×

We use cookies to help make LingQ better. By visiting the site, you agree to our cookie policy.


image

Kaderi Değiştiren, Gelmiş Geçmiş En Büyük Yalan

Gelmiş Geçmiş En Büyük Yalan

Bazıları, hayatta idare edebilmek için birazcık yalan söylemeniz gerektiğini iddia eder. Belki yalanın kimseye zarar vermediği ve yalan söylediğiniz şey yanınıza kâr kaldığı sürece, yalanda sorun olmadığını düşünüyorlardır. Fakat sorun, yalanın aldatma üzerine kurulu olduğu ve hiç kimsenin aldatılmaktan hoşlanmadığıdır. Başkasının sizin hakkınızda hiç yalan söylediği oldu mu? Hakkınızda bir yalanın yayılmasından daha kötüsü, başkalarının bu yalana inanmalarıdır! Binlerce yıldır insanlar tarihin en büyük yalanıyla aldatılıyor. Nedir bu yalan? Okumaya devam edip öğreneceğiz. Bir gün, perdeci Sedat dükkânına giren bir Amerikalı'yı görünce şaşırdı. Amerikalı iş için Türkiye'ye yeni taşınmıştı ve kısa bir ziyaretin ardından iki adam çabucak arkadaş olmuşlardı. Sedat, Tom'u akıllı ve esprili olduğu için seviyordu. Fakat en önemlisi , Tom'un dürüstlüğünü, yargılayıcı olmayan tavrını ve karısına olan sadakatini beğeniyordu. Sedat, Tom'a Türk yaşamını öğretmeyi amaç edindi. Onu hamama ve pazara götürdü, hatta Ramazan'da evine iftara çağırdı. İlkbaharda da aileleriyle sık sık kent dışındaki tepelerde pikniğe giderlerdi. Sedat aynı zamanda Tom'un kendisini, perdeci olmasına bakmayarak, akıllı bir adam olarak kabul etmesinden hoşlanırdı. Böylece iki adam birlikte çay içer, gülüp eğlenir ve hayat hakkında konuşurlardı. Ancak arkadaşlıkları, Sedat'ın içki dükkânı işleten amcasından tepki gördü. Amca, Tom'dan belki de içki içmediği için hoşlanmamıştı. Sebebi ne olursa olsun, Sedat'a her zaman şöyle diyordu: “O Amerikalı'yla yalnızca parası olduğu için zaman geçiriyorsun.” Bazen Tom perde mağazasında Sedat ile otururken amcası gelirdi. Sedat'a dönerek, sanki Tom hiç Türkçe anlayamıyormuş gibi, şöyle derdi: “Bu Amerikalı'dan bir menfaatin var, öyle değil mi?” Sedat'ın incindiği ve utandığı gözlerinden okunurdu. Arkadaşlıklarının gerçek olduğunu bildiği için inciniyordu ve amcasının bir misafire bu şekilde davranmasından da çok utanıyordu. İyi günde arkadaşlıkları korumak kolaydır. Ancak dostluğun gerçek denenmesi sıkıntı zamanlarında olur. Dört yıllık dostluktan sonra, Sedat sıkıntılı zamanlardan geçmeye başlamıştı. Önce küçük oğlu nadir görülen bir omurga hastalığına yakalandı. Kısa bir süre sonra da, Sedat'ın dükkânını kiraladığı binanın mal sahibi binayı sattı. Yeni mal sahibi binayı başka bir amaçla kullanmak istiyordu ve Sedat dükkândan çıkarılınca, yaklaşık bir yıl süreyle hiçbir gelir elde edemedi. Dostluklarının sağlamlığı işte bu şartlar altında denenecekti. Sedat dürüst ve şerefli bir adamdı. Tom'un dostu olduğunu biliyordu ve rahatlıkla maddi yardım isteyebilirdi, ancak Tom'dan hiçbir zaman para istemedi. Tom ise, karısına gösterdiği sadakatin aynısını dostluklarına da yansıttı. Yaklaşık bir yıl boyunca her hafta, Tom hastaneye gelip Sedat'ın oğlunun başucunda oturdu ve ona masallar anlattı. 2 Sedat'ın amcasının bir kez bile yapmadığı bir hareketti bu. Sedat'ın sıkıntıları geçtikten uzun süre sonra, Tom tekrar Türkiye'ye dönme fırsatı buldu. Sedat Tom'u havaalanında karşıladı, onu yeni dükkânına götürdü ve birlikte asma altında çay içtiler. Havadan sudan konuştuktan sonra, Tom sözü Sedat'ın eski sıkıntılarına getirdi. Arkadaşının gözlerinin içine bakarak bir itirafta bulundu, “Sedat, o zaman sana yeni bir dükkân açmana yardımcı olmak için 3000 dolar vermeyi ne kadar çok istedim, bilemezsin. Ancak amcanın suçlamalarını hatırladım. O yalancı adama anlatacak bir hikâye çıkararak seni ve dostluğumuzu lekelemek istemedim. Senin ne kadar büyük sıkıntılardan geçtiğini görmeme rağmen, hiç kimse arkadaşlığını satın aldığımı sanmasın diye, o parayı vermemeye karar verdim. Sedat gözyaşlarıyla karşılık verdi: “Ailemi düşündüğünü ve sahip olduğun her şeyi bana verebileceğini biliyordum. Fakat bana para vermemekle gerçekten de dostluğumuza önem verdiğini kanıtlamış oldun. Açıkçası, ben de amcamı yalancı çıkarmak için bana hiçbir şey vermeyeceğini umuyordum. Zor fakat akıllıca bir karar vermişsin.” Tom, amcanın nasıl olduğunu sordu ve Sedat şu yanıtı verdi: “Amcamı kaybettik. Yalnız ve arkadaşsız öldü. Sen gittiğinden beri bu konuda çok düşündüm, ve şu sonuca vardım: dostu olmayan bir adam her zaman gerçek dostluğa karşı tepki gösterir, çünkü iki şeyi, sadakati ve sevgiyi hiçbir zaman anlayamaz.” Tarihin en eski kayıtlı olaylarına, muhtemelen yazının icadına kadar geri dönüp baktığımızda, Eyüp peygamberin öyküsünü buluyoruz! Onun öyküsü Kutsal Kitap'taki en etkileyici öykülerden biri, çünkü İbrahim peygamberin çağdaşı olan Eyüp, büyük bir sıkıntıdan geçti. Fakat kötü olduğu için acı çekmedi; aksine, başına gelenler iyi olduğu için geldi! Eyüp'ün de, Sedat gibi, birinin lekelemek istediği bir dostluğu vardı. Ancak benzerlik bu kadardı, çünkü Eyüp'ün dostu da, düşmanı da, tüm