Start learning this lesson now

ZihinX, Yeni doğan kızım için...

Yeni doğan kızım için...

Kızım, birkaç gün önce sen dünyaya geldin. Her türlü tuhaf ve sıradışı şeyler göreceğin bu dünyaya.

Hem kötülükler, hem iyilikler göreceğin,

hem dertli, hem de sevinçli zamanlar yaşayacağın bir dünyaya.

Daha 9 ay önce gözle görülemeyen küçücük bir hücreyken,

100 milyonlarca hücrenin arasından sen en güçlüsü olarak ana rahmine girmeyi başardın

ve böylece bu hayattaki ilk başarını kazanmış oldun.

Şimdiyse dünyaya gelecek büyüklüğe ulaştın ve hayattasın artık.

Yani bir sonraki aşamadasın.

Yani senin gibi 100 milyonlarca hücrenin arasından dünyaya gelmeyi başaran

7 milyar başarılı insanın olduğu yeni rekabet ortamında.

Ben de artık bir süredir bu ortamda yaşayıp az çok bir şeyleri görmüş ve anlamış biri olarak,

bu videoyu izleyip anlayacak yaşa geldiğinde,

senin bunlardan az da olsa ders çıkarabilmen için sana birkaç öğütte bulunmak istiyorum.

Çünkü bunları sana en samimi şekilde söyleyebilecek bu hayattaki 3-4 kişiden biriyim.

Diğer bütün insanların da kendi yakınları olduğundan,

belki de hiçbir zaman benim olduğum kadar içten sana nasihat edemiyecekler.

İlk önce şunu bilmelisin,

senin bu videoyu izleyip anlayabileceğin zamanlar gelinceye kadar,

bu kanalı halen devam ettirip ettiremeyeceğimi şu an bilemiyorum.

Ama hazırladığım diğer videoları izlediğinde,

o videoların hepsini genelde tanımadığım insanlar için yaptığımı anlayacaksın.

Fakat bu video sadece senin için.

Ben henüz babalığın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum.

Bildiğim şey şu ki, bu dünyaya geldiğin günden itibaren sen hem öğrencisin, hem de öğretmen.

İlk dakikadan itibaren hayatı, yaşamayı ve insanları öğrenmeye başlayacaksın.

Yani yeni şeyler öğrenmekte bir öğrenci olacaksın.

Fakat aynı zamanda bana ve annene, babalık ve anneliğin nasıl birşey olduğunu öğreteceksin.

Böylece öğretmen olmuş olacaksın.

Sen daha dünyaya gelmeden öğretmenlik yapmaya başladın.

Çünkü senin doğacağını öğrendiğimiz günden bu yana, benim düşüncelerimde çok şey değişmeye başladı.

Daha da olgunlaşmaya başladım.

Sorumluluğumun ne kadar büyük olduğunu anlamaya başladım

ve şu ana kadar birçok şey beynimde değişmeye başladı bile. Şimdiye kadar benim gecem gündüzüm farklı iş ve sosyal projelerdi,

fakat şimdi öyle değil.

Artık en büyük projem sensin.

Artık gelecekte kendi ayakları üzerinde durabilecek, doğacak çocukları için iyi bir anne olabilecek, ailesi için gerçek bir yuva kurabilecek ve kendi ailesinin temelini güçlendirecek birini yetiştirip hazırlamak, yani seni hazırlamaktır en büyük projem.

Öncelikle, var olduğum sürece seni korumaya çalışacağımı

ve bunun için elimden geleni yapacağımı bilmeni isterim.

Ama, bu bir yere kadar.

Ben seni her zaman koruyamam.

Sen gittikçe daha özgür bir kişi olacaksın.

Bu yüzden önemli olan şey, benim ve annenin yanında olmadığı zamanlarda

senin doğru kararlar verebilmeyi öğrenmendir.

Sana ilk nasihatım, ne durumda olursan ol, ne gibi zorluklarla karşılaşırsan karşılaş,

hep hayallerinin peşinden git.

Düşün ki, hepimizin bu dünyada belli bir misyonu var.

Sen de kendi misyonunun ne olduğunu anlamak için hayallerinebakabilirsin.

Seni sen yapan hayallerin.

Belki de o kadar tuhaf ,farklı ilgi alanların ve hayallerin olacağı bir zaman gelecek ki

ben bir baba olarak onlara karşı çıkmak isteyebilirim.

Kendi tecrübe ve bilgilerime dayanarak senin seçtiğin yolun doğru olmadığını söylebilirim. Çünkü sonuçta ben bir babayım,

kendimce senin için en iyisinin ne olduğunu bildiğimi sanacağım.

Ama sana bir şey söyleyeyim mi?

Ben sana ne nasihat etsem de , yol göstersem de , hep son kararı sen kendin ver.

Önündeki engellere rağmen senin kendi içindeki karar değişmiyorsa, demek ki doğru yol odur.

Sana çok engel olursam da bu videoyu aç ve bana izlet, izin veriyorum.

De ki, ‘ bak baba, gençken bana bunları söylüyordun.'

Ben de bu şekilde farkına varıp, hatırlayayım ve senin yolundan çekileyim.

Hep hayal kur, kızım.

Hayallerinin ucu bucağı olmasın.

Çok uzaklara gitsin hayallerin.

Hayatta başarabileceğin şeyler hayal ettiklerinin sınırını geçemez.

O yüzden hayallerin çok geniş olmalı.

Geniş olmalı ki, başarıların da o derece büyük olabilsin.

O kadar hayal et ki, hayalin bu dünyanın sınırlarını bile aşsın.

Etraftakiler ancak 3 boyutu düşünebilirken,

sen 4, 5, 6 veya daha çok boyutu düşünüp hayal etmeye çalış.

Asla beynine sınırlar koyma.

Amaçların yolunda da kendine limitler koyma

Büyük amaç yoktur.

Bu dünya çok küçük.

Etrafına ve dünyaya baktığın zaman kendini büyük ve heybetli biri olarak düşün

ve sanki küçük bir küreye uzaktan baktığını farzet.

Bak o zaman bütün o zor işler sana nasıl da kolay gelecektir.

Yanlış yapmaktan da korkma.

Ben zaten yaşadığım sürece, hep sana doğru bildiklerimi söylemekle yol gösteriyor olacağım.

Tüm kalbinle inandıklarının peşinden koşarak gitmeye çalış.

O kadar hızlı git ki, eğer yanlış yoldaysan, bunu çabucak anla ve yolunu zaman kaybetmeden hemen değiştirebil.

Hepimiz insanız ve doğamız gereği hatalar yapıyoruz, merak etme....

Sen de çok hata yapacaksın.

Ama, önemli olan şu ki, hataların çok zamanını almasın

ve doğru şeyleri yapmaya daha çok zamanın kalsın.

Hiçbir engel seni yıldırmasın.

Hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkma. Mert ol.

Hayat cesur insanları ödüllendirir hep.

Karşına çıkan engeller aslında senin bu yolda daha güçlü olmanı sağlayan şeylerdir.

Korkarak üstesinden geleceğin engeller...

Olaylara 2 tür bakış açısı vardır, kızım.

Bazı insanlar karşılarına bir dağ çıktığı zaman onu yolun sonu olarak görür ve dururlar.

Başka yollar ararlar.

Bazı insanlarsa karşılarına çıkan dağın arkasındaki aydınlık yolu görürler.

Ve o dağa tırmanarak o dağı aşarlar.

Bak o insanlar var ya, milyonlarca insanı da, dağın diğer tarafında bırakarak yollarına devam edip

istedikleri yere varmayı başarırlar.

Sen hep o ikinci insanlardan olmayı seç

Her zaman kendini geliştir.

Hep öğren. Ölünceye kadar.

Hiçbir zaman öğrendiklerinin yeterli olduğunu ve artık başka bir şeye ihtiyacının olmadığını düşünme.

Öğrendiklerin buz dağının gözükən kısmı sadece Henüz öğrenmediklerinse buz dağının suyun altında kalan büyük kısmı.

Şunu bil ki, bir şeyin var olup olmadığını ve senin onu bilip bilmediğini onu öğrenmeden bilemezsin. Uzaktan her şey çok açıkmış gibi gözükebilir.

O şeyi kulaktan dolma bilgilerle yeterince bildiğini de sanabilirsin.

Ama emin ol, sadece okuyarak, izleyerek ve gezerek öğrendikten sonra ‘

evet, ben bunu aslında bilmiyordum' dediğini farkedeceksin.

İşte bu yüzden az okuyan ve az öğrenen kişiler her şeyi bildiklerini sanırlar.

Çünkü neyi bilmediklerini bilmezler ki.

Ama hep öğrenmeye açık olan kişilerse, yeni şeyler öğrenirken şimdiye kadar ne kadar az şey bildiklerinin hep farkına vardıkları için,

bu mantıkla henüz bilmedikleri milyonlarca, milyarlarca faydalı bilginin olduğunu da tahmin edebiliyorlar.

“Bir insan her şeyi bilemez ki” diye düşünebilirsin.

Elbette, bilemez.

Sen sadece elinden geleni yap.

Hiçbir zaman durma.

Bir de en azından bir alanı digerlerinden çok ama çok iyi bilmeye çalış.

Çünkü o alan seni ilerleyen dönemde, kendi ayaklarının üzerinde tutan ve seni maddien destekleyen bir alan olabilir.

Ders çalıştığın zaman bil ki, çoğu insan ders çalışmayı sevmez.

Bu gayet normal bir şey.

Unutma ki, çoğu zaman insanın faydasını gördüğü şeyler hoşuna gitmeyerek yaptığı şeylerdir.

Etrafındaki insanları kınamamaya çalış.

Kim ne yaparsa yapsın, kendisi için yapıyor.

Sadece sen onlarda yanlış olarak gördüğün davranışları kendin yapma.

Sadece kendi yanlışlarından değil, başkalarının da yanlışlarından öğrenmeyi öğren.

Seni kim kınarsa kınasın, takılma ve o kınamaları bir şans olarak gör.

Bak ve anlamaya çalış,

gerçekten sana, seni iyiye doğru götürecek ve seni geliştirecek şeylerden mi bahsediyorlar?

Eğer öyleyse, hemen kendini düzeltmeye çalış.

Etrafını değiştirmeye çalışma.

Kendi kendini değiştir ve onlara örnek ol.

onlar da sana bakıp zamanla kendilerini değiştirecekler.

Değişmezlerse de, o noktadan sonra bu senin sorunun veya sorumluluğun değil artık.

Herkes kendi hayatını yaşar, iyi ya da kötü.

Sana mantıksız eleştiriler yapıldığında da umursama.

Şevkini kırmaya çalışanların seni de kendi bataklıklarına çekmesine izin verme.

Umursamamak nasıl olur diye düşünebilirsin.

Sana söyleyeyim nasıl olduğunu.

Umursamamak, bir eleştiriyi duyduktan sonra moralin bozulsa da,

cevap vermemen ve görmezden gelmen anlamına gelmiyor.

Eğer mantıklı olmayan eleştiri moralini bozuyorsa,

sen ona cevap versen de vermesen de, artık onu umursamışsın demektir.

Umursamamak, o eleştiriyi duymamış gibi davranmak demek. Diyelim ki, kulağında kulaklık var ve sevdiğin bir şarkıyı dinliyorsun.

Seni eleştiren kişi de karşında oturmuş ve sana bir şeyler söylüyor.

Sen onun dudaklarının hareket ettiğini görüyorsun ve negatif veya mantıksız bir şey söylediğinin farkındasın.

Ama ne söylediğini duymadığın için elbette moralin bozulmayacak.

Senin ruh halin o sırada dinlediğin o güzel şarkıyla dolu olacak.

İşte umursamamak böyle birşey.

Sanki o kişinin ne söylediğini duymuyorsun bile.

İnanarak gittiğin yol, senin kulağındaki o güzel şarkı olsun.

Ama hangi yolda gidersen git, hiçbir zaman sadece kendini düşünme.

Hep bildiklerini ve öğrendiklerini paylaşmaya çalış.

Başkalarının seni geçeceğinden korkma.

Onların senden öğrenmeye çalışırken harcadıkları zamanda,

sen daha da çok şey öğrenmiş ve daha gelişmiş olacaksın.

Sen kendinde varolan bilgiyi başkalarıyla paylaştıkça, o bilgi senin kafanda daha iyi oturacak

ve bu şekilde o bilgiyi çok yönlü kullanabilecek bir seviyeye gelebileceksin.

Biriyle tartıştığın zaman, mümkün olduğunca sakin kalmaya çalış.

Karşındaki senin için önemli biriyse, ondan 2-3 saat ara isteyip sonra tartışmaya devam etmeyi teklif et.

İnan bana, eğer tartıştığınız konu gereksiz bir şeyse, 2-3 saat sonra ikiniz de sakinleşmiş olacak

ve ikiniz de bu konunun yeniden açılmasını istemeyeceksiniz bile.

Eğer, karşındaki senin için o kadar da önemli biri değilse, o zaman hiç tartışmak için zaman harcama.

Gereksiz insanların senin zamanını, huzurunu ve enerjini almasına izin verme.

Elinden geldiğince az insanın kalbini kırmaya çalış kızım.

Eğer birinin kalbini kırdıysan, hemen özür dile.

Kendini ne pahasına olursa olsun, haklı çıkarmaya çalışma.

Gururunu böyle şeylerle doyurma.

Gururun senin düşmanın, hep aklında olsun.

Elinden geldiğince gururunun farkında ol ve sana yanlış şeyler yaptırmasına izin verme.

Özür dilemek, küçülmek veya gururunun kırılması demek değil.

Hem kendinin, hem de karşındakinin hayatını iyileştirme çabasıdır.

Biri senden özür dilediğinde de onu affetmeyi bil.

İnan bana, hayat bu tarz şeyleri çok anlamsız kılacak kadar kısa. Şöyle düşün,

sen de bu dünyayı terk ettikten sonraki zamanda,

bu dünyada yaşayanların senin kimden özür dileyip, kimi affettiğinden haberleri bile olmayacak.

Bütün bunlar sen var oldukça anlamlı olacak,

sen yok olduktan sonraysa silinip gidecek.

Böyle basit şeylerle hayatını mahvetme.

Sen birini affettikten sonra, o kişi tekrar tekrar aynı yanlışları yapmaya devam ediyorsa,

o zaman sadeceo insandan uzaklaş ve onunla ilgili beklentilerini yok et.

İleriye bak.

Biliyor musun?

Ben gecemi gündüzüme katıp bu dünyada iyi bir iz bırakmaya çalışıyorum.

Başarıp başaramayacağımı da henüz bilmiyorum.

Ama şayet bir gün başarırsam, asla benim başarılarımı kendine pay biçme.

Benim kızım olduğun için kendinle gurur duyma.

Benim kazandığım veya kazanacağım saygıyı hayatının hiçbir evresinde kullanmaya çalışma.

Benim başarılarımda ne kadar katkın olmuşsa, ancak o ölçüde kendine pay biçebilirsin.

Diğer şeylerdeyse senin bir katkının olmadığını anla ve şunu bil ki, senle ben ayrı bireyleriz.

Kendinle gurur duyman için kendi sebeplerin olsun.

Kendin tek başına bir birey olarak öyle başarılara imza at ki, onlarla gurur duyabilesin.

Kendi kazandıklarınla gurur duymak senin bu hayattaki en doğal hakkın.

Ama benim başarılarımı kendi başarınmış gibi sahiplenip, kendinle gurur duymaya senin hakkın yok. Çünkü eğer ben hayatta başarılı olursam, benim kızım olman sadece bir şans.

Senin aslında hayatta az başarıya imza atmış insanların evlatlarından hiçbir farkın veya üstünlüğün yok.

Kendi gücüne inan,benim veya başkalarının değil.

Ben sana inanıyorum.

Ama sen kendine benim sana inandığımdan daha çok inanmalısın. Unutmadan bir şey daha söyleyeyim.

Ne kadar başarılı olsan da, ne kadar başkaları için ulaşılmaz gözüksen de, hep mütevazı ol.

Hiç bir zaman kendini beğenmişlik yapma.

Çünkü maddi başarılar seni başkalarından daha üstün yapmıyor.

Seni başkalarından daha üstün kılan asıl şey, maddi başarıların olsa da

kibirlenmemen ve alçak gönüllüğünü korumandır.

Gerçek başarı, işte o samimiyeti, mütevazılığı ve başarı kazanmadan önceki orjinal halini korumaktır.

Hiçbir zaman herkes bir şey yapıyor diye sen de aynı şeyi yapmaya kalkma.

Sürü psikolojisiyle hareket etme.

Sen farklı olabilirsin.

