Start learning this lesson now

ZihinX, Hızlı ve yavaş düşünme (1. kısım)

Hızlı ve yavaş düşünme (1. kısım)

Birisinin 1 sene boyunca eğlenceli herşeyden uzak durup, doğum günü partilerine, düğünlere dahi gitmeyip, arkadaşlarıyla buluşmayip, gece gündüz demeden sadece üniversite sınavına hazırlanıp

ve sınavdan güzel bir puan aldıktan sonra da ‘E demek ki ğüniversiteyi kazanmak zaten kismetimde varmış,

bu yüzden de doğal olarak üniversiteyi kazandım' dedigini;

Ya da başkaları onun hakkında ‘falanca kişi gece gündüz ders çalışıyordu' dediği zaman,

anne babası ‘Yok ya, bunun cok calışmakla ne ilgisi varnasip buymuş

çalışmasaydı da kazanacaktı zaten benim çocuğum,

keşke hiç bu kadar çalışarak kendisine eziyet etmeseydi' dedegini duydunuz mu hic?....

Tabi ki de böyle bir şeyi hiç duymadınız ve duymanız da bi hayli zor.

Birisinin böyle şeyler söylemesi kulağa çok saçma geliyor, değil mi?

Ama tam tersi olsaydı ve aynı kişi üniversiteyi kazanamasaydı, muhtemelen ‘Demek ki, kısmet buymuş. O kadar okudum, gecemi gündüzüme kattım, ama malesef cevapları işaretlerken kaydırdım ve sınavı kazanamadım' diyecekti.

Anne babası da ‘ demek ki kaderinde bu sene üniversite sınavını kazanmak yokmuş' diyecekti.

Buradakiçelişkiyi siz de fark ettiniz, degil mi?.

Eğer mesele, sadece kısmette ne olacağı ile ilgiliyse,

o zaman neden üniversite sınavını kazandığı zaman bunu kendi başarısı olarak görüyor da,

başarısız olduğunda niye kazanamamasına sebep olan yanlışları kendinde aramıyor? Niye dikkatsizlik yapmış veya asıl gerekli yerleri çalışmamış olduğunu vs. düşünmüyor? Ya da eğer hersey tamamiyle kısmete bağlıysa, neden sınava çalışıyordu o zaman? Hem eğlencesinden vazgeçmez, hem de üniversiteyi kolayca kazanırdı.

Ya da muhtemelen şu cümleleri de çok duymuşsunuzdur:

‘Biz kim oluyoruz ki? Görünenin aksine,dünyayı yöneten başka güçler var.

Şu an durumun böyle olması hep onların çıkarına. Falanca kişi Mason, falancayı şu kişiler finanse ediyor' vs gibi.

Bunları örnek olarak vermekteki amacım, kaderin olup olmadığını

veya Masonların gerçekten dünyayı yönetip yönetmediklerini tartışmak değil.

Asıl amacım, cevabını bulamadığımız konuları nasıl da alakasız

ve temelsiz şeylere bağladığımıza dikkat çekmek

ve bu tarz alelacele verdiğimiz kararların hayatımızı ve davranışlarımızı nasıl etkilediğini göstermek.

Kafamızın içinde ayrı ayrı karakterlere sahip 2 farklı kişi var:

-Onlardan biri hızlı düşünüyor ve genelde duygularla, sezgilerle hareket edip,

iyice düşünüp analiz etmeden karar veriyor

ve karar verirken pek de zahmete girmiyor.

Bu kişiye 1.şahıs diyelim.

- Diğeriyse yavaş düşünerek herşeyi ölçüp biçerek karar veriyor, karar verirken birçok şeyi dikkate alıyor

ve meseleyi kapsamlı düşünebilmek için fikir ve enerji sarf ediyor. Buna ise 2.şahıs diyelim.

Yavaş düşünmek ekstra iş ve enerji gerektirdiğinden,

beynimiz çoğu zaman 1. sistemin hızlı düşünüp karar vermesini tercih ediyor.

Çünkü çoğumuzun bildiği gibi, tembellik genetik kodlarımıza işlenmiş.

Eğer bir de aç, yorgun, uykulu veya baskı altındaysak, 1.şahıs bütün yönetimi ele geçirir

ve 2.şahsınhareket etmesine bile izin vermez.

Bugün sizlerle Nobel İktisat ödülü almış Daniel Kahneman'ın ‘Hızlı ve Yavaş Düşünme' isimli kitabının

özetinin 1.kısmını paylaşacağım.

Videonu sonuna kadar dikkatle takip etmenizi oneririm, çünkü vereceğim bilgiler çok ama çok önemli.

İki tane çocuğun mahallede kavga ettiğini düşünün ve ikisinin de ağzı burnu kan içerisinde kalmış.

Veliler olaya müdahale ediyor ve kendi aralarında tartışmaya başlıyorlar.

Hiç, bir anne babanın da, ‘ senin çocuğun, neden benim çocuğuma vurdu' diyerek

kendi çocuğunu savunmak yerine,

‘Çocuğum neden senin çocuğuna vurdu' diyerek diğer çocuğu savunduğunu ve ‘Çocuğun iyi yapmış, benimkini dövmüş.

Benimkisi küfür etmeseydi, o da vurmazdı zaten' dediğini gördünüz mü?

Tabiki de hayır. Kulağa çok saçma geliyor di mi? Peki neden böyle olduğunu hiç düşündük mü?

Buna ingilizcede ‘endowment effect' deniyor, Türkçe'deki birebir cevirisi Bağış Etkisi olsa da daha iyi akılda kalsın diye bunu ‘benimkisi daha değerli'

etkisi olarak aklınızda tutabilirsiniz. Ama ben isim olarak video boyu orijinal ismini kullanacagim.

‘Bağış etkisi'ne göre, biz sahip olduğumuz eşya ve varlıklarin gerçekte olduğundan daha iyi ve daha değerli olduğuna inanıyoruz, hiç bir mantıklı sebebi olmadan.

Sadece o ‘Bizim' olduğu için.

Diyelim ki, siz 1500 liraya aldığınız telefonu 6 ay kullandıktan sonra 1200 liraya satmak istiyorsunuz.

Birisi onun için 1000 lira teklif ettiğinde ‘Ne diyorsun sen? Telefon yepyeni. Sadece 6 ay kullandim, bir kere bile elimden yere düşmedi' diyeceksiniz ve gerçekten de

1200 liranın onun için adil bir fiyat olduğunu düşünecek ve asla

herhangi bir indirimde bulunmak istemeyeceksiniz. Şimdiyse durumun tam tersini düşünelim.

Telefonunuz yok ve birinci el fiyatı 1500 lira olan 6 ay kullanılmış ikinci el bir telefon almak istiyorsunuz.

Satıcı size fiyatın 1200 lira olduğunu söylediğinde ‘Ne? 1200 lira mı?

Orjinali 1500 lirayken tam 6 ay kullanılmış bu telefon nasil 1200 TL edebilir?

Kim bilir neler geldi başına bu telefonun. 1200 liranın üzerine 300 lira daha koyup yenisini alırım daha iyi.

Bunun en fazla ederi 1000 lira' diyeceksinizdir.

Aynı etki sadece bizim olan eşya veya insanlarla ilgili değil aslinda,

bu durum aynı zamanda vatandaşı olduğumuz ülke veya inandığımız din için de geçerli.

Mesela, bir yabancı bizim ülkemiz veya milletimizle ilgili herhangi olumsuz bir şey söylediginde,

hatta söylediğinin doğru oldugunu bilsek bile, hemen ülkemiz ve milletimizi savunarak, o kişiyi bizim ülkenin onun ülkesinden daha iyi olduğuna inandırmaya çalışırız.

Veya genelde, Hindistan'da budist bir ailede doğduğu için otomatik olarak budist olmuş biri,

Batıda hristiyan bir ailede doğduğundan dolayı hristiyan olmuş biri de

kendinden farklı dini inanca sahip kişilerin yanlış yolda,

kendisinin ise doğru yolda olduğuna ve kendi dininin en iyi ve en ustun din olduğuna inanır. Çoğu zaman da diğer görüşlerin iddialarını derinden araştırmadan yapar bu yargilamayi.

Çünkü onun dusuncesıne gore, kendi inandığı buysa, demek ki sorgusuz sualsiz en iyisi odur.

‘Bağış etkisi'ni kafamızın içindeki 1.şahıs oluşturuyor.

Fakat eğer biz 2.şahsı da devreye sokup yavaş düşünerek, ölçüp biçerek hareket edersek,

bu beyin etkisinin, bir çok noktada sağlıklı düşünmemizi engellediğini

yani bizi yanlış yönlendirdiğini fark etmis oluruz.

Bizim çocuğumuz, bizim anne babamız, bizim ülkemiz, sadece Bizim olduğu için “daha iyi ve haklı” olduğu anlamına gelmez.

Bizim olan bir şeyin daha iyi olduğunu düşündüğümüzde, 2 defa düşünmeye çalışalım

ve sadece bizim olduğu için mi onları savunduğumuzu yoksa haklı olarak mı böyle düşündüğümüzü anlayalim.