insanlardan daha büyüktü. Evet, Eyüp'ün dostu Allah'tı, iftiracısı ise bizzat Şeytan'dan başkası değildi. İbranice'de, Şeytan kelimesi “suçlayan” anlamına gelir. Kutsal Kitap çalışmalarımıza devam ettikçe, bu adın ona çok yakıştığını göreceğiz. Aden Bahçesi'nde yılan kılığına girerek, Allah'ın gerçeği Adem ile Havva'dan saklamakla suçlayan oydu. Adem ile Havva'yı Allah'a itaatsizlik etmeleri için ayartan da oydu. Bazı kişiler Şeytan'ın pasif bir kötülük gücü olduğunu, veya yalnızca görevini yaptığını söyleyebilir. Ancak Kutsal Kitap, onun sabırla çalışarak Allah'ın itibarını sarsmaya ve insanların hayatlarını mahvetmeye uğraşan, uğursuz ve çok akıllı bir varlık olduğunu açık bir şekilde bildiriyor. Ve bu amaç yolunda, Eyüp de onun mahvetmeye çalıştıklarından biriydi. Kutsal Kitab'ın Eyüp kitapçığında, Eyüp'ün yaşamından bir kesit görüyoruz. Mutlu, refah içinde yaşayan bir adamdı ve muhtemelen bugünkü Irak sınırları içinde yer alan bir yerde yaşıyordu. Binlerce hayvanı, büyük bir ailesi vardı ve Ortadoğu'nun tüm lezzetlerinin - hurma, üzüm, incir, bal ve kaymak gibi tadını çıkarıyordu. Harika bir hayatı vardı. Ancak daha da iyisi, Kutsal Kitap onun Allah'a bağlı olduğunu ve yetimlere, dullara ve ihtiyarlara iyilik ettiğini söylüyor. Bunu aklımızda tutarak, Eyüp kitapçığının 1. bölümünün 6. ve 7. ayetlerinden itibaren öyküsünü okumaya başlayalım. 6 Bir gün ilahi varlıklar 7 RAB'bin huzuruna çıkmak için geldiklerinde, Şeytan da onlarla geldi. 7 RAB Şeytan'a, “Nereden geliyorsun?” dedi. Şeytan, “Dünyada gezip dolaşmaktan” diye yanıtladı. Anlaşılan gökyüzünde büyük bir kurul toplanmış ve tüm göksel varlıklar Allah'ın huzuruna gelmişti. Huzurda olanlardan biri de Şeytan'dı ve metinden, yeryüzünde dolaşarak pek çok zaman geçirdiğini açıkça anlayabiliyoruz. Peki, ne yapıyor olabilirdi ve neden Allah'ın huzuruna gelmişti? Ayrıntılı bilgi verilmese de, bir sonraki ayetten aldatacak insan aradığı sonucuna varabiliriz. Şimdi, 8. ayetten itibaren, Allah ile Şeytan arasındaki konuşma ya yakından bakın: 8 RAB, “Kulum Eyüp'e bakıp da düşündün mü?” dedi, “Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Kusursuz, doğru bir adamdır. Tanrı'dan korkar, kötülükten kaçınır. ” Allah, kutsallık içindeki kulu Eyüb'le övünüyor. Eyüb'ün Kendi dostu olduğunu ve ona güvenebileceğini biliyordu. Eyüb'ü kötülükle suçlayamayan Şeytan ise, kurnazlıkla Allah ile Eyüp arasındaki dostluğu karalamaya başlıyor. 9-11. ayetlerde iddialarını okuyalım: 9 Şeytan, “Eyüp Tanrı'dan boşuna mı korkuyor?” diye yanıtladı. 10 “Onu, ev halkını, sahip olduğu her şeyi sen çitle çevirip korumadın mı? Elleriyle yaptığı her şeyi bereketli kıldın. Sürüleri bütün ülkeye yayıldı. 11 Ama elini uzatır da sahip olduğu her şeyi yok edersen, yüzüne karşı sövecektir.” Şeytan burada tam olarak ne diyor? Çok açıkça, ve Sedat'ın amcasına benzer bir şekilde, Eyüp'ün Allah'la dostluğunun bir yalandan ibaret olduğunu ve tamamen kişisel çıkarlara dayandığını söylüyor. Esas itibariyle, Şeytan Allah'a “Eyüp seni yalnızca zengin ve güçlü olduğun için seviyor. Bu gerçek bir dostluk değil. Aldatmaca. Senin bereketlerini almış olmasaydı, seninle ilişki kurması için hiçbir neden olmazdı” diyor. Bunlar Şeytan'ın belden aşağı vuruşları. 12- 22 ayetlerinde Allah'ın nasıl yanıt verdiğine bir bakalım: 12 RAB Şeytan'a, “Peki” dedi, “Sahip olduğu her şeyi senin eline bırakıyorum, yalnız kendisine dokunma.” Böylece Şeytan RAB'bin huzurundan ayrıldı. 13 Bir gün Eyüp'ün oğullarıyla kızları ağabeylerinin evinde yemek yiyip şarap içerken 14 bir ulak gelip Eyüp'e şöyle dedi: “Öküzler çift sürüyor, eşekler onların yanında otluyordu. 15 Sabalılar baskın yaptı, hepsini alıp götürdü. Uşakları kılıçtan geçirdiler. Yalnız ben kaçıp kurtuldum sana durumu bildirmek için.” 16 O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip, “Tanrı ateş yağdırdı” dedi, “Koyunlarla uşakları yakıp küle çevirdi. Yalnızca ben kaçıp kurtuldum durumu sana bildirmek için.” 17 O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip,”Kildaniler üç bölük halinde develere saldırdı” dedi, “Hepsini alıp götürdüler, uşakları kılıçtan geçirdiler. Yalnızca ben kurtuldum durumu sana bildirmek için.” 18 O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip, “Oğullarınla kızların ağabeylerinin evinde yemek yiyip şarap içerken 19 ansızın çölden şiddetli bir rüzgar esti” dedi, “Evin dört köşesine çarptı; ev gençlerin üzerine yıkıldı, hepsi öldü. Yalnız ben kurtuldum durumu sana bildirmek için.” 20 Bunun üzerine Eyüp kalktı, kaftanını yırtıp saçını sakalını kesti, yere kapanıp tapındı. 21 Dedi ki,"Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim. RAB verdi, RAB aldı, RAB'bin adına övgüler olsun!" 