Kendi düşüncelerin, kendi bakış açın olsun.

Bu, hep diğerlerinin söylediğinin tam tersini yapmak anlamına da gelmiyor.

Sadece ölçüp biçerek, tartararak karar ver.

Eğer herkes doğru yapıyorsa, sen de yap.

Yok yapmıyorsa da, farkında ol.

Çoğunluk bu şekilde yapıyor diye sen de o şekilde yapma.

Sorunlardan kaçma. Onları çözmeye çalış.

Çok sorun çözdükçe, daha hızlı çözümler üretebilen,daha yaratıcı birine dönüşeceksin.

Yaratıcı olmaya çalış ve olaylara farklı açılardan bakmayı öğren.

Yaratıcı olabilmek için, çok donanımlı olman ve elinden geldiğince çok şey öğrenmen gerekli.

Eğer az önce söylediğim gibi bolca hayal kurmayı alışkanlık edinmişsen

ve hergün yeni şeyler öğreniyorsan, yaratıcı olman için uğraşmana gerek bile kalmayacak.

Çünkü yaratıcılık senin bildiklerinin sentezi, yani birleşmesi sonucunda ortaya çıkan farklılıklardır.

Onları birleştiren ise senin geniş hayal gücündür.

Matematik, bilimlerin şahı diyorlar ya.

Ben de bu fikre sonuna kadar katılıyorum.

Matematiğe her zaman ilgili ol.

Matematik sorularını çözmeyi öğrendikçe daha yaratıcı olmaya başladığını sen de farkedeceksin

ve hayattaki diğer sorunları da kolayca çözebileceksin.

Emin ol, bu özelliği kazandığında, diğerlerinden daha çok fazla şeyi başarma şansın olacak.

Analizini yaptığın şeyler bir tek etrafındaki olaylar ve onların sebepleriyle sınırlı kalmasın.

Bunu yapmaktan daha çok insanları analiz et.

Daima onları derinlemesine analiz et.

Her insan yeni bir kitaptır.

İnsanın neyi niçin yaptığını bildikçe, sana karşı yapabileceği potansiyel kötülükleri

önceden görebilip ona göre kararlar verebileceksin.

Bu şekilde, kötü niyetli insanların sana büyük zararlar vermesinden kendini koruyabilmiş olacaksın.

Ama unutma ki, sana en yakın ve senin için en ulaşılır kişi her zaman sensin. Kendini ve hareketlerini herkesten çok tahlil et.

En büyük kitap sen, yani kendinsin.

her tür insanla karşılaşacaksın.

Etrafında seni kendi çıkarları için kullanmak isteyen de olacak,

kendisini daha önemli biri olarak göstermek isteyen de olacak,

seni seven de olacak, sevmeyen de olacak,

seni kıskanan da olacak, iyiliğini isteyen de olacak,

karamsar ve hiçbir şeyle mutlu olmayanı da olacak,

hayatından çok memnun olan ve hayat dolu insanlar da olacak.

Herkesin karakterini ve niyetini anlamaya çalış.

Kendini onların yerine koy ve niye böyle yaptıklarını kavramaya çalış.

Onlara hak ver.

Hak verdikçe, onları daha iyi anlayacak ve ‘ onların yerinde olsaydın ne yapardın' sorusuna

daha iyi cevaplar bulmuş olacaksın.

Bu şekilde de onlardan gelebilecek zararlardan daha iyi korunabileceksin.

Unutma ki, en iyi silah düşmanını iyi tanımaktır.

Tabii ki bunlar kötü niyetli insanları önceden belirleyip tespit edebilmen için.

Etrafında iyi niyetli insanlar da çok olacak.

Muhtemelen birbirinizi çok seveceğiniz kız arkadaşların da olacak Onların kıymetini bil ve onları koru.

Asla onların kalbini kırma ve onlara hep sadık ol.

Ama şunu da aklının bir köşesinde her zaman tut,

en yakın bildiğin insan da gün gelir seni rakip olarak görebilir.

Bu yüzden tedbiri elden bırakma.

Karamsar insanlardan ise hep uzak durmaya çalış.

Karamsarlık bulaşıcı bir hastalık gibidir.

Onunla çok temasta bulunursan mutlaka sana da bulaşacak ve iyileşmen uzun sürecektir. O yüzden herşeyde bir olumsuzluk arayan insanlardan uzak durmaya çalış ve kendin gibilerle kaynaş.

Hayatta sana karşılıksız ve bedava verilen şeyler karşısında her zaman dikkatli ol.

Şunu bil ki, çok ender durumlarda karşılıksız verilen şeyden hayır gelir.

Çoğu zaman beleş şeyin verdiği zarar, beleş olmayan şeylerden daha çok fazla olur.

O yüzden böyle bir durumla karşılaştığında bin ölç, bir biç.

Bir de bedeninin sağlığına çok dikkat et. Sık sık spor yap ki, vücudun hep zinde kalsın.

Çoğu zaman içimizdeki sıkıntının sebebi psikolojik sebeplerden değil, bedensel sebeplerden kaynaklanıyor.

Vücudunun zindeliği ve sağlığı, direk beynin performansını etkiliyor.

Bu yüzden de, vücudunu hep zinde tut.

En çok dikkat edeceğin şey de uyku olsun.

Ne kadar uyuduğunda uykuya doymuş ve kendini daha zinde hissettiğini anlamaya çalış

ve uyku düzenini bozma.

Başarılı insanlar 4 saat uyur, 5 saat uyur gibi klişe laflara da inanma.

Herkesin biyolojik yapısı farklıdır.

Bunlar doğru da olabilir, yanlış da.

Kendin için doğru olanı bulup uygulamaya çalış.

Başarılı olmakta uyku süresinin katkısı varsa, o süreyi senin vücudun daha iyi biliyor.

Az uyumak başarıya giden yol değildir.

Eğer vücudunun ihtiyacı olduğundan az uyuyorsan, bu başarısızlığa giden yoldur.

Kızım, sana vereceğim en önemli ve en son nasihatım ise şu,

asla herşeye hemen inanma.

Sorgulamayı öğren.

Her şeyin arkasındaki NİÇİN sorusunu araştır ve cevabını bul, sonra inan.

Elinden geldiğince herşeyi sorgula ve inandığın şeye gerçekten inanman gerekip gerekmediğine emin ol.

Mesala, benim bu videoda söylediklerimi muhtemelen doğru şeyler olarak algıladın ve kabul ettin.

Çünkü bunları, sana en yakın olan insan, baban söylüyor

ve kendi tecrübelerinden, bildiklerinden yola çıkarak söylüyor.

Ama hayır,

hatta benim söylediklerimi dahi sorgulamayı öğren

ve dediklerimi, öncelikle niye dediğimi tam kavrayıp sonra uygula.

Bunu yaptığın zaman, artık bunları ben sana dedim diye değil,

kendin anlayıp karar verdin diye yapmış olacaksın.

Bak o zaman gerçekten özgür bir birey olacaksın.

Hoş geldin dünyaya kızım...

Yaşamayı haketmeye çalış!!! 😊

Yeni doğan kızım için... neu|geboren|meine Tochter|für new|born|my daughter|for Για τη νεογέννητη κόρη μου... Para mi hija recién nacida... 生まれたばかりの娘のために...。 Для моей новорожденной дочери... For my newborn daughter... Für meine neugeborene Tochter...

Kızım, birkaç gün önce sen dünyaya geldin. meine Tochter|einige|Tage|zuvor|du|auf die Welt|du bist gekommen my daughter|a few|days|ago|you|to the world|you came My daughter, you came into this world a few days ago. Meine Tochter, vor ein paar Tagen bist du auf die Welt gekommen. Her türlü tuhaf ve sıradışı şeyler göreceğin bu dünyaya. ||||extraordinaire||tu vas voir|| jede|Art von|seltsam|und|außergewöhnlich|Dinge|du wirst sehen|diese|auf die Welt every|kind of|strange|and|extraordinary|things|you will see|this|to the world To this world where you will see all kinds of strange and extraordinary things. In diese Welt, in der du allerlei seltsame und außergewöhnliche Dinge sehen wirst.

Hem kötülükler, hem iyilikler göreceğin, |les méchancetés||les bienfaits| |зла|||увидишь sowohl|das Böse|als auch|das Gute|du wirst sehen both|evils|and|goods|you will see You will see both evils and goods, Sowohl das Böse als auch das Gute wirst du sehen,

hem dertli, hem de sevinçli zamanlar yaşayacağın bir dünyaya. |triste|||||tu vivras|| ||||||в которой ты будешь жить|| sowohl|traurig|auch|und|fröhlich|Zeiten|du leben wirst|eine|Welt both|troubled|both|and|joyful|times|you will live|a|world a world where you will experience both sorrow and joy. in eine Welt, in der du sowohl traurige als auch freudige Zeiten erleben wirst.

Daha 9 ay önce gözle görülemeyen küçücük bir hücreyken, ||||invisible|||étant une cellule |||||||клетка noch|Monate|zuvor|mit dem Auge|unsichtbar|winzig|eine|als ich eine Zelle war just|month|ago|with the eye|invisible|tiny|a|while being a cell Just 9 months ago, you were a tiny cell that was invisible to the eye, Vor nur 9 Monaten warst du eine winzige, mit bloßem Auge unsichtbare Zelle,

100 milyonlarca hücrenin arasından sen en güçlüsü olarak ana rahmine girmeyi başardın |cellules||||la plus forte|||utérus||tu as réussi ||||||||матку||удалось Millionen|Zellen|zwischen|du|am|stärksten|als|Mutter|Gebärmutter|hineinzukommen|du hast es geschafft millions of|cells|among|you|the|strongest|as|womb|into|to enter|you succeeded among hundreds of millions of cells, you managed to enter the womb as the strongest. und aus Hunderten von Millionen Zellen hast du es geschafft, als die stärkste in den Mutterleib einzutreten.

Şimdiyse dünyaya gelecek büyüklüğe ulaştın ve hayattasın artık. |||à la taille|tu as atteint||tu es vivant| |||размеру|достиг размера||| jetzt|auf die Welt|kommende|Größe|du hast erreicht|und|du bist am Leben|jetzt now|to the world|coming|size|you have reached|and|you are alive|now Maintenant, tu as atteint la grandeur qui va venir dans le monde et tu es en vie. Now you have reached the greatness that will come to the world and you are alive. Jetzt hast du die Größe erreicht, um in die Welt zu kommen, und du lebst jetzt.

Yani bir sonraki aşamadasın. |||étape |||на этапе also|eine|nächste|du bist in der Phase so|a|next|you are at stage Donc, tu es à l'étape suivante. So you are in the next stage. Das heißt, du bist in der nächsten Phase.

7 milyar başarılı insanın olduğu yeni rekabet ortamında. ||||||environnement de ||||||среде Milliarden|erfolgreiche|Menschen|die es gibt|neue|Wettbewerb|in der Umgebung billion|successful|people|that there is|new|competition|environment 7 Milliarden erfolgreiche Menschen in einem neuen Wettbewerbsumfeld. in a new competitive environment with 7 billion successful people.

senin bunlardan az da olsa ders çıkarabilmen için sana birkaç öğütte bulunmak istiyorum. ||||||pouvoir tirer||||conseils|| ||||||||||совет|| dein|davon|wenig|auch|auch wenn|Lektion|du in der Lage bist|um|dir|einige|Ratschlag|ich möchte geben| your|these|little|even|if|lesson|being able to draw|in order to|to you|a few|advice|to want to give|I want I want to give you a few pieces of advice so that you can learn at least a little from these. möchte ich dir ein paar Ratschläge geben, damit du zumindest ein wenig daraus lernen kannst.

Çünkü bunları sana en samimi şekilde söyleyebilecek bu hayattaki 3-4 kişiden biriyim. ||||||сказать|||| denn|das|dir|am|ehrlichsten|Weise|ich werde sagen können|dieses|im Leben|Personen|ich bin einer because|these|to you|the most|sincere|way|will be able to say|this|in life|person|I am one of Parce que je suis l'une des 3-4 personnes dans cette vie qui peuvent te le dire de la manière la plus sincère. Because I am one of the 3-4 people in this life who can sincerely tell you these things. Denn ich bin einer der 3-4 Personen in diesem Leben, die dir das aufrichtig sagen können.

belki de hiçbir zaman benim olduğum kadar içten sana nasihat edemiyecekler. |||||||sincèrement|||ne pourront pas ||||||||||не смогут vielleicht|auch|niemals|Zeit|meiner|ich bin|so|ehrlich|dir|Rat|sie werden nicht geben können maybe|also|no|time|my|being|as|sincere|to you|advice|they will not be able to give peut-être qu'ils ne pourront jamais te conseiller aussi sincèrement que moi. they may never be able to advise you as sincerely as I do. werden sie dir vielleicht niemals so aufrichtig Ratschläge geben können wie ich.

senin bu videoyu izleyip anlayabileceğin zamanlar gelinceye kadar, ||||tu pourras comprendre||jusqu'à| ||||когда сможешь понять||| deine|dieses|Video|anschauen und|du wirst verstehen können|Zeiten|bis sie kommen|so lange your|this|video|watching|you will be able to understand|times|until they come|as until the times come when you can watch and understand this video, dass die Zeiten kommen werden, in denen du dieses Video ansehen und verstehen kannst,

bu kanalı halen devam ettirip ettiremeyeceğimi şu an bilemiyorum. ||encore||continuer|je pourrai||| |||||не смогу продолжить||| dieser|Kanal|immer noch|Fortsetzung|ich fortsetzen|ich nicht fortsetzen können werde|jetzt|an|ich weiß nicht this|channel|still|continue|making|I will not be able to make|now|moment|I don't know I still don't know if I can continue this channel. Ich weiß momentan nicht, ob ich diesen Kanal weiterhin betreiben kann.

Ama hazırladığım diğer videoları izlediğinde, ||||en regardant ||||когда ты смотришь aber|ich vorbereitet habe|andere|Videos|wenn du sie ansiehst but|I prepared|other|videos|when you watch But when you watch the other videos I've prepared, Aber wenn du dir meine anderen Videos ansiehst,

o videoların hepsini genelde tanımadığım insanlar için yaptığımı anlayacaksın. |||en général||||| ||||незнакомых|||| diese|Videos|alle|normalerweise|ich nicht kenne|Menschen|für|ich gemacht habe|du wirst verstehen those|videos|all of them|generally|I don't know|people|for|I made|you will understand Tu comprendras que je fais toutes ces vidéos généralement pour des personnes que je ne connais pas. you will understand that I made all of those videos generally for people I don't know. wirst du verstehen, dass ich all diese Videos normalerweise für Menschen gemacht habe, die ich nicht kenne.

Ben henüz babalığın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. |encore|la paternité||||| ||отцовство||||| ich|noch|Vaterschaft|wie|ein|Ding|es ist|ich weiß nicht I|yet|fatherhood|how|a|thing|being|I don't know Je ne sais pas encore ce que c'est que d'être père. I still don't know what being a father is like. Ich weiß noch nicht, wie es ist, Vater zu sein.

Bildiğim şey şu ki, bu dünyaya geldiğin günden itibaren sen hem öğrencisin, hem de öğretmen. ||||||tu es venu|||||||| was ich weiß|Sache|dies|dass|diese|Welt|du geboren bist|Tag|an|du|sowohl|du bist Schüler|sowohl|auch|Lehrer that I know|thing|this|that|this|to the world|you came|day|from|you|both|you are a student|both|and|teacher What I do know is that from the day you were born, you are both a student and a teacher. Was ich weiß, ist, dass du seit dem Tag, an dem du auf diese Welt gekommen bist, sowohl Schüler als auch Lehrer bist.

Fakat aynı zamanda bana ve annene, babalık ve anneliğin nasıl birşey olduğunu öğreteceksin. |||||ta mère|paternité||la maternité||||tu vas enseigner ||||||||материнство||||научишь aber|gleich|gleichzeitig|mir|und|deiner Mutter|Vaterschaft|und|Mutterschaft|wie|etwas|es ist|du wirst es lehren but|same|time|to me|and|to your mother|fatherhood|and|motherhood|how|a thing|that it is|you will teach But at the same time, you will teach me and your mother what it means to be a father and a mother. Aber gleichzeitig wirst du mir und deiner Mutter beibringen, wie es ist, Vater und Mutter zu sein.

Sen daha dünyaya gelmeden öğretmenlik yapmaya başladın. ||||||tu as commencé du|noch|zur Welt|bevor du kommst|Lehrerberuf|zu machen|du hast begonnen you|before|to the world|before you were born|teaching|to do|you started You started teaching even before you were born. Du hast angefangen, Lehrer zu sein, bevor du auf die Welt gekommen bist.

