×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Barış Özcan 2020, Milyonlarca Türk Mars’a neden ismini gönderiyor?

Milyonlarca Türk Mars'a neden ismini gönderiyor?

Geçen Pazarki videoda ne demiştik? Yürüyelim arkadaşlar! Peki bu hafta ne oldu? Milyonlarca kişi yürüyüşe çıktı! Sanal olarak. Nereye gidiyoruz? Mars'a! Şu haritaya bir bakın! NASA'nın 2020'de Mars'a göndereceği araçla ismini oraya ulaştırmak isteyen kişilerin yaşadığı ülkeyi gösteren harita bu. Gerçi bunlara anlatmama gerek yok, muhtemelen geçen hafta boyunca Instagram ya da Twitter'da defalarca gözünüzün önüne geldi, konuşuldu, yazıldı, çizildi, tüketildi. Yine de ben hem tarihe not düşebilmek için bir toparlama yapmak ve hem de konuya çok farklı bir yerden bakmak istiyorum. Bu video NASA ya da Mars'la ilgili değil. Sizinle ilgili. Beyninizle…

Konu özetle şöyle. NASA uzay konusunda insanların dikkatini çekebilmek için bir kampanya düzenledi. İnternetten isminizi yazıyorsunuz. Onlar da bu isimleri bir çipe kaydedip, 2020 yılında Mars'a gönderecekleri aracın içine koyuyor. Böylece sembolik olarak siz de Mars'a gitmiş oluyorsunuz. Bunu daha önce bir kaç kez daha yapmışlardı. Ama ilk kez bu kadar çok ilgi gördü. Özellikle Türkiye'den. Listenin en başındayız. Nüfusa oranladığımızda diğer ülkelere kat be kat fark atıyoruz. Ben bu videoyu hazırlarken 1 milyar 339 milyon nüfuslu Hindistan'tan sadece 455 bin civarında başvuru vardı ki dünyada en çok mühendis yetiştiren ülkelerden biridir. İşte bu ülkede yaşayan her 3000 kişiden biri ismini göndermiş. 80 milyonluk Türkiye'den 1 milyon 660 bin kişi başvurmuş. Dediğim gibi siz bu videoyu izlerken bu sayı çok daha artmış olabilir. Ama bu haliyle bile Türkiye'deki her 48 kişiden biri ismini Mars'a göndermek istiyor demektir. Uzaya bu kadar meraklı olduğumuzu görmek beni bile gerçekten çok şaşırttı. Uzayla, roketlerle, NASA'yla ilgili videolarım da çok izleniyor ve bazılarınız bu kadar çok başvuru yapılmasını buna bile bağlamış, çok teşekkürler bu iyi niyetiniz için ama bence bu ilginin arkasında başka sebepler aramalıyız. Çünkü bu kampanyayı ben sizlerden duydum. Bazılarınız benim adıma da bilet almış sağolsunlar. Onlar gönderince fark edebildim. Konuyu öğrendiğimde 48 saat geçmişti ve 700 küsür bin kişi çoktan başvurusunu yapmıştı. “Ya milletin işi gücü yok böyle boş işlerle uğraşıyor” diyebilir ve böylesi bir ilginin analizini pesimist bir bakış açısıyla yapabilirsiniz. Ben tabiki ne konuyu boş görüyorum ne de böylesine bir ilgi gösterilmesini eleştirecek değilim. Ama dedim ya konumuz bugün uzay değil. Bir sosyal medya kampanyasına adeta roket hızında tepki vermemiz. Ülke olarak çok büyük bir hızla örgütlenip adeta birbirimize kenetlenip liste başı haline gelebilmemiz. Bu iyi bir şey de olabilir, kötü bir şey de…

Bir an için kendinizi bir ülke gibi düşünün. Adınız Zeynep'se siz “Zeynepli Ülkesi”siniz. Murat'sa “Muratlı Ülkesi.” Selçuksa ya da Osmansa… öyle hemen havaya girmeyin canım, sadece bir metafor kurguluyoruz şu anda, gerçek ülke kurmuyoruz.

Her ülkenin bir iç işleri vardır, bir de dış işleri değil mi? Başka ülkelerle olan ilişkileri. İşte her cep telefonunuzu elinize alışınızda ülkenizin dış işleriyle ilgili bir iş yapmış oluyorsunuz. Telefon çalıyor, komşu ülkenin kralı ya da kraliçesi sizi arıyor. Konuşuyorsunuz, anlaşıyorsunuz, birlikte bir şeyler yapıyorsunuz. Gayet güzel. Dış ülkelerle ilişki geliştirmek. Sonra hazır telefon eldeyken Instagram'ı açıp kaydırmaya başlıyorsunuz. O da bir çeşit dünya turu yapmak gibi. Hiç tanımadığınız, gerçek hayatta görmediğiniz ülkeleri (yani insanları) görüyorsunuz. “Ooo Ayşeli ülkesi yazı erken getirmiş.” “Salihli ülkesinde odun köfteleri götürüyorlar, afiyet olsun.” Tabi bunları görünce ister istemez siz de hem köfte yemeyi hem de yaza formda girmeyi diliyorsunuz. Ama unutmayın bu gördükleriniz bir çeşit ülke tanıtımı. Gerçek ülkeler de kendisini tanıtırken biraz abartmıyor mu? Ülkesinin plajlarını tabiki böyle gösterecek, şöyle değil. Önemli olan bunun farkında olmak. Gördüklerimize kendimizi fazla kaptırmamak ve biraz da iç işlerimizle ilgilenmek.