22 Bütün bu olaylara karşın Eyüp günah işlemedi ve Tanrı'yı suçlamadı. Bu ayetlerde görebileceğimiz birkaç şey var. Öncelikle, tüm bunlar Şeytan'ın habis işleri neticesinde oldu. Tüm bu felâketlerin sorumlusu oydu. İkincisi, Eyüp bu durumu günaha düşmek için bir bahane olarak görmedi. Dosdoğru ve Allah'a sadık olarak kaldı. Üçüncüsü, Allah'ı herhangi bir haksızlıkla suçlamadı. Son olarak da, her şeyini kaybetmesine rağmen Eyüp'ün Allah'la ilişkisi sağlam kaldı. Kötü bir şey olduğu için Allah'tan vazgeçen birini tanıyor musunuz? Ya da, Şeytan'ın yaptığı bir şeyden ötürü O'nu suçlayan? Belki de onlara gerçek düşmanın kim olduğunu söylemelisiniz! Eyüp kitapçığının ikinci bölümünde, Şeytan, dostluklarının Allah'ın Eyüp'e sağlık vermesine dayalı olduğunu iddia ederek saldırılarına devam ediyor. Öyküyü Eyüp 2. bölüm, 3-7 ayetlerinden itibaren okumaya devam edelim: 3 RAB, “Kulum Eyüp'e bakıp da düşündün mü?” dedi, “Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Kusursuz, doğru bir adamdır. Tanrı'dan korkar, kötülükten kaçınır. Onu boş yere yok etmek için beni kışkırttın, ama o doğruluğunu hâlâ sürdürüyor.” 4 “Cana can!” diye yanıtladı Şeytan, “İnsan canı için her şeyini verir. 5 Elini uzat da, onun etine, kemiğine dokun, yüzüne karşı sövecektir.” 6 RAB, “Peki” dedi, “Onu senin eline bırakıyorum. Yalnız canına dokunma.” 7 Böylece Şeytan RAB'bin huzurundan ayrıldı. Eyüp'ün bedeninde tepeden tırnağa kadar kötü çıbanlar çıkardı. Bir kez daha, Eyüp'ün acılarının nedeni Şeytan. Allah Şeytan'ın saldırılarını kısıtlamasaydı onun kesinlikle Eyüp'ü öldürecek olduğundan emin olabiliriz. Ancak Allah bunun olmasına izin verecek değildi. Şeytan'ın umudu, Eyüp'ün baskı altında kalarak Allah'ı inkâr etmesi, başına gelen aksiliklerden ötürü O'nu suçlamasıydı. Fakat Eyüp, çektiği büyük acıya rağmen zor olan kararı vererek, Allah'ın iyi olduğuna dair inancına sıkı sıkıya sarıldı. Ne yazık ki Eyüp'ün karısında aynı iman yoktu. Bir iftiracısı olduğu yetmezmiş gibi, Eyüp'ün karısı da ona katıldı. Konuşulanları 9. ve 10. ayetlerde okuyabiliriz: 9 Karısı,“Hâlâ doğruluğunu sürdürüyor musun?” dedi, “Tanrı'ya söv de öl bari!” 10 Eyüp, “Aptal kadınlar gibi konuşuyorsun” diye karşılık verdi, “Nasıl olur? Tanrı'dan gelen iyiliği kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi?” Bütün bu olaylara karşın Eyüp'ün ağzından günah sayılabilecek bir söz çıkmadı. Eyüp'ün karısı, Allah ile ilişkiye yalnızca bundan iyi bir şey gelirse değeceğini ima ediyordu. Buna “iyi gün dostu” denir. Fakat Eyüp'ün karısı, Sedat'ın amcası ve Şeytan'ın bizzat kendisi gibi, gerçek dostluğu yanlış anlamıştı. Eyüp'ün, Allah'tan yarar sağlamak için başkalarına yardım ettiğini sanmıştı. Yürüttüğü mantık, “Çıkar yoksa ilişki yoktur” şeklindeydi. Eyüp'ün Allah'ı, aldıklarından dolayı değil, kişiliğinden dolayı sevdiğini anlamamıştı. HAYIR! Bir dostu yalnızca bir şeyi elde etme yolu olarak görenler, dostluğun gerçek zevkini yakalayamıyorlar. Allah'ı cennete gitme yolu olarak görenler de O'nun dostluğunun gerçek anlamını, dolayısıyla da cennetin kapısını gözden kaçırmış oluyorlar. Bunlar, dostluğun rüşvetle, hediyelerle ve aldatıcı sözlerle satın alınabileceğini düşünen sahte dostlar. Fakat Allah kandırılamaz, rüşvetle satın alınamaz ve ikna edilemez. O, sahte dostluğu da kabul etmez. İşte modern bir kahramanın gerçek öyküsü. Nasuh Mahruki gerçek bir Türk, bir İstanbul çocuğu. Everest Tepesi'ne başarıyla tırmanan ilk Türk ve yüksek dağlardaki gezileri ona “Kar Leoparı” lâkabını kazandırmış. Pek çok kişinin bilmediği şey, Nasuh Mahruki'nin kendisine iftira atılmasının ne demek olduğunu bildiği. Mahruki'nin Everest'e tırmanan ilk Türk olmasından bir yıl sonra, Greg Childs isimli bir dağcı Outside dergisinde onunla ilgili bir yazı yazdı. Childs dergide, Constantin adlı Romanyalı bir dağcının hayatını nasıl kurtardığını anlatıyordu. Childs, yazısında Mahruki'nin Everest'e tırmanışıyla ilgili ayrıntılarda hatalar yapmıştı. Yanlış bir şekilde, Mahruki'nin, Everest'e tüm tırmanış boyunca oksijen kullandığını belirtmekle kalmamış, (büyük bir dağcı için küçümseyici bir yorum) aynı zamanda Mahruki'nin zirveye ulaşmasının gerçekte olduğundan çok daha uzun sürdüğünü savunmuştu. Mahruki'nin şansına, yaklaşık 15 görgü tanığı Childs'ın hatalı olduğuna tanıklık ederek, bu bilgileri yanlış çıkarttılar. Ancak iftiralar devam etti ve Childs, Nasuh Mahruki'nin “hazırlık yapmaya karşı düşüncesizce bir aldırmazlığı, küstah bir benmerkezci tavrı ve dağa ve spora karşı büyük bir saygısızlığı” olduğunu iddia etti. Bu, dünya çapında izleyicisi olan birine yapılan kişisel düzeyde bir iftiraydı! O noktada Mahruki'nin bir seçim yapması gerekiyordu. Childs'a karşılık vererek onu kötüleyebilir ve bir intikam planı kurabilir, ya da Childs'ın yazdıklarına kimsenin inanmayacağı bir yaşam tarzıyla yaşayabilirdi. Nasuh Mahruki ikinci hareket tarzını benimsedi. Mahruki, alenî suçlamalardan sonra acı bir hayat yaşamak yerine, Türkiye'yi yalnızca spordaki başarılarıyla değil, sürekli arama-kurtarma ve yardım çalışmalarıyla da şereflendirmeye devam etti. İster deprem, ister sel, ister tsunami olsun, AKUT (Arama Kurtarma Derneği) ve Mahruki güçlü yardım ellerini uzatarak orada oldular.