Çünkü senin doğacağını öğrendiğimiz günden bu yana, benim düşüncelerimde çok şey değişmeye başladı. ||tu naîtras||||depuis||mes pensées|||| ||ты родишься|||||||||| denn|dein|du wirst geboren werden|als wir erfuhren|Tag|dieser|seit|meine|Gedanken|viel|Dinge|zu verändern|ich habe begonnen because|your|that you will be born|that we learned|from the day|this|onwards|my|in my thoughts|a lot|things|to change|it started Because since the day we learned you would be born, a lot has changed in my thoughts. Denn seit dem Tag, an dem wir erfahren haben, dass du geboren wirst, hat sich in meinen Gedanken viel verändert.

Daha da olgunlaşmaya başladım. ||maturer| noch|auch|reif werden|ich habe begonnen more|also|to maturing|I started I have started to mature even more. Ich habe begonnen, noch reifer zu werden.

Sorumluluğumun ne kadar büyük olduğunu anlamaya başladım ma responsabilité|||||| моей ответственности|||||| meine Verantwortung|wie|viel|groß|zu sein|verstehen|ich habe begonnen my responsibility|how|much|big|that it is|to understanding|I started I have begun to understand how great my responsibility is. Ich habe begonnen zu verstehen, wie groß meine Verantwortung ist.

ve şu ana kadar birçok şey beynimde değişmeye başladı bile. und|bis jetzt|zu diesem Zeitpunkt|bis|viele|Dinge|in meinem Kopf|sich verändern|es hat begonnen|sogar and|this|moment|until|many|things|in my mind|to changing|it started|even And many things have already started to change in my mind. Und bis jetzt haben sich bereits viele Dinge in meinem Kopf verändert. Şimdiye kadar benim gecem gündüzüm farklı iş ve sosyal projelerdi, |||nuit|ma journée|||||projets |||ночь|днем|||||проектами bis jetzt|bis|mein|Nacht|Tag|unterschiedlich|Arbeit|und|soziale|Projekte waren until now|until|my|night|day|different|work|and|social|they were Until now, my nights and days were different work and social projects, Bisher waren meine Nächte und Tage verschiedene Arbeits- und Sozialprojekte,

Artık en büyük projem sensin. |||projet|tu es |||проект| jetzt|das|größte|Projekt|du bist now|the|biggest|project|you are You are now my biggest project. Jetzt bist du mein größtes Projekt.

Artık gelecekte kendi ayakları üzerinde durabilecek, doğacak çocukları için iyi bir anne olabilecek, ||||||naître|||||| jetzt|in der Zukunft|eigenen|Füße|auf|stehen können|werdenden|Kinder|für|gute|eine|Mutter|sein können now|in the future|own|feet|on|will be able to stand|will be born|children|for|good|a|mother|will be able to be Elle pourra désormais se tenir sur ses propres jambes dans le futur, devenir une bonne mère pour ses enfants à naître, Now, to raise and prepare someone who can stand on their own feet in the future, be a good mother for their future children, Jetzt kann ich jemanden erziehen und vorbereiten, der in der Zukunft auf eigenen Beinen stehen kann, eine gute Mutter für die Kinder, die geboren werden, ailesi için gerçek bir yuva kurabilecek ve kendi ailesinin temelini güçlendirecek birini yetiştirip hazırlamak, ||||foyer|pouvoir fonder|||||renforcer||élever| ||||||||||укрепит основу||воспитать| Familie|für|echtes|ein|Zuhause|aufbauen können|und|eigene|Familie|Fundament|stärken wird|jemanden|aufziehen und|vorbereiten family|for|real|a|home|will be able to build|and|own|family's|foundation|will strengthen|someone|raising|to prepare établir un vrai foyer pour sa famille et renforcer les fondations de sa propre famille, to establish a real home for their family and strengthen the foundation of their own family, ein echtes Zuhause für die Familie schaffen kann und das Fundament seiner eigenen Familie stärken wird. yani seni hazırlamaktır en büyük projem. ||préparer||| ||подготовка||| also|dich|vorzubereiten|das|größte|mein Projekt that means|you|to prepare|the|biggest|my project c'est-à-dire te préparer, est mon plus grand projet. that is to prepare you is my biggest project. Das größte Projekt ist also, dich vorzubereiten.

Öncelikle, var olduğum sürece seni korumaya çalışacağımı |||||protéger|je vais essayer ||||||я буду стараться zunächst|existieren|ich bin|solange|dich|zu beschützen|ich versuchen werde first of all|exist|I am|as long as|you|to protect|I will try First of all, I want you to know that I will try to protect you as long as I exist. Zunächst möchte ich, dass du weißt, dass ich versuchen werde, dich so lange ich existiere, zu beschützen.

ve bunun için elimden geleni yapacağımı bilmeni isterim. ||||ce que je peux||que tu saches| ||||||ты знал| und|dafür|für|aus meiner Hand|was ich kann|ich tun werde|du sollst wissen|ich möchte and|this|for|from my hand|what I can|I will do|I want you to know|I wish Et je veux que tu saches que je ferai tout ce que je peux pour cela. and that I will do my best for this. Und ich werde mein Bestes tun, um das zu erreichen.

Ben seni her zaman koruyamam. ||||je peux pas te protéger ||||не смогу защитить ich|dich|immer|Zeit|kann nicht beschützen I|you|every|time|I cannot protect Je ne peux pas toujours te protéger. I can't always protect you. Ich kann dich nicht immer beschützen.

senin doğru kararlar verebilmeyi öğrenmendir. |||savoir prendre|ton apprentissage ||||это обучение dein|richtige|Entscheidungen|geben zu können|du musst lernen your|right|decisions|being able to make|you must learn It's your learning to make the right decisions. lernst, richtige Entscheidungen zu treffen.

Sana ilk nasihatım, ne durumda olursan ol, ne gibi zorluklarla karşılaşırsan karşılaş, ||mon conseil||||||||tu rencontres|tu rencontreras ||мой совет||||||||встретишься| dir|erste|mein Rat|was|Zustand|du bist|sei|was|für|Schwierigkeiten|du begegnest|begegne to you|first|my advice|whatever|situation|you are|be|whatever|like|difficulties|you encounter|encounter My first advice to you is, no matter what situation you are in, no matter what difficulties you face, Mein erster Rat an dich ist, egal in welcher Situation du dich befindest, egal welche Schwierigkeiten du hast,

Düşün ki, hepimizin bu dünyada belli bir misyonu var. |||||||mission| |||||||миссия| denk|dass|von uns allen|diese|in der Welt|bestimmten|eine|Mission|es gibt think|that|all of us|this|in the world|certain|a|mission|there is Think that each of us has a certain mission in this world. Denk daran, dass jeder von uns in dieser Welt eine bestimmte Mission hat.

Sen de kendi misyonunun ne olduğunu anlamak için hayallerinebakabilirsin. |||ta mission|||||tes rêves ||||||||смотри на мечты du|auch|deine|Mission|was|es ist|verstehen|um|in deine Träume schauen you|also|your|mission's|what|being|to understand|in order to| You can look at your dreams to understand what your own mission is. Du kannst auch auf deine Träume schauen, um zu verstehen, was deine eigene Mission ist.

Seni sen yapan hayallerin. |||tes rêves |||твои мечты dich|du|machend|deine Träume you|you|making|your dreams The dreams that make you who you are. Deine Träume machen dich aus.

Belki de o kadar tuhaf ,farklı ilgi alanların ve hayallerin olacağı bir zaman gelecek ki ||||||intérêts|domaines d'intérêt||||||| |||||||области интересов||||||| vielleicht|dass|jener|so|seltsam|unterschiedlich|Interesse|deine Bereiche|und|deine Träume|dass es geben wird|eine|Zeit|kommen wird|dass maybe|also|that|so|strange|different|interest|your areas|and|your dreams|will be|a|time|will come|that Maybe there will come a time when you have such strange, different interests and dreams that Vielleicht wird es eine Zeit kommen, in der du so seltsame, unterschiedliche Interessen und Träume haben wirst,

ben bir baba olarak onlara karşı çıkmak isteyebilirim. |||||||je peux |||||||могу хотеть ich|ein|Vater|als|ihnen|gegen|sich widersetzen|ich könnte wollen I|a|father|as|them|against|to oppose|I might want I might want to oppose them as a father. dass ich als Vater dagegen sein möchte.

Kendi tecrübe ve bilgilerime dayanarak senin seçtiğin yolun doğru olmadığını söylebilirim. |expérience||mes connaissances|||choix||||je peux dire ||||||выбранный тобой||||могу сказать meine|Erfahrung|und|meinem Wissen|basierend auf|deinem|gewählten|Weg|richtig|dass es nicht ist|ich kann sagen my own|experience|and|my knowledge|based on|your|chosen|path|right|not being| Based on my own experiences and knowledge, I can say that the path you choose is not the right one. Basierend auf meinen eigenen Erfahrungen und meinem Wissen kann ich sagen, dass der Weg, den du wählst, nicht der richtige ist. Çünkü sonuçta ben bir babayım, ||||je suis un père ||||я отец denn|schließlich|ich|ein|Vater bin because|in the end|I|a|I am a father Because after all, I am a father, Denn schließlich bin ich ein Vater,

kendimce senin için en iyisinin ne olduğunu bildiğimi sanacağım. à ma façon||||le meilleur|||je sais|je penserai |||||||я знаю|я подумаю meiner Meinung nach|für dich|für|das|beste|was|es ist|ich weiß|ich werde denken in my own opinion|your|for|the|best|what|it is|I think I know|I will think I will think that I know what is best for you in my own way. und ich werde denken, dass ich weiß, was das Beste für dich ist.

Ben sana ne nasihat etsem de , yol göstersem de , hep son kararı sen kendin ver. ||||je te conseille|||je montre||||||| |||||||покажу||||||| ich|dir|was|Rat|ich gebe|auch|Weg|ich zeige|auch|immer|letzte|Entscheidung|du|selbst|gib I|to you|whatever|advice|I give|even if|way|I show|even if|always|final|decision|you|yourself|give No matter what advice I give you, or how I guide you, you will always make the final decision yourself. Egal, welchen Rat ich dir gebe oder wie ich dich leite, die endgültige Entscheidung triffst immer du selbst.

Önündeki engellere rağmen senin kendi içindeki karar değişmiyorsa, demek ki doğru yol odur. |||||||ne change pas||||| |||||||не меняется||||| vor dir|Hindernissen|trotz|dein|eigenes|in dir|Entscheidung|wenn sie sich nicht ändert|bedeutet|dass|richtig|Weg|ist es in front of you|obstacles|despite|your|own|inside you|decision|if it doesn't change|to mean|that|right|path|it is Despite the obstacles in front of you, if your decision within yourself does not change, then that is the right path. Trotz der Hindernisse vor dir ändert sich deine innere Entscheidung nicht, dann ist das der richtige Weg.

Sana çok engel olursam da bu videoyu aç ve bana izlet, izin veriyorum. ||||||||||me montrer|| ||||||||||покажи мне|| dir|sehr|Hindernisse|wenn ich mache|dann|dieses|Video|öffne|und|mir|lass es ansehen|Erlaubnis|ich gebe to you|very|obstacle|if I become|even|this|video|open|and|to me|let me watch|permission|I am giving Even if I obstruct you a lot, open this video and let me watch it, I give you permission. Wenn ich dir viele Hindernisse in den Weg lege, öffne dieses Video und lass es mich sehen, ich erlaube es.

De ki, ‘ bak baba, gençken bana bunları söylüyordun.' |||||||tu disais |||||||говорил du|dass|schau|Vater|als ich jung war|mir|diese|du hast gesagt say|that|look|dad|when I was young|to me|these|you were saying Say, 'look dad, you used to tell me these things when you were young.' Sag: 'Schau Papa, das hast du mir gesagt, als ich jung war.'

Ben de bu şekilde farkına varıp, hatırlayayım ve senin yolundan çekileyim. |||||réaliser|je me souvienne|||chemin|je m'éloigne ||||||||||отступлю ich|auch|dies|auf diese Weise|Bewusstsein|erlangend|ich möchte mich erinnern|und|deinem|Weg|ich möchte mich zurückziehen I|also|this|way|awareness|realizing|let me remember|and|your|path|let me pull away I will realize and remember in this way, and I will step back from your path. So kann ich es erkennen, mich daran erinnern und von deinem Weg abweichen.

Hep hayal kur, kızım. ||des rêves| immer|Traum|träume|meine Tochter always|dream|make|my daughter Always dream, my daughter. Träume immer, mein Mädchen.

Hayallerinin ucu bucağı olmasın. ||de l'angle| ||угол| deiner Träume|Ende|Grenze|sei nicht your dreams|end|corner|may it not be Que le bout de tes rêves ne connaisse pas de limites. May the end of your dreams have no bounds. Lass deine Träume keine Grenzen haben.

Çok uzaklara gitsin hayallerin. ||s'en aille| sehr|weit weg|sie gehen|deine Träume very|far away|may go|your dreams Que tes rêves aillent très loin. May your dreams go far away. Lass deine Träume weit hinausgehen.

Hayatta başarabileceğin şeyler hayal ettiklerinin sınırını geçemez. |tu peux|||ce que tu as rêvé|limite|ne dépassent |||||границу|не превысят im Leben|was du erreichen kannst|Dinge|Traum|was du geträumt hast|Grenze|kann nicht überschreiten in life|you can achieve|things|dream|you have dreamed|limit|cannot exceed Dans la vie, les choses que tu peux réussir ne peuvent pas dépasser les limites de ce que tu as imaginé. The things you can achieve in life cannot exceed the limits of what you have dreamed. Die Dinge, die du im Leben erreichen kannst, können die Grenzen deiner Träume nicht überschreiten.

O yüzden hayallerin çok geniş olmalı. |c'est pourquoi|||| das|deshalb|deine Träume|sehr|weit|sie sollten sein that|therefore|your dreams|very|wide|must be That's why your dreams should be very broad. Deshalb sollten deine Träume sehr groß sein.

Geniş olmalı ki, başarıların da o derece büyük olabilsin. |||tes réussites|||||puisses être ||||||||можешь быть weit|sie sollten sein|damit|deine Erfolge|auch|so|Grad|groß|sie können sein wide|must be|so that|your successes|also|that|degree|big|can be They should be broad enough so that your successes can be that great. Sie sollten groß sein, damit auch deine Erfolge entsprechend groß sein können.

O kadar hayal et ki, hayalin bu dünyanın sınırlarını bile aşsın. ||||||||||dépassent ||||||||||превышает so|viel|Traum|träume|damit|dein Traum|diese|Welt|Grenzen|sogar|du kannst überschreiten that|as much|dream|you dream|so that|your dream|this|world's|boundaries|even|you surpass Dream so much that your dream even surpasses the limits of this world. Träume so groß, dass dein Traum sogar die Grenzen dieser Welt überschreitet.

Etraftakiler ancak 3 boyutu düşünebilirken, ceux autour||dimensions|pouvaient penser окружающие|||могут думать die um dich herum|nur|Dimensionen|sie können denken those around|only|dimensions|they can think Ceux qui t'entourent ne peuvent penser qu'à 3 dimensions, While those around you can only think in 3 dimensions, Während die Menschen um dich herum nur in drei Dimensionen denken können,

Asla beynine sınırlar koyma. |||limites |||не ставь niemals|deinem Gehirn|Grenzen|setze nicht never|to your brain|limits|don't put Ne mets jamais de limites à ton esprit. Never set limits on your brain. Setze deinem Gehirn niemals Grenzen.

Amaçların yolunda da kendine limitler koyma objectifs||||| Целям||||ограничения| deine Ziele|auf dem Weg|auch|dir selbst|Grenzen|setze nicht your goals|on the way|also|to yourself|limits|don't put Also, do not set limits for yourself on the way to your goals. Setze dir auch auf dem Weg zu deinen Zielen keine Grenzen.

Büyük amaç yoktur. große|Ziel|es gibt nicht big|goal|there is none There are no big goals. Es gibt keine großen Ziele.

Etrafına ve dünyaya baktığın zaman kendini büyük ve heybetli biri olarak düşün |||tu regardes|||||||| um dich herum|und|zur Welt|wenn du schaust|wenn|dich selbst|groß|und|majestätisch|jemand|als|denke around you|and|to the world|when you look|time|yourself|big|and|impressive|person|as|think When you look around and at the world, think of yourself as a big and majestic person. Wenn du dich umblickst und auf die Welt schaust, denke an dich selbst als eine große und majestätische Person.

ve sanki küçük bir küreye uzaktan baktığını farzet. |||||||imagine |||||||представь себе und|als ob|kleine|eine|Kugel|aus der Ferne|wenn du schaust|stelle dir vor and|as if|small|a|sphere|from afar|when you look|assume And imagine that you are looking at a small sphere from a distance. Und stelle dir vor, dass du von weitem auf eine kleine Kugel schaust.