Bilmemiz gereken diğer bir etkiyse, hızlı düşünme sisteminin oluşturduğu ‘Onaylama etkisi'.

Diyelim ki, arkadaşınızla tartışıyorsunuz ve diyorsunuz ki, et yemek sağlığımız için yararlı, arkadaşınızsa hayır çok zararlı diyor, hatta “hic et yenmemeli” diyor.

İkiniz de görüşünüzü kanıtlayabilmek için sağlam kanıtlar getirmek zorunda kalıyorsunuz .

Arkadaşınız internetten ‘Etin zararları' isimli herhangi bir makale bulup size gösteriyor

ve ‘Bak, gördün mü? Sana deminden beri söylüyorum ama inanmıyorsun' diyor.

Siz de onun google'da neyi arattığına baktığınızda ‘Et yemek neden zararlı' diye yazdığını görüyorsunuz.

Yani ‘Et yemenin insan sağlığına etkileri' değil veya ‘Etin faydaları ve zararları' değil.

Et yemenin zararlarını kanıtlayan makale bulmak için ‘Et yemek neden zararlı ‘diye arama yapmış. Eğer siz bir tartışmada A tarafını destekliyorsanız, o zaman siz ‘hadi gel falancaya soralım' dediğiniz zaman

sizin görüşünüzü destekleyeceğine inandığınız bir kişinin ismini söyleyeceksiniz.

Karşı tarafsa onun görüşünü destekleyeceğine inandığı kişiyi arayıp sormayı teklif edecektir.

Evet, maalesef çoğu zaman biriyle tartıştığımızda kafamızın içindeki 1.şahsın ‘Onaylama etkisi' sonucunda, doğru cevabı bulmamız bizim hiç ama hiç umrumuzda olmuyor. Bizi ilgilendiren tek şey ‘ne pahasına olursa olsun, tartışmayı kazanmak' oluyor. Haksız bile olsak.

Bu yüzden ‘Onaylama etkisi' devrede olduğu zaman, biraz abartili bir ornek olacak ama

sirf tartışmayı kazanalım diye Sigaranın yararlarıyla bile ilgili bir makale bulup ‘Bak gördün mü' diyebiliriz. Onaylama etkisinin en kötü yanıysa o ki, bu etki, daha mantıklı kişilerde daha çok devreye girer. Çünkü bu tarz insanların yanlış yaptıklarını itiraf etmesi ve ‘evet, haksızdım' diyebilmek zorlarına gider

ve onlar, yanlis yaptiklarini kabullenmenin ‘akıllı' ve ‘mantıklı' kişi olarak kazandıkları itibarlarını kaybetmelerine sebep olacağını düşünürler.

Bu yüzden de ‘Bağış etkisi'nde olduğu gibi kendi düşüncelerimizi sorgulamadan çoğu zaman haksız olarak,

söylediklerimizde ısrar eder ve kendimizi kandirarak, söylediklerimizin tamamiyle doğru olduğuna inandırırız.

Anlattığım ‘Bağış etkisi' ve ‘Onaylama' etkisini biraraya getirdiğimiz zaman ise çok ilginç bir etki ortaya çıkıyor.

Bunun sayesinde, yanlış yaptığımız zaman veya yanlış yaptığımızı bildiğimiz zaman bile, bu yanlış sırf bize ait diye, kendimizi haklı çıkarmaya çalışır

ve sonra da ‘onaylama etkisi'yle hatamızı haklı çıkaracak deliller ortaya koymaya çalışırız.

Bu yüzden katil ‘kötü adamları öldürdüğünü', hırsız ‘zalim zenginlerden çaldığını' rüşvet alan biriyse

‘ maaşının az olduğunu' veya ‘birilerinin işini halledip onlara yardım ettiğini' söyleyerek

kendisini haklı görür ve bu sekilde beyninin hızlı düşünme işleyişinin kurbanı olur.

Eğer bu video gerçekten faydalı olduysa, arkadaşlarınızla paylaşmayı, ZihinX kanalına abone olmayı ve kanaldalı diğer videoları da izlemeyi unutmayın..

İzlediğiniz için teşekkürler😊

Hızlı ve yavaş düşünme (1. kısım) fast|and|slow|thinking|part schnell|und|langsam|Denken|Teil 速い思考と遅い思考（その1） Fast and slow thinking (Part 1) Schnelles und langsames Denken (Teil 1)

Birisinin 1 sene boyunca eğlenceli herşeyden uzak durup, doğum günü partilerine, düğünlere dahi gitmeyip, someone|year|throughout|fun|everything|away|stopping|birthday|day|parties|weddings|even|not going jemandem|Jahr|lang|unterhaltsam|von allem|fern|bleiben|Geburtstag|Tag|Partys|Hochzeiten|sogar|nicht gehen ||||de tout|||||à des fêtes|aux mariages|| Someone staying away from all fun for a year, not attending birthday parties or weddings, Jemand, der ein Jahr lang allen unterhaltsamen Dingen fernbleibt, nicht einmal zu Geburtstagsfeiern oder Hochzeiten geht, arkadaşlarıyla buluşmayip, gece gündüz demeden sadece üniversite sınavına hazırlanıp with friends|not meeting|night|day|without|only|university|exam|preparing mit Freunden|nicht treffen|Nacht|Tag|ohne|nur|Universität|Prüfung|vorbereiten |ne rencontrant pas|||sans relâche|||| not meeting with friends, preparing only for the university entrance exam day and night, sich nicht mit Freunden trifft und Tag und Nacht nur für die Universitätsprüfung lernt,

ve sınavdan güzel bir puan aldıktan sonra da ‘E demek ki ğüniversiteyi kazanmak zaten kismetimde varmış, and|from the exam|good|a|score|after getting|after|also|well|to say|that||to win|already|in my fate|it was und|von der Prüfung|gut|ein|Punkt|nachdem|danach|dass|E|bedeutet|dass||bestehen|bereits|in meinem Schicksal|es war |||||||||||l'université|||destinée| and after getting a good score on the exam saying, 'So it turns out that getting into university was already in my fate,' und nachdem er eine gute Punktzahl in der Prüfung erzielt hat, sagt: ‚Es scheint, dass es mein Schicksal war, die Universität zu bestehen.

bu yüzden de doğal olarak üniversiteyi kazandım' dedigini; this|reason|also|natural|as|university|I won|you said that dies|Grund|also|natürlich|als|die Universität|ich habe bestanden|dass er gesagt hat |||||||qu'il a dit that's why he said 'naturally, I passed the university;' deshalb habe ich natürlich die Universität bestanden.

anne babası ‘Yok ya, bunun cok calışmakla ne ilgisi varnasip buymuş mother|father|no|or|this|very|working|what|relation|it was meant to be|this was Mutter|sein Vater|nein|oder|über ihn|||was|Zusammenhang||das war es ||||||travailler|question particle||destin| ses parents disaient 'Non, cela n'a rien à voir avec le fait de travailler dur, c'était son destin'. his parents say, 'No way, what does this have to do with hard work, it was meant to be. sagen die Eltern: 'Nein, das hat nichts mit viel Lernen zu tun, das war Schicksal.

çalışmasaydı da kazanacaktı zaten benim çocuğum, if he hadn't studied|even|he would have won|already|my|child wenn er nicht gearbeitet hätte|schon|er würde bestehen|sowieso|mein|mein Kind s'il ne travaillait||gagnerait déjà||| de toute façon, mon enfant aurait réussi même sans travailler. Even if he hadn't studied, my child would have passed anyway. Hätte er nicht gelernt, hätte mein Kind es trotzdem geschafft.

keşke hiç bu kadar çalışarak kendisine eziyet etmeseydi' dedegini duydunuz mu hic?.... I wish|never|this|so much|by working|to himself|torture|he wouldn't have tortured|he said that|you heard|question particle|ever ||||||||сказал||| wenn nur|nie|so|viel|arbeiten|sich|Qual|er nicht gemacht hätte|dass er gesagt hat|ihr habt gehört|etwa|nie ||||en travaillant||souffrance|ne l'aurait pas|qu'il a dit||| Have you ever heard him say, 'I wish I hadn't tortured myself by working so hard'?.... Hast du jemals gehört, dass er gesagt hat: 'Ich wünschte, ich hätte mir nicht so viel Mühe gegeben'?....

Tabi ki de böyle bir şeyi hiç duymadınız ve duymanız da bi hayli zor. of course|that|also|such|a|thing|never|you didn't hear|and|your hearing|also|a|quite|difficult natürlich|dass|auch|so|ein|Ding|nie|ihr habt gehört|und|euer Hören|dass|ziemlich|sehr|schwer |||||||vous n'avez pas entendu|||||| Bien sûr, vous n'avez jamais entendu une telle chose et il est assez difficile que vous l'entendiez. Of course, you have never heard such a thing, and it would be quite difficult for you to hear it. Natürlich hast du so etwas nie gehört und es ist auch ziemlich schwierig, es zu hören.