Eyüp de, Mahruki gibi tüm iftiralara karşı dürüstlüğünü korumayı ve başına gelen aksiliklerden dolayı Allah'ı suçlamamayı seçti. Sonunda Şeytan savaşı kaybetti ve Eyüp'ün malları yeniden kendisine verilerek eski haline getirildi. Eyüp'ün öyküsünden, Şeytan'ın kişilik dışı bir güç olmayıp, aksine Allah ile insanın arasını bozmanın hesabını yapan uğursuz bir yalancı olduğunu öğrendik. İnsanların her aksilikten ötürü Allah'ı suçlamalarını sağlamaktan ve sonuçta Allah'ı güvenilmez biri olarak resmetmekten daha çok sevdiği bir şey yoktur. Ancak asıl güvenilmez olanın Şeytan'ın kendisi olduğu ve sevginin veya sadakatin anlamını bilmediği çok açık. Başka sefer başınıza kötü bir şey geldiğinde ve Allah'ın size zorluk verdiğini düşünmeye başladığınızda, Eyüp'ün öyküsü size gerçekte suçlanması gerekenin kim olduğunu hatırlatsın! Allah, Eyüp'ün kaderi gibi görünen şeyi değiştirebildiyse, sizin kaderinizi de değiştirebilir. .


Gelmiş Geçmiş En Büyük Yalan The Biggest Lie of All Time

Bazıları, hayatta idare edebilmek için birazcık yalan söylemeniz gerektiğini iddia eder. Some would argue that you have to lie a little to be able to get along in life. Belki yalanın kimseye zarar vermediği ve yalan söylediğiniz şey yanınıza kâr kaldığı sürece, yalanda sorun olmadığını düşünüyorlardır. Fakat sorun, yalanın aldatma üzerine kurulu olduğu ve hiç kimsenin aldatılmaktan hoşlanmadığıdır. But the problem is that lying is based on deception and nobody likes to be cheated. Başkasının sizin hakkınızda hiç yalan söylediği oldu mu? Has anyone else ever lied about you? Hakkınızda bir yalanın yayılmasından daha kötüsü, başkalarının bu yalana inanmalarıdır! Worse than spreading a lie about you is that others believe it! Binlerce yıldır insanlar tarihin en büyük yalanıyla aldatılıyor. For thousands of years, people have been deceived with the biggest lie in history. Nedir bu yalan? Okumaya devam edip öğreneceğiz. Bir gün, perdeci Sedat dükkânına giren bir Amerikalı'yı görünce şaşırdı. One day, the curtain maker was surprised to see an American walking into Sedat's shop. Amerikalı iş için Türkiye'ye yeni taşınmıştı ve kısa bir ziyaretin ardından iki adam çabucak arkadaş olmuşlardı. The American had just moved to Turkey for business, and after a short visit the two men quickly became friends. Sedat, Tom'u akıllı ve esprili olduğu için seviyordu. Sedat loved Tom because he was smart and humorous. Fakat en önemlisi , Tom'un dürüstlüğünü, yargılayıcı olmayan tavrını ve karısına olan sadakatini beğeniyordu. But most of all, he liked Tom's honesty, non-judgmental demeanor, and loyalty to his wife. Sedat, Tom'a Türk yaşamını öğretmeyi amaç edindi. Sedat aimed to teach Tom about Turkish life. Onu hamama ve pazara götürdü, hatta Ramazan'da evine iftara çağırdı. He took him to the Turkish bath and market, and even invited him to his home for iftar in Ramadan. İlkbaharda da aileleriyle sık sık kent dışındaki tepelerde pikniğe giderlerdi. In the spring, they often went on a picnic with their families on the hills outside the city. Sedat aynı zamanda Tom'un kendisini, perdeci olmasına bakmayarak, akıllı bir adam olarak kabul etmesinden hoşlanırdı. Sedat also liked that Tom considers himself a wise man, regardless of whether he was a curtainer. Böylece iki adam birlikte çay içer, gülüp eğlenir ve hayat hakkında konuşurlardı. So the two men would drink tea, laugh and have fun, and talk about life together. Ancak arkadaşlıkları, Sedat'ın içki dükkânı işleten amcasından tepki gördü. However, their friendship received reaction from Sedat's uncle, who ran a liquor store. Amca, Tom'dan belki de içki içmediği için hoşlanmamıştı. Sebebi ne olursa olsun, Sedat'a her zaman şöyle diyordu: “O Amerikalı'yla yalnızca parası olduğu için zaman geçiriyorsun.” Bazen Tom perde mağazasında Sedat ile otururken amcası gelirdi. Sedat'a dönerek, sanki Tom hiç Türkçe anlayamıyormuş gibi, şöyle derdi: “Bu Amerikalı'dan bir menfaatin var, öyle değil mi?” Sedat'ın incindiği ve utandığı gözlerinden okunurdu. Turning to Sadat, he would say, as if Tom could not understand Turkish at all, "You have an interest in this American, right?" It could be seen from his eyes that Sadat was hurt and embarrassed. Arkadaşlıklarının gerçek olduğunu bildiği için inciniyordu ve amcasının bir misafire bu şekilde davranmasından da çok utanıyordu. İyi günde arkadaşlıkları korumak kolaydır. It is easy to keep friendships in a good day. Ancak dostluğun gerçek denenmesi sıkıntı zamanlarında olur. But the real try of friendship is in times of trouble. Dört yıllık dostluktan sonra, Sedat sıkıntılı zamanlardan geçmeye başlamıştı. Önce küçük oğlu nadir görülen bir omurga hastalığına yakalandı. First, his younger son suffered from a rare spinal disease. Kısa bir süre sonra da, Sedat'ın dükkânını kiraladığı binanın mal sahibi binayı sattı. Shortly afterwards, the owner of the building where Sedat rented his shop sold the building. Yeni mal sahibi binayı başka bir amaçla kullanmak istiyordu ve Sedat dükkândan çıkarılınca, yaklaşık bir yıl süreyle hiçbir gelir elde edemedi. Dostluklarının sağlamlığı işte bu şartlar altında denenecekti. The strength of their friendship was to be tested under these conditions. Sedat dürüst ve şerefli bir adamdı. Tom'un dostu olduğunu biliyordu ve rahatlıkla maddi yardım isteyebilirdi, ancak Tom'dan hiçbir zaman para istemedi. He knew he was Tom's friend and could easily ask for financial assistance, but he never asked Tom for money. Tom ise, karısına gösterdiği sadakatin aynısını dostluklarına da yansıttı. Tom reflected the same loyalty he showed to his wife in his friendship. Yaklaşık bir yıl boyunca her hafta, Tom hastaneye gelip Sedat'ın oğlunun başucunda oturdu ve ona masallar anlattı. Every week for about a year, Tom came to the hospital and sat by Sedat's son's bedside and told him stories. 