“Barışlı ülkesinin ekonomik olarak güçlenmesi için ne gibi düzenlemeler yapabilirim?” Çünkü Instagram'a ne kadar mükemmel fotoğraflar koyarsam koyayım, gerçekte istediğim hayatı tam olarak yaşayamıyorum. “E komşu ülke Sinanlılar beni kıskanıyor” demek de yetmiyor. Gerçek anlamda bir şeyler yapmam lazım. Bir değer üretmeliyim. Ben de Mars'a gitmek istiyorum ama önce içinde yaşadığım bu dünyaya pozitif bir katkı sağlamalıyım.

Peki iç işlerimize yönelelim o zaman. Ne yapmamız gerekiyor? Kendi kaynaklarımızı gözden geçirmemiz. Gerçek ülkelerin kaynakları nelerdir? Petroldür, değerli madenlerdir vs. Peki sizin kişisel ülkenizin en değerli kaynağı nedir? Vaktiniz! Boşuna “vakit = nakit” denmiyor. Vakti nakte dönüştürebilmek için madencilik yapmak gerekiyor. Vakit madenciliği “dikkat”le yapılır. Sizin dikkatinizle. Dolayısıyla doğru formül şöyle olmalı: “dikkat + vakit = nakit” Yani özdeyişimizi de güncellememiz gerekiyor: “dikkatli geçirilen vakit, nakittir.”

Evet bu kaynak o kadar önemli. Çünkü herkesin her gün 24 saati var. Bu sabit. Ama dikkat süresi değişken. Herkes için farklı. Bazıları için tek oturuşta 4 saat bazıları için değişik zamanlarda toplam 2 saat. Bazıları için gece, bazıları için gündüz. Son derece sınırlı bir kaynak bu. Dikkat kaynağı. O yüzden onu harcarken, Mars'a filan gönderirken cebinizdeki parayı harcamaktan daha titiz, daha tutumlu olmalısınız.

Dikkat! Dikkatinizi en çok dağıtan şey de öbür cebinizde. Tüm dış tehditler buradan geliyor. Sizi tuvalette bile yalnız bırakmıyor. Bunun içinde çeşitli sosyal medya mecralarına mevzilenmiş emperyalist güçler, dikkatinizi sömürmek için hazır bekliyor. Hala metaforumuzun içindeyiz bu arada, fazla heyecanlanmayın, o emperyalist güç sizin en yakın arkadaşınız da olabilir. Farkında bile olmadan, tüm iyi niyetiyle sizin dikkatinizi sömürerek üstünüzde büyük oyunlar oynuyor olabilir. Günümüzde hırsızlıkların en büyüğü belki de bu: dikkat hırsızlığı. Çünkü maddi olarak bir şeyleriniz çalınsa onun yerine başka bir şey koyabilirsiniz. Ama çalınan dikkatinizin yerine hiç bir şey koyamazsınız. O sizin ham maddeniz, enerjiniz, geleceğiniz.

Son araştırmalara göre cep telefonlarımıza her gün ortalama 63 bildirim geliyor. Ortalama diyorum. Eminim bir kısmınız yüzlerce bildirimle boğuşuyordur. Çalışanlar günde ortalama 90 e-posta alıyor ve 40 e-posta yazıyor. Her gün. Her 3 dakikada bir odağımız değişiyor. Beynimizin dört lobundan ikisi sürekli bir mücadele halinde. Bazıları bunu bir halat çekme yarışmasına benzetiyor. Beynimizin bir lobu halatı kendi alanına yani dikkat dağıtıcı şeylere çekmeye çalışırken, diğer lobu odaklanmayı gerektiren görevleri yerine getirebilmek için halata asılıyor. Eğer başarırsa odaklanabilmiş oluyorsunuz.

Neyin önemli, neyin önemsiz olduğuna beyninizdeki bu halat yarışları karar veriyor. Size önemsiz gibi görünen bazı işler için bile beyniniz sürekli bir “challenge” içinde. En değersiz gibi görünen boş vaktinizde, mesela tuvalette Instagram'da parmağınızla kaydırıp bir sürü fotoğrafa bakmak çok basit gibi görünüyor olabilir. Ama siz bunu yaparken hiç farkında olmadan beyniniz sürekli mikro kararlar veriyor. Her bir fotoğraf için “güzel mi, değil mi, ne anlama geliyor, altına bir şey yazayım mı, ne yazsam tutar acaba, yine kabız mı oldum ben” gibi irili ufaklı kararlar veriyorsunuz. Bir fotoğraf için böyle 10 mikro karar verseniz beyninizde her gün sadece Instagram için on binlerce halat çekme yarışı yapılıyor demektir. Yanlış anlaşılmasın, amacım Instagram'ı ya da başka bir sosyal medyayı hedef tahtası yapmak değil. İçeride neler olup bittiğini anlayıp, daha bilinçli kullanıcılar haline gelmemizi sağlamak. Çünkü bunları kendi hayat ülkelerimiz için bir fırsata da dönüştürebiliriz.