Birisinin böyle şeyler söylemesi kulağa çok saçma geliyor, değil mi? someone|such|things|saying|to the ear|very|silly|it sounds|not|question particle jemandem|so|Dinge|das Sagen|für das Ohr|sehr|absurd|es klingt|nicht|etwa ||||||absurde||| Entendre quelqu'un dire de telles choses semble très absurde, n'est-ce pas ? It sounds very silly for someone to say such things, doesn't it? Es klingt sehr seltsam, wenn jemand so etwas sagt, oder?

Ama tam tersi olsaydı ve aynı kişi üniversiteyi kazanamasaydı, muhtemelen ‘Demek ki, kısmet buymuş. but|exactly|opposite|if it were|and|same|person|university|if he couldn't pass|probably|to say|that|fate|this was aber|genau|Gegenteil|es wäre|und|derselbe|Person|die Universität|sie hätte nicht bestanden|wahrscheinlich|das heißt|dass|Schicksal|das war es ||||||||||||c'était écrit| Mais si c'était l'inverse et que cette même personne n'avait pas réussi à entrer à l'université, elle dirait probablement 'C'était donc mon destin.' But what if the opposite were true and the same person couldn't pass the university entrance exam? They would probably say, 'I guess this was my fate.' Aber was wäre, wenn es anders wäre und dieselbe Person die Universität nicht bestanden hätte? Wahrscheinlich würde sie sagen: 'Das war wohl das Schicksal.' O kadar okudum, gecemi gündüzüme kattım, ama malesef cevapları işaretlerken kaydırdım ve sınavı kazanamadım' diyecekti. that|so much|I read|my night|my day|I added|but|unfortunately|the answers|while marking|I shifted|and|the exam|I couldn't pass|he/she would say ||||||||||сдвинул их|||| sie|so viel|ich habe gelesen|meine Nacht|meinen Tag|ich habe hinzugefügt|aber|leider|die Antworten|beim Markieren|ich habe verschoben|und|die Prüfung|ich habe nicht bestanden|sie würde sagen |||||||||en cochant|je me suis trompé||||il aurait dit "I studied so much, I mixed my nights with my days, but unfortunately I shifted my answers while marking and I couldn't pass the exam," he would say. Ich habe so viel gelesen, ich habe meine Nächte mit Tagen verwechselt, aber leider habe ich beim Ankreuzen der Antworten geschludert und die Prüfung nicht bestanden.

Anne babası da ‘ demek ki kaderinde bu sene üniversite sınavını kazanmak yokmuş' diyecekti. mother|father|also|to mean|that|in your destiny|this|year|university|exam|to pass|there wasn't|he/she would say Mutter|ihr Vater|dass|sagen|dass|in deinem Schicksal|dies|Jahr|Universität|die Prüfung|bestehen|es gab nicht| |||||||||||n'était pas| His parents would also say, 'So it seems that it wasn't in your fate to pass the university entrance exam this year.' Seine Eltern würden auch sagen: 'Offensichtlich war es nicht in deinem Schicksal, in diesem Jahr die Universitätsprüfung zu bestehen.'

Buradakiçelişkiyi siz de fark ettiniz, degil mi?. the contradiction here|you|also|notice|you noticed|not|question particle diesen Widerspruch|Sie|auch|Unterschied|Sie haben bemerkt|nicht|Fragepartikel |||||n'est-ce pas| You noticed the contradiction here too, didn't you?. Hast du auch den Widerspruch hier bemerkt, oder?

Eğer mesele, sadece kısmette ne olacağı ile ilgiliyse, if|the issue|only|in fate|what|will happen|with|if related wenn|die Angelegenheit|nur|im Schicksal|was|es sein wird|mit|wenn es betrifft |situation||destinée|||| If the issue is only about what will happen in fate, Wenn es nur um das Schicksal geht, was passieren wird,

o zaman neden üniversite sınavını kazandığı zaman bunu kendi başarısı olarak görüyor da, that|time|why|university|exam|he/she won|time|this|own|success|as|he/she sees|also das|Zeit|warum|Universität|Prüfung|er bestanden hat|Zeit|das|eigenen|Erfolg|als|er sieht|dass |||||||||réussite||| So why does he see it as his own success when he passes the university entrance exam, Warum sieht er dann seinen Erfolg bei der Universitätsprüfung als seinen eigenen Erfolg an,

başarısız olduğunda niye kazanamamasına sebep olan yanlışları kendinde aramıyor? unsuccessful|when|why|not being able to win|reason|that|mistakes|in himself/herself|he/she doesn't search erfolglos|er war|warum|nicht bestehen|Grund|der|Fehler|in sich|er sucht nicht |||ne pas gagner||||| but when he fails, why doesn't he look for the mistakes that caused him not to pass in himself? aber wenn er scheitert, sucht er nicht nach den Fehlern, die ihn daran gehindert haben zu bestehen? Niye dikkatsizlik yapmış veya asıl gerekli yerleri çalışmamış olduğunu vs. düşünmüyor? why|carelessness|he/she has done|or|main|necessary|places|he/she hasn't studied|that he/she is|etc|he/she doesn't think warum|Unaufmerksamkeit|er hat gemacht|oder|wirklich|notwendige|Fächer|er hat nicht gelernt|dass er ist|usw|er denkt nicht |||||||n'a pas étudié||| Pourquoi ne pense-t-il pas qu'il a été négligent ou qu'il n'a pas vraiment travaillé aux endroits nécessaires, etc. ? Why doesn't he think that he was careless or that he didn't study the necessary parts, etc.? Warum denkt er nicht darüber nach, dass er unaufmerksam war oder die wirklich notwendigen Themen nicht gelernt hat? Ya da eğer hersey tamamiyle kısmete bağlıysa, neden sınava çalışıyordu o zaman? or|also|if|everything|completely|fate|if it is dependent|why|exam|he/she was studying|that|time oder|dass|wenn|alles|völlig|Schicksal|es ist abhängig|warum|Prüfung|er hat gelernt|das|Zeit ||||entièrement||||||| Ou si tout dépend entièrement du destin, pourquoi travaillait-il alors pour l'examen ? Or if everything is completely dependent on fate, then why was he studying for the exam? Oder wenn alles völlig vom Schicksal abhängt, warum hat er dann für die Prüfung gelernt? Hem eğlencesinden vazgeçmez, hem de üniversiteyi kolayca kazanırdı. both|from his fun|he doesn't give up|both|also|university|easily|he would win |развлечения|||||| sowohl|von seinem Spaß|er würde nicht aufgeben|auch|und|die Universität|leicht|er würde gewinnen ||ne renoncerait||||| Il ne renoncerait pas à son amusement et gagnerait facilement l'université. He would neither give up on fun nor easily win the university. Er würde weder auf den Spaß verzichten, noch würde er die Universität leicht bestehen.

Ya da muhtemelen şu cümleleri de çok duymuşsunuzdur: or|also|probably|these|sentences|also|very|you have heard oder|denn|wahrscheinlich|diese|Sätze|auch|sehr|ihr habt gehört |||||||vous avez entendu Or you have probably heard these sentences a lot too: Oder wahrscheinlich habt ihr diese Sätze auch oft gehört:

‘Biz kim oluyoruz ki? Görünenin aksine,dünyayı yöneten başka güçler var. we|who|we are becoming|that|the visible|contrary to|the world|ruling|other|powers|there are wir|wer|wir werden|dass|des Sichtbaren|entgegen|die Welt|die sie regierenden|andere|Mächte|es gibt ||||ce qui semble|||||| ‘Who are we? Contrary to what appears, there are other powers that govern the world. ‘Wer sind wir schon? Entgegen dem Anschein gibt es andere Mächte, die die Welt regieren.

Şu an durumun böyle olması hep onların çıkarına. Falanca kişi Mason, falancayı şu kişiler finanse ediyor' vs gibi. that|moment|your situation|like this|being|always|their|in their interest|that person|person|Mason||these|people|finance|he is doing|etc| |||||||выгоде||||такого-то|||||| diese|in|Situation|so|sein|immer|ihr|zu ihrem Vorteil|jener|Person|Freimaurer|jenen|diese|Leute|finanzieren|er tut|usw| |||||||leur intérêt|||maçon|tel quel|||financer||| The current situation is always in their interest. So-and-so is a Mason, so-and-so is financed by these people' etc. Dass die Situation jetzt so ist, kommt immer ihren Interessen zugute. Der eine ist Freimaurer, der andere wird von diesen Personen finanziert' usw.

Bunları örnek olarak vermekteki amacım, kaderin olup olmadığını these|example|as|to give|my purpose|fate|whether|not diese|Beispiel|als|zu geben|mein Ziel|Schicksal|ob es gibt|nicht gibt |||à donner||destinée|| My purpose in giving these as examples is not to discuss whether fate exists Mein Ziel, diese als Beispiele zu nennen, ist nicht zu diskutieren, ob es Schicksal gibt.

veya Masonların gerçekten dünyayı yönetip yönetmediklerini tartışmak değil. or|Masons|really|world|to rule|not|to discuss|not oder|der Freimaurer|wirklich|die Welt|ob sie regieren|nicht regieren|diskutieren|nicht |les maçons|||gèrent|ils dirigent|discuter| or whether the Freemasons really govern the world. Oder ob die Freimaurer tatsächlich die Welt regieren oder nicht.