2 Sedat'ın amcasının bir kez bile yapmadığı bir hareketti bu. 2 It was an act that Sadat's uncle had never done once. Sedat'ın sıkıntıları geçtikten uzun süre sonra, Tom tekrar Türkiye'ye dönme fırsatı buldu. Long after Sedat's troubles were over, Tom had the opportunity to return to Turkey again. Sedat Tom'u havaalanında karşıladı, onu yeni dükkânına götürdü ve birlikte asma altında çay içtiler. Sedat met Tom at the airport, took him to his new store, and they had tea together under the vine. Havadan sudan konuştuktan sonra, Tom sözü Sedat'ın eski sıkıntılarına getirdi. After speaking from the air, Tom brought the word to Sadat's old troubles. Arkadaşının gözlerinin içine bakarak bir itirafta bulundu, “Sedat, o zaman sana yeni bir dükkân açmana yardımcı olmak için 3000 dolar vermeyi ne kadar çok istedim, bilemezsin. Looking into his friend's eyes, he confessed, “Sedat, then you have no idea how much I wanted to give you $3000 to help you open a new shop. Ancak amcanın suçlamalarını hatırladım. But I remembered your uncle's accusations. O yalancı adama anlatacak bir hikâye çıkararak seni ve dostluğumuzu lekelemek istemedim. I didn't want to tarnish you and our friendship by coming up with a story to tell that lying man. Senin ne kadar büyük sıkıntılardan geçtiğini görmeme rağmen, hiç kimse arkadaşlığını satın aldığımı sanmasın diye, o parayı vermemeye karar verdim. Even though I saw how much trouble you went through, I decided not to give that money away so that no one would think I bought your friendship. Sedat gözyaşlarıyla karşılık verdi: “Ailemi düşündüğünü ve sahip olduğun her şeyi bana verebileceğini biliyordum. Sedat responded with tears: “I knew you were thinking of my family and that you could give me everything you had. Fakat bana para vermemekle gerçekten de dostluğumuza önem verdiğini kanıtlamış oldun. But by not paying me, you've proven that you really care about our friendship. Açıkçası, ben de amcamı yalancı çıkarmak için bana hiçbir şey vermeyeceğini umuyordum. Frankly, I was hoping you wouldn't give me anything to make my uncle a liar. Zor fakat akıllıca bir karar vermişsin.” Tom, amcanın nasıl olduğunu sordu ve Sedat şu yanıtı verdi: “Amcamı kaybettik. You made a difficult but wise decision.” Tom asked how uncle was, and Sedat replied: “We lost my uncle. Yalnız ve arkadaşsız öldü. Sen gittiğinden beri bu konuda çok düşündüm, ve şu sonuca vardım: dostu olmayan bir adam her zaman gerçek dostluğa karşı tepki gösterir, çünkü iki şeyi, sadakati ve sevgiyi hiçbir zaman anlayamaz.” Tarihin en eski kayıtlı olaylarına, muhtemelen yazının icadına kadar geri dönüp baktığımızda, Eyüp peygamberin öyküsünü buluyoruz! I've thought a lot about this since you left, and I've come to the conclusion that a man with no friend will always react against true friendship because he can never understand two things, loyalty and love.” When we look back at the oldest recorded events in history, possibly to the invention of writing, we find the story of the prophet Job! Onun öyküsü Kutsal Kitap'taki en etkileyici öykülerden biri, çünkü İbrahim peygamberin çağdaşı olan Eyüp, büyük bir sıkıntıdan geçti. Fakat kötü olduğu için acı çekmedi; aksine, başına gelenler iyi olduğu için geldi! But he did not suffer because he was bad; on the contrary, he came because what happened to him was good! Eyüp'ün de, Sedat gibi, birinin lekelemek istediği bir dostluğu vardı. Eyüp, like Sedat, had a friendship that someone wanted to tarnish. Ancak benzerlik bu kadardı, çünkü Eyüp'ün dostu da, düşmanı da, tüm insanlardan daha büyüktü. But that was the resemblance, for Job's friend and foe was greater than any human being. Evet, Eyüp'ün dostu Allah'tı, iftiracısı ise bizzat Şeytan'dan başkası değildi. Yes, Job's friend was God, and his slanderer was none other than Satan himself. İbranice'de, Şeytan kelimesi “suçlayan” anlamına gelir. Kutsal Kitap çalışmalarımıza devam ettikçe, bu adın ona çok yakıştığını göreceğiz. As we continue our Bible studies, we will find that the name suits him well. Aden Bahçesi'nde yılan kılığına girerek, Allah'ın gerçeği Adem ile Havva'dan saklamakla suçlayan oydu. It was he who, disguised as a snake in the Garden of Eden, accused God of hiding the truth from Adam and Eve. Adem ile Havva'yı Allah'a itaatsizlik etmeleri için ayartan da oydu. It was he who tempted Adam and Eve to disobey God. Bazı kişiler Şeytan'ın pasif bir kötülük gücü olduğunu, veya yalnızca görevini yaptığını söyleyebilir. Some people might say that Satan is a passive force of evil, or that he's just doing his job. Ancak Kutsal Kitap, onun sabırla çalışarak Allah'ın itibarını sarsmaya ve insanların hayatlarını mahvetmeye uğraşan, uğursuz ve çok akıllı bir varlık olduğunu açık bir şekilde bildiriyor. The Bible, however, clearly states that he is an ominous and very intelligent being who, by working patiently, seeks to discredit God and ruin people's lives. Ve bu amaç yolunda, Eyüp de onun mahvetmeye çalıştıklarından biriydi. And to that end, Job was one of those he tried to destroy. Kutsal Kitab'ın Eyüp kitapçığında, Eyüp'ün yaşamından bir kesit görüyoruz. In the book of Job of the Bible, we see a section of Job's life. Mutlu, refah içinde yaşayan bir adamdı ve muhtemelen bugünkü Irak sınırları içinde yer alan bir yerde yaşıyordu. Binlerce hayvanı, büyük bir ailesi vardı ve Ortadoğu'nun tüm lezzetlerinin - hurma, üzüm, incir, bal ve kaymak gibi tadını çıkarıyordu. He had thousands of animals, a large family, and enjoyed all the flavors of the Middle East - dates, grapes, figs, honey and cream. Harika bir hayatı vardı. Ancak daha da iyisi, Kutsal Kitap onun Allah'a bağlı olduğunu ve yetimlere, dullara ve ihtiyarlara iyilik ettiğini söylüyor. Bunu aklımızda tutarak, Eyüp kitapçığının 1. bölümünün 6. ve 7. ayetlerinden itibaren öyküsünü okumaya başlayalım. 