Gerçek dünyadaki ülkeler kendileriyle ilgili tehditleri değerlendirirken aynı zamanda fırsatları da görmeye çalışırlar. Bir SWOT analizi yaparlar. İşte cebimizdeki bu büyük tehdit aynı zamanda bize inanılmaz fırsatlar da sunuyor. Düşünsenize hayatınız boyunca okuduğunuz ve okuyabileceğiniz tüm kitaplar bir cep telefonunun içine rahatlıkla sığabilir. Sosyal medyada doğru insanlara ulaşabilirseniz bu kişiler sizin en önemli öğretmeniniz haline gelebilir. Ofis işlerini yapmak için masa başında çalışmanıza gerek kalmayabilir. Ancak tüm bunlar için önce zayıflıklarımızın farkında olmamız gerekiyor. SWOT analizimize dönecek olursak, zayıf olduğumuz yanlar neler? İrade eksikliği mi? Disiplin mi? Sorumluluk duygusu mu? Önce bunları kendimize itiraf etmemiz gerekiyor. Öte yandan güçlü yanlarımız da vardır mutlaka. Bunları da listelersek artık iyi bir strateji ortaya koyabiliriz. Ben bu videoda güçlü yanlarınıza ekleyebileceğiniz bir teknik önermek istiyorum.

E-postalar konusunda bir araştırma yapılmış. İki gruptan ilkine “gelen kutusu”nu diledikleri zaman kontrol edebilecekleri söylenmiş. Diğer grupsa sınırlandırılmış. Sadece üç kez bakabileceklermiş. Gün içinde farklı zamanlarda e-posta kutusunu kontrol eden, gelenleri okuyan, başkalarına mesaj yazan kişilerin; yani bölük pörçük iş yapanların çok daha stresli olduğu ve daha çok yorulduğu tespit edilmiş. Dolayısıyla size önereceğim teknik işlerinizi biriktirip toplu olarak yapmak. Herkesin temposu farklı. O yüzden gelen kutusunu günde kaç kez kontrol edeceğinizi ya da yapmanız gereken işleri ne sıklıkta yapacağınızı size söyleyemem. Buna siz karar vermelisiniz. Anahtar kelimelerimiz sınırlandırmak ve toplu olarak yapmak. Örneğin ben günde sadece bir kez bakıyorum ve en fazla yarım saat ayırıyorum. Aynı sınırlandırmayı sosyal medya için de yapıyorum. Her istediğimde değil, belli zamanlarda göz atıyorum. O cazibeden korunmak tabiki çok zor oluyor ama elimden geleni yapıyorum, mesela cep telefonumun en değerli en göze batan yerine benim için en önemli olan şeyleri koyuyorum. Hem cep telefonumun ekranını hem de hayatımı tasarlıyorum.

Sonuçta bazı şeyleri kaçırıyorum. Bazılarını geç fark ediyorum. O yüzden geçen hafta sosyal medyada esen NASA'nın “ismini Mars'a gönder” rüzgarını, bu konularla çok ilgili bir kişi olmama rağmen 48 saat sonra görebildim. Bazı şeyleri hiç göremiyorum. Yetişemiyorum. Ama buna değiyor. Çünkü o sırada kendi hayat ülkemin iç işleriyle ilgileniyorum. İçimdeki değerli madenleri keşfedip, onları saklı oldukları yerlerden “tüm dikkatimi kullanarak” çıkartmaya çalışıyorum.

Çok becerikli olduğumu söyleyemem. Ama en azından deniyorum. Çünkü biliyorum ki bunu benim için benden başka hiç kimse yapamaz. Tüm sorumluluk bende. Hayatınızla ilgili tüm sorumluluk sizde.

Kendi hayat ülkelerimizin dış işlerinde çok başarılı olduğumuz ortada. Mars'a ismini göndermek isteyen diğer tüm ülkelerden hatta oraya uzay aracını gönderecek Amerikalılardan bile daha hızlıyız. Artık NASA'da çalışan herkes Türkiye'nin bu konudaki hevesini gördü. Bu gerçekten ülke adına çok güzel bir fırsat. Ama kendi hayat ülkelerimiz için aynı zamanda bir tehdit. Çünkü dışarıda, sosyal medyada bu kadar çok, bu kadar hızlı, bu kadar aktif olabiliyorsak bir yandan kendi içimizdeki bazı şeyleri, önceliklerimizi ihmal ediyor da olabilir miyiz acaba?

Mars'a ismimizi göndermeyi istemek bence çok güzel. Gelecek adına çok ümit verici. Bir vizyon göstergesi. Ama dışarıya karşı “bak ben de ismimi Mars'a gönderiyorum, ben de Dimyat'a pirince gidiyorum” derken, tüm dikkatini bu işlere verirken evdeki bulgurdan olmayalım sonra. Bir gün başka bir dünyaya sadece ismimizi değil cismimizi de göndermek, oraları varlığımızla doldurmak istiyorsak önce kendi dünyamızdaki boşlukları bir gözden geçirmeliyiz. Bu da ancak sorumluluğu ele alarak, vaktini dikkatli harcayarak olur. Şimdi. Yavaşça elinizdeki telefonu yere bırakın ve kendi ülkelerinize dönün. Onu listelerde en üst sıralara taşıyın. Hayat ülkenizin lideri olun!