Asıl amacım, cevabını bulamadığımız konuları nasıl da alakasız main|my purpose|answer|we couldn't find|topics|how|also|irrelevant eigentliche|mein Ziel|die Antwort|die wir nicht gefunden haben|Themen|wie|dass|irrelevant |||nous n'avons pas trouvé|sujets|||sans rapport My main aim is to draw attention to how we connect the issues we cannot find answers to Mein eigentliches Ziel ist es, darauf hinzuweisen, wie wir die Themen, auf die wir keine Antworten finden, mit so irrelevanten.

ve temelsiz şeylere bağladığımıza dikkat çekmek and|baseless|things|we connect|attention|to draw und|grundlos|Dinge|dass wir sie verbinden|Aufmerksamkeit|lenken |sans fondement||que nous relions|| with irrelevant and baseless things. und unbegründeten Dingen verbinden.

ve bu tarz alelacele verdiğimiz kararların hayatımızı ve davranışlarımızı nasıl etkilediğini göstermek. and|this|style|hastily|we gave|decisions|our life|and|our behaviors|how|it affects|to show und|diese|Art|hastig|unsere gegebenen|Entscheidungen|unser Leben|und|unser Verhalten|wie|es beeinflusst|zeigen |||hâtives|||||||affecte| and to show how these hasty decisions we make affect our lives and behaviors. und zu zeigen, wie solche hastig getroffenen Entscheidungen unser Leben und unser Verhalten beeinflussen.

Kafamızın içinde ayrı ayrı karakterlere sahip 2 farklı kişi var: in our head|inside|separate|separate|characters|having|different|person|there is in unserem Kopf|darin|verschiedene|unterschiedliche|Charaktere|habend|verschiedene|Person|es gibt ||||personnages|||| There are 2 different people in our heads, each with their own character: In unserem Kopf gibt es zwei verschiedene Personen mit unterschiedlichen Charakteren:

-Onlardan biri hızlı düşünüyor ve genelde duygularla, sezgilerle hareket edip, from them|one|fast|he thinks|and|generally|with emotions|with intuitions|action|and von ihnen|einer|schnell|er denkt|und|normalerweise|mit Gefühlen|mit Intuition|| ||||||avec des émotions|les intuitions|| -One of them thinks quickly and usually acts with emotions and intuitions, -Eine von ihnen denkt schnell und handelt meist mit Gefühlen und Intuition,

iyice düşünüp analiz etmeden karar veriyor thoroughly|thinking|analysis|without|decision|he gives gründlich|er denkt und|||Entscheidung|er gibt |||sans analyser|| making decisions without thinking and analyzing thoroughly. ohne gründlich nachzudenken und zu analysieren.

ve karar verirken pek de zahmete girmiyor. and|decision|while making|not very|also|effort|not getting into und|Entscheidung|beim Entscheiden|nicht|sehr|Mühe|er/sie/es macht nicht ||||||ne fait pas d'eff and does not put much effort into making decisions. und sich dabei nicht viel Mühe gibt.

- Diğeriyse yavaş düşünerek herşeyi ölçüp biçerek karar veriyor, karar verirken birçok şeyi dikkate alıyor the other one|slow|thinking|everything|measuring|weighing|decision|making|decision|while making|many|things|consideration|taking другой же|||||измеряя|||||||| die andere|langsam|beim Denken|alles|abwägen|beim Formen|Entscheidung|er/sie/es trifft|Entscheidung|beim Entscheiden|viele|Dinge|Berücksichtigung|er/sie/es nimmt ||||mesurant|en mesurant||||||||prend en compte - The other one thinks slowly, weighing everything carefully, and takes many things into account when making decisions. - Die andere denkt langsam nach, wägt alles ab und berücksichtigt viele Dinge bei der Entscheidungsfindung.

ve meseleyi kapsamlı düşünebilmek için fikir ve enerji sarf ediyor. Buna ise 2.şahıs diyelim. and|the issue|comprehensive|being able to think|in order to|idea|and|energy|effort|making|this|however|second person|let's say und|die Angelegenheit|umfassend|denken können|um|Gedanken|und|Energie|Aufwand|er/sie/es macht|dazu|hingegen|2 Person|wir nennen ||||||||fournir des efforts||||| They also expend thought and energy to think comprehensively about the issue. Let's call this the 2nd person. und investiert Gedanken und Energie, um das Thema umfassend betrachten zu können. Nennen wir dies die 2. Person.

Yavaş düşünmek ekstra iş ve enerji gerektirdiğinden, slow|to think|extra|work|and|energy|because it requires langsam|denken|zusätzliche|Arbeit|und|Energie|es erfordert ||||||nécessite Thinking slowly requires extra work and energy, Langsame Gedanken erfordern zusätzliche Arbeit und Energie,

Çünkü çoğumuzun bildiği gibi, tembellik genetik kodlarımıza işlenmiş. because|most of us|knowing|as|laziness|genetic|to our codes|embedded weil|die meisten von uns|was wir wissen|wie|Faulheit|genetisch|in unsere Codes|es ist eingeprägt |||||génétique|nos codes|inscrite Because, as most of us know, laziness is embedded in our genetic codes. Denn wie die meisten von uns wissen, ist Faulheit in unseren genetischen Codes verankert.

Eğer bir de aç, yorgun, uykulu veya baskı altındaysak, 1.şahıs bütün yönetimi ele geçirir if|one|also|hungry|tired|sleepy|or|pressure|if we are under|first person|all|management|into|takes over ||||||||под давлением||||| wenn|ein|auch|hungrig|müde|schläfrig|oder|Druck|wir sind|1 Person|die gesamte|Kontrolle|in die Hand|sie übernimmt ||||||||sous pression|première personne|||| Si nous sommes en plus affamés, fatigués, somnolents ou sous pression, le premier personne prend entièrement le contrôle. If we are also hungry, tired, sleepy, or under pressure, the first person takes full control. Wenn wir auch noch hungrig, müde, schläfrig oder unter Druck stehen, übernimmt die 1. Person die gesamte Kontrolle.

ve 2.şahsınhareket etmesine bile izin vermez. and|2nd person movement|to move|even|permission|does not give |действия второго лица|||| und|2 Person Bewegung|zu bewegen|sogar|Erlaubnis|er gibt nicht |deuxième personne|||| Et il n'autorise même pas le second à agir. and does not even allow the second person to act. und lässt nicht einmal die Bewegung der 2. Person zu.

Bugün sizlerle Nobel İktisat ödülü almış Daniel Kahneman'ın ‘Hızlı ve Yavaş Düşünme' isimli kitabının today|with you|Nobel||prize|received|Daniel|Kahneman's|Fast|and|Slow|Thinking|titled|book's heute|mit euch|Nobel|Wirtschaft|Preis|erhalten|Daniel|Kahnemans|schnelles|und|langsames|Denken|mit dem Titel|Buchs |||économie|||||||||| Aujourd'hui, je vais vous parler du livre ‘Pensée Rapide, Pensée Lente' de Daniel Kahneman, qui a reçu le Prix Nobel d'économie. Today, I will share the first part of the summary of the book 'Thinking, Fast and Slow' by Daniel Kahneman, who won the Nobel Prize in Economics. Heute werde ich mit euch den ersten Teil der Zusammenfassung des Buches ‚Schnelles Denken, langsames Denken‘ von Daniel Kahneman, der den Nobelpreis für Wirtschaft erhalten hat, teilen.

özetinin 1.kısmını paylaşacağım. summary|1st part|I will share Zusammenfassung|1 Teil|ich werde teilen son résumé|| Je vais partager la première partie du résumé. I recommend that you pay close attention to the end of the video, because the information I will provide is very, very important. Ich empfehle euch, das Video bis zum Ende aufmerksam zu verfolgen, denn die Informationen, die ich geben werde, sind sehr, sehr wichtig.

Videonu sonuna kadar dikkatle takip etmenizi oneririm, çünkü vereceğim bilgiler çok ama çok önemli. your video|to the end|until|carefully|follow|you to follow|I recommend|because|I will give|information|very|but|very|important dein Video|bis zum Ende|bis|aufmerksam|verfolgen|dass ihr verfolgt|empfehle|weil|ich werde geben|Informationen|sehr|aber||wichtig ||||||je vous recommande|||||||

İki tane çocuğun mahallede kavga ettiğini düşünün ve ikisinin de ağzı burnu kan içerisinde kalmış. |piece|child|in the neighborhood|fight|that he/she fought|think|and|both of them|also|mouth|nose|blood|inside|remained zwei|Stück|Kinder|in der Nachbarschaft|Kampf|dass sie kämpfen|denkt|und|beiden|auch|Mund|Nase|Blut|in|geblieben |||||||||||nez||| Imagine two children fighting in the neighborhood, both with blood on their faces. Stellen Sie sich vor, zwei Kinder kämpfen in der Nachbarschaft und beide haben Blut im Gesicht.