6 Bir gün ilahi varlıklar 7 RAB'bin huzuruna çıkmak için geldiklerinde, Şeytan da onlarla geldi. 6 One day when the divine beings 7 came to appear before the LORD, Satan came with them. 7 RAB Şeytan'a, “Nereden geliyorsun?” dedi. Şeytan, “Dünyada gezip dolaşmaktan” diye yanıtladı. Anlaşılan gökyüzünde büyük bir kurul toplanmış ve tüm göksel varlıklar Allah'ın huzuruna gelmişti. Apparently, a great council had gathered in the sky and all celestial beings came before Allah. Huzurda olanlardan biri de Şeytan'dı ve metinden, yeryüzünde dolaşarak pek çok zaman geçirdiğini açıkça anlayabiliyoruz. One of those present was Satan, and we can clearly see from the text that he spent a lot of time wandering the earth. Peki, ne yapıyor olabilirdi ve neden Allah'ın huzuruna gelmişti? Ayrıntılı bilgi verilmese de, bir sonraki ayetten aldatacak insan aradığı sonucuna varabiliriz. Although detailed information is not given, we can conclude from the next verse that he is looking for someone to deceive. Şimdi, 8. ayetten itibaren, Allah ile Şeytan arasındaki konuşma ya yakından bakın: 8 RAB, “Kulum Eyüp'e bakıp da düşündün mü?” dedi, “Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Kusursuz, doğru bir adamdır. Tanrı'dan korkar, kötülükten kaçınır. Fears God, avoids evil. ” Allah, kutsallık içindeki kulu Eyüb'le övünüyor. “God is proud of his servant Job in holiness. Eyüb'ün Kendi dostu olduğunu ve ona güvenebileceğini biliyordu. He knew that Job was his friend and that he could trust him. Eyüb'ü kötülükle suçlayamayan Şeytan ise, kurnazlıkla Allah ile Eyüp arasındaki dostluğu karalamaya başlıyor. Satan, who cannot accuse Job of evil, cunningly begins to defame the friendship between Allah and Job. 9-11. ayetlerde iddialarını okuyalım: 9 Şeytan, “Eyüp Tanrı'dan boşuna mı korkuyor?” diye yanıtladı. 9-11. Let's read his claims in verses: 9 Satan asked, “Is Job afraid of God for nothing?” he replied. 10 “Onu, ev halkını, sahip olduğu her şeyi sen çitle çevirip korumadın mı? 10 “Didn't you fence off him, his household, and everything he owned? Elleriyle yaptığı her şeyi bereketli kıldın. Sürüleri bütün ülkeye yayıldı. Their herds spread throughout the country. 11 Ama elini uzatır da sahip olduğu her şeyi yok edersen, yüzüne karşı sövecektir.” Şeytan burada tam olarak ne diyor? Çok açıkça, ve Sedat'ın amcasına benzer bir şekilde, Eyüp'ün Allah'la dostluğunun bir yalandan ibaret olduğunu ve tamamen kişisel çıkarlara dayandığını söylüyor. He says very clearly, and similarly to Sadat's uncle, that Job's friendship with God was a lie and based entirely on self-interest. Esas itibariyle, Şeytan Allah'a “Eyüp seni yalnızca zengin ve güçlü olduğun için seviyor. Essentially, Satan tells God, “Job loves you only because you are rich and powerful. Bu gerçek bir dostluk değil. Aldatmaca. Scam. Senin bereketlerini almış olmasaydı, seninle ilişki kurması için hiçbir neden olmazdı” diyor. If he had not received your blessings, he would have no reason to associate with you.” Bunlar Şeytan'ın belden aşağı vuruşları. These are Satan's hits from the waist down. 12- 22 ayetlerinde Allah'ın nasıl yanıt verdiğine bir bakalım: 12 RAB Şeytan'a, “Peki” dedi, “Sahip olduğu her şeyi senin eline bırakıyorum, yalnız kendisine dokunma.” Böylece Şeytan RAB'bin huzurundan ayrıldı. 13 Bir gün Eyüp'ün oğullarıyla kızları ağabeylerinin evinde yemek yiyip şarap içerken 14 bir ulak gelip Eyüp'e şöyle dedi: “Öküzler çift sürüyor, eşekler onların yanında otluyordu. 15 Sabalılar baskın yaptı, hepsini alıp götürdü. 15 The Sabians raided and took them all. Uşakları kılıçtan geçirdiler. They put the servants to the sword. Yalnız ben kaçıp kurtuldum sana durumu bildirmek için.” 16 O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip, “Tanrı ateş yağdırdı” dedi, “Koyunlarla uşakları yakıp küle çevirdi. Only I escaped to let you know the situation.” 16 Before he could even finish, another messenger came and said, “God has sent fire, and he burned the sheep and servants to ashes. Yalnızca ben kaçıp kurtuldum durumu sana bildirmek için.” 17 O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip,”Kildaniler üç bölük halinde develere saldırdı” dedi, “Hepsini alıp götürdüler, uşakları kılıçtan geçirdiler. Yalnızca ben kurtuldum durumu sana bildirmek için.” 18 O daha sözünü bitirmeden başka bir ulak gelip, “Oğullarınla kızların ağabeylerinin evinde yemek yiyip şarap içerken 19 ansızın çölden şiddetli bir rüzgar esti” dedi, “Evin dört köşesine çarptı; ev gençlerin üzerine yıkıldı, hepsi öldü. Yalnız ben kurtuldum durumu sana bildirmek için.” 20 Bunun üzerine Eyüp kalktı, kaftanını yırtıp saçını sakalını kesti, yere kapanıp tapındı. 