Ben zaten yaşadığım sürece, hep sana doğru bildiklerimi söylemekle yol gösteriyor olacağım. |||||||ce que je sais|||| |||||||то что знаю|||| ich|ohnehin|ich lebe|solange|immer|dir|richtig|was ich weiß|zu sagen|Weg|ich zeige|ich werde sein I|already|I live|as long as|always|to you|right|what I know|by saying|way|I am showing|I will be Je te donnerai toujours la bonne direction tant que je vivrai en te disant ce que je crois. As long as I live, I will always guide you by telling you what I believe to be true. Solange ich lebe, werde ich dir immer den Weg weisen, indem ich dir sage, was ich für richtig halte.

Tüm kalbinle inandıklarının peşinden koşarak gitmeye çalış. |avec tout ton cœur||||| ||в чем ты веришь|||| ganz|mit deinem Herzen|was du glaubst|hinterher|laufend|zu gehen|versuche all|with your heart|what you believe|after|running|to go|try Essaie de courir après tout ce en quoi tu crois de tout ton cœur. Try to pursue what you believe in with all your heart. Versuche, mit ganzem Herzen dem nachzugehen, woran du glaubst.

O kadar hızlı git ki, eğer yanlış yoldaysan, bunu çabucak anla ve yolunu zaman kaybetmeden hemen değiştirebil. ||||que||||||comprends-le||||||changer ||||||||||||||не теряя времени||изменишь das|so|schnell|geh|dass|wenn|falsch|du auf dem Weg bist|das|schnell|verstehe|und|deinen Weg|Zeit|ohne zu verlieren|sofort|du kannst ändern that|so|fast|go|that|if|wrong|you are on the way|this|quickly|understand|and|your way|time|without losing|immediately|you can change Va si vite que si tu es sur le mauvais chemin, tu le comprennes rapidement et que tu changes de route sans perdre de temps. Go so fast that if you are on the wrong path, you can quickly realize it and change your course without wasting time. Geh so schnell, dass du, wenn du auf dem falschen Weg bist, es schnell erkennst und deinen Weg ohne Zeitverlust sofort ändern kannst.

Hepimiz insanız ve doğamız gereği hatalar yapıyoruz, merak etme.... |||nature||||| |||природа||||| wir alle|wir sind Menschen|und|unsere Natur|aus|Fehler|wir machen|Sorge|mach dir keine we all|we are human|and|our nature|by necessity|mistakes|we make|worry|don't We are all human and by our nature, we make mistakes, don't worry.... Wir sind alle Menschen und machen aus unserer Natur heraus Fehler, mach dir keine Sorgen....

Ama, önemli olan şu ki, hataların çok zamanını almasın |||||les erreurs||| |||||ошибки||| aber|wichtig|was ist|das|dass|deine Fehler|viel|deine Zeit|sie sollen nicht nehmen but|important|that is|this|that|your mistakes|too|your time|don't take But, the important thing is that your mistakes don't take up too much of your time Aber das Wichtigste ist, dass deine Fehler dir nicht zu viel Zeit rauben.

ve doğru şeyleri yapmaya daha çok zamanın kalsın. und|richtige|Dinge|um zu machen|mehr|viel|deine Zeit|sie soll bleiben and|right|things|to do|more|time|| and that you have more time to do the right things. Und dass du mehr Zeit hast, die richtigen Dinge zu tun.

Hiçbir engel seni yıldırmasın. |||décourage |||побеждает kein|Hindernis|dich|lass dich nicht entmutigen no|obstacle|you|don't let it discourage Let no obstacle discourage you. Lass dich von keinem Hindernis entmutigen.

Hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkma. Mert ol. ||||||sois courageux| nichts|von|und|niemandem|von|hab keine Angst|mutig|sei no|thing|and|no|anyone|don't be afraid|brave|be Do not be afraid of anything or anyone. Be brave. Fürchte dich vor nichts und niemandem. Sei mutig.

Hayat cesur insanları ödüllendirir hep. |courageux||récompense toujours| |||вознаграждает| das Leben|mutigen|Menschen|belohnt|immer life|brave|people|rewards|always Life always rewards courageous people. Das Leben belohnt immer die mutigen Menschen.

Karşına çıkan engeller aslında senin bu yolda daha güçlü olmanı sağlayan şeylerdir. devant toi|||||||||te rendre||choses перед тобой|||||||||||вещи vor dir|auftauchenden|Hindernisse|eigentlich|dein|dieser|Weg|noch|stärker|dein Werden|bewirkende|Dinge in front of you|coming|obstacles|actually|your|this|path|more|strong|making you|things that enable|they are The obstacles you encounter are actually things that make you stronger on this path. Die Hindernisse, die dir begegnen, sind eigentlich die Dinge, die dich auf diesem Weg stärker machen.

Olaylara 2 tür bakış açısı vardır, kızım. |||point of view|| auf die Ereignisse|Arten|Blick|Perspektive|es gibt|meine Tochter to events|types|perspective|angle|there are|my daughter There are 2 types of perspectives on events, my daughter. Es gibt zwei Arten, die Dinge zu betrachten, mein Kind.

Bazı insanlar karşılarına bir dağ çıktığı zaman onu yolun sonu olarak görür ve dururlar. ||devant eux||||||||||| einige|Menschen|vor sich|einen|Berg|wenn sie aufstehen|wenn|ihn|Weges|Ende|als|sie sehen|und|sie halten an some|people|in front of them|a|mountain|when it appears|time|it|road's|end|as|they see|and|they stop Some people see a mountain in front of them as the end of the road and stop. Einige Menschen sehen einen Berg, der sich ihnen in den Weg stellt, als das Ende des Weges und halten an.

Başka yollar ararlar. ||ищут пути andere|Wege|sie suchen other|paths|they seek They look for other paths. Sie suchen nach anderen Wegen.

Bazı insanlarsa karşılarına çıkan dağın arkasındaki aydınlık yolu görürler. ||||||lumière|| einige|Menschen|vor sich|auftauchenden|Berges|hinter|hellen|Weg|sie sehen some|people|in front of them|appearing|mountain's|behind|bright|road|they see Some people see the bright path behind the mountain that stands before them. Einige Menschen sehen den hellen Weg hinter dem Berg, der sich ihnen entgegenstellt.

Ve o dağa tırmanarak o dağı aşarlar. |||en grimpant|||ils la franchissent ||||||перепрыгнут через und|diesen|Berg|hinaufsteigend|diesen|Berg|sie überwinden and|that|mountain|climbing|that|mountain|they overcome And by climbing that mountain, they overcome it. Und sie erklimmen den Berg und überwinden ihn.

Bak o insanlar var ya, milyonlarca insanı da, dağın diğer tarafında bırakarak yollarına devam edip schau|diese|Menschen|es gibt|ja|Millionen|Menschen||Berges|anderen|Seite|zurücklassend|ihren Wegen|| look|those|people|there are|you know|millions of|people|also|mountain's|other|side|leaving|their way|continue|and Look, those people, they continue on their way, leaving millions of others behind on the other side of the mountain, Schau, diese Menschen, sie lassen Millionen von anderen Menschen auf der anderen Seite des Berges zurück und setzen ihren Weg fort,

istedikleri yere varmayı başarırlar. ||atteindre|ils réussissent |||достигнут sie gewünschten|Ort|Ankommen|sie schaffen they want|place|reaching|they succeed and they manage to reach the place they desire. um ihr gewünschtes Ziel zu erreichen.

Her zaman kendini geliştir. |||améliore |||развивайся immer|Zeit|dich selbst|entwickle every|time|yourself|improve Always improve yourself. Entwickle dich immer weiter.

Hep öğren. Ölünceye kadar. ||jusqu'à la mort| ||до смерти| immer|lerne|bis du stirbst|solange always|learn|until you die|as long as Always learn. Until you die. Lerne immer. Bis zu deinem Tod.

Hiçbir zaman öğrendiklerinin yeterli olduğunu ve artık başka bir şeye ihtiyacının olmadığını düşünme. ||ce que tu as appris|||||||||| ||что ты узнал||||||||нужды|| niemals|Zeit|das|ausreichend|dass es ist|und|schon|etwas anderes|ein|auf etwas||dass du es nicht hast|denke nicht never|time|what you have learned|sufficient|that it is|and|no longer|another|one|thing||that you don't have|don't think Never think that what you have learned is enough and that you no longer need anything else. Denk niemals, dass das, was du gelernt hast, genug ist und dass du nichts anderes mehr brauchst.

Öğrendiklerin buz dağının gözükən kısmı sadece ce que tu as appris|iceberg|de la montagne|visible|| то что ты узнал|||видимая|| das|Eis|des Berges|sichtbaren|Teil|nur what you have learned|ice|of the mountain|visible|part|only Ce que tu as appris n'est que la partie visible de l'iceberg. What you have learned is only the visible part of the iceberg. Was du gelernt hast, ist nur der sichtbare Teil des Eisbergs. Henüz öğrenmediklerinse buz dağının suyun altında kalan büyük kısmı. |ce que tu as appris||||||| |что ты не изучал||||||| noch|das|Eis|des Berges|des Wassers|unter|verbleibender|großer|Teil yet|what you have not learned|ice|of the mountain|water's|under|remaining|large|part Ce que tu n'as pas encore appris est la grande partie sous l'eau de l'iceberg. What you have not yet learned is the large part of the iceberg that remains underwater. Was du noch nicht gelernt hast, ist der große Teil des Eisbergs, der unter Wasser liegt.

Şunu bil ki, bir şeyin var olup olmadığını ve senin onu bilip bilmediğini onu öğrenmeden bilemezsin. ||||||||||||||sans l'apprendre| |||||||||||зная это|что ты знаешь|||не можешь знать das|wisse|dass|eine|Sache|existiert|ob|ob sie existiert|und|dein|sie|ob du sie weißt|ob du es nicht weißt|sie|ohne sie zu lernen|du kannst nicht wissen this|know|that|a|thing's|exists|being|whether it is or not|and|your|it|knowing|whether you know it or not|it|without learning|you cannot know Sache ceci : tu ne peux pas savoir si quelque chose existe et si tu le sais ou non, sans l'apprendre. Know this: you cannot know whether something exists or whether you know it without learning it. Wisse, dass du nicht wissen kannst, ob etwas existiert oder ob du es weißt, ohne es zu lernen. Uzaktan her şey çok açıkmış gibi gözükebilir. ||||clair|| aus der Ferne|alles|Dinge|sehr|es scheint sehr klar zu sein|wie|es kann erscheinen from afar|every|thing|very|it seems clear|like|it can appear De loin, tout peut sembler très clair. From a distance, everything may seem very clear. Aus der Ferne kann alles sehr klar erscheinen.

O şeyi kulaktan dolma bilgilerle yeterince bildiğini de sanabilirsin. ||||||||tu peux penser ||||||||можешь думать das|Ding|aus dem Ohr|voll|mit Informationen|genug|du es weißt|auch|du kannst denken that|thing|from ear|stuffed|with information|enough|you think you know|also|you can think You might think you know that thing well enough with hearsay. Du könntest denken, dass du genug über diese Sache weißt, nur durch Hörensagen.

Ama emin ol, sadece okuyarak, izleyerek ve gezerek öğrendikten sonra ‘ aber|sicher|sei|nur|durch Lesen|durch Anschauen|und|durch Reisen|nachdem du gelernt hast|dann but|sure|be|only|by reading|by watching|and|by traveling|after learning|then But rest assured, after you have learned by reading, watching, and exploring, you will realize that '},{ Aber sei dir sicher, dass du erst nach dem Lesen, Anschauen und Reisen erkennen wirst, dass du '},{

evet, ben bunu aslında bilmiyordum' dediğini farkedeceksin. ||||||tu vas remarquer ||||||заметишь ja|ich|das|eigentlich|ich wusste es nicht|du sagst|du wirst es bemerken yes|I|this|actually|I didn't know|you will realize you said|you will notice

Çünkü neyi bilmediklerini bilmezler ki. ||ils ne savent|ils ne savent| ||не знают|| weil|was|sie nicht wissen|sie wissen nicht|dass because|what|they do not know|they do not know|that Because they do not know what they do not know. Denn sie wissen nicht, was sie nicht wissen.

Ama hep öğrenmeye açık olan kişilerse, yeni şeyler öğrenirken |||||люди||| aber|immer|zu lernen|offen|die sind|Menschen|neue|Dinge|während sie lernen but|always|to learning|open|those who are|if they are people|new|things|while learning But those who are always open to learning, Aber die Menschen, die immer offen für das Lernen sind, während sie neue Dinge lernen, şimdiye kadar ne kadar az şey bildiklerinin hep farkına vardıkları için, ||||||ils savent|||ils ont réalisé| ||||||что они знают|||что они осознали| bis jetzt|so viel|was|so viel|wenig|Dinge|sie wissen|immer|Bewusstsein|sie haben|weil until now|as|how|much|few|things|they have known|always|to the realization|they have realized|because realize how little they have known so far, werden sich immer bewusst, wie wenig sie bisher gewusst haben,

bu mantıkla henüz bilmedikleri milyonlarca, milyarlarca faydalı bilginin olduğunu da tahmin edebiliyorlar. |avec cette logique||ils ne savent||milliards|||||| |||||||информации|||| diese|mit dieser Logik|noch|sie nicht wissen|Millionen|Milliarden|nützliche|Wissen|dass es gibt|auch|Vermutung|sie können this|with this logic|yet|they have not known|millions of|billions of|useful|information|that it is|also|guess|they can and with this logic, they can also guess that there are millions, billions of useful pieces of information they have yet to learn. und können daher auch vermuten, dass es Millionen, Milliarden nützlicher Informationen gibt, die sie noch nicht wissen.

“Bir insan her şeyi bilemez ki” diye düşünebilirsin. ||||ne peut savoir|||tu peux penser ||||не может знать|||можешь подумать ein|Mensch|alles|Dinge|kann nicht wissen|dass|um zu|du kannst denken a|person|every|everything|cannot know|that|so|you can think "A person cannot know everything," you might think. „Ein Mensch kann nicht alles wissen“ könntest du denken.

Elbette, bilemez. natürlich|kann nicht wissen of course|cannot know Of course, they cannot. Natürlich, kann er nicht.

Hiçbir zaman durma. ||ne t'arrête jamais ||не останавливайся niemals|Zeit|halte nicht an never|time|don't stop Never stop. Hör niemals auf.

Bir de en azından bir alanı digerlerinden çok ama çok iyi bilmeye çalış. ||||||des autres|||||savoir| ||||||других|||||знать| ein|auch|am|wenigstens|ein|Fach|anderen|sehr|aber|sehr|gut|zu wissen|arbeite a|also|at least|least|one|field|others|very|but|very|well|to know|try Essaye aussi de bien connaître au moins un domaine beaucoup mieux que les autres. Also, try to know at least one field much better than the others. Versuche auch, mindestens ein Gebiet viel besser als die anderen zu kennen.

Çünkü o alan seni ilerleyen dönemde, kendi ayaklarının üzerinde tutan ve seni maddien destekleyen bir alan olabilir. ||domaine||futur proche|||tes propres pieds||||||||| ||||||||||||материально|||| denn|dieses|Fach|dich|kommenden|Zeitraum|eigenen|Füßen|auf|haltend|und|dich|finanziell|unterstützend|ein|Fach|könnte because|that|field|you|progressing|period|own|feet|on|keeping|and|you|materially|supporting|a|field|may be Parce que ce domaine pourrait, dans le futur, te maintenir sur tes propres pieds et te soutenir matériellement. Because that field could be the one that keeps you standing on your own feet and supports you financially in the future. Denn dieses Gebiet könnte dich in der Zukunft auf deinen eigenen Füßen halten und dich materiell unterstützen.

Ders çalıştığın zaman bil ki, çoğu insan ders çalışmayı sevmez. ||le moment où||||||| Unterricht|du lernst|Zeit|wisse|dass|die meisten|Menschen|Unterricht|zu lernen|mögen nicht lesson|studying|time|know|that|most|people|lesson|studying|don't like Sache que quand tu étudies, la plupart des gens n'aiment pas étudier. When you study, know that most people do not like studying. Wenn du lernst, wisse, dass die meisten Menschen das Lernen nicht mögen.