Veliler olaya müdahale ediyor ve kendi aralarında tartışmaya başlıyorlar. parents|to the incident|intervention|he/she is doing|and|own|among themselves|to argue|they are starting Eltern|in den Vorfall|Eingreifen|sie tun|und|eigene|untereinander|Diskussion|sie beginnen les parents|l'incident||||||| The parents intervene and start arguing among themselves. Die Eltern greifen ein und beginnen, untereinander zu streiten.

Hiç, bir anne babanın da, ‘ senin çocuğun, neden benim çocuğuma vurdu' diyerek never|a|mother|father|also|your|child|why|my|child|he/she hit|saying nie|ein|Mutter|Vater|auch|dein|Kind|warum|mein|Kind|es schlug|indem sie sagen |||||||||à mon enfant|| Jamais, un parent ne dit, 'pourquoi ton enfant a-t-il frappé le mien' Never have I seen a parent say, 'Your child hit my child,' Hat jemals ein Elternteil gesagt: 'Dein Kind hat mein Kind geschlagen' um

‘Çocuğum neden senin çocuğuna vurdu' diyerek diğer çocuğu savunduğunu my child|why|your|to your child|he hit|saying|other|child|defending that ||||||||защищал mein Kind|warum|dein|deinem Kind|er hat geschlagen|indem er sagt|das andere|Kind|dass er es verteidigt hat ||||||||tu défends qu'il défend l'autre enfant en disant 'pourquoi mon enfant a-t-il frappé le vôtre' 'Did you see that he defended the other child by saying, 'Why did my child hit your child'? „Warum hat mein Kind dein Kind geschlagen?“ und damit das andere Kind verteidigt, ve ‘Çocuğun iyi yapmış, benimkini dövmüş. and|your child|good|he did|my child|he hit und|dein Kind|gut|es hat gemacht|mein Kind|es hat geschlagen ||||le mien|a battu et 'L'enfant a bien fait, il a frappé le mien.' And he said, 'Your child did well, mine hit him. und „Dein Kind hat es gut gemacht, mein Kind hat geschlagen.

Benimkisi küfür etmeseydi, o da vurmazdı zaten' dediğini gördünüz mü? |||||||saying that|you saw|question particle meine|||||||dass du es gesagt hast|ihr habt gesehen|Fragepartikel le mien|||||ne frapperait|||| Avez-vous entendu dire 'Si le mien n'avait pas insulté, il n'aurait pas frappé de toute façon'? If mine hadn't cursed, he wouldn't have hit him anyway.' Hast du gesehen, dass es gesagt hat: „Wenn mein Kind nicht geflucht hätte, hätte es auch nicht geschlagen“?

Buna ingilizcede ‘endowment effect' deniyor, this|in English|endowment|effect|it is called ||эффект наделения|| das|im Englischen|Bağış|Etki|wird genannt |||effet de dotation| Cela s'appelle en anglais l‘'effet de dotation'. This is called the 'endowment effect' in English, Das wird im Englischen als ‚endowment effect‘ bezeichnet, Türkçe'deki birebir cevirisi Bağış Etkisi olsa da daha iyi akılda kalsın diye bunu ‘benimkisi daha değerli' in Turkish|literal|translation|donation|effect|although|also|more|good|in mind|let it stay|so that|this|mine|more|valuable ||перевод||||||||||||| die türkische|wörtliche|Übersetzung|Bağış|Etki|wäre|weil|mehr|gut|im Gedächtnis|bleiben soll|damit|das|mein|mehr|wertvoll |exactement|||||||||||||| Although the direct translation in Turkish is 'Bağış Etkisi', you can remember it better as 'my own is more valuable' effect. obwohl die wörtliche Übersetzung im Türkischen ‚Bağış Etkisi‘ ist, können Sie es sich besser merken, indem Sie es als ‚mein ist wertvoller‘

etkisi olarak aklınızda tutabilirsiniz. Ama ben isim olarak video boyu orijinal ismini kullanacagim. effect|||||||||||| |als|Ihrem Kopf||||||Video|Länge|Original|seinen Namen|ich werde verwenden ||||||||||||je vais utiliser But I will use the original name throughout the video. Effekt im Kopf behalten. Aber ich werde im Video den Originalnamen verwenden.

‘Bağış etkisi'ne göre, biz sahip olduğumuz eşya ve varlıklarin gerçekte olduğundan daha iyi Bağış|Einfluss|zufolge|wir|Besitzer|wir haben|Gegenstände|und|Vermögenswerte|tatsächlich|sie sind|mehr|gut ||||||||biens||qu'elles sont|| According to the 'endowment effect', we perceive the items and possessions we own as better than they actually are. Laut dem ‚Bağış etkisi‘ glauben wir, dass die Dinge und Besitztümer, die wir haben, tatsächlich wertvoller sind als sie wirklich sind. ve daha değerli olduğuna inanıyoruz, hiç bir mantıklı sebebi olmadan. and|more|valuable|that it is|we believe|not|a|logical|reason|without und|mehr|wertvoll|dass es ist|wir glauben|kein|ein|vernünftiger|Grund|ohne and we believe it is more valuable, without any logical reason. und wir glauben, dass es wertvoller ist, ohne einen vernünftigen Grund.

Diyelim ki, siz 1500 liraya aldığınız telefonu 6 ay kullandıktan sonra 1200 liraya satmak istiyorsunuz. let's say|that|you|for lira|that you bought|the phone|months|after using|then|for lira|to sell|you want sagen wir|dass|Sie|Lira|dass Sie gekauft haben|das Telefon|Monate|nachdem Sie es benutzt haben|dann|Lira|verkaufen|Sie wollen |||||||après avoir utilisé|||| Let's say you want to sell the phone you bought for 1500 lira for 1200 lira after using it for 6 months. Angenommen, Sie möchten das Telefon, das Sie für 1500 Lira gekauft haben, nach 6 Monaten für 1200 Lira verkaufen.

Birisi onun için 1000 lira teklif ettiğinde ‘Ne diyorsun sen? Telefon yepyeni. someone|for it|for|lira|offer|when he/she made|what|you say|you|phone|brand new jemand|dafür|für|Lira|Angebot|als er es gemacht hat|was|sagst du|du|das Telefon|brandneu ||||||||||tout neuf When someone offers 1000 lira for it, you say, 'What are you talking about? The phone is brand new.' Wenn jemand dafür 1000 Lira bietet, sagen Sie: 'Was redest du da? Das Telefon ist brandneu.' Sadece 6 ay kullandim, bir kere bile elimden yere düşmedi' diyeceksiniz ve gerçekten de only|months|I used|a|time|even|from my hand|to the ground|it didn't fall|you will say|and|really|also ||я использовал|||||||||| nur|Monate|ich habe benutzt|einmal|Mal|sogar|aus meiner Hand|auf den Boden|es ist gefallen|ihr werdet sagen|und||auch You will say, 'I only used it for 6 months, it never fell from my hand,' and you will really mean it. "Ich habe es nur 6 Monate benutzt, es ist mir nicht einmal heruntergefallen" werden Sie sagen und es ist wirklich so.

1200 liranın onun için adil bir fiyat olduğunu düşünecek ve asla lira|for him|for|fair|a|price|that it is|he will think|and|never der Preis von 1200 Lira|für ihn|für|fair|einen|Preis|dass es ist|ihr werdet denken||niemals |||||||pensée|| You will think that 1200 lira is a fair price for it and will never want to offer any discount. Sie werden denken, dass 1200 Lira ein fairer Preis dafür ist und niemals

herhangi bir indirimde bulunmak istemeyeceksiniz. Şimdiyse durumun tam tersini düşünelim. any|a|discount|to find|you will not want|now|situation|exact|opposite|let's think ||скидке||||||| ||Rabatt||werdet ihr nicht wollen|jetzt|die Situation|ganz|Gegenteil|lasst uns denken ||une réduction||||||| Now let's consider the exact opposite situation. irgendeinen Rabatt gewähren wollen. Lassen Sie uns jetzt das genaue Gegenteil betrachten.

Telefonunuz yok ve birinci el fiyatı 1500 lira olan 6 ay kullanılmış ikinci el bir telefon almak istiyorsunuz. your phone|not|and|first|hand|price|lira|that is|months|used|second|hand|a|phone|to buy|you want Ihr Telefon|nicht vorhanden|und|erster|Hand|Preis|Lira|der ist|Monate|gebraucht|zweiter|Hand|ein|Telefon|kaufen|ihr wollt |||première|||||||||||| You don't have a phone and you want to buy a second-hand phone that has been used for 6 months, with a first-hand price of 1500 lira. Sie haben kein Telefon und möchten ein 6 Monate altes, gebrauchtes Telefon kaufen, dessen Neupreis 1500 Lira beträgt.