21 Dedi ki,"Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim. RAB verdi, RAB aldı, RAB'bin adına övgüler olsun!" The LORD gave, the LORD took, praise be to the name of the LORD!” 22 Bütün bu olaylara karşın Eyüp günah işlemedi ve Tanrı'yı suçlamadı. 22 Despite all these events, Job did not sin and did not blame God. Bu ayetlerde görebileceğimiz birkaç şey var. Öncelikle, tüm bunlar Şeytan'ın habis işleri neticesinde oldu. First of all, all this was the result of the evil works of Satan. Tüm bu felâketlerin sorumlusu oydu. He was responsible for all these disasters. İkincisi, Eyüp bu durumu günaha düşmek için bir bahane olarak görmedi. Second, Job did not see this as an excuse to sin. Dosdoğru ve Allah'a sadık olarak kaldı. He remained upright and faithful to God. Üçüncüsü, Allah'ı herhangi bir haksızlıkla suçlamadı. Son olarak da, her şeyini kaybetmesine rağmen Eyüp'ün Allah'la ilişkisi sağlam kaldı. Finally, despite losing everything, Job's relationship with God remained intact. Kötü bir şey olduğu için Allah'tan vazgeçen birini tanıyor musunuz? Do you know someone who gives up on God because something bad happened? Ya da, Şeytan'ın yaptığı bir şeyden ötürü O'nu suçlayan? Belki de onlara gerçek düşmanın kim olduğunu söylemelisiniz! Maybe you should tell them who the real enemy is! Eyüp kitapçığının ikinci bölümünde, Şeytan, dostluklarının Allah'ın Eyüp'e sağlık vermesine dayalı olduğunu iddia ederek saldırılarına devam ediyor. In the second chapter of Job's booklet, Satan continues his attacks, claiming that their friendship is based on God's healing of Job. Öyküyü Eyüp 2. bölüm, 3-7 ayetlerinden itibaren okumaya devam edelim: 3 RAB, “Kulum Eyüp'e bakıp da düşündün mü?” dedi, “Çünkü dünyada onun gibisi yoktur. Let's continue reading the story from Job chapter 2, verses 3-7: 3 The LORD said, “Have you looked at my servant Job and thought about it?” he said, “Because there is nothing like him in the world. Kusursuz, doğru bir adamdır. He is a perfect, righteous man. Tanrı'dan korkar, kötülükten kaçınır. Onu boş yere yok etmek için beni kışkırttın, ama o doğruluğunu hâlâ sürdürüyor.” 4 “Cana can!” diye yanıtladı Şeytan, “İnsan canı için her şeyini verir. You provoked me to destroy him for no reason, but he still remains true.” 4 “Damn it!” replied Satan. “A man gives his all for his soul. 5 Elini uzat da, onun etine, kemiğine dokun, yüzüne karşı sövecektir.” 6 RAB, “Peki” dedi, “Onu senin eline bırakıyorum. Yalnız canına dokunma.” 7 Böylece Şeytan RAB'bin huzurundan ayrıldı. Eyüp'ün bedeninde tepeden tırnağa kadar kötü çıbanlar çıkardı. Bad boils appeared on Job's body from head to toe. Bir kez daha, Eyüp'ün acılarının nedeni Şeytan. Once again, the cause of Job's suffering is Satan. Allah Şeytan'ın saldırılarını kısıtlamasaydı onun kesinlikle Eyüp'ü öldürecek olduğundan emin olabiliriz. We can be sure that if God had not restrained Satan's attacks, he would certainly have killed Job. Ancak Allah bunun olmasına izin verecek değildi. Şeytan'ın umudu, Eyüp'ün baskı altında kalarak Allah'ı inkâr etmesi, başına gelen aksiliklerden ötürü O'nu suçlamasıydı. It was Satan's hope that Job, under pressure, would deny God, blaming Him for his misfortunes. Fakat Eyüp, çektiği büyük acıya rağmen zor olan kararı vererek, Allah'ın iyi olduğuna dair inancına sıkı sıkıya sarıldı. But Job made the difficult decision despite the great pain he had suffered, and clung to his belief that God was good. Ne yazık ki Eyüp'ün karısında aynı iman yoktu. Unfortunately, Job's wife did not have the same faith. Bir iftiracısı olduğu yetmezmiş gibi, Eyüp'ün karısı da ona katıldı. As if it wasn't enough that he had a slanderer, Job's wife joined him. Konuşulanları 9. ve 10. ayetlerde okuyabiliriz: 9 Karısı,“Hâlâ doğruluğunu sürdürüyor musun?” dedi, “Tanrı'ya söv de öl bari!” 10 Eyüp, “Aptal kadınlar gibi konuşuyorsun” diye karşılık verdi, “Nasıl olur? Tanrı'dan gelen iyiliği kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi?” Bütün bu olaylara karşın Eyüp'ün ağzından günah sayılabilecek bir söz çıkmadı. Eyüp'ün karısı, Allah ile ilişkiye yalnızca bundan iyi bir şey gelirse değeceğini ima ediyordu. Job's wife implied that a relationship with God was worth it only if something good came from it. Buna “iyi gün dostu” denir. Fakat Eyüp'ün karısı, Sedat'ın amcası ve Şeytan'ın bizzat kendisi gibi, gerçek dostluğu yanlış anlamıştı. Eyüp'ün, Allah'tan yarar sağlamak için başkalarına yardım ettiğini sanmıştı. He thought that Job was helping others to benefit from God. Yürüttüğü mantık, “Çıkar yoksa ilişki yoktur” şeklindeydi. His logic was “No interest, no relationship”. Eyüp'ün Allah'ı, aldıklarından dolayı değil, kişiliğinden dolayı sevdiğini anlamamıştı. He did not understand that Job loved God not because of what he received, but because of his personality. HAYIR! Bir dostu yalnızca bir şeyi elde etme yolu olarak görenler, dostluğun gerçek zevkini yakalayamıyorlar. Those who see a friend only as a way to get something are not able to capture the true pleasure of friendship. Allah'ı cennete gitme yolu olarak görenler de O'nun dostluğunun gerçek anlamını, dolayısıyla da cennetin kapısını gözden kaçırmış oluyorlar. Those who see Allah as the way to go to heaven are missing the true meaning of His friendship, and therefore the door of heaven. Bunlar, dostluğun rüşvetle, hediyelerle ve aldatıcı sözlerle satın alınabileceğini düşünen sahte dostlar. These are fake friends who think that friendship can be bought with bribes, gifts and deceitful promises. Fakat Allah kandırılamaz, rüşvetle