Unutma ki, çoğu zaman insanın faydasını gördüğü şeyler hoşuna gitmeyerek yaptığı şeylerdir. |||||son intérêt||||en n'aimant pas|| |||||||||не нравятся|| vergiss nicht|dass|die meisten|Zeiten|des Menschen|Nutzen|er gesehen hat|Dinge|dir gefällt|nicht gefallend|er gemacht hat|sie sind don't forget|that|most|time|a person's|benefit|he/she sees|things|to his/her liking|not liking|he/she does|they are Remember that most of the time, the things that benefit a person are the things they do without enjoying. Vergiss nicht, dass die Dinge, von denen die meisten Menschen profitieren, oft die sind, die sie ungern tun.

Etrafındaki insanları kınamamaya çalış. ||ne pas juger| ||не осуждать| um dich herum|Menschen|nicht zu verurteilen|versuche those around you|people|not judging|try Try not to criticize the people around you. Versuche, die Menschen um dich herum nicht zu verurteilen.

Sadece sen onlarda yanlış olarak gördüğün davranışları kendin yapma. ||||||поведение|| nur|du|bei ihnen|falsch|als|du gesehen hast|Verhaltensweisen|selbst|tu nicht only|you|in them|wrong|as|you see|behaviors|yourself|don't do Just don't engage in the behaviors you see as wrong in them. Mach nur die Verhaltensweisen, die du bei ihnen als falsch empfindest, nicht selbst.

Sadece kendi yanlışlarından değil, başkalarının da yanlışlarından öğrenmeyi öğren. ||ses erreurs|||||| ||||||ошибок|| nur|eigenen|Fehlern|nicht|anderer|auch|Fehlern|lernen|lerne only|own|mistakes|not|others'|also|mistakes|to learn|learn Learn not only from your own mistakes but also from the mistakes of others. Lerne nicht nur aus deinen eigenen Fehlern, sondern auch aus den Fehlern anderer.

Seni kim kınarsa kınasın, takılma ve o kınamaları bir şans olarak gör. ||te juge|tu critiques|ne t'en fais pas|||critiques|||| ||||не обращай внимания|||критики|||| dich|wer|verurteilt|er/sie soll verurteilen|kümmere dich nicht|und|diese|Verurteilungen|als|Chance|als|sieh you|whoever|criticizes|let them criticize|don't get hung up|and|those|criticisms|as a|chance|as|see No matter who criticizes you, don't get hung up on it and see those criticisms as an opportunity. Egal, wer dich kritisiert, lass dich nicht davon beeinflussen und betrachte diese Kritiken als eine Chance.

gerçekten sana, seni iyiye doğru götürecek ve seni geliştirecek şeylerden mi bahsediyorlar? ||||||||améliorera||| ||||||||развивать||| wirklich|dir|dich|zum Guten|hin|es wird dich führen|und|dich|es wird dich entwickeln|Dingen|ob|sie sprechen really|to you|you|to good|towards|will lead|and|you|will develop|things|question marker|they are talking about are they really talking about things that will lead you to a better place and help you grow? reden sie wirklich über Dinge, die dich voranbringen und dich weiterentwickeln?

Eğer öyleyse, hemen kendini düzeltmeye çalış. ||||corriger| ||||исправь себя| wenn|das so ist|sofort|dich selbst|verbessern|versuche if|so|immediately|yourself|to correct|try If so, try to correct yourself immediately. Wenn das so ist, versuche sofort, dich zu bessern.

Etrafını değiştirmeye çalışma. deine Umgebung|verändern|versuche nicht your surroundings|to change|don't try Don't try to change your surroundings. Versuche nicht, deine Umgebung zu ändern.

onlar da sana bakıp zamanla kendilerini değiştirecekler. ||||||changeront ||||||изменят себя sie|dann|dir|schauen|mit der Zeit|sich selbst|sie werden sich verändern they|also|to you|looking|over time|themselves|they will change They will look at you and gradually change themselves. Sie werden dich ansehen und sich mit der Zeit ebenfalls ändern.

Değişmezlerse de, o noktadan sonra bu senin sorunun veya sorumluluğun değil artık. s'ils ne changent pas|||||||||ta responsabilité|| Если не изменятся|||||||||ответственность|| wenn sie sich nicht ändern|das|dieser|Punkt von|danach|dieses|dein|Problem|oder|Verantwortung|nicht|mehr if they don't change|but|that|point|after|this|your|problem|or|responsibility|not|anymore If they don't change, from that point on it's no longer your problem or responsibility. Wenn sie sich nicht ändern, ist das ab diesem Punkt nicht mehr dein Problem oder deine Verantwortung.

Herkes kendi hayatını yaşar, iyi ya da kötü. jeder|sein eigenes|Leben|lebt|gut|oder||schlecht everyone|own|life|lives|good|or||bad Everyone lives their own life, good or bad. Jeder lebt sein eigenes Leben, gut oder schlecht.

Sana mantıksız eleştiriler yapıldığında da umursama. |irrationnelles||quand on fait||ne t'en fais pas |||||не обращай внимания dir|unlogisch|Kritiken|wenn sie gemacht werden|dann|kümmere dich nicht darum to you|unreasonable|criticisms|when made|also|don't care Don't care when you receive unreasonable criticisms. Kümmere dich nicht, wenn dir unlogische Kritiken gemacht werden.

Şevkini kırmaya çalışanların seni de kendi bataklıklarına çekmesine izin verme. ta motivation|briser|||||marécages|t'entraîner|| твою страсть|сломать энтузиазм|||||болота|втянуть в|| deine Begeisterung|zu brechen|die|||ihre eigenen|in ihre Sümpfe|zu ziehen|Erlaubnis|gib nicht your enthusiasm|to break|those who are trying|you|also|their own|to their swamps|to pull|| Don't allow those who try to break your enthusiasm to pull you into their own swamps. Lass nicht zu, dass diejenigen, die versuchen, deinen Enthusiasmus zu brechen, dich in ihre eigenen Sümpfe ziehen.

Umursamamak nasıl olur diye düşünebilirsin. ne pas se soucier|||| не заботиться|||| nicht kümmern|wie|es wird|dass|du kannst denken not caring|how|it is|that|you can think You might wonder what it means to not care. Du könntest darüber nachdenken, wie es ist, sich nicht zu kümmern.

Umursamamak, bir eleştiriyi duyduktan sonra moralin bozulsa da, ||critique|avoir entendu||moral|tu te décourages| ||||||если испортится| nicht kümmern|eine|Kritik|nachdem ich gehört habe|danach|deine Moral|es wird schlecht| not caring|a|criticism|after hearing|then|your morale|even if it gets upset|but Not caring doesn't mean that even if your morale is affected after hearing a criticism, Sich nicht zu kümmern bedeutet nicht, dass du, auch wenn du nach einer Kritik niedergeschlagen bist,

cevap vermemen ve görmezden gelmen anlamına gelmiyor. |ne pas répondre|||ignorer|| ||||приходить|| Antwort|nicht geben||ignorieren|nicht beachten|bedeutet|es wird nicht answer|not giving|and|ignoring|you|it means|it does not cela ne signifie pas que tu ne réponds pas et que tu ignores. you don't respond and ignore it. nicht antwortest und es ignorierst.

Eğer mantıklı olmayan eleştiri moralini bozuyorsa, |||||si cela affecte |||||портит wenn|vernünftig|nicht|Kritik|deine Moral|sie dich stört if|logical|not|criticism|your morale|is breaking Si une critique illogique affecte ton moral, If an unreasonable criticism is affecting your morale, Wenn unlogische Kritik deine Moral beeinträchtigt,

sen ona cevap versen de vermesen de, artık onu umursamışsın demektir. |||tu réponds||tu ne répondes pas||||tu t'en soucies| |||||||||ты заботился| du|ihm|Antwort|du gibst|auch|du nicht gibst|auch|schon|ihn|du hast dich gekümmert|das bedeutet you|to it|answer|if you give|even|if you don't give|even|now|it|you have cared| que tu lui répondes ou non, cela signifie que tu t'en es déjà préoccupé. whether you respond to it or not, it means you have cared about it. bedeutet es, dass du dich um sie gekümmert hast, egal ob du darauf antwortest oder nicht.

Umursamamak, o eleştiriyi duymamış gibi davranmak demek. sich nicht kümmern|diese|Kritik|nicht gehört|wie|sich verhalten| not caring|that|criticism|not heard|like|to act| Not caring means acting as if you haven't heard that criticism. Sich nicht darum zu kümmern, bedeutet, so zu tun, als hättest du diese Kritik nicht gehört. Diyelim ki, kulağında kulaklık var ve sevdiğin bir şarkıyı dinliyorsun. ||à l'oreille|écouteurs|||ta chanson préférée|||tu écoutes ||в ушах|||||||ты слушаешь sagen wir|dass|in deinen Ohren|Kopfhörer|ist||dein Lieblings-|ein|Lied|du hörst let's say|that|in your ears|headphones|there is|and|your favorite|a|song|you are listening Let's say you have headphones on and you are listening to a song you love. Angenommen, du hast Kopfhörer auf und hörst ein Lied, das du liebst.

Seni eleştiren kişi de karşında oturmuş ve sana bir şeyler söylüyor. ||||en face|||||| ||||перед тобой|||||| dich|kritisierenden|Person|auch|vor dir|sitzend|und|dir|ein|Dinge|sagt you|criticizing|person|also|in front of you|sitting|and|to you|a|things|saying The person criticizing you is sitting in front of you and saying something. Die Person, die dich kritisiert, sitzt dir gegenüber und sagt dir etwas.

Sen onun dudaklarının hareket ettiğini görüyorsun ve negatif veya mantıksız bir şey söylediğinin farkındasın. ||ses|||tu vois||||||||tu es conscient |||||||||||||осознаешь du|ihre|Lippen|Bewegung|dass sie sich bewegen|du siehst|und|negativ|oder|unlogisch|ein|Ding|dass sie gesagt hat|du bist dir bewusst you|his|lips|movement|that they are moving|you see|and|negative|or|illogical|a|thing|that he said|you are aware You see their lips moving and you realize they are saying something negative or unreasonable. Du siehst, wie sich ihre Lippen bewegen, und du bist dir bewusst, dass sie etwas Negatives oder Unlogisches sagt.

Ama ne söylediğini duymadığın için elbette moralin bozulmayacak. |||tu n'entends pas||||ne sera pas affecté |||не слышал||||не упадет aber|was|dass sie gesagt hat|du nicht gehört hast|deshalb|natürlich|deine Moral|wird nicht schlecht werden but|what|that he said|you didn't hear|because|of course|your morale|it won't be upset But since you can't hear what they are saying, of course, you won't be upset. Aber da du nicht hörst, was sie sagt, wird deine Stimmung natürlich nicht schlecht.

Senin ruh halin o sırada dinlediğin o güzel şarkıyla dolu olacak. |l'esprit|état d'esprit||à ce moment|tu écoutes|||la chanson|| |||||которую ты слушал|||песней|| dein|Geist|Zustand|dieser|während|dass du hörst|dieses|schöne|mit Lied|voll|wird sein your|spirit|state|that|at that moment|that you are listening to|that|beautiful|with song|full| Your mood at that moment will be filled with that beautiful song you are listening to. Deine Stimmung wird in diesem Moment von dem schönen Lied erfüllt sein, das du hörst.

Sanki o kişinin ne söylediğini duymuyorsun bile. |||||tu n'entends| |||||не слышишь| als ob|diese|Person|was|gesagt hat|du hörst nicht|sogar as if|that|person's|what|saying|you don't hear|even It's as if you don't even hear what that person is saying. Es ist, als würdest du nicht einmal hören, was die Person sagt.

İnanarak gittiğin yol, senin kulağındaki o güzel şarkı olsun. ||||à ton oreille|||| ||||в твоем ухе|||| im Glauben|den du gehst|Weg|dein|in deinem Ohr|dieses|schöne|Lied|sei by believing|the road you go|road|your|in your ear|that|beautiful|song|let it be The path you walk believing should be that beautiful song in your ear. Der Weg, den du im Glauben gehst, soll das schöne Lied in deinem Ohr sein.

Hep bildiklerini ve öğrendiklerini paylaşmaya çalış. immer|das||das|zu teilen|versuche always|what you know|and|what you have learned|to share|try Always try to share what you know and what you have learned. Versuche immer, das, was du weißt und gelernt hast, zu teilen.

Başkalarının seni geçeceğinden korkma. ||te dépasser| ||обгонят| die anderen|dich|dass sie dich überholen|hab keine Angst others'|you|that they will surpass|don't be afraid Don't be afraid that others will surpass you. Fürchte dich nicht, dass andere dich überholen.

Onların senden öğrenmeye çalışırken harcadıkları zamanda, ||||le temps qu'ils passent| das|von dir|zu lernen|während sie versuchen|die Zeit|in der Zeit their|from you|to learn|while trying|the time they spent|in the time During the time they spend trying to learn from you, In der Zeit, die sie damit verbringen, von dir zu lernen,

sen daha da çok şey öğrenmiş ve daha gelişmiş olacaksın. du|noch|dann|viel|Dinge|gelernt hast||noch|weiterentwickelt hast|wirst du sein you|even|also|a lot|things|have learned|and|even|have developed|you will be you will have learned even more and advanced further. wirst du noch viel mehr lernen und weiterentwickelt sein.

Sen kendinde varolan bilgiyi başkalarıyla paylaştıkça, o bilgi senin kafanda daha iyi oturacak ||existante|||en partageant||||ta tête||| |||||по мере того как||||в голове||| du|in dir|vorhandenes|Wissen|mit anderen|solange du teilst|dieses|Wissen|dein|in deinem Kopf|besser|gut|wird sitzen you|in yourself|existing|knowledge|with others|as you share|that|knowledge|your|in your mind|more|well|will settle As you share the knowledge you have with others, that knowledge will settle better in your mind. Je mehr du das Wissen, das in dir vorhanden ist, mit anderen teilst, desto besser wird dieses Wissen in deinem Kopf verankert.

ve bu şekilde o bilgiyi çok yönlü kullanabilecek bir seviyeye gelebileceksin. ||||||multidimensionnelle|pourras utiliser|||tu pourras ||||||многостороннем|использовать|||дойдёшь до und|diese|auf diese Weise|dieses|Wissen|viel|vielseitig|wirst nutzen können|ein|Niveau|wirst du kommen können and|this|way|that|knowledge|very|versatile|will be able to use|a|level|you will be able to come And in this way, you will be able to reach a level where you can use that knowledge in multiple ways. Und auf diese Weise wirst du in der Lage sein, dieses Wissen vielseitig zu nutzen.

Biriyle tartıştığın zaman, mümkün olduğunca sakin kalmaya çalış. |tu discutes|||||| |с кем ты споришь|||||| mit jemandem|wenn du diskutierst|Zeit|möglich|so viel wie möglich|ruhig|zu bleiben|versuche with someone|when you argue|time|possible|as much as|calm|to stay|try When you are having a discussion with someone, try to stay as calm as possible. Wenn du mit jemandem diskutierst, versuche so ruhig wie möglich zu bleiben.

Karşındaki senin için önemli biriyse, ondan 2-3 saat ara isteyip sonra tartışmaya devam etmeyi teklif et. la personne en face|||||||||||||| dein Gegenüber|für dich|wichtig||wenn es eine wichtige Person ist|von ihm|Stunden|Pause|und zu bitten|dann|zu diskutieren|fortsetzen|zu machen|| the person in front of you|your|for|important|if they are|from them|hours|break|asking for|then|to continue arguing|continue|to do|| Si la personne en face de toi est importante pour toi, demande-lui de faire une pause de 2-3 heures, puis propose de continuer la discussion. If the person in front of you is important to you, suggest taking a 2-3 hour break and then continuing the discussion. Wenn die Person dir wichtig ist, bitte sie um eine 2-3 stündige Pause und schlage vor, die Diskussion danach fortzusetzen.

İnan bana, eğer tartıştığınız konu gereksiz bir şeyse, 2-3 saat sonra ikiniz de sakinleşmiş olacak ||||||||||||calme| ||||||||||||успокоитесь| glaub|mir|wenn|ihr diskutiertes|Thema|unnötig|ein|ist|Stunden|später|ihr beide|auch|beruhigt|wird believe|me|if|you are discussing|topic|unnecessary|a|if it is|hours|later|both of you|also|calmed down|will be Crois-moi, si le sujet de la discussion est quelque chose d'inutile, dans 2-3 heures, vous serez tous les deux calmés. Believe me, if the topic you are discussing is something unnecessary, both of you will have calmed down in 2-3 hours. Glaub mir, wenn das Thema, über das ihr diskutiert, unwichtig ist, werdet ihr beide nach 2-3 Stunden wieder ruhig sein.

ve ikiniz de bu konunun yeniden açılmasını istemeyeceksiniz bile. ||||||réouverture|| ||||||открытия этого|| und|ihr beide|auch|dieses|Themas|erneut|Öffnen|werdet nicht wollen|sogar and|both of you|also|this|topic's|again|being brought up|you will not want|even Et même vous ne voudrez pas rouvrir ce sujet. And neither of you will even want to bring this topic up again. Und ihr werdet nicht einmal wollen, dass dieses Thema wieder aufkommt.