Orjinali 1500 lirayken tam 6 ay kullanılmış bu telefon nasil 1200 TL edebilir? the original|while it was|exactly|months|used|this|phone|how|TL|can be worth оригинал|стоил|||||||| das Original|als es 1500 Lira war|genau|Monate|gebraucht|dieses|Telefon|wie|Lira|kann es kosten |environ 1500|||||||| How can this phone, which was originally 1500 lira and used for exactly 6 months, be worth 1200 TL? Wie kann dieses Telefon, das ursprünglich 1500 Lira gekostet hat und genau 6 Monate benutzt wurde, 1200 TL kosten?

Kim bilir neler geldi başına bu telefonun. 1200 liranın üzerine 300 lira daha koyup yenisini alırım daha iyi. who|knows|what things|came|to him|this|phone's|lira|on top of|lira|more|putting|the new one|I will buy|more|better wer|weiß|was|kam|über dich|dieses|Telefon|Lira|auf|Lira|mehr|und hinzufügend|das neue|ich kaufe|besser| ||||||||||||nouvelle||| Who knows what has happened to this phone. I'd rather add 300 lira on top of 1200 lira and buy a new one. Wer weiß, was diesem Telefon alles passiert ist. Ich lege lieber 300 Lira oben drauf und kaufe mir ein neues.

Bunun en fazla ederi 1000 lira' diyeceksinizdir. this|the most|maximum|worth|lira|you will say |||стоимость||вы скажете dessen|am|höchsten|Wert|Lira|Sie werden sagen |||||vous direz You might say, 'Its maximum value is 1000 lira.' Sie werden sagen: 'Das ist höchstens 1000 Lira wert.'

Mesela, bir yabancı bizim ülkemiz veya milletimizle ilgili herhangi olumsuz bir şey söylediginde, for example|a|foreigner|our|country|or|nation|related|any|negative|a|thing|when (he/she) says zum Beispiel|ein|Ausländer|unser|Land|oder|mit Nation|bezogen|irgendein|negatives|ein|Ding|sagt ||||||||||||quand il dit For example, when a foreigner says anything negative about our country or nation, Wenn zum Beispiel ein Ausländer etwas Negatives über unser Land oder unser Volk sagt,

hatta söylediğinin doğru oldugunu bilsek bile, hemen ülkemiz ve milletimizi savunarak, even|what (he/she) said|true|that it is|if we know|even|immediately|our country|and|our nation|defending |||||||||нашу нацию| sogar|was er gesagt hat|wahr|dass es ist|wenn wir wissen|auch|sofort|unser Land|und|unsere Nation|indem wir verteidigen ||||nous le sachions|||||| even if we know that what they said is true, we immediately defend our country and nation, selbst wenn wir wissen, dass das, was er gesagt hat, wahr ist, verteidigen wir sofort unser Land und unser Volk, o kişiyi bizim ülkenin onun ülkesinden daha iyi olduğuna inandırmaya çalışırız. that|person|our|country|his|country|more|good|that he is|to convince|we try diese|Person|unser|Land|sein|Land|mehr|besser|dass es ist|überzeugen|wir versuchen |||||||||convaincre| we try to convince that person that our country is better than their country. Wir versuchen, diese Person davon zu überzeugen, dass unser Land besser ist als ihr Land.

Veya genelde, Hindistan'da budist bir ailede doğduğu için otomatik olarak budist olmuş biri, or|generally|in India|Buddhist|a|family|that he was born|for|automatically|as|Buddhist|become|one oder|allgemein|in Indien|buddhistisch|eine|Familie|geboren|weil|automatisch|als|buddhistisch|geworden|jemand |||bouddhiste||||||||| Or generally, someone who is automatically a Buddhist because they were born into a Buddhist family in India, Oder im Allgemeinen, jemand, der in Indien in einer buddhistischen Familie geboren wurde, ist automatisch ein Buddhist,

Batıda hristiyan bir ailede doğduğundan dolayı hristiyan olmuş biri de in the West|Christian|a|family|that he was born|because of|Christian|become|one| im Westen|christlich|eine|Familie|geboren|weil|christlich|geworden|jemand| ||||étant né||||| and someone who is a Christian because they were born into a Christian family in the West, während jemand, der im Westen in einer christlichen Familie geboren wurde, ein Christ ist,

kendinden farklı dini inanca sahip kişilerin yanlış yolda, from himself|different|religious|belief|having|people|wrong|path von sich|anders|religiös|Glauben|habend|Personen|falsch|Weg |||croyance|||| believe that people with different religious beliefs are on the wrong path, und sie glauben, dass Menschen mit einem anderen Glauben auf dem falschen Weg sind.

kendisinin ise doğru yolda olduğuna ve kendi dininin en iyi ve en ustun din olduğuna inanır. himself|however|right|path|that he is|and|his own|religion|the most|good|and|the most|superior|religion|that it is|he believes seiner selbst|aber|richtig|Weg|dass er ist|und|eigene|Religion|die|beste|und|die|überlegene|Religion|dass sie ist|er glaubt ||||||||||||supérieure||| he believes that he is on the right path and that his religion is the best and the most superior religion. Er glaubt, dass er auf dem richtigen Weg ist und dass seine Religion die beste und überlegenste Religion ist. Çoğu zaman da diğer görüşlerin iddialarını derinden araştırmadan yapar bu yargilamayi. most|time|also|other|views|claims|deeply|without researching|he makes|this|judgment ||||||||||суждение die meisten|Zeiten|auch|anderen|Ansichten|Behauptungen|tief|ohne zu untersuchen|er macht|dieses|Urteil |||||||sans recherche||| Souvent, ce jugement se fait sans examiner en profondeur les revendications des autres opinions. Most of the time, he makes this judgment without deeply investigating the claims of other views. Oft trifft er diese Urteile, ohne die Ansprüche anderer Meinungen gründlich zu hinterfragen.

Çünkü onun dusuncesıne gore, kendi inandığı buysa, demek ki sorgusuz sualsiz en iyisi odur. because|his|thought|according to|his own|belief|if it is|to mean|that|without questioning|without doubt|the most|best|it is ||мнение||||||||||| denn|seine|Meinung|zufolge|eigene|Glauben|wenn das so ist|das bedeutet|dass|ohne Zweifel|ohne Fragen|die|beste|es ist |||||||||||||c'est lui Parce que selon sa pensée, si ce en quoi il croit est cela, alors c'est que sans aucun doute, c'est le meilleur. Because according to his thinking, if this is what he believes, then it must be the best without question. Denn seiner Meinung nach, wenn das, an das er glaubt, so ist, dann ist es ohne Zweifel das Beste.

‘Bağış etkisi'ni kafamızın içindeki 1.şahıs oluşturuyor. donation||our mind|inside|1st person|it creates |влияние|||| Verzeihung|Einfluss|unserem Kopf|im Inneren|1 Person|es bildet |l'effet de|||| L'effet de ‘don’ est généré par la première personne dans notre tête. The 'forgiveness effect' is created by the first person inside our heads. Der 'Verzeihenseffekt' wird von der 1. Person in unserem Kopf erzeugt.

Fakat eğer biz 2.şahsı da devreye sokup yavaş düşünerek, ölçüp biçerek hareket edersek, but|if|we|second person|also|into play|putting|slow|thinking|measuring|shaping|action|if we do aber|wenn|wir|die zweite Person|auch|einbeziehen|und hineinstecken|langsam|und nachdenken|und messen|und abwägen|handeln|wenn wir tun ||||||||||||nous agissons However, if we involve the second person and act slowly, thinking and measuring, Aber wenn wir die zweite Person einbeziehen und langsam denken, abwägen und handeln,

bu beyin etkisinin, bir çok noktada sağlıklı düşünmemizi engellediğini this|brain|effect|a|many|point|healthy|thinking|preventing dieser|Gehirn|Einfluss|ein|viele|Punkten|gesund|unser Denken|dass es behindert ||||||||empêche que nous réalisons que cet effet cérébral nous empêche de penser sainement à de nombreux égards we would realize that this brain effect prevents us from thinking healthily in many aspects, werden wir feststellen, dass dieser Einfluss des Gehirns uns an vielen Stellen daran hindert, gesund zu denken,

yani bizi yanlış yönlendirdiğini fark etmis oluruz. das heißt|uns|falsch|dass es uns geleitet hat||etwas bemerken|wir werden |||qu'il nous a mal||| c'est-à-dire qu'il nous a induits en erreur. meaning it misguides us. das heißt, dass er uns falsch leitet.

Bizim olan bir şeyin daha iyi olduğunu düşündüğümüzde, 2 defa düşünmeye çalışalım unser|ist|ein|Ding|besser|gut|ist|wenn wir denken|Mal|nachdenken|lasst uns versuchen When we think that something that belongs to us is better, let's try to think twice. Wenn wir denken, dass etwas, das uns gehört, besser ist, sollten wir zweimal darüber nachdenken.