Milyonlarca Türk Mars’a neden ismini gönderiyor?

Geçen Pazarki videoda ne demiştik? What did we say in last Sunday's video? Yürüyelim arkadaşlar! Let's walk guys! Peki bu hafta ne oldu? So what happened this week? Milyonlarca kişi yürüyüşe çıktı! Millions of people went for a walk! Sanal olarak. Like by the virtual. Nereye gidiyoruz? Where are we going? Mars'a! to Mars! Şu haritaya bir bakın! Take a look at this map! NASA'nın 2020'de Mars'a göndereceği araçla ismini oraya ulaştırmak isteyen kişilerin yaşadığı ülkeyi gösteren harita bu. This is the map showing the country where the people who want to get their name there with the vehicle that NASA will send to Mars in 2020. Det här är kartan som visar landet där människorna som vill få sitt namn där med fordonet som NASA kommer att skicka till Mars 2020. Gerçi bunlara anlatmama gerek yok, muhtemelen geçen hafta boyunca Instagram ya da Twitter'da defalarca gözünüzün önüne geldi, konuşuldu, yazıldı, çizildi, tüketildi. Though I don't need to tell them, it has probably been seen, talked, written, drawn, consumed on Instagram or Twitter many times over the past week. Även om jag inte behöver berätta för dem, har det förmodligen setts, pratats, skrivits, ritats, konsumerats på Instagram eller Twitter många gånger den senaste veckan. Yine de ben hem tarihe not düşebilmek için bir toparlama yapmak ve hem de konuya çok farklı bir yerden bakmak istiyorum. However, I would like to make a summary in order to make a note of history and to look at the subject from a very different point of view. Jag skulle dock vilja göra en sammanfattning för att anteckna historien och se på ämnet från en helt annan synvinkel. Bu video NASA ya da Mars'la ilgili değil. This video is not about NASA or Mars. Den här videon handlar inte om NASA eller Mars. Sizinle ilgili. It's about you. Det handlar om dig. Beyninizle… With your brain… Med din hjärna...

Konu özetle şöyle. The subject is briefly as follows. Sammanfattningsvis är ämnet följande. NASA uzay konusunda insanların dikkatini çekebilmek için bir kampanya düzenledi. NASA organized a campaign to attract people's attention to space. NASA organiserade en kampanj för att locka människors uppmärksamhet till rymden. İnternetten isminizi yazıyorsunuz. You write your name online. Du skriver ditt namn på nätet. Onlar da bu isimleri bir çipe kaydedip, 2020 yılında Mars'a gönderecekleri aracın içine koyuyor. They record these names on a chip and put them in the vehicle they will send to Mars in 2020. De registrerar dessa namn på ett chip och lägger dem i fordonet som de kommer att skicka till Mars 2020. Böylece sembolik olarak siz de Mars'a gitmiş oluyorsunuz. Thus, symbolically, you go to Mars. Således, symboliskt, åker du till Mars. Bunu daha önce bir kaç kez daha yapmışlardı. They had done this several times before. Det hade de gjort flera gånger tidigare. Ama ilk kez bu kadar çok ilgi gördü. But this is the first time it has attracted so much attention. Men det är första gången det har väckt så mycket uppmärksamhet. Özellikle Türkiye'den. Especially from Turkey. Särskilt från Turkiet. Listenin en başındayız. We are at the top of the list. Vi är överst på listan. Nüfusa oranladığımızda diğer ülkelere kat be kat fark atıyoruz. When we compare it to the population, we make a huge difference to other countries. Ben bu videoyu hazırlarken 1 milyar 339 milyon nüfuslu Hindistan'tan sadece 455 bin civarında başvuru vardı ki dünyada en çok mühendis yetiştiren ülkelerden biridir. While I was preparing this video, there were only 455 thousand applications from India with a population of 1 billion 339 million, which is one of the countries that train the most engineers in the world. İşte bu ülkede yaşayan her 3000 kişiden biri ismini göndermiş. One of every 3000 people living in this country has sent their name. 80 milyonluk Türkiye'den 1 milyon 660 bin kişi başvurmuş. 1 million 660 thousand people applied from Turkey with a population of 80 million. Dediğim gibi siz bu videoyu izlerken bu sayı çok daha artmış olabilir. As I said, this number may have increased a lot while you watch this video. Ama bu haliyle bile Türkiye'deki her 48 kişiden biri ismini Mars'a göndermek istiyor demektir. But even in this state, one of every 48 people in Turkey wants to send their name to Mars. Uzaya bu kadar meraklı olduğumuzu görmek beni bile gerçekten çok şaşırttı. It really surprised even me to see that we are so curious about space. Uzayla, roketlerle, NASA'yla ilgili videolarım da çok izleniyor ve bazılarınız bu kadar çok başvuru yapılmasını buna bile bağlamış, çok teşekkürler bu iyi niyetiniz için ama bence bu ilginin arkasında başka sebepler aramalıyız. My videos about space, rockets and NASA are also watched a lot and some of you even attributed so many applications to this, thank you very much for your good intentions, but I think we should look for other reasons behind this interest. Çünkü bu kampanyayı ben sizlerden duydum. Because I heard about this campaign from you. Bazılarınız benim adıma da bilet almış sağolsunlar. Thanks to some of you who bought tickets for me as well. Onlar gönderince fark edebildim. I was able to notice when they sent it. Konuyu öğrendiğimde 48 saat geçmişti ve 700 küsür bin kişi çoktan başvurusunu yapmıştı. When I learned about the subject, 48 hours had passed and 700-odd thousand people had already applied. “Ya milletin işi gücü yok böyle boş işlerle uğraşıyor” diyebilir ve böylesi bir ilginin analizini pesimist bir bakış açısıyla yapabilirsiniz. You can say, "The nation has no job, it's busy with such empty things" and you can analyze such an interest from a pessimistic point of view. Ben tabiki ne konuyu boş görüyorum ne de böylesine bir ilgi gösterilmesini eleştirecek değilim. Of course, I neither see the subject as empty nor will I criticize such an interest. Ama dedim ya konumuz bugün uzay değil. But as I said, our topic is not space today. Bir sosyal medya kampanyasına adeta roket hızında tepki vermemiz. Our rocket-like reaction to a social media campaign. Ülke olarak çok büyük bir hızla örgütlenip adeta birbirimize kenetlenip liste başı haline gelebilmemiz. The fact that we, as a country, can organize very quickly and become the top of the list by getting close to each other. Bu iyi bir şey de olabilir, kötü bir şey de… This can be a good thing or a bad thing…