Eğer, karşındaki senin için o kadar da önemli biri değilse, o zaman hiç tartışmak için zaman harcama. wenn|dein Gegenüber|für dich|für|der|so|dass|wichtig|jemand|ist nicht|dann|Zeit||diskutieren||| if|the person you are facing|your|for|that|so|also|important|person|if not|that|time|||||do not waste If the person in front of you is not that important to you, then don't waste your time arguing. Wenn die Person dir nicht so wichtig ist, verschwende dann keine Zeit mit einer Diskussion.

Gereksiz insanların senin zamanını, huzurunu ve enerjini almasına izin verme. ||||tranquillité||||| ||||||энергию|забирают у|| unnötig|Menschen|deine|Zeit|Ruhe||Energie|nehmen zu lassen|Erlaubnis|gib nicht unnecessary|people's|your|time|peace|and|energy|taking|permission|do not give Don't allow unnecessary people to take your time, peace, and energy. Lass nicht zu, dass unnötige Menschen deine Zeit, deinen Frieden und deine Energie rauben.

Elinden geldiğince az insanın kalbini kırmaya çalış kızım. ||||le cœur||| aus deiner Hand|kommend|wenig|Menschen|Herz|brechen|versuche|meine Tochter from your hand|as much as you can|few|people's|heart|to break|try|my daughter Fais de ton mieux pour ne pas briser le cœur de trop de gens, ma fille. Try to break as few hearts as possible, my daughter. Versuche, so wenig Menschen wie möglich das Herz zu brechen, mein Mädchen.

Eğer birinin kalbini kırdıysan, hemen özür dile. |||si tu as brisé||| |||если ты сломал||| wenn|jemandes|Herz|du gebrochen hast|sofort|Entschuldigung|bitte if|someone's|heart|you have broken|immediately|apology|say Si tu as brisé le cœur de quelqu'un, excuse-toi immédiatement. If you have broken someone's heart, apologize immediately. Wenn du das Herz von jemandem gebrochen hast, entschuldige dich sofort.

Gururunu böyle şeylerle doyurma. |||nourris |||утолять deinen Stolz|solche|Dinge|sättige nicht your pride|such|things|don't satisfy Do not feed your pride with such things. Befriedige deinen Stolz nicht mit solchen Dingen.

Gururun senin düşmanın, hep aklında olsun. Gururun||ennemi||| Гордость||||| dein Stolz|dein|Feind|immer|in deinem Kopf|sei your pride|your|enemy|always|in mind|let it be Remember that your pride is your enemy. Der Stolz ist dein Feind, behalte das immer im Hinterkopf.

Elinden geldiğince gururunun farkında ol ve sana yanlış şeyler yaptırmasına izin verme. ||de ta fierté|||||||te fasse faire|| |||||||||позволить делать|| deiner Hand|so gut du kannst|deines Stolzes|bewusst|sei|und|dir|falsche|Dinge|sie dir machen zu lassen|Erlaubnis|gib nicht from your hand|as much as|your pride|aware|be|and|to you|wrong|things|making you do|permission|don't give Be aware of your pride as much as you can and do not let it lead you to do wrong things. Sei dir deines Stolzes so gut wie möglich bewusst und lass ihn nicht die falschen Dinge für dich tun.

Özür dilemek, küçülmek veya gururunun kırılması demek değil. ||se rétracter|||blessure d'orgueil|| |||||ударение на гордость|| Entschuldigung|sagen|kleiner werden|oder|deines Stolzes|gebrochen werden|bedeuten|nicht apology|to say|to shrink|or|your pride|being broken|to mean|not Apologizing does not mean shrinking or breaking your pride. Sich zu entschuldigen bedeutet nicht, klein zu sein oder den Stolz zu verletzen.

Hem kendinin, hem de karşındakinin hayatını iyileştirme çabasıdır. |ta propre|||l'autre||amélioration|effort de ||||собеседника|||стремление sowohl|dein|als auch||Gegenübers|Leben|Verbesserung|ist der Versuch both|your own|and|also|the other person's|life|improving|it is an effort It is an effort to improve both your life and the life of the person in front of you. Es ist der Versuch, sowohl dein eigenes Leben als auch das Leben des anderen zu verbessern.

Biri senden özür dilediğinde de onu affetmeyi bil. |||tu souhaites|||savoir pardonner| ||||||прощать его| jemand|von dir|Entschuldigung|wenn er sich entschuldigt|auch|ihn|vergeben|du weißt someone|from you|apology|when they apologize|also|him/her|to forgive|know When someone apologizes to you, know how to forgive them. Wenn jemand sich bei dir entschuldigt, wisse auch, wie man ihn vergibt.

İnan bana, hayat bu tarz şeyleri çok anlamsız kılacak kadar kısa. |||||||insignifiant|rendra|| glaub|mir|das Leben|diese|Art|Dinge|sehr|sinnlos|machen wird|so|kurz believe|me|life|this|style|things|very|meaningless|will make|as|short Believe me, life is too short to make these kinds of things meaningless. Glaub mir, das Leben ist so kurz, dass es solche Dinge sehr bedeutungslos macht. Şöyle düşün, so|denk like this|think Think like this, Denk mal so,

bu dünyada yaşayanların senin kimden özür dileyip, kimi affettiğinden haberleri bile olmayacak. ||||||s'excuser de||tu as pardonné||| ||||||||прощения||| diese|Welt|lebenden|dein|von wem|Entschuldigung|und entschuldigen|wen|du vergeben hast|Nachrichten|sogar|wird nicht sein this|in the world|those who live|your|from whom|apology|and saying|whom|from whom you have forgiven|news|even|will not be The people living in this world won't even know who you apologized to and who you forgave. Die Menschen, die in dieser Welt leben, werden nicht einmal wissen, von wem du dich entschuldigt hast und wen du vergeben hast.

Bütün bunlar sen var oldukça anlamlı olacak, |||||significatif| all|diese|du|existierst|solange|sinnvoll|wird sein all|these|you|exist|as long as|meaningful|will be Tout cela aura du sens tant que tu es là, All of this will be meaningful as long as you exist, All das wird bedeutungsvoll sein, solange du existierst,

sen yok olduktan sonraysa silinip gidecek. ||||s'effacera| du|nicht existierend|nachdem||ausgelöscht|wird gehen you|not exist|after you have|after that|erased|will go mais après ta disparition, tout s'effacera. but after you are gone, it will fade away. aber nachdem du nicht mehr da bist, wird es verschwinden.

Böyle basit şeylerle hayatını mahvetme. ||||ne ruine pas solche|einfache|Dinge|dein Leben|ruinier es nicht such|simple|with things|your life|do not ruin Ne gâche pas ta vie avec des choses si simples. Don't ruin your life with such simple things. Verschwende dein Leben nicht mit so einfachen Dingen.

Sen birini affettikten sonra, o kişi tekrar tekrar aynı yanlışları yapmaya devam ediyorsa, ||avoir pardonné|||||||||| ||прощая|||||||||| du|jemanden|vergeben|danach|diese|Person|wieder|wieder|die gleichen|Fehler|machen|| you|someone|after forgiving|after|that|person|again|again|same|mistakes|to make|| After you forgive someone, if that person continues to make the same mistakes over and over, Wenn du jemanden vergeben hast und diese Person weiterhin immer wieder die gleichen Fehler macht,

o zaman sadeceo insandan uzaklaş ve onunla ilgili beklentilerini yok et. ||seulement||éloigne-toi|||||| ||только|||||||| dann|Zeit|nur|Person|distanziere dich|und|mit ihr|bezüglich|Erwartungen|| that|time||from that person|distance|and|with him/her|related|your expectations|destroy|do then just distance yourself from that person and eliminate your expectations of them. dann entferne dich einfach von dieser Person und lasse deine Erwartungen an sie los.

İleriye bak. vers l'avant| nach vorne|schau forward|look Look forward. Blicke nach vorne.

Biliyor musun? know|you Do you know? Weißt du?

Ben gecemi gündüzüme katıp bu dünyada iyi bir iz bırakmaya çalışıyorum. |||mélange|||||trace|| |||смешивая||||||| ich|meine Nacht|meinen Tag|hinzufügend|diese|in dieser Welt|gut|einen|Spur|hinterlassen|ich arbeite I|my night|my day|adding|this|in the world|good|a|mark|to leave|I am trying I am trying to leave a good mark in this world by mixing my nights with my days. Ich versuche, meine Nächte mit meinen Tagen zu verbinden und in dieser Welt einen guten Eindruck zu hinterlassen.

Başarıp başaramayacağımı da henüz bilmiyorum. réussir|je vais réussir||pas encore| успевши|||| ob ich es schaffe|ob ich es nicht schaffen werde|dass|noch|ich weiß nicht whether I will succeed|whether I will not succeed|also|yet|I do not know I still don't know if I will succeed or not. Ich weiß noch nicht, ob ich es schaffen werde oder nicht.

Ama şayet bir gün başarırsam, asla benim başarılarımı kendine pay biçme. |si|||si je réussis|||mes succès|||attribue ||||если я добьюсь||||||присваивай aber|falls|einen|Tag|ich es schaffe|niemals|meine|Erfolge|dir|Anteil|mach das nicht but|if|a|day|I succeed|never|my|successes|to yourself|share|do not make Mais si un jour je réussis, ne prends jamais mes succès pour toi. But if I succeed one day, never take my achievements as your own. Aber falls ich eines Tages Erfolg habe, maße dir niemals an, meine Erfolge für dich zu beanspruchen.

Benim kızım olduğun için kendinle gurur duyma. ||||toi-même|| meine|Tochter|dass du bist|für|mit dir|Stolz|mach das nicht my|daughter|you are|for|with yourself|pride|do not feel Ne sois pas fier de toi simplement parce que tu es ma fille. Don't be proud of yourself just because you are my daughter. Sei nicht stolz auf dich, nur weil du meine Tochter bist.

Benim kazandığım veya kazanacağım saygıyı hayatının hiçbir evresinde kullanmaya çalışma. ||||le respect|||phase de la vie|| |||||||жизни|| mein|ich gewonnen habe|oder|ich gewinnen werde|den Respekt|deines Lebens|kein|in Phase|zu benutzen|versuche nicht my|I have earned|or|I will earn|the respect|your life|any|stage|to use|don't try Ne tente pas d'utiliser le respect que j'ai gagné ou que je vais gagner à aucun moment de ta vie. Do not try to use the respect I have earned or will earn at any stage of your life. Versuche nicht, den Respekt, den ich gewonnen habe oder gewinnen werde, in irgendeiner Phase deines Lebens zu nutzen.

Benim başarılarımda ne kadar katkın olmuşsa, ancak o ölçüde kendine pay biçebilirsin. |mes succès|||tailles|tu as été||||||tu peux attribuer ||||вклад|если ты внес||||||можешь отвести mein|bei meinen Erfolgen|wie viel|so viel|dein Beitrag|es gewesen ist|nur|das|Maß|dir|Anteil|du kannst my|in my successes|how|much|your contribution|it has been|only|that|extent|to yourself|share|you can assign Tu ne peux te donner de mérite que dans la mesure où tu as contribué à mes succès. You can only claim a share for yourself to the extent that you have contributed to my successes. So viel du zu meinen Erfolgen beigetragen hast, so viel kannst du dir auch anrechnen.

Diğer şeylerdeyse senin bir katkının olmadığını anla ve şunu bil ki, senle ben ayrı bireyleriz. ||||contribution|||||||||| ||||вклад|||||||||| andere|in anderen Dingen|dein|ein|Beitrag|dass es nicht gibt|verstehe|und|das|wisse|dass|mit dir|ich|getrennte|wir sind other|in things|your|any|contribution|that it is not|understand|and|this|know|that|you and|I|separate|we are individuals Dans d'autres choses, comprends que tu n'as pas apporté de contribution et sache que toi et moi sommes des individus séparés. In other matters, understand that you have no contribution and know that you and I are separate individuals. In anderen Dingen verstehe, dass du keinen Beitrag geleistet hast, und wisse, dass du und ich separate Individuen sind.

Kendinle gurur duyman için kendi sebeplerin olsun. ||sois fier|||raisons| ||гордись собой|||причины| mit dir selbst|Stolz|dass du fühlst|für|eigene|Gründe|sei with yourself|pride|to feel|for|your|reasons|let it be Aie tes propres raisons pour être fier de toi-même. Have your own reasons to be proud of yourself. Habe deine eigenen Gründe, stolz auf dich selbst zu sein.

Kendin tek başına bir birey olarak öyle başarılara imza at ki, onlarla gurur duyabilesin. ||||individu|||||||||tu puisses en être fier |||||||||||||можешь гордиться du selbst|allein|für dich|ein|Individuum|als|so|Erfolge|Unterschrift|setze|dass|mit ihnen|Stolz|du fühlen kannst yourself|alone|on your own|a|individual|as|such|successes|signature|put|that|with them|pride|you can feel Achieve such successes as an individual on your own that you can be proud of them. Sei so erfolgreich als Individuum, dass du stolz auf dich sein kannst.

Kendi kazandıklarınla gurur duymak senin bu hayattaki en doğal hakkın. |tes gains||||||||droit |своими достижениями|||||||| deine|mit deinen gewonnenen|Stolz|fühlen|dein|dieses|im Leben|das|natürlich|Recht your own|winnings|pride|to feel|your|this|in life|most|natural|right Being proud of what you have earned is your most natural right in this life. Stolz auf das zu sein, was du selbst erreicht hast, ist dein natürlichstes Recht im Leben.

Ama benim başarılarımı kendi başarınmış gibi sahiplenip, kendinle gurur duymaya senin hakkın yok. ||||tu as réussi||t'approprier|||||| ||||||присваивая|||||| aber|meine|Erfolge|deinen|Erfolg|wie|aneignen|mit dir|Stolz|fühlen|dein|Recht|nicht but|my|successes|your own|as if it were your success|like|by claiming|with yourself|pride|to feel|your|right|not But you have no right to claim my successes as your own and be proud of yourself. Aber es ist nicht dein Recht, meine Erfolge als deine eigenen zu beanspruchen und stolz auf dich zu sein. Çünkü eğer ben hayatta başarılı olursam, benim kızım olman sadece bir şans. denn|wenn|ich|im Leben|erfolgreich|ich werde|meine|Tochter|du bist|nur|ein|Glück because|if|I|in life|successful|I become|my|daughter|being|only|a|chance Because if I succeed in life, being your daughter is just a chance. Denn wenn ich im Leben erfolgreich bin, ist es nur ein Zufall, dass du meine Tochter bist.

Senin aslında hayatta az başarıya imza atmış insanların evlatlarından hiçbir farkın veya üstünlüğün yok. ||||||||enfants||différence||supériorité| ||||||||||||превосходство| dein|eigentlich|im Leben|wenig|Erfolg|Unterschrift|gesetzt|Menschen|Kindern|kein|Unterschied|oder|Überlegenheit|nicht vorhanden your|actually|in life|few|successes|signature|having put|people's|children of|no|difference|or|superiority|you don't have Tu n'as en réalité aucune différence ou supériorité par rapport aux enfants des gens qui ont peu de succès dans la vie. You are actually no different or superior to the children of those who have achieved little success in life. Du hast eigentlich keinen Unterschied oder Vorteil gegenüber den Kindern von Menschen, die im Leben nur wenig Erfolg hatten.

Ben sana inanıyorum. ich|dir|ich glaube I|to you|I believe Je crois en toi. I believe in you. Ich glaube an dich.

Ama sen kendine benim sana inandığımdan daha çok inanmalısın. |||||je crois|||tu dois croire ||||||||должен верить aber|du|dir selbst|mein|dir|ich glaube|mehr|sehr|du musst glauben but|you|to yourself|my|to you|that I believe|more|a lot|you must believe But you must believe in yourself more than I believe in you. Aber du musst mehr an dich glauben, als ich an dich glaube. Unutmadan bir şey daha söyleyeyim. ohne zu vergessen|ein|Ding|noch|ich sage without forgetting|a|thing|more|I will say Let me say one more thing before I forget. Ich möchte noch etwas sagen, ohne es zu vergessen.

Ne kadar başarılı olsan da, ne kadar başkaları için ulaşılmaz gözüksen de, hep mütevazı ol. |||||||||inaccessible|tu parais|||| |||||||||недостижимым||||скромным| wie|viel|erfolgreich|du bist|obwohl|wie|viel|andere|für|unerreichbar|du aussiehst|auch|immer|bescheiden|sei how|much|successful|you are|even if|how|much|others|for|unattainable|you seem|even|always|humble|be No matter how successful you are, no matter how unattainable you seem to others, always be humble. Egal wie erfolgreich du bist, egal wie unerreichbar du für andere scheinst, sei immer bescheiden.

Hiç bir zaman kendini beğenmişlik yapma. ||||arrogance| ||||самодовольство| niemals|ein|Zeit|dich selbst|Selbstgefälligkeit|tu nicht never|a|time|yourself|arrogance|don't do Never act conceited. Sei niemals selbstgefällig.

Çünkü maddi başarılar seni başkalarından daha üstün yapmıyor. ||les succès||||| denn|materiell|Erfolge|dich|von anderen|mehr|überlegen|sie machen nicht because|material|successes|you|from others|more|superior|they don't make Because material success does not make you superior to others. Denn materielle Erfolge machen dich nicht überlegen gegenüber anderen.

kibirlenmemen ve alçak gönüllüğünü korumandır. ne pas être arrogant|||humilité|devoir de garder не гордись||||сохранять её nicht arrogant sein|und|bescheiden|deine Bescheidenheit|du sollst sie bewahren not being arrogant|and|humble|your humility|is to keep is your ability to remain humble and maintain your modesty. aber es ist wichtig, dass du nicht überheblich wirst und deine Demut bewahrst.

Gerçek başarı, işte o samimiyeti, mütevazılığı ve başarı kazanmadan önceki orjinal halini korumaktır. ||||sincérité|humilité|||sans gagner||original|état original|préserver ||||||||||оригинальное||сохранять wahre|Erfolg|genau|diese|Aufrichtigkeit|Bescheidenheit|und|Erfolg|bevor du Erfolg hast|vorherige|originale|Zustand|es zu bewahren real|success|that is|that|sincerity|humility|and|success|without gaining|previous|original|state|is to keep Le vrai succès consiste à préserver cette sincérité, cette modestie et son état original avant d'avoir réussi. True success is about preserving that sincerity, humility, and your original state before achieving success. Wahrer Erfolg besteht darin, diese Aufrichtigkeit, Bescheidenheit und den ursprünglichen Zustand vor dem Erfolg zu bewahren.

Sürü psikolojisiyle hareket etme. groupe|psychologie de groupe|| |психология стаи|| Herde|mit der Psychologie|Bewegung|nicht machen herd|with the psychology|move|don't Ne te laisse pas influencer par la psychologie de groupe. Acting with herd mentality. Handeln Sie mit dem Psychologie der Herde.

Sen farklı olabilirsin. du|anders|kannst sein you|different|you can be You can be different. Du kannst anders sein.

Kendi düşüncelerin, kendi bakış açın olsun. |tes pensées|||| eigene|Gedanken|eigene|Sicht|Perspektive|soll sein your own|thoughts|your own|perspective|viewpoint|let it be Que tes propres pensées, ta propre perspective soient. Have your own thoughts, your own perspective. Habe deine eigenen Gedanken, deine eigene Perspektive.

Sadece ölçüp biçerek, tartararak karar ver. |||en pesant|| |||взвешивая|| nur|messen|gestalten|abwägen|Entscheidung|gib only|measuring|shaping|weighing|decision|give Décide simplement en pesant et en mesurant. Just decide by measuring and weighing. Entscheide nur durch Messen und Abwägen.

Eğer herkes doğru yapıyorsa, sen de yap. |||le fait||| wenn|jeder|richtig|tut|du|auch|mach if|everyone|right|is doing|you|too|do If everyone is doing it right, you do it too. Wenn alle es richtig machen, dann mach es auch.

Yok yapmıyorsa da, farkında ol. |ne fait pas||| |не делает||| wenn nicht|tut nicht|dass|bewusst|sei if not|is not doing|also|aware|be If they are not, be aware. Wenn sie es nicht tun, sei dir dessen bewusst.

Çoğunluk bu şekilde yapıyor diye sen de o şekilde yapma. die Mehrheit|so|auf diese Weise|tut|weil|du|auch|so|auf diese Weise|mach nicht majority|this|way|is doing|because|you|too|that|way|don't do Just because the majority is doing it this way, don't do it that way. Nur weil die Mehrheit es so macht, musst du es nicht auch so machen.

Sorunlardan kaçma. Onları çözmeye çalış. |fuir||| |избегай||| von Problemen|lauf nicht weg|sie|zu lösen|versuche from problems|don't escape|them|to solve|try Don't avoid problems. Try to solve them. Weiche nicht vor Problemen zurück. Versuche, sie zu lösen.

Çok sorun çözdükçe, daha hızlı çözümler üretebilen,daha yaratıcı birine dönüşeceksin. ||en résolvant|||solutions|capable of producing||créatif||tu deviendras ||решая проблемы||||||||станешь viele|Probleme|je mehr du löst|desto|schneller|Lösungen|die produzieren können|||zu jemandem|du wirst werden very|problems|as you solve|more|fast|solutions|able to produce|more|creative|to someone|you will become As you solve more problems, you will become someone who can produce solutions faster and more creatively. Je mehr Probleme du löst, desto schneller wirst du in der Lage sein, Lösungen zu finden und kreativer werden.

Yaratıcı olmaya çalış ve olaylara farklı açılardan bakmayı öğren. ||||||angles|| ||||||углами|| kreativ|zu sein|versuche|und|auf Ereignisse|verschiedene|Perspektiven|zu schauen|lerne creative|to be|try|and|to events|different|from perspectives|to look|learn Try to be creative and learn to look at events from different perspectives. Versuche kreativ zu sein und lerne, die Dinge aus verschiedenen Perspektiven zu betrachten.

Yaratıcı olabilmek için, çok donanımlı olman ve elinden geldiğince çok şey öğrenmen gerekli. ||||bien équipé|||||||apprendre| |||||||||||учиться| kreativ|um kreativ sein zu können|um|viel|gut ausgebildet|du musst sein|und|aus deiner Hand|so viel wie möglich|viel|Dinge|du musst lernen|notwendig creative|to be able to be|for|very|equipped|you must be|and|from your hand|as much as possible|very|thing|you must learn|necessary To be creative, you need to be well-equipped and learn as much as you can. Um kreativ zu sein, musst du gut ausgebildet sein und so viel wie möglich lernen.

Eğer az önce söylediğim gibi bolca hayal kurmayı alışkanlık edinmişsen |||||||rêver||tu as pris |||||||||приобрел привычку wenn|gerade|zuvor|ich gesagt habe|wie|viel|Traum|zu träumen|Gewohnheit|du dir angeeignet hast if|just|earlier|I said|like|plenty|dream|to dream|habit|you have acquired If you have made it a habit to dream a lot as I just mentioned, Wenn du dir, wie ich gerade gesagt habe, angewöhnt hast, viel zu träumen,

ve hergün yeni şeyler öğreniyorsan, yaratıcı olman için uğraşmana gerek bile kalmayacak. ||||tu apprends||||tes efforts||| ||||||||стараться||| und|jeden Tag|neue|Dinge|du lernst|kreativ|du sein|um|du dich bemühen|notwendig|sogar|wird nicht nötig sein and|every day|new|things|you are learning|creative|your being|for|your effort|need|even|it will not remain and if you are learning new things every day, you won't even need to strive to be creative. und jeden Tag neue Dinge lernst, wirst du dich nicht einmal anstrengen müssen, um kreativ zu sein.

Çünkü yaratıcılık senin bildiklerinin sentezi, yani birleşmesi sonucunda ortaya çıkan farklılıklardır. |la créativité|||synthèse||fusion||||les différences ||||синтез||объединение||||различия denn|Kreativität|deine|das|Synthese|das heißt|das Zusammenfügen|als Ergebnis|hervor|das|es sind Unterschiede because|creativity|your|what you know|synthesis|that is|merging|as a result|out|that emerges|they are differences Because creativity is the synthesis of what you know, that is, the differences that emerge as a result of their combination. Denn Kreativität ist die Synthese dessen, was du weißt, also die Unterschiede, die aus der Kombination entstehen.

Onları birleştiren ise senin geniş hayal gücündür. |qui les unit|||||imagination ||||||творческая сила sie|das|ist|deine|weite|Vorstellung|es ist Kraft them|that combines|however|your|wide|imagination|it is power What combines them is your broad imagination. Was sie verbindet, ist deine große Vorstellungskraft.

Matematik, bilimlerin şahı diyorlar ya. |des sciences|roi des sciences|| ||царь наук|| Mathematik|der Wissenschaften|König|sie sagen|ja mathematics|of sciences|king|they say|you know They say mathematics is the queen of sciences. Man sagt, Mathematik sei die Königin der Wissenschaften.

Ben de bu fikre sonuna kadar katılıyorum. |||idée|||je suis d'accord |||идее||| ich|auch|diese|Idee|bis zum Ende|bis|ich stimme zu I|also|this|idea|to the end|as far as|I agree Je suis également complètement d'accord avec cette idée. I completely agree with this idea. Ich stimme dieser Meinung voll und ganz zu.

Matematiğe her zaman ilgili ol. à la mathématiques|||| математике|||| zur Mathematik|immer|Zeit|interessiert|sei to mathematics|every|always|interested|be Sois toujours intéressé par les mathématiques. Always be interested in mathematics. Sei immer an Mathematik interessiert.

Matematik sorularını çözmeyi öğrendikçe daha yaratıcı olmaya başladığını sen de farkedeceksin ||résoudre|en apprenant||||||| |||по мере того как||||||| Mathematik|deine Fragen|das Lösen|sobald du gelernt hast|immer|kreativer|zu werden|dass du angefangen hast|du|auch|du wirst merken mathematics|your questions|solving|as you learn|more|creative|to become|you will notice that you started|you|also|you will notice Tu constateras également que tu deviens plus créatif à mesure que tu apprends à résoudre des problèmes mathématiques. As you learn to solve math problems, you will notice that you start to become more creative. Du wirst auch feststellen, dass du kreativer wirst, je mehr du lernst, mathematische Probleme zu lösen.

ve hayattaki diğer sorunları da kolayca çözebileceksin. ||||||tu pourras résoudre ||||||сможешь решить und|im Leben|anderen|Probleme|auch|leicht|du wirst lösen können and|in life|other|problems|also|easily|you will be able to solve and you will be able to easily solve other problems in life. und du wirst auch die anderen Probleme im Leben leicht lösen können.

Emin ol, bu özelliği kazandığında, diğerlerinden daha çok fazla şeyi başarma şansın olacak. ||||en gagnant||||||réussir à|| ||||когда ты получишь|||||||| sicher|sei|diese|Fähigkeit|wenn du sie erlangst|von den anderen|mehr|viele|viele|Dinge|Erfolg|deine Chance|wird sein sure|be|this|feature|when you gain|from others|more|many|a lot|things|achieving|your chance|will be Rest assured, when you gain this ability, you will have a much greater chance of achieving more than others. Sei dir sicher, dass du, wenn du diese Fähigkeit erlangst, eine viel größere Chance haben wirst, mehr zu erreichen als andere.

Analizini yaptığın şeyler bir tek etrafındaki olaylar ve onların sebepleriyle sınırlı kalmasın. Analyse|||||||||causes||ne reste pas Анализируй это|||||||||причинами которых||не ограничивайся deine Analyse|die du machst|Dinge|ein|einzig|um dich herum|Ereignisse|und|ihre|Ursachen|beschränkt|lass es nicht sein your analysis|you did|things|a|only|around you|events|and|their|causes|limited|don't stay Que les choses que tu analyses ne soient pas limitées uniquement aux événements autour de toi et à leurs causes. Let the things you analyze not be limited to just the events around you and their causes. Die Dinge, die du analysierst, sollten nicht nur auf die Ereignisse um dich herum und deren Ursachen beschränkt sein.

Bunu yapmaktan daha çok insanları analiz et. das|zu tun|mehr|viele|Menschen|| this|from doing|more|much|people|analyze| Analyse davantage les gens que les choses. Analyze people more than doing this. Analysiere mehr die Menschen, anstatt das zu tun.

Daima onları derinlemesine analiz et. ||en profondeur|| ||в глубину|| immer|sie|tiefgründig|| always|them|in-depth|analyze|do Analyse-les toujours en profondeur. Always analyze them in depth. Analysiere sie immer gründlich.

İnsanın neyi niçin yaptığını bildikçe, sana karşı yapabileceği potansiyel kötülükleri ||||en sachant|||il pourrait|potentiel|mauvaises actions ||||по мере того как|||может сделать|| des Menschen|was|warum|er tut|solange du weißt|dir|gegen|er kann tun|potenziell|Übel a person's|what|why|they do|as long as you know|to you|against|they can do|potential|evils As you understand why a person does what they do, you will be able to foresee the potential harm they could do to you Je mehr du weißt, warum ein Mensch etwas tut, desto besser kannst du die potenziellen Übel, die er dir antun könnte,

önceden görebilip ona göre kararlar verebileceksin. |||||tu pourras |||||сможешь принимать im Voraus|du kannst sehen|ihm|entsprechend|Entscheidungen|du wirst geben können beforehand|being able to see|to it|accordingly|decisions|you will be able to make Tu pourras voir à l'avance et prendre des décisions en conséquence. and make decisions accordingly. im Voraus erkennen und entsprechend Entscheidungen treffen.

Bu şekilde, kötü niyetli insanların sana büyük zararlar vermesinden kendini koruyabilmiş olacaksın. |||malveillant||||dommages|||| |||||||вред|причинения вреда||сможешь защитить| dies|Weise|schlecht|gesinnt|Menschen|dir|großen|Schäden|zufügen|dich selbst|hast schützen können|wirst sein this|way|bad|intentioned|people's|to you|big|harms|from giving|yourself|able to protect|you will be De cette façon, tu pourras te protéger des dommages graves causés par des personnes malveillantes. In this way, you will be able to protect yourself from malicious people causing you great harm. Auf diese Weise wirst du dich vor großen Schäden durch böswillige Menschen schützen können.

Ama unutma ki, sana en yakın ve senin için en ulaşılır kişi her zaman sensin. ||||||||||accessible|||| aber|vergiss nicht|dass|dir|am|nächsten|und|dein|für|am|erreichbaren|Person|immer|Zeit|du bist but|don't forget|that|to you|the most|close|and|your|for|the most|accessible|person|every|always|you are Mais n'oublie pas que la personne qui te connaît le mieux et qui est toujours à ta portée, c'est toi-même. But remember, the person closest to you and most accessible to you is always yourself. Aber vergiss nicht, dass die Person, die dir am nächsten steht und für dich am erreichbarsten ist, immer du selbst bist. Kendini ve hareketlerini herkesten çok tahlil et. ||tes actions|||analyser| |||||анализируй| dich selbst|und|deine Handlungen|von allen|mehr|Analyse|mach yourself|and|your actions|from everyone|more|analyze|do Analyze yourself and your actions more than anyone else. Analysiere dich und deine Handlungen mehr als alle anderen.

En büyük kitap sen, yani kendinsin. |||||toi-même |||||сам am|größten|Buch|du|also|du bist the most|big|book|you|that is|you are The greatest book is you, that is, yourself. Das größte Buch bist du, also bist du selbst.

her tür insanla karşılaşacaksın. |||tu rencontreras |||встретишься jeder|Art|Mensch mit|du wirst treffen every|kind|with people|you will encounter You will encounter all kinds of people. Du wirst mit allen Arten von Menschen konfrontiert werden.

Etrafında seni kendi çıkarları için kullanmak isteyen de olacak, |||intérêts||||| um dich herum|dich|eigene|Interessen|für|benutzen|der will|auch|es wird geben around you|you|own|interests|for|to use|wanting|also|there will be There will be those around you who want to use you for their own interests, Es wird auch solche um dich herum geben, die dich für ihre eigenen Interessen benutzen wollen,

seni kıskanan da olacak, iyiliğini isteyen de olacak, |jaloux|||ton bien||| |завидующий|||твое благо||| dich|eifersüchtig|auch|wird|dein Wohl|wollend|auch|wird you|jealous|also|will be|your well-being|wanting|also|will be There will be those who envy you, and there will be those who wish you well, Es wird auch Menschen geben, die dich beneiden, und solche, die dein Wohl wollen,

karamsar ve hiçbir şeyle mutlu olmayanı da olacak, |||||celui qui n'est pas|| pessimistisch|und|nichts|mit|glücklich|der nicht ist|auch|wird pessimistic|and|no|with anything|happy|not being|also|will be there will also be those who are pessimistic and unhappy with everything, es wird auch Pessimisten geben, die mit nichts glücklich sind,

Herkesin karakterini ve niyetini anlamaya çalış. |caractère||intention|| |||намерение|| jeder|seinen Charakter|und|seine Absicht|zu verstehen|arbeite everyone's|character|and|intention|to understand|try Try to understand everyone's character and intentions. Versuche, den Charakter und die Absichten aller zu verstehen.

Kendini onların yerine koy ve niye böyle yaptıklarını kavramaya çalış. ||||||||comprendre| ||||||||понять это| dich selbst|ihre|Stelle|setze|und|warum|so|sie es getan haben|zu verstehen|versuche put yourself|their|place|put|and|why|like this|they did|to understand|try Put yourself in their shoes and try to understand why they did this. Versetze dich in ihre Lage und versuche zu verstehen, warum sie so gehandelt haben.

Onlara hak ver. ihnen|Recht|gib to them|right|give Give them credit. Gib ihnen recht.

Hak verdikçe, onları daha iyi anlayacak ve ‘ onların yerinde olsaydın ne yapardın' sorusuna |en jugeant||||||||tu étais||tu ferais| |||||||||если бы ты||бы бы сделал| Recht|je mehr du gibst|sie|mehr|gut|du wirst verstehen|und|ihre|Stelle|wenn du gewesen wärst|was|du würdest tun| right|as you give|them|more|better|you will understand|and|their|place|if you were|what|you would do|to the question As you give them credit, you will understand them better and find better answers to the question 'what would you do if you were in their place'. Je mehr du ihnen recht gibst, desto besser wirst du sie verstehen und auf die Frage 'Was würdest du an ihrer Stelle tun?'

Bu şekilde de onlardan gelebilecek zararlardan daha iyi korunabileceksin. |||||dommages|||tu pourras te protéger ||||||||сможешь защититься dies|auf diese Weise|auch|von ihnen|kommen könnte|Schäden|besser|gut|du wirst dich schützen können this|way|also|from them|that can come|harms|more|better|you will be able to protect yourself This way, you will be better protected from the harm that may come from them. So kannst du dich besser vor den Schäden schützen, die von ihnen kommen könnten.

Unutma ki, en iyi silah düşmanını iyi tanımaktır. |||||ton ennemi||connaître bien |||||||знать врага vergiss nicht|dass|das|beste|Waffe|deinen Feind|gut|zu kennen don't forget|that|the|best|weapon|your enemy|well|is to know Remember, the best weapon is to know your enemy well. Vergiss nicht, dass die beste Waffe darin besteht, den Feind gut zu kennen.

Tabii ki bunlar kötü niyetli insanları önceden belirleyip tespit edebilmen için. ||||||||identifier|pouvoir identifier| |||||||||можешь определить| natürlich|dass|diese|böse|gesinnten|Menschen|im Voraus|identifizieren und|erkennen|du musst in der Lage sein| of course|that|these|bad|intentioned|people|beforehand|identifying and|detection|your ability to do so|for Of course, this is so you can identify and detect malicious people in advance. Natürlich, damit du böse Absichten erkennst und identifizieren kannst.

Muhtemelen birbirinizi çok seveceğiniz kız arkadaşların da olacak You will probably have girlfriends that you will love very much. Wahrscheinlich wirst du auch Freundinnen haben, die du sehr lieben wirst. Onların kıymetini bil ve onları koru. Value them and protect them. Schätze sie und schütze sie.

Asla onların kalbini kırma ve onlara hep sadık ol. Never break their hearts and always be loyal to them. Brech niemals ihr Herz und sei ihnen immer treu.

Ama şunu da aklının bir köşesinde her zaman tut, ||||||||halte But always keep this in the back of your mind, Aber behalte immer folgendes in einer Ecke deines Geistes,

en yakın bildiğin insan da gün gelir seni rakip olarak görebilir. ||||||||rival|| der|nächste|den du kennst|Mensch|dann|Tag|kommt|dich|Gegner|als|sehen kann the|closest|you know|person|also|day|comes|you|rival|as|can see The person you know best may one day see you as a rival. Der nächste Mensch, den du gut kennst, kann dich eines Tages als Rivalen sehen.

Bu yüzden tedbiri elden bırakma. ||précaution|la main| ||меры|| dies|Grund|Vorsichtsmaßnahme|aus der Hand|lass nicht los this|reason|precaution|from hand|don't let go For this reason, do not let your guard down. Deshalb lass die Vorsicht nicht außer Acht.

Karamsarlık bulaşıcı bir hastalık gibidir. pessimisme|contagieuse||| пессимизм|||| Pessimismus|ansteckend|eine|Krankheit|ist pessimism|contagious|a|disease|is like Pessimism is like a contagious disease. Pessimismus ist wie eine ansteckende Krankheit.

Onunla çok temasta bulunursan mutlaka sana da bulaşacak ve iyileşmen uzun sürecektir. ||contact|tu es en contact||||contaminera||ta guérison||durera longtemps ||контакте|находишься||||заразит тебя||твое выздоровление||долго продлится mit ihm|sehr|Kontakt|du hast|unbedingt|dir|auch|es wird anstecken|und|deine Heilung|lange|es wird dauern with him|very|contact|if you are|definitely|to you|also|it will infect|and|your healing|long|it will take If you have a lot of contact with him, it will definitely affect you too, and your recovery will take a long time. Wenn du viel Kontakt mit ihm hast, wird es dich auf jeden Fall auch anstecken und deine Genesung wird lange dauern. O yüzden herşeyde bir olumsuzluk arayan insanlardan uzak durmaya çalış ve kendin gibilerle kaynaş. ||dans tout||||||||||comme toi|socialise ||во всем||||||||||подобными тебе|смешивайся das|deshalb|in allem|eine|Negativität|suchende|Menschen|fern|zu bleiben|versuche|und|du selbst|mit Gleichgesinnten|verbinde dich that|therefore|in everything|a|negativity|seeking|from people|far|to stay|try|and|yourself|with those like you|mingle So try to stay away from people who look for negativity in everything and connect with those who are like you. Versuche daher, dich von Menschen fernzuhalten, die in allem nur Negatives suchen, und mische dich mit Gleichgesinnten.

Hayatta sana karşılıksız ve bedava verilen şeyler karşısında her zaman dikkatli ol. ||sans retour||gratuit||||||| ||безвозмездно||||||||| im Leben|dir|bedingungslos|und|kostenlos|gegebenen|Dinge|gegenüber|immer|Zeit|vorsichtig|sei in life|to you|unreciprocated|and|free|given|things|in the face of|every|always|careful|be Always be cautious about things that are given to you freely and without expectation in life. Sei im Leben immer vorsichtig gegenüber Dingen, die dir bedingungslos und kostenlos gegeben werden.

Çoğu zaman beleş şeyin verdiği zarar, beleş olmayan şeylerden daha çok fazla olur. ||gratuit|||||||||| die meisten|Zeiten|kostenlos|Dinge|die es gibt|Schaden|kostenlos|nicht|Dingen|mehr|viel|größer|wird most|time|free|thing's|it gives|harm|||things|more|much|too|it is Most of the time, the harm caused by free things is much greater than that caused by things that are not free. Der Schaden, den kostenlose Dinge verursachen, ist oft viel größer als der von kostenpflichtigen Dingen.

O yüzden böyle bir durumla karşılaştığında bin ölç, bir biç. |||||face à||mesure||une forme |||||когда столкнешься||измерь|| das|deshalb|solche|eine|Situation|wenn du konfrontiert wirst|tausend|messe|ein|form that|reason|such|a|situation|when you encounter|thousand|measure|a|cut C'est pourquoi quand tu fais face à une telle situation, pèse bien le pour et le contre. So when you encounter such a situation, measure a thousand times, cut once. Deshalb, wenn du mit einer solchen Situation konfrontiert wirst, messe tausendmal und schneide einmal.

Bir de bedeninin sağlığına çok dikkat et. ||de ton corps|||| ||тела|||| eine|auch|deines Körpers|Gesundheit|sehr|achte| a|also|your body's|health|very|| Fais aussi très attention à la santé de ton corps. Also, pay a lot of attention to your body's health. Achte auch sehr auf die Gesundheit deines Körpers. Sık sık spor yap ki, vücudun hep zinde kalsın. oft|oft|Sport|mach|damit|dein Körper|immer|fit|bleibe often|often|sport|do|so that|your body|always|fit|you stay Fais du sport régulièrement afin que ton corps reste toujours en forme. Exercise frequently so that your body stays fit. Mach oft Sport, damit dein Körper immer fit bleibt.

Çoğu zaman içimizdeki sıkıntının sebebi psikolojik sebeplerden değil, bedensel sebeplerden kaynaklanıyor. |||l'angoisse|||||physiques||provient de |||беспокойства|||||||происходит от meistens|Zeit|in uns|die Unruhe|Grund|psychologisch|Gründen|nicht|körperlich|Gründen|es stammt most|time|inside us|discomfort's|reason|psychological|reasons|not|physical|reasons|originates Most of the time, the reason for the discomfort within us is not psychological but stems from physical causes. Die meisten Male liegt die Ursache für unsere innere Unruhe nicht in psychologischen Gründen, sondern in körperlichen Ursachen.

Vücudunun zindeliği ve sağlığı, direk beynin performansını etkiliyor. |vitalité|||directement||performance| |жизненной силы|||||| die Fitness deines Körpers|die Gesundheit|und|die Gesundheit|direkt|dein Gehirn|die Leistung|es beeinflusst your body's|fitness|and|health|directly|your brain's|performance|affects The fitness and health of your body directly affect the performance of your brain. Die Fitness und Gesundheit deines Körpers beeinflusst direkt die Leistung deines Gehirns.

Bu yüzden de, vücudunu hep zinde tut. |||ton corps||| das|deshalb|auch|deinen Körper|immer|fit|halte this|reason|also|your body|always|fit|keep Therefore, always keep your body fit. Deshalb halte deinen Körper immer fit.

En çok dikkat edeceğin şey de uyku olsun. |||tu feras attention|||| |||будешь обращать|||| am meisten|sehr|Aufmerksamkeit|du wirst achten|Sache|auch|Schlaf|sei most|much|attention|you will pay|thing|also|sleep|be The thing you should pay the most attention to is sleep. Das Wichtigste, auf das du achten solltest, ist der Schlaf.

Ne kadar uyuduğunda uykuya doymuş ve kendini daha zinde hissettiğini anlamaya çalış ||when you sleep||||||||| ||когда спишь||||||||| wie|viel|du geschlafen hast|Schlaf|gesättigt|und|dich|mehr|fit|du dich fühlst|zu verstehen|versuche how|much|when you sleep|to sleep|satisfied|and|yourself|more|fit|that you feel|to understand|try Try to understand how much sleep you need to feel satisfied and more energetic. Versuche herauszufinden, wie viel du schlafen musst, um dich erholt und fitter zu fühlen.

ve uyku düzenini bozma. ||rythme de sommeil|perturbe |||нарушай und|Schlaf|Rhythmus|störe nicht and|sleep|your schedule|don't disrupt And do not disrupt your sleep pattern. Und stören Sie nicht Ihren Schlafrhythmus.

Başarılı insanlar 4 saat uyur, 5 saat uyur gibi klişe laflara da inanma. |||||||cliché|phrases clichés|| |||||||клише|||не верь erfolgreiche|Menschen|Stunden|sie schlafen|Stunden|sie schlafen|wie|klischeehafte|Sprüche|dass|glaube nicht successful|people|hours|sleep|hours|sleep|like|cliché|phrases|also|don't believe Don't believe in cliché sayings like successful people sleep 4 hours, 5 hours. Glaube nicht an Klischees wie "Erfolgreiche Menschen schlafen 4 Stunden, 5 Stunden".

Başarılı olmakta uyku süresinin katkısı varsa, o süreyi senin vücudun daha iyi biliyor. |||durée de sommeil||||||||| |||времени сна||||||||| erfolgreich|sein|Schlaf|Dauer|Beitrag|wenn es gibt|diese|Dauer|dein|Körper|besser|weiß|weiß successful|to be|sleep|duration of|contribution|if there is|that|duration|your|body|better|knows| If sleep duration contributes to success, your body knows that duration better. Wenn die Schlafdauer zum Erfolg beiträgt, weiß dein Körper am besten, wie lange du schlafen solltest.

Eğer vücudunun ihtiyacı olduğundan az uyuyorsan, bu başarısızlığa giden yoldur. ||||moins|tu dors||||voie |||||если ты спишь||||путь к wenn|deines Körpers|Bedarf|als|wenig|du schläfst|das|zum Misserfolg|führend|es ist der Weg if|your body's|need|than|less|you are sleeping|this|to failure|going|is the way If you are sleeping less than your body needs, this is the path to failure. Wenn du weniger schläfst, als dein Körper braucht, ist das der Weg zum Scheitern.

asla herşeye hemen inanma. |à tout|| |всё|| niemals|allem|sofort|glaube nicht never|to everything|immediately|don't believe never believe everything immediately. glaube niemals sofort alles.

Sorgulamayı öğren. interroger| Запросы учись| das Hinterfragen|lerne questioning|learn Learn to question. Lerne zu hinterfragen.

Her şeyin arkasındaki NİÇİN sorusunu araştır ve cevabını bul, sonra inan. |||||cherche||||| alles|alles|hinter|warum|Frage|erforsche|und|Antwort|finde|dann|glaube every|thing's|behind|why|question|investigate|and|answer|find|then|believe Investigate the WHY behind everything and find the answer, then believe. Untersuche die Frage NUR WARUM hinter allem und finde die Antwort, dann glaube.

Elinden geldiğince herşeyi sorgula ve inandığın şeye gerçekten inanman gerekip gerekmediğine emin ol. |||question||ce en quoi tu crois|||croire|dois|il n'est pas nécessaire|| |||||вера|||верить|нужно|нужно ли|| aus deiner|so gut du kannst|alles|hinterfrage|und|an das|Sache|wirklich|dein Glauben|ob es notwendig ist|ob es nicht notwendig ist|sicher|sei from your hand|as much as|everything|question|and|that you believe|thing|really|your believing|needing|whether or not|sure|be Question everything as much as you can and make sure whether you really need to believe in what you believe. Hinterfrage alles, was du kannst, und sei dir sicher, ob du wirklich an das glaubst, was du glaubst.

Mesala, benim bu videoda söylediklerimi muhtemelen doğru şeyler olarak algıladın ve kabul ettin. |||||||||tu as perçu||| ||||то что я сказал|||||воспринял||| zum Beispiel|meine|diese|Video|was ich gesagt habe|wahrscheinlich|richtig|Dinge|als|du hast wahrgenommen|und|akzeptiert|du hast for example|my|this|in video|what I said|probably|true|things|as|you perceived|and|acceptance|you accepted For example, you probably perceived and accepted what I said in this video as true. Zum Beispiel hast du wahrscheinlich das, was ich in diesem Video gesagt habe, als richtige Dinge wahrgenommen und akzeptiert.

ve kendi tecrübelerinden, bildiklerinden yola çıkarak söylüyor. ||ses expériences|||en se basant sur| ||опыта|||| und|eigene|aus Erfahrungen|aus Wissen|Weg|herausgehend|sagt and|own|from experiences|from knowledge|way|by taking|he/she says and is speaking based on their own experiences and knowledge. und spricht aus seinen eigenen Erfahrungen und dem, was er weiß.

Ama hayır, aber|nein but|no But no, Aber nein,

ve dediklerimi, öncelikle niye dediğimi tam kavrayıp sonra uygula. |mes paroles|||||comprendre||applique ||||||осознай это||применяй und|das|zunächst|warum|das|vollständig|verstehend|dann|wende an and|what I said|first|why|I said|fully|by understanding|then|apply and first understand why I said what I said, then apply it. und verstehe zuerst, warum ich es sage, bevor du es anwendest.

Yaşamayı haketmeye çalış!!! 😊 Try to deserve to live!!! 😊 Versuche, das Leben zu verdienen!!! 😊

ai_request(all=154 err=1.30%) translation(all=305 err=0.98%) cwt(all=2548 err=3.02%) en:B7ebVoGS:250502 de:B7ebVoGS:250514 openai.2025-02-07 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=3.45 PAR_CWT:B7ebVoGS=13.14 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=5.37 PAR_CWT:B7ebVoGS=11.59