Diyelim ki, arkadaşınızla tartışıyorsunuz ve diyorsunuz ki, et yemek sağlığımız için yararlı, let's say|that|with your friend|you are arguing|and|you are saying|that|meat|eating|our health|for|beneficial |||вы спорите|||||||| sagen wir|dass|mit deinem Freund|ihr diskutiert|und|ihr sagt|dass|Fleisch|essen|unsere Gesundheit|für|nützlich |||||||||notre santé|| Let's say you are arguing with your friend and you say that eating meat is beneficial for our health, Angenommen, Sie diskutieren mit Ihrem Freund und sagen: "Fleisch zu essen ist gesund für uns,"},{ arkadaşınızsa hayır çok zararlı diyor, hatta “hic et yenmemeli” diyor. but your friend|no|very|harmful|he says|even|never|meat|should not be eaten|he says dein Freund sagt|nein|sehr|schädlich|er sagt|sogar|niemals|Fleisch|man sollte es nicht essen|er sagt ||||||||ne pas manger| while your friend says no, it's very harmful, even saying 'meat should not be eaten at all.' Ihr Freund sagt jedoch: "Nein, es ist sehr schädlich," und sagt sogar: "Man sollte überhaupt kein Fleisch essen."

İkiniz de görüşünüzü kanıtlayabilmek için sağlam kanıtlar getirmek zorunda kalıyorsunuz . |also|your opinion|to be able to prove|for|solid|evidence|to bring|obliged|you are left ihr beide|auch|eure Meinung|um beweisen zu können|für|solide|Beweise|bringen|gezwungen|ihr seid |||||||||vous devez Both of you have to bring solid evidence to support your views. Sie beide müssen solide Beweise bringen, um Ihre Ansichten zu untermauern.

Arkadaşınız internetten ‘Etin zararları' isimli herhangi bir makale bulup size gösteriyor your friend|from the internet|meat's|harms|titled|any||article|finding|to you|he shows dein Freund|im Internet|des Fleisches|Schäden|mit dem Titel|irgendein||Artikel|finden und|dir|er zeigt ||les effets de la viande|||||article||| Your friend finds and shows you any article titled 'The Harms of Meat' from the internet. Ihr Freund findet einen Artikel mit dem Titel 'Die Schäden von Fleisch' im Internet und zeigt ihn Ihnen.

ve ‘Bak, gördün mü? Sana deminden beri söylüyorum ama inanmıyorsun' diyor. and|look|you saw|did you|to you|just now|since|I am saying|but|you don't believe|he says und|schau|du hast gesehen|etwa|dir|seit eben|immer|ich sage|aber|du glaubst nicht|er sagt |||||||||tu ne crois pas| and he says, 'Look, did you see? I've been telling you this for a while, but you don't believe me.' und sagt: 'Sieh mal, hast du es gesehen? Ich sage dir das schon die ganze Zeit, aber du glaubst mir nicht.'

Siz de onun google'da neyi arattığına baktığınızda ‘Et yemek neden zararlı' diye yazdığını görüyorsunuz. you|also|his|on google|what|he searched|when you look|meat|eating|why|harmful|that|he wrote|you see Sie|auch|sein|auf Google|was|er gesucht hat|wenn Sie schauen|Fleisch|essen|warum|schädlich|dass|er geschrieben hat|Sie sehen |||||recherche|||||||| When you look at what he searched for on Google, you see that he wrote 'Why is eating meat harmful.' Wenn Sie auch sehen, wonach er bei Google sucht, sehen Sie, dass er 'Warum ist Fleischessen schädlich' eingibt.

Yani ‘Et yemenin insan sağlığına etkileri' değil veya ‘Etin faydaları ve zararları' değil. so|meat|eating|human|health|effects|not|or|meat's|benefits|and|harms|not also|Fleisch|des Essens|Mensch|Gesundheit|Auswirkungen|nicht|oder|des Fleisches|Vorteile|und|Schäden|nicht ||de l'élevage|||||||||| So it's not 'The effects of eating meat on human health' or 'The benefits and harms of meat.' Also nicht 'Die Auswirkungen des Fleischessens auf die menschliche Gesundheit' oder 'Die Vor- und Nachteile von Fleisch'.

Et yemenin zararlarını kanıtlayan makale bulmak için ‘Et yemek neden zararlı ‘diye arama yapmış. meat|eating|harms|proving|article|to find|in order to|meat|eating|why|harmful|that|search|he did Fleisch|des Essens|Schäden|die beweisen|Artikel|finden|um|Fleisch|essen|warum|schädlich|dass|Suche|ich habe gemacht He searched for 'Why is eating meat harmful' to find articles proving the harms of eating meat. Er hat nach 'Warum ist Fleischessen schädlich' gesucht, um einen Artikel zu finden, der die Schäden des Fleischessens beweist. Eğer siz bir tartışmada A tarafını destekliyorsanız, o zaman siz ‘hadi gel falancaya soralım' dediğiniz zaman ||||||unterstützen||||||irgendjemand||| If you are supporting side A in a debate, then when you say 'let's ask so-and-so,' Wenn Sie in einer Diskussion die Seite A unterstützen, dann werden Sie, wenn Sie sagen: 'Lass uns mal den oder die fragen',

sizin görüşünüzü destekleyeceğine inandığınız bir kişinin ismini söyleyeceksiniz. |||an Sie glauben||||werden sagen you will mention the name of someone you believe will support your view. den Namen einer Person nennen, von der Sie glauben, dass sie Ihre Meinung unterstützen wird.

Karşı tarafsa onun görüşünü destekleyeceğine inandığı kişiyi arayıp sormayı teklif edecektir. |Seite|||unterstützen wird|||||| On the other hand, the opposing side will suggest calling and asking someone they believe will support their view. Die Gegenseite wird vorschlagen, die Person zu kontaktieren, von der sie glaubt, dass sie ihre Meinung unterstützen wird.

Evet, maalesef çoğu zaman biriyle tartıştığımızda kafamızın içindeki 1.şahsın |||||diskutieren||| Yes, unfortunately, most of the time when we argue with someone, the first person in our head Ja, leider ist es oft so, dass wenn wir mit jemandem diskutieren, der 1. Person in unserem Kopf ‘Onaylama etkisi' sonucunda, doğru cevabı bulmamız bizim hiç ama hiç umrumuzda olmuyor. confirmation|effect|as a result of|correct|answer|our finding|our|not at all|but|not at all|we care|it is not Bestätigung|Effekt|als Ergebnis|richtige|Antwort|unser Finden|unser|gar|aber|gar|es ist uns|es wird nicht |||||trouver la réponse|||||| As a result of the 'Confirmation Bias', we don't care at all about finding the correct answer. Durch den ‚Bestätigungsfehler‘ ist es uns völlig egal, die richtige Antwort zu finden. Bizi ilgilendiren tek şey ‘ne pahasına olursa olsun, tartışmayı kazanmak' oluyor. Haksız bile olsak. us|concerning|only|thing|what|cost|if|let it be|the debate|to win|it becomes|unjust|even|if we are uns|interessierend|einzige|Sache|was|um jeden Preis|es sei||Diskussion|Gewinnen|es wird|Unrecht|sogar|wir wären ||||||||la discussion||||même| The only thing that concerns us is 'winning the argument at all costs', even if we are wrong. Das Einzige, was uns interessiert, ist ‚um jeden Preis die Diskussion zu gewinnen‘, selbst wenn wir Unrecht haben.

Bu yüzden ‘Onaylama etkisi' devrede olduğu zaman, biraz abartili bir ornek olacak ama this|reason|confirmation|effect|in play|being|time|a little|exaggerated|a|example|it will be|but ||||||||преувеличенный|||| dies|Grund|Bestätigung|Effekt|aktiv|es ist|Zeit|ein bisschen|übertrieben|ein|Beispiel|es wird|aber ||||||||||exemple|| That's why, when the 'Confirmation Bias' is in play, it might be an exaggerated example, but Deshalb, wenn der ‚Bestätigungsfehler‘ aktiv ist, wird es ein wenig übertrieben sein, aber

sirf tartışmayı kazanalım diye Sigaranın yararlarıyla bile ilgili bir makale bulup ‘Bak gördün mü' diyebiliriz. just|the debate|let’s win|in order to|cigarette's|benefits|even|related|a|article|finding|look|you saw|did|we can say nur|Diskussion|wir gewinnen|um|Zigaretten|Nutzen|sogar|betreffend|ein|Artikel|finden und|schau|du hast gesehen|oder|wir können sagen |||||les bienfaits||||||||| just to win the argument, we might find an article about the benefits of smoking and say 'See, I told you'. wir könnten sogar einen Artikel über die Vorteile des Rauchens finden und sagen: ‚Siehst du, hast du das gesehen?‘ Onaylama etkisinin en kötü yanıysa o ki, bu etki, daha mantıklı kişilerde daha çok devreye girer. confirmation|effect's|the|worst|side is|that|that|this|effect|more|rational|people|more|much|into play|enters Bestätigungs|Effekts|der|schlechteste|Seite|das|dass|dieser|Effekt|mehr|vernünftige|Personen|mehr|oft|aktiv|tritt ein ||||s'il y a||||||||||| The worst part of the confirmation effect is that it kicks in more with more rational people. Der schlimmste Nachteil des Bestätigungs-Effekts ist, dass dieser Effekt bei rationaleren Personen stärker zum Tragen kommt. Çünkü bu tarz insanların yanlış yaptıklarını itiraf etmesi ve ‘evet, haksızdım' diyebilmek zorlarına gider because|this|style|people's|wrong|they did|confession|to make|and|yes|I was wrong|to be able to say|hard for them|it goes weil|diese|Art|Menschen|falsch|sie gemacht haben|Geständnis|zu machen|und|ja|ich hatte Unrecht|zu sagen|schwer für sie|es geht ||||||avouer||||||leur difficulté| Because it is hard for such people to admit they were wrong and to say 'yes, I was wrong'. Denn es fällt diesen Menschen schwer, zuzugeben, dass sie falsch lagen und ‚ja, ich hatte Unrecht‘ zu sagen.