satın alınamaz ve ikna edilemez. But God cannot be deceived, bribed or persuaded. O, sahte dostluğu da kabul etmez. He also does not accept false friendship. İşte modern bir kahramanın gerçek öyküsü. Here is the true story of a modern hero. Nasuh Mahruki gerçek bir Türk, bir İstanbul çocuğu. Everest Tepesi'ne başarıyla tırmanan ilk Türk ve yüksek dağlardaki gezileri ona “Kar Leoparı” lâkabını kazandırmış. Pek çok kişinin bilmediği şey, Nasuh Mahruki'nin kendisine iftira atılmasının ne demek olduğunu bildiği. What many do not know is that Nasuh Mahruki knows what it means to be slandered. Mahruki'nin Everest'e tırmanan ilk Türk olmasından bir yıl sonra, Greg Childs isimli bir dağcı Outside dergisinde onunla ilgili bir yazı yazdı. A year after Mahruki became the first Turk to climb Everest, a mountaineer named Greg Childs wrote an article about him in Outside magazine. Childs dergide, Constantin adlı Romanyalı bir dağcının hayatını nasıl kurtardığını anlatıyordu. In the magazine Childs described how a Romanian mountaineer named Constantin saved his life. Childs, yazısında Mahruki'nin Everest'e tırmanışıyla ilgili ayrıntılarda hatalar yapmıştı. Childs made mistakes in the details of Mahruki's ascent to Everest in his article. Yanlış bir şekilde, Mahruki'nin, Everest'e tüm tırmanış boyunca oksijen kullandığını belirtmekle kalmamış, (büyük bir dağcı için küçümseyici bir yorum) aynı zamanda Mahruki'nin zirveye ulaşmasının gerçekte olduğundan çok daha uzun sürdüğünü savunmuştu. Not only did he incorrectly state that Mahruki used oxygen throughout the entire ascent of Everest (a condescending comment for a great climber), he also argued that it took much longer for Mahruki to reach the summit than it actually did. Mahruki'nin şansına, yaklaşık 15 görgü tanığı Childs'ın hatalı olduğuna tanıklık ederek, bu bilgileri yanlış çıkarttılar. Fortunately for Mahruki, about 15 eyewitnesses testified that Childs was wrong and got this information wrong. Ancak iftiralar devam etti ve Childs, Nasuh Mahruki'nin “hazırlık yapmaya karşı düşüncesizce bir aldırmazlığı, küstah bir benmerkezci tavrı ve dağa ve spora karşı büyük bir saygısızlığı” olduğunu iddia etti. The slander continued, however, and Childs claimed that Nasuh Mahruki had "a thoughtless disregard for preparation, an arrogant self-centered attitude, and a great disregard for the mountain and the sport." Bu, dünya çapında izleyicisi olan birine yapılan kişisel düzeyde bir iftiraydı! This was a personal slander against someone with a worldwide audience! O noktada Mahruki'nin bir seçim yapması gerekiyordu. At that point, Mahruki had to make a choice. Childs'a karşılık vererek onu kötüleyebilir ve bir intikam planı kurabilir, ya da Childs'ın yazdıklarına kimsenin inanmayacağı bir yaşam tarzıyla yaşayabilirdi. She could lash out at Childs and devise a plan of revenge, or she could live a lifestyle that no one would believe Childs had written. Nasuh Mahruki ikinci hareket tarzını benimsedi. Nasuh Mahruki adopted the second course of action. Mahruki, alenî suçlamalardan sonra acı bir hayat yaşamak yerine, Türkiye'yi yalnızca spordaki başarılarıyla değil, sürekli arama-kurtarma ve yardım çalışmalarıyla da şereflendirmeye devam etti. Instead of living a bitter life after public accusations, Mahruki continued to honor Turkey not only with his achievements in sports, but also with continuous search and rescue and aid efforts. İster deprem, ister sel, ister tsunami olsun, AKUT (Arama Kurtarma Derneği) ve Mahruki güçlü yardım ellerini uzatarak orada oldular. Whether it was an earthquake, a flood or a tsunami, AKUT (Search and Rescue Association) and Mahruki were there with their strong helping hands.

Eyüp de, Mahruki gibi tüm iftiralara karşı dürüstlüğünü korumayı ve başına gelen aksiliklerden dolayı Allah'ı suçlamamayı seçti. Like Mahruki, Eyüp chose to remain honest against all slanders and not to blame Allah for the mishaps that happened to him. Sonunda Şeytan savaşı kaybetti ve Eyüp'ün malları yeniden kendisine verilerek eski haline getirildi. Eventually, Satan lost the battle, and Job's possessions were restored to him. Eyüp'ün öyküsünden, Şeytan'ın kişilik dışı bir güç olmayıp, aksine Allah ile insanın arasını bozmanın hesabını yapan uğursuz bir yalancı olduğunu öğrendik. From Job's story we learn that Satan is not an impersonal force, but rather an ominous liar who plans to break the relationship between God and man. İnsanların her aksilikten ötürü Allah'ı suçlamalarını sağlamaktan ve sonuçta Allah'ı güvenilmez biri olarak resmetmekten daha çok sevdiği bir şey yoktur. There is nothing he loves more than having people blame God for every mishap and ultimately portraying God as untrustworthy. Ancak asıl güvenilmez olanın Şeytan'ın kendisi olduğu ve sevginin veya sadakatin anlamını bilmediği çok açık. But it's clear that the real unreliable one is Satan himself, and he doesn't know the meaning of love or loyalty. Başka sefer başınıza kötü bir şey geldiğinde ve Allah'ın size zorluk verdiğini düşünmeye başladığınızda, Eyüp'ün öyküsü size gerçekte suçlanması gerekenin kim olduğunu hatırlatsın! The next time something bad happens to you and you start to think that God is giving you a hard time, let Job's story remind you who is really to blame! Allah, Eyüp'ün kaderi gibi görünen şeyi değiştirebildiyse, sizin kaderinizi de değiştirebilir. . If God was able to change what appears to be Job's destiny, he can change your destiny as well. .