değer yargılarınla boğuşmamayı öğretiyor insana. your own|value|with your judgments|not to struggle|teaches|to a person |価値|あなたの価値判断|格闘しない|| الخاص بك|قيمة|بأحكامك|عدم الصراع|يعلم|للإنسان تعلم الإنسان عدم الصراع مع قيمه الخاصة. it teaches a person not to struggle with their own value judgments.

İnsan kendi hayatına şeffaf baktıkça, karşıya da bakıyor. a person|their own|to their life|transparent|as they look|to the other side|also|they look ||自分の人生に|透明|見るほど||| الإنسان|الخاص به|إلى حياته|شفاف|كلما نظر|إلى الآخر|أيضا|ينظر När man ser på sitt eget liv på ett öppet sätt ser man också överallt. كلما نظر الإنسان إلى حياته بشفافية، نظر أيضًا إلى الآخر. As a person looks transparently at their own life, they also look at the other.

Bu, karşının da şeffaf değer yargılarını önemseyerek baktıysan, |||transparent|||| this|the other side's|also|transparent|value|your judgments|by valuing|if you looked |||||価値判断|重視して|見ているなら هذا|الآخر|أيضا|شفاف|قيمة|أحكامك|مع الأخذ بعين الاعتبار|إذا نظرت Det vill säga om man ser på det genom att bry sig om den andra personens öppna värdeomdömen, هذا، إذا كنت قد نظرت إلى قيم الآخر بشفافية. This is, if you have looked at the other with the importance of their transparent value judgments,

hani diyaloglar da güzelleşiyor, you know|dialogues|also|are becoming more beautiful |||美しくなっている يعني|الحوارات|أيضا|تصبح أجمل du vet, dialogerna blir bättre, أليس الحوار يصبح أجمل, you know, dialogues are getting more beautiful,

samimiyetler çoğalıyor, sincerities|are increasing 親密さ|増えている الصداقات|تزداد intimiteterna blir fler och fler, وتزداد الصداقات, sincerities are increasing,

Yani kimseye beklentim olmadan, so|to anyone|my expectation|without ||期待|なしで يعني|لأحد|توقعاتي|بدون Jag menar, utan förväntningar, أي أنني لا أملك توقعات من أحد, So, without any expectations from anyone,

bir şey beklemeden ve kendi hayatımın kontrolünün bende olması, a|thing|without waiting|and|my own|life|control|in me|being ||待たずに|||私の人生|私のコントロ|私の|あること شيء|شيء|بدون انتظار|و|حياتي|حياتي|السيطرة|عندي|أن يكون بدون انتظار شيء وكون السيطرة على حياتي بيدي, not expecting anything and having control of my own life,

Allah herkese nasip etsin. ||Schicksal| God|to everyone|grant|may it be アッラー|everyone|与えますように|与えますように الله|للجميع|نصيب|يجعله Må Gud skänka det till alla. أسأل الله أن يرزق الجميع. May God grant it to everyone.

Teşekkürler. Thank you ありがとう شكرا شكراً. Thank you.

(Alkış) applause 拍手 التصفيق (تصفيق) (Applause)

ai_request(all=46 err=2.17%) translation(all=89 err=4.49%) cwt(all=497 err=0.80%) ar:B7ebVoGS:250509 en:B7ebVoGS:250525 openai.2025-02-07 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=3.51 PAR_CWT:B7ebVoGS=6.52 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=1797 PAR_CWT:B7ebVoGS=3.2