ve onlar, yanlis yaptiklarini kabullenmenin ‘akıllı' ve ‘mantıklı' kişi olarak kazandıkları and|they|wrong|they did|to accept|smart|and|rational|person|as|they gained ||ошибку|||||||| und|sie|falsch|sie gemacht haben|zu akzeptieren|klug|und|vernünftige|Person|als|sie gewonnen haben ||||accepter|||||| They think that accepting they were wrong will cause them to lose the reputation they have gained as 'smart' and 'rational' individuals. Sie glauben, dass das Akzeptieren ihrer Fehler dazu führen würde, dass sie ihren Ruf als ‚intelligente‘ und ‚vernünftige‘ Person verlieren. itibarlarını kaybetmelerine sebep olacağını düşünürler. their reputation|to lose|cause|it will be|they think ihren Ruf|zu verlieren|Grund|es wird|sie denken |leur perte||| Sie denken, dass es ihren Ruf schädigen würde.

Bu yüzden de ‘Bağış etkisi'nde olduğu gibi kendi düşüncelerimizi sorgulamadan çoğu zaman haksız olarak, this|reason|also|donation||being|like|own|our thoughts|without questioning|most|times|unjust|as dies|Grund|auch|Bağış|Einfluss|ist|wie|eigene|Gedanken|ohne zu hinterfragen|die meisten|oft|ungerecht|als ||||effet de||||||||| For this reason, just like in the 'Donation Effect', we often insist on what we say without questioning our own thoughts, unjustly, Deshalb bestehen wir oft ohne unsere eigenen Gedanken zu hinterfragen, wie im ‚Spenden-Effekt‘, zu Unrecht auf dem, was wir sagen,

söylediklerimizde ısrar eder ve kendimizi kandirarak, söylediklerimizin tamamiyle doğru olduğuna inandırırız. in what we say|insistence|we do|and|ourselves|deceiving|what we say|completely|true|that it is|we convince наших словах|||||обманывая себя|то что мы сказали|||| in dem|Beharren|wir|und|uns selbst|indem wir uns täuschen|das|völlig|richtig|dass es ist|wir überzeugen uns ||||||ce que nous disons|||| and by deceiving ourselves, we convince ourselves that what we say is completely true. und überzeugen uns selbst, dass das, was wir gesagt haben, völlig richtig ist.

Anlattığım ‘Bağış etkisi' ve ‘Onaylama' etkisini biraraya getirdiğimiz zaman ise çok ilginç bir etki ortaya çıkıyor. I explained|donation|effect|and|confirmation|effect|together|we combine|when|however|very|interesting|a|effect|out|it emerges ||||||вместе|собираем|||||||| das|Bağış|Effekt|und|Bestätigungs|Effekt|zusammen|wenn wir zusammenbringen|wenn|dann|sehr|interessant|ein|Effekt|hervor|es entsteht ||||||ensemble|nous avons combiné|||||||| When we combine the 'Donation Effect' and the 'Confirmation' effect that I described, a very interesting effect emerges. Wenn wir den ‚Spenden-Effekt‘ und den ‚Bestätigungs-Effekt‘ zusammenbringen, entsteht ein sehr interessanter Effekt.

Bunun sayesinde, yanlış yaptığımız zaman veya yanlış yaptığımızı bildiğimiz zaman bile, bu yanlış sırf bize ait diye, this|thanks to|wrong|we do|when|or|wrong|we know|we know|when|even|this|wrong|just|to us|belonging|because das|durch|falsch|wenn wir machen|wenn|oder|falsch|dass wir es gemacht haben|wenn wir wissen|wenn|sogar|dieses|falsch|nur|uns|eigen|weil |||||||nous avons fait||||||||| Thanks to this, even when we make a mistake or know that we are wrong, this mistake is solely ours, Dank dessen, selbst wenn wir einen Fehler machen oder wissen, dass wir einen Fehler gemacht haben, betrachten wir diesen Fehler nur als unseren, kendimizi haklı çıkarmaya çalışır ourselves|justified|to justify|we try uns selbst|rechtfertigen|herauszubringen|wir versuchen we try to justify ourselves wir versuchen, uns selbst zu rechtfertigen

ve sonra da ‘onaylama etkisi'yle hatamızı haklı çıkaracak deliller ortaya koymaya çalışırız. and|then|also|confirmation||our mistake|justified|to justify|evidence|out|to put|we try |||||нашу ошибку|||доказательства||| und|dann|mit|Bestätigungs|Einfluss|unseren Fehler|rechtfertigen|herausbringen|Beweise|hervor|zu bringen|wir versuchen ||||effet de confirmation|||||nous|| and then we try to present evidence that justifies our mistake with the 'confirmation bias'. und dann versuchen wir, mit dem ‚Bestätigungsfehler‘ Beweise zu finden, die unseren Fehler rechtfertigen.

Bu yüzden katil ‘kötü adamları öldürdüğünü', hırsız ‘zalim zenginlerden çaldığını' rüşvet alan biriyse this|reason|killer|bad|men|that he killed|thief|cruel|from the rich|that he stole|bribe|receiving|if he is |||||||||ворует у||| dies|deshalb|Mörder|böse|Menschen|dass er sie getötet hat|Dieb|grausam|von reichen|dass er gestohlen hat|Bestechung|nehmend|wenn jemand |||||qu'il a tué|voleur|cruel|||recevant des pots-de|| That's why a killer claims that he 'kills bad people', a thief says he 'steals from cruel rich people', and someone who takes bribes might say Deshalb sagt der Mörder, dass er ‚schlechte Menschen getötet hat‘, der Dieb, dass er ‚von grausamen Reichen gestohlen hat‘, und jemand, der Bestechungsgelder annimmt,

‘ maaşının az olduğunu' veya ‘birilerinin işini halledip onlara yardım ettiğini' söyleyerek his salary|low|that it is|or|someone|their job|resolving|to them|help|that he did|saying sein Gehalt|gering|dass es ist|oder|von jemandem|Arbeit|erledigend|ihnen|Hilfe|dass er es getan hat|indem er sagt ||||||résoudre|||| that 'his salary is low' or that 'he is helping someone by solving their problems'. sagt, dass er ‚wenig Gehalt‘ hat oder ‚jemandem geholfen hat, seine Angelegenheiten zu regeln‘.

kendisini haklı görür ve bu sekilde beyninin hızlı düşünme işleyişinin kurbanı olur. himself|right|he sees|and|this|way|his brain's|fast|thinking|its functioning|victim|he becomes |||||||||работы|| sich selbst|recht|er sieht|und|diese|auf diese Weise|seines Gehirns|schnelles|Denken|Funktionsweise|Opfer|es wird He sees himself as right and thus becomes a victim of his brain's fast thinking process. Er sieht sich selbst als im Recht und wird so zum Opfer der schnellen Denkweise seines Gehirns.

Eğer bu video gerçekten faydalı olduysa, arkadaşlarınızla paylaşmayı, if|this|video|really|useful|it was|with your friends|sharing wenn|dieses|Video|wirklich|nützlich|es war|mit euren Freunden|Teilen |||||si c'était|| If this video was really helpful, don't forget to share it with your friends, Wenn dieses Video wirklich hilfreich war, teilen Sie es mit Ihren Freunden, ZihinX kanalına abone olmayı ve kanaldalı diğer videoları da izlemeyi unutmayın.. ZihinX|to the channel|subscriber|becoming|and|on the channel|other|videos|also|watching|don't forget ZihinX|Kanal|Abonnieren|werden|und|auf dem Kanal|andere|Videos|auch|Ansehen|vergesst nicht |||||vidéos de la||||| subscribe to the ZihinX channel, and watch other videos on the channel. vergessen Sie nicht, den ZihinX-Kanal zu abonnieren und auch die anderen Videos auf dem Kanal anzusehen..

İzlediğiniz için teşekkürler😊 |for|thanks das|für|danke Thank you for watching😊 Danke fürs Zuschauen😊

PAR_TRANS:gpt-4o-mini=2.75 PAR_CWT:AvJ9dfk5=8.8 PAR_TRANS:gpt-4o-mini=3.25 PAR_CWT:B7ebVoGS=96.69 en:AvJ9dfk5 de:B7ebVoGS openai.2025-02-07 ai_request(all=60 err=1.67%) translation(all=120 err=0.83%) cwt(all=1294 err=6.80%)