Bir an için kendinizi bir ülke gibi düşünün. Think of yourself as a country for a moment. Adınız Zeynep'se siz “Zeynepli Ülkesi”siniz. If your name is Zeynep, you are the “Zeynepli Country”. Murat'sa “Muratlı Ülkesi.” Selçuksa ya da Osmansa… öyle hemen havaya girmeyin canım, sadece bir metafor kurguluyoruz şu anda, gerçek ülke kurmuyoruz. Murat is "The Land of Murat". If it's Seljuk or Osman... don't get in the mood, my dear, we're just constructing a metaphor right now, we're not building a real country.

Her ülkenin bir iç işleri vardır, bir de dış işleri değil mi? Every country has internal affairs and foreign affairs, right? Başka ülkelerle olan ilişkileri. relations with other countries. İşte her cep telefonunuzu elinize alışınızda ülkenizin dış işleriyle ilgili bir iş yapmış oluyorsunuz. Here, every time you pick up your mobile phone, you are doing a job related to your country's foreign affairs. Telefon çalıyor, komşu ülkenin kralı ya da kraliçesi sizi arıyor. The telephone rings, the king or queen of the neighboring country is calling you. Konuşuyorsunuz, anlaşıyorsunuz, birlikte bir şeyler yapıyorsunuz. You talk, you get along, you do things together. Gayet güzel. It's pretty cool. Dış ülkelerle ilişki geliştirmek. Developing relations with foreign countries. Sonra hazır telefon eldeyken Instagram'ı açıp kaydırmaya başlıyorsunuz. Then, with the phone at hand, you open Instagram and start scrolling. O da bir çeşit dünya turu yapmak gibi. It's kind of like doing a world tour. Hiç tanımadığınız, gerçek hayatta görmediğiniz ülkeleri (yani insanları) görüyorsunuz. You see countries (that is, people) that you have never met, that you have not seen in real life. “Ooo Ayşeli ülkesi yazı erken getirmiş.” “Salihli ülkesinde odun köfteleri götürüyorlar, afiyet olsun.” Tabi bunları görünce ister istemez siz de hem köfte yemeyi hem de yaza formda girmeyi diliyorsunuz. “Ooo Ayşeli country brought the summer early.” “They take wood meatballs in Salihli country, bon appetit.” Of course, when you see these, you inevitably wish to eat meatballs and enter the summer in shape. Ama unutmayın bu gördükleriniz bir çeşit ülke tanıtımı. But remember, this is a kind of country presentation. Gerçek ülkeler de kendisini tanıtırken biraz abartmıyor mu? Don't real countries exaggerate when they introduce themselves? Ülkesinin plajlarını tabiki böyle gösterecek, şöyle değil. Of course he will show his country's beaches like this, not like that. Önemli olan bunun farkında olmak. The important thing is to be aware of this. Gördüklerimize kendimizi fazla kaptırmamak ve biraz da iç işlerimizle ilgilenmek. Not to get too caught up in what we see and to take care of our internal affairs.

“Barışlı ülkesinin ekonomik olarak güçlenmesi için ne gibi düzenlemeler yapabilirim?” Çünkü Instagram'a ne kadar mükemmel fotoğraflar koyarsam koyayım, gerçekte istediğim hayatı tam olarak yaşayamıyorum. “What arrangements can I make for his peaceful country to become economically stronger?” Because no matter how many great photos I post on Instagram, I can't really live the life I want. “E komşu ülke Sinanlılar beni kıskanıyor” demek de yetmiyor. It is not enough to say “The people of Sinan, the neighboring country, are jealous of me”. Gerçek anlamda bir şeyler yapmam lazım. I really need to do something. Bir değer üretmeliyim. I have to generate a value. Ben de Mars'a gitmek istiyorum ama önce içinde yaşadığım bu dünyaya pozitif bir katkı sağlamalıyım. I also want to go to Mars, but first I have to make a positive contribution to this world I live in.

Peki iç işlerimize yönelelim o zaman. Well, let's move on to our internal affairs then. Ne yapmamız gerekiyor? What should we do? Kendi kaynaklarımızı gözden geçirmemiz. Reviewing our own resources. Gerçek ülkelerin kaynakları nelerdir? What are the resources of real countries? Petroldür, değerli madenlerdir vs. Peki sizin kişisel ülkenizin en değerli kaynağı nedir? Petroleum, precious metals etc. So what is your personal country's most valuable resource? Vaktiniz! It's your time! Boşuna “vakit = nakit” denmiyor. It's not called "time = cash" for nothing. Vakti nakte dönüştürebilmek için madencilik yapmak gerekiyor. Mining is required to turn time into cash. Vakit madenciliği “dikkat”le yapılır. Time mining is done with “attention”. Sizin dikkatinizle. with your attention. Dolayısıyla doğru formül şöyle olmalı: “dikkat + vakit = nakit” Yani özdeyişimizi de güncellememiz gerekiyor: “dikkatli geçirilen vakit, nakittir.” So the correct formula should be: “attention + time = cash” So we also need to update our motto: “careful time is money.”

Evet bu kaynak o kadar önemli. Yes, this resource is that important. Çünkü herkesin her gün 24 saati var. Because everyone has 24 hours a day. Bu sabit. This is fixed. Ama dikkat süresi değişken. But attention span is variable. Herkes için farklı. It's different for everyone. Bazıları için tek oturuşta 4 saat bazıları için değişik zamanlarda toplam 2 saat. For some, 4 hours in one sitting, for some, 2 hours in total at different times. Bazıları için gece, bazıları için gündüz. Night for some, day for others. Son derece sınırlı bir kaynak bu. This is an extremely limited resource. Dikkat kaynağı. A source of attention. O yüzden onu harcarken, Mars'a filan gönderirken cebinizdeki parayı harcamaktan daha titiz, daha tutumlu olmalısınız. So when you spend it, you have to be more careful and frugal than spending the money in your pocket while sending it to Mars or something.

Dikkat! Dikkatinizi en çok dağıtan şey de öbür cebinizde. The thing that distracts you the most is in your other pocket. Tüm dış tehditler buradan geliyor. All external threats come from here. Sizi tuvalette bile yalnız bırakmıyor. He doesn't leave you alone even in the toilet. Bunun içinde çeşitli sosyal medya mecralarına mevzilenmiş emperyalist güçler, dikkatinizi sömürmek için hazır bekliyor. Within this, imperialist powers deployed on various social media channels are ready to exploit your attention. Hala metaforumuzun içindeyiz bu arada, fazla heyecanlanmayın, o emperyalist güç sizin en yakın arkadaşınız da olabilir. We're still in our metaphor, by the way, don't get too excited, that imperialist power might be your best friend. Farkında bile olmadan, tüm iyi niyetiyle sizin dikkatinizi sömürerek üstünüzde büyük oyunlar oynuyor olabilir. Without even realizing it, he may be playing big tricks on you by exploiting your attention with all his good intentions. Günümüzde hırsızlıkların en büyüğü belki de bu: dikkat hırsızlığı. This is perhaps the biggest theft today: attention theft. Çünkü maddi olarak bir şeyleriniz çalınsa onun yerine başka bir şey koyabilirsiniz. Because if something is stolen, you can replace it with something else. Ama çalınan dikkatinizin yerine hiç bir şey koyamazsınız. But nothing can replace your stolen attention. O sizin ham maddeniz, enerjiniz, geleceğiniz. It is your raw material, your energy, your future.

Son araştırmalara göre cep telefonlarımıza her gün ortalama 63 bildirim geliyor. According to the latest research, we receive an average of 63 notifications on our mobile phones every day. Ortalama diyorum. I say average. Eminim bir kısmınız yüzlerce bildirimle boğuşuyordur. I'm sure some of you are struggling with hundreds of notifications. Çalışanlar günde ortalama 90 e-posta alıyor ve 40 e-posta yazıyor. Employees receive an average of 90 emails a day and write 40 emails. Her gün. Her 3 dakikada bir odağımız değişiyor. Our focus changes every 3 minutes. Beynimizin dört lobundan ikisi sürekli bir mücadele halinde. Two of the four lobes of our brain are in constant struggle. Bazıları bunu bir halat çekme yarışmasına benzetiyor. Some liken it to a tug-of-war competition. Beynimizin bir lobu halatı kendi alanına yani dikkat dağıtıcı şeylere çekmeye çalışırken, diğer lobu odaklanmayı gerektiren görevleri yerine getirebilmek için halata asılıyor. While one lobe of our brain tries to pull the rope into its own space, that is, distractions, the other lobe hangs on the rope to perform tasks that require focus. Eğer başarırsa odaklanabilmiş oluyorsunuz. If it succeeds, you are able to focus.

Neyin önemli, neyin önemsiz olduğuna beyninizdeki bu halat yarışları karar veriyor. These rope races in your brain decide what is important and what is not. Size önemsiz gibi görünen bazı işler için bile beyniniz sürekli bir “challenge” içinde. Your brain is in a constant “challenge” even for some tasks that seem unimportant to you. En değersiz gibi görünen boş vaktinizde, mesela tuvalette Instagram'da parmağınızla kaydırıp bir sürü fotoğrafa bakmak çok basit gibi görünüyor olabilir. It may seem so simple to swipe through a bunch of photos on Instagram in your most seemingly worthless free time, like on the toilet. Ama siz bunu yaparken hiç farkında olmadan beyniniz sürekli mikro kararlar veriyor. But while you are doing this, your brain is constantly making micro-decisions without even realizing it. Her bir fotoğraf için “güzel mi, değil mi, ne anlama geliyor, altına bir şey yazayım mı, ne yazsam tutar acaba, yine kabız mı oldum ben” gibi irili ufaklı kararlar veriyorsunuz. For each photograph, you make big and small decisions such as "is it beautiful or not, what does it mean, should I write something under it, what will I write, am I constipated again?" Bir fotoğraf için böyle 10 mikro karar verseniz beyninizde her gün sadece Instagram için on binlerce halat çekme yarışı yapılıyor demektir. If you make 10 micro decisions like this for a photo, it means that there are tens of thousands of tug-of-war in your brain every day just for Instagram. Yanlış anlaşılmasın, amacım Instagram'ı ya da başka bir sosyal medyayı hedef tahtası yapmak değil. Don't get me wrong, it's not my intention to target Instagram or any other social media. İçeride neler olup bittiğini anlayıp, daha bilinçli kullanıcılar haline gelmemizi sağlamak. To understand what is going on inside and to enable us to become more conscious users. Çünkü bunları kendi hayat ülkelerimiz için bir fırsata da dönüştürebiliriz. Because we can turn these into an opportunity for our own countries of life.

Gerçek dünyadaki ülkeler kendileriyle ilgili tehditleri değerlendirirken aynı zamanda fırsatları da görmeye çalışırlar. Real-world countries try to see opportunities while assessing their own threats. Bir SWOT analizi yaparlar. They do a SWOT analysis. İşte cebimizdeki bu büyük tehdit aynı zamanda bize inanılmaz fırsatlar da sunuyor. This great threat in our pocket also offers us incredible opportunities. Düşünsenize hayatınız boyunca okuduğunuz ve okuyabileceğiniz tüm kitaplar bir cep telefonunun içine rahatlıkla sığabilir. Think about it, all the books you have read and can read throughout your life can easily fit in a mobile phone. Sosyal medyada doğru insanlara ulaşabilirseniz bu kişiler sizin en önemli öğretmeniniz haline gelebilir. If you can reach the right people on social media, they can become your most important teacher. Ofis işlerini yapmak için masa başında çalışmanıza gerek kalmayabilir. You may not need to work at a desk to do office work. Ancak tüm bunlar için önce zayıflıklarımızın farkında olmamız gerekiyor. But for all this, we need to be aware of our weaknesses first. SWOT analizimize dönecek olursak, zayıf olduğumuz yanlar neler? Returning to our SWOT analysis, what are our weaknesses? İrade eksikliği mi? Lack of will? Disiplin mi? Is it discipline? Sorumluluk duygusu mu? A sense of responsibility? Önce bunları kendimize itiraf etmemiz gerekiyor. First we have to admit them to ourselves. Öte yandan güçlü yanlarımız da vardır mutlaka. On the other hand, we also have strengths. Bunları da listelersek artık iyi bir strateji ortaya koyabiliriz. If we list these as well, we can now come up with a good strategy. Ben bu videoda güçlü yanlarınıza ekleyebileceğiniz bir teknik önermek istiyorum. In this video I would like to suggest a technique that you can add to your strengths.

E-postalar konusunda bir araştırma yapılmış. Research has been done on e-mails. İki gruptan ilkine “gelen kutusu”nu diledikleri zaman kontrol edebilecekleri söylenmiş. The first of the two groups was told that they could check their "inbox" whenever they wanted. Diğer grupsa sınırlandırılmış. The other group is restricted. Sadece üç kez bakabileceklermiş. They could only look at it three times. Gün içinde farklı zamanlarda e-posta kutusunu kontrol eden, gelenleri okuyan, başkalarına mesaj yazan kişilerin; yani bölük pörçük iş yapanların çok daha stresli olduğu ve daha çok yorulduğu tespit edilmiş. People who check their e-mail box at different times during the day, read incoming messages, write messages to others; In other words, it has been determined that those who do piecemeal work are much more stressed and more tired. Dolayısıyla size önereceğim teknik işlerinizi biriktirip toplu olarak yapmak. Therefore, what I would recommend to you is to collect your technical works and do them collectively. Herkesin temposu farklı. Everyone's pace is different. O yüzden gelen kutusunu günde kaç kez kontrol edeceğinizi ya da yapmanız gereken işleri ne sıklıkta yapacağınızı size söyleyemem. So I can't tell you how many times a day you will check your inbox or how often you will do the things you need to do. Buna siz karar vermelisiniz. You must decide this. Anahtar kelimelerimiz sınırlandırmak ve toplu olarak yapmak. Limiting our keywords and doing it in bulk. Örneğin ben günde sadece bir kez bakıyorum ve en fazla yarım saat ayırıyorum. For example, I only look at it once a day, and I set aside a maximum of half an hour. Aynı sınırlandırmayı sosyal medya için de yapıyorum. I do the same limitation for social media. Her istediğimde değil, belli zamanlarda göz atıyorum. I browse at certain times, not whenever I want. O cazibeden korunmak tabiki çok zor oluyor ama elimden geleni yapıyorum, mesela cep telefonumun en değerli en göze batan yerine benim için en önemli olan şeyleri koyuyorum. Of course, it is very difficult to protect from that attraction, but I do my best, for example, I put the most important things for me in the most valuable and most conspicuous place of my mobile phone. Hem cep telefonumun ekranını hem de hayatımı tasarlıyorum. I design both the screen of my mobile phone and my life.

Sonuçta bazı şeyleri kaçırıyorum. After all, I'm missing something. Bazılarını geç fark ediyorum. I notice some of them too late. O yüzden geçen hafta sosyal medyada esen NASA'nın “ismini Mars'a gönder” rüzgarını, bu konularla çok ilgili bir kişi olmama rağmen 48 saat sonra görebildim. That's why I was able to see NASA's "send your name to Mars" wind blowing on social media last week, 48 hours later, even though I'm very interested in these issues. Bazı şeyleri hiç göremiyorum. Some things I can't see at all. Yetişemiyorum. Ama buna değiyor. But it's worth it. Çünkü o sırada kendi hayat ülkemin iç işleriyle ilgileniyorum. Because at that time I was dealing with the internal affairs of my own country of life. İçimdeki değerli madenleri keşfedip, onları saklı oldukları yerlerden “tüm dikkatimi kullanarak” çıkartmaya çalışıyorum. I try to discover the precious metals within me and extract them from their hiding places “using my full attention”.

Çok becerikli olduğumu söyleyemem. I can't say I'm very talented. Ama en azından deniyorum. But at least I'm trying. Çünkü biliyorum ki bunu benim için benden başka hiç kimse yapamaz. Because I know that no one else can do this for me but me. Tüm sorumluluk bende. All responsibility is mine. Hayatınızla ilgili tüm sorumluluk sizde. You have full responsibility for your life.

Kendi hayat ülkelerimizin dış işlerinde çok başarılı olduğumuz ortada. It is obvious that we are very successful in the foreign affairs of our own countries of life. Mars'a ismini göndermek isteyen diğer tüm ülkelerden hatta oraya uzay aracını gönderecek Amerikalılardan bile daha hızlıyız. We are faster than any other country that wants to send its name to Mars, even the Americans who will send a spacecraft there. Artık NASA'da çalışan herkes Türkiye'nin bu konudaki hevesini gördü. Everyone working at NASA has seen Turkey's enthusiasm for this issue. Bu gerçekten ülke adına çok güzel bir fırsat. This is really a great opportunity for the country. Ama kendi hayat ülkelerimiz için aynı zamanda bir tehdit. But it is also a threat to our own life countries. Çünkü dışarıda, sosyal medyada bu kadar çok, bu kadar hızlı, bu kadar aktif olabiliyorsak bir yandan kendi içimizdeki bazı şeyleri, önceliklerimizi ihmal ediyor da olabilir miyiz acaba? Because if we can be so active, so fast and so active outside, on social media, is it possible that we are also neglecting some of our own priorities and priorities?

Mars'a ismimizi göndermeyi istemek bence çok güzel. I think it's nice to ask to send our name to Mars. Gelecek adına çok ümit verici. Very promising for the future. Bir vizyon göstergesi. A vision indicator. Ama dışarıya karşı “bak ben de ismimi Mars'a gönderiyorum, ben de Dimyat'a pirince gidiyorum” derken, tüm dikkatini bu işlere verirken evdeki bulgurdan olmayalım sonra. But when you say to the outside, "Look, I'm sending my name to Mars, I'm going to Dimyat for rice", while giving all your attention to these works, let's not be the bulgur at home. Bir gün başka bir dünyaya sadece ismimizi değil cismimizi de göndermek, oraları varlığımızla doldurmak istiyorsak önce kendi dünyamızdaki boşlukları bir gözden geçirmeliyiz. If one day we want to send not only our name but also our body to another world and fill them with our existence, we must first review the gaps in our own world. Bu da ancak sorumluluğu ele alarak, vaktini dikkatli harcayarak olur. This can only happen by taking responsibility and spending your time carefully. Şimdi. Now. Yavaşça elinizdeki telefonu yere bırakın ve kendi ülkelerinize dönün. Gently put your phone down and return to your home countries. Onu listelerde en üst sıralara taşıyın. Move it to the top of the charts. Hayat ülkenizin lideri olun! Be